Anasayfa » Fetullahcılar ve Parti İçi Fırsatçılar:

Fetullahcılar ve Parti İçi Fırsatçılar:

Yazar: yonetici
0 Yorum 173 Görüntüleyen

Zaman Gazetesinden Mustafa Ünal, Siyonist Yahudilerin ve ABD lobilerinin sevincini yansıtan bir tavırla: “Erbakan’ın ölümüyle bir devir kapandı” diyordu:

“Bugün en çok merak edilen, Erbakan'ın siyasi mirasının nasıl devam edeceği… Cenazedeki kalabalığın siyasete tedavül edilip edilmeyeceği…”

“Erbakan’ın siyasi hayatının 28 Şubat’ta bittiğini” söyleyerek ve “Hoca’nın Osmanlı padişahları örneği yerine oğlunu getirmek istediğini” ileri sürerek; kendi vehim ve tahminlerini gerçekmiş gibi gösteren yazarın şu tesbitleri dikkat çekiyordu.

Saadet Partisi'nde ne olup bittiğini merak edenler Oğuzhan Asiltürk'ü izlesin..! Saadet Partisi'ndeki hareketlilik yanıltmasın, Erbakan'ın ölümüyle 'Bir devir kapandı'… Artık, ne siyasi mirastan ne de ikinci Erbakan döneminden söz edilebilir.” (Bak. 6 Mart 2011 Zaman sh.25)

Halbuki Yetkilendirme ve görevlendirme konusunda ehliyet ve liyakat ölçüsünü: şartlara ve ihtiyaçlara uygunluk yanında, mevcut duruma ve ortama intibak yeteneğine göre de değerlendirip öyle karar veren ve tabi o konuda yaptığı istişare ve tavsiyelere de riayet eden Hocamız: teknik ve taktik görevlerle, siyasi ve stratejik görevleri de özellikle birbirinden ayırıyordu.

Fatih Bey’in 12 Mart 2011 günü Ankara Anadolu Hotel’deki istişare toplantısında muhterem babasının; kendisinden sonra Yüksek İstişare Kurulu Başkanlığının ve SP Genel Başkanlığının nasıl belirleneceği konusunda, bizzat Hoca’mızın tavsiyesi olarak aktardıkları da, bizim tavrımızın haklılığının kanıtıydı. Çünkü Aziz Hoca’mız Fatih Bey’in de itirafıyla, ne evladını ne de bir başkasını vekil ve vasi bırakmamış, sadece bunun istişare sonucu tespit edilmesini vasiyet buyurmuşlardır. Fatih Erbakan Bey’in bizzat açıkladığı bu gerçekleri, maalesef ne Milli Gazete ne parti yetkilileri ne de yakın çevresi değil; Milli Çözüm olarak sadece biz yazmış bu onurlu ve şuurlu haykırışa davamızın ve Hoca’mızın hatırına sahip çıkmıştık. Üstelik Fatih Bey’in o konuşmasını alkışlayan Şevket Kazan niye bu gerçekleri saklamış ve camiamızı niye aydınlatmamıştı. Aziz Hoca’mızın bu net vasiyetine rağmen kendisini alel acele yeni lider ilan ettiren Oğuzhan Asiltürk’e karşı niye hala susmaktaydı? Kim kimin ayıbını ve açığını kapatmaktaydı?

Kaldı ki, SP Genel Başkanlığına Fatih Bey getirilecekse, bu teşkilat ve mensuplarımızın ortaklaşa münasip görmesi ve tercih etmesiyle yapılmalıdır. “Herhangi bir kişi veya ekibin güdümünde ve gölgesinde bulunuyor ve liyakatı olmadan sadece babasının hatırına o makama oturtuluyor” görüntüsü asla yakışık almayacaktır, çünkü bu en başta Fatih Bey’e haksızlık ve saygısızlıktır.

Elbette danışma ve dayanışma içinde olacağı, seçkin, samimi ve deneyimli kadrolara ihtiyaç vardır. Ama birilerinin haddini aşarak ve fırsatçılık yaparak, “ikinci veya üçüncü ERBAKAN!” rolüyle, Fatih Bey üzerinden camiamızı şahsi kaprisleri uğruna kullanma ve davamızı kısırlaştırma hesaplarına da imkân tanınmamalıdır.

Hislerimiz ve heveslerimizle değil, Kur’anı prensiplerimiz ve vicdani kanaatlerimizle hareket etmemiz gerektiğini hatırlatmamız, acaba bazılarını niçin gocundurmaktadır? Ey canlar, duygusallıkla değil, duyarlılık ve tutarlılıkla davranmalıdır. Böylece hem Hocamızın aziz hatırası “hanedanlık” töhmetinden kurtarılacak, hem de SAADET, bir aşiret partisi havasına sokulmayıp, Milli Görüşün tarihi misyon ve vizyonunu sırtlanma ve en ciddi iktidar alternatifi olma şansını yakalayacaktır. Kendi inancımıza, insanımıza ve tüm mazlumlara karşı sorumluluklarımızı kuşanma zamanıdır.

Daha önce de belirtmiştik; “Erbakan Hoca’nın partiyi aile şirketi gibi kullanma ve çoluk çocuğa makam ve menfaat imkânı sağlama” iddiaları, tamamen iftiradır. Bu yakıştırmalar, Saadet camiamızı soğutmaya ve Milli Görüşü saptırmaya yönelik uydurmalardır. Oysa Hocamız, en son Radikal’deki röportajında bütün bunları açıkça yalanlamış ve bu tür konuların istişare sonucu karara bağlanmasını vasiyet buyurmuşlardır. Şunuda belirtelim ki, davamızın temel esaslarına ve inancımıza dayalı ilmi kurallara göre, sadece Erbakanın oğlu olmak Milli Görüşün başına geçmek için, tek ve yeterli sebep olmadığı gibi, yine Hocanın oğlu olmak böyle bir makama gelmeye engel de sanılmamalıdır. Şartlar ve ihtiyaçlar öyle gerektirir ve ortak kanaatler o yönde yoğunlaşırsa elbette bu kapı da açıktır. Yanlış olan, bu işi vesayet ve kefalet sistemine dönüştürme ve Aziz Hocamıza duyulan haklı muhabbet ve teslimiyeti istismar etme çabalarıdır. Teklif edilecek Genel Başkan Adayları içerisinde en emin ve ehil olarak Fatih Bey’in görülmesi durumunda tabii ki O’na arka çıkılacak ve yanında durulacaktır.  AZİZ HOCAMIZIN terbiye ve tedrisi altında yetişmesi ve O’nun evladı olmak şerefi de ayrıca artı bir puandır. Ve hele Sn. Fatih Erbakan’ın Milli Görüş’e yönelik hile ve hıyanet girişimlerini ve çıban başı kişileri cesaret ve dirayetle deşifre etmesi, kendisinin ağırlık ve saygınlığını daha da arttıracak, itimat ve itibarını çoğaltacaktır. Asla unutmayalım ki, Milli Görüş bir TARİKAT değil, bir CEMAAT değil, Evrensel hedefli Hak ve adaleti hakim kılma, yeryüzünde barış ve bereketi (silm’i) sağlama yönünde SİYASİ VE DEMOKRATİK bir CİHAT harekatıdır.

Hem zaten ilahi kadere inanan insanlar, imtihan şuuruyla, imani ve vicdanı sorumluluklarını yerine getirdikten sonra, asıl takdir ve tayinin Allah’ın elinde olduğunu ve bunu değiştirmenin imkânsızlığını bilerek huzura kavuşacak ve sükûnet bulacaktır.

Ürdün Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. İmadeddin Raşit “Erbakan, bütün dünyaya aittir.” diyordu

Fetullahçılar ve parti içi fırsatçılar: “ERBAKAN DEVRİ KAPANDI.” Diye sevine dursunlar, oysa Şam Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Eski Dekanı ve Ürdün Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. İmadeddin Raşid, “Erbakan artık bütün dünyaya aittir; prensip ve projeleri yürüyecektir” gerçeğini dile getiriyordu.

HAMAS Lideri Halid Meşal'in de Selam ve taziye dileklerini Saadet partisi Genel Merkezi'ne ve Erbakan ailesine ileten Raşit, Suriye -Türkiye kardeş halklar arasındaki bağların güçlenmesinde de Erbakan faktörünü anlatıyor. Onun bir dünya lideri olduğunu vurguluyordu. “Erbakan, yalnızca Türkiye'ye ait bir lider değildir. Erbakan, artık bütün dünyaya aittir. Bütün dünya Müslümanlarının ve bütün mazlum halklarının örnek lideri, örnek mücadele rehberidir. Erbakan'ın yalnızca Türkiye'de yaşayanların üzerinde değil, bütün İslam âlemi üzerinde, bütün insanlık üzerinde emeği geçmiştir ve onun yolu izlenecektir. Devletler arasındaki soğuk ilişkiler, Erbakan'ın mücadelesi ve çalışmaları neticesinde kardeşler arasında ilişkilere dönüşmüştür. Yalnızca yaşamakta olanlar değil, bundan sonra gelecek olan nesiller de Erbakan'ın verdiği mücadele neticesinde belli bir seviyeye getirdiği dünya da daha güzel imkânlarda ve şartlarda yaşayacaktır. Artık dünyanın neresinde bir İslami Hareket başlasa; örneği Erbakan'ın bütün dünya genelinde verdiği mücadele olacaktır. HAMAS Lideri Halid Meşal'in de Sayın Erbakan ailesine ve Milli Görüş camiasına selamlarını ve taziye dileklerini getirdim. Burada olmayı çok arzu etmelerine rağmen, maalesef bazı şartlar müsaade etmediği için aranızda bulunamadılar” diye konuşuyordu.

Dr. Avukat ve Hatip Muhammed Hayr Şükrü'nün de bulunduğu ziyarette misafirleri kabul eden Saadet Partisi Eski Genel Başkanı Recai kutan, ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirmiş, geçtiğimiz aylarda Kuveyt'te Müslüman Ülkeler toplantısına katıldığını ve orada seçkin ilim erbabının ve devlet adamlarının hepsinin de “Müslüman ülkelerin bir araya gelmesinde en çok emeği bulunan kişinin Erbakan olduğunu söylediklerini” nakletmişti.[1]

Mustafa Ünal’ın “Erbakan Devri Kapandı” dediği ve kendisine kaynak gösterdiği Oğuzhan Asiltürk ise: “Hoca'nın çizdiği yoldan yürüyeceğiz” şeklinde beyanat veriyor, “Milli Görüş’çülere başka, diğer kesimlere başka davranıyor” görüntüsü veriyordu.

Oğuzhan Asiltürk, Erbakan Hocamızın naaşı İstanbul’a getirilmeden önceki gün, SP genel merkezine taziye ziyaretine giden DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’i uğurlarken, uygunsuz ve lüzumsuz bir tavırla sarılıp kulağına;

“(Ben İçişleri Bakanıyken Siz Kaymakamdınız) O zaman seni vali yapamadık, ama inşallah şimdi başbakan yapacağız. Ona göre sıkı dur!?”[2] diye müjde ve iltifat yağdırması neyin nesiydi?

Hocamızın vefat günü bu siyasi ikramı kimin adına vermekteydi?

Kalsın yoksa “Erbakan Öldü, Milli Görüş gömüldü” zannedenler ekmeğine yağ mı sürülmekteydi?

Bu davanın kurmayı bilinen kişi, başka bir parti başkanına böyle bir jesti ne diye ve hangi gerekçeyle yapabilirdi?

Sahi, Ey Milli Görüşçüler, hala biraz olsun düşünmeyecek misiniz, bu Beyler kimdi ve kimler adına hareket etmekteydi. Bu tür seçim ittifakları elbette yapılabilirdi, hatta ülkemiz çıkarları açısından Milli bir ihtiyaç haline gelmişti; üstelik Aziz Hocamızın da vasiyetiydi. Ancak böylesi konuların teşkilatlarımız ve tabanımızla görüşülüp ikna edildikten ve çerçevesi çizildikten sonra gündeme getirilmesi gerekmez miydi?

Şimdi can alıcı sorular şunlardı ve Aziz Hocamızın davasına ve manevi mirasına sahip çıkan Milli Görüşçülerin kafa yorması lazımdı:

1- ABD’nin desteğinde ve Yahudi Lobilerinin güdümünde olduğu bilinen Zaman Gazetesi Yazarı “Erbakan devrinin kapandığını” ve bunun “Oğuzhan Asiltürk’ü izlemekle” anlaşılacağını nerden biliyordu? Oğuzhan Asiltürk adına yalan söyleniyorsa, niye tekzip edilmiyordu?

2- Bu iddia doğruysa, Oğuzhan Asiltürk “Erbakan devrini ve Milli Görüş dönemini kapatma” görevini ve yetkisini kimlerden alıyordu? Milli Gazete’ye söyledikleriyle, Zaman Gazetesinin belirttikleri arasındaki çelişki nereden kaynaklanıyordu?

3- Sn. Oğuzhan Asiltürk, SP Genel Merkezine gelen DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek’e “Şimdi seni Başbakan yapacağız!?” sözünü neye dayanarak söylüyordu? Bir seçim ittifakı münasip görülse bile, Milli Görüş’ün haysiyet ve hassasiyetlerini koruyarak konuşmak elbette daha uygun bulunuyordu.

4- Sn. Oğuzhan Asiltürk “Milli Görüş camiasına ve davamızın genel esaslarına aykırı olarak, başbakanlık makamını başka insanlara rüşvet olarak mı sunuyor?” sorularına niçin kapı açıyordu?

5- Teşkilattan ve tabanımızdan gizli ve şaibeli işler çevriliyorsa, buna diğer yetkililer niçin susuyordu?

6- Yok, eğer sadece muhatabına şaka yapılıyor ve iltifat yağdırılıyorsa; camiamızın en yaslı durumunda ve bir taziye ortamında, bu talihsiz ve tavizci tavır, dava kurmayı geçinen bir kişiye ne derece yakışık düşüyordu?

7- Muhterem Recai Kutan ve Ahmet Tekdal Beyefendiler gibilerin vakarlı, duyarlı ve tutarlı tavrını, diğerlerinden de beklemekle, bunlardan çok şey mi isteniyordu?

8- Fetullahcı Zaman Yazarının ve “izlenmesini tavsiye ettiği” bazılarının: “Erbakan’ın vefatıyla Milli Görüş’ün kapandığına” inanıp gizli bir sevinç yaşamaları, onların fıtratlarıyla alakalıydı; ama en azından milyonlarca insanımızın acısına ve amacına saygı duyulması ve buna uygun davranılması gerekmiyor muydu?

9- Kutsal davamızın hatırına ve Aziz Hocamızın hatırasına bağlılık ve saygınlığa aykırı gördüğümüz durumları ve şahısları dile getirdiğimiz için, sahiplenilmemiz ve dua edilmemiz gerekirken; hala bizi suçlu sayıp saldıranların, lütfen ve Allah rızası için, anlatılanları bir daha okumaları, doğruyu yanlışı, haklıyı haksızı ayırmak için bunları vicdan terazilerinde tartmaları lazım gelmiyor muydu?

10- Daha önce Milli Görüşe hıyanet ve Hocamıza hakaret ederek; Anavatana kayanların, gömleğini çıkarıp AKP’ye kaçanların ve nihayet Numan’ın Haspa’sına katılanların, hemen hepsini partilerimize kazandıran, önemli mevkilere taşıyan ve bütün yanlışlık ve yamukluklarına sonuna kadar göz yuman hep aynı birkaç kişi; acaba bu suizan oluşturan davranışlarından ve parti bizim çifliğimizdir yaklaşımından niye vazgeçmiyordu?

11- Erbakan Hocamız tüm dava erbabının ittifakı, hatta İslam dünyasındaki ilim ve devlet adamlarının itibar ve itimadıyla Milli Görüş’ün Lideri konumunda bihakkın bulunuyordu. Ama O’nun darı bekaya hicretiyle ve tam bir fırsatçılık ve istismarcılık gayretiyle birilerinin kendisini çevresindeki birkaç yalakaya; “Milli Görüş Lideri” ilan ettirmesi, hangi izan ve vicdanla bağdaşıyordu?

Milli Görüş gibi şuurlu ve onurlu bir camianın böylesi ucuz kahramanlıklara ve yetki gaspına izin vereceği mi sanılıyordu?

Evet, camiamızın ve teşkilatlarımızın bu istismarcı ve suistimalcı kafalardan artık kurtulması ve Aziz Hoca’mızın şahs-ı manevi makamına ve mirasına sahip çıkması bekleniyordu.

Ve asla unutmayalım ki; her kavim, her parti ve her ekip, ancak ve sadece layık ve müstehak oldukları yöneticilere kavuşuyordu!

Hem bütün bunlar “teşkilat içi özel konular” da sayılamazdı. Çünkü her şey 70 Milyonun seyrettiği kameralar karşısında konuşuluyor ve gazete sayfalarında yazılıyordu!.

Sn. Fatih Erbakan Bey’in 12 Mart 2011 Ankara Anadolu Hotel’de yapılan geniş istişare ve değerlendirme toplantısında dile getirdiği şu hususların dikkatle irdelenmesi ve izlenmesi gerekiyordu:

“Rahmetli Babam ve Muhterem Hocam’la otuz yılı aynı binada, kızı ve oğlu olarak bir arada geçirmek, O’nun sürekli talim ve terbiyesi altında yetişmek bize nasip olmaktaydı. Dünya ve Ülke siyasetiyle olsun, teşkilat meselesiyle ilgili olsun, hemen her konuyu bizimle paylaşır, hiçbir şeyi saklamazdı. Bizim öğrendiğimize göre; Hocamız kendisinden sonra hiçbir vasilik, vekillik, halifelik makamı ve ikinci adamı bırakmamıştı… Muhterem Babamızın sadece sadıkları vardı ve onlarla gurur ve huzur duyardı! Ama buna rağmen ve biz ailesi olarak henüz taziyemizi bile yerine getirmemişken, birilerinin yangından mal kaçırır gibi bir fırsatçılıkla, kendilerini Erbakan’ın halefi ve Milli Görüş’ün yeni Lideri ilan etme ve SP adına her şeye tek başına yön verme gayretleri bizde hayret ve hayal kırıklığı uyandırmıştı! Oysa Hocamız: “Sekiz kişilik Yüksek İstişare Heyeti kendi arasında müzakere ettikten, hatta partimizin diğer yetkili birimleriyle de konuyu görüşüp değerlendirdikten sonra bir başkan seçilsin” buyurmuşlardı. Yüksek İstişare Kurulu üyeleri olan Zevat’ın bile çoğunun devre dışı bırakılarak alel acele alınan kararların bazı endişelere yol açması doğaldı ve düzeltilmesi lazımdı. Aksi halde bu yanlışlık ve haksızlıklara kalkışanlar karşılarında önce bizi bulacaklardı!” (DİKKAT: Bunlar bize toplantıya katılan önemli şahsiyetlerin naklettiği notlardan derlenmiştir.)

İstanbul temsilcimiz Ramazan Yücel kardeşimizin değerli eşinin, Hocamızın vefatından sonra gördüğü şu rüya, ufuk açıcı mesajlar ve ferahlatıcı müjdeler taşıyordu. Kendisi bu konuları kafaya takan birisi olmadığından rüya kuruntu olmaktan uzak, içinde Rahmani esintiler ve alametler barındırıyordu:

O rüyada: “Erbakan’ın Mehdiyet ve Medeniyet İnkilabının, Hz. Peygamber Efendimizin ruhani rehberliği ve Hoca’mızın Şahs-ı Manevisi altında tamamlanacağı ve Yeni Bir Dünyanın mutlaka ve pek yakında kurulacağı; Erbakan’ın kıymetini bilmeyen ve hele hıyanet ve hakaret edenlerin bin pişman ve perişan olacağı” çok ibretli ve hayret verici bir tarzda gösteriliyordu.

Bu rüyayı sadıka, Bediüzzaman Hz. lerinin Mehdiyet inkilabıyla ilgili mesaj ve yorumlarına da uygun düşüyordu.

1-Önce Bediüzzaman, bu müjdelenen hareketin elbette zahiri rehber ve liderleri olmakla birlikte, esas itibariyle bir “ŞAHS-I MANEVİ” tarafından yönlendirileceğini (Bak: Emirdağ Lahikası) üstelik O “Şahs-ı Manevi” nin fani ve çürütülebilir herhangi bir müceddit ve müçtehitten çok daha öte ve yüksek, Ebedi ve Ezeli bir hakikatin temsilcisi ve tecellisi olabileceğini (Bak: Sikke-i Tasdiki Gaybi – sh. 10)

2-O Şahs-ı Manevinin Siyaset, Diyanet ve Hilafet dairelerinde hizmet göreceğini (Bak: 5. Şua / 19. Mesele)

3-Bu üç vazifeyi yapmaya bir tek şahsın vakti yetmeyeceğinden, Büyük Mehdiden önce pişdarı yani öncü hazırlık komutanı (Bediüzzaman’nın) ve ondan sonra sadık bir bağlısının onun izinden yürüyerek davasını tamamlayıp yeryüzüne islam’ın Barış ve Bereket düzenini yerleştireceğini söylemektedir. (Sikke-i Tasdiki Gaybi. 2. Mektup)

Bundan sonra ekibimiz nasıl bir yol takip etmelidir? Niyeti ve kalplerimizin tatmini için Kur’anı Kerim’den tefaül ettiğimizde karşımıza çıkan şu ayetler oldukça rahatlatıcı mesajlar taşımaktaydı:

“Gerçek şu ki; Sen de öleceksin, onlar da öleceklerdir.”

De ki: Ey kavmim (ve rakiplerim!) bulunduğunuz duruma göre (elinizden geleni) yapmaya davam edin. Elbette ben de (görevimi) yapıp (istikamet ve hizmetimi devam) ettireceğim. Artık yakında (kimin haklı olduğunu ve zafere kavuştuğunu) öğreneceksiniz.

Aşağılık kılacak azap kime gelecek, kesintisiz (ceza ve rezil edici) eza kime çöreklenecek? (göreceksiniz!) (Zümer: 30-36-37)

“Allah zafere ulaşmaları (Fevzü necat bulmaları) nedeniyle, takva sahiplerini (sıkıntı ve saldırılardan) kurtaracaktır.”

“(Onlar) Dediler ki. Bize olan va’dinde sadık kalan ve bizi bu yere (dünyada izzet ve devlete, ahrette cennete) mirascı kılan Allah’a hamdolsun.” (Zümer: 61-74)

(İnkârcılar ve münafıklar) Onlar Allah’ın kadru kıymetini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer (dünya)  bütünüyle Onun (kudret) avucundadır; gökler de (film şeridi gibi)  sağ eliyle dürülüp bükülmüş (bulunmaktadır). (Yani bütün hayat, tabiat ve kâinat, ruh ekranımıza yansıtılan kader görüntüleri olmaktadır.)

“Doğruyu getirip (sizi batıldan hakka yönelten) ve Onu tasdik edip (sadakat gösterenlere gelince; işte onlar muttaki olanlardır ve Rableri katında dileyecekleri her şey onlarındır.” (Zümer:67-33-34)



[1] Milli Gazete / 6 Mart 2011 – Sh. 11

[2] 28 Şubat / Kanal D / 19:00 – Ana Haber

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi