Anasayfa » FETULLAH GÜLEN DOSYASI :Graham Fuller kitabında şunları yazıyordu:

FETULLAH GÜLEN DOSYASI :Graham Fuller kitabında şunları yazıyordu:

Yazar: yonetici
0 Yorum 258 Görüntüleyen

 ! GÜNCELLEŞTİRİLMİŞTİR – 03 MAYIS 2010 !

Fetullah Gülen; Risale-i Nur gibi, ilmi ve imani eserleri okuyup anlamak, çevresine ve cemaatine aktarıp açıklamak üzere giriştiği gayret ve hizmetlerle tanındı ve öne çıktı. İslami ve insani özelliklerle bezenmiş, milli ve manevi değerleri benimsemiş, hayırlı ve yararlı bir gençlik yetiştirme yolunda, yurt ve dershane faaliyetlerini, kurs-burs hizmetlerini giderek yoğunlaştırdı.

1970'lerin ortalarında, Milli Görüş istikametinde hizmet gören Ak-Evler hareketinden koparılarak “AKYAZILI” Vakfı kurdurulan Fetullah Gülen, giderek Bediüzzaman'ın çizgisinden uzaklaşarak masonik merkezlere yaklaştı. Dünya'ya hükmeden ve çok gizli ve de kirli işler çeviren Siyonist mahfillerle; Pek karmaşık ve karanlık ilişkiler ağına takıldı.

Böylece, hiçbir resmi sıfat ve statüsü bulunmayan, yüksek öğrenim bile yapmayan sade ve samimi bir hoca efendinin değil, bakanların ve başkanların bile erişemediği uluslar arası bir protokol pozisyonuyla; Papayla programlara ve politikacılarla pazarlıklara başlamıştı.

İlk bakışta: Hiçbir resmi etiketi ve dini temsil yetkisi bulunmadan, şahsi gayret ve marifetiyle (hatta bazılarına göre özel velayet ve kerametiyle) bu denli yaygın bir organizeye ve saygın bir otoriteye eriştiği sanılsa… Daha doğrusu malum merkezlerce böyle sunulsa da; aslında O, “küresel çete”nin ve Siyonist sömürücü sermayenin kullandığı bir maşaydı… Kahraman rolü oynatılan bir figürandı. Ve O'nun patron değil, piyon olduğu, sonunda zan ve tahminlerle değil, resmi belgeler ve şahitlerle ortaya çıkmıştı.

İşte Amerika'daki Siyonist Yahudi stratejisti ve CIA Ortadoğu şefi ve milyonlarca masum Müslümanın gizli katili Graham E. Fuller, Fetullah Gülen'e bunun için sahip çıkıyor ve O'nu yere göğe sığdıramıyordu. İşte belgesi:

Graham Fuller kendi kitabında şunları yazıyordu:

“Bu hareket, halen Fethullah Gülen'in liderlik ettiği en geniş ve en etkili kanadın adına izafeten çoğun­lukla Gülen hareketi veya Fethullahçılar (Fethullah takipçileri) olarak bilinmektedir. Nur hareketi yetmiş yıldan fazla bir süredir sahnededir, şu anda Türkiye'deki en geniş organize dini hareket­tir, dünyada da en genişlerinden biridir. Gülen, özellikle hareke­tin enerjisinin büyük bir kısmını, niteliği itibariyle hemen hemen evrenselci ve geniş manevi öğretilere dayalı olarak, “İslam’a modernist bir bakışla yaklaşacak okulların açılması ve çalışma gruplarının kurulması” da dahil, eğitimle ilgili çabalara yönelt­mektedir. Eğitim üzerindeki bu odaklanma hareketin, bilim ve teknoloji dahil bütün alanlarda eğitim ve bilginin dinle asla çelişmeyeceği, olsa olsa Allah'ın varlığı inancına ve kainatın var ediliş amacının anlaşılmasına hizmet edeceği inancını göstermektedir. Hareket toplumda daha yüksek bir manevi bilinç düzeyi oluşturmaya, böylelikle zaman içinde daha aydınlanmış bir yönetişime önayak olmaya gayret etmektedir. Klasik Şeriat (İslam’ın muamelat ve adalet esasları), hareketin düşüncesinde merkezi bir rol oynamaz; esasen Şeriat, geniş anlamda, Allah'ın engin muradının yerine getirilebilmesi için yürünecek “yol” (Şeriatın kelime anlamı) olarak anlaşılmaktadır. Nur üyele­ri yerçekimi yasasını bile, örneğin, Şeriatın unsurlarından biri olarak tarif ederler. Hareket İslâmi metinlerde, onların literal emirleri içinde değil de orijinal uygulamaları çerçevesinde, bugünün yeni çerçeveleri ışığında yorumlanarak anlaşılmasını sağ­lamak üzere, ciddi oranda içtihat (yorum) yoluna başvurur. (Yani İslam’ı çağın şeytani şartlarına uydurur M.Ç.) Bu anlamda da hareketin görünümü son derece modernisttir. (Yani Fetullahçılar Adil Düzen, İslam Birliği gibi Siyonizm için tehlikeli düşüncelere sahip değildir.)

Fetullahçı Nur hareketi görüşlerinde rasyonalisttir ve çoğulcu bir top­lum içinde Allah'ın yarattıklarının görkemli çok yüzlü düzenini ifade eden bütün öteki dini (hatta dini olmayan) görüşlere karşı hoşgörülü olmaya büyük önem verir. Fetullahçıların Türkiye'de 236 ilk ve ortaokul, özellikle eski Sovyet bloğuna dahil ülkelerde olmak üzere dışarıda 280 okul açmış olduğu, buralarda İngilizce ve Türkçe kaliteli seküler (din dışı) eğitim verildiği bildirilmektedir. 200 dolayında dini vakıf ve 211 ticari şirket bu faaliyetleri finansal olarak desteklemektedir.

Her ne kadar Fetullahçı Nurcuların bir siyasal parti kurma niyetleri yok­sa da, hareketin liderleri anahtar meselelerde nasıl oy kullanmak gerektiği konusunda milyonları bulan takipçilerine bağlayıcı olmayan tavsiyeler iletmektedir. (Yani Siyonistler, milyonları, ağabeyleri vasıtasıyla gütmektedir. M.Ç.) Üyeleri birçok farklı geleneksel Türk siyasi partilerinde, İslamcı partilerde ancak çok hafif olmak üzere temsil edilmişlerdir. Nur hareketinin bütün apolitik niteliğine rağmen, Türkiye'nin radikal laikçileri, özellikle askeri liderler, bu hareketi, sahip olduğunu iddia ettikleri “uzun vadede dini aktivistleri devlete yerleştirmek ve sonunda devleti ele geçirmek” niyeti açısından yıkıcı ve hatta tehlikeli olarak görmek­tedir. Tam da Nurcuların savunduğu şeyden korkuyorlar -in­sanların kalplerini değiştirmek suretiyle toplumun aşağıdan yukarıya tedricen İslâmileştirilmesi! (İyi de, TSK mı ABD’nin güdümünden çıkmıştı, yoksa Fetullahçılar mı Yahudi Lobilerine kiralanmıştı? Veya Siyonist zalim Graham Fuller mi Müslümanlaşmıştı da, Türkiye’de İslam’ın gelişmesine böylesine sahip çıkmaktaydı? M.Ç.) Bunun sonucu olarak, Fetullahçı Nurcu­lar düzenli bir şekilde ordudan ve devlet kurumlarından tasfiye edilmekte, hareket ve kurumları taciz edilmekte ve mahkemeler­e gönderilmektedir”[1]diyerek Fetullahçıları açıkça savunuyordu.

Katıksız ve amansız şeriat düşmanı Bülent Ecevit'in bile Fetullah Gülen'e övgüler dizmesinin ve bazı Fetullahçıları partisinden aday gösterip Milletvekili seçtirmesinin arkasında, acaba ne gibi hedefler yatmaktaydı?

Milli Görüşten ve Erbakan gerçeğinden uykuları kaçan Bilderberg'ci Ecevit'lerin ve Graham Fuller'lerin Fetullah Gülen'i ve O'nun siyasi temsilcisi AKP'yi böylesine sahiplenmeleri acaba hangi hikmetlere dayanmaktaydı?

“Türkiye demokratikleştikçe (Fetullah Gülen'in ve AKP'nin benimsediği ve Amerika'nın desteklediği) ılımlı İslam'ın, Türklerin hayatında daha önemli bir konuma “geri dönmesi” kaçınılmazdı” diyen Graham Fuller böylece ağzındaki baklayı da, kafasındaki şeytanlığı da açığa vurmaktaydı.[2] Yani ılımlı İslam afyonuyla uyuşturulan Türk halkı Amerika’nın gönüllü hizmetkârı yapılacaktı.

CIA Neden Fethullah Gülen’i Destekliyor?

ABD’li öğretim üyesi eski FBI danışmanı Paul L. Williams 2010 nisanında Fethullah Gülen hakkında önemli bir makale kaleme aldı. Siyonizm karşıtı olarak tanınan ve yanlış politikalar yüzünden ABD’nin başına bela açtığını savunan Williams’ın makalesinin ardından Fethullah Gülen’in yaşadığı Pennsylvania’da yayın yapan sağcı gazete Pocono Record, Gülen’in kaldığı çiftliğe giderek çiftliğin görüntülerini çekip yayınladı. Görüntüler Türk basınında da yansımıştı.

Gülen’in lise diploması bile bulunmuyor

Makaleyi yazan Williams 29 Nisan’da makalesinin ikinci bölümünü yayınladı. Oldukça sert bir dili olan makalede Williams “CIA’nın uzun yıllardır Gülen’i desteklediğini” yazmıştı.

Williams’ın “Evrensel Hilafet Pennsylvania’dan mı Çıktı? CIA Bir İslamcının İhtiyaçlarını Mı Karşılıyor?” başlıklı yazısına göre: “Dünya üzerindeki en sinsi ve etkili İslamcı’ olarak adlandırılan Fethullah Gülen, CIA eski ajanı Graham Fuller ve Birleşik Devletler Dışişleri mensupları sayesinde daimi oturma izni aldı ve Pennsylvania’daki kalesinde artık ömrünün sonuna kadar rahattı”.

Fetullahçıları CIA finanse ediyor!

Williams yazısının ilginç suçlamalarda bulunduğu için yayınlayamadığımız bölümünde, “CIA’nın bir dönem uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiği paralarla Fethullah Gülen’i finansa ettiğini” iddia edecek kadar ağır ifadeler kullanmıştı.

Yazar CIA’nın neden Gülen’i desteklediği sorusunu ise; “Gülen bu parayla gelişmekte olan ülkelerin petrol ve doğal gaz rezervlerini kontrol altına alabilmek için Özbekistan, Azerbeycan, Kazakistan, Türkmenistan ve yeni kurulan Rus cumhuriyetlerinde radikal medreseler ve cemaatler kurdu.” Şeklinde yanıtlamıştı

Hareket Gülen’in Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden kurmak ve evrensel bir hilafet oluşturma denemelerini destekleyen altı milyondan fazla müslüman yandaş çekecek kadar etkinlik kazandı.

CIA, 1999’la birlikte, Gülen’in Orta Asya’da yeni kurulan ülkelerin kontrolünü almak için sağlam bir üs kurmak amacıyla Türkiye’deki laik yönetimi ılımlı İslam’a dönüştürme çabalarını desteklemeye başladı. Türk yetkililer Gülen’in niyetini anlayınca halkı kışkırtma suçlamasıyla tutuklamaya çalıştı. Gülen ülkeden kaçtı ve ‘din görevlisi’ olarak özel bir göçmenlik statüsü edindiği Birleşik Devletler’e taşındı.”

Williams, yazısında “Gülen’in yurtdışından siyasi (AKP) iktidarı yönlendirdiğini söyleyip Gülen’in müridi olduğunu iddia ettiği üst düzey devlet görevlilerinin ismini açıkladı.

Williams, Fethullah Gülen Hareketi’ne karşı dünyada artan şüpheyi ve tepkileri ise şöyle açıkladı: “Bazı ülkeler Gülen tehlikesinin farkına vardılar. Hareketi Rusya ve Özbekistan’da yasaklandı. Hatta çoğulculuğu ve hoşgörüyü benimsemiş bir ülke olan Hollanda bile yakın gelecekte toplumsal düzene tehdit oluşturabileceği gerekçesiyle Gülen medreselerine yardımı kesme kararı aldı.”

CIA neden hala destekliyor?

Williams yazısında halen CIA’nın neden Gülen’i desteklemeye devam ettiğini ise şöyle açıkladı: “Ama Gülen’in İslamcı Yeni Dünya Düzeni rüyası Müslüman dünyanın tamamında destek ve ivme kazanmaya devam ediyor. CIA hâlâ Gülen hareketinin Orta Asya müslümanlarını birleştirme ve böylelikle bu ülkelerin doğal kaynaklarının kontrolünü Amerikan halkının sözde ‘iyilik’i için alma konusunda başarılı olacağı inancını besliyor. Usama Bin Ladin’in evrensel bir hilafet görüşü artık sadece içi boş bir hayal değil. Bin ladinin hayali Fetullahçılık eliyle yumuşatılıp hayata geçiriliyor.

CIA eski ulusal istihbarat konseyi başkan yardımcısı Graham Fuller, Gülen’in daimi oturma izni başvurusu için tavsiye mektubunu bu işte bu nedenle veriyor. Fuller şu anda düşünce kuruluşu RAND için danışmanlık yapıyor. Kuruluşun diğer danışmanları arasında dışişleri eski bakanları Henry Kissinger ve Condoleeza Rice, savunma eski bakanı Donald Rumsfield, savunma ve enerji eski bakanı James Scheslinger da bulunuyor. Savunma Bakanlığı için analizler yapan sözde “düşünce kuruluşu” RAND, bir CIA hareketi damgasını taşıyor. Fuller geçmişte, diğer radikal İslamcı hareketlere müsaade etmesiyle de tanınıyor. Tebliğ Cemaatini “halka öğütler veren barışçı ve apolitik bir hareket” olarak değerlendiriyor. Şeyh Mübarek Gilani, Tebliği Cemaati misyoneri olarak 1969 yılında Birleşik Devletler’e getiriliyor. On yıl sonra Cemaat ül Fukra’yı kurdu ve islamcı militer yapılanmaları ülkenin her yerine yayılıyor.

Yahudi ve CIA şefi Abromowitz de yer alıyor

Williams yazısında Fethullah Gülen’e referans veren diğer ABD’li isimleri de şöyle eleştiriyor: “Ama Gülen’in başvurusu için sadece Fuller değil dışişleri eski bakan yardımcısı Marc Grossman ve ABD’nin Türkiye eski büyükelçisi Morton Abramowitz de tavsiye mektubu yazıyor. Onların tavsiye mektuplarının içeriği daha şaşırtıcı ve rahatsızlık uyandırıcı görünüyor.”

Williams yazısının sonuna şöyle de bir not düşüyor: “Yazıları takip etmeye devam edin. En kötüsü daha gelmedi.”

Cemaatin Williams’ın iddialarına nasıl cevap vereceği merakla bekleniyor”.[*]

Fetullahçılığı şu ayetler ışığında yeniden değerlendirmemiz gerekiyordu:

“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.” (Âl-i İmrân: 100)

“Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dostlar (veliler ve destekçiler) edinmeyin; onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden onları kim dost edinirse, kuşkusuz (artık o da) onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Mâide: 51)

“Allah'ın kendilerine karşı gazaplandığı bir kavmi veli (dost ve müttefik) edinenleri görmedin mi? Onlar, ne sizdendirler, ne onlardan. Kendileri de (açıkça gerçeği) bildikleri halde, yalan üzere yemin ediyorlar.”

“Allah, onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. Doğrusu onların yaptıkları ne kötüdür.”

“Onlar, (biz İslam’a hizmet için Yahudi ve Hıristiyanları oyalamaktayız diyerek) yeminlerini bir siper edindiler, böylece (mü’minleri) Allah'ın yolundan alıkoydular. Artık onlar için alçaltıcı bir azap vardır.”

“Ne malları, ne çocukları onlara Allah'a karşı hiçbir şeyle yarar sağlamayacaktır. Onlar, ateşin halkıdır, içinde süresiz kalacaklardır.”

“Onların tümünü Allah'ın dirilteceği gün, sizlere yemin ettikleri gibi O'na da yemin edeceklerdir ve kendilerinin (haklı ve hayırlı) bir şey üzerine olduklarını sanacaklardır. Dikkat edin; gerçekten onlar, yalan söyleyenlerin ta kendileridir.” (Mücadele: 14-15-16-17-18)

“Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluk bulamazsın ki; Allah'a ve elçisine başkaldıran (ve Kur’an’ın adalet nizamına engel olmaya çalışan) kimselerle bir sevgi (dostluk ve dayanışma) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, (zalimleri ve kâfirleri bırakıp sadece Allah’a ve sadık Müslümanlara dayananlar) öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah'ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın (partisi-hizbi) fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.”  (Mücadele: 22)

“Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için, artık o işte kendi isteklerine göre seçme ve tercih hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse (Ayet ve hadislerin açık hükümlerini çiğner ve kendi keyfince tevil edip tersine çevirirse), artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.” (Ahzâb: 36)

Not: (Bu ayeti kerimeleri, siz kafanıza göre çarpıtıp asıl anlamından ve ilahi mesajından saptırmışsınız”, dememeniz için, Zaman yazarı ve Fetullahçı Ali Bulaç’ın mealine de bakılmalıdır.)

Şimdi artık ölçü; kendi mantığımız, saplantımız, ön yargımız, nefsanî rahatımız ve menfaatimiz değil de;

1- Kur’an-ı Kerimin, yukarıda örneklerini verdiğimiz muhkem (kesin ve net) ayetleri ve Hz. Peygamberimizin Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili sahih hadisleri

2- Tarihi gerçekler ve günümüzdeki gelişmeler ışığında Avrupa ve Amerika’nın ve bunların oluşturduğu kurumların milletimiz ve İslam ülkeleri aleyhindeki hıyanet ve cinayetleri

3- Aklıselimin ve vicdani kanaatin terazisinde; AB, ABD ve İsrail’in; imani ve Kur’ani hizmetlere destek verip vermeyecekleri gerçekleri doğrultusunda, izan ve insaf ile düşünülüp değerlendirilirse, Fetullah Gülen’e ve AKP’ye Siyonist Yahudilerin ve Hıristiyan emperyalistlerin yardım ve kolaylık sağlamalarının, İslam Dinine hizmet ve hürmet için mi, yoksa laytlaştırıp özünü çürütmek ve Müslümanları kendilerine köleleştirmek üzere hezimet için mi olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Haçlı emperyalistlerle ve Siyonist Yahudilerle sinsi ilişki ve işbirliğini Kur’an nifak alameti saymaktadır.

Öyle ise; kendimizi, çevremizi, mensubu bulunduğumuz hareket ve şahsiyetleri bu nifak tuzağından korumak için elbette dikkatli olmamız ve birbirimizi uyarmamız şarttır. Hz. Üstat Bediüzzaman’ın tabiriyle; “boynumuzda bir akrep olduğunu hatırlatana, kızmak değil teşekkür etmemiz lazımdır.”

Yok, eğer “Fetullah Gülen ve AKP hükümeti, Haçlı ve Siyonist merkezleri oyalayıp avutarak, İslam’a ve Müslümanlığa hizmet için, onlardan görünüyorlar” diyorsanız, o takdirde, biz mükellef olduğumuz gibi zahire göre hüküm verip, bunların hıyanet girişimlerini tenkit etmemiz, onların da lehine olacaktır. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanları daha rahat kandıracak ve inandırıcı şekilde kullanma imkanları doğacaktır!.. Öyle ise, bunca hırçınlığınızın altında ne yatmaktadır?

Fetullah Gülen’in talebeleri ve takipçileri arasında ve çok büyük oranda, iyi niyetli, istikametli, ibadet ve hizmet ehli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Bizim bir amacımız da propaganda rüzgârlarına kapılmış bu mü’minlerin gerçeği görmelerine yardımcı olmaktır.

Rusya Fetullah Gülen okullarını niçin kapatıyor ve kimler açtırıyordu?

Putin yönetimi, ülke içindeki Fetullah Gülen okullarını kapatmak için harekete geçiyordu. Gülen'e bağlı çeşitli şirketleri yakın takip altına alan Rus yönetimi, okulları “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak görüyordu. Rusya yerel yöneticileri arasında bu okullarda okumuş bazı görevlilerin de işine son verilmesi için hazırlıklar yapılıyordu.

Rusya Federasyonu, Fetul­lah Gülen okullarını “CIA bağlantılı olduğu” gerekçesiyle kapatmaya başlıyordu. Ulaşan bil­giye göre, Rusya Federasyonu yö­netimi Fetullah Gülen okullarını açan şirketleri yakın takibe alıyor ve söz konusu operasyon Fetul­lahçı cemaat okullarına ve şir­ketlerine karşı yapı­lan soruşturmaların en kapsamlısı oluyordu. Öte yandan, Rusya Federasyo­nu: yerel yöneticileri arasında, bu okullarda okumuş bazı görevlile­rin de işine son veriyordu. Rus yetkililer, Fetullah Gülen okullarını açıkça “Amerikan ve İngiliz casusu yetiştirme merkezi” olarak tanımlıyordu. Öte yandan, Türkiye kamuoyuna “modern okullar” olarak sunulan bu okullardan bazılarında çok sinsi ve siyasi faaliyetler yapıldığı ve ABD'nin dünya hâkimiyeti için beyinlerin yıkandığı özellikle vurgulanıyordu. Moskova'da yayımlanan Nezavisimaya Gazetesi, Haziran 2000'de Fetullah Gülen'in Rusya'daki taraftarlarının iktidar organlarına sızdığını yazıyordu. Söz konusu okulların önce Rusya'nın Türkçe konuşan bölgelerinde kurulduğunu bildiren Nezavisimaya, Tataristan'da 8, Başkırdistan'da 4, Karaçay-Çerkez, Çuvaşya ve Yakut-Saha'da da birer okul bulunduğunu açıklıyordu. Gazetedeki yazıda, okullarda “Amerikan hayranlığı ve İsrail propagandası” yapıldığı belirtilerek, bu kuruluşların denetlenmesini istiyordu.

FSB’ye göre casusluk yapılıyordu:

Rusya iç Güvenlik Örgütü FSB Başkanı Nikolay Patruşev, 17 Aralık 2002'de Türk basınında yer an açıklamasında, gerçekleştirdikleri en başarılı etkinlikler arasında “Türk casusların deşifre edilmesini” de sayıyordu. FSB Başkanı 2002 yılı etkinlik raporunda Fetullah Gülen okullarında çalışan öğret­enlerin casusluk faaliyetlerinin deşifre edildiğini belirtiyordu. FSB Baş­kanı açıklamasında: okulların sahibi konumundaki Tolerans, Serhat ve Ufuk vakıflarının isimlerini veriyordu.

Bunun üzerine Rusya'nın Başkırdistan Özerk Cumhuriyeti'nde Fethullah Gülen okullarındaki 10 öğretmen Hazi­ran 2003'te sınır dışı ediliyordu. Ayrıca Başkırdistan Milli Eğitim Bakanlığı'nın sınır dışı edilen öğretmenle­rin görev yaptığı okulu kuran “Ser­hat” vakfı ile tüm anlaşmalarını ip­tal ettiği de belirtiliyordu. Bu olaydan sonra, Buryatya Cumhuriyeti'nde de, Fetullah Gülen okulu hakkında soruşturma başlatılıyordu.

Milliyet gazetesi Moskova mu­habiri Cenk Başlamış, 7 Eylül 2003 tarihli haberinde, Rusya'da Fetullah Gülen okullarının tem­silcisi konumundaki Tolerans Vak­fı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in sınır dışı edildiğini duyurmuştu. Haberde: “Şirin, hafta içinde Rus ha­vayolları Aeroflot'a ait bir uçakla geldiği Şeremetyova-2 Havaalanı'ndan giriş yapmak istedi, ancak pasaport kontrolü sırasında “Rus­ya'ya girişi yasak olduğu” gerekçe­siyle ülkeye girişine izin verilmedi. Yasaları çiğnediği gerekçesiyle Rusya'ya girişi 5 yıl yasaklanan Şi­rin, geceyi havaalanında geçirip, ertesi gün Türkiye'ye gönderildi. Tolerans Vakfı Başkanı Şirin, Rusya'nın Türk okullarıyla bağlantılı olarak şimdiye kadar sınır dışı etti­ği en üst düzeydeki temsilci” deniyordu.

Yine aynı haberde Rusya Fede­ral Güvenlik Servisi FSB'nin Baş­kanı Nikolay Patruşev'in yaptığı açıklamanın ardından, Rusya Eği­tim Bakanlığı'nın Fetullah Gülen okullarına karşı kapsamlı bir so­ruşturma başlattığı belirtiliyordu. Bu çerçevede Rusya'nın değişik bölge­lerinde 10'a yakın okul kapatılır­ken, 50'den fazla Türk vatandaşı sınır dışı ediliyordu.

Ancak ABD, İsrail ve Türkiye’den kimler devreye giriyorsa, Rusya Cemaat okullarına yönelik operasyonlarına son veriyordu!?

Nerden nereye geliniyordu?

Bediüzzaman'ın Kur'andan kaynaklanan Risale-i Nur denilen imani ve ahlaki eserlerini okumak, okutmak ve böylece şuurlu ve huzurlu bir neslin yetişmesine katkıda bulunmak gibi hayırlı bir amaçla girişilen hizmetler, zamanla çığırından çıkmaya başlamıştı.

“Bediüzzaman'ın müjdelediği ve gelişine ön hazırlık hizmetleri verdiği Hz. Mehdi” havasıyla kendisini merkez alan Fetullahçı yapılanma: “Işık evleri”nde beyinleri bu doğrultuda yıkanan talebelerden bir çekirdek kadro oluşturulmaya çalışmaktaydı ve masonik odaklar ve marazlı medya tarafından “bu gelişmelerden kaygı duyuyorlarmış” görüntüsüyle sürekli gündemde tutulup reklâmı yapılmaya uğraşılmaktaydı.

Fetullah Gülen'in:

“Bu evlerin eğitim dizgesinden geçmeyenler, insanlık özünden yoksun bulunmaktadır… Işık evleri, yüreği pek, imanı çelik insanların yetiştiği kutsal mekânlardır.”[3] Şeklinde tarif ettiği bu evleri Rotary Kulüplerin desteklemesi de anlamlıydı…

Fetullah Gülen, ışık evlerinde yetişmeyenleri, “insanlık özünden yoksun saymaktaydı.” Yani kendisine tabii olmayanlar değil Müslümanlık, insanlık onuruna bile ulaşamazdı!?..

Oysa Nevval Sevindi'nin Amerika'dan yolladığı ve 22 Temmuz 1997 tarihli Yeni Yüzyıl gazetesinin 5. sayfada yayınladığı “Fetullah Gülen'le New York sohbeti” yazısına göre:

“Fetullah Gülen Hoca Efendi Cumhuriyet ideolojisinin yaratmak istediği “Müslüman Avrupalı Türk” tipinin mimarıydı… O, “Dini bütün ve Batı formasyonlu yeni bir sentez” ustasıydı?!..

Bu tespit doğruydu… Evet dış güçlerce Fetullah Gülen'e biçilen misyon: Batı ile uyumlu ve uyuşuk layt Müslüman tipi oluşturmaktı. Bu tip; Allah'ın istediği değil, Avrupa ve Amerika'nın benimsediği bir Müslümandı… Ama şu gerçeği de hatırlatalım ki: Bu türlü girişimler, haliyle bazı tahribatlar yapacaklardı… Ancak asla amaçlarına ulaşamayacaklar ve başarılı olamayacaklardı. Çünkü İslam'ı istismar girişimlerinin hepsinden sonunda İslam kârlı çıkacaktı. Fetullah Gülen'in perde arkasını sezen samimiyet ve istikamet sahibi insanların da, bu sinsi ve siyonist kuşatmayı kırmaları yakındı…

Şu sorunun mutlaka sorulması doğru ve doyurucu cevabının bulunması gerekiyordu:

Bir zamanlar: “Amerika ve Rusya sistem olarak materyalist felsefeyi benimsemiştir. Aslında ne Rusya'nın ne de Amerika'nın bize bakış açıları farklı değildir. Hatta hiçbir fark yoktur, denilebilir. Israrla söylüyoruz ki, ikisi de bizim aman vermez düşmanımızdır”[4] diyen Fetullah Gülen'e ne oldu ki şimdi:

“Amerika, hala bu dünya gemisinin dümeninde oturan bir milletin adıdır… Amerika şu anda: Bütün konum ve gücüyle, bütün dünyaya kumanda edebilir ve buna layıktır”[5] demeye ve Amerika'yı övmeye başlamıştır?

Fetullah Gülen'in asıl amacı; İslam'ı yaymak mı, yoksa siyonist Gizli Dünya Devleti'nin kovboyu olan Amerika'ya uyumlu ve ılımlı vatandaş hazırlamak mıdır?

Prof. Alpaslan Işıklı'nın tespitiyle, “yurt dışındaki okullarıyla, Türkiye deki vakıf, dershane, üniversite çalışmalarıyla siyonist emperyalizmin dünya hâkimiyetine ve küresel bir totalitarizmin kurulma hedefine hizmet mi yapılmaktadır?[6]

Daha önceleri: “sebeplere riayet, bir sorumluluk olsa da; onlara “tesiri hakiki” vermek apaçık bir dalalet ve inhiraf (sapıklık)tır.”

“Köpek, kendisini besleyeni sahibi olduğunu sanır ve bu yüzden sahibine gösterdiği sadakat görünüşe, yani nedenselliği dayanır”[7] diyen Fetullah Gülen, şimdi nasıl oluyor da:

“Amerika ile dostça geçinmeden ve Amerika istemeden, dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimseye ve hiçbir şey yaptırmazlar…

Şimdi (bana bağlı) bazı gönüllü kuruluşlar dünya ile entegrasyon adına (yani siyonizmle uyuşarak) gidip dünyanın değişik yerlerinde okullar açıyorlarsa, bu itibarla, mesela Amerika ile çatıştığımız sürece bu projelerin gerçekleştirilmesi mümkün olmaz…”[8] diyerek, herkesi Amerika'ya kayıtsız şartsız teslimiyete çağırmaktadır?

Fetullah Hoca'ya göre: Kuvvet ve Kudret sahibi, Allah mıdır, yoksa Amerika mıdır?

“Amerika daha uzun zaman dünyanın kaderinde çok önemli bir rol oynayacaktır. Bu realite kabul edilmeli, Amerika göz ardı edilerek, şurada veya burada kendi başına bir iş yapılmaya kalkışılmamalıdır…

Rusya bile sizi desteklese, eğer Amerika istemezse, işinizi bozacaktır… Çünkü Amerika kendi işlerinin bozulmamasından yanadır. Bu da yadırganmamalıdır”[9] diyecek kadar Amerika'ya tapınan ve siyonizmin yenilmez gücüne(!) sığınan bir Fetullah Gülen, acaba Kur'an kahramanı mı, yoksa Amerika'nın kuklası mıdır?

Beklenen Mesih mi, yoksa Papalık misyoneri mi?

Vaazlarında ve kitaplarında:

“Hazreti Mesih (İsa A.S) Ahir zamanda o önemli misyonu eda etmek üzere mutlaka nüzul edecektir. Nüzul edecektir ama içinizden şahs-ı manevinin muhtevi bulunduğu mana ve ruha nüzul edecektir” (Yani Hz. İsa şu anda içinizde bulunan; lideriniz ve temsilciniz olan şahsiyete yani kendisine inecektir) diyerek, dolaylı biçimde Mesihliğini ve Mehdiliğini ilan eden ve nicelerini buna inandıran Fetullah Gülen;

“Sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.” Diye başladığı papa'ya mektubunda:

“Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Papalık Konseyi Misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.” Diyor…

Şimdi aklımıza ve vicdanımıza güvenerek soralım:

Fetullah Gülen beklenen Mesih veya Mehdi Aleyhisselam mıdır? Yoksa kendi itiraf ve ifadesiyle Papalık Konseyi Misyonunun basit bir parçası mıdır?

Takiyye yaptığı ve ikili oynadığı açıktır. Ancak, acaba asıl aldatmak ve kullanmak istediği Hıristiyanlar ve Museviler midir, yoksa Müslümanlar mıdır?

Doğru cevap: Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistler Fetullah Gülen'i… Fetullah Gülen ise Müslümanları kullanmaktadır.

Çağ ve Nesil dizisinin 4. kitabının son yazısında ve lider başlığı altında:

“Ve eskilerin “Kaht-ı rical” dedikleri seviyeli insan, idareci ve kadro ile lider kıtlığı (yaşanıyor). Yakın geçmişi ve hâlihazırdaki vaziyeti itibarıyla: Şu karmaşık dünyanın gerçek manada bir lider tanıyıp tanımadığını bilemeyeceğim; bildiğim tek şey varsa o da, bizim dünyamızda böyle bir liderin olmadığıdır… O Polat sinelerin ve çelikten sedaların yerinde, şimdi sinekler uçuşuyor… Evet, ateşböceklerinin yıldızlaştığı, sineklerin kartallaştığı bu talihsizler diyarında, şimdi aslan inleri, tilki çalımlarıyla inliyor… Bülbülyuvaları saksağanların elinde perişan ve her tarafta yarasalar şehrayinler tertip ediyor… Hakim güçler, insafsız ve temettü (sömürme) avında…  Hasıla koskoca dünya başı boşların elinde ve bir baştan bir başa lidersizlikle kıvrım kıvrım (kıvranıyor)…” diyor ve ardından “nasıl bir lider?” diye kendisini anlatmaya başlıyor…

Yakın geçmişteki ve günümüzdeki bütün dini ve siyasi liderleri böylesine küçümseyen ve kötüleyen Fetullah Gülen'in, şimdi Amerika'ya ve Papalığa karşı perestlik derecesindeki hürmet ve teslimiyeti nasıl bağdaştırılacaktır?

İşte Hoca Efendinin Papa'ya mektubu:

“Pek Muhterem Papa Cenapları,

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekân kılma yolundaki kutsal misyonumuzu, tam manasıyla bilen halkımdan size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizden bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşetti­ğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız.

Papa 6. Paul Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüret­le, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik.

İslâm yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır. Uygun bir yerdeki vakitli bir gayret bu yan­lış anlamanın büyük oranda azalmasına katkı sağlayabilir. Müslüman dünyası, İslâm'ın asırlarla ölçülen yanlış algılanmasını silip atacak bir diyalog imkânını bağrına basacaktır.

Beşeriyet, çelişen görüşler ortaya koydukları gerekçesiyle, zaman zaman bilim adına dini, din adına da bilimi inkâr etmiştir. Bilginin ta­mamı Allah'a aittir ve din Allah'tandır. O halde bu ikisi nasıl çelişe­bilir? İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik din­lerarası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir.

Kendi memleketimizde şimdiye kadar, çeşitli Hıristiyan mezhep­lerinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu naçiz gayretlerin boşa çıkmadığını âcizane ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis et­mektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, kar­şı durabiliriz.

Geçen yıl bazı ünlü uluslararası bilim adamlarının katıldığı medeniyetler arası barış ve diyalog konulu bir sempozyum düzenledik. Bu gayretin başarısından aldığımız teşvikle bu tür etkinlikleri tekrar­lamak istiyoruz. Hali hazırda üç büyük dinin bağlıları arasındaki bağ­ları güçlendirmeye yönelik olarak dinlerarası diyalog konusunda Vatikan'ın da temsil edileceğini ümit ettiğimiz bir konferans düzenle­me sürecinde bulunuyoruz.

Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsa­mahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz. Hıristiyanlığın üçüncü bin yılına girişi münasebetiyle yapılacak kutla­malar vesilesiyle Ortadoğu'daki Antakya, Tarsus, Efes ve Kudüs gibi bazı kutsal yerlere müşterek ziyaretleri içeren birçok etkinlik önermek istiyoruz. Bunu Sayın Cumhurbaşkanımız Demirel'in, cenaplarının ülkemizi ziyaretine ve mezkûr kutsal mekânları göstermeye davetini tekrarlamak için bir fırsat addediyoruz. Anadolu halkı size misafirperverliğini göstermeyi ve zevkle selamlamayı hararetle beklemektedir. Filistinli liderlerle diyalog kurmak suretiyle Kudüs'ü birlikte ziyaret etmemize davetiye çıkarabiliriz. Bu ziyaret bu mübarek şehri Hıristiyanlar, Yahudiler ve Müslümanların, hiçbir kısıtlama, hatta vize dahi olmaksızın serbestçe ziyaret edebileceği uluslararası bir bölge olarak ilan etme gayretlerine yönelik dev bir adım teşkil edebilir.

Üç büyük dinden liderlerin işbirliği ile ilki Washington DC'de olmak üzere muhtelif dünya başkentlerinde bir konferanslar serisinin gerçekleştirilmesini teklif ediyoruz… İkinci serinin zamanı için Hz. İsa'nın doğumunun 2000. yıldönümü ideal olabilir.

Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını artıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim'in doğum yeri olarak bilinen, Urfa şehrindeki Harran'da bir ilahiyat okulu kurulabilir. Bu ya Harran Üniversitesi'ndeki programların genişletilmesi suretiyle, ya da üç dinin ihtiyaçlarını da temin edecek şümullü bir müfredata sahip bağımsız bir üniversite şeklinde gerçekleştirilebilir.

Önerilen programlar aşırı büyük işler gibi algılanabilir; ama bun­lar erişilmez değildir. Dünyada iki tip insan vardır. Bazıları kendilerini topluma adapte etmeye çalışır. Diğer bazıları ise topluma uymaktansa toplumu kendi değerlerine adapte etmek ister. Toplum bütün iler­lemeleri bu ikinci tip insanlara borçludur. Onları yarattığı için Rabb'e şükürler olsun.” [10]

Şimdi soruyoruz:

1- Fetullah Gülen'e, Papayla görüşmek ve işbirliğine girişmek üzere; Türkiye ve dünya Müslümanları böyle bir yetki verdi mi? Yoksa malum ve melun merkezler mi o'na böyle bir kılıf geçirdi?

2- Bu tavrı ve telaffuzlarıyla, İslam'ın tebliğcisi ve temsilcisi mi, yoksa Vatikan'ı da kontrolüne alan siyonizmin hizmetçisi mi?

3- Hz. Peygamber Efendimizin devrinin önemli devlet liderlerine gönderdikleri ve “Ya, bozuk ve batıl inançlarınızı bırakıp İslamiyet'e ve benim risaletime iman edersiniz. Ya da tüm tebaanızın da günahını yüklenerek cehenneme girersiniz.” İçerikli mektuplarıyla, Fetullah Gülen'in Papaya yazdığı mektubunda söyledikleri aynı şeyler midir? Hâlbuki Peygamber Efendimizin tavrı, izzet ve davet, bununki ise, zillet ve teslimiyettir.

4- F. Gülen, haddini aşarak, “bugüne kadar İslamiyet'in hep yanlış anlaşıldığını ve bunun Müslümanların suçu olduğunu” söylüyor ve doğrusunun kendisi tarafından ortaya koyulacağını ima ediyor!.. Peki, bugüne kadar sahip çıktığını iddia ettiği Bediüzzaman ve Onun izlerini takip ettiği tüm Ehlisünnet uleması; İslam'ın neresini yanlış anlamışlardı ve hangi yanlışları Müslümanlara öğütlemişlerdi?

5- Papayı Türkiye'ye davet ve kutsal yerleri ziyaret teklifini, Süleyman Demirel adına tekrarlama yetkisini ve cesaretini kendisine kim vermişti? Yoksa mason Demirel'le, özel bir ilişki içindemiydi? Hani bu Hoca ve ekibi siyasetten uzak kimselerdi?

6- Urfa'da 3 dinin ortak eğitimini verecek ilahiyat okulunu açma kararı, İsrail'le birlikte mi verilmişti?  Çünkü AKP'li belediye Başkanı döneminde bu proje, İsrail yardımıyla Urfa'da gerçekleştirilmişti.

7- Fetullah Gülen, acaba insanlığı, en azından kendi taraftarlarını; İslami değerlere göre yeniden düzeltmek ve yeryüzünde adil bir düzen yerleştirmek isteyen ender ve önder bir şahsiyet miydi? Yoksa Papalık Konseyinin basit bir parçası, Papa hazretlerinin ve GAP'ta yatırım yapan İsrail'in bir hizmetçisi miydi?

Şu ABD’li Prof niye feryat ediyordu?

Chalmers Johnson (University of California'da emeritus Profesör): “The sorrows of empire, New York, 2004” kitabında, ABD'nin dış politikasının tümüyle Wolfowitz gibi neo-conların söz sahibi olduğu pentagon'un elinde olduğunu, Beyaz Saray'ın by-pass edildiğini belirtiyordu. “ABD, ona buna demokrasi sat­mak istiyor,  Ortadoğu'ya da  “demokrasi yok” gerekçesiyle müdahale ediyor, ama kendisi demokrasinin ilkelerinden uzaklaşıyor. ABD adeta bir imparatorluk oldu ve militarist bir düzen içinde yönetiliyor. Ancak, ABD imparatorluğun diğer imparatorluklardan ayıran önemli bir özellik var: ABD imparatorluğu bir “üsler imparatorluğu”dur. İngiliz ya da Fransızlar gibi gittiği yerlerde toprak İşgali amacı taşımıyor, dünyanın değişik bölgelerini “Üs”leri aracılığıyla kontrol altında tutup, ele geçirmeyi hedefleyen bir imparatorluktur Amerika…” diye uyarıyor ve ekliyordu:

ABD, askeri malzemelerini Türkiye üzerinden nakletmek için 7 liman ve 6 havaalanını kullanma izni aldı. ABD'nin kullanı­mına verilen liman ve alanlara ilişkin karar yürürlüğe girdi. Bush'un geçtiğimiz aylarda açıkladığı “Türkiye cephe ülkesidir;” sözleri ABD'ye verilen liman ve üslerle daha bir an­lam kazandı.

Haber turuma devam ediyorum sevgili okur, nasıl hoşunuza gidiyor mu? Bambaşka bir dala konuyoruz, ne âlâkası var demeyin, an­layana; 'En büyük Yahudi nişanı Nazarbayev'e verildi. Dünya Yahudileri Konseyi, Kafkasya'nın enerji merkezlerinden Kazakistan'ın Devlet Başkanı Nursultan Nazarbavev'e, medeniyetlerarası diyaloğa katkılarından dolayı, “Uluslararası Maimonides Nişanı-en büyük Yahudi nişanı” verdi. Avrasya Kuruluşları Bir­likleri temsilcileri ve Nazarbayev ödül töreni­nin ardından, Kazakistan-Astana'da yeni yapılan Orta Asya'nın en büyük sinagogu Rachel-Habad Lyubavivch'i törenle açtılar.” [11]

Bu en büyük Yahudi nişanının Nazarbayav'e verilmesinin diğer önemli sebebi ise; Fetullah Gülen'in okullarına yaptığı destek olduğu konuşulmaktadır.

Fetullah Gülen'le MOON ve MASON İlişkileri kafa karıştırıyordu:

Moon tarikatı ile Fetullah teşkilatı arasındaki örgütlenme modellerindeki Siyonist ilişkileri yanında en önemli benzerlikse birinin Mesihliğe, diğerinin ise İslam temsilciliğine ve Mehdiliğe soyunmalarıdır. Her ikisini de organize eden, Amerika'daki siyonist kuruluş; CSIS'tır.

CSIS 1962'de Georgetown Üniversitesi'nde kurulmuştu. Amerikan devletine ve özellikle petrol ve silah şirketlerine hizmet veriyordu. Dış ülke yöneticileriyle, bürokratlarıyla, Amerikan çıkarlarına dolaylı ya da dolaysız hizmet verecek akademisyenlerle bağlar kuran CSIS, bir devlet kurumuyken, yenidünya düzenine uyum sağlamak üzere şirkete dönüştürülüyordu. CSIS, Ortadoğu petropolitik araştırmalarıyla da dikkat çekiyordu. Ortadoğu bölümünün içinde Türkiye'ye de ayrı bir bölüm açılıyor, CSIS birimlerinin yönetimlerinde istihbarat örgütlerinde ve yabancı ülke­lerdeki diplomatik misyonlarda dünya deneyimi kazanmış eski dev­let memurları bulunuyordu. Üçüncü ülke adamları da bu şeflere raporlar hazırlıyordu.

CSIS yabancı devletlerin görevlilerini de gerektiğinde ABD'de konuk edip, ilgili konularda konferans vermelerini sağlıyordu. Bunların arasında Türkiye başbakanları da bulunuyordu. Hatta CSIS, Kafkasya petrol boru hatları ile ilgili toplantılarını Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığında gerçekleştiriyordu. Sonraları Başba­kanlık danışmanlığına getirilen, DSP milletvekili ve Ecevit'in ABD gezilerinde en büyük yardımcısı, 2002 yılında Kıbrıs'dan sorumlu Devlet Bakanı, Harvard mezunu Tayyibe Gülek komitenin sekreterliğini yürütüyordu. CIA'nın bile bir üst kurumu gibi çalışan CSIS Fetullah Gülen'inde en büyük destekçisi oluyordu.

Çok sayıda ülkenin yanı sıra ABD'de de “lobby” oluşturmak gerekçesiyle okullar kurulması bir gazetede şu ilginç açıklamayla yer alı­yordu:

“Gülen'in şimdiki planı, ABD'de Türklere de, Amerikalılara da eğitim verecek bir üniversite açmaktır. Virginia eyaletine bağlı kü­çük bir yerleşim birimi olan Staunton'da, boşaltılmış bir hasta­ne binasını devralan “Fethullahçı” grup, burada binden fazla öğrenci kapasiteli bir üniversitenin kurulması çalışmalarına başlamıştır. Gülen Londra'da kolej açmış, matematik doktoru bir Fetullahçı: Staunton Belediyesi ile anlaşması halinde, üniversitenin dünyanın her yanından gelecek öğrencilere “evet” diyeceğini açıklamıştır.[12]

“Fethullah Gülen'in” adamları tüm dünyada, Tanzanya'dan Çin'e çoğunluğu eski Sovyetler Birliği Türki cumhuriyetlerinde yer alan 200'den fazla okul kurmuşlardır. Bu okullar İslam'dan çok güya Türk milliyetçiliğini esas alan ılımlı İslam felsefesini yaymaktadır. Balkanlar'dan Çin'e, Türkiye'yi model alan bir seçkinler kadrosu yetiştirmeyi amaçlamıştır. Bu kuruluşlar Müslüman olmayan öğrencileri alarak belki de İngilizceyi temel eğitim dili olarak kullanmaları nedeniyle, sadece seçkinlerin ço­cuklarını okutmaktadır.

Şimdi: İngilizce dilinde eğitim yapmayı esas alan bu kurumların hangi “Türk milliyetçiliğini” esas aldığı, ya da nasıl olup Tanzanya veya Çin yönetimleri, seçkin aile çocuklarının “Türk Milliyetçiliğini esas alan” bir eğitimden geçirilmesine göz yumdukları, niçin sorulmamaktadır?

Siyonist Yahudi Graham Fuller:

“The man and his movement” (Bir Adam ve Hareketi) diye övüyordu!

26-27 Nişan 2001 tarihlerinde, Georgetown Üniversitesi'nde CMCU'nun son konferansının konusu “F. Gülen: The man and his movement (Bir adam ve onun hareketi) idi. Bu konferansta F. Gülen'in son elli yılda gelişen İslami hareketler içinde kurumlaşan tek hareket olduğuna dikkat çekildiğine ve eski CIA şefi Graham Fuller'in RAND şirketi adına Türkiye Nurculuğunu araştırmaya baş­lamış olduğuna dikkat edilirse ABD ile “entegrasyon”un liberal olarak tamamlanmak üzere olduğu söylenebilirdi.

CMCU konferansına katılanların kimlikleri ve deneyleri, Georgetovvn Devlet Üniversitesi'nin yanı sıra ABD yönetiminin ve Yahudi örgütleri ile Alman Stiftung'larının Türkiye'deki din ve ifade hürriyetine verdikleri değerin açık bir göstergesiydi(!): Toplantıya katılanların özellikleri işin ne denli ciddiye alındığını göstermekteydi:

Alan Makowsky: ABD Dışişleri istihbarat Bürosu eski şefi, Körfez savaşında ordu danışmanı, İsrail destekçisi WINEP (Washington Institute for Near East Policy) görevlisi.

George Harris: ABD eski dışişleri görevlisi, eski Ankara B.elçisi, istihbarat uzmanı, Asya, Ortadoğu, Güneydoğu Asya uzmanı.

Roscoe Suddarth: Mali 1961, Lübnan 1963-65, Yemen 1967, Ürdün 1974-1990 istihbarat görevlisi, Middle East Institute başkanı.

Graham Edmund Fuller: Yemen, Cidde, Uzakdoğu CIA görev­lisi, ABD Hava Kuvvetleri ne bağlı RAND şirketi yöneticisi. Şimdi­lerde Türkiye'deki Nurcu hareketini ve “Irak, Bahreyn, Suudi Ara­bistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki çeşitli “Şii Müslü­man Cemaatlerin gelecekteki politik rolleri'ni Rend Francke ile bir­likte araştırıyor. Şii araştırması projesinin amacı, “Şiilerin özgürlü­ğü, siyasete ve yönetime katılımlarının geliştirilmesinin yollarını bulmak” olarak belirtilmektedir.

Bekim Akal: Wolkswagen Stiftung, Almanya (Yahudi)

Osman Bakkar: Georgetovvn CMCU Malezya Seksiyonu İslâm Kürsüsü başkanı.

Thomas Mitchel: Vatikan Cizvit seksiyonu sorumlusu, İstanbul Bediüzzaman ve “medeniyetler arası diyalog” konferansları katılımcısı.

Mücahit Bilici: Sosyolog, Boğaziçi Üniversitesi.

Yasin Aktay: Prof. ODTÜ.

Fahri Çakı: Sosyolog; İstanbul Üniversitesi'nden sonra Temple'da Nurcu Hareketin Sosyo-Ekonomik gelişmesi tezini hazırlıyor.

Ahmet Kuru: Bilkent Üniversitesi, Fatih Üniversitesi. Utah Üniversitesi doktora öğrencisi.

Zeki Santoprak: ABD Rumi Forum Başkanı, Marmara İlahiyat Fakültesi, El-Ezher, Harran Üniversitesi. Şimdi Washington Katolik Üniversitesi'nde.

Hakan Yavuz: Utah Üniversitesi.

Elizabeth Özdalga: Prof. ODTÜ, CHP araştırmacısı, İsveç Enstitüsü müdürü, İslâm Konferansı örgütleyicisi, “Adsız Kahraman: Fetullah Gülen Cemaatinin kadınları arsında Bireysellik ve İçselleşmiş Yansıma” tebliği sahibi.

Bayram Balcı: Fransa Milli İltica Bürosu, Paris Arap Dünyası gö­revlisi, Fransa Dışişleri Orta Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde kadrolu eleman.

Berna Turam: McGill Üniversitesi/Kanada

ABD Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Din Hürriyeti Bürosunca hazırlanan “Din Hürriyeti-Türkiye Raporu”nda “İslamic Leader” ve  “Moderate İslamic Leader” olarak kayıtlara geçirilen F. Gülen'in hakları Amerikan devletince resmen savunulduktan sonra, ilginin boyutu genişletilmekte ve Amerikan devletinin ünlü üniversite­sinde akademik bir düzeye yükselmekte olduğu görülüyordu. Bu “bilimsel” toplantıyı CMCU ve “The Rumi Forum” düzenlemişti.

Bu tür “bilimsel” toplantıların sonuçlarının resmi raporlara etkisi elbette olumlu olacaktı.  ABD Dışişleri Bakanlığının raporlarında “Ilımlı İslami Lider” olarak sıfat kazanan F. Gülen, 2002 yılı Din Hürriyeti Raporu'nda “İslamic philosopher and leader/İslam Filozofu ve Lideri” olarak nitelenmeye başlanmıştır.

Aynı raporun 44. paragrafında “Din Hürriyeti Tacizleri” başlığı altında “Ahmadi Muslims” cemaati diye Cüppeli Ahmet Hoca'ya da sahip çıkılmıştır.[13]

ABD'de son toplantıysa 19-20 Nisan 2004'de Washington'daki John Hopkins Üniversitesi'nde “Abant in Washington-İslam Laiklik ve Demokrasi: Türk Deneyimi”  adı altında toplanıyordu.

Toplantının programına göre, “hoş geldiniz” konuşmalarını Francis Fukuyama ve “Abant Platformu” başlığıyla Bilgi Üniversitesi'nden Mete Tuncay yaptı. Açılış konuşmalarını ise diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Prof. Mehmet Aydın ile ABD Dışişleri Müste­şarı eski Ankara Büyükelçisi Marc Grossman yaptı. Türkiye Gazeteciler ve yazarlar Vakfı’nca çağrısı yapılan ve ATFA (American Turkish Friends Association- Fairfax) örgütlenen bu ilginç konferansın panellerine içinde CIA şefleri yanında Cengiz Çandar'da vardı.

Türkiye'nin İslam, Laiklik ve Demokrasi Deneyimi ve Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya İlişkisi Yuvarlak Masa Toplantısı:

Kemal Derviş (CHP Genel Başkan Yardımcısı-Açılış konuşması),  Elisabeth Özdalga  (CHP eski danışmanı, TESEV danışmanı, İsveç Araştırma Enstitüsü),  Cüneyt Ülsever  (Liberal Dü­şünce Topluluğu Derneği, Hürriyet Gazetesi), Sabri Sayarı (Eski RAND danışmanı, Georgetown Ünv.), Emal Uşşaklı (TGYV), Hüse­yin Gülerce (TGYV), Kenan Gürsoy (Galatasaray Ünv.), Fehmi Koru (Yeni Şafak Gazt.), Kemal Karpat (Wisconsin Ünv.), Ruşen Çakır (TESEV), Mithat Melen (İstanbul Ünv.) Şahin Alpay (Bahçeşehir Ünv.), Zeki Sarıtoprak (John Caroll Ünv.), Adnan As­lan (ISAM-İslami Araştırmalar Merkezi), Ömer Taşpınar (John Hopkins Ünv. Brookings Inst), Zeyno Baran (Nixon Center, Eski CSIS elemanı), Cengiz Çandar (Sabah Gazetesi), Seda Çiftçi (CSIS elemanı), Hakan Yavuz, Henry Barkey, John Lee Esposito David Calleo, Steven A. Cook, Svante Cornell, James Miller, Charles Fairbanks, Carter Findley, Hussain Haqqani (Carnegie Endowment), Barry Jacobs ve Anatol Lieven (American Jewish Committee), Heath Lowry, Zack Messitte (Saint Mary's College), Eric Hooglund (Filistin Araştırmaları) ve John Hulsman (Heritage Fdn.) Çoğu Yahudi ve Mason olan bu kişilerle birlikte, toplantıya ABD eski Ankara Büyükelçisi ve Dışişleri Siyaset Planlama Müsteşarı Marc Grossman'ın yanı sıra Savunma Bakanlığı Müsteşarı Paul Wolfowitz'in de açılış konuşması yapacağı, eski Büyükelçisi ve NED yönetim kurulu eski üyesi Abramowitz, WINEP eski direktörü, 1990'da Ortadoğu'ya ABD askeri saldırısı sırasında danışmanlık yapmış olan, ABD Temsilciler Meclisi Perso­nel Direktörü Alan Makowski, Temsilcilerden Rober Wexler, John Hopkins, Arap İşleri uzmanı Fuad Ajami'nin ve Frederick Star'ın da katılacağı açıklanmıştı.

O sırada, Türkiye'de DGM'nin aradığı kişi, ABD'deki devlet üniversitesinde adına düzenlenen bilimsel toplantılarla onurlandırılıyor, ABD üst düzey Dışişleri'nin katıldığı toplantılar düzenleniyordu! Bir kişinin bir mahkeme tarafından aranıp aranmaması, haklılığı ya da haksızlığı önemli görülmeyebilirdi. Ancak uzun yıllar devlet yöneticilerince “stratejik ortak” olarak tanıtılan ABD'nin tutumuna kısa bir soruyla değinmek gerekirdi: ABD'nin ulusal güvenlik gerekçesiyle aradığı herhangi bir kişi için,  örneğin Ankara Üniversitesi'nde onurlandırıcı bir konferans düzenlenebilir miydi?[14]

Kim ne derse desin, işin özü, toplulukların dinsel inançlarını kullanılarak oynanan oyun değişmiyor. Moon hareketi Mesih'e; Fetullahcılık hareketi de Mehdi'ye özeniyor. Her ikisinin yolu da “Amerika ile entegrasyon” projesine çıkıyordu.

Moon misyonerleri örgüte bilimsel bir saygınlık görüntüsü vermek için üniversitelerden adam seçiyordu. Bu katılımcıların Moon'un ki­lisesine bağlı olmadığını, salt ayrı dinlerin ya da üniversitelerin tem­silcileri olduğu izlenimini vermeye çalışıyordu. Örneğin, turcular arasında Moon tarafından kutsal nikâhla evlendirilmiş en az on yıl­lık kilise üyelerinin örgüt bağlarından söz edilmiyordu.

Türkiye'yi temsil edenler arasında, Dünya dinleri Gençlik Semineri' ne katılan Ahmet Davutoğlu bulunuyordu. Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim görevlisi Davutoğlu, ma­sumane çalışmaların amacını şu ilginç sözlerle açıklıyordu:

“Amerika'da kendi sahasında söz sahibi değişik dinlere mensup bir grup profesörün önderliğini yaptığı bu gezide, amaç bilfiil yaşayarak daha açık bir ifade ile “gezici bir üniversite” şek­linde, dinler arasında diyalog ve fikir alışverişi temin etmektir. İlki geçen sene yapılan bu geziye Türk temsilciler bu sene katıl­dı. Gerek ABD'de gerekse Kudüs'te gerçekten çok değerli göz­lemler yapma imkânı bulduk”[15] diyen Bay Ahmet Davutoğlu, işte bu marifet ve meziyetleri nedeniyle AKP iktidarı Dış İşleri Bakanlığına atanıyordu.

Mooncular “Kitlelerin yoğun ilgisini çeken Futbola da el atmıştı. Seul'de, her girişimin adında yer aldığı gibi, amaç “barış” olarak açıklamıştı. 10 Temmuz 2003 futbol turnuvasına Fransa'dan Olympique Lyonnais, Güney Afrika'dan Kaizer Chiefs, Almanya'dan TSV 1860 München, ABD'den Los Angeles Galaxy, Hollanda'dan PSV Eindhoven, Uruguay'dan Club Nacional de Football ve Güney Ko­re'den de Seongnam Ilhwa takımları katılmıştı. Türkiye'den de Beşik­taş Spor Kulübü Futbol Takımı turnuvada yerini almıştı. Birinciye 2 milyon dolar ve ikincinin de 500.000 dolar ödül aktarıldı. Bu haber Türkiye'deki bazı gazetelerde kısaca yer aldı. Ama “Moon tarikatı­nın düzenlediği turnuva” sözleri ve Moon örgütlenmesiyle ilgili kısa bilgiler aktarıldı. Bu durumda Din-Kilise-Futbol ilişkisi üzerine akla gelebilecek sorulara yanıt da Zaman gazetesinde çıkmıştı. Fatih Üniversitesi öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Ali Murat Yel, kutsallık ile futbol ve din arasındaki ilişkinin teorik temellerini ortaya koyan ilmi(!) bir yazı yayınlamıştı.

Öğretim üyesinin yazısındaki satırlar yeterince aydınlatıcı ve tarikat-futbol ilişkisini eleştirenlere de ilginç bir yanıttı: İşte Fetullahçı yazarın saptama ve sapıtmaları:

“(..) Futbol da, birçok özelliğinden dolayı “yeni bir dini hareket” olarak görülebilir. “Para-religious-Din gibi” olarak da adlandı­rılan bu hareketlerde dini herhangi bir unsur olmamasına rağ­men pek çok hususta dine benzer özelliklere rastlanılmaktadır.” [16]

İşte Fetullahçıların din anlayışı ve İslam’ı yozlaştırma çabaları!?

1990'lı yıllarda Moon Hazretleri'nin PWPA örgütünün Türkiye etkinlikleri iyice yaygınlaşıyordu. Medeniyetler arası Diyalog, Bediüzzaman Said-i Nursi Konferansları adı altında yapılan toplantılara Amerika'dan gelip konuk olanlar çoğalıyordu. Bu adamlarla ilgili övgülere Aksiyon dergisinde, Zaman gazetesinde bolca rastlanıyordu.

AKP'li ve Fetullah Gülen'ci Belediye Başkanları eliyle, tarihi camiler yıkılarak, kiliseler açılmaya başlanıyordu:

755 yıllık camiyi yıkıp Moon-Presbiteryen müritlerini karşılamaktan utanılmamıştır.

Özellikle 2000-2002 yılları arasında dünya mirası, dinlerarası di­yalog, din-inanç turizmi denilerek bizzat hükümet tarafından uygu­lanan projeyle cemaatsiz kiliseler kurulurken, antik kiliseler de yeni­lenmiştir. Aynı dönem içinde sayısız tarihi cami ise ya yıkıma ter­kedilmiş ya da bilerek ve istenerek yıkılmıştır. Bunun son örneği Türklerin 1211 yılında kurdukları Denizli kentinde yaşanmıştır.

“Denizli'de Türklerin ilk yerleşimde kurdukları ve sayısız deprem­den sonra onarıp açık tuttukları, 755 yıllık Ulu Cami ve tarihsel Selçuklu minaresi birbirini izleyen 2 gecede belediye” ekiplerince yıkıldı. Bu yıkımın ardından yedi gün geçmeden yörede devlet eliyle yenilenen 11 kiliseden biri olan ve yüzlerce yıldır kullanılmayan antik Pamukkale Kilisesi'nin yıkıntıları arasında ayin düzenlenmiştir. Ayini düzenleyen birinci grup Amerikan Presbiterian kilisesi mensupla­rıdır. Bu grubun başında Amerikalı papaz Bruce McDovvell ve Pa­paz İlhan Kekinöz bulunmuştur, ikinci 25 kişilik grup ise Unification Church bağlılarıdır.[17]

“Ayinciler devlet yöneticilerinden vali yardımcısı Musa Uçar'ı zi­yaret etmişler ve ondan hediyeler almışlardır. “Bizans dönemi kalıntılarıyla Amerikalı papazın ya da Korelilerin ne tür bir dinsel ilişkisi olabilir? Onlar kendi inançlarına uygun ayin yapacak bir yer bulamamışlar mıdır?” gibi ilginç soruların yanıtını verecek bir laik rejime sahip çıkacak bir görevli herhalde vardır.

Koreli misyonerler de deprem yıkımından yararlanarak sözde yardım diye yerleştikten sonra, dışı ev, içi kilise inanç merkezleri kurmayı başardılar. Örneğin Yalova yakınlarında, deniz kıyısında ev-kilise kuran misyonerler, üşenmeyip deprem bölgesini gezip topladıkları çocukları kiliselere ziyarete götürerek beyinlerini yıkamaktadır

Uluslar arası örgütlenmeyi gerçekleştiren Moon, Amerika'nın desteği ile dünya egemenliği ardında koşan devletlerin örtülü operasyon ilkelerini çağrıştıran önemli bir açıklama yapıyordu:

“Zamanı geldiğinde, dünyayı yönetmek için otomatik (olarak işleyen) bir teokratik düzene sahip olmalıyız. Siyaseti dinden ayıramayız. Hülyamda, bir evrensel siyasi parti var; bu parti tüm ülkeleri de içine almalıdır. Bir kolumuzla dini dünyayı, öteki kolumuzla da siyasi dünyayı kucaklayabiliriz.” Evet, bu sözler Siyonist sermayenin küresel hâkimiyet hedefini yansıtıyordu.

Bunları söyleyen kişinin liderliğini yaptığı cemaat, yüzlerce şirke­te, vakıflara. okullara, üniversiteye, yayın evlerine, gazetelere, dini İlmi örgütlere, hoşgörü kuruluşlarına, vb. sahipti ve gençliğe büyük önem veriyordu. Onları örgütlüyor beyinlerindeki tüm inançları silip kendi safsatalarını yerleştiriyor ve yalnız cemaat içinde ve lideri için kapalı devre yaşamayı öğretiyordu. Politikacı­lar, yazarlar, sanatçılar, bilim adamları, cemaatin çevresinde toplanıyordu. Dünyanın bir çok ülkesinde kuruluşları olan bu cemaatin, kaynağı merak edilen parasının büyüklüğü hesap edilemiyordu. Söz konusu cemaatin lideri Amerika'da bulunuyordu. Cemaatin li­derine “hazret-üstad” deniyor, ama o bir “Hoca Efendi” değildi. O Reverand (Hazret) Sung Myung (Moon) ve cemaatinin adı ise; Dünya Hıristiyanlığını Birleştirmek İçin Kutsal Ruh Cemiyeti, kısaca Unification Church (UC, Birleştirme Kilisesi) oluyordu

Moon'un, Kore istihbarat servisi K-CIA ile başladığı ve Amerika'daki siyonist yahudi stratejistlerin desteği ile parlayıp şöhret kazandığı bu şeytan tarikatında, Japonya'nın ilginç iş adamları, ABD politikacıları, ABD başkanları, Yahudiler Güney Amerikalılar, Katolikler, Protestanlar, Müslümanlar bulunuyordu. Moon'a göre dünyadaki kötülüklerin kökeninde “Adem” baba ile “Havva” ananın işledikleri günah yatıyordu. Bu yasak ilişkiden doğan çocuğun kanı da işte bu yüzden kirleniyordu. O nedenle insanlığın kurtuluşu ancak ve ancak, kanının temizlen­mesine bağlı bulunuyordu. Temizleyici kan ise; dönemim gerçek ana-babası yani Moon ve Moon'un karısının damarlarında akıyordu. Artık asıl olan Adem ile Havva değil, kendilerini “true-parents” yani “gerçek ana-baba” olarak ilan eden Moon ve eşi sayılıyordu.

Yeni ve temiz ana-babaların yetiştirilmesi, kurtuluşun en temel koşuluydu. Temiz ana-babalar ise ancak kutsal nikâh törenlerle birleşebiliyordu. “True-Parents days (günlerinde) Sung Myung Moon 'Hazretleri' binlerce yeni çifti kutsuyor ya da evli olanları yeniden nikâhlayarak toplu düğün düzenliyordu. Nikâhları kutsanan çiftler, Moon'un kanını temsilen birer kadeh şarap içiyordu. Böylece Adem ve Havva'nın şeytanla işbirliği yaparak kirlettikleri insan kanı da temizlenmiş oluyordu.

Moon'un gençlik örgütünün eski yöneticisinin gönderdiği mektuptaki şu bilgi bu işlerin, yalnızca kilise çevresini geliş­tirmek üzere, siyasal-bilimsel toplantılar düzenlenmesini aştığını gös­teriyordu. Mektuptan okuyalım:

“… Dünkü New York Post (16 Aralık 1999) Moon'un 13 Şubat kitlesel düğün törenlerine (giriş) ücretinin 100 dolar olduğunu yazıyordu ama haberde bir eksilik vardı. Gerçekte evlenen çiftlerin binlerle ifade edilen dolarlar ödeme zorunluluğundan söz edilmiyordu.”

Moon'un Mesihliğinin nedeni ise şöyle belirtiliyordu: Moon'a göre Hz. İsa politik becerisi bulunmadığından, Hıristiyanlığı ve insanlığı kurtarmayı başaramıyordu. Bu nedenle Moon kendini Mesih olarak ilan ediyordu. Sorgusuz bağlanılacak her şeyh-dede-şef örgütünde olduğu gibi, eleman devşirilme işi, hem Moonculukta, hem Fetullaçılıkta beyin yıkama esasına dayanıyordu.

İnsanlığı kurtaracak bir 'Mesih' olarak, ortaya çıkan Moon'a kimse sahte peygamber diyemiyordu. Bu örgütle Fetullah Gülen'nin yapılanma modeli oldukça benzeşiyordu. Her ne kadar iki örgütün yükselmeye başlamaları Amerika'nın başlattığı, 1950'lerin komünizmle mücade­le örgütlenmesine dayanıyorsa da, Moon Hazretleri, Amerika'ya uzaktan yaslanacağına, kendisini ABD'ye atmış ve kırk yıldan bu yana işin ana müteahhitliğine soyunmuş bulunuyordu. Fetullah Gülen ise: kırk yılın ardından farkına varmış ki; “Güç neredeyse orada olunmalıdır” der gibi, o da Amerika'ya taşınıyordu. ABD federal devlet yönetimiyle içli dışlı olmayı başaran Moon, her geçen yılın ardından kutsallığının en üst noktasına ulaşıyordu. Her yıl 10-15 Şubat arasında “Gerçek Ana-Baba”nın doğum günleri büyük gösterilerle ve ayinlerle kutlanıyordu. Tıpkı Peygamberlerin do­ğum günlerinin kutlandığı gibi. Bu arada, onun otellerinde intihar ölümleri de sıklaşıyordu. İki yıl önce kendi oğlu da aynı otelde intihar ediyordu.

Moon'un, Amerika'da merkezleşmeyi seçmesinin nedenini an­lamak, şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Moon Hazretleri, Yahudi Hahamlarından aldığı talimatları cin gibi anlayıp uyguluyordu, dünya­nın değişik ülkelerine Hristiyanlık Kilisesi olarak gitmenin olanaksız­lığını görmüş ve her dinden, her milliyetten insanlarla ilişki kurmak üzere entel örgütleri oluşturmuştu. Bilim adamları, barış kadınları, dinler arası federasyon, dünya üniversiteleri federasyonları gibi sa­yısız teşkilat kurmuştu.

İşte bunlardan, PWPA (Proffesors World Peace Academy /Profesörler Dünya Barış Akademisi) ile dünyanın dön bucağında toplantılar düzenliyordu. PWPA' nın el atmadığı konu yoktu. “Sovyet­ler yıkıldıktan sonra ne olacak?”tan “Afrika'nın geleceği” ne, “La­tin Amerika'nın borç sorunları”ndan “Ortadoğu'da ticaret ve barış süreci”ne, “İslam’ın sorunlarından” Ermenistan'ın kalkınma yolla­rına dek, akla gelebilecek ne denli konu ya da bölgesel sorun var­sa, hemen hemen tümü için “konferans” ve “sempozyum” adı al­tında, 1973'den bu yana 400'ü aşkın toplantı düzenleniyordu.

Birleştirme Kilisesi Türkiye'ye giriyordu!

PWPA'nın Türkiye'deki ilk başkanı ünlü siyasetçi Kasım Gülek oluyordu. Onun Koreli Moon'un kilisesince kurulmuş olan bir tarikatı Türkiye'de başkan olarak temsil etmesinin gerekçelerini anlamak zordu, ama onun yaşamına kısaca göz atmak bize bazı ipuçları veriyordu.

Kasım Gülek (Adana 1910- Washington 1996) İttihat ve Terakki üyesi Mustafa Rıfat Bey'in ve Tayyibe Gülek'in oğluydu. GS Li­sesi ve Robert Kolej'de, Paris Ecole Science Politiques (1924-28), Columbia University (Dr.l928)'de eğitim görüyordu. ABD'de öğrenciy­ken Chase Manhattan Bank'da çalışıyor. Harvard Üniversitesi’nde iş­letmede “master” yapıyordu. Rockfeller bursuyla Berlin Üniversitesi'nde, Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalar yürütüyordu. Cambridge rektörünün tavsiyesiyle CHP'ne giriyor, Bilecik Milletvekilliği, Bayındırlık Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, CHP Genel Sekreterliği görevlerinde bulunuyordu.

1958 yılında Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanı (1957-1959) Albay J. J. Fens, Menderes hükümetinden Türk heyetinin bildi­rilmesini istiyordu. CHP'den Nüvit Yetkin seçiliyor, ama harekete geçen CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Colonel (Albay) Fens'e mektup yazarak Nüvit Yetkin yerine kendisinin çağrılmasını öneriyordu. Konu Za­fer Gazetesi'nde manşet oluyordu. Kasım Gülek, İnönü'ye böyle bir mektup yazmadığını söylüyor, ama bir gün sonra, gazete mektubun kopya­sını yayınlayınca, İsmet İnönü, Kasım Gülek'e güvenemeyeceğini bildirerek, görevden ayrılmasını rica ediyordu. İnönü'nün 1950'den 1957'ye, dek görevde tuttuğu Kasım Gülek ile çalışma arzusu O'nun yabancılarla kurduğu sıkı dostluklarından ileri geliyordu.

Kasım Gülek, Kore Birleşmiş Milletler Komisyonu Başkanlığı (1950-1953) Kuzey Atlantik Asamblesi Başkanlığı (1968-1969), NATO Parlamenterler Konferansı Başkan Yardımcılığı ve Kontenjan Senatörlüğü de yapıyordu. Kasım Gülek'in yaşamında en ilginç teklif Gene­ral McArthur'dan geliyor. Gülek'ten ABD'de kalarak senatör olmasını istiyordu!?

1980'li yıllarda Sung Myung Moon'un Türkiye ilişkilerini yürüten Kasım Gülek, Unification Church'ü güçlendirmek için büyük çaba gösteriyordu. Örgütü, ABD Büyükelçisi Şükrü Elekdağ'a “empoze” et­meye çalışıyordu. Kasım Gülek bu arada Fetullah Gülen'le dostluğu ilerletiyor ve onu ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile tanıştır­ıyordu. Kasım Gülek, yaşlılık yıllarında yeniden CHP ile ilişki kuruyordu.

Kasım Gülek'in baldızı Aylin Radomisli, uzun yıllar ABD'de yaşıyor; Amerikan ordusuna katılıyor. Asya'da elçilik görevine atanacağı söylenirken, 19 Ocak 1995'de evinin bahçesinde ölü bulunuyordu. Ölümün nedeni araba kazası olarak kayıtlara geçiriliyordu. Aylin Radomisli'nin Türkiye'den ilginç konuklan oluyordu. Yakın arkada­şı Aylin Gönensay (Eski dışişleri ve devlet bakanlarından Emre Gönensay'ın eşi) bunlardan biriyle tanışmıştı. Bu adam Zaman gazetesinin ihtiyaçları için Amerika'daydı…

Kasım Gülek'in kızı Tayyibe Gülek, Teyzesi Aylin Rodomisli ile ABD'de yaşadı. Harvard'ı bitirdikten sonra, Türkiye iktisadını pek ama pekiyi yönetenlerin yuvası London School of Economics' te yüksek lisans yaptı. Türkiye'ye dönünce engin deneyimlerine güven duyularak Ecevit tarafından Başbakanlık Danışmanlığına atandı. Türkiye'nin Bakû-Ceyhan Boru Hattı Sekreterliğini yürütürken, Ecevit'lerin kontenjanından Adana Milletvekili (1999) olarak TBMM'ye taşındı. Ecevit onu ABD gezilerinde hep yanında bulundurmaktaydı. Tayyibe Gülek Temmuz 2002'de Kıbrıs'tan sorumlu devlet bakan­lığı görevine atanmıştı.

ABD'lilerle 1920'li yıllardan beri içli dışlı olan Kasım Gülek, moon tarikatı elemanlarının da katıldığı ilk toplantıyı, 1982'de İstanbul'da yapmıştı. Bu toplantılarda Moon'un Ortadoğu Temsilcisi, Thomas Cromwell başta olmak üzere Moon'un örgütle­rinden ve yerlilerden birçok yönetici katılmıştı. Toplantıların ko­nuları da kafa karıştırıcıydı: 21 Yüzyıl Eğitimi ve Türk Yunan İlişkileri! Bu toplantılara katılan Türk büyükleri de ilginç insanlardı:  Emre Gönensay, Sabahattin Zaim, Erkek Akurgal, İlahiyat Fakültelerinin dekanları, sanatçılar, ünlü Belediye Başkanlarından Gülay Atığ, Semra Özal, Diğer uluslar arası toplantılara katılanlar arasında, De­niz Baykal, Hayri Erdoğan Alkin, Handan Kepir gibi ta­nınmışlar da vardı.

Moon'un PWPA toplantılarında en sık görülen İlahiyatçıların başında Salih Tuğ gibi İlahiyat Fakültesi dekanları geliyordu. İlim Yayma Cemiyeti üyelerinden ve Aydınlar Ocağı eski başkanlarından Salih Tuğ 1997'de Kanal 7 televizyonunda Fehmi Koru ile programa çıkıyor ve Moon'un Church hareketini öve öve bitiremiyordu. Bu toplantılara katılmış olan Yaşar Nuri Öztürk, Moon'un İlahiyatçılara 45 gün süren Amerika gezisi ayarladığını söylüyordu. Anlaşılıyor ki, (Birleştirme Kilisesi), Hıristiyan ya da Müslüman ayırt etmiyor, önüne geleni birleştiriyordu. Fetullah Gülen’den, Dolandırıcı Bayan Belediye Başkanını, Cumhurbaşkanı'nın hanımından Devlet Bakanlarını ve daha nice etkili ve etiketli adamı yan yana getirebiliyordu. Bu ayrı bir kitap dolduracak kadar geniş bir konuydu. Moon'un Türkiyeli Masonlar ve tarikatlarla ilişkileri hep gizli tutuluyordu ve Fetullah Gülen’in Kasım Gülek’in cenazesindeki üzüntüsü şimdi daha iyi anlaşılıyordu. Şimdilik, Unification Church'ün yayınlarına gö­re toplantıları kısa bir listede toparlamak yararlı olabilirdi:

1982 Roma: Kasım Gülek,

1982 İstanbul Hazırlık Toplantısı: Bu toplantıyı Moon'un sağ kolu Chung Hwan Kwak vönetivor ve Kasım-Nilüfer Gülek Türkiye düzenlemesini yapıyorlar.

1984 Roma: Hayri Erdoğan ilkin (Konferans Başkanı olarak),Prof. Sabahattin Zaim

1986 İstanbul Hilton “21. Yüzyılda Eğitim” Kasım Gülek, Sabahattin Zaim. PWPA' nın ABD başkanı Nicholas Kitrie ve Yu­nanistan'dan Evanghelos Moutsopoulos da katılıyor.

1986        İstanbul Hilton:  “Türk-Yunan İlişkileri” Sabahattin Zaim, Ekrem Akurgal, Emre Gönensay (Sonra başbakan Danışmanı, T.C Dışişleri Bakanı, Nilüfer Gülek'in kardeşi Aylin Radomisli'nin Amerika'dan yakın dostu), Kasım Gülek.

1987 Chicago: Kasım Gülek

1988 Londra: Prof. Handan Kepir Sinangil   (Robert kolej /Bosphorus. Un)

1991 İstanbul President Oteli.

1994 İstanbul the Marmara Oteli.

1996 İstanbul (1-14 Haziran).

Öteki katılımcılar: Deniz Baykal, Işılay Saygın, Mehmet Aydın (9 Eylül Üniv. İlahiyat Fak. Dekanı, Abant toplantıları yöneticisi, (18 Kasım 2002 AKP) Abdullah Gül ve Recep Erdoğan Hükümeti Devlet Bakanı), Sabri Orman, Ali Şafak E. Ruhi Fığlalı, Gülay Atığ (Aslıtürk), Semra Özal, Nilüfer Narlı, Nevzat Yalçıntaş, Lütfü Doğan, Osman Zümrüt, Şerafettin Gölcük, Salih Tuğ, Fehmi Koru, Barış Manço, Ayseli Gürsoy.

ABD'den İstanbul toplantılarına katılanlar arasında Moon'un has adamları Richard Rubinstein, Nicholas Kittrie'nin yanı sıra Yunanistan'dan, Ürdün'den, Mısır'dan, Kore'den gelenler vardı.

Kasım Gülek'in, ölümü üzerine, PWPA'nın Türkiye başkanlığını Dr. Hayri Erdoğan Alkin üstlendi. Hayri Erdoğan Alkin, eski adıyla Robert Kolej devamıyla Bosphorus University'de profesörlüğünün yanı sıra Türk Ekonomi Bankası (TEB) yönetim kurulu üyeliği yapmaktaydı. İlkin, aynı zamanda NED'den büyük parasal des­tek alan ve Türk Dışişleri politikasını yönlendirmeye çalışan TESEV'in de danışmanıydı.

Hayri Erdoğan Alkin, Moon'un kurduğu PWPA'nın yayınlarına yansıyan bilgiye göre, PWPA'nın Avrupa toplantılarına katılmıştır. Yine Boğaziçi Üniversitesi'nden Handan Kepir Sinangil de, Avrupa toplantılarına katılmıştır. Anımsanacağı gibi, Hayri Erdoğan Alkin'in oğlu ARI Derneği kurucuları arasında yer almıştır.

Moon'un 1000'i aşkın kuruluşlarından en ilginci olan Global image Association bir zaman­lar Türkiye'nin “lobi” işlerini yapmıştır. Ve milyonlarca dolar karşılığı ülkemizi dünya'ya tanıtmıştır.

“Moon”culuk ve “Mason”lukla Atatürkçülük uyuşur mu?

1919 Haziran'ın da Anadolu'nun doğusunda bir Ermeni devleti kurulmasını sağlayamayan ABD, Gümrü Anlaşmasıyla Türkiye'nin doğu sınırlarının da güvence altına alınması ve Sakarya boyunca Yunan saldırısının da püskürtülmesi üzerine, İstiklal Savaşı'nın Ankara'daki Milli Yönetim'in lehinde sonuçlanacağını hesap etmiş ol­malı ki, İngilizlerin silahlı istilâ planlarına karşılık kaleyi içerden fet­hetmek için sinsice isteklerde bulunmaya başlamıştı.  ABD, elbette bu mandacılığın peşini bırakmayacaktı.

Nitekim, savaş ortamında yurdumuzun düştüğü zayıflıktan yararlanmak için Öksüzler Yurdu ve örnek çiftlikler kurarak, ABD Anadolu'da yerleşmek istemiş ve bu isteği Ankara'ya iletmişti. Meclis Başkanı Mustafa Kemal, hemen İçişleri Bakanlığı'na bir muhtıra yollayarak uyarıda bulunmuştu. Bu muhtırayı dikkatle okuyalım:

İşte Atatürk’ün uyarıları:

“Ankara Büyük Millet Meclisi Hükümeti, ülkenin bayındırlaşma­sına, öksüzlerin rahatlamasına, genel sağlık ve ekonomimizin düzeltilmesine yönelik girişim ve çalışmaları teşekkürle kabul eder.

Ancak, bu konuda gerek uzak, gerek pek yakın geçmişte, bize oldukça pahalıya patlayan deneyimlere dayanarak bir takım kaygılarımızı açıklama gereği vardır.

Şimdiye kadar ülkemizde ekonomik amaçlarla, politik ve bilim­sel çalışma  (yapan)  kurumlar ve yabancılar özellikle aşağıdaki amaçları izlemişlerdir:

1- Ülkemizdeki çalışmalarından korkunç bir ekonomik ve politik kazanç sağlamak.  Bizim için en zararlı olanı bunlardır.

2- Bir bölgede elde edecekleri ekonomik yetkiye (imtiyaza) da­yanarak o bölgenin sahibi olmaya çalışmak.

Bu gibilerin ülkemizde bir daha çalışmalarına kesinlikle izin ve­rilmemesi kararlaştırılmıştır. Böyle yapmakla yalnız kendimize değil, bütün insanlığa olabildiğince büyük hizmet ettiğimize ina­nıyoruz. Dolayısıyla Genel Savaşı (Birinci Dünya Savaşı)'nı çı­karanlar, bu gibi amaçları izleyen paralı gruplar ve onlara alet olan politikacılardır:

3- Ekonomik amaçla,  bilim ve insanlık (yararı) görüntüsü ile yurdumuza gelip, ilerde istila (işgal) hazırlamak için, etnik top­lulukları gerek hükümete, gerek birbirlerine karşı kışkırtmak. Bu gibiler hem 1. dünya savaşının hem ülkemizdeki korkunç katliamların düzenleyicileridir.

4- Yurdumuzda, yalnız bilim ve insanlık amaçları ile çalışmakla birlikte, ruhlarında bulunan Hıristiyanlık duygusu nedeniyle, hemen Hıristiyan azınlıklarla ilişki kurmak ve ister kasıtlı, ister kasıtsız olarak, aralarında azınlıkların da yaşamakta olduğu Müslüman topluluklardan ayrılma isteğini propaganda etmek ve kışkırtmak.

Bu gibilerin gerek Müslümanlara, gerek iyiliğine çalıştıkları(nı ileri sürdükleri) Hıristiyan azınlıklara, aralarında yaşamakta ol­dukları İslâm çoğunluğuna (karşı) baskı yapılmasını aşılamakla, ne denli insanlık dışı bir biçimde çalıştıkları ve bu yüzden mey­dana gelen cinayetlerden sorumlu oldukları ortadadır.

Hükümetlerimiz bu gibilerin de özgürce çalışmalarına izin ver­diğinde Müslüman ve Müslüman olmayan bütün uyruklarına karşı pek ağır bir sorumluluk yükü altına girmiş bulunacaktır.

Buna izin vermek, çocukları yaşayacakları çevreye düşman ya da hiç olmazsa yabancı olarak yetiştirmek ve (çocukları) yaşa­yacakları çevre ile çatışmak zorunda bırakmaktır. Bu ise, gerek o çocukların, gerek içerisinde yaşayacakları halkın yıkımını hazırlamaktır.

Bunu yasaklamak hükümetin görevidir.

Bundan dolayıdır ki,  Amerikalılarca örnek çiftlik vb kurumlar kurup,  buralarda kendi uyruğumuzdan olan binlerce çocuğun Türk hükümetine ve ulusuna karşı sevgisiz ve uyumsuz duygu­larla yetişmelerine izin veremeyiz.”[18]

Mustafa Kemal,  muhtırasını,  diplomatik bir dille yapmıştır. Amerikalıların kurmak istedikleri sözde örnek çiftliklerin yönetiminin ve çalışan çocukların eğitiminin Türk hükümetinin atayacağı görevlilerce yürütülmesini, bu gibi yerlerde çalışacak, öksüzler arasında ırk ve mezhep ayrımı gözetilemeyeceğini belirterek, bu şeytanlığa fırsat tanımamıştır. Onun duyarlılıkla ve devlet adamı sorumluluğuyla ayrımcılığa ve karıştırıcılığa gösterdiği bu tepkisinde söz ettiği acı deneyler arasında Osmanlı yönetiminin ve İttihatçı mason hükümetlerin vurdumduymazlıkla izin verdiği Anadolu illerindeki Amerikan konsolosluklarının: Hıristiyan azınlıkları ve özellikle Ermenileri eğiten misyoner okulları kurmaları, azınlıklara birer ABD pasaportu vererek onları Amerikanlaştırmaları ve misyoner okullarını, manastırları silah deposu haline getirmeleri ve sonunda terör eylemleri ve devlete isyan girişimleri bulunmaktadır.

Osmanlı'nın son döneminde İttihat Terakkicilerinde desteği ile yabancıların işlettiği okul sayısı, 98'dir. Bu işi yalnızca savaş öncesi durumun bir özelliği olarak göstermek de yanıltmanın bir parçasıdır. Mustafa Kemal'in Amerikan okullarının yıkıcı etkisini bilmemesi düşünülemez. Amerikalıla­rın Talaş Koleji'nde 1880 yılı ders programında, Ermenice ve Rum­ca Gramer, Osmanlıca İncil, Hıristiyanlara göre tarih derslerinin ya­nı sıra Amerikalıların 3 ayrı yerdeki matbaada, Ermenice, Rumca, Bulgarca, İtalyanca, Ladion (İspanyol Yahudi dili) dillerinde, kitap yayınladıkları bilinmektedir.

Mustafa Kemal, kültürel işgalin sonuçlarını iyi değerlendirmektedir. Sözde öksüzler yurdu kurma gibi insancıl girişimin altındaki azınlık örgütleme plânının yattığını elbette biliyordu. 1922 yılı başında, ülke işgal altındayken ve en zor koşullarda yaşanırken yazıl­mış olan bu muhtıradaki değerlendirmeye “komplo teorisi” diyebi­lecek bir kişi olabilir mi?

Buna “komplo uydurması” diyenler, Reagan'ın 1982'de koyduğu adla “demokrasi projesi” nin Yugoslavya'da, Çekoslovakya'da, Bal­kanlarda, Asya'da, Afrika'da, Orta ve Güney Amerika'da, Irak'ta, Venezuela'da yol açtığı sonuçlarını unutsa da, bunların Türkiye'deki etnik ve dinsel kışkırtmalarını Lozan'ın yeniden gözden geçirilmesi dayatmalarını yok sayması mümkün değildir.

Mustafa Kemal'in, 27 Aralık 1919'da yabancılarla yatıp kalkan­lara verdiği şu yanıtı okuyunca; Bugün Atatürkçü geçinen ABD uşaklarına ve AB aşıklarına şaşmamak elde midir?

Şimdi bir kez daha Mustafa Kemal'i dinleyelim:

“Tekrar ediyorum, aleyhimizde ileri sürülen değerlendirmeler yanlıştır. Bu gerçek, (hem) tarih, (hem de) mantık açısından sa­bittir. Bu hususu, yalnız Batı'ya değil, hatta vatandaşlarımıza da, ehemmiyetli bir surette ihtar etmek gereğini duyuyorum. Çünkü ender de olsa, üzülerek işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya milli duygudan yoksun kalmış olan bazı kişiler, yabancıların, aleyhimizde ileri sürdükleri suçlamaları reddetmedikleri gibi, vatanını ve milletini kusurlu göstermekten de çekinmiyorlar. Bugün bile, sultani mektebinin salonlarını aley­himizde konferans verdirmek için yabancılara açanlar var.

Bu gibilere lanet olsun!”

Şimdi bize soruluyor:

“O kadar din düşmanı varken, niçin dindar kişilerle uğraşıyorsunuz?”

Çünkü din tahribatı iki türlü yapılamaktadır:

1-   Açıkça saldırmak, taarruza kalkışmak ve yasaklamak,

2-   İslam’ın özünü boşaltmak, ılımlaştırıp zalim ve kâfir dünya düzenine uyumlaştırmaktır.

Birincisi inkârcıların, zorbaların ve barbar batılıların âdetidir. İşte Çanakkale, Irak ve Filistin bunun örnekleridir.

İkincisi dindar ve İslam’a hizmetkâr kılıklı münafıkların, makam ve menfaat karşılığı dış güçlere kiralık marazlıların yöntemidir. Ve maalesef münafıkların tahribatı kâfirlerinkinden daha etkili ve tehlikelidir. Bizim derdimiz, eğer birileri, bilmeden dinimize ve devletimize karşı hazırlanmış tuzaklara takılmışsa veya bilerek şöhret, servet ve etiket karşılığı dış güçlere satılmışsa, bunların tahribatlarına dikkat çekmek, milli birlik ve dirliğimize yönelik hain girişimlere fırsat vermemektir. Yoksa belgesiz ve bilgisizce kimseyi suçlamak değildir.

Kuran’a göre münafıklar:

“Onlar müminleri bırakıp kâfirleri (ve İslam düşmanı kitap ehlini) veliler (dost ve müttefikler) edinirler. Bu (ahmak ve kaypaklar) izzeti (şeref ve desteği) onların yanında aramaya yeltenirler” (Nisa: 139)

Münafıklar “Hz. Muhammet’e (A.S.) ve ondan önce indirilenlere gerçekten inandıklarını öne sürdükleri halde, (İslam’ın adalet hükümlerinin hâkimiyetini değil) TAĞUTİ GÜÇLERİN (zalim ve hain merkezlerin) hükmü altına girmeyi istemektedirler” (Bak. Nisa: 60-61)

Ve Kuranı Kerim bizlere sadece saldırgan kâfirlerle değil, aynı zamanda sinsi ve tahripçi münafıklarla da mücahade ve mücadele etmemizi emretmektedir:

“Ey Nebiy!  Kafirlerle ve münafıklarla cihat et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran..” (Tevbe 73)

“Bu nedenle sen ((tebliğle) emrolunduğun şeyi (onları çatlatırcasına) açığa vur ve müşriklere aldırış etme” Hicr: 94)

“Ki:

Böylece helak olacak kişi (uyarılmadım, anlamadım gibi bir mazerete sığınmasın diye) apaçık bir bilgi ve delilden sonra helake uğrasın; (manen ve imanen) diri kalacak kişi de apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalsın (dünyada izzete, ahirette cennete ulaşsın)…” (Enfal: 42)

ŞİİR

İbni Selül biter mi, İbni Sebe yaşıyor

Münafık tanımaya, ilmü hidayet gerek!

“Ilımlı İslam” diye, sinsi virüs taşıyor

Gerçeği konuşmaya, dinü dirayet gerek!


 

Siyonizmin zulmüne, fetva veren pirini

Yahudi Hıristiyan, desteklerse birini

Fırat yüz sene aksa, temizlemez kirini

Deccalizmi yıkmaya, avnü inayet gerek!


 

Doğruyu arayana, Mevla medet buyurur

Hâşâ mahrum bırakmaz, Hak nidasın duyurur

Derdi dünya olanı, “din satarak” doyurur

Gerçeği gizleyene, ilahi lanet gerek! (Bak. Bakara: 159)



[1] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:220-223 / Timaş Yayınları

[2] Graham Fuller / Siyasal İslam'ın geleceği / Sh:214 / Timaş Yayınları

[*] (03.05.2010 / Tansu Akgün / odatv)

[3] Prizma.2 / Sh:12-13

[4] Asrın Getirdiği Tereddütler / T.O.V yayınları / Sh. 200 ve 4. Sayfa

[5] Nevval Sevindi / A.g.y – Sh:39

[6] Prof. Alpaslan Işıklı / Sh:85

[7] Fetullah Gülen / F.F / C:2 / Sh:212

[8] Nevval Sevindi / A.g.y. Sh.39

[9] M. Emin Değer / Bir Cumhuriyet Düşmanı / Sh:283

[10] Fetullah gülen / Papa'ya Mektup / 09 Şubat 1998

[11] Akşam  / Güler Kömürcü / 24 Eylül 2004

[12] Milliyet / 02 Eylül 1997

[13] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 520

[14] Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa yıldırım / 3. Baskı / Sh: 512-523

[15] Yankı / Ağustos Sh:30

[16] Zaman / 09 07 2003

[17] “Pamukkale'de sabah ayini” / Gündem (Denizli) / 24 Haziran 2002

[18] Mustafa Kemal'in el yazması ile Muhtıra/Belge no: 1125 / ADP: Cilt 1, Sh:384; Mustafa Onar, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları II, T.C. Kültür Bakanlığı Atatürk Dizisi, Ankara 1995

– Bak: Sivil Örümceğin Ağında / Mustafa Yıldırım / Sh:564-568 / 3. Basım

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi