Anasayfa » FETULLAH GÜLEN; ERBAKAN HOCA VE AHMET AKGÜL DIŞINDA HERKESİ KANDIRMIŞTI!__

FETULLAH GÜLEN; ERBAKAN HOCA VE AHMET AKGÜL DIŞINDA HERKESİ KANDIRMIŞTI!__

Yazar: yonetici
0 Yorum 106 Görüntüleyen


FETULLAH GÜLEN; ERBAKAN HOCA VE AHMET AKGÜL DIŞINDA HERKESİ KANDIRMIŞTI!


Fetullah kimleri kandırdı?

“Öyle sinsiler, öyle yalancılar, öyle desiseciler ki… Kandırmadıkları kimse kalmadı. Turgut Özal’ı kandırdılar, yanı başına sokulacak kadar. Süleyman Demirel’i kandırdılar, kendisinden referans mektubu alacak kadar. Alparslan Türkeş’i kandırdılar, milliyetçilik taslayarak… Tansu Çiller’i kandırdılar, bankalarını ona açtırdılar. Bülent Ecevit’i kandırdılar, her daim kendilerine sahip çıkmasını sağladılar. Gerçi Erbakan Hocamızı kandıramadılar ama Bülent Arınç’ı öyle bir kandırdılar ki ‘ahmak’ yaptılar.

‘Alnı secdeli’ diye Tayyip Erdoğan da kandı bunlara. Sadece Erdoğan mı? Cemaat / hükümet ittifakı zamanında… Bunlara kanmak için saatlerce kuyrukta bekleyen nice AKP’liyi getirin gözünüzün önüne… Hepsini geçtim… Sadece kıytırık bir ameliyat geçirdi diye kimler kimler Fetullah’a geçmiş olsun dedi, unuttuk mu? Fetullah’ın verdiği iki tam sayfalık teşekkür ilanına açıp bakın ve görün Türkiye’nin tüm anlı şanlı siyasilerini, yöneticilerini, elitlerini, burjuvalarını, gazetecilerini. Bu toplumda az buçuk sivrilip de bunların okullarına gitmeyen mi kaldı Allah aşkına? Yahu siz ne konuşuyorsunuz, bunların “Türkçe Olimpiyatları” neredeyse resmi bayram oluyordu be!” diyen ve doğruları dile getiren Ahmet Hakan’a bir hatırlatmada bulunmamız lazımdı:

Tam 1977’den beri yani 40 yıldır, Fetullah Gülen’in kirli irtibatlarını, derin tahribatlarını ve münafıklık vartalarını açıkça ve cesurca yazıp konuşan ve bu yüzden “Ergenekonun Dinci Kanadı” diye suçlayıp Milli Çözüm Ekibiyle tutuklanan, ve bu mert ve net tavrı nedeniyle sizin tarafınızdan bile –hiç utanmadan- horlanmaya çalışılan yiğit ve mü’min bir bilge kişi vardı… İçeri alındıktan ve iftiraya uğrayıp hakkında linç kampanyası başlatıldıktan sonra bile FETOŞ gerçeğini ve bu sinsi tehdit altında Türkiye’nin yakın geleceğini yüksek bir iman feraseti ve cesaretiyle yazıp konuşmaktan sakınmayan ve 10 yıl kadar önce tam 825 sayfalık “Küresel Fesatçılık ve Fetullahçılık” kitabını çıkaran, daha önce de“Cumhuriyet Türkiye’sinde Nifak Haraketleri” kitabını hazırlayan (Togan Yay. İST.) AHMET AKGÜL Hocamızı, niye FET֒cülerin kandıramadıklarının, haklı ve hayırlı yolundan caydıramadıklarının başına yazmaz ve bari şimdi olsun bu Zatı hayırla ve hürmetle anmazdınız? Çünkü Fetullah’ınızla, iktidarınızla ve güya sizin gibi sözde doğrucu, özde kukla ve kiralık yazar yorumcu takımıyla hepiniz aynı ayarda, aynı amaçta ve aynı odakların kucağındasınız!..

Ve aslında Fetullah’ın da kapılandığı Siyonist ve masonik odaklara kanıp, sizin gibi Erbakan’ın yuvasında palazlanıp davasına hıyanet ederek kaytaranlar FET֒cülere katılanlardan daha bayağı ve aşağı bir tabakadır!.. Ama yine de bir tebrik ve teşekkürü hak etmiş bulunmaktasın; Türkiye’nin demokrasi tarihinde, masonik mahfillere ve dış Siyonist merkezlere ve onların FETÖ gibi hıyanet şebekelerine aldanmayan, aldırmayan, haklı ve hayırlı yolundan asla ayrılmayan tek kutlu şahsın, Muhterem ve mümtaz Erbakan Hocamız olduğunu yazıp hatırlattın…

Ayrıca bu fesatçı ve fırsatçı FETÖ yapılanmasına ve başındaki BEL’AM kılıklı Hoca bozuntusuna aldanan, bunların ve arkalarındaki odakların katında, izzet ve ikbal arayan sağcısından solcusuna eski Cumhurbaşkanı ve Başbakanların, yeni dindar kahramanların nasıl yüksek(!) bir zekâvet ve basiretle, nasıl örnek(!) bir fazilet ve ferasetle, nasıl gerçek(!) bir devlet ciddiyetine ve cesaretine sahip bulunduklarını hatırlattığın ve zaman zaman demokrasi kahramanları(!) diye överek kendini de aynı potaya kattığın için, ama sadece ve yalnız Aziz ERBAKAN Hocamızı ayırdığın ve mecburen kayırdığın için. Aferin Ahmet Hakan!..

Hatta Aziz Erbakan’ın siyasi mirasına konan (veya konuşlandırılan) Genel Başkanların bile geçen seçimlerde FETOŞ’a yaranmak ve yüce himmetinden yararlanmak için nasıl çırpındığını da unutmadık… Kalbini Cenab-ı Hakk’a değil, fani ve fena güç odaklarına ve BEL’AM takımına bağlayan zavallıların nasıl zırvaladıklarına şahitlik yaptık.

“(Dindar geçinmelerine ve dini istismar etmelerine rağmen, Kur’an nizamı karşıtı ve Hakk Dava kaçkını) Münafıkları öylesine acı ve alçaltıcı bir azapla müjdele (uyarıp haber ver) ki onlar için gerçekten acıklı bir azap (ve akıbet) vardır. Ki onlar mü’minleri (İslam kardeşliği cephesini) bırakıp, kâfirlerin (ve zalimlerin) velayetini-himayesini (haksızlık ve ahlaksızlık temelli Haçlı birlikteliğini) hedef ittihaz ediniyorlar. (Bu münafıklar) İzzeti (şeref huzur ve hürriyeti) onların (batıl ve barbar odakların) yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet (kuvvet haysiyet) kesinlikle Allah’ındır (ve İslam’dadır).” (Nisa: 138 ve 139) ayetlerinin bildirdiği “Gavur sığınmacılığına ve nifak hastalığına kapılmayan; İslam davasından ve insanlığın kurtuluş sevdasından ve Adil Düzen programlarından hiç caymayan, kaymayan ve kaytarmayan Aziz ERBAKAN’a ve Onun gerçek takipçisi ve talebesi Ahmet AKGÜL Hocamıza selam olsun!

Putin bile 10 yıl önce farkına varıp “Bunlar eğitim kurumları değil, CIA ve MOSSAD’ın karargâhlarıdır” diyerek bütün okullarını kapattığı Fetullahçıların nasıl bir fesat ve tahribat şebekesi olduğunu bizim dindar kahramanlar ancak yeni yeni fark etmeye başlamıştı.

Bu darbe girişimi üzerine; 1043 okul kapatılmış. 109 yurt kapatılmış. 15 üniversite kapatılmış. 1577 dekan açığa alınmış. 22 bin öğretmen açığa alınmıştı. İyi de lütfen hatırlayınız, üniversite sınavında fetöcülerin cevap şıklarına alenen “şifre” yerleştirdikleri ortaya çıkmıştı. “Mod medyan” tabir edilen algoritma modelini biliyorsanız, soruyu okumasanız bile doğru cevabı bulmak kolaydı. AKP'nin ÖSYM Başkanı utanmadan inkâra kalkışmış “şifre filan yok” diye yırtınmıştı. Dönemin AKP’li Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “ÖSYM Başkanından aldığım bilgiler beni tatmin etti” buyurmuşlardı. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, “sayın cumhurbaşkanının tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuş sayılırız” deyip çıkmıştı. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, “şifre iddiasında bulunanlar mahcup olacaklar, ÖSYM Başkanının açıklamaları tatmin edici kanıttır” beyanında bulunmuşlardı. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, “Ben de tatmin oldum. Şifre iddiaları yalandır” açıklamasını yapmıştı. En son Sn. Recep T. Erdoğan konuşmuş ve: “ÖSYM Başkanının açıklamalarından tatmin oldum” buyurmuşlar ve şifre var diyenleri “provokasyon yapıyorlar” diye suçlamışlardı. Eh Cumhurbaşkanından başbakana, AKP komple tatmin olunca, sayın ahalimiz de tatmin olmuşlardı ve hadisenin üstü kapatılmıştı. Ama bir müddet sonra ÖSYM Başkanı gene utanmamış gayet pişkin şekilde “şifre var ama sehven konulmuş” itirafını yapmış ve tabi önceki bütün beyanatları da böylece yalanlamışlardı. Halbuki… KPSS sorularının çalındığını, polis akademisi sınav sorularının çalındığını, harp okulları sınav sorularının çalındığını, astsubay okulları sınav sorularının çalındığını, Anadolu lisesi sınav sorularının çalındığını, tıpta uzmanlık sınav sorularının çalındığını, yabancı uyruklu öğrenci sınav sorularının çalındığını, akademik personel sınav sorularının çalındığını, kaymakamlık sınav sorularının çalındığını, hakim-savcı adaylığı sınav sorularının çalındığını, diyanet işleri müezzinlik sınav sorularının bile çalındığını duymayan, bilmeyen kalmamıştı.[1] Bu sınav sorularını cemaatin çaldığını, üniversite sınavına şifreyi cemaatin ayarladığını, cemaat dershanelerine giden öğrencilere “mod medyan” çözme tekniklerinin anlatıldığını sağır sultan bile duymuştu ama bizim sultan nedense haberdar olmamıştı ve olayın üzerine ciddiyet ve cesaretle varılmamıştı. İşte bugün Ordudan ve diğer kurumlardan atılanlar, bu çalıntı soru ve cevaplarla imtihanları kazanmış, girdikleri okulları –özel imtiyaz ve imkanlarla- tamamlamış ve kahraman AKP iktidarınca bu memuriyet ve makamlara atanmışlardı.. Yani bu alçak darbe girişiminden ve acı neticelerinden hiç mi suçları ve sorumlulukları bulunmamaktaydı? Ve bu kafalarla ülkemiz nereye varacaktı.

Yaklaşık 100 bin memur atılmıştı!

İçişleri Bakanı Efkan ALA’nın verdiği bilgiye göre şu güne kadar, 76,100 devlet memurun görevden atıldı. Darbeye karıştığından kuşku duyulan 35,000 kişi gözaltına alındı; bunlardan 17,740’ı tutuklandı, 5,685 kişi hala gözaltında, hakim önüne çıkarılmayı bekliyordu. Bu kadar kısa süre içerisinde bu denli çok sayıda kişinin tutuklandığı bir dönem daha önce yaşanmadı. Şu ana kadar devlet memurlarının yaklaşık %5’i, yani 20’de 1’i tasfiye olmuştu!

YÖK'te büyük FETÖ depremi! 5 bin 342 kişi görevden alındı!

FETÖ soruşturması kapsamında üniversitelerden 5 bin 342 personelin görevden alındığı açıklanmıştı. Yükseköğretim Kurulu (YÖK), üniversitelerde FETÖ/PDY terör örgütüne yönelik yapılan işlemler kapsamında, toplamda 6 bin 792 akademik ve idari personel hakkında işlem başlatıldığını, bunlardan 5 bin 342 personel hakkında ise görevden uzaklaştırma kararı alındığını vurgulamıştı.

“CIA darbe girişiminden haberdardı” itirafı!

ABD Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA Başkanı John Brennan, 15 Temmuz darbe girişimi ile ilgili açıklamalarda bulunmuş: ‘Erdoğan karşıtlığından haberdardık’ diyerek, “Darbe girişimi sonrası Türkiye’de gerilmeler yaşanacak” ifadesini kullanmıştı. Yani açıkça kışkırtıcılık yapmıştı! İstihbarat ve Ulusal Güvenlik İttifakı toplantısına katılan John Brennan,“Son birkaç yıldır Türkiye’de siyaset sahnesinde önemli şeyler yaşanıyor. Erdoğan gün geçtikçe gücünü konsolide ediyor ve otoriterleşiyor. Darbe girişimi sonrası Türkiye’de gerilmeler yaşanacak” ifadesini kullanmıştı. ‘Türkiye’deki darbede CIA’nin rolü’ ile ilgili bir soruya ise kaçamak cevap veren Brennan: “Erdoğan karşıtlığından haberdardık” karşılığını verip atlatmıştı. Ayrıca ABD Dışişleri Bakanlığı, terörist başı Fetullah Gülen’in iade talebi süreci ile ilgili olarak Ankara’ya yardım(!) tekliflerini açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby, bir Türk heyetini ABD’de ağırlamak teklifi dışında, sürece yardım için Ankara’ya da bir ekip gönderilmesini önerdiklerini vurgulamıştı. Kirby, iadesi istenen Gülen’le ilgili delilleri toplamanın ABD’nin sorumluluğu olmadığını da hatırlatıp küstahlaşmıştı.

“21 Temmuz tarihli bir gazetemizde yer alan habere göre… “Başarısız darbe girişimini John Brennan yönetti” üst başlığı altında, “ABD’siz darbe olmaz!” deniyordu. Gazetenin bu başlıkları neye dayanarak attığı  ise spotlardan anlaşılıyordu:

“Eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın  yaveri Lawrence Wilkerson, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) başarısız darbe girişimini kısmen dahi olsa CIA Başkanı John Brennan’ın yönettiğini savundu. Eş-Şark Forumu Başkanı Vaddah Hanferz de ‘ABD’lilere danışılmadan ya da onlara bilgi verilmeden bir darbeye kalkışmanın mümkün olmadığının’ altını çizdi.” Bu haberin hemen altında ise, “Rus jetini FET֒ye bağlı pilotlar düşürdü” başlıklı haber yer alıyordu. Olayları açıklığa kavuşturmakta yardımcı olacağını düşündüğüm iki haber başlığı daha aktarmak istiyorum. İlki 21 Temmuz’da yayınlandı ve “Darbe girişimine PKK desteği” başlığını taşıyordu. İkinci ise dün bir gazetemizin manşetinde yer alıyordu: “15 Temmuz darbesinin patronları terör örgütüne ‘Darbe sırasında saldırma’ talimatı vermiş’ başlığı altında manşet, ”PKK’ya sus payı Öcalan” şeklinde veriliyordu. Bu manşetin hemen altında ikinci manşet, “Darbenin komuta merkezi İNCİRLİK” başlığını taşıyordu. Ancak tüm bu haberlerden sonra ABD darbenin neresindeydi diye düşünmenin anlamı kalıyor muydu?” diyen Abdülkadir Özkan Bey’in haklı ve ufuk açıcı sorularına şunu da eklemek gerekiyordu:

FETÖ ile irtibatlı, bu hıyanet ve cinayet şebekesine bulaşmış asker-sivil her kesimden ve herkes -haklı olarak- teröre yandaşlık ve yataklık suçuyla yakalanıp içeri atılırken; açıkça ve küstahça yıllardır PKK’nın fikren ve fiilen taraftarlığını, hatta alenen hizmetkârlığını yapan şu siyasi PKK olan BDP’lilerin hala gururla ortalıkta dolaşmalarına ve Mecliste nutuk atmalarına neden ve hangi bahaneyle göz yumulmaktaydı? Yoksa hain ve terörist sayılmak için Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Ülkesine başkaldırmak ve parçalamaya çalışmak yetmez, ille Recep T. Erdoğan’ın kendisine ve hedeflerine karşı olmak mı gerekiyordu?

Bir zamanlar, defalarca; Fetullah Gülen’in gayretlerinin “CİHAD” sayıldığını ve çok hayırlı ve başarılı hizmetlere öncülük yaptığını yazan ve bize karşı Fetullah’ı savunan Muhterem Süleyman Karagülle de inşallah artık hakikatin farkına varmıştır. Değerli Reşat Nuri Erol’un:

“Elbette ve öncelikle daha yolun en başında “MİLLÎ GÖRÜŞ” gömleğini çıkaranlara ve “ADİL DÜZEN” ceketini hiç üzerlerine takınmayanlara ve sahip çıkmayanlara, bu “musibetin” en büyük “nasihat” olmasını diliyorum… Sonra… Bütün milletime, bütün İslâm âlemine, bütün beşeriyete, apaçık TEBLİĞ görevimiz gereği, dünya çapındaki “SOSYAL TUFAN” sorununun tek çare ve çözümünün “KUR’AN DÜZENİ” olduğunu, bilmem kaç bininci “nasihatimiz” olarak bir kere daha hatırlatıyorum… Elli yıldır söylenenler, yazılanlar, yapılanlar ve yazılı metin olarak elli bin sayfaya yaklaşan çalışmalarımız; sadece günümüzde yaşayanlara değil, GELECEKTEKİ nice nesillere de “KAYNAK” teşkil edecek YOL HARİTASI konumundadır… ERBAKAN Hocamız; “GÜMÜŞ MOTOR” çalışması (1950’ler), “İLİM VE İSLÂM” konferansları (1960’lar), “MİLLÎ GÖRÜŞ VE ADİL DÜZEN” mihveriyle ve son nefesine kadar söyleyip yaptıklarıyla (yani ömrü boyunca), bu çağda malıyla ve canıyla cihat eden bir müminin nasıl olması gerektiğini, canlı bir örnek olarak her yönüyle gösterdi ve gitti… “15 TEMMUZ MUSİBETİ” vesilesiyle; söyledikleri, yazdıkları, yaptıkları ve yaşadıkları ile “ERBAKAN KÜLLİYATI” diyebileceğimiz bu birikime yönelmemiz gerektiğini, bir kere daha HATIRLATIYORUM… Nereden başlayalım diye soranlara derim ki: Erbakan Hocamızın “YENİ BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN” kitabından başlanabilir; çünkü bu yazının başında hatırlattığım “ADİL DÜZEN” merkezli teşhis ve tedaviler orada bulunmaktadır” uyarıları tarihi önem taşımaktadır.

FET֒cü Danıştay Hâkiminin Çarpıcı Paralel Yapı İtirafları!

Darbe girişimine ilişkin soruşturma kapsamında gözaltına alınıp savcılık sorgusunun ardından adli kontrol kararıyla serbest bırakılan Danıştay Tetkik Hakimi Ebubekir Başel, yargı içindeki örgütlenmeye ilişkin önemli itiraflarda bulunmuşlardı.

O dönem evlere gitmek ayrıcalıktı!

Başel, savcılığa verdiği ifadede, Fetullah Gülen cemaatine mensup insanlarla Sivas Selçuk Anadolu Lisesinde tanıştığını, babasının mezar işçiliği yaptığını, ailesinin maddi durumunun iyi olmadığı için Sivas'ta pansiyonda kaldığını anlatmıştı. Bu pansiyonun devlete ait ve parasız olduğunu dile getiren Başel, bu dönemde ışık evlerine gidip gelmeye başladığını belirterek, “Bu evlerde bizi askeri okullara hazırlıyorlar ve yönlendiriyorlardı. Bu evlerde abi diye hitap ettiğimiz kişiler bulunmaktaydı. Bunlar bizden yaşça büyük üniversite öğrencileri olmaktaydı. Bu evlere ders çalışmaya gidiyor, bazen de kalıyorduk. O dönem bu evlere gitmekbir ayrıcalıktı. Çok hoşumuza gidiyordu” şeklinde itiraflarda bulunmuşlardı.

Söz konusu evlerde Fetullah Gülen'in kitaplarını okuduklarını ve bazı kasetlerini dinlediklerini aktaran Başel, şöyle devam etti: “Ben askeri lise sınavlarına girmedim. Çünkü benim Akdeniz Ateşi hastalığım o dönemde de vardı. Atak geçirdiğim için o sınavlara girememiştim. Anadolu lisesine devam ettim ve 2001'de mezun oldum. 2001'de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinikazandım. Ailemin maddi durumu kötü olduğu için Etimesgut'ta Yunus Emre isimli pansiyonda kalmaya başladım. Bu pansiyon Fetullah Gülen cemaatine yakın kişilerin kurduğu ve devam ettiği bir pansiyondur. Ben üniversite sınavlarına hazırlandığım zaman dershane olarak Sivas'ta bulunan Selçuk Fen Dershanesine devam ettim. Bu dershane de Fetullah Gülen cemaatine yakın bir dershaneydi. Bu dershaneyi burslu olarak kazanmıştım. Ankara Hukuk Fakültesinikazanınca dershane öğretmenleri beni o dönem yeni açılan kendilerine yakın Ankara Etimesgut'ta bulunan Yunus Emre pansiyonuna yollamıştı. Daha doğrusu dershane öğretmenimiz beni önce Ankara Beşevler'de bulunan Saitbey yurduna aktardı. Bu yurdun cemaatin toplama ve dağıtım yurdu olduğunu anladım. Saitbey yurdunda görevlilerin maddi durumlarını sorduğunu, kendisinin ayda 70 lira ödeyebilecek durumda olduğunu söylediğini, yurttaki görevlilerin de bunun üzerine kendisini Etimesgut'taki Yunus Emre Pansiyonuna gönderdiğini anlatan Başel, bunun dışında Abidinpaşa'da bulunan Toprak Kale Yurdu ve ışık evlerini bildiğini anlatmıştı.

İlk yıl yurttaki oda arkadaşları arasında değişik siyasi görüşlerden kişilerin bulunduğunu aktaran Başel, “Burası toplanma yeri gibi bir yer konumundaydı. Buradaki insanları bir yıl sonra durumlarını değerlendirip evlere gönderiyorlardı. Bu yurtta sadece birinci sınıf öğrencileri kalmaktaydı. Bir yıl sonra bu yurtlarda kalmanız imkânsızdı.

Yurtta kaldığı bir yıl boyunca Ramazan ve kandil gibi özel günlerde ışık evlerinedavet edildiklerini belirten Ebubekir Başel, bu evlerde Fetullah Gülen ve Sait Nursi'nin anlatıldığını belirterek, “Bizim yurttan o dönem Gazi Üniversitesi Coğrafya Öğretmenliği okuyan ismini Murat olarak bildiğim bir kişi sorumluydu. Murat abi bizi Sincan'da bir eve götürüyordu. Gerek kendisi gerekse bu evde kalan abi olarak nitelendirdiğimiz kişiler bize bu dersleri veriyorlardı” ifadelerini kullanmıştı. Abi olarak bilinen kişilerden bir kısmının gerçek ismini kullanmadığını, sohbetler sırasında kendilerini başka isimlerle tanıttıklarını aktaran Hakim Başel; “Abi diye bilinen ve tanıdığım kişileri daha sonra yargı teşkilatında gördüm. O dönem ismini Durmuş olarak duyduğum ve ilk yıl kalmış olduğum pansiyonda kantini işleten şahsın kardeşi olan kişinin daha sonra hâkimliğe geçtiğini öğrendim. Gerçek adının Doğan olduğunu öğrendiğim bu kişiyle Ankara Vergi Mahkemesinde hâkim olduğum dönemde karşılaştık. Kendisinin adli yargı adayı olduğunu ve eşinin de Fatih Üniversitesinde hemşire olduğunu söylemişti”beyanında bulunmuşlardı.

Bizimle ilgili kararları bölge imamları veriyordu!

Birinci sınıfın sonu olan 2002 yılında ışık evlerine geçtim. Bu ev Sincan'da Lale durağına yakın bir yerdeydi. Apartman dairesinde yaklaşık 6-7 kişi kalıyorduk. Ev imamı diye nitelendirdiğimiz kişiler bizden iaşe bedeli diye para alıyorlardı. İmam diye söylediğimiz ve abi diye hitap ettiğimiz kişi bizimle aynı evde kalıyordu. Bizden bir, iki yaş büyük üniversite öğrencisiydi. Sincan'daki ışık evlerinde genellikle Gazi Üniversitesi Teknik Eğitim ve Eğitim Fakültelerinde okuyanlar kalıyordu. Bu abi bizi sabah namazına kaldırmadan tutun evin tüm idaresini yapıyordu. Bu evde kimlerin kalacağına bölge imamları karar veriyordu. Sincan'daki bu imamın ismini M.K. olarak biliyorum. Kendisi Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okuyordu. Daha sonra duydum ki bu kişi Avusturya'daki cemaat grubuna dâhil olmuş. Yurtta kaldığımız dönemde bu abiler ve bölge imamı bizim hangi evde kalacağımıza karar vermişti. Benim de belirttiğim evde kalacağımı söylediler. Daha sonra yurttan eşyalarımızı alıp bu eve geldik. Bu evin abisi Gazi Teknik ikinci sınıfta okuyan Mustafa olarak bildiğim bir kişiydi.”

“Çetele tutuluyordu, herkese ayrı puan veriliyordu!”

Söz konusu evlerde kendilerine eğitimler verildiğini aktaran Başel, Fetullah Gülen ve Sait Nursi'nin kitaplarını okuduklarını, bunlara ilişkin CD'leri dinlediklerini, oruç tuttuklarını ve bu etkinliklere ilişkin çetele olarak tabir edilen notların tutulduğunu anlatmıştı. Başel, “Bu çetelenin amacı, çetelenin yüksek olması halinde size farklı ve üst görevler veriliyordu. Ben bu evde kaldığım sürede evlere gelen askeri liselere hazırlandığını anladığım lise öğrencilerine matematik dersi veriyordum. Benim görevim buydu” dedi. Ankara Üniversitesinde okurken okul abisini tanımadığını, bunun Sincan'da kalmasından kaynaklandığını ifade eden Başel, şu itirafları yapmıştı.

“Ancak hukuk fakültesine yakın ışık evlerinde kalan arkadaşların abi diye hitap ettiği kişiler olduğunu biliyordum. Benim zamanımdaki kişinin ismini Nadir olarak duymuştum. Bu kişinin de daha sonra hakim olduğunu biliyorum. Ancak ben kendisini bir defa görmüştüm, bir daha görmedim. Bu abiyle benim irtibatım yoktu. Bu abiye bağlı olan arkadaşlarımın isminin halen Adli Yargı Hâkimi olan A.P., C.A. ve Başbakanlıkta çalışan M.Ö. olduğunu biliyorum. Bu kişilerle Ankara Hukuk Fakültesinde aynı sınıfta okuyorduk, kendileriyle arkadaştık. A.P. ile samimi bir arkadaşlığım vardı. Bu üçünün de ışık evlerinde kaldığını biliyordum. A.P., beni fakülteler kısmındaki cemaatin toplantısına bir defa davet etmişti. Ben bu davete gittim. Bu toplantıda cemaate nasıl adam kazandıracağız şeklinde sohbet oldu. Bunun dışında hukuk fakültesinde okuduğum arkadaşlarla sohbet toplantısına gitmiş değilim. Ben sohbetleri Sincan'daki arkadaşlarla yapıyordum.”

Programlar ağırdı.

Evde kaldığımız süre içinde bölge imamı ev imamına bazı notlar gönderiyordu. Bu notlardaki hususları tartışıyorduk. Gündemdeki olayların tartışılması bu notlar arasında yer alıyordu. Altı ayın sonunda cemaatle ilgisi olmadığını bildiğim ortaokul arkadaşım M.K. ve N.A. ile Demetevler'de bir ev tuttuk. N.A, okuyucu grubuna ait bir evde kalıyordu, oradan gelmişti. Bu evlerden ayrılmamın nedeni programların ağırlığından kaynaklanıyordu. Örneğin sabah namazına kalktığımız zaman bir daha uyumayacaksınız, tesbihatlara katılacaksınız gibi durumlar bize zor geliyordu. Benim manevi yönüm bu kadar güçlü olmadığı için bu programlar beni bıktırıyordu. Bu arkadaşlarla yaklaşık 1 yıl kaldık. Tartışınca bu evi dağıttık. Önce Sivas'a ailemin yanına gittim. Kalacak yerim olmadığı için yurttan daha önce tanıdığım Gazi Üniversitesi öğrencisi Lokman'a durumu anlattım. O da benim tekrar Yunus Emre Pansiyonuna yerleşmemi sağladı. Dördüncü sınıfta da aynı yerde kaldım.”

İlk maaşımızı onlara veriyorduk.

Bu yurtta kaldığı süre içinde “abi”, imam veya bölge imamı veya O3 imamı olarak görevlendirilmediğini, sadece özel günlerde etkinliklere katıldığını aktaran Başel, O3 imamının ne olduğunun sorulması üzerine, bu kişilerin ortaokul öğrencilerini askeri okullara hazırlayanlar olduğunu hatırlatmıştı. Hukuk fakültesini 2005'te bitirdiğini anlatan Başel, “Bu yurtlarda ve evlerde kalan son sınıf öğrencileriyle mülakat yapılırdı. Bu mülakatı yapan şahıs, öğrenciyle konuşur ve bu konuşma sonucu hizmet içinde görevine devam edip etmeyeceği, yurt dışına hicret edip etmeyeceği ya da kamuda çalışıp çalışmayacağı konusunda karar verilirdi. Hizmet içinde görev yapmak isteyenler bölge imamlığına veya başka görevlere getirilirdi. Bu kişilerin hizmetten öğretmen maaşı aldığını bilirim. Ancak maaşları kimin verdiğini bilmiyorum” Kendisiyle mülakat yapmaya tanımadığı ve ismini bilmediği bir kişinin geldiğini anlatan Başel,“Mülakatta kendisine savcı olmak istediğimi ve çalışma evlerinde kalmak istediğimi belirttim” diye aktarmıştı.

Halen AKP’li bakanın yanında olduğunu biliyorum.

Başel, şöyle devam etmişti: “Bunun üzerine murakıp olarak nitelendirdiğimiz bir kişi geldi ve beni Keçiören Evcil Hayvanlar Parkında bulunan bir daireye götürdü. Gittiğimiz ev dayalı döşeliydi. Bu murakıbın ismi R.K. idi. R.K, bizden önce hakim adayı olarak sınavı kazanan bir kişiydi. Halen İdari Yargıda hakim olduğunu biliyorum. Bu evde benim dışımda hakimlik sınavına çalışan halen adli yargıda hakim olan H.D., Y.Ö., M.K., M.E.T., ile daha sonra hakimlikten istifa eden ve avukatlık yapan Ö.Ö. vardı. Ö.Ö'nün bir AKP milletvekilinin damadı olduğunu, halen AKP'de bir bakanın yanında olduğunu biliyorum. Şu anda cemaatle ilgisi var mı bilmiyorum, o dönem cemaat mensubuydu. Bizim başımızda kimse yoktu. Sabah namazında kalkıyor, gece 12'ye kadar ders çalışıyorduk. Günde en az 10 saat ders çalışmak mecburiydi. 10 saatten az çalışırsak evden atmayla tehdit ediyorlardı. Bu çalışmayı R.K, takip ediyordu. Haftada bir gün gelir, bizim günlük ders programımıza ve çalışma saatlerini kaydettiğimiz deftere bakardı. R.K, o evde kaldığımız süre içinde bize aylık bir para veriyordu. Bu paranın halen hâkim ve savcı olan kişilerden toplanarak getirildiğini biliyordum. Ev kirası ve elektrik, su gibi giderlerin parasını kimin ödediğini bilmiyorum. Bu evin hizmete ait olduğunu biliyorum. Ben de hâkimlik stajını kazandıktan sonra ilk maaşımı bu amaçla abi olarak bildiğim İ.A'ya verdim. İ.A, halen idari yargı hâkimidir ve dönem arkadaşım olduğu gibi dönem abisidir.İ.A, bana ilk maaşın Fetullah Gülen'e verileceğini ve onun belirleyeceği yere sarf edileceğini söyledi. Diğer kamu kurumlarında çalışanlar için de kuralın bu olduğunu biliyorum. İ.A., parayı elden aldı. Bu paranın bin 175 lira olduğunu hatırlıyorum. Çünkü ilk maaşım buydu ve tümünü verdim. Ben hiçbir zaman abi ve imam olmadığım için bu şekilde para toplamadım ancak abiye iletmek üzere stajyer arkadaşların verdiği parayı alıp abiye teslim etmiş olabilirim.”

Lütfen söyleyin bu kadar alenen ve yaygın şekilde FETÖ çetesi eğitilip örgütlenirken, bütün bunların farkında bile olmayacak kadar GAFİL, veya bile bile göz yumacak kadar SEFİL olan iktidarın ve sorumluların şimdi kalkıp kahramanlık taslaması ne denli tutarlı ve inandırıcı sayılırdı?

Biz Milli Çözüm Dergisi olarak 1 Ekim 2004'te FETÖ yapılanmasının tehlikelerine karşı ilgilileri uyarmış ve “Dini ve Milli Hareketlerdeki Kripto (Gizli) Yahudiler” yazısının Irak’ta kurulan Kesnizani Tarikatı ile ilgili şunları anlatmıştık:

Bizdeki masonlar gibi teşkilatlanan bu tarikat, Irak'ta istihbarat servisini ve o orduyu ele geçirmiştir. Tarikatın başına Şeyh Muhammet Kesnizani geçince, hedefine ordu ve istihbarat mensuplarını, polisi ve bürokrasiyi koyuyor. Buralardan yoğun bir şekilde mürit kazanmaya başlıyor. Öyle ki Irak Genelkurmay Başkanı Mareşal Ayat Fetih El Ravi, Hava Kuvvetleri Komutanı Mareşal Hamid Şaban, Umumi Askeri İstihbarat Başkanı Mareşal Vefik El Samarayi, üst düzey ordu komutanları ve birçok subayı mürit yapıyor. En ilginç olansa, Saddam'ın ilk eşi Sacide, kardeşleri Barzan ve Vatman ve oğlu Uday'da Kesnizani'lere katılıyor. Bunları mürit yapabilen bir tarikatın, saraydaki ve Saddam'ın çevresindeki daha kimleri kendisine bağladığını bir düşünün. Böyle olunca da Saddam’ın her hareketi, her düşüncesi, hatta yatış kalkış saatleri bile MOSSAD ve CIA'ya bildirilmiş. Savaş sırasında ise bu tarikatın müridi olan birçok subay ve üst düzey komutan savaşmak yerine, askerlere“Sivillerinizi giyinin ve silahlarınızı bırakıp evlerinize dönün” emri verip orduyu adeta buharlaştırmış. Amerikan ordusu Bağdat çevresinde geldiğinde bütün dünya, “Savaş yeni başlıyor, Saddam'ın efsane Cumhuriyet Muhafızları, Medine Tümenleri zor yenilir”beklentisi içindeyken, savaş birdenbire sanki sihirli bir değnek dokunmuş gibi bitti. İşte bu ani bitişin sırrı bu tarikattır.”

Fetullahçılık ve Kesnizani benzerliği:

İslam tarihinde, Müslümanların sorumluluk bilincini söndürmek ve “düşünme ve değerlendirme” yeteneğini köreltmek için yine Yahudilerin etkisiyle ortaya çıkan “LA EDRİ” (Arapça: Hiçbir şey bilmiyorum) akımının değişik bir tezahürü olan Irak'taki bu “KESNİZANİ” (Kimse bir şey bilmiyor) tarikatının, şu anda Türkiye'deki benzeri Fetullahçılık örgütlenmesidir. Bunların Siyonist merkezlerle, masonik çevrelerle ve ABD ile münasebetleri, desteklenmeleri ve ülkemizde, eğitim, emniyet, bürokrasi ve ordu içinde kümelenmeleri ve beyni yıkanmış bütün mensuplarının “Biz iç ve dış siyasetle ilgilenmeyiz. Biz sadece ibadetlerimizi ve büyüklerimizin direktiflerini yerine getiririz!” Şeklindeki yalan ve riyakâr tepkileri de, Siyonist şeytanların sinsi ve tehlikeli planlarını hatıra getirmektedir.”

Diye yazıp uyarırken “Mübarek ve Muhterem Hoca Efendi Hz.lerine iftira atıyor!” diyerek bize saldırıp mahkeme açanlar, Fetullah Gülene dört elle sahip çıkmaktaydı.

Ralph Peters (Yahudisi) Bir Kez Daha Ortaya Çıkmıştı!

Darbe girişimini “Türkiye’nin son umudu” olarak nitelendiren Emekli Yarbay Ralph Peters’ın Fox News TV kanalında sarf ettiği ve darbe girişimi sonrasında yazısında kullandığı şu ifadeler çarpıcıydı: “Türkiye’de darbe başarılı olsaydı, İslamcılar kaybedecek, biz kazanacaktık. Durum çok net. Bu darbe, Türkiye’nin İslami bir diktatörlük olmaktan kurtulması için son şansıdır. Sakın hata yapmayalım. Bu darbede rol alanlar iyi adamlar. Umutsuz ve kötü planlanmış darbe başarısızlığa uğradı. İşte şimdi karanlık geliyor!?” İşte Türkiye’de büyük bir tepkiye yol açan bu ifadelerin sahibi olan Ralph Peters’in, Fox News’in siyasi analisti olarak sunulması kasıtlı bir çarpıtmacaydı. Oysa bu kişi, ismi Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile müsemma olan bir insandı. 1863’ten bu yana yayınını devam ettiren Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde (American Armed Forces Journal) Haziran 2006’da “Kanlı Sınırlar” başlıklı makalesi yayımlanan Peters, NEO-CON’ların en önemli düşünce kuruluşlarından biri olan Washington Enterprise Enstitüsü’nde stratejist olarak çalışmaktaydı. Eski ABD Başkanı Bill Clinton’un danışmanlığını da yapan Peters, “Demokrasiyi yaymak ve terörizmin kökünü kurutmak için Ortadoğu’nun sınırlarının yeniden belirlenmesi gerekiyor” çağrısında bulunurken Türkiye’yi de kaybeden ülkeler arasında sıralayan bir Yahudi olmaktaydı. Makalesinde yer alan BOP haritası ile projeye yeni bir boyut getirmeye çalışan Peters, o haritada Türkiye’yi bölmekte, topraklarının bir kısmını Ermenistan’a, diğer bir kısmını ise “Bulgaristan’dan Japonya’ya uzanan coğrafyanın en Batı yanlısı ülkesi” olarak tanımladığı “Özgür Kürdistan”a bırakmaktaydı. İşte bu isim başarısız darbe girişimi sonrası ağıtlar yakıyor ve bu ağıtlarıyla darbenin BOP boyutunu-ilişkisini adeta ifşa etmiş bulunmaktaydı. Darbe sevici bu isim, aynı zamanda Amerika’nın demokrasi anlayışını da tüm dünyaya ilan etmiş olmaktaydı”[2] diyen Milli Gazete Yazarı Mehmet Seyfettin Erol’a küçük bir hatırlatma yapmamız lazımdı: Madem bu alçakça FETÖ darbesi BOP’un bir uzantısıydı? Öyle ise yıllarca BOP Eşbaşkanlığını yapan ve bunu tam 34 yerde iftiharla açıklayıp gururlanan Türkiye Başbakanı kim olmaktaydı? Ne o hatırlayamadınız mı?

“Takrir-i Sükûn, İstiklal Mahkemelerini hatırlatır”mış!..

“Hep ileriyi kollar ve demokrasiyi pekiştirme umutları taşırken şu halimize bakın; döndük dolaştık yine Takrir-i Sükûnu tartışıyoruz… Takrir-i Sükûn Kanunu, 1920’lerin şartlarında, isyanlar sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’ni o dönemin ‘iç tehditleri’ne karşı korumak için, 4 Mart 1925 tarihinde çıkartılmıştı ve ardından İstiklâl Mahkemeleri uygulaması gelmişti. Daha sonra ise, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapısına kilit vurulmasını getirdi o kanun… Yakın geçmişte, ne zaman bir ‘irtica’ gürültüsü kopsa, o sırada iktidarda bulunan partinin akl-ı evvellerinin gündemine hemen bir ‘âcil tedbirler paketi’ gelir… ”Onu yapalım, bunu yapalım” teklifleri basında tartışılmaya başlayınca, ben de, hemen ”Ne yani, yoksa Takrir-i Sükûn’u mu, Anayasa Nizamını Koruma’yı hortlatacaksınız” ithamını tekrarlarım. Benim çıkışlarımın en büyük destekçileri de şimdilerde AKP saflarında bulunan siyasiler olmuşlardı!” diyen Fehmi Koru acaba FETÖ şebekesine yönelik bu girişimlerden hatta çok geç kalınmış gerekli tedbirlerden niye gocunup durmaktaydı?

Değerli Mustafa Kurdaş, Milli Gazetede “Zincirin Gücü, En Zayıf Halkasının Gücü Kadardır”başlıklı enfes bir yazı yayınlamıştı:

Devlet, bir vatan toprağında toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal bakımdan örgütlenmiş milletin oluşturduğu tüzel bir varlıktır. Kural koyar, düzenler, yetkilendirir, yasaklar, sosyal hayatı tanzim eder. Devletin gölgesi bütün beşeri faaliyetlerin üzerine düşer. Doğal olarak devlet bir yapıdır, bir sistemdir ve teşkilatlanma esasında faaliyetlerini yürütür. Siyasetinden eğitimine, ekonomisinden güvenliğine, ordusundan istihbaratına, merkezi yönetiminden yerel yönetimine ve sağlığından dini hayata kadar onlarca teşkilat, belki yüzlerce, binlerce halkadan oluşan bir sistem… Böylesine devası bir sistem bütün unsurlarıyla “vatan”, “millet”, “din”, “dil” ve tabii ki “tarih” gibi mefhumların üzerine inşa edilir. Bu nedenledir ki, devletleri yok etmek isteyenler kimi zaman silaha sarılır, kimi zaman psikolojik bir takım stratejiler geliştirir, kimi zaman kültürel saldırıları etkin bir şekilde kullanır, kimi zaman iç kargaşalar çıkarır, kimi zaman istihbarat faaliyetleriyle fitne tohumları serpiştirir, kimi zaman ekonomik sömürü araçlarına başvururlar. Düşman için devletin ve milletin hem zayıf düşürülmesi hem de birbirinden koparılması elzemdir. Bir millet çaresizliklere sürüklenmeden o milletin devletini de ortadan kaldıramazsınız. Devletin yapısı “milletin devleti” ise ve millet milli-manevi değerlerine bağlı, inancı sağlam ve köklerinden besleniyorsa o devlet düşmanlarına karşı hep varlığını devam ettirir.

Millete hizmeti esas alan “Garson Devlet”

“Devlet” tanımında göz ardı edilmemesi gereken esas şudur: “Devletin milleti” değil, “milletin devleti” olur. Milli Görüş’ün yazılı belgelerinde yerini bulmuş olan Erbakan Hocamızın deyimiyle milleti merkeze alan “garson devlet” olmak mühimdir. Sadece buyuran, sadece kural koyan, sadece yasaklayan, sadece alan değil; kurallarıyla, buyurduklarıyla, verdikleriyle teşkilatlanmasıyla, bütün kurum ve kuruluşlarıyla Hakka ve millete hizmet eden devlet güçlü bir yapıya bürünür.

Ilımlı İslam ve Dinlerarası Diyalog Projeleri Tasfiye Edilmeli

Düşman bir devleti yıkmak, bir vatanı işgal etmek, bir milleti yok etmek istediğinde vatanın toprak bütünlüğüne, milletin birlik ve beraberliğine,  o milleti millet yapan dinine, diline, kültürüne ve  kökü ifade eden tarihine saldırır. Gerekirse “Ilımlı İslam”, “Dinlerarası diyalog” projeleri devreye konur. Bugün eğer 15 Temmuz’dan bahsediyoruz da, 1990’lardan beri  Türkiye’de sistematik olarak uygulamaya konan, özellikle de son 14 yıldır neredeyse kademe kademe “devlet politikası” haline dönüştürülen “Ilımlı İslam” ve “Dinlerarası Diyalog” projelerini konuşmaz, gündemimize almaz, üzerinde düşünmez ve bu küresel projeleri için “tasfiye” kararını almazsak bu darbe girişimine asıl cevabı vermiş olmayız. Milleti ve devleti korumak için, önce bu milletin “dinini” korumak gerek. Her sahada gözaltılar, operasyonlar, görevden almalar yapılırken, “Ilımlı İslam” ve “Dinlerarası Diyalog” faaliyetlerinin de önce gözaltına, sonra da askıya alınması gerekir! Ve bu yıkıcı projelerin bir daha bu milletin gündemine sokulmamak üzere “tasfiyesi”ni sağlamak da bu millete ve ümmete yapılacak en büyük iyilik olacaktır. Zira, Türkiye modelliğinde bu iki proje de diğer İslam ülkelerinde maalesef zemin bulmuştur. Ümmetin savunması için de Türkiye’nin darbe girişimcilerinin temsil ettiği bu projelerin kökünü kazıması zarurettir. Minarelerden yükselen ezanlar, sala’lar, verilen şehitler bir kez daha gösterdi ki; devlet, millet, vatan ve ümmet savunması inançla, imanla başlıyor. Öyleyse bu iki projenin yürürlükten kalkması için milletin yaptığını bu kez devlet yapmalıdır!…

Zincirin Gücü, En Zayıf Halkanın Gücü Kadardır!

Malum, bir zincirin gücü, en zayıf halkanın gücü kadardır. Zinciri oluşturan diğer bütün halkalar ne kadar güçlü olursa olsun, asıl belirleyici olan zayıf halkadır. Zira zayıf halka koptuğu an, diğer bütün güçlü halkaların ne anlamı, ne de herhangi bir fonksiyonu kalır.. Diyelim ki, zinciri oluşturan onlarca halka çok sağlam ve çok güçlü, fakat bir halka var ki zayıf düşmüş ya da düşürülmüş. Diğer onlarca halka tek tek ne kadar sağlam ve kuvvetli olura olsun, zincirin çektiği yüke dayanma gücü, zor şartları omuzlama mukavemeti sadece “en zayıf” halka kadardır. Nitekim, gerçeğin izinde yürüyerek 15 Temmuz gecesine gidecek olursak, ders çıkarmamız gereken birkaç hususu görürüz.”

İşte bu kanser urları ve kangren çıbanları gibi Devlet bünyemize yerleşen ve sonunda kahpece ve kalleşçe bir darbeye girişen FETÖ şebekesine karşı Sn. Cumhurbaşkanının ve AKP iktidarının başlattığı temizlik ve tasfiye operasyonlarının, belki de en zayıf halkası; şimdi iktidar ve Erdoğan lehine açıklamalar yapan, ama aslında Fehmi Koru ve arkasındaki odaklarla irtibatlı bulunan ve fırsat kollayan eski “Yol arkadaşları”dır“Ne yapalım, yine aldandık!” deyip dizlerine vurmamak için gayet dikkatli ve tedbirli davranmalıdır…

 


[1] Bak: Yılmaz Özdil – Vebal 24.07.2016

[2] 21 Temmuz 2016 / Milli Gazete

















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi