Anasayfa » Bir Rus Yahudi Haham’ın İtirafları İle: KUR’AN’IN MESAJI VE KARDEŞLİK PRENSİPLERİ

Bir Rus Yahudi Haham’ın İtirafları İle: KUR’AN’IN MESAJI VE KARDEŞLİK PRENSİPLERİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 289 Görüntüleyen

Bir Rus Yahudi Haham’ın İtirafları İle: KUR’AN’IN MESAJI VE KARDEŞLİK PRENSİPLERİ

1- Teknoloji harikası çok güzel ve mükemmel bir makine üreten ustaları ve fabrikası, o aracın veya beyaz eşyanın:

a) Ne işe yaradığını ve ne maksatla yapıldığını

b) O pahalı aletin hayati mekanizmalarını

c) Randımanlı çalıştırma ve verim alma koşullarını

ç) Muhtemel sorunlarını, arızalarını ve pratik çözüm yollarını

gösteren bir kullanma kılavuzunu da alıcıya birlikte sunmaktadır.

İşte yeryüzünde Allah’ın halifesi ve bütün mahlûkatın ekmeli ve efendisi konumunda yaratılan harikulade bir varlık olan insanın ve insanlardan oluşan toplumların;

A- Yaratılış gayelerini

B- Sağlıklı insan ilişkilerini

C- Güzel ahlak örneklerini

Ç- İyilikle kötülüklerini

D- Sonsuz bir saadeti kazanma prensiplerini

Öğreten bir yaşam kılavuzuna ve ilahi imtihan programına ihtiyaç vardır. İşte bunun adı “Devamlı okunması ve anlaşılması lazım olan ve her asırda insanlığın bütün sorunlarına çözüm yolları sunan kitap” anlamına gelen Kur’an’dır.

2- Kur’an-ı Kerim: Başta Cenabı Hakkın varlığı ve sıfatları olmak üzere, bütün iman esaslarını akli belgeleriyle ve gerekçeleriyle açıklayan ilahi ve son kitaptır.

3- Kur’an-ı Kerim: Yaratılış amacımızı, ilahi emir ve yasaklar ölçüsünde hareket anlamına gelen ibadet düsturlarımızı öğreten rabbimizin en mükemmel mesajıdır.

4- Kur’an-ı Kerim: Hak ile Batılı, dost ile düşmanı, helal ile haramı, hayırlı ve şerli olanı gösterip ayıran Furkandır.

5- Kur’an-ı Kerim: Her asırdaki Müslümanların adil ve asil bir toplum düzeni ve medeniyet sistemi kurabilmeleri için, temel insan haklarına ve evrensel hukuk kurallarına uygun kanunlar üretmelerine esas olacak ilahi buyrukları içinde barındırmaktadır.

6- Kur’an-ı Kerim: Örnek almamız ve muhtemel felaketlerden korunmamız için, geçmiş ümmetlerin ve Peygamberlerin ibretli hayat hikâyeleri ve hikmetli kıssaları özlü biçimde anlatan tarihi hakikat kaynağıdır.

7- Kur’an-ı Kerim: Hür, huzurlu ve onurlu yaşama hakkına kavuşmak ve zalim sistemlerden kurtulmak için emredilen cihadın şartlarını ve ihtiyaçlarını öğütleyen bir hizmet ve selamet programıdır.

8- Kur’an-ı Kerim: Gerçek ve ebedi saadet yurdu olan ahireti ve cenneti kazandıracak koşulları ve hayırda yarışma yollarını anlatan ve bizleri ölüm ötesi hesaba ve sonsuzluğa hazırlayan Rabbimizin hitabıdır.

9- Kur’an-ı Kerim: Din-Devlet ilişkilerinin sınırlarını, cemiyet fertleriyle yönetici siyasetçilerin karşılıklı sorumluluklarını, nefis terbiyesiyle devlet disiplini arasındaki bağlantıları hatırlatan hikmet uyarılarıdır.

Türkiye üniter bir devlet konumundadır; bu kavram özellikle kullanılmıştır ve kesinlikle korunmalıdır. “Üniter” yapı, federasyon sisteminin karşıtı olup, millet-devlet birliğini, ülkenin bölünmezliğini ve dirlik düzenini anlatır. Tahrif edilmiş Hıristiyanlıktaki teslis (üç tanrı) sapkınlığına ve Şirk zulmüne bulandırılmış Musevilikteki “Allah’ı Yahudi Kralına indirgeme” azgınlığına rağmen, İslam’daki TEVHİT (Tek İlah) inancı, Batı kaynaklarında “Unityryum-Uniter = Muhammedan (Hz. Muhammed’in getirdiği İslam’ın tevhit – Birlik Esası” olarak tanımlanır. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin Üniter yapısı Tevhit-Birlik ve bölünmezlik inancının, devlet ve millet sistemine yansımasıdır. Yani bugün “ileri demokrasi, AB kriterleri, küreselleşme girişimleri” gibi yaldızlı kılıflar altında Ülkemizin Üniter yapısını, yani BİRLİK ve DİRLİK haritasını bozmaya, Büyük İsrail hayaline yarayacak Federatif Kürdistan hıyanetlerine taşeronluk yapmaya çalışanlar, hem itikaden hem de siyaseten ŞİRK’e sapmaktadır.

10- Kur’an-ı Kerim: Açık küfürden daha tehlikeli ve gizli olan şirkin farklı boyutlarını, Müslümanların zalim ve kâfir güçlerle işbirliğine girişen, din âlimi ve maneviyat ehli geçinen kişileri putlaştırıp nasıl sapıttıklarını ve İslam’ın sadece kolayına gelen kısmını alıp, zorlarına giden Kur’an ahkâmını yok saydıklarını en canlı ve çarpıcı örnekleriyle açıklayan hakikat sırlarıdır.

11- Kur’an-ı Kerim: Müspet ilimlerde ve fen bilimlerinde hangi keşiflerin yapılacağına işaret buyuran, ahir zaman hadiseleri ve fitneleriyle ilgili gelişmelere ışık tutan ve İslam’ın hâkimiyetiyle sonuçlanacak tarihi hesaplaşmayı müjdeleyip duyuran ve süper zalimlerle yapılacak savaşın kazanılmasını sağlayacak teknolojik sırlara işaret buyuran bazı gaybi işaretlerin anahtarını özünde taşımaktadır.

“Onlar Bizim ayetlerimizin tümünü yalanladılar. Biz de onları üstün ve güçlü, kudretli olanın yakalayışıyla yakalayıverdik.”

“Sizin kâfirleriniz onlardan daha hayırlı mıdır? Yoksa sizin için kitaplarda bir beraat mı var?”

“Biz, ‘birbiriyle yardımlaşıp öcünü alan’ bir toplumuz” mu diyorlar?”

“Yakında o toplum bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”

“Daha doğrusu onlara va’dedilen (asıl azap) (kıyamet) saatidir. O saat, ‘kurtuluşu olmayan daha korkunç bir bela’ ve daha acıdır.” (Kamer Suresi: 42-46)

“Ve elçi dedi ki: “Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar.”(Furkan: 30)

“Kur’an okuduğun zaman seninle ahirete inanmayanlar arasında görünmez bir perde kıldık.

“Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur’an’da sadece Rabbini “bir ve tek” (İlah olarak) andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler.” (İsra: 45-46)

“Allah’ı bırakıp kendilerine yarar ve zarar sağlayamayacak şeylere ibadet ediyorlar. Kâfir, (asıl) kendi Rabbine karşı (şeytana) arka çıkandır.” (Furkan: 52)

Nankör nefsimizle ve kâfir güçlerle cihat için Kur’an Meali okumak şarttır.

Reçetenin ezip suyunu içmek veya okuyup üflemek şifa verir mi?

Kur’an’ın mübarek lafzını ve Arapça aslını okumak bereket hazzıdır, manevi şifadır ve sevaptır. Ancak Allah Kelamının mana ve mesajını anlamak ve her hususta bunları uygulamak için izahlı meal okumak farzı ayındır.

“Fatiha”nın mana ve mesajı

  • Kur’an-ı Kerimin hikmet ve hakikat hazinesinin giriş kapısını
  • İlahi kelamın bütün emir ve hükümlerinin özet esaslarını
  • İman, ibadet ve istikamet sorumluluğunun temel yasalarını
  • Dünyada huzur, hürriyet ve emniyetin, ahrette ise cennetin ve ebedi saadetin düsturlarını öğreten Fatihai Şerif, işte bu nedenle bütün namazların her rekâtında okunması şart kılınmıştır. Fatiha’nın mana ve mesajını anlamadan ve hayatımızı bu ilahi kurallara uydurmadan selamete ulaşmak imkânsızdır.

1- Besmele: Koruyup kollayan, acıyıp bağışlayan Allah’ın adıyla

2-3-4: “Hamd: Âlemlerin Rabbi; Rahman ve Rahim; Din gününün maliki olan Allah’a (yapılır ve O’na layıktır).” Yani: ihtiyaç duyduğumuz ve huzur bulduğumuz istisnasız bütün nimet ve faziletleri, her türlü sağlık ve afiyeti, hürriyet ve emniyeti bize veren Cenabı Haktır, bu nedenle asıl ve gerçek teşekkür ve övgü ancak O’na sunulmalıdır. Âlemlerdeki, yerdeki ve gökteki canlı ve cansız her şeyi yaratan, bizlere yararlı ve iştahlı kılan; güneş ve aydan havaya, karadaki ve deryadaki hayvanlara, görünmez hücrelerden, organlarımıza, muhteşem galaksilerden şu vücudumuza kadar her şeyi en güzel ve mükemmel şekilde yaratıp hizmetimize sunan sonsuz rahmet ve merhamet sahibi ve ahrette kesin hesap gününün yegâne maliki olan Allah’a şükretmeyip şirke sapmak, ABD ve AB gibi süper zalimlerin ve onların işbirlikçisi hainlerin himayesine sığınmak, nankörlüğün daniskasıdır.

5- “(Ey Rabbimiz) Biz ancak Sana ibadet ve kulluk eder ve yalnız Senden yardım dileriz.”

Yani, rızasını arayarak ve azabından korkarak kendisine ibadet ve her emrine itaat ettiğimiz; maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi her konuda ve hakiki anlamda nimet ve inayetini beklediğimiz yegâne Zat Sensin Allahım. Süper zalimlerin, şeytani güçlerin ve işbirlikçisi hain siyasilerin ve din istismarcısı kanaat önderlerinin, İslam’a ve insanlığa aykırı durum ve yorumlarına uyarak, şirke sapmak gafletinden sana sığınırız?

6- “(Allahım) bizi sıratı müstekime (Kur’an-ı Kerimin ve Hz. Peygamberin öğrettiği dosdoğru yola ve yöne) hidayet et.”

7- “(Ki) Kendilerine nimet ve fazilet verdiklerin (Nebilerin, sıddıkların, şehitlerin ve Salihlerin yüksek inancına ve örnek ahlakına uygun) yola ve hayat tarzına ilet.

Gazabına uğrayan (Siyonist Yahudilerin ve Masonik işbirlikçi)lerinin ve dalalete sapan (Haçlı Emperyalist)lerin (batıl) yollarına (ve barbar yönetimlerin değil (onlardan ayrı ve farklı olan İslamiyet’e (yani hakiki istikamete, barış ve bereket düzenine, helal ve hayırlı bir medeniyete ulaşmak istiyoruz, desteğini ve zaferini esirgeme Allahım! Âmin.”

Şimdi, günde beş vakit kıldığı namazın her rekâtında ve tam 40 defa tekrarladığı Fatiha’da “Allah’ım ğadabına uğramış Siyonist Yahudilerin, dalalete sapmış Haçlı emperyalistlerin ve bunların yerli işbirlikçilerinin zalim ve batıl yollarını terk edip Senin Hak Dinine ve Kur’an istikametine yöneliyorum, şahit ol!” diyerek rabbine söz veren bir Müslümanın, namazdan çıktıktan hemen sonra Irak’ta 1,5 milyon Müslümanı katledip yüz binlerce kızın kadının ırzına geçen, Afganistan’ı cehenneme çeviren, NATO ile Libya’ya saldırıp 57 bin insanı öldüren ve bütün ülkeyi talan ve tahrip eden şu Amerikalı ve Avrupalı gâvurları ve onların suç ortağı iktidarları haklı görüp desteklemesi durumunda Hadisi şeriflerde haber verildiği gibi “Böyle kişiler her seferinde Fatiha okudukça Cenabı Hak meleklerine: Bakınız kulum yine Bana yalan söylüyor ve tam tersini yapacağı vaatlerde bulunuyor. Siz de onu kazip-yalancı ve sahtekâr sınıfına yazınız!”

Zalim güçlere ve işbirlikçilerine tabi ve taraf olmanın vahametini ve dehşetini birazcık olsun kıyaslayıp kavramak için;

Yarın, “ileri demokrasiye geçmiyor ve Kürdistan’a özerklik vermiyor, bahanesiyle NATO güçlerinin, Irak, Afganistan ve Libyalı Müslüman askerleri de kandırıp yanına alarak Türkiye’mize saldırdıklarını, malımızı, ırzımızı ve bütün sanayi ve stratejik kurumlarımızı yakıp yağmaladıklarını ve Müslüman ülke yöneticilerinin de bu zalim Amerika ve Avrupa’ya destek sağladıklarını” düşünün. Evet, ürperiyorsunuz değil mi? İğneyi kendimize batırmadan, başkalarının bağrına sokulan hançerlerin acısını fark etmiyorsunuz, değil mi?

Kur’an’a inanmak, O’nun hüküm ve haberlerine uymak ibadette, istikamette, ticarette, siyasette, aile içerisinde, komşuluk münasebetlerinde, kısaca her yerde ve her halde Kur’ani emirleri uygulamak demektir.

Elazığ-Harput ulemasından İmam Efendinin bir sohbetinde:

Ölüp ahiret âlemine göçsem, kıyameti, mahşeri gözlerimle görsem, cennetin ve cehennemin her tabakasında yüz yıllar geçirsem ve tekrar dünyaya geri gönderilsem de, siz bana ahiret hayatını sorsanız, ben size derim ki: “Getirin Kur’an-ı Kerimi, getirin Resulüllah Efendimizin hadislerini, sualinizin cevabını onlardan dinleyelim. Çünkü ben, her ne kadar oraları bizzat gezip gördüm ise de, yine de beşerim, yanılmış, şaşırmış ve karıştırmış olabilirim. Oysa bu gerçekleri, asla yanılmayan ve hâşâ yanlış konuşmayan Kur’an’ın haberinden öğrenelim.”

TNT Hayatın Şifreleri Programında (07.12.2011) iz’an ve insaf ehli ve çok bilgili bir Rus Yahudi Hahamının (Jevıss Ramy) şu tespit ve öngörüleri verilmişti:

“İslam geleceğin dini ve yegâne kurtuluş vesilesidir. Önümüzdeki dönemde insanlığın büyük bir kısmı İslam’a girecek, yozlaşmış Hıristiyanlık ve Yahudilik ise bütün etkisini yitirecektir. Ve maalesef Yahudilik ve Hıristiyanlık, Siyonizm’e kurban edilmiştir. Siyonistlerin İslamiyet’i ılımlaştırıp Protestanlaştırma girişimleri de başarıya erişemeyecektir.

İslam Dini, her çağa yön verecek, ekonomik, siyasi ve sosyal problemleri çözecek ilahi ve mükemmel hükümlere sahiptir. İslam; dünyanın ve insanlığın mutlu geleceğidir.

Hz. Muhammed’e Kur’an’ı bizzat Yüce Allah’ın vahyettiği kesindir, çünkü bilim ve teknolojinin bu gün yeni fark ettiği gerçekleri, 1434 sene öncesinden, ümmi bir şahsiyetin bilip haber vermesi aklen ve tarihen mümkün değildir. Bu yüzden Kur’an, kıyamete kadar her zorluğu yenecek ve her soruna çare üretecek Rabbani prensipler içermektedir.

Müslümanlar, öyle haftada, ayda ve yılda bir defa göstermelik değil; günde 5 vakit namaz kılıp secde etmekte ve Allah’la manevi münasebetini devamlı sürdürmektedir. Bu öylesine büyük ve derin bir imani kuvvettir ki, hiçbir güç bunları Hak yoldan geri çeviremeyecektir.

Ben, yıllar boyu, dikkat ve titizlikle Kur’an’ı inceledim ve O’nun hikmet ve hükümleri karşısında hayranlık ve hayretimi gizleyemeyip, itiraf etmek mecburiyeti hissettim. Materyalist ve emperyalist Batılılar yüzyıllar süren ve çok büyük masraflar edinilen sinsi gayretlerine rağmen Kur’an’ı ve İslam’ı yok edememişler, tam aksine giderek güçlenmesini önleyememişlerdir.”

Bu ufuk açıcı ve umut aşılayıcı itirafları dinleyen muhterem ve âlim bir Hocamız, bu heyecan ve merakla Kur’an’ı Kerimden tefaül edince şu ayeti kerime rast gelmiştir ve ebced hesabı 2012’yi göstermektedir:

“(Mutlaka gelecek olan) Saatte, batılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır.” (Casiye: 27)

Kur’an’a göre kardeşlik bağları:

Kendi tespitlerimize göre KARDEŞLİK kelimesi ve türevleri Kur’an-ı Kerimde tam 99 yerde geçmektedir. Bu sayının Yüce Rabbimizin 99 Esma-i Hüsnasına denk düşmesi ilginçtir. Sanki şöyle bir mesaj verilmektedir:

Mü’min kardeşlerinizin fıtratı çeşitlidir ve her birinizde başka bir Esmanın tezahür ve tecellisi ziyade ve belirgindir. Öyle ise, önce nefsinizi, sonra yakın çevrenizi, ardından din kardeşlerinizi ve nihayet devlet düzeninizi mutlaka ıslah etmeye gayret ederken, iman ehli kardeşlerimizi, kusur ve günahlarıyla birlikte kabullenin. Beşeri zafiyetleri nedeniyle onları terk etmeyin. Hatta: “Bütün insanların mümin ve yararlı sıfatlarını ve kabiliyetlerini hayırda değerlendirin ve yine bütün insanların kâfir ve zararlı sıfatlarını ve karakter zafiyetlerini düzeltip dizginleyin” mesajı verilmektedir.

“Ancak mü’minler kardeştir; öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah edin” (Hücurat: 10)

“(Şeytanın) Kardeşleri ise, onları sapıklığa sürükler ve bir daha peşlerini terk etmezler” (Araf: 202)

“(Hakiki mü’minler ancak o kimselerdir ki: Allah’a (Kur’an’ın hükümlerine) ve Resulüne (Hz. Peygamberin öğretilerine tamamen ve samimiyetle) iman getirirler; sonra hiçbir kuşkuya ve korkuya kapılmadan (ve asla haktan caymadan) mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat ederler. İşte bunlar, iman davasında sadık olanların ta kendileridir.” (Hücurat: 15)

“İman eden (mü’min)ler, Allah yolunda (ve Hak hâkim olsun amacıyla) çalışıp çırpınırlar; küfür ve nankörlük edenler ise tağut yolunda (Batıl ve zalim düzenler yürüsün diye) çırpınırlar. Bunlar Şeytanın evliyası ve avenesidir” (Nisa: 76)

“Ey iman edenler! (Eğer bu iman ve İslam iddianızda samimi iseniz, sakın ha) Yahudi ve Hıristiyanları Evliya (yönetici) edinmeyin (şeytani hedeflerine hizmet etmeyin); (çünkü) onlar (sizin değil) birbirlerinin velileri ve destekleyicileridir. (Artık) sizden her kim onları veli edinip (himayesine girer ve zulümlerine iştirak ederse, kuşkusuz (o da) onlardan (birisi hükmünde)dir. Kesinlikle Allah (Yahudi ve Hıristiyanları veli edinip onların güdümüne giren, NATO ve BM gibi Siyonist ve emperyalist zulüm girişimlerine destek veren ve Haçlı AB’yi kurtuluş ümidi gören) zalimler güruhuna asla hidayet etmeyecektir.” (Maide: 51)

Bu ayette geçen ve yasak edilen “Evliya edinmeyin” emri: İslam’a ve insanlığa hakaret düşünmeyen, dinimize ve devletimize hıyanet etmeyen Yahudi ve Hıristiyanlarla

  • İyi ilişkilere girmeyin
  • İnsani münasebetler geliştirmeyin
  • Beşeri yakınlık ve yardım vermeyin
  • Ticari ve iktisadi faaliyetler yürütmeyin
  • Hiçbir şekilde sevgi ve samimiyet göstermeyin

Anlamında değildir.

Çünkü ehli Kitap olan Yahudi ve Hıristiyan kadınlarla evlenmek bile caizdir. Öyle ise insanın hanımını sevmemesini istemek fıtrata aykırı düşecektir. Ve yine Yahudi ve Hıristiyan komşularımıza ve tanıdıklarımıza, ihtiyaç durumunda, zekât dışında sadaka cinsinden yardım etmek ve ilgi göstermek de dinimizin gereğidir.

Peki, öyleyse yasak edilen nedir?

Ayette geçen “Evliya” kelimesi “Veli”nin çoğuludur ve “yöneten, himaye eden” anlamına gelir. Cenabı Allah’ın Esma-i Hüsnasından birisi de, “kâinatı ve bütün mahlûkatı her an bizzat yöneten” anlamındaki “EL-VALİ”dir. Yani Kur’an-ı Kerim: Siyonist niyetli Yahudilerin ve Haçlı zihniyetli emperyalistlerin ve bunların şerli örgütlerinin himayesine girmeyi, bu şeytani güçlerin güdümünde hareket etmeyi ve zulümlerine destek vermeyi yasak etmektedir.

Ilımlı İslam safsatası ile “cihat peygamberi”mizin yozlaştırılma çabaları:

Günümüzde, barbar batılılara yaranma ve “ılımlı İslam” kılıfıyla Dinimizi çarpıtma gayretleriyle,

  1. Hz. Peygamberimizin (SAV) asla hücum harbi yapmayıp sadece savunma harbi ile yetindiği
  2. b)Hiç kimseye ve hiçbir yerde beddua etmeyip sürekli affettiği
  3. c)Ve hiç kimseyi öldürmediği

şeklinde asılsız iddialar gündeme getirilmekte ve maalesef “büyük din bilgini ve hizmet rehberi” bilinen kişilerce bu yalanlar toplumun kafasına yerleştirilmektedir.

Oysa;

A – Hicri 4.yılda endişe etmesine rağmen, ısrarla davetler üzerine 70 (yetmiş) kadar sahabesini, NECİD bölgesine tebliğ ve irşat için gönderen Hz. Peygamberimiz, kendisine ulaştırılan mektubunu yırtarak ve bağlı kabilelerini kışkırtarak, Bir-i Maune mevkiindeki sahabelere ansızın saldırıp, biri hariç, hepsini kahpece şehit eden AMİR bin TUFEYL ve katil şebekesine tam 40 gün, her sabah namazında sürekli beddua etmiş ve bu ŞAFİİ mezhebinde vacip kabul edilmiştir ve her sabah namazının ikinci rekâtında rükûdan sonra secdeye gitmeden önce bu dua yerine getirilmektedir.

B – Ve yine Hz. Peygamberimizin Hayber ve Mekke Fetihlerini, ta Bizans’a bağlı Suriye ve Filistin topraklarına yönelik MUTE ve TEBÜK seferlerini, hücum ve hakimiyet gazveleri değil de, savunma harbi kabul etmek için, bir insanın ya zır cahil veya kasıtlı din tahripçisi olması gerekir.

Bu konuda Hz. Resullahın sünneti yani prensip ve sistemi şöyledir:

  1. a)Henüz tebliğ ve davet kendilerine ulaşmamış olan Müşriklerin cehalet ile yaptıkları azgınlık ve taşkınlıkları Hz. Peygamber Efendimiz genellikle affetmiş ve hidayetleri için dua etmiştir.
  2. b)Ancak, İslami hakikat ve tevhide davet yapıldığı ve imani gerçeklerin farkına varıldığı halde, inat ve hıyanet damarıyla, İslama ve Müslümanlara yönelik hakaret ve fesatlıkların cezasını, Hz. Peygamberimiz hak ettikleri şekilde vermiştir ve zaten bunlar Kuranın hükümleridir.

Beni Kureyza Yahudilerinin hıyanet cezası!

Hz. Peygamber SAV döneminde, önce Müslümanlarla anlaşma yaptıkları halde, Hendek savunmasında hıyanet edip müşriklere destek çıkan Beni Kureyza Yahudilerinin bu fitne ve fesatlıklarına son vermek üzere, müşriklerin, Allah tarafından çıkarılan şiddetli soğuk, kasırga ve korku dalgaları sonucu Hendekleri aşamayıp Mekke’ye geri dönmesi üzerine, Hz. Cebrail zırhını çıkarmakta olan Resulüllah’a gelip Beni Kureyza Yahudileri üzerine gitmesi gerektiğini bildirmişti.

Hemen Ashabını toparlayan Peygamberimiz, Beni Kureyza Yahudilerini kuşatıp 25 gün muhasara etmişti. Çaresiz kalan Yahudiler daha önce dostluk ilişkileri bulunan ve Hendek’te kolundan yaralanan Medineli Ensardan Evs Kabilesi reisi Sa’d Bin Muaz’ın (RA) hakemliğine razı olup teslimiyet göstermişlerdi.

Said bin Muaz Hazretleri de:

“Eli silah tutan ve fesada karışan Yahudi erkeklerinin kılıçtan geçirilmesine, küçüklerin ve kadınların esir edilmesine, mallarının ise ganimet sayılıp Müslümanlar arasında taksimine” hüküm vermiş ve Peygamber Efendimiz: “Vallahi Allah’ın ve Resulünün takdirine tercümanlık ettin” diyerek bu hükmü yerine getirmiş ve yaklaşık 700 ( yedi yüz) fesatçı ve fırsatçı Yahudi katledilmişti. (Bak. İbni Hişam. CIII. Sh: 257) ayrıca İslam Tarihi Prof. H. İbrahim Hasan C.1. sh: 162-164)

Bu tarihi ve Kur’ani gerçeklere rağmen uyduruk bir hoşgörü edebiyatıyla, cihat ehli ve kılıç sahibi Peygamberimizi, ılımlı İslam safsatasıyla yozlaştırmaya kalkışanların, aynı Yahudi odakların Siyonist maksatlarla İslam’dan intikam için çırpındıklarını gizlemeye, dinimize ve devletimize hıyanet etmeye girişmişlerdir.

İsrail âşıklığı ve Cumhuriyet düşmanlığı

Osmanlı üzerinden, İslam’dan intikam almak ve bin yıl Kur’an’ın bayraktarlığını yapan asil milletimizi soykırım yapmakla suçlamak için:

  • Önce “Ermenileri katlettiğini kabul edin ve haklarını geri verin”
  • Şimdi “Dersimlilerden özür dileyin”

Diye bastıran gâvur güçlerin asıl hedefi;

“Hendek Savaşında Müslümanlarla yaptıkları anlaşmalarına hıyanet ederek müşriklerle işbirliğine girişen Beni Kureyza Kabilesinden Peygamberimiz tarafından boynu vurulan 700 fesatçı ve fırsatçı Yahudi için de özür dileyin” noktasına getirmek, şerefli tarihimizi ve inanç temellerimizi inkâr ettirmeyi amaçlıyordu.

Siyasi ikbal ve makam hatırına gömlek çıkarır gibi Hak davasını satmaktan çekinmeyen tiyniyetsiz tipler ise, maalesef bu sinsi ve Siyonist talimatları yerine getirmekten utanmıyordu.

Allah’ın; “iman ehli için en şiddetli (ve en sinsi) düşman” sayıp sakındırdığı Siyonist Yahudi tehlikesini (Bak. Maide: 82) unutturup, Müslümanları sahte ve cazip gündemlerle oyalamak ta, Kur’an’a göre münafıklık alameti sayılıyordu.

Zaman Yazarı Abdülhamit Bilici: CNN Türk 360 Derece programında:

“Arap Baharının ve Tahrir toplantılarının en önemli tarafı: Şimdiye kadar bu tür mitinglerde sadece İsrail bayrağı yakılır, Amerika’ya çatılır; ama kendi asıl sorunlarını unuturlardı. Oysa bugün böylesi toplantı ve konferanslarda, sadece demokrasi, eşitlik, laiklik ve adalet tartışılmakta, artık, “dış güçler” gibi hayali düşmanlara karşı hamasi nutuklar atılmamaktadır.”

diyerek Arap Baharının, Siyonist güdümlü BOP’un bir parçası olduğunu dolaylı itiraf ediyor, ama ardından:

“Arap diktatörlerinin devrilmesinden İsrail hiç memnun görünmüyor” diyerek kendisiyle çelişkiye düşüyordu.

Sadık, sapmaz ve sağlam bir TÖVBE ile Allah’a bağlanmak:

“Ey iman edenler “Tevbe-i Nasuh” ile (yani kesin bir niyetle, günahlara geri dönmemek azmiyle, samimi ve halis bir pişmanlık düşüncesiyle, açılan bir yarığı en sağlam bir iple bir daha kopmaz biçimde diker gibi) Allah’a tövbe edin (ve kötülüklerden vazgeçin)” (Tahrim: 8)

Böylesine samimi ve sürekli bir tövbeye en canlı ve çarpıcı bir örnek olarak Sahabe-i Kiramdan ABDULLAH BİN CAHŞ R.A.) gösterilebilir.

Bu Zat’ın annesi, Hz. Peygamberimizin halası olan Ümeyme Bin Abdulmuttalip’tir. Abdullah Bin Cahş (R.A.), Meşhur Ebu Süfyan’ın babası olan Harb Bin Ümeyye’den sonra BENİ ABDİŞŞEMS kabilesinin halifesiydi, Müslümanlığa geçmese Mekke reisi olabilecekti. Efendimizin Halası oğlu olan bu Zat, orta boylu ve oldukça yakışıklı ve varlıklı bir gençti. Müşrik Mekke sosyetesinin kızları ve kadınları Onun peşine düşerlerdi. Yaklaşık 7 (yedi) ay kadar küfürde ve Ebu Cehil’in cephesinde İslam’a diretmiş, Resulüllaha ve ilk Müslümanlara karşı uygunsuz davranışlar sergilemişti. Ama sonunda ilahi hidayet imdadına yetişmiş, kalbindeki buzlar erimiş ve Kelime-i Şahadet getirip İslam’a girmişti. Bunun üzerine ailesi ve kabilesi Onu terk etmiş, rahatlık içindeki şatafatlı günleri sona ermiş, çok çetin sefalet ve eziyetlere göğüs germişti. Çünkü Abdullah Bin Cahş (R.A.) inancı uğrunda ve Allah rızasına çektiği cefadan manevi zevk duyan, rahatını ve hayatını Hak yolunda harcamayı şeref sayan ve sahabeler arasında “İslam’ın gönüllü fedaisi olarak anılan birisiydi.

Hicret’in ikinci yılında, Peygamberimiz tarafından Taif Mekke arasındaki Batnı Nahle yöresine keşif görevlisi bir ekibin başkanı olarak gönderilmiş, haram aylarda bulunmalarına rağmen, rastladıkları bir düşman kafilesine saldırıp Kureyş’in ileri gelen birkaç kişisini katletmiş, kervanın mallarını ganimet olarak Medine’ye getirmişti. Yani Abdullah Bin Cahş, İslam tarihinde düşmanla silahlı çatışmaya giren ve ganimet getiren ilk kahraman kişiydi. Bu Zat hem Bedir ve Uhud savaşlarına iştirak etmiş ve Uhud’da şehit olup cennete erişmiş ve Hz. Hamza’yla aynı kabre defnedilmişti. Vefatından sonra kız kardeşi Hz. Zeynep Binti Cahş, Efendimizle evlenip mübarek annelerimiz arasına girmişti.

İşte bu Zat’ın Uhud savaşında şehadetinden önce, Aşeri-i mübeşşere’den Sa’ad Bin Ebi Vakkas’a şunları söylediği rivayet edilmiştir:

Hz. Peygamberimizin, hem Medine’de kalıp savunma harbi yapılması teklifine bazılarınca itiraz edilmesi, hem stratejik bir tepeye yerleştirdiği okçuların, Resulüllahın kesin talimatına rağmen izinsiz yerlerini terk edip bir kısmının ganimet peşine düşmesi gibi sebepler ve tabi takdiri ilahi gereği Uhud Savaşının tam kazanılmak üzere iken Müslümanların aleyhine ve hezimete dönüşmesi, hatta Efendimizin öldürüldüğü haberlerinin bütün moralleri alt üst ettiği bir süreçte, Abdullah Bin Cahş, Sa’ad Bin Ebi vakkas’a dönerek:

“Artık böyle bir dünyada yaşamanın, bana göre bir anlamı kalmış değildir. Ya Sa’ad, Resulüllah’ın özel duaları sonucu, Allah hiçbir duanızı geri çevirmemektedir. Ne olur, şimdi, belki de son olacak, siz bir dua edin ben âmin diyeyim, ben bir dua edeyim siz âmin deyin” teklifine Sa’ad Bin Ebi Vakkas, peki diyerek şu duayı yapar:

“Zafere yaklaşmışken hezimete dönüşen bu savaşı tekrar lehimize çevir ve kâfirlerin belasını defedip, bizi izzet ve faziletle Medine’ye gönderiver.”

Abdullah Bin Cahş, “âmin” der ve kendisi Rabbine şöyle seslenir:

“Allah’ım biz gafil ve kâfir bir kavimdik. Resulünden önce iman ve ahlak nedir bilmezdik. O cahiliye dönemindeki yanlışlık ve haksızlıklarımızdan sorumlu tutmayacağını beyan ettin. Ancak Ben, tam 7 ay, Peygamberimizin mutlu ve kutlu davetine rağmen müşriklerin safında direttim. Elimle kötülükler işledim, mü’minlere hakarete yeltendim. Dilimle zalimleri övüp destekledim, Müslümanlık aleyhine sözler söyledim. Gözlerimi harama bakmakla kirlettim; ağzımla haram şeyler yiyip içtim, ayaklarımla uygunsuz yerlere gittim. Bu 7 aylık süreçteki günahlarımı, mahşer günü huzurundan bu azalarımın dile gelip itiraf edeceğini düşündükçe, utancımdan erimekteyim. Ne olur Rabbim, şimdi kalkıp kâfir saldırganların arasına dalıp, Resulüllahın ve Müslümanların intikamını alıp ve Senin rızanı kazanıp şehit olmayı arzu etmekteyim. Ancak günahlarla kirlettiğim bütün azalarımın, düşmanlar tarafından kesilip parçalanmasını dilemekteyim. Senin yolunda hayatını ve uzuvlarını feda etmiş olarak huzuruna gelirsem, bağışlanacağım kanaatindeyim. Ne olur bu dileğimi kabul eyle Allahım.”

Sa’ad Bin Ebi Vakkas: “böyle bir duaya âmin demeye gönlüm elvermezdi, ama söz vermiştim, âmin dedim. Savaştan sonra şehitlerimize son görevimizi yapmak üzere araştırırken Abdullah Bin Cahş’ı önce bilememiş ve fark edememiştik, çünkü bütün vücudu paramparça olmuş bir vaziyette tanınmaz hale getirilmişti.”

Şimdi her birimiz, Efendimizin “Hasibu enfüseküm kable en tuhasebu = Allah’ın huzurunda hesaba çekilmeden önce kendi nefislerinizi hesaba çekip ahrete tedbirli gidiniz” ikazına uyarak bir manevi durum değerlendirmesi yapalım:

Yazıklar olsun bana!

Şu Gözlerimle, bir Kur’an mealini, baştan sona dikkatle ve nefsime hitaben okumadım! Âlemdeki ibret ve kudret harikası yaratıklara bakıp tefekküre dalmadım ve Rabbimin önünde secdeye kapanmadım.

Şu beynimi, Allah’ın kelamını anlamak, etrafıma anlatmak ve hayatıma uygulamak için kullanmadım.

Şu dilimle hayrı konuşmak ve Hakkı haykırmak yerine, haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytanlık yaptım.

Yazıklar olsun bize!

  • Şu ellerimizle; kim bilir hangi hırsızlıklar yaptık, hangi yasak aşklara bulaştık, hangi sahte evraklara imza attık, hangi masumlara kurşun sıkıp, bıçak sapladık, şahsi ve dünyevi çıkarlar için hangi işbirlikçi ve gavur destekli partilere oy verip evet mührünü bastık ve hangi zalimleri alkışladık?
  • Şu dillerimizle; kim bilir hangi yalanlar uydurup iftiralar attık, hangi fesatlıklar çıkardık, ailemizden ve çevremizden kimlerin kalplerini kırdık, hangi münafıklara yağcılık için övgüler yağdırdık?
  • Şu gözlerimizle; kim bilir hangi haram görüntülere ve porno filmlere baktık?
  • Şu beynimizle; hangi hile ve hıyanetler planladık, hangi şeytani girişimler tasarladık?
  • Şu boğazımızdan kim bilir hangi haram lokmaları ve haksız kazançları midemize yolladık?

diye soralım ve

“(kulum) Oku (hayat) kitabını; bu gün muhasebeci ve sorgu hâkimi olarak nefsin sana yeterlidir” (İsra: 14)

Ayetinin haber verdiği an gelmeden önce kendimizi toparlayalım.

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi