Üstadımızın, insanda hayret ve hayranlık uyandıran çok hızlı okuma yeteneğini ve çok güçlü hafıza kuvvetini, Ali Çağıl, Osman Eraydın ve oğlu Abdullah Akgül gibi ağabeylerimiz bizlere defalarca ve bizzat şahit oldukları olağanüstü durumlarla aktarmışlardı. Yayıncı İsmail Arlı Beyin hazırladığı Son Türkçü: Nihal Atsız başlıklı 2 cilt kitabını birkaç saat içinde okuyup 15 sayfalık tenkit yazdığına şaşırmışlardı. Ve yine Ahmet Akgül Üstadımız, Prof. Yaşar Nuri Öztürkün 2 Ciltlik Hallac-ı Mansur kitabını, bir iki saat içerisinde hem okumuşlar hem de uzunca bir tenkit yazıp yayınlamışlardı.
Bunun gibi, Necmettin Musa Bişkin ağabeyimizin ve değerli eşlerinin şahitliği ile, Konya Atatürkçü Düşünce Derneği E. Başkanı ve İlahiyatçı Yusuf Dülger Bey, Atatürkün hayatını anlatan 600 sayfalık bir kitap hazırlamışlardı. Bu amaçla Türkiyenin her tarafına, Kafkaslara, Balkanlara, Suriye ve Arabistana araştırma gezileri yapmışlardı. Kitabının bir nüshasını incelemek üzere Ahmet Akgül Üstadımıza sunmuşlardı. Üstadımız akşam Konyadaki evlerine varmış ve akşam namazını kıldıktan sonra 600 sayfalık bu kitabı okumak üzere eline almışlardı. 70e (Yetmişe) yakın sayfada şerh düşmüş ve 14 sayfalık özet bir tenkit hazırlamışlardı ki, yatsı ezanı okunmaktaydı. Neredeyse sadece bir saat içerisinde 600 sayfalık kitabın okunmasının, 70 kadar şerhin yapılmasının ve 14 sayfalık özet ve tenkit yazılmasının, İlahi bir nusret dışında izahı imkânsızdı. Üstadımız, Erbakan Hocamızın manevi talimatları üzerine her yılın 4 ayını İstanbul (Gebzede), 4 ayını Konyada, 4 ayını ise Elazığda geçirmeye başlamıştı
Kendileri; bu hızlı okuma, okuduğu kitaplardaki olumlu ve olumsuz kısımları saptama ve o kitapla ilgili yararlı ve uyarıcı tenkitler yapma yeteneğinin; Cenab-ı Hakkın Milli Çözüm Ekibinin samimiyetine, Kurani hassasiyetine ve tüm insanları kucaklayan Adil Düzen gayretine merhameten lütfettiği özel bir ikramı olduğunu, sıkça vurgulamışlardı. Ayrıca Duhâ Suresi 11. ayetinde: Ve (Sana lütfettiği bütün bu üstün fazilet ve meziyetlerden dolayı, övünmek ve böbürlenmek için değil, ama sevinmek ve şükretmek niyetiyle) Rabbinin nimetini (minnet ve memnuniyetle) hatırlat ve anlat (ki Makam-ı Mahmuda ulaşasın.) buyrularak Hz. Peygamber Efendimize verilen bir ruhsatın ve şükür talimatının gereği olarak, çok yakın dostlarımıza anlatmak dışında bu manevi yardımların toplumdan saklanmasını tavsiye buyururlardı. Çünkü hadis-i şerif uyarınca, insanlara akılları ve kavrayışları nispetinde konuşmak lazımdı
Bu çarpıcı ve hayranlık uyandırıcı gerçeklerin ve Üstadımızın hızlı okuma yeteneğinin farkına vardıktan sonradır ki; Elazığ, Gebze ve Konyadaki kitaplıklarındaki yaklaşık 10.000 (On bin) ciltlik eserin hangisinde hangi konuların yazıldığını ve hatta önemli kısımların hangi bölümlerde yer aldığını, 50 yıl önce okuduğu bir hikmeti nasıl unutmadığını daha iyi anlamaya başlamıştık. Ve hele ders ve sohbet sırasında biz ayet ve hadis meallerini okurken, hemen bunların orijinal-asli metinlerini okuması, hangi surenin hangi ayeti olduğunu hatırlatması Hangi hadis-i şerifin hangi kitapta ve hangi bölümde kaydedildiğini açıklaması, Onun Rabbani ve Rahmani bir marifete mazhar kılındığını ortaya koymaktaydı.
Özellikle Rahmetli Erbakan Hocamıza ve Onun yüksek şahsında İslama, Kurana ve Hak Davaya yönelik sataşma ve saldırıları yanıtlama konusunda olağanüstü bir ciddiyet ve gayret kuşanır ve çok kısa sürelerde, muhatapları ve münafıkları susturan yazılar hazırlardı. İşte onlardan birisini aktarmakta yarar vardı:
Kayıp Trilyon Teranesi ve Tereslerin Terazisi:
Bir Siyonist diplomatın Erbakan hıncı ve itirafı, oldukça anlamlı ve açıklayıcı gerçekleri içermektedir. Etkili ve yetkili bir Yahudi asıllı diplomatın şu itirafları dikkat çekicidir. 28 Şubat sonrası, Erbakanın partisinin kapatılması ve siyasi yasak konulması üzerine, bu Siyonist diplomat şu gerçekleri dile getirmiştir:
Erbakanı siyaseten öldürdük ve diri diri mezara gömdük; ama bu yeterli değildir. Onun üzerine beton dökmemiz gerekir!?
Bu sözleri, o dönemde AKP Genel Başkan Yardımcısı olan Mir Mehmet Dengir Fırat, Prof. Dr. Mehmet Bekaroğluna nakletmiştir.[1]
Zaten, Refah-Yol Hükümetinin Başbakanı olarak bir yıl gibi çok kısa bir zamanda;
Havuz Sistemiyle rantiye hortumlarını kesen ve toplumun her kesimine refah ve huzur veren,
Denk Bütçe yaparak, IMFnin sömürü düzenini işlemez hale getiren,
D-8leri kurarak, Türkiye merkezli yeni ve adil bir dünyanın şekillenmesine öncülük eden Erbakan Hocanın;
1- Hükümetinin yıkılmasına,
2- Partilerinin kapatılmasına,
3- Siyaseten yasaklanmasına,
Amerikadaki Siyonist merkezlerin özel ve gizli toplantılarında karar verildiğini ispatlayan kripto belgelerin ellerine geçtiğini, Hoca defalarca dile getirmiştir.
Mir Dengir Fıratın ifadeleri:
a) Sonradan AKPyi kuracak olan Fazilet Partisinin sözde yenilikçi takımının daha o dönemden Siyonist mahfillerle buluşup konuştuklarını,
b) 28 Şubat sürecinin dış güçler tarafından tasarlanıp uygulandığını,
c) Erbakan Hocayı siyasette yasaklamak ve töhmet altında bırakmak üzere Kayıp Trilyon iddialarının, dış güçler ve masonik merkezlerce ortaya atılıp kullanılacağının Mir Dengir Fıratın kulağına çıtlatıldığını göstermektedir.
Yahudi şebekesinin ve sabataist işbirlikçilerin Erbakanın mezarına beton dökmeliyiz sözleri, onların Milli Görüşün bütün tabanını ve çekirdek kadrolarını Hocanın kontrolünden çıkarıp kendi güdümümüze almalıyız. Sadece resmen ve siyaseten değil, fikren ve fiilen de Hoca ile camiasının irtibatını koparmalıyız anlamına gelmektedir.
Ve zaten, bugün AKPde bulunan gömlek değiştiren dönekler, Fazilet Partisinin kendilerine devredilmesi ve Hocanın tamamen çekilmesi halinde ayrılmayı düşünmediklerini ve aynı program ve sloganlarla devam edeceklerini söylemişlerdir.
Hatta Bülent Arınç, AKP kurulduktan sonra bile, bir müddet Fazilet Partisinin başına geçmek ve Siyonistlerin Erbakanın üzerine beton dökme niyetlerini gerçekleştirmek, yani Milli Görüş tabanını ve teşkilatını Erbakandan kurtarıp, malum merkezlerin güdümüne vermek niyetiyle beklemiştir.
Yoksa o günkü söylemleriyle, bugünkü AKPnin eylemleri arasında hiçbir farklılık görülmemektedir.
İşte Bülent Arınçın 15.10.1999 tarihli Milliyet gazetesinde çıkan sözleri şöyledir:
1- İmaj sıkıntımız var: FP'nin çok daha başarılı olması gerektiğini düşünüyorum. Bugünkü halimizle başarılı olamayız. FP şu anda kadrolarından yeterli ölçüde istifade etmiyor. Yapılmayacak söylemler içine giriliyor. Vatandaşın güveni ve inancı şu anda çok alt düzeylerde. Bunu yukarılara çıkarmak için yeni bir yapılanmaya ihtiyaç var. Bu yapılanma, partinin bütünlüğü içerisinde Genel Merkezle teşkilatları kucaklaştıran, Genel Merkezin yeni kadrolara da ihtiyacı olan bir çalışma olacak. Partinin imajı açısından hâlâ sıkıntılarımız var.
2- Parti içi demokrasi olmalı: Parti içi demokrasinin en güzel örneğini FP vermeli. Bunun sadece lafını etmek yetmez. Partideki siyaseti bir rekabet ve yarış haline getirmeliyiz. Bunun için ön seçim mekanizmasını koyabiliriz. Hatta milletvekili seçimlerini tercihli oy sistemine göre belirleyebiliriz.
3- Değişime ayak uydurmalıyız: Değişime ayak uyduran bir parti olmamız lazım. Adaylarımızı seçerken de kongremizi yaparken de baskıcı ve dayatmacı olarak değil, gerçekten parti içi demokraside bir yarışı öngören bir metotla yola çıkmamız gerekiyor. Eskiden bir aday olurdu. İkinci bir listeye iyi bakılmaz ve kazansa bile feshedileceği ifade edilirdi.
4- İdeolojik partinin şansı yok: FP Türkiye'nin partisi olmalı. Marjinal ve ideolojik bir parti olmamalı. Böyle bir partinin iktidar şansı yoktur. 65 milyonun bütün kesimlerine ulaşabilecek, doğru fikirleri olan, ayağı yere basan bir parti olmalıyız.
Yani eğer partinin başına geçebilseydi, Bay Bülent Arınç, Fazileti ve Saadeti de AKPye çevirecek, hatta onlarla birleşecekti.
22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesi, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı olan ve sık sık Genel Başkanlık için ortaya çıkarılan Numan Kurtulmuş, Başbakan Recep T. Erdoğanla sürpriz bir görüşme gerçekleştirdi. Üstelik kendisi Tayyipin ayağına gitmişti ve neler konuştuklarını Saadet teşkilatından ve tabanından gizlemişti. Öyle anlaşılıyor ki, bu buluşma yine Siyonist mahfillerin Saadet Partisini Erbakandan kurtarma ve AKPye katma, yani Milli Görüşün kökünü kurutma girişimlerinin ve Erbakanın üzerine beton dökme gayretinin bir yenisiydi
Kayıp Trilyon Meselesi ve Adaletin Terazisi
Adaletin bir anlamı ve vazgeçilmez bir esası da: Aynı iddialara, aynı davaları açmak; aynı şartlarda, aynı araçlarla ve aynı amaçlarla işlendiği öne sürülen suçlara aynı cezaları uygulamaktır. Bunun aksi; ayrımcılık ve kayırımcılıktır, çifte standartçılık ve haksızlıktır.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..