Anasayfa » Halâ Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamamak Saflıktır! Kaçak oynamak değil, açık konuşmak zamanıdır

Halâ Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamamak Saflıktır! Kaçak oynamak değil, açık konuşmak zamanıdır

Yazar: yonetici
0 Yorum 374 Görüntüleyen

Halâ Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamamak Saflıktır!

Kaçak oynamak değil, açık konuşmak zamanıdır


Hatırlayınız, 20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın, “üstadım” diye iltifatlar yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı, hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları….. Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak yanıtları”, tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan gönüldaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmaktaydı. Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.

KAYNAK MAKALENİN TAMAMINI SUNUYORUZ:

MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERİN SON İMTİHANI VE DERİN GÜÇLERİN OĞUZHANI!


Vecdi Gönül, Oğuzhan Asiltürk ve FETÖ Cemaati

Mehmet Vecdi Gönül Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni 1960'ta tamamladı. Çeşitli yerlerde kaymakamlık yaptı. 1970'te İçişleri Bakanlığı bünyesine katıldı. Özlük işlerinde görev aldı. Sonra Kaliforniya'da Mülki İdare Amirliği konusunda master yaptı. 1972'de Mülkiye Müfettişliği görevine atandı. 1975 yılında Kocaeli Valiliği'ne tayini çıktı. 1977'de ise Emniyet Genel Müdürü yapıldı. (Arkasında Oğuzhan Asiltürk vardı) Bir yıl sonra Merkez Valiliğine alındı, ancak bir yıl sonra da Ankara Valisi olarak yine işinin başındaydı. Ertesi yıl tekrar Merkez Valisi yapıldı. Ardından YÖK üyeliğine atandı. Buradan da İzmir Valisi olacaktı. Yıl 1984'ü gösteriyordu! Sanıyorum 4 yıl kadar İzmir'de görev yaptı! Buradan ayrıldığında İçişleri Bakanlığı Müsteşarı'ydı… YÖK dışında Sayıştay'da görev aldı. Siyaset meraklısıydı. Kocaeli'nden Meclis'e taşındı. Sonra aynı yerden tekrar vekil seçildi, yine Meclis'teydi. Sonra Antalya'dan geldi! Belki en uzun süre Milli Savunma Bakanlığı yapan isimdi… Çok sevilen ve sayılan birisiydi. Hem Mülkiye'de hem de görev yaptığı yerlerde herkes övgüyle söz ederdi.

İzmir Valisi olarak görev yaptığı yıllarda, Pensilvanya burada kök salıyordu (Vecdi Gönül FETÖ'ye sahip çıkıyordu). Darbe sonrası ve öncesi bir el onu koruyordu. İstanbul'a gelmeden önce güç topladıkları yer İzmir oluyordu. Kimse onlarla ilgili bir engelleme yapmıyordu. İbrani kökenli aileler, masonluğu kente getiren kişilere destek olurken kimse “Bunlar ne yapıyordu?” diye sormuyordu! Örneğin: İzmir Muhterem (Mason) Locası'nın ilk Üstad Muhteremi, sonra sekreteri olan Hamdi Nüzhet Çancar ve (Sabataist) çevresi, Feto Cemaatinin Himmet paralarını yöneten insanların başında geliyordu. (İsrailli istihbaratçı) Davit Pardo gibi isimler de işin içinde bulunuyordu. İlaç dağıtım şirketi olan eczacı aileler, paraları bir yerden bir yere götürüyordu! Yönetim bunlardaydı. İbrani kökenli aileler, Pensilvanya'yı Sabetay Sevi'ye benzettikleri için sevgi duyuyor ve sahip çıkıyordu.

Sabatay Sevi de vaazlarında ağlıyor, düşüp bayılıyor, transa giriyordu!? Evet, İzmir'i anlamadan bu yapıyı çözmek çok zordu. Devletin içinden gelen desteği bilmeden temizlik operasyonlarını sağlıklı yürütmek imkânı yoktu. Vecdi Gönül İzmir'de görev yaparken, bunlarla bir teması olmuş muydu? Gönüllü mü yapıyordu yoksa kol kanat açmak zorunda mı kalıyordu? Ya da hareketin büyümesi için bilerek yol mu veriyordu? Cevap Vecdi Bey'de… İçişleri Bakanlığı'nda görev yaptığı yıllarda kadrolaşma yolunda adımlar atılıyor muydu? Belli isimlerin önü açılıyor muydu? Birileri, “görmezden” geliniyor muydu?

