Anasayfa » KADER, MANEVİYAT VE GAYB GERÇEĞİ

KADER, MANEVİYAT VE GAYB GERÇEĞİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 306 Görüntüleyen

KADER, MANEVİYAT VE GAYB GERÇEĞİ

 

İslam dini; hem barış ve adalet nizamı, hem de bir imtihan programıdır. Sadıklarla sahtekârların bilinmesi,[1] iyilerle kötülerin seçilmesi, herkesin kendi kazancına göre değerlendirilmesi ve hak ettiğine eriştirilmesi için[2] açılan bu İlahi imtihanda; özellikle iman edilmesi gereken esaslar “Gaybi” hususlar olup, maddi ölçüler ve müspet ilimlerle ispatı imkânsız olan şeylerdir. Bu nedenle; Allah (CC), melek, ahiret, kıyamet, cennet ve cehennem inancı… Vahiy ve nübüvvet, ilham ve keramet gibi konuların maddi değil manevi saha içinde ele alınması gerekir.

Kur’an, mü’minleri tarif ederken, “Onlar gaybe inanırlar” (Bakara: 3) buyurmaktadır. Gayb: “Aslında var olan, fakat varlığı ancak birtakım alâmet ve işaretlerle anlaşılan” şeyler demektir.

Göz, kulak, burun, dil ve dokunma gibi beş duyu organıyla bilinen şeyler maddi şeylerdir. Ama “ruh” gibi, “velayet” gibi şeyler ancak, varlıklarına alâmet ve işaret sayılan delillerden yola çıkarak, aklın idrak edip anlaması, kalbin mutmain olması ve inanması şeklinde, bunların mevcudiyetlerine iman edilir.

Batı’da “pozitif” denen bilim konuları, bizdeki “müspet” ilimlerin karşılığıdır. Müspet demek; ispat edilmiş, herkesin kabul etmeye mecbur kalacağı şekilde gerçekleşmiş ve gösterilmiş bilgiler demektir. İki kere iki dört eder gibi matematik ve mantık kurallarıyla veya çeşitli gözlem ve deney metotlarıyla varlığı ve doğruluğu ispat edilebilen müspet=pozitif ilimlerin yetki alanı dışında kalan konular da vardır ki, Batılılar buna metafizik=fizik ötesi, biz ise maneviyat=madde ötesi diyoruz…

Evet; kesinlikle kabul ediliyor ki matematik, fizik, kimya, tıp, astronomi gibi müspet (pozitif) ilimlerin yetki alanı dışında kalan konular da vardır. Müspet ilimlerin gelişmesi ve tabiatın gizliliklerine nüfuz etmesi gaybi=fizik ötesi âlemin varlığına işaret ve alâmet olan delillerin çoğalmasına ve güçlenmesine yardım etse de hâlâ bunları elle tutulur, gözle görülür biçimde ispat etmekten acizdir. Ne var ki maddi ilimlerin gelişmesi, manevi ve gaybi gerçeklerin izah ve ikna edilmesine kolaylık getirmektedir. Elbette bütün kâinat ve mevcudat Cenab-ı Hakkın vahdet, kudret ve rahmet delilleri ve sanat eserleridir. Her kış kıyametin, her bahar mahşerin örnekleridir. Ahiretin ve ebedi saadetin varlığını gönül istemekte, akıl gerekli görmektedir. Ancak bu “gaybi” gerçeklerin maddi ve müspet ilimlerle mutlaka ispat edilebileceğini söylemek yanlıştır. Ve zaten bu, imtihan sırrına da aykırıdır. İşaret ve alâmet olarak gösterilen deliller, ne denli izah ve ikna edici olursa olsunlar, gaybi gerçekleri kesinlik derecesinde ispat etmeye yeterli olmayacaklardır.

“Biz onlara (inkârcılara, Yahudi, Hristiyan ve münafıklara) melekler indirip (uyarsaydık), onlara ölüler (dirilip) konuşsaydı ve (dile gelip varlığımıza ve buyruklarımıza şahitlik yapmak üzere) her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah’ın dilediği dışında (yine de) inanmayacaklardı…” (En’am: 111) ayeti de gösteriyor ki, mucizeler bile sadece akla kapı açmak ve inanmayı kolaylaştırmak içindir. Yoksa, herkesi inanmaya mecbur edecek derecede kesin ve açık şeylerin inkârı zaten söz konusu olmayacaktır. Şairin:

“Bin yüz ile göründün, âlemi saldın gümana… Bir yüz ile görünseydin, kâfir de gelirdi imana” mısraları bu imtihan sırrını ne güzel açıklamaktadır. Hatta şeriat ilimleri esas olmakla beraber, tasavvuf ve tarikat hikmetlerini ifade ve izah etmek için özel yorumlara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yüzdendir ki Tevrat ve Şeriat sahibi olan Hz. Musa, hikmet ve maneviyat ehli olan ve “İlmi Ledün” sahibi bulunan Hz. Hızır’a talebe olmak zorunda kalmıştır. (Kehf: 65-82)

Evet; ilim öğrenmenin ve bilgi edinmenin iki yolu vardır. Birisi; kişinin kendi gayreti ile çeşitli mekteplerde ve çeşitli öğretmenlerin nezaretinde ve çeşitli kitaplar okuyarak, veya araştırma, deney, gözlem ve incelemeler yaparak elde etmesi şeklinde olur ki bu tür ilimlere “Kesbi” yani kişinin kendi çalışmasıyla kazandığı ilimler tabir edilir ve genelde ilim öğrenme yolu budur.

Diğeri de; Cenab-ı Hakkın bazı şahsiyetlere özel olarak verdiği üstün bir feraset ve engin bir hikmet sayesinde öylesine bir anlayış ve kavrayış kabiliyetleri olur ve olayların iç yüzünü sezmede ve problemleri çözmede öylesine bir basiret ve başarı yetenekleri bulunur ki… Özellikle imani, ahlâki, içtimai ve siyasi konularda nice çıplak ve çarpıcı gerçekleri, gerekçeleriyle beraber görmede ve göstermede öylesine marifetli olurlar ki… Bu tür ilimlere de “Vehbi”, yani Allah tarafından kendilerine özel olarak hibe ve hediye edilen ilimler tabir edilir. Herkesçe bilinen yollar ve yöntemlerle ve kendi gayret ve hizmetiyle kesbi olarak bilgi edinen ve ilimde ileri gidenlere Kur’an “Râsihûn” dediği gibi (Âl-i İmrân: 7 – Nisa: 162), Rabbani bir iltifat ve özel bir ilhamat sayesinde vehbi olarak hikmet ve hakikat ehli olanları da “Ribbiyyûn” kelimesiyle tarif etmektedir. (Âl-i İmrân: 146) İnsanlık tarihi boyunca bütün büyük inkılâpları genellikle ya nebiler veya “Ribbiyyûn” bilginler gerçekleştirmiş, ama artık hâkim bulunan Hak Nizamın hayatın her safhasında uygulanması ve olgunlaşması için ” Râsihûn “ âlimlere iş düşmektedir.

 

 

,,,

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi