Anasayfa » İTTİHAT VE TERAKKİ = AK PARTİ mi ?

İTTİHAT VE TERAKKİ = AK PARTİ mi ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 174 Görüntüleyen

“ULUSALCILIK” BATILI VE BATIL; “MİLLİCİLİK” YERLİ VE HAYIRLIDIR!

 

 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun: “Ulusalcılıkla hesaplaştıklarını” söylemesi, kendi tahribatlarını meşrulaştırmaya ve toplumun AKP ile ilgili kuşkularını bastırmaya yönelik bir saptırma ve sahteciliktir. AKP’nin İttihatçılık ve artıkları ile mücadele ettiklerini belirtmeleri, Başbakanın itirafıyla “halkın gazını alma” girişimleridir. Aslında AKP, İttihatçıların yeni versiyonu gibidir. Çünkü her ikisi de masonik merkezlidir ve uluslararası Yahudi Lobileri güdümündedir. Her ikisi de, İslamcılığı istismar edip, Avrupa’ya yamanma peşindedir. Hem İttihat ve Terakki, hem AK Parti, ikisi de taklitçi, tahripçi ve işbirlikçidir. Ve zaten AKP’li yazar ve yorumcular Atatürk düşmanlığına karşı Enver Paşa aşklarını gizleyememektedir. Mason ve Sabataist Enver aşkıyla, İttihatçı ve Ulusalcı karşıtlığının nasıl uzlaştığının yanıtını ise AKP’liler bir türlü verememektedir. Sultan Abdülhamit’ten kurtulmak için İttihat ve Terakki, Erbakan’dan kurtulmak için de AK Parti icat edilmiştir. Bu gidişle sonları da birbirine benzeyecektir.

Bu arada İşçi Partililer “Hayır, İttihat ve Terakki’nin asıl takipçisi bizleriz” diyerek kahramanlık satarken, aslını ve ayarını ortaya koyanların durumuna düşmektedir.

 

Oysa, küreselleşen dünyada, ya bütün yeryüzünde etkin ve yetkin bir konuma yükseleceksiniz; yani ekonomik, teknolojik, askeri ve siyasi bir otorite haline geleceksiniz, veya değil bir ülkede, hatta bir köyde bile hükmünüzü geçiremezsiniz, Dünyaya hakim olan güçlerin ülkemizi ve bölgemizi şekillendirmesine müdahale edemezsiniz. Hangi partiyi veya sistemi iktidara getirirseniz getirin, bu durumu değiştiremezsiniz. Açık söyleyelim, hazırlanan çok özel ve orijinal teknolojiler sayesinde ABD’yi yenmeden, İsrail’i silmeden, Akdeniz ve Hint Körfezinde Amerikan uçak gemilerini ele geçirmeden, Avrupa ve Japonya’nın minnetine, Çin ve Rusya’nın hürmetine ve İslam Dünyasının sevgi ve güvenine erişemezsiniz ve tabi Türkiye merkezli adil bir düzeni de yerleştirip yürütemezsiniz.

 

İşte işbirlikçi solcu-sağcı-islamcı iktidarlar, aciz ve çaresiz komutanlar eliyle, Milli eğitimden askeriyesine, ekonomisinden teknolojisine, tarımından ticaretine, medyasından kültürüne kadar gizli bir sömürge ülkesine çevrilmiş ve toprakları parçalanıp dağılma noktasına gelmiş bir Türkiye için, Suriye meselesi, ABD ve İsrail’i devirmek ve lider ülke konumuna yükselmek için, tarihi bir fırsat gibidir, aksi halde kendisi çözülecektir. Büyük hedeflere, büyük hayaller ile erişilir. ABD ve İsrail’i yenmeyi değil, karşı gelmeyi bile aklına sığdıramayan veya sadece Çin ve Rusya’nın himmet ve himayesi gölgesinde ayakta kalacağına inanan pinti ve pısırık psikolojiyle, Türkiye’nin yeniden dirilip derlenmesi mümkün değildir.