Vecdi Bey konuşsa, bence çok şey daha sağlıklı bir bünyeye kavuşurdu. Belki konuştu biz bilmiyoruz, ama Abdullah Bey'in Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamadan önce Cemaat, Vecdi Bey'i istiyordu. “Asker Böyle İstiyor!” diye de ters köşe yapılıyordu! Ufuk Güldemir'in televizyonunda Cemaatçi olduğu bilinen isim Perde Arkası bilgi vermek için bağlanıyor ve “AKP'nin Cumhurbaşkanı adayı Vecdi Gönül'dür!”diyordu. Ve unutmayalım ki, Vecdi Bey İzmir'e Vali olarak giderken de, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ Paşa'dan izin alıyordu. Evet, başka bir görev almaktansa, İzmir'e gitmesini isteyen Üruğ Paşa oluyordu! (Cemaatin) Emniyet'teki örgütlenmesinin kökü de İzmir'e dayanıyordu! Et-Balık Kurumu'nda görev yapan Emniyet İmamı İzmirli polis müdürleriyle yürüyordu. İsimlere girmek istemiyorum, bilen biliyordu. İşte bu Vecdi Bey'e yol verenlerden birisi de Oğuzhan Asiltürk Beyefendi idi, Valilik galiba (O'nun sayesinde) böyle geliyordu. Korkut Özal Bey de, çok destek oluyordu!

O dönem İzmir'de görev alan ve önü açılan Emniyetteki isimlere iyi bakmak gerekiyordu. Bilerek ya da bilmeyerek o yıllarda İzmir'de bir maya atılıyor (FETÖ şebekesi devlete yerleşiyordu). O dönem orada görev yapanlar gözden kaçırmış olabilir; ama o yıllarda orada ne olduysa bu Yapı giderek büyüyordu! Gözden uzak tutulmaması gereken nokta buydu! Hem bunca yıl Milli Savunma Bakanlığı neden hep Vecdi Bey'e nasip oluyordu?”[1] Aynı zamanda Türksat Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yürütüyordu.

Bu çarpıcı ve ufuk açıcı gerçekleri bizler yazmış olsak, bazıları “önyargılı ve kasıtlı bir yaklaşım” zannına kapılırdı. Ama “1974’lerden beri İzmir merkezli ve sabataist destekli FETO Cemaat yapılanmasının temellerinin; Vecdi Gönül'ün Valilik yıllarında atıldığını, Vecdi Gönül'ün ise Oğuzhan Asiltürk ve Korkut Özal tarafından atandığını ve kollandığını”, Sn. Erdoğan'ın hararetli yandaşlarındanbilgiç, kulağı delik, derin ve gizli bilgi ve belgeler kendisine eriştirilen bir yazarın gündeme taşıması oldukça anlamlıydı. Demek ki Oğuzhan Asiltürk veKorkut Özal gibileri, sadece Milli Görüş’te değil, tüm Devlet kademelerinde, dindarlık görüntüsüyle, sabataist teşkilatlanmanın ve paralel yapılanmanın yerleştirilmesi gayesi ile görevlendirilmiş insanlardı. Ve zaten Recep T. Erdoğan ve Yenilikçi ekibinin kışkırtılarak Milli Görüş'ten kopmalarını kolaylaştıran da Oğuzhan'dı; Ama bu görevini ters tepkiyle,yani Erbakan Hoca'ya bağlılık görüntüsüyle yapmışlardı.

Şimdi SP’nin yeni bir kongreye hazırlandığı günlerde, bu gerçekleri bir daha hatırlatmamız ve Milli Görüşçü kadroları uyarmamız lazımdı. Zira Oğuzhan Asiltürk gibileri, takdirin cilvesi ve büyük davaların “dengeleri gözetme mecburiyeti” gereği, Milli Görüşçülerin imtihanıydı.

1- İnancımızın temel kuralları, davamızın hatırı ve Aziz Hocamızın manevi mirası ve en başta Allah rızası için, Oğuzhan Asiltürk'ün bu açık tahribatlarına karşı çıkacak olgunluk ve sorumluluktaki yürekli insanlarımız ortaya çıksındı.

2- Bütün uyarılar yapıldıktan ve gerekli girişimler-tedbirler alındıktan sonra da, her şeye rağmen Milli Görüş’ün tek adresi ve temsilcisi olan Saadet Partisi'ne sahip çıkmak, bu Hak davada sadık ve sağlam kalmak lazımdı. İşte İmtihanı kazanmanın sırrı bu iki maddede saklıydı.

Yeni Kongre hazırlığı ve Milli manevi sorumluluklarımız!

Ekim 2016’da yapılacağı açıklanan SP Büyük Kongresi hazırlıklarını Milli Gazete’ye değerlendiren Oğuzhan Asiltürk, 5 dakikalık konuşmasında 5 kere “Mevcut görüntüyü değiştirmekten ve yeni bir görüntü ile toplumun karşısına çıkma gereğinden”dem vurmuşlardı. Bu sözleriyle Sn. Mustafa Kamalak'ın uygun ve dolgun bir görüntü veremediğini, SP’nin bu yüzden gerilediğini, imaya çalışmıştı. Oysa, bu tespit ve teşhiste kısmen doğruluk payı bulunsa da, SP vitrinindeki ve Milli Görüş Merkezi'ndeki asıl görüntü kirliliğini oluşturan; topluma umut ve heyecan aşılamak bir tarafa, onları daha da kızdırıp kaçıracak kasıtlı ve kışkırtıcı tavırlar ortaya koyan bizzat Oğuzhan Asiltürk ve adamlarıydı. Davul Mustafa Kamalak'ın boynunda ama tokmaklar Oğuzhan'ın ve adamlarının elinde bulunmaktaydı. Bu şartlarda ve standartlarda seçilecek yeni Genel Başkan da “vitrin mankeni ve Oğuzhan'ın sekreteri” olmaktan öte hiçbir anlam taşımayacaktı.

Şu hale bakın; teşkilatlardaki sadakat ve kanaat ehli bütün il ve ilçe başkanlarını ve Genel Merkez elemanlarını, “Milli Çözüm’e ilgi duymaktadır”, “Erbakan Vakfı'na yakın durmaktadır”, “Oğuzhan Beye biata yanaşmamaktadır” gibi bahanelerle Parti'den uzaklaştıracaksınız… Yeni Genel Başkan adayını ve MKYK kurmaylarını tavsiye ve tespit istişaresini tek bir merkezde ve kendi kontrolünüzde yapıp, muhalif hiçbir teklife fırsat tanımayacaksınız… Daha önceden “Kukla Genel Başkan” olarak birilerini kararlaştırdığınız halde, usulen ve samimiyetsizce, katılımcılara 5 aday yazdıracaksınız… Sonra da “Geniş tabanlı ve serbest tartışmalı bir istişare sonucu filan kuklayı aday yaptık!”diye riyakarlık yapacaksınız!? Ya hu, önce kalkıp “Ben zaten biat almış ve bütün yetkileri elinde toplamış bir makamdayım. Gerçekte ayrı bir Genel Başkana İhtiyaç olmasa da, resmen ve siyaseten böyle göstermelik ve vitrinlik bir mankene ve günah keçisine gerek duyulmaktadır. Yapılan kongre ve seçim tiyatroları bu maksatladır!” itirafında bulunacak kadar metin ve mü’min bir tavır elbette takınamayacaksınız…

Ve ey Milli Görüş’ün hem imani onurlu hem de tarihi sorumlu kahramanları! Siz bu günden itibaren; a) Kur'an ve Sünnet çizgisinde sadık ve donanımlı, b) Erbakan Hocamızın Adil Düzen projelerine ve Cihad prensiplerine vakıf ve bağlı, c) Milli Görüş’e çöreklenmiş “parazit yapı”ya karşı da tutarlı ve oturaklı şahsiyetleri öne çıkarıp, aday yapılmaları için çalışınız… Netice Allah'a aittir, boş kuruntulara kulak asmayınız.. Ha, “Böyle bir ZAT hiç yok ki!?” diyorsanız -ki o takdirde yanılmaktasınız- öyle ise zaten peşinen bitip tükendiğinizi açığa vurmaktasınız!…

AKP’nin dış politikadaki korkunç yanlışlıkları, ekonomik ve ahlaki tahribatları, FET֒cü bahanesiyle yaptığı haksızlıkları, TSK'ya yönelik çok ciddi ve endişe verici tahribatları karşısında maalesef muhalefetin de tutarsız, duyarsız ve yetersiz tavırları, toplumu yeni ve ümit verici arayışlara zorladığı böyle bir ortamda, Oğuzhan Asiltürk’ün kasıtlı bir riyakarlıkla ve bir tarikat şeyhi havasıyla giriştiği dindarlık edebiyatıyla hiçbir yere varılamayacağını artık anlamış olmalısınız!.. Saadet Partisi'ni ve Milli Görüş – Adil Düzen projelerini, yeniden huzur ve kurtuluş reçetesi, refah ve selametin tek adresi olduğunu halka anlatacak, inandıracak, camiamıza tekrar azim ve heyecan kazandıracak kadroları işbaşına taşıyınız ve artık sorumluluklarınızı kuşanınız!..

Halâ Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamamak Saflıktır!

Kaçak oynamak değil, açık konuşmak zamanıdır

Hatırlayınız, 20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın, “üstadım” diye iltifatlar yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı, hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları….. Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak yanıtları”, tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan gönüldaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmaktaydı. Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.

Milli Gazete Kulis Ankara’da Mustafa Yılmaz yazmıştı: Musa Saffet Bayramaşık’ın asıl adı Mois'miş!

Musa Saffet Bayramaşık adına ilk kez Süleyman Arif Emre Bey'in hatıralarında rastladım. Milli Nizam Partisi kurulduktan bir süre sonra; ısrarla Erbakan Hoca ile görüşmek ister. Sonunda kendisine randevu verilir. Görüşmede Bayramaşık; Musevi asıllı olduğunu ve “Amerika'daki Musevi Cemaati” adına geldiğini söyler. Talebi nettir:“Amerikan Musevileri, Milli Nizam Partisi'nin İsrail karşıtı söylemlerden vazgeçmesini istemektedir.”(Bize aynı dönemde, Ankara’daki parti seminerlerinde anlatıldığına göre; Saffet Bayramaşık’ın istediği bir değil üç tanedir. Birincisi söylenmiş, ikincisi: “Parti programından, Masonlar üye olamaz” kaydının silinmesi, üçüncüsü ise: “Görünüşte mücahit muttaki bilinen, ama gerçekte Yahudi ve Ermeni dönmesi olan bazı kişilerin Erbakan’ın yakın çevresine yerleştirilmesine müsaade edilmesidir. (A.A.) Sonra mı? Ardından, Milli Nizam Partisi, Türk siyasetinin en kısa ömürlü partilerinden biri olarak tarihe geçer. Çünkü bu görüşmenin üzerinden daha bir ay geçmeden parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılır. Aynı isme daha sonra Nihal Atsız'ın mektuplarında denk geldim. Atsız, bir dostuna yazdığı mektupta şunu soruyor:“Karayım Türkü olduğunu iddia eden, Musevilikten dönüp şimdi Müslüman olan ve Musa Saffet Bayramaşık adını alan şahsı tanıyor musun? Bana geldi. Fakat herkes ona şüpheli şahıstır diyor.”

Bitmedi; geçenlerde,ilahiyat haberdiye bir sitede ilginç bir röportaj gördüm. Röportajda İlahiyatçı Mahir Durmaz ilginç bir hatırasını anlatıyor. Ben özetliyorum: “1975 yılında müftü iken Şişli'de büyük bir evde toplantıya çağrılmış. Toplantıda; “Musevi Hahambaşı David, Rum Patrikhanesi'nden Athena Goras'ın yeğeni ve bazı devlet ricali varmış. Evdeki toplantıda, 'Üç semavi dinin ortak yönleri ile ilgili uzun konuşmalar' yapılmış. Peki, bu ilginç toplantının ev sahibi kimmiş? “Musa Saffet Bayramaşık!”

Şimdi durup dururken bunu niye mi yazdık?

Röportaja göre Musa Bayramaşık'ın gerçek adı Mois'miş! Ne kadar ilginç… Munis Tekinalp'in gerçek adı da Mois'di. Hani şu; Tekin Alp adıyla Türk Ruhu kitabını yazan adam! Türkiye'de Munis oluyordu, Amerika'da Mois? Bu durumda insan sormadan edemiyordu: Acaba yakın tarihimizde adını Musa ya da Munis olarak bildiğimiz daha kaç tane Mois vardı ve halâ hangi makam ve pozisyondalardı?”[2]

Mustafa Yılmaz’ın sorularına iki soru da biz katalım:

1-  Milli Görüş kurmayları arasında da bu tiplerden bulunmakta mıydı? Veya Milli Görüş gibi Siyonizm'in en tehlikeli saydığı bir oluşum başıboş bırakılır mıydı?

2- Bütün partilerin toptan yasaklandığı 12 Eylül darbesine kadar, Erbakan’ın büyük değişiminin temellerini attığı Milli Selamet Partisi niye hemen kapatılmamıştı?

İşte 21 Şubat Konya Programıyla ilgili 23.02.2012 tarihinde temin ettiğimiz canlı yayın görüntüleri ve Asiltürk’ün iftiralarla dolu o TV konuşması:

Bir katılımcı soruyor: 11 Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda “Erbakan Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti” diyorsunuz. Burada ise Erbakan’ın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?

Oğuzhan Asiltürk’ün cevabı:“O söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de gerçektir…”

Farklı bir katılımcı sesleniyor: “O söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?”

Oğuzhan Asiltürk: Evet! (hemen lafını değiştirip bağırarak)… Hayır! Hoca değil… Ama, Hoca’nın çocukları zimmetine geçirdi!

Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler tarafından zorla salondan çıkartılıyordu. Ve tabi Oğuzhan Asiltürk, bu sözleriyle ve binlerce Milli Görüşçü önünde:

“Erbakan Hoca’nın cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakan’ın da bunların üzerine yattığını”açıkça ilan ve iftira ediyordu… Yani “Hoca bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti” demeye getiriyordu.

Şimdi şunları sormak gerekiyordu:

1- Oğuzhan’ın iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı, bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O halde “bu mallara el konulmasın ve cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine alması” bile Erbakan için oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?

2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?

3- “Nasıl olsa çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler” diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak kadar saf mıydı?

4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hoca’nın suizan altında bırakılıp camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda solda fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki yollara niye başvurmazdı?

5- Haydi O yalan uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak girişimleri bir türlü başlatmazdı? Üstelik Erbakan Vakfı'nın Kurmay takımının önemli kısmı, aynı zamanda Genel Merkezin ve Oğuzhan Asiltürk'ün de has adamlarıydı! Bu nasıl bir tezgâhtı, kim kimi kullanmaktaydı? Bu Parti-Vakıf çatışmasının Allah rızası ve dava hatırı için olmadığı açıktı; Aziz Hocamızın ilmi projelerine ve siyasi hedeflerine hizmet amacı taşımadığı da ortaya çıkmıştı. Demek ki bütün kavga maddi mirasından pay kapma yani ganimete konma hesabıydı. Yazık bir sürü saf insanımız, hiç yoktan davadan uzaklaşıp başıboş kaldığından AKP’ye kaymaktaydı!

6- Ve Türkiye’deki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüş’e sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhan’ın yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakan’ı zora sokardı, ama Milli Görüş’teki kendi ajanları da deşifre olacaktı!

7- Şimdi iman, iz’an ve insaf ehli lütfen söylesindi: Oğuzhan Asiltürk, özel ve yabancılara kapalı bir mekânda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği TV ekranlarında, Erbakan Hoca ve çocukları aleyhinde suizan oluşturup dolaylı iftira mı atmaktaydı?

Milli Çözüm sayesinde boyası dökülüp foyası açığa çıkan Oğuzhan Asiltürk: “Biz bunları istişare maksatlı konuştuk” yalanı ve kıvırtmasıyla hangi safdirikleri kandıracak ve hangi gayretsizlere “mazeret” olacaktı? Bu tıynetsiz tiplerden lider değil, Hak davaya asker bile çıkmazdı. Üstelik bu bay Oğuzhan, neden bu asılsız ithamlardan ve kasıtlı isnatlardan sonra, çağırıldığı savcılığa gidip, “Bu ifadeler, yanlış duyumlardan kaynaklanan hatalı iddialardır, ben yanılmışım..!” diyerek kustuklarını yalamıştı!?

Kuran’a göre iftiranın ve ona karşı susanların cezası

Nur Suresi: 

12- Onu (masum kadın ve erkeğe iftira suçunu) işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri (vicdanları) adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” demeleri gerekmez miydi?

13- (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört şahit getirmeleri lazım gelirdi. Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.

14- Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.

Bu yazıyla ilgili bir okurumuzun önemli ve isabetli yorumu:

Milli Çözüm’ün sağlam tespitleri; Yazar Hasan Bağgülü, Şubat 29, 2012

Bu yazının yayınlanmasından bir hafta sonra Fatih Erbakan, Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına çıkıp:

“Şu anda o partinin (HAS PARTİNİN) içerisinde de, ona oy veren kesimde de pek çok insan, gerçekten de umduğunu bulamamışlardır. Erbakan Hoca’nın özellikle vefatından sonra, yeniden Erbakan Hoca’ya olan sevgileri, bağlılıkları depreşen pek çok kimse bize de ulaşarak, bizim partimizdeki büyüklerimize de ulaşarak, aslında yeniden bir araya gelmek istediklerini ifade ediyorlar. Biraz önce değindiğim gibi; diğer partilerden de, AKP’nin içerisinden de, bütün Milli Görüş kökenli partilerden de hepsini bir araya toplayarak; Erbakan Hoca ve Milli Görüş ortak paydası altında buluşarak yeni ve güçlü bir hareket olarak ortaya çıkılması çok faydalı olacaktır diye düşünüyoruz” gibi laflar ediyordu. Bunun üzerine herkesin aklına şu sorular takılıyordu:

A- Fatih Erbakan, Rahmetli Babasına bin türlü hakaretle hıyanet edip ayrılan HAS Partililerle ve yine AKP’li döneklerle birleşip SP’den koparak yeni bir oluşum peşinde miydi?

B- Olaylar Ahmet Akgül Hocamızın, aylar öncesinden uyardığı ve yukarıdaki yazıda da anlatıldığı gibi geliştiğine göre, Milli Çözüm’ün bu feraset ve önsezisine saygı duymak ve şapka çıkarmak gerekmez miydi?

C- Hem şahsına, hem davasına, hem de babasına; “Cihat parasını zimmetine geçirmek gibi” iftiralar atan Oğuzhan Asiltürk’e karşı net bir tavır alamayanlar, hatta halâ gidip birlikte el kaldırmaktan sakınmayanlar, acaba HAS Partiye ve AKP’ye giden kaşarlanmış kaypaklar arasında, hangi hayırlı ve başarılı hizmetleri yürütebileceklerdi?

D- Daha sonra Bursa’da bir gazetecinin: “Saadet Partisi YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ün İstanbul’da (ve Konya’da), Necmettin Erbakan’ı anma gecesindeki konuşması sırasında salonu boşalttılar, bunun sebebi parti tabanının size olan teveccühü mü, yoksa Oğuzhan Asiltrük’ün, ailenizin hakkında yaptığı iddialar mı?” sorusuna:

“Babamın arkadaşıdır, aykırı bir şey söylememiz çok doğru olmayacaktır. Kendileri 40 sene boyunca birlikte çalışmışlardır. Dolayısıyla onlar bizim büyüklerimiz konumundadır. Yaşlıların bilgileri ve tecrübesi, gençlerin de dinamikliği ile biz yolumuza devam edeceğiz. “Babamın bir sözü vardı, “Ah, yaşlılar yapabilse, gençler de bilebilse?” diyenlere sormak gerekirdi:

Peki daha önce, milleti defalarca evine toplayıp “Bunlar haindir, müfteridir. Davamızın, camiamızın ve teşkilatımızın bir saat bile olsa bunların eline terk edilmesi asla doğru değildir” derken, aklınız ve vicdanınız neredeydi? O gün mü, nefsi ve fevri hareket etmiştiniz, yoksa şimdi mi yan çizmekteydiniz?

E- Bu çirkin iddialarla ilgili, avukatları eliyle sözde tekzip yayınlayanların; asıl iftiraları atan Oğuzhan Asiltürk’e tek kelime değinmeyip, hatta bir nevi sahiplenip, sadece bu konuyu gündeme taşıyanları suçlu ve sorumlu gösterme çabaları, nasıl bir vicdan göstergesiydi ve nasıl bir psikolojiydi? Oysa nifak ve iftira ekibi, Milli Çözüm Dergisinin duyarlı ve cesur tavrı üzerine, tükürdüklerini yalamaya ve geri adım atmaya mecbur edilmişti. Halâ Milli Çözüm sitesindeki, Oğuzhan’ın Konya hakaretleri, nasıl silinip temizlenecekti?

Oğuzhan Asiltürk'ün “Zeynep Erbakan Hanımefendiyi, SP Hanım Komisyonları Başkanı yapıp, diğer kardeşlerine karşı kışkırttığını ve Erbakan ailesini birbiriyle boğuşturmaya çalıştığını yazan Milli Çözüm uyarılarını dikkate almayanların, bugün mahkeme kapılarında “Miras Kavgası” peşine düşmesi, hem kendileri hem de camiamız için en azından “mahcubiyet verici” değil miydi? Hala Oğuzhan'ın ve takımının hıyanetlerini fark edemeyen ve cesaretli bir tavır sergilemeyen kimselerden, dava için ne beklenirdi?

 

 


[1] Takvim, 17 Eylül 2016, Ergün Diler, İzmir Şifresi

[2] 22 Şubat 2012, Milli Gazete






















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi