Anasayfa » Dönüm Noktası; ”Ahmet AKGÜL’le Tanışma ve Sonrası!

Dönüm Noktası; ”Ahmet AKGÜL’le Tanışma ve Sonrası!

Yazar: yonetici
0 Yorum 323 Görüntüleyen

Bu yazıda sanki kendimden bahsetmiş gibi olacağım fakat; “Bunları yazmadan Muhterem Üstadımızı nasıl anlatabilirim ki?!” diye düşündüm. Yazı diyorum çünkü yazacaklarım bir yorumdan daha uzun olacak. Çünkü birkaç satırla Ahmet Hocamızı anlatmak benim için mümkün görünmüyor. Yazacaklarımdan dolayı; haddi aşmaktan Rabbimin affına sığınarak ve Muhterem Hocamın da hoşgörüsünü umarak derin bir nefes çekip “Bismillâh” diyerek başlıyorum.

Herhangi bir Milli Görüşçü’nün hayatı iki dönüm olarak incelenebilir. Birincisi “Aziz Erbakan Hocamı ‘tanımak’ lütfuna nail olmak”tır. İkincisi ise “Aziz Erbakan Hocamızın ‘hakikatini anlama ve vakıf olmak’ için Aziz Ahmet Hocamı tanıyarak-anlay arak, okuyarak ve sahip çıkarak o büyük lütfun tamamlanması”dır.

Cenab-ı Hakk; Aziz Erbakan Hocamızla tanışma ve karşılaşmamızı ve teşkilatlarda çalışmamızı 1990 yılında henüz 17 yaşındayken lütfetmişti. 1996 yılından sonra, maalesef, teşkilattan ve davadan bir kopuş sürecimiz olmuş; fakat 2007 yılında Aziz Hocamızın TV5 ekranlarında canlı yayınlanan “Türkiye Konferansları” serisinden birini tevâfuken izlemek suretiyle; Cenab-ı Hakk tevbe etmemizi ve tekrar davamıza dönüşü nasip etmişti. Ama asıl olarak Aziz Hocamızın hakikatine ve Özel mahiyetine vakıf olmak yani onu gerçekten tanımak ve anlamak ise, yine aynı günün gecesi, bilgisayar başına geçip arama motoruna, “Necmettin Erbakan” yazıp, bu vesileyle Aziz Üstadım Ahmet AKGÜL Hocamızı tanımamız ve O’nun yazılarını takip etmemizle birlikte başlamıştı.

2007 yılından 2009 yılına kadar; Muhterem Üstadım Ahmet Hocam ile ve tek bir Milli Çözümcü kardeşimle yüz yüze karşılaşmamış fakat Hocamızın eserlerini, videolarını ve siteden Milli Çözüm Dergisi’ni gece gündüz okuyarak; ve hatta geçmiş sayıları da tarayarak; Dinimi, Davamı, Aziz Erbakan Hocamızı, özellikle de kopuş sürecimizde etkili olan, davamızın içindeki sinsi yapılanmayı, Türkiye’deki ve Dünya’daki olayları ve siyaseti yeniden tanımaya ve anlamaya çalışarak geçirmiştim. O günler benim için sanki hakikat ufkuna bir yolculuk gibiydi.

Dergideki yazılarında Muhterem Üstadımız, parti içindeki sinsi münafıkları deşifre ediyordu. Uzun süredir teşkilatta olmadığımdan, bu yazılanların “sağlama”sını yapamıyordum.

Bunlar sadece birer iddia mıydı yoksa gerçek mi?.. Neden dosdoğru gerçekleri yazan biri “Hakk dava”dan dışlanırdı ki? Ya Atatürk ile ilgili yazıları? Onlara ne demeliydi!?.. Bize yıllardır İmam Hatip hocalarının ve çevremizde hacı hoca geçinenlerin söylediğine göre Atatürk “din düşmanı”ydı… Okudukça da kafamda bir sürü sorular oluşuyordu.

Lakin dergiyi ve Hocamızın yazılarını okurken; okuduklarımı aynı zamanda Kur’an ve Sünnet terazisinde tartıyor; ne Kur’an’a ve Sünnet’e; ne de Erbakan Hocamızın öğretileri ve Milli Görüş ilkelerine aykırı hiçbir şey bulamıyordum. Yazılanlar içinde bu meyanda herhangi bir çelişkiye rastlayamıyordum.

Vicdanım: “Bütün bu hakikatleri bu kadar açık ve net ve de korkusuzca yazan bir kişi asla yalancı olamaz! O zaman Atatürk’le ilgili yazdıkları da kesinlikle doğru olmalı” diyordu. Çünkü Ahmet Hocamız; “Atatürk’ün bizce meçhul olan, Cenabı Hak indindeki ve ahiretteki durumu değil, Milli bir şahsiyet olarak nasıl algılanmalı?” lüzumu üzerinde duruyor ve toplumun zıt ve karşıt kesimlerini barıştıracak tarihi bir hizmet yapıyordu. Okudukça hayrette kalıyor ve şaşırıyordum çünkü o güne kadar doğru bildiğimi zannettiğim hemen her şeyin tersinden öğretilmiş olduğunu anlıyordum. “E öyleyse, Hocamız teşkilatlara niçin alınmıyordu?” diye de kafamdaki soru işaretlerinden kurtulamıyordum.

2009 yerel seçimlerinin ardından yeniden teşkilatlarda fiilen görev alıyor ve iki yıldır beslendiğim Milli Çözüm yazılarından aldığım bilgiler doğrultusunda, parti içinde gerçekte neler olduğunu da gözlemlemeye başlıyordum.

Evet, çok şey Ahmet Hocanın yazdığı gibiydi. Parti İçerisinde Erbakan Hocamızla ilgili, sanki dillendirilmeyen gizli bir yasak vardı ve “Erbakan Hocamızın üzerine beton dökme” çalışmaları, O henüz hayattayken bile sinsice devam ediyordu. Ve ne yazık ki tabanın büyük çoğunluğu bunun farkında bile değildi. Böylece Muhterem Ahmet Hocamın ferasetine ve basiretine bir kez daha hayran kalıyordum.

Bu arada; Parti içindeki faaliyetlerimizde, Milli Çözümden alıntılar yapıyor, teşkilat arkadaşlarıma okuyor ve özellikle kaynak ismi vermeden onları birçok hususta bilgilendiriyordum. Yazılardaki tespitler öylesine seviliyor ve hak veriliyordu ki; sırf o yazılardan dolayı; bir anda partide parlamıştım ve her haftalık toplantıda yazı okumam için Başkanımız söz almamı istiyor ve bu uygulama rutin hale geliyordu. Ta ki bir gün genç bir Milli Görüşçü toplantı esnasında ayağa kalkıp, söz alıp: “Sen bu yazıları nerden okuyorsun. Kaynağın nedir?” diye sorana kadar… Kaynağımı açıklıyor: “Ahmet AKGÜL ve Milli Çözüm Dergisi” cevabını veriyor ve o günden sonra bazı kişiler tarafından neredeyse ajan ilan ediliyor ve tepki alıyordum.

Beni ajan ilan edenlerden etkili(!) ve yetkili(!) birinin ise; bir gün başka bir teşkilat mensubunu gizlice bir köşeye çekip; bir grup Milli Görüşçüye yapılacak eğitim programı için: “Ahmet Akgül’ün ‘İslam Davası ve Cihad Kavramı.’ kitabını al ve Eğitimi bu kitaptan yap. Fakat kitabın üzerini kapla, sakın isim görünmesin. Sebebini ise sorma!” demesine şahit oluyor ve hayretimi gizleyemiyordum. Hakk dava güttüğünü söyleyenlerin bu ikiyüzlü münafık tavırları ne kadar da tiksindiriciydi.Umarız ki, yakında ve beklenen hakikat inkılabında, herkesin ayarı ve amacı ortaya çıktığında sadık ve samimi Milli Görüşçü kardeşlerimiz de gerçeği anlayıp tövbe edeceklerdi. Çünkü onların bunca itham ve iftirasına rağmen Ahmet Hocam: “Hala Milli Görüş davasının sadık erleri, eli öpülecek kimselerdir” demişti.

Bu ve benzeri birçok olaya şahit olduktan sonra; zaten Kur’an ve Sünnet’e aykırı bir yazısını görmediğim ve doğruluğundan emin olduğum Muhterem Hocam’a yapılan bu haksızlığa susmamalı; teşkilat içinde mücadelemi vermeli ve dava kardeşlerimi, özellikle de Oğuzhan Asiltürk tehlikesine karşı uyarmalıydım.

Şehir değişikliği nedeniyle gittiğim yerde ise, teşkilatta yine benzer olaylar yaşamıştım. Ahmet Hocamıza karşı tüm tabanın bilinçli bir şekilde kışkırtılmış olduğunu görmek üzücüydü. Orada da aynı mücadeleyi vermiş, hatta birçok kez onların yalanlarını, bizzat yüzlerine vurma fırsatını Allah lütfetmiş, fakat insanların, hem de Hakkı temsil ettiğini iddia eden insancıkların nasıl dönekleşebildiğine defalarca hayretle ve dehşetle şahit olmuştum.

Yaşadıklarımdan sadece iki örnek vermek istiyorum.

Aziz Hocamızın 2011 Şubat ayında vefatından yaklaşık dört ay sonra Haziran’da Genel Seçimler yapılacaktı. Seçim çalışmaları sırasında sokakta broşür dağıtırken bir ihtiyar amcayla karşılaştık. Teşkilat arkadaşlarımdan biri: “İşte bu adam bu yörede Milli Görüş’ün canlı arşividir. Hem Erbakan hocamızın “sadık”ıdır. Erbakan hocayla ilgili her şeyi bilir. Ahmet Akgül’ü ona sorabilirsin” dedi. Hacı amca bizleri, çalışmalara biraz ara verip bürosunda dinlenmeye ve çay içmeye davet etmişti. Hep beraber gittik. Biraz sohbet ettikten sonra, Hacı Nail amcaya sordum:

“Hacı amca, sen Ahmet Akgül’ü tanır mısın?”…

“Nasıl tanımam, tabii ki tanırım” dedi.

“Peki o zaman; madem tanırsın, onu nasıl bilirsin?.. Sence O herkesin iddia ettiği gibi, bu davanın içine sızmış bir ajan mıdır?”

Hacı Nail amcanın verdiği cevap tek kelimeydi: “ASLA!”

Mustafa Nail Arıtaşı amcamızın ise kim olduğunu merak edenler şu linke tıklayıp Erbakan Hocamızın onun hakkındaki düşüncesini öğrenebilirler. (meydanistanbul.com/…/…)

Ben o gün, aslında emin olduğum şeyi duymuştum Hacı amcadan. Bu vesileyle de, işte bir nevi “sağlama” yapmıştım. Fakat Ahmet AKGÜL hakkında tereddütlü olduklarını söyleyenler, onu yıllardır yakinen tanımalarına rağmen; her ne hikmetse(!) kendileri bunu sormayı akıl edememişlerdi ve Nail amcadan duyduklarına rağmen Muhterem Hocam konusunda bana muhalefet etmeye devam edip, yan çizip yamuklaşmışlardı. Yaklaşık bir yıl sonra, 16 Temmuz 2012 tarihinde, teşkilat olarak bir piknik düzenlemiş ve Aziz Hocamızın asil evladı Sayın Elif Erbakan hanımı da davet etmiştik. Pikniğe katılanlardan bir kardeşimiz,
“Sayın Elif Erbakan’a bir soru sormak istediğini fakat çekinip utandığını” ifade etmiş ve soruyu benim sormamı istemişti. Sormuştum:

“Elif Hanım. Ben Milli Çözüm Dergisi ve Ahmet AKGÜL kitapları okuyorum. Arkadaşlarım ise, ‘Bizim bu konuda kafamız karışık. Duyduğumuza göre; Erbakan Hocamızın talimatıyla, Ahmet Hocanın teşkilatlara girmesi yasaklıymış. Bunun doğruluğunu en iyi Elif Hanım bilir’ dediler ve bu hususu size sormamı istediler. Lütfen bize söyler misiniz; Ahmet Akgül Erbakan Hocamız tarafından yasaklı mıdır?”

Aziz ve asil Hocamızın asil evladı Elif Erbakan şu cevabı vermişti:

“Hayır!.. Ahmet Akgül Babam tarafından yasaklı değildir. Kendisi sadık ve samimi bir Milli Görüşçüdür ve Babamın Dostudur. Ve hatta biz aile dostlarıyız. Ailece de görüşürüz. Onun yasaklı olduğu söylentisi ise genel merkezdeki birtakım kimselerin uydurmasıdır… Tüm ömrünü ümmetin kurtuluşuna adamış ve her şeyini bu yolda harcamış olan Babama, Liderimize atılan büyük iftira nedeniyle üzüntülü günler yaşamaktayız ve ne yazık ki O’nun hırsız olmadığını ispatlamak durumdayız. Bu ne kadar acı bir şey!… Bir düşünsenize!…” diyerek; Ahmet Hocamızın yasaklı olduğu uydurmacasının kimin başının altından çıktığını da isim vermeden belirtmişti. Ne ilginçtir ki; bunu duyan teşkilat mensupları ertesi gün çok sevdikleri(!), dillerinden düşürmedikleri ve kendisine yakınlığı ile de sık sık övündükleri Elif ablalarını (Erbakan’ı) “çok yanlış tanıdıklarını ve onun fitne çıkartıp dedikodu yaptığını” söyleyecek kadar alçalmışlardı.

Daha sonraları Milli Çözüm’den kardeşlerimle tanıştığımda ve bu yaşadıklarımı anlattığımda, aslında yaşadıklarımın gayet normal(!) olduğunu anlamış ve onların da benzer olayları yaşadığını ve sırf bu sebepten dolayı benim gibi teşkilatlardan uzaklaştırıldıklarını öğrenmiştim.

Şimdi tam da yeni bir kongrenin arefesinde olduğumuz günlerde bu Milli Görüşçü olduğunu iddia eden; üstelik de Aziz Hocamıza en ağır iftirayı atanları hala kutsayan bu şuursuz tabana: “Ahmet AKGÜL ile ilgili bütün bu gerçekler ışığında; Hakk ve hakikat bu kadar ayan beyan orta yerde dururken, Hakkı ve hakikati görmezden gelenin, çarpıtanın, üstünü örtenin Allah Katında hükmü nedir?” diye sormak lazım. Lakin vakti zamanında çok sorduğumdan, bu saatten sonra onlara edilecek her bir kelimenin ancak vakit kaybı olacağına inanıyorum. Çünkü inanmak istemeyeni hiçbir şekilde inandıramazsınız.

Düşünsenize!..

Aziz ERBAKAN Hocamızın yanında 40 yıl duracaksınız. Fakat içinizden eğitimlerinize kaynak yapabileceğiniz bir kitabı dahi yazabilen bir tek adam çıkmayacak. Gizli saklı Ahmet Akgül okuyup-okutacaksınız. “Hadi davamızın selameti için Ahmet AKGÜL Hocamıza sahip çıkalım. Onu partide söz sahibi yapalım” diyenleri ise görevden uzaklaştırıp hepiniz üç maymunu oynayacaksınız. Aman Yarabbi!… Sizin davanız adına bu ne büyük bedbahtlıktır!

Aziz Erbakan Hocamız toplantılarımızda: “Milli Gazete her sabah Pentagonun masasındadır” buyururlardı.

Milli Çözüm dergisi için ise; İsrail Büyükelçiliği: “Atom bombasından daha tehlikeli” tesbiti yaptıklarına göre; İsrail’in, ABD’nin ve de her türlü işbirlikçi uşaklarının (Saadet partisindekiler de dahil) dergide yazılanları; hem herkesten önce, hem de harf harf takip ettiklerinden adım çelebi gibi eminim. Öyle ya; okumasalar nerden bilecekler tehlikeyi(!)… “Ahmet Hoca bugün ne yazacak da, o bin bir suratlı maskelerimizden birini daha düşürecek acaba?!” diye korkudan tirtir titrediklerini görür gibi oluyor insan… Amma velâkin korkunun ecele faydası yoktur. Hakk gelince tüm bâtıl’lar eriyip yok olacaklardır.

Necmeddin Erbakan GÜNEŞ’tir.

Güneş balçıkla sıvanamaz. Üstü örtülemez. Gizlenemez. Ve esasında Güneş hiçbir zaman batmaz. Bizim Güneş’i görememeniz bu hakikati değiştirmez. Bu sebepten dolayı O’nun üstüne “beton dökme” fikri muhaldir.

Ahmet Akgül ise AY’dır.

AY; Güneş’i göremediğimiz zamanlarda ışığını Güneş’ten alarak karanlığı aydınlatır. Dolayısıyla aslında karanlık da “yok”tur. Karanlık, sadece ışığı gör(e)meyenler için vardır.

Necmeddin Erbakan paha biçilemez bir HAZİNE’dir. Hazineye ulaşmak, kilidini açmak ise ancak, anahtarla mümkündür. Ahmet Akgül bu Hazine’nin ANAHTAR’ıdır. Anahtara ulaşmadan hazinenin kapısından içeri giremezsiniz. O sebepten dolayı Akgül’ü okumadan Erbakan’ı tam anladığını iddia etmek ve O’nun yolundan gittiğini söylemek ya büyük bir yanılgıdır ya da en büyük bir yalandır.

Hz. ALİ (K.V.) Efendimiz bir sözünde: Âlim, câhili hemen tanır, çünkü daha önce o da câhildi. Câhil ise âlimi tanımaz, çünkü daha önce âlim değildi” buyururlar. Şimdi bu mübarek sözlerden yola çıkarak şunları diyebiliriz.

Bilmek 3 türlüdür: İlm-el yakîn; Ayn-el yakîn ve Hakk-el yakîn. Bilme dereceleri tartışmalı olmakla birlikte hemen hemen her Milli Görüşçü bilir ki; Necmeddin Erbakan İlm-ü Ledün sahibidir. Lakin işte sözleri, eserleri ve istikameti gösteriyor ki Ahmet Akgül de özel hikmet ve feraset ehliydi.

Düşünsenize, bunca kelli felli sözde dava adamı içinde Erbakan’ın Hakikatini ve Özel mahiyetini gerçek anlamda tek bir kişi tanımıştı. Ve o kişi, parti içindeki bazı marazlı mahlukatın da baş düşmanıydı. Aslında Erbakan’a açıktan ve doğrudan düşmanlık edemeyenler, dönüp bir bahaneyle Akgül’e saldırırlardı.

Hem yıllardır bakan, müsteşar, Prof. vs. vb. bin bir türlü zahiri etiketi olup da Erbakan’ın kırk yıllık dostu zannedilen bazı zerzevatın Onu anlayamamalarının sebebi ya zırcahil olduklarının veya Onu tanıdıklarının bu nedenle şeytani maksatlı partiye sokulduklarının en açık kanıtı değil de nedir? Öyle olmasalardı, bu Prof. yaftalı zavallılar, feto denilen soytarıyı “muhterem bir alim ve heykeli dikilecek şahsiyet” diye övmezlerdi. Şimdi de büyük bir pişkinlikle “ne olmuş yanıldıysak, cumhurbaşkanı bile yanıldı” diyecek kadar da bayağılaşıp basitleşmezlerdi herhalde.

Evet; Necmeddin Erbakan İlm-ü Ledün sahibidir. Hikmet ve fazilet mektebidir. Mehdiyet ve medeniyet mühendisidir. Keza Ahmet Akgül de Onun gerçek talebesi ve örnek takipçisidir. Çünkü alim alimi en başından beri tanıdı katıldı ve hep sadık kaldı. Ve bütün ömrünü bu hakikati yazmaya ve anlatmaya adadı.

Şimdi bu asrın problemlerini gerçekten çözmek istiyorsanız eğer; şunları da peşinen bilmelisiniz:

Ahmet Akgül’ün; ışığını Güneş misali Erbakan’dan alan “Bilge”liği olmadan bu çağın karanlığını aydınlatamazsınız, sorunlarına gerekli ve yeterli çözümleri ortaya koyamazsınız. Erbakan’ın; tüm insanlığın hem dünya hem de ahiret saadeti ve kurtuluşu için hazırladığı Adil Düzen projelerini kavrayamaz, uygulayamaz ve yeni bir dünyanın kapısını aralayamazsınız!

Çünkü kapının anahtarı bizzat Ahmet Hoca’dır. Çünkü Erbakan’ın mümessili ve mütemmimi Ahmet Hoca’dır. Ve ne mutlu biz Milli Çözümcülere ki; Cenab-ı Allah her İkisini de tanıma ve tabi olma şerefini bizlere lütfetmiş bulunmaktadır.

Duamız şudur ki; Allah bizleri bu büyük lütfun nankörü yapmasın. Ayaklarımızı sabit kılsın. Ve bu imanla canımızı alsın. Amin…

https://www.millicozum.com/mc/kasim-2016/donum-noktasi-ahmet-akgulle-tanisma-ve-sonrasi

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

acilis-duyuru-son