 

Mustafa Kemal önderliğindeki şanlı kurtuluş mücadelesinden sonra Türkiye’de böylesine yüksek bir ufka sahip olan, ve bu kutlu hedefe uygun ilmi ve gerçekçi projeler ortaya koyan tek bir lider gelmiştir: Prof. Dr. Necmettin Erbakan!…

 

Şimdi Milli Çözüm Ekibi gibi bilinçli, birikimli ve bilenmiş takipçileri eliyle, Milli Görüş mutlaka hedefine erişecektir. Ve bu tarihi devrim ve değişim barbar Batı kaynaklı çatışmacı ve inkârcı ulusalcılıkla değil, İslam kaynaklı ve kucaklayıp kuşatıcı Millicilikle gerçekleşecektir. Ulusalcılık yabancı, Millicilik yerlidir. Ulusalcılık masonik Fransız Devriminin, Darwin, Engels ve Marx gibi Yahudilerin taklitçisidir. Millicilik kendi değer ve dinamiklerimizle şekillenir. Pek çok iyi niyetli ve Milli gayretli insanımız da, zaten Ulusalcılığı Batılı anlamıyla değil, Milli ve yerli maksadıyla sahiplenir, onların tercih ve tensibi içerikte değil, sadece kelimededir.

 

Bütün Batılı Masonları veya Mao gibi doğulu barbarları hep ilerici, bilgili ve becerikli sanan, ama Müslümanları, Selçuklu ve Osmanlıları ve şimdi dindar Anadolu halkını ise hep gerici, cahil, sadece güdülmeye müsait sayan bu Ulusalcılar, Batıya karşı böylesine basit bir aşağılık kompleksi ve onlara ulaşma hevesi içinde kıvranırken, kendi halkımıza ve Müslümanlara karşı da, şeytani kof bir gurur ve kibir içindedir. Bunların “ümmet” düşmanlığı, İslamiyet ve Hz. Muhammet düşmanlığının bir belirtisidir. Bunlara göre dinsizlik, özellikle İslam düşmanlığı aydın ve ilerici olmanın temel şartı gibidir. Aslında Ulusalcılık ırk üstünlüğünü, hatta seçkin bir sınıf egemenliğini hedefleyen bir ideolojidir. Ama ayet ve hadislerle “İslam Soyalizmini” savunma riyakârlık ve sahtekârlığına da, mecburen düşülmektedir, bu da İslam’la baş edilmeyeceğinin en açık göstergesidir. Yani ılımlı İslamcılar gibi inkârcı Ulusalcılar da, çiğ ve çirkin bir din istismarıyla taban ve taraftar bulma peşindedir. Yanlış anlaşılmasın, herkes kendi akıl ve ayarınca istediği şeye inanma hakkına sahiptir; bizim istediğimiz, başkalarının da inancına, özelikle büyük çoğunluğu oluşturan Müslüman halkımıza saygı gösterilmesidir.

 

Bir yandan, her fırsatta başörtüsüne saldıran, imam-hatipten kıcık alan, Kur’an dersini çağdışı sayan, ama öte tarafta “Biz de Müslümanız, Biz de din özgürlüğünden yanayız!” diyerek toplumu kandırmaya çalışan insanlar, sadece kendilerini aldatıvermektedir ve bu nedenle halkımızın büyük kesiminden asla yüz görmemektedir. Bakış açıları ve düsturları Batılı ve Yahudi kafalı olduğu için, Ulusalcıların Milli ve yerli projeler ürettiği ve halk desteği ile değil sürekli darbeler sonucu iktidara geldiklerinde de hayırlı ve başarılı hizmetler verdiği hiç görülmemiştir. Mason İttihatçılar gibi bütün marifetleri sadece taklit ve tahripçiliktir. Evet İttihatçılar ve onların artıklarının uydurduğu Kemalizm Ulusalcı ve ırkçıdır, ama Atatürk Milliyetçidir.

 

Bazılarınca sakız gibi çiğnenen “ulus” sözcüğü ile “Türk”lerin kast edildiğini sananlar aldanmaktadır. Hatta bunların sahiplendiği, İslam öncesi “Türk ırkçılığı” bile, Ulusalcılar için sadece bir zemin bulma ve taban oluşturma kılıfı ve istismar aracıdır. Ulusalcıların Selçuklu ve Osmanlı Türklerine derin kin ve düşmanlıkları, Anadolu’yu bize vatan yapan Alparslanları atlayıp Orta Asya’daki Hanları, Kağanları öne çıkarmaları ve koyu bir İslam ve Türk düşmanı ve yüz binlerce masum insanın kasabı Moğol canisi Cengiz Hana sahip çıkmaları bu maksatladır.

 

Bunların “ulus” saydıkları, sadece sabataist Yahudi fırkası, bir avuç Darwinist ve komünist tabakasıdır. Sık sık “Ortacağ gericiliği” diye İslam’a, Kur’an’a ve Resulüllah’a düşmanlıklarını açığa vuran ve dinsizlik kinlerini kusan bu aydınlık yaftalı karanlık kafalıların doğrudan veya dolaylı milyonlarca masumun katilleri olan Mao ve Lenin’i putlaştırıp tapınmaları, onların her lafını ve davranışını, aynen Abdullah Öcalan gibi, kutsal kural sayıp savunmaları, gerçek tiynet ve niyetlerini ortaya koymaktadır. Öyleki sözde Türk ulusalcısı geçinen bu sahtekârlar komünist katil Mao’nun ve Çin diktatörlerinin Doğu Türkistan’daki (Uygur-Sincan) Türklere yaptıkları zulüm ve cinayetleri bile hoş karşılamakta ve haklı bulmaktadır. Eski, sözde koyu Ülkücü-Türkçü Sabahattin Önkibar’la Leninist-Maoist ulusalcı din düşmanlarını kaynaştırıp kucaklaştıran da İslam ve Müslüman Türk karşıtlığı ve kıcıklığıdır.

 

Avrupa’da, Müslümanlık kadar Türk’e ve Türk Devletine düşmanlığı körükleyenlerin başında gelen Engels ve Marx gibi Yahudi kökenli kişileri, bu Ulusalcı azınlığın neden örnek alıp rehber tuttukları, sanırım şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Elebaşlarının tamamına yakını Yahudi dönmesi Masonlardan oluşan, Osmanlı Türk Devletini yıkıp Anadolu’da İsrail’in arka bahçesi olacak bir Siyon Devletinin temellerini atmaya çalışan ve şeytani amaçlarına ulaşıp, ülkemizin batılı güçlerce işgalini sağladıktan sonra, hiçbir Müslüman Türkün tenezzül ve tevessül edemeyeceği bir alçaklıkla, Osmanlıyı savaşa sokmak için 5 milyon mark rüşvet aldıkları ve gavur generallerini Türk ordusunun başına atadıkları Alman zırhlılarına binip ülkemizden kaçan İttihat ve Terakki hainlerini kahraman saymaları ve kutsamaları da, İslam’a ve Müslüman Türk’e yaptıkları hakaret ve hıyanetleri dolayısıyladır.

 

Şu din ve devlet tahripçisi, ABD işbirlikçisi ve Haçlı AB takipçisi AKP’yi de, aynen İttihat ve Terakkiyi kurup kullanan Yahudi Marx’ın dinsiz ve dengesiz öğretileriyle Rusya ve Çin’de komünist cinayet devrimini yaptıran ve İslam Dünyasının ortasına İsrail’i kondurup kudurtan, yıllarca dünyayı kapitalist ve komünist kamplara ayırıp insanları birbirine kırdırtarak kendi sömürü saltanatını ayakta tutan SİYONİST YAHUDİ ODAKLAR, Erbakan’dan koparıp, boynuna esaret madalyası takarak iktidara taşımışlardır. Ulusalcıların elebaşları, Erbakan’dan kurtuldukları ve Erdoğan’a kavuştukları için aslında için için bayram yapmaktadır.

 

Akıl ve mantık dışı iddialar, hatta komplolar ve kurgularla başlatılan ve şimdilik vicdanları kanatan mahkûmiyet kararları açıklanan Balyoz davası mağdurlarından olup mahkemeye: “Şu, anda kuvvet sizin elinizdedir, ama hak bizimledir” diyecek kadar milli onur ve şuurlu ve iman huzurlu Org. Ergin Saygun Paşa günlüklerinden oluşan kitabında Rahmetli Erbakan’ın: “Batı emperyalizmine karşı, Milli, İslami ve insani yeni bir dünya hedefi, projeleri ve girişimleri yüzünden dış güçlerin hücumuna uğrayıp, 28 Şubat darbesiyle devre dışı bırakıldığını” açıkça vurgulamaktadır. Oysa bu sahte Ulusalcıların saldırıp durdukları AKP’nin önünü asıl sahip çıkıp alkışladıkları 28 Şubatçılar açmış ve iktidara taşımışlardır.

 

Bir çok vatansever, dürüst, Atatürk Milliyetçisi ve AKP’nin devlet-millet tahribinden endişeli insanımızın, bu ulusalcıların gerçek mahiyetini bilmeden, halis bir niyetle onlara arka çıktıklarının, katıldığımız bazı toplantılarda farkına varmış ve gerçeği hatırlatmıştık. “Bu aziz ve asil milletin inancı ve hayat tarzıyla barışmadan, bu körkütük İslam düşmanlığını ve dinsiz komünizm hayranlığını bırakmadan, toplumun itimat ve itibarını kazanmanın mümkün olmadığını; bu yönde yapıcı ve kucaklayıcı adımlar atılmadan kimsenin kendilerinin Ulusalcılık söylem ve samimiyetine inanmayacağını, sadece TSK içinde bulunduğunu sandıkları bir avuç yandaş ve yoldaşı, laiklik ve Kemalizm sloganlarıyla kışkırtmakla hiçbir yere varılamayacağını” belirtip uyarmamız çok şükür bazılarının uyanmasına yaramıştır. Çünkü bu ülkenin gerçek Atatürkçülere, müspet Milliyetçilere ve gayretli vatanperverlere ihtiyacı vardır.

 

Doğu Perinçek’in farkına vardıkları!

 

Darbeler dönemi kapandı mı? ABD’nin darbe seçeneği!

 

İçine girdiğimiz süreç, 12 Mart ve 12 Eylül dönemiyle karşılaştırılamayacak kadar ciddi ölçülerde bir faşizm tehdidini barındırıyor. ABD, AKP ile devam ettiremeyeceği denetimini, bir askeri darbeyle sürdürmeyi deneyebilir. Bu olasılık, hiç kuşkunuz olmasın ABD’nin seçenekleri içindedir. Dahası darbe için toplumun rızasını oluşturacak etkenler de hızla güçlenmektedir.

 

– Derinleşen bölünme ve artan şehitler, kentlerdeki karışıklıklar.

 

– Türkiye’nin güney cephesinin aşırı ısınması.

 

– Ekonomide yaşanacak ani daralmalar.

 

Bu etkenlerin belirlediği zemin, hem devrim zemini, hem de Amerikancı darbe zeminidir.

 

Halkın otorite ve barış isteğini ya darbeciler kullanacaktır. Ya da halkın bu isteği, devrimin enerjisine dönüşecektir. ABD’nin son çaresi ile TSK’nin komuta kademesindeki Atlantikçi eğilimler buluşursa, darbe tehdidi güncel olarak önümüze çıkar. ABD, kendi son çaresini, Atlantik güdümünde çaresiz kalan komutanlara dayatabilir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve özellikle komuta kademesinin kırılan itibarı ve ruh halindeki eziklik, olumsuz bir etkendir. İtibarı sahte milli şahlanışlarla kurtarma hevesleri, ABD’nin kışkırtmalarıyla uyum içine girdi mi, darbe tehlikesi güncelleşir.[1]

 

Donanma Kurmay Başkanının istifa mesajı!

 

Deniz Harp Okulu Komutanı görevindeyken son Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarıyla Donanma Kurmay Başkanlığı’na getirilen ve rütbesi Tuğamirallikten, Tümamiralliğe yükseltilen Kemalettin Gür’ün istifa ettiği ortaya çıkmıştı. Balyoz davası ve Askeri casusluk soruşturmasının Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda büyük moral bozukluğuna sebep olduğu konuşulmaktaydı. Bazı amiraller, Kurmay Başkanı Gür’ün istifasıyla ilgili, “Donanma Kurmay başkanlığı gibi çok önemli bir göreve gelmişken istifa etti. Deniz Kuvvetleri’mizde soruşturmaya uğramayan amiral kalmadı. Büyük moral bozukluğu var” açıklamasını yapmıştı.

 

Devlet Bahçeli’nin hatırlattıkları! Devlet Bahçeli’nin feryadı!

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Balyoz Davası’nda 18 yıl hapse çarptırılan MHP Milletvekili, emekli Korgeneral Engin Alan’ı Silivri Cezaevi’nde ziyaretin ardından bir açıklama yaparak “Umarım Yargıtay daha adaletli değerlendirir. Aksi takdirde Yargıtay kararı Türkiye’yi bölünmeye götürecek” diye uyarmıştı:

 

Bahçeli’nin, “Yargıtay konu üzerinde acilen çalışma yapıp milletin vicdanını rahatlatacak karar almalı. Kahraman bütün komutanlar gibi Engin Alan beyefendi yüksek moral ve sabırla Türkiye’nin adaletinin bir gün gerçekleşeceği inancıyla bizi karşıladı. MHP olarak Engin Alan paşayı önce Allah’a sonra yüce Türk Milletine emanet ediyorum. Medya patronları, sözde program yapıyoruz diyenler, Milli birlik ve bütünlüğümüzün köküne dinamit koyanlar bu tavırlarından vazgeçsinler. Sayın Başbakan ve Adalet Bakanı’nın tedbir almasının iyi olacağını düşünüyoruz. Türkiye tahammülsüzlüğe gitmektedir.” sözleri dikkatlerden kaçmamıştır.

 

Apo’yu yargılayan Em. Albay Hasan Atilla Uğur’un çıkışları!

 

“AKP’den kurtuluş için yeni bir hareket şart!?”

 

Durum tespit edilmiştir. Ve nettir. Türkiye Cumhuriyeti devleti bu iktidarla devam edildiği takdirde parçalanma tehlikesinin göbeğine oturacaktır. Türk milletinin ilk adımı AKP iktidarından derhal kurtulmak olmaz ise durumun vehameti iyice artacaktır. Talimatlarla idare olunan medya artık şehit haberlerini bile 10’uncu sırada vermeye başlamıştır.

 

Çareyi mevcutlarda aramak yanlıştır!

 

Türk Milleti için, çareyi hala “mevcutlarda” aramak ve onlardan medet ummak en büyük yanılgı olacaktır. Yaklaşık 10 yıldır dönüştürülen ve ele geçirilen sadece devlet kurumları olmamıştır. Muhalefet partileri de giderek dönüşmüş, AKP ve Fetullahi oluşumun değirmenine su taşıyan konuma taşınmıştır. Geçenlerde yapılan bir ankette insanlarımızın %60’ının “yeni bir parti, yeni bir hareket şart” dedikleri ortaya çıktı… Ee ne bekliyoruz o zaman… Milli devlet, milli hükümet için yasaların verdiği tüm imkanlardan faydalanalım.. Unutmayalım ki kurtuluş reçetesinin ilk şartı AKP iktidarından kurtulmaktır.

 

“Aksi rüzgar darmadağın eder”

 

Türk Milletinin karşısındaki tehlikeli odaklar ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler, ufak bir aksi rüzgarda darmadağın olacaklardır. Karınlarının en yumuşak tarafı budur. Olası bir fırtınada önce birbirlerini satacaklardı.

 

Ali Bayram’ın uyarısı: Balyoz; Bir devrin ve neslin sonu.. Yeni bir dönemin başlangıcı!?

 

Türkiye’de 2002’yle başlayan değişim sürecinin herhangi bir “siyasi kopuş” olmadan, yeni bir “kurucu iktidar” oluşmadan “süreklilik içinde çalışma hali” üzerinden meydana gelmesi, değişimin hedefi olan pek çok kurumu aynı zamanda bu değişimin taşıyıcısı kıldı(…) Bugün bu “değişim şekli”ne oranla yeni bir sayfa açılıyor… (…) Bu safha önemlidir.(…) Israrla söylüyoruz “finaller” aynı zamanda yeni “başlangıçlar” demektir.(…)

 

Genelkurmay: “Adil yargılanacaklarına inanıyoruz” diyerek kuşkularını mı bastırmaktaydı?

 

 Genelkurmay Başkanlığı, Balyoz davasında verilen kararlarla ilgili olarak bir duyuru yayınlamıştı. Son günlerde Genelkurmaya yönelik tepkilerin artması üzerine yapıldığı düşünülen açıklamadaki:

 

“Kamuoyunda ‘Balyoz Davası’ olarak isimlendirilen davada İstanbul 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesince 324 muvazzaf ve emekli TSK personeli hakkında mahkûmiyet kararı verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, Hukuk Devleti olmanın erdemliliği ve Yüce Milletimize karşı olan sorumluluğumuz dikkate alınarak, TSK mensupları hakkında başlatılan soruşturma ve kovuşturmalar yakından takip edilmekle birlikte sabır, metanet, soğukkanlılık ve aklıselimle hareket edilerek yanlış anlaşılmalardan daima kaçınılmıştır.

 

Yıllarca birlikte görev yaptığımız silah arkadaşlarımızın ve değerli ailelerinin yaşadıkları üzüntüyü derinden hissetmekte ve paylaşmaktayız. TSK olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, hukukun üstünlüğüne saygının gereği olarak, adil yargılanma ilkesi çerçevesinde, söz konusu yargılamanın hakkaniyete uygun, kesin bir hükümle neticeleneceğine inanmaktayız.” ifadeleri acaba yine mağdur TSK mensuplarını avutmaya yönelik bir oyalamaca mıydı?

 

Komuta Kademesi Balyoz Tutuklularını Kandırmış mıydı?

 

Komuta kademesinin, Ağustos ayı başındaki YAŞ toplantısı sonrasında emekli olan komutanların ailelerine “Ramazan Bayramı’nda eşleriniz yanınızda olacak” sözü verdiği ortaya çıkmıştı!

 

Ağustos ayı başındaki Yüksek Askeri Şura toplantısı sonrasında emekli olan komutanların ailelerine “Ramazan Bayramı’nda eşleriniz yanınızda olacak” denildiği ortaya çıkmıştı. Deniz Kuvvetleri Komutanı Murat Bilgel’in eşi Bahar Bilgel’in, YAŞ’ta emekli edilen bir deniz subayının eşine Ramazan Bayramı’nı kastederek “Merak etmeyin bayramda eşleriniz yanınızda olacak” dediği anlaşılmıştı.

 

Bahar Bilgel, emekli edilen subayın eşini önce 5 Ağustos’ta telefonla arayıp, emeklilik kararına yönelik tepki karşısında “…….ciğim, hepimiz çok üzgünüz, ama böyle olması gerekiyordu. Telefonda söyleyemeyeceğim şeyler var” diye oyalamıştı. Ardından da Bahar Bilgel, ertesi gün deniz subayının eşini evinde ziyaret etmiş ve geçen Ramazan Bayramı’nı kastederek, “Merak etmeyin bayramda eşleriniz yanınızda olacak’’ diye yatıştırmıştı. Bu olayın yayılması üzerine, hem tutuklu subaylar, hem de aileleri arasında, “yakında tahliyeler olacak” umudu başlamıştı.

 

Aynı komutanın kardeşi yaptığı açıklamada Balyoz tutuklularının bayramda tahliye olmamaları ve 15 Eylül’de Hasdal’dan Silivri’ye nakilleri olacakken, bu tarihin 6 Eylül’e çekilmesi üzerine, 31 Ağustos’ta telefonla Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel’i aradığını aktarmıştı.

 

Bu telefon konuşmasından sonra 21 Eylül’de tahliye olacaklarına kesin gözüyle baktıklarını belirten komutan’ın eşi ve kardeşi, o yüzden 21 Eylül’deki karar gününde mahkemeye çok rahat ve emin bir şekilde gittiklerini, fakat büyük bir hayal kırıklığı ve aldatılmışlık yaşadıklarını vurgulamıştı.

 

“21 Eylül’de verilen mahkeme kararından sonra Murat Bilgel’in hem cebini hem de evini aramama rağmen telefonlarımıza çıkmadı, anlattıklarımızı kimse yalanlamasın, yalanlama geldiği zaman İletişim Daire Başkanlığı’ndan o güne ait telefon kayıtlarını isteyeceğiz.”

 

Balyoz hükümlüsü deniz subayının kardeşi, bu telefon konuşmalarını Hükümet ile Genelkurmay arasında bir anlaşma şeklinde yorumlamıştı. Bu yoruma göre, YAŞ öncesinde Hükümet ile Genelkurmay arasında “komutanların emekli edilmesi karşılığında Balyoz’da tahliyeler olacak” anlaşması yapılmıştı. Fakat ya Hükümet bu anlaşmaya uymamış ya da cemaatin baskısıyla bu anlaşmadaki sözünü tutmamıştı.

 

Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk: Yargı kullanılarak ORDU yıpratılmaktadır.

 

Hikmet Sami Türk, Balyoz davasında verilen kararlar için: “Her şeyden önce savunmanın adil yargılama ilkesinden tam olarak yararlandığını sanmıyorum. Ayrıca mahkemenin esasına neden olan birtakım belgelerin sonradan hazırlanmış düzmece belgeler olduğu izlenimi var. Olay hakkında bilgi verebilecek bütün tanıklar, olay tarihindeki Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı dinlenmemiştir. Bütün bunlar yargılamanın doğru yapılmadığının, adil olmadığının göstergeleridir” ifadelerini kullanmıştır.

 

Süreç Orduyu komutansız bırakır

 

H. Sami Türk, “AKP iktidarı sürecinde yargı kullanılarak Türk ordusu yıpratılmıştır. Çevremizde bunca olay yaşanırken, sıcak çatışmalar varken, komşularımızda kan gövdeyi götürürken, çatışmaların Türkiye’ye de sıçrama tehlikesi bulunurken Türk Ordusunun yıpratılması kime yarar bilemiyorum. Bu süreç orduyu yüksek kademelerde komutansız bırakacak bir süreçtir ve tehlikelidir. Türkiye’nin geleceği açısından risktir”.“Bu davadaki temel sorun, ‘hükümet darbesi’ olduğu iddia edilen olayın bir harp oyunu senaryosu mu, yoksa gerçek bir darbe teşebbüsü mü olduğunun aydınlığa kavuşturulmasıdır. Olay tarihinde yürürlükte olan yasaya göre “teşebbüsten söz edebilmek için bir cürümün özel araçlarla icrasına başlanıp, ihtiyarında olmayan sebeplerle cürümün gerektirdiği fiillerin gerçekleşmemesi” gerekir. Yeni Ceza Kanunu “suçun elverişli hareketlerle icraya başlanıp, elde olmayan nedenlerle tamamlanmaması teşebbüs olarak nitelendirilmektedir.” Şimdi hangi vasıtalarla darbe girişimi sahneye konmuştu, bunun kanıtlanması gerekir. Asker kışladan mı çıkmıştır? Yaratılacak olaylarla sıkıyönetimin ilan edilmesi amaçlandığı iddiası var. Oysa sıkıyönetim ilanı TBMM’nin onayına sunulmak kaydıyla Bakanlar Kurulu yetkisindedir. Demek ki burada Anayasaya uymayan bir iddia söz konusudur” sözleriyle endişelerini paylaşmıştı.[2]

 

——————————————————————————–

[1] Aydınlık Gazete, 26-10-2012

[2] Aydınlık, sf.9, 26-09-2012

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi