Anasayfa » YA ADİL DÜZEN , YA REZİL DÖNEM

YA ADİL DÜZEN , YA REZİL DÖNEM

Yazar: yonetici
0 Yorum 6 Görüntüleyen

                         YA ADİL DÜZEN , YA REZİL DÖNEM

 

 “Fareleri kedileştirme sistemi” uygulanıyor

 

Adamın evine fareler dadanmış. Aklı evvel bir arkadaşı, “farelerden kurtulmak için, fareden kedi yapacaksın” diye bir teklif yapmış

 

“Hiç fareden kedi olur mu?”  diye sorunca, “Düşün bulursun”  yanıtını almış..

 

Adam tasarlamış, çabalamış, sonunda üç fareyi yakalamış, kafese bırakmış. Ama kafesteki fareleri hiç beslememiş, aç bırakmış. Tam öldü ölecekler duruma gelince, daha önce yakalayıp öldürdüğü farelerin etlerini önlerine atmış ve fareler mecburen hemcinslerini yemeye başlamış. Kafesteki fareler iyice semirince bunları ortaya salmış… Tabii evde cirit atan fareler bu yeni farelerin kedileştiğini bilmediğinden onlardan kaçmamış; kısa sürede de evde bir tek fare kalmamış

 

Meraklısına not: Kimi ülkeler, göz koydukları ülkeleri ele geçirmek için, o ülke insanını kullanır, işbirliçilerini sömürü canavarı yapıp azgınlaştırırmış.. Ve işin garibi, o kullanılan insanlar, kendi ülkeleri için çalıştığını sanırmış..

 

Kriz alt gelir grubunu eziyor.

 

Milli gelir (üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeri) geriliyor. Tüketim harcamaları azalıyor. Kayıtlı (resmi) işsiz sayısı, bankalara borçlarını ödemeyenlerin sayıları ve ödeyemedikleri borç rakamı, protesto edilen senetlerin, ödenmeyen çeklerin sayısı ve miktarı artıyor.

 

Açıklanan rakamlar yaklaşık 70 milyonun durumunu yansıtıyor. Fakat 70 milyonun (doğrusu 68.4 milyon kişidir) tamamının geliri gideri aynı değil. Gelir dağılımı bozuk. Bu ülkede bir yıl içinde elde edilen toplam gelirin yüzde 5.8’ini en fakir 14 milyon insan paylaşırken, en zengin 14 milyon insanın toplam gelirden aldıkları pay yüzde 46.9 oranında. (TÜİK 2007 rakamları. Daha yeni bilgiler yok)

 

Nüfusun 42 milyonu bir yılda elde edilen gelirin (katma değerin) yüzde 31.6 ile yaşarken, nüfusun 28 milyonluk bölümü toplam gelirin yüzde 68.4’lük bölümüne sahip oluyor.

 

Türkiye’de 17.7 milyon hane var. Her hanenin geliri farklı. Her hanenin gelirinin kaynağı da farklı. Hanelerin 9.2 milyonunun gelir kaynağı maaş ve ücret, 3.3 milyonunun emekli maaşı, 3.4 milyonunun müteşebbis geliri, 220 bininin kira geliri ve 72 bininin menkul kıymet (tahvil-bono) geliri bulunuyor. Yani 70 milyonun büyük çoğunluğu insanca bir hayat süremiyor, sadece sürünüyor, halkımızın önemli bir kesimi ise maalesef can çekişiyor.

 

Erbakan’a nankörlüğün cezası çekiliyor

 

Ne diyordu Orhan Veli Kanık, “Bu düzen böyle mi gidecek? Pireler filleri yiyecek. Yedi nüfuslu haneye, Üç buçuk tayın yetecek”… Burası Türkiye… Acıların, umutsuzlukların, kederlerin, açlıkların ve ümitsizliklerin ülkesi. Burası Türkiye… Hayallerde kalan ümitlerin, ümitlerin arasına sıkıştırılmış beklentilerin ülkesi…

 

2010 bütçe görüşmeleri yapılırken Meclis kürsüsünden, CHP Milletvekili İlhan Kesici, siyasetçilerin zaman zaman açlık ve yoksulluk için gündeme getirdikleri Çay-Simit hesabını ortaya koydu. Bir simit kaç lira? 75 kuruş… Çay kaç lira? 75 kuruş… Dört kişilik bir aile, günde üç öğün, çay simit yese, aylık olarak yapar 900 lira… İlhan Kesici diyor ki, “O zaman neden asgari ücret 540 lira?”… Yani, nereden bakarsanız bakın, 400 lira açık var… İlhan Kesici`nin bu hesabını dinleyen Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek de, anında kendisine cevap veriyor. “Hesabınız yanlış… Ben Simit Sarayı`ndan fiyat aldım… İlhan Kesici`nin simit fiyatı yanlış… Bizim hesabımıza göre simit 50 kuruş, çay da 50 kuruş… Bu hesaba göre yapıyor bir ayda 450 lira”…

 

Mert kipti şecaat arzederken sirkatin söylermiş… Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek`in yaptığı hesap da buna benziyor. İlhan Kesici, asgari ücret öylesine az ki, çay-simit yeseniz bile açlıktan ölürsünüz demeye getiriyor. Cemil Çiçek ise,  çay-simit muhabbetine ortak olarak, şu anda verdikleri asgari ücretin ne kadar az olduğunu kendi ağzıyla belgelemiş oluyor. Öyle ya, 550 liralık asgari ücretten ayda 450 lirayı çay-simit ile yiyebilirseniz, geriye kalıyor sadece 100 lira… İster harcayın, ister biriktirin… İster doğalgaz, ister su, ister elektrik, ister telefon faturanıza verin… İsterseniz kiranıza verin…

 

Başbakan Yardımcısı Çiçek anında cevap vermiş… Hesap yanlış diyor… Üç öğün sadece bir simitle bir çay içen ailenin masrafı 450 lira… Dikkat.. Kürsüye çıkıp ne saçma hesap dememiş… İki çocuklu aile bir ayı sadece çay simitle geçirir mi, bu nasıl yaklaşım diye de itiraz etmemiş… Değil mi ya… Eti var, tavuğu var, balığı var, sütü var, balı var, domatesi, biberi var… Çayla simidi kabul etmiş ama hesap yanlış demiş.. 720 değil, 450 lira… Çiçek’in hesabı doğru diyelim… Asgari ücretli için geriye 100 lira kalıyor… Günde üç bardak çay iç, üç de simit götür… Kalan paranı da tepe tepe ye Daha ne…

 

İşin özüne bakalım… Bütçede tartıştığımız ne? Dört kişilik aile günde üç öğün simit yiyerek geçinir mi geçinemez mi? Şimdi diyecekler ki kaç kişi asgari ücretle çalışıyor…  Çıkın sokağa sorun… Hele kayıt dışı aman Allah’ım… 600 lira, 700 lira maaş bulan bayram ediyor… Ve tabi toplum, Erbakan’a nankörlük etmenin cezasını çekiyor.

 

IMF kovuldu deniyor, ama “gizli” anlaşma yapılıyor

 

Son iki yıldır IMF ile muhtemel bir anlaşma yapılacağı yolunda haberlerle oyalanan kamuoyu, son günlerde “gizli anlaşma yapıldı” söylentisiyle çalkalanıyor.

 

Muhtemel bir stand-by anlaşmasıyla Türkiye, Uluslararası Para Fonunun (IMF) son ek kaynak artışı kararıyla, özel bir anlaşmaya gerek olmadan asgari 6 milyar dolar kredi çekebileceği konuşuluyor. Daha önceki kota artışı nedeniyle, Türkiye`nin fondan çekebileceği kredi miktarı 4,5 milyar doları bulurken, kredi maliyeti de 4`te 1 oranında azalıyor.

 

IMF`ye üye ülkelerin kotaları bu ülkelerin maksimum finansal yükümlülüklerini, oy haklarını ve IMF`nin finansal kaynaklarına olan erişimlerini belirliyor.

 

Fon ile temel anlaşmazlık konularından birinin merkezi hükümetten belediyelere aktarılan kaynaklar konusu, diğer bir konuyu da Gelir İdaresi Başkanlığının özerkliği konusu oluşturuyordu. Türkiye`nin, vergi idareleri konusunda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, vergi hukuku ve uygulamalarının net bir şekilde ortaya konduğu, kesin cezai yaptırımların belirlendiği, hiçbir tereddüde imkân vermeyecek geniş kapsamlı bir yasal sistemi uygulayacağını IMF tarafına bildirdiği ifade ediliyor.

 

“Vergide öncelikle herkesçe anlaşılabilir mevzuat düzenlemesi olacak. Ardından, vergi oranları adil ve şeffaf bir şekilde uygulanacak. Etkin ve geniş kapsamlı denetim ve yaptırım sistemi oturtulacak” edebiyatıyla Türkiye IMF üzerinden Siyonist Yahudi Sermayesinin güdümüne sokuluyor.

 

IMF Kredisi, özel sektöre kaynak olarak kullanılıyor.

 

Fon ile anlaşmanın, düşük maliyeti nedeniyle iki yıllık stand-by düzenlemesi şeklinde alınacak kaynağın, 2010 ve 2011 yılında, özel sektöre dolaylı kaynak aktarmada kullanacağı belirtiliyor.

 

Yetkililer, bütçe açığının, iç borçlanma açısından finansman ihtiyacını artıracağını, bu çerçevede de, IMF`den gelecek rezerv ile Hazine`nin, daha az borçlanarak, özel sektöre finansman imkânı bırakabileceğini vurguluyorlar. Türkiye`nin, cari açığının şimdilik sorun olmadığını vurgulayan yetkililer, bu nedenle dış finansman değil, iç finansmanın öne çıkacağını, bu çerçevede de IMF kaynağının önem kazanacağını ifade ediyorlar. “Önden Yüklemeli Kredi“ çerçevesinde, toplam kredinin yarısı, 6-8 ay içinde alınabiliyor ve devlet-millet borçlanıp, özel sektöre bedava kaynak ve kaymak aktarılıyor

 

Kayıtlara geçsin: Domuz aşısına harcanan ve çoğu kullanılmayan paralar kaç milyon ailenin kışlık harçlığına yetiyor

 

Gazetelerin haber sayfalarının köşelerinde kibrit kutusu ölçeğindeki bir küçük haberi aynen aktarmak istiyorum. Kayıtlara geçsin diye…

 

“Sağlık Bakanlığı, domuz gribine karşı yurt dışına sipariş edilen 43 milyon doz aşının miktarının azaltıldığını açıkladı. Türkiye`de salgının azalma eğilimine girdiği belirtilen açıklamada şimdiye kadar satın alınan 8 milyon aşıdan yarısının kullanıldığı ifade edildi, “Siparişe göre değil, teslim alınan aşı miktarı kadar ödeme yapılmaktadır” denildi.”

 

Sayın Sağlık Bakanının TV ekranlarında “halkını korumak için çırpındığını” söylediği günleri hatırlayın.

 

“Yirmi milyon aşı siparişimize yirmi milyon daha ekledik” 43 milyon doz aşı sipariş verilmiş. 8 milyon dozu teslim edilmiş. Bu teslimatın da ancak 4 milyon dozu kullanılabilmiş.

 

İlaç firmalarının istedikleri tüketimi sağlayamayan sözcü mikrobiyoloji profesörlerimiz hala TV ekranlarında boy göstermekteler: “Ocak ayı var, Şubat ayı var”

 

Resmi dairelerin duvarlarına asılan “Gripten korunma yolları” afişleri, Milli Şef devrinin “Vatandaş Türkçe konuş” afişlerinin benzeriydi. Aşı oldu denilen 4 milyon kişinin oranı da TV`lerdeki prof`lu reklâmların etkisizliğinin ispatıdır.

 

Putin: Rusya ABD’yi dengelemeli ve dünya Adil Bir Düzene geçmeli” diyor ama dengeyi silahta arıyor

 

Rusya Başbakanı Vladimir Putin, Washington`a mesaj göndererek, “Rusya saldırı sistemini artıracaktır” diyordu.

 

Putin, START 1 yeni anlaşmanın hazırlığıyla ilgili çalışmaların olumlu şekilde geliştiğini de belirtti. Vladivostok (Rusya`nın Uzakdoğu bölgesindeki) kentinde gazetecilerle bir araya gelen Putin dış politikayla ilgili konulara da değiniyordu Rusya Başbakanı Amerika`nın füze kalkanı sistemi oluşturmasına karşılık Rusya`nın kendi silah sistemini artırması gerektiğini belirten Putin, “Bizim saldırı sistemimizi artırmamız lazım. Bu da, Rusya`dan farklı olarak füze kalkanı sistemini artıran ABD ile stratejik dengeyi koruyacaktır. Eğer biz dengeyi korumak istiyorsak o zaman bilgi alış verişini düzenlememiz lazım. Amerikalı ortaklarımız bize füze kalkanıyla ilgili tüm bilgiyi sunsunlar, biz de kendi saldırı silahımızla ilgili bilgiyi verelim.” diye konuşuyordu.

 

Biz değil, ABD füze kalkanı sistemini kuruyor

 

Putin, ABD`nin füze kalkanı sistemini kurmaya devam ettiğini belirterek, “Biz değil, Amerikalı ortaklarımız kendi füze kalkanı sistemini kuruyor. Füze kalkanı ve saldırı silahları sistemi sorunları birbiriyle sıkı bağlı. Füze kalkanı ve saldırı silahı sistemleri oranında oluşan denge gücü hatta Soğuk savaş döneminde bile barışı koruyabilmişti. Eğer biz füze kalkanı sistemini artırmıyorsak, bu durumda bizde şöyle bir endişe ortaya çıkıyor: Saldırı sistemimize karşı kendi kalkan sistemini oluşturan bizim ortaklarımız kendilerini tam güvenlikte hissedebilir. Bu durumda ortaklarımız istediği her şeyi yapar, reel politikada ve ekonomide de hemen agresiflik ortaya çıkar. Denge bozulur” diyordu.

 

Putin STAR 1 anlaşmasıyla ilgili ABD ile yapılan müzakere sürecini de olumlu değerlendirerek, “Tümüyle müzakere süreci olumlu gelişiyor” değerlendirmesini yapıyordu.

 

Next 11 / D-8

 

Ülkemizin önde gelen iletişim uzmanlarından Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatoş Karahasan, Milliyet`teki köşesinde Türkiye`de yatırım yapacak uluslar arası şirketlere yol gösteren Hintli danışman Kamini Banga`nın görüşlerine yer veriyordu.

 

Fatoş Hanım`ın aktardığına göre; Hintli danışman Banga “geleceğin 11 önemli ülkesini kapsayan N11” üzerinde çalışıyormuş. “N” İngilizce`de gelecek anlamına gelen “Next”in baş harfini simgeliyormuş. Hızlı büyümeleri, artan nüfusları, yükselen ekonomileri ve doğal kaynakları ile bu 11 ülke, pek çok yabancı şirketin ilgi odağı olmuş.

 

Dünyanın geleceğinde söz sahibi olması öngörülen bu 11 ülke şu isimlerden oluşuyordu: “Türkiye, Mısır, İran, Endonezya, Vietnam, Güney Kore, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler ve Bangladeş.”

 

Türkiye`nin gelecekte söz sahibi ülkeler arasında olması eminim hepinizin dikkatini çekmiştir. Benim bir şey daha dikkatimi çekti Next 11 ülkelerini incelerken; Dünyanın parlayan yıldızları arasında yer alan ve çok uluslu şirketlerin yatırım yapmak için sıraya girdiği ülkelerin yarısı aynı zamanda D-8 üyesi: İran, Mısır, Endonezya, Bangladeş, Nijerya ve Pakistan. Türkiye`yi de sayarsanız Next 11`in yarıdan fazlası, 15 Haziran 1997 yılında İstanbul`da kurulan küresel örgüt D-8`in üyesi durumundaydı.

 

Hatırlayalım, D-8 örgütü bundan 13 yıl önce hangi amaçlar için kurulmuştu: Halkı Müslüman olan bu önemli 8 ülke arasındaki ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel ilişkilerin geliştirilmesi hedeflenmiş, aynı zamanda Birleşmiş Milletler benzeri bir uluslar arası örgütlenme ile küresel sorunların çözümüne katkı sunmak amaçlanmıştı.

 

Zaten ilkeleri de; Savaş değil barış, çatışma değil diyalog, çifte standart değil adalet, sömürü değil adil düzen ve tahakküm değil insan hakları ve demokrasi olarak sıralamıştı.

 

D-8 örgütü, tarihinde ilk defa Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin kendi inisiyatifi ile projelendirdiği, kurulmasına öncülük ettiği ve alt yapısını oluşturarak kuruluşunu dünyaya ilan ettiği küresel bir yapılanmaydı.

 

Daha açık konuşalım; D-8 örgütü, Erbakan’lı Türkiye`nin dünyaya açık bir meydan okumasıydı.

 

Sömürüye, adaletsizliğe, eşitsizliğe, baskı ve tahakküme karşı toplu isyanın ilk kıvılcımlarıydı…

 

D-8`in kuruluşuna destek veren, projelerine sahip çıkan ülkelerin ve liderlerinin daha sonra başına neler geldiği ayrı bir yazının konusu, ama 13 yıl önce kurulan bu küresel örgütün ne yazık ki, planlanan atılımı gerçekleştirmesine, kuruluşundaki amaçlarını hayata geçirmesine fırsat tanınmamıştı.

 

Hiçbir şey için geç değil, D-8 yeniden yapılandırılabilir, yeni bir vizyon ile yoluna devam ettirilebilirse, amaçlarına gecikmeli de olsa ulaşabilme imkanı hala vardı. Yeter ki Türkiye buna öncülük etmede kararlı davransın, sahipsiz kalan örgüte sahip çıksın, dünyanın değişen şartlarına uygun olarak örgütün yapısını ve işleyişini yeniden formatlasındı…

 

Next 11 üzerine yapılan çalışmaların gösterdiği bir gerçeğin altını tekrar çizelim: Dünyanın parlayan yıldızları arasında sayılan 11 ülkenin 7`si D-8 üyesi olmaktaydı. Demek ki, D-8 projesi stratejik öngörüyle doğru planlanmış bir yapılanmaydı. Ülkeleri doğru seçilmiş, 13 yıl sonrası daha o zamandan görülmüş, sağlıklı bir örgüt konumundaydı.

 

Eğer Türkiye 13 yıl önce kendi kurduğu D-8 örgütüne gereği gibi sahip çıkabilseymiş, planlanan projeleri hayata geçirmeyi başarabilseymiş bugün pekâlâ Çin, Hindistan ve Rusya gibi küresel ölçekte dev bir ülke olacaktı.

 

Bugünkü gibi bölgesel bir güç olabilmek için çabalamak yerine, küresel bir güç olarak konumunu daha da pekiştirmek için atağa kalkacaktı.

 

Next 11 projesinden Türkiye`nin aslında ne kadar büyük bir fırsatı elinden kaçırdığını anlıyoruz. Ama kaçan bu fırsatın peşinden koşması, yeniden bir fırsat oluşturmak için öncelikle D-8`i ayağa kaldırması gerektiğini de biliyoruz. Acaba bizi yönetenler de bunu biliyor mu?[1]

 

Milli Gazete’den R. Nuri Erol’un güzel ve özet tespitleriyle: Adil Düzen tek ve gerçek çare olarak ortada duruyor.

 

`Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, liberalizm` gibi  `izm/ler` hepten ve bütünüyle yanlış değiller; içlerinde bazı doğrular barındırıyorlar ve o doğruları sebebiyle bir müddet ayakta kalabiliyorlar. İşte tam da bundan dolayı, Adil Düzen ve Adil Ekonomik Düzen, bu izm/lerin doğrularını içinde barındırıyor.

 

Ancak, nasıl `iki nokta arasındaki doğru tek` ise; bir bütün olarak tek doğru sistem vardır, o da “Adil Düzen/ Adil Ekonomik Düzen“dir.

 

Evet, Adil Düzenin sosyalizmi, kapitalizmi, liberalizmi ve halk ekonomisi olabilir. Daha doğrusu bu sistemlerin sadece doğrularının uygulandığı sistemler olabilir.

 

Adil Düzende liberalizm vardır. Halk, devletten kredi ve destek almaksızın küçük müteşebbisler hâlinde kredi ile kendisi iş yapabilir. Adil Düzende bunu yasaklayan ve buna mâni olan bir şey yoktur.

 

Adil Düzende kapitalizm vardır. Sermaye, tekel oluşturmamak ve faizli muamele yapmamak üzere büyük işletmeler kurar ve böylece işler yapabilir.

 

Adil Düzende sosyalizm de vardır. Devlet vakıflar veya vakıf kooperatifler kurarak kamu tekeli içinde işler yapabilir.

 

Adil Düzende halk ekonomisi vardır. Küçük ve orta müteşebbisler, halk ekonomisi sisteminde kooperatifler şeklinde organize olurlar, kamudan aldıkları faizsiz kredi ve genel hizmet desteği ile küçük ve orta işletmelerde kamu destekli liberalizmi yaşayabilir.

 

Hülâsa: Batı dünyasındaki yoksulluk kapitalizme yani sermaye tekeline götürüyor… Doğudaki işsizlik, yoksulluk ve anarşi feodalizme götürüyor… Zulmü alkışlamak sadakat kabul ediliyor; oysa adalete sadakat gerekir… Zulüm düzeninde devlet ancak zulümle yönetilir; zulüm düzeninde adaletle yönetim olmaz… “Adil Düzen”e geçilmesi için her şeyden önce halkın adalete inanması gerekir… Evimize çekilmek değil; “Adil Düzen”i anlamak ve uygulayarak halkımıza anlatmak görevimiz olmalıdır… Eski günahlara, eski ilgisizliklere, eski bilgisizliklere, eski cehaletlere kefaret gerek… Barış ve adalet, halkın kendi kimliğine saygılı olmakla gerçekleşir… Adalet için çaba sarf etmeli ve adaleti hak etmeliyiz…

 

AKP’nin yeni yıl zamları öylesine insafsızca yapılmış ki; mesela, yeni pasaport ve nüfus cüzdanı alacaklar yüzde 53, yeni sürücü belgesi yüzde 55, yeni değerli kâğıt bedelleri yüzde 66`ya varan oranlarda artırılmış.. Zamların her birinin elbette detayları var; mesela, değerli kâğıtlar tam 11 çeşit.. Detayın da detayları var: Mesela, notere pek çok defa yolunuz düşmüştür, bundan sonra da düşecektir; noter kâğıtları da bütün ayrıntılarıyla çeşit çeşit.. Bu arada kendimce şükredecek minik bir şey buldum: İyi ki Sayın Cumhurbaşkanı geçen ay Balkan ülkelerine yaptığı ziyarete beni de davet etti, bu vesileyle pasaportumun süresini temdit ettirdim; aksi halde 2010`a kalsaydım zam kazığına ben de katlanacaktım.. Artık siz de benim gibi yapın, böyle küçük tesellilerle mutlu olmaya bakın; çünkü bu anlayıştaki yöneticilerimizin uygulamaları var olduğu sürece daha iyisi yok..

 

2010`a, yeni yıla bir de IMF ile girdik.. Hani IMF`ye ümüğümüzü sıktırmayacaktık; hani IMF ile bir daha yeni anlaşma yapmayacaktık; hani IMF`ye olan borçlarımızı kapatıp yeni borç almayacaktık; hani ekonomimiz iyiye gidiyordu da, kriz bizi teğet geçmişti de, daha bilmem neler de, biz bir daha IMF`ye muhtaç olmayacaktık?.

 

Eski yılların Maliye Bakanı Kemal Unakıtan gitti diye seviniyorduk; yoksa, yeni Maliye Bakanı Mehmet Şimşek eskisini de bize aratacak mı?. Bu arada Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, büyüklere ninniler söylemeye devam ediyor..

 

Madem bakanlarımız başarılıydı, madem ekonomimiz dahil her şey iyiye gidiyordu; IMF ile neden yeni bir anlaşma imzalıyoruz, neden?..

 

Yeni Şafak`tan İbrahim Kahveci bile  yazısının başlığında soruyordu: Kriz yoksa neden IMF?.. Ve yazısını sonuna şunu eklemiş; Not edin: Bu IMF aslında 2 yıl sonra daha büyük bir IMF`ye muhtaç bırakacak, haberimiz olsun.

 

Türkiye’nin misyonu ve vizyonu

 

Türkiye coğrafi olarak öylesine merkezî konumdadır ki; dünyadaki hiçbir güç ve güçlü ülke, Türkiye`yi hesaba katmadan adım atamamaktadır. Mesela, SSCB`nin çökmesinden sonra Rusya onun yerini almaya çalışıyor ama her adımını Türkiye`yi hesaba katarak atmak zorunda kalıyor. ABD ise süper güç olarak yerini koruyor gibi görünse de, kazın ayağı hiç de öyle değil. Türkiye, TBMM`ndeki 1 Mart (2003) Tezkeresi ile ABD`nin süper güç oluşunu tam olarak bitirmediyse de, karizmasına büyük bir çizik attı ve ABD`ye `hayır` denebileceğini bütün dünyaya gösterdi. İşte bunlar ve benzeri sebeplerden dolayı Türkiye, başta ABD`nin ve diğer güçlü ülkelerin geleceği açısından önemli rol oynayacak merkezî bir konumdadır.

 

İnsanlık biner yıllık uygarlıkları yaşıyor. Hz. Nuh (Mezopotamya), Hz. İbrahim, İbrani, Hıristiyanlık, İslâmiyet biner yıllarını, MÖ ve MS olmak üzere, Milâdî başlangıca göre yaşadılar. Çağımızda yeni bir “hakkı üstün tutan uygarlık” doğmaktadır ve bu uygarlık “Adil Düzen Uygarlığı” olacaktır. Bunlardan sonra beş yüzer sene gecikme ile Mısır, Yunan, Roma ve Avrupa uygarlıkları doğmuştur. Bunların ömrü de biner senedir.

 

Batı dünyasının “kuvvete dayalı uygarlığı” zirvededir ve beş yüz yaşındadır. Çökmeye başlamıştır. Ömrü beş yüz sene sonra bitecektir. Bugünkü Batı uygarlığını Yahudi tekel sermayesi kurmuştur, faize ve sömürüye dayanmaktadır.

 

Türkiye açısından son dönemde bu sömürü uygarlığı ile yaşanan çatışmalar vardır. Önce Çekiç Güç yapılan görüşmelerle Erbakan tarafından uğurlandı. Sonra Başkan Clinton sermayenin izni olmadan Beyaz Saray`da Müslümanlara iftar verdi ve Demokrat Parti ile tekel sermaye arasındaki savaş işte o zaman başladı. Yukarıda da işaret ettiğim üzere, Türkiye`de 1 Mart Tezkeresi`nin Meclis`ten geçmemesi ile sermayenin gücü sona erdi.

 

Sermaye şimdi tutunacak dal aramaktadır; araştırıyor… Her şeye rağmen hâlâ doları istediği gibi basıp kullanabiliyor… Sermaye artık devletleri tam olarak emrine alamıyor ama; Türkiye gibi önemli dünya ülkelerinde ekonomik sıkıntılar ve terör (PKK) hâlâ devam ediyor… Siyonist sermaye Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar sayesinde hâlâ dünya ekonomisini elinde tutuyor ve istediği gibi yönlendirmeye çalışıyor… Velhasıl, Türkiye ile sermaye yeni dengelerin tesisini arıyor…

 

Sömürüye karşı yapılması gerekenler

 

Adil Düzen’in gerçekleştirilmesi için yapılması gerekenleri tek tek sıralayalım.

 

BİR: Her şeyden önce sadece sömürü sermayesinin daha çok semirmesine sebebiyet veren özellikle İslam ülkeleri ve Türki Cumhuriyetlerle gümrükler kalkmalıdır, vizeler kalkmalıdır. Dünya, sömürü sermayesinin kurduğu emperyalist tekelden kurtulup tek ekonomik pazar hâline gelmelidir.

 

İKİ: Karşılıksız kâğıt para ortadan kalkmalıdır. Onun yerine kuyumcularda bile geçerli olacak “altın para” çıkarılmalıdır. Millî paralar kamunun vatandaşlara satabileceği gayrimenkuller karşılığı çıkarılmalı, karşılığı olan “mal senetleri” tedavüle girmelidir.

 

ÜÇ: Sömürü sermayesini tekel ve tek güç hâline getiren nedir? Faiz; faizli sistem. Faiz ortadan kalkmalıdır. “Faizsiz kredileşme sistemi” getirilmeli, “ön ödemeli sipariş kredisi ve sistemi” (selem sistemi) çalıştırılmalıdır. Sermaye varlığını korumalı, tamamen yok edilmemeli; ama artık halkı sömüren değil, halka hizmet eden bir konuma getirilmelidir.

 

DÖRT: “Faizsiz çalışma/emek kredisi” verilmeli, işçi/emek üretici işletmelerde çalıştığında işletmeler borçlandırılmalı ve ücret doğrudan işçiye ödenmeli. Ham madde bedeli de “faizsiz ham madde kredisi” şeklinde ödenmeli. Üretilen ürün ortak ambarda depolanmalı, satıldıkça üretimden itfa edilmelidir. İşletmeler yerli olmalıdır. İşçi/emek ise her yere gidip çalışabilmeli, herhangi bir engelleme ile karşılaşmamalıdır. Çok önemli bir mesele daha: “Sosyal adalet”in gerçekleşmesi için “primsiz genel sigorta sistemi” kurulmalı, herkes aidat ödemeksizin sigortalı muamelesi görmelidir.

 

İşte; bugün eğer “anarşi ve terör olayları” oluyorsa, önemli ülkeler sürekli olarak “barış” değil de “savaş hâli” yaşıyor ve savaşlar bir türlü bitmiyorsa, dünyada sürekli olarak “ekonomik krizler” gerçekleşiyorsa; suçlu olan bu “sömürü dünya düzeni”ni kuran “emperyalist tekel sermaye” değil midir?

 

Elbette, bu zulmün devam etmesinin bir sebebi de; bilenlerin, bilginlerin, mürşitlerin uyarıları yanında, âcizane bizim de kırk yıldan beri halka ve bütün beşeriyete çare ve çözüm olarak “Adil Düzen” ile “Adil Ekonomik Düzen”i anlatmamıza rağmen; halkın ve iktidarların şimdilik bu tedavi reçetesine kulaklarını tıkayıvermeleridir. Halkımız ve beşeriyet, biricik çare ve çözüm önerilerine karşı kör ve sağır olmaya devam ederse; tekel sömürü sermayenin şerrinden ve tahakkümünden kurtulması gecikecektir.

 

Bugün büyük güç olarak ortada ABD ve Çin görülüyor. AB (Avrupa Birliği) ve eski SSCB/Rusya ikinci sırada yer alıyor.

 

Hindistan da potansiyel olarak güçtür, ama şimdilik orada bir hareket gözlenemiyor. Türkiye ise; Tarihi mirası, tabi kaynakları, talihli fırsatları ve en önemlisi Erbakan Hoca gibi süper bir beyne sahip bulunmasıyla yeni ve adil bir medeniyet merkezi olmaya en yakın ve layık aday olarak öne çıkıyor.

 

Gelecekte neler olabilir?

 

ABD`de siyonizmin ve kapitalizmin güdümünden çıkabilir insanlık için yeni çıkış yolu arayışlarını değerlendirir; bu arada “Adil Düzen”i de inceleyip faydalanabilirse bu bataktan kurtulabilir.

 

Çin`de 300 milyon Müslüman vardır. Bugünkü Çin düzeni Batı düzenidir, “komünizm”den “kapitalizm”e evrilmektedir. Bu durum binlerce yıllık Çin`e uygun değildir. Çinliler “Adil Düzen“i kendilerince benimseyebilir ve III. bin yıl medeniyetinin oluşmasında rol alabilir. Çin bunu ABD`den daha kolay yapabilir.

 

Eski Sovyetlerde (SSCB) halkının yarıya yakını Müslümandır. Bu coğrafyada Hıristiyan ve Müslüman halklar yüzlerce yıldan beri birlikte yaşamaktadır. Rus lider Putin buna meyyaldir. Bir ilim heyeti kurarlar, araştırırlar, çalışırlar ve sonunda “Adil Düzen” medeniyetine büyük katkı sunabilir.

 

Avrupa Birliği, çağdaş uygarlığa meyyal bir oluşum peşindedir ama Haçlı emperyalist zihniyetinden vazgeçmelidir. Bir ilmî araştırma merkezini kurarak Papalığı bile bu organizasyona ortak edebilir ve “Adil Düzen“i öğrenip uygulayabilirse huzura erişecektir.

 

“Adil Düzen”in varlığından haberdar olan ve sekiz yıldır AB peşinde koşan AKP’liler; özellikle R. Tayyip Erdoğan ve ekibi, AB`ye böyle bir şeyi hatırlatmayı maalesef akıllarından geçirmemiştir.

 

Enerji siyasetimizin ne/nasıl olması gerekiyor?

 

Allah kâinatı parçacıklardan yaratmıştır. Parçacıkların taşıdıkları hızların kareleri enerjiyi oluşturmaktadır.

 

İki çeşit enerji deposu vardır.

 

Birinci enerji deposu, demirden küçük parçacıklardır. Bunların en küçüğü hidrojen atomudur. Bunlar birleşir ve demire doğru ağırlaşıp, ışık salmaktadır. Güneş ışığı böyle oluşmaktadır. Bizim dünyamız bu enerjiden yararlanır. Güneş enerjisi dediğimiz şey budur.

 

Diğeri enerji deposu ise ağır elementlerdir. Radyum gibi elementler parçalanarak demire doğru hafifleşirler. Atom enerjisi budur.

 

Her iki durumda her şey demirleşmektedir. Demir en aşağıdadır. Her şey ona düşmektedir. Hangi şekilde olursa olsun, sonunda kâinatta faydalı enerji tükenmekte, biz ise ölüme doğru gitmekteyiz.

 

Bizim ana enerji kaynağımız GÜNEŞ oluyor

 

Bizim ana enerji kaynağımız güneş enerjisidir, bu enerjiyi iki şekilde elde ediyoruz.

 

Bir: Sular buharlaşıyor, göğe çıkıyor, rüzgar oluyor, yağmur oluyor, göl oluyor, deniz oluyor, akarsu/nehir oluyor. Biz o enerjileri kullanırız.

 

İki: Güneş enerjisinden ikinci faydalanma yolu ise bitkilerin güneş enerjisini kimyasal enerjiye çevirmesidir. Sonra biz ondan yararlanır ve besleniriz, onları yakarız.

 

Bu enerji kaynakları geçmişte kömür, petrol, gaz şeklinde depolanmışlardır. Şimdi onları tüketiyor ve uygarlığımızı yürütüyoruz. Gelecekte bu enerji kaynaklarının hepsi tükenmiş olacaktır. O enerji kaynakları tükenince, insanlık kalıcı enerji kaynaklarına yönelecektir. Bunlar nelerdir? a) Güneş enerjisi, b) Rüzgâr enerjisi, c) Su enerjisi, d) Bitkisel enerji. Ülkemizde petrol ve gaz ya yoktur veya çoktur; maalesef hâlâ bilemiyoruz Buna karşılık devamlı var olan güneş, rüzgâr, su ve diğerlerinden oluşan- enerji kaynaklarımız ülkemizde boldur. O halde bizim enerji siyasetimiz bu enerjilerden yararlanma olmalıdır. Bunun sistemini ve teknolojilerini geliştirmemiz kaçınılmazdır. Bu sayede geleceğin enerji lideri olmamız imkânı vardır.

 

Enerji meselesinin çözümüne nereden başlamalıyız?

 

-Ülkemizin her yönünde var olan geniş topraklarımızın yüzeylerini yeşillendirmeliyiz…

 

-Binalarımızı sera ile kaplayarak değerlendirmeli, yaz-kış güneş enerjisini kimyasal enerjiye yönlendirmeliyiz.

 

-Ülkemizde hidroelektrik santralleri var ama yeterli değildir; tüm akarsularımızı elektrik enerjisine çevirmeliyiz…

 

-Son yıllarda nihayet rüzgâr enerjisini de keşfettik; keşfettiğimize göre artık rüzgârların boş yere esmesini önlemeliyiz…

 

-Güneş ışığını doğrudan hidrojen enerjisine çevirmeliyiz…  Ama bütün bunların olması için önce Adil Düzen’e geçmeliyiz.

 

Yazar: Ramazan YÜCEL

 



 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi