Anasayfa » Bay Mustafa Özcan YÜKSEKLERE TÜKÜRME, DÖNÜP YÜZÜNE DÜŞER!

Bay Mustafa Özcan YÜKSEKLERE TÜKÜRME, DÖNÜP YÜZÜNE DÜŞER!

Yazar: yonetici
0 Yorum 171 Görüntüleyen

Bay Mustafa Özcan YÜKSEKLERE TÜKÜRME, DÖNÜP YÜZÜNE DÜŞER!

Vahdet Gazetesi yazarı Mustafa Özcan, kendisini tenkit eden bir Milli Görüşçüye cevap veriyor görüntüsü altında, Rahmetli Erbakan’a nefret ve hakaret kusmuşlardı. (Not: Fakat Milli Çözüm Dergimizin haklı ve gerçekleri haykırıcı uyarıları karşısında bu yazı Vahdet Gazetesi sayfalarından hemen çıkarılmış ve Mustafa Özcan Gazeteden kovulmuşlardı. Daha önce İsmailağa cemaatinin FM TV’sinde Rahmetli Erbakan Hocamızla ilgili seviyesiz ve mesnetsiz ithamlara yönelik ciddi ve gerçekçi yorumlarımız üzerine, o program da derhâl kaldırılmıştı.) Erbakan Hoca’nın İran ve Libya ziyaretlerinin yanlışlığını, D-8 girişiminin faydasızlığını, Şia mezhebine bağlı İran’la siyasi ve ekonomik ilişkiler kurmanın tutarsızlığını ve bu konuları o dönemlerde de yazdığını söyleyen Mustafa Özcan’a hatırlatmak lazımdı:

1- Müslümanların çok yönlü birliğini sağlayıcı tedbirler almak ve bu yönde girişimlerde bulunmak bizzat Kur’an’ın emriydi, Resulüllah’ın tavsiyesiydi, aklın ve vicdanın da gereğiydi. Erbakan D-8 girişimiyle imanın ve ümmetin ihtiyacının gereğini yerine getirmişti. Muvaffakiyet ise sadece Cenabı Hakk’a aitti. Kur’an’ı Kerim’de zikredilen peygamberlerin kısmı azamı zahiren başarıya erişememişti. Ve zaten mü’minlerin değeri ve derecesi, halis niyetleriyle ve İslam’a uygun gayretleriyle ölçülecekti. Erbakan’a yönelik bir dış proje olan 28 Şubat’ın perde arkası patronlarını en çok ürküten hareketin; içeride Havuz Sistemi, dışarıda D-8 girişimi olduğu, insaf ehli muhaliflerin hatta yabancı stratejistlerin bile ortak kanaatiydi.

2- Sn. Mustafa Özcan bütün bu girişimleri, kendi aklı ve anlayışı ile uygun bulmamış olabilirdi. Ancak kaderin liderlik misyonu yüklediği bir şahsiyet, gerekli istişare ve araştırmalardan sonra kendi imani ve vicdani kanaatleri doğrultusunda karar almak ve uygulamak mecburiyetindeydi. Böyle davranışlarda, iyi niyetle ve Kur’an’a tabiiyetle alınan ictihadi kararlarda (bunlar siyasi de olabilir) isabet edenlere iki sevap, yanılgıya düşenlere ise bir sevap verilecekti. Kimsenin niyetini tartamayacağımıza ve Erbakan’ı -haşa- kasıtlı hıyanetle suçlayamayacağımıza göre, velev hata bile etmiş olsa yine bir sevap kazanacağı bu denli haklı ve hayırlı gayretlerinden dolayı Onu suçlamaya ve aziz hatırasına saldırmaya kalkışmak bir mantık marazını yansıtmaktadır.

3- Yüce Kur’an’ımız bize Mezhep, meşrep ve kavmiyet farklılığını eşelemeyi değil “Din kardeşliğini” emir buyurmaktadır (Hucurat: 9. Ayet). Şia’nın yanlış ve haksız saplantılarını bilmek, düzeltme gayreti göstermek, taassup damarlarını törpülemek ve dış güçlerin kışkırtıp kullanmasına fırsat vermemek elbette lazımdır; ama bu onları düşman tanımak ve İslam’ın dışında saymak noktasına varmamalıdır. Üstelik Şiilerin ve İran’ın mezhebi farklılık ve aykırılıklarını öne çıkaran Bay Mustafa Özcan, Vehhabiliğin ve Suudi yönetiminin Ehli Sünnete yönelik ağır ithamlarını nereye koyacaktı? Bebeklerin hatta beyin özürlülerin bile bizzat Siyonist güdümlü ABD’nin tezgâhladığını kavradıkları sözde İslam Askeri İttifakı’nda, Vehhabi Arabistan’ın safında yer almak aşkına İran’ın Şiiliğini öne çıkarmak nasıl bir akıl ve vicdan fukaralığıydı? Üstelik Müslümanlardan iki topluluğun kapışması durumunda aracı-barıştırıcı hakem rolü oynamak ve bunu sağlayacak teşkilatları kurmak emri de Kur’an’ın fermanıydı. (Bak: Hucurat:9)

4- AKP hareketinin, Erbakan’ı saf dışı eden dış-Siyonist merkezlerin bir projesi olduğunu bizzat yandaş yazarınız Abdurrahman Dilipak itiraf edip konuşmuşlardı. Ve zaten bu konuları sağlam bilgi ve belgelerle açıklayan tam yedi kitabımız yayınlanmıştı. Bunların hiçbirine ve AKP’nin en yetkili organlarından ve yalaka yorumcularından bir tek yalanlama bu güne kadar çıkmamıştı. Ey Mustafa Özcan,

• Yahudi ve Hristiyanların milletlerine yani emperyalist şeytani emellerine tabi ve hizmetçi olmadıkça, onların bizden asla ve kat’a razı olmayacaklarını… Tam aksine eğer bizi destekleyip öne çıkarıyorlarsa, bu bizim haktan ve hayırdan saptığımızın ispatı olacağını. (Bak: Bakara: 120)

• Siyonist Yahudi kesimlerinin, Haçlı emperyalist merkezlerinin ve AB’nin veliler (karar vericiler; yönlendiriciler) ittihaz edilmesinin kesinlikle yasaklandığını ve bu ilahi uyarıya rağmen bir takım geçersiz bahaneler üretip Siyonist ve emperyalistlere sığınmanın onlara uşaklık ve münafıklık sayıldığını. (Bak: Maide: 51 ve 52)

• Günde 5 vakit namazda kırk sefer okuduğumuz Fatiha şerifin 7. Ayetinde kesinlikle onlara hizmetçilik ve işbirlikçilik yapmamak üzere Rabbimize söz verdiğimiz; Ğadaba uğrayan ve Dalalete sapıtan kimselerle; özellikle Yahudi ve Hristiyanların kastedildiği hususunda Ehli Sünnet ulemasının ittifakını.

• İmanımızı ve İslami saygınlığımızı korumak, huzur ve hürriyete kavuşmak istiyorsak, Allah’ın (c.c) da biz Müslümanların da ortak ve mutlak düşmanları olan kesimlere ve ülkelere muhabbet ve meveddetin yani NATO ve AB gibi oluşumların hizmetine girmenin bizi şeytanın askeri yapacağını (Bak: Mümtehine: 1-2 ve 3. Ayetler) Allah aşkına hiç okumadınız mı veya hangi Mezhep imamı ve ehli sünnet uleması bunlara fetva buyurmaktaydı?

5- Siyonist şeytanların düzeni olan faizciliğe, AB tarafından dayatılan ve alt yapısı oluşturulan eş cinselliğe ve zina serbestliğine ve şimdi yeni anayasada şart koşulan ve CHP kongresinde de bunu kanunlaştırma desteği çıkan “Yerel özerklik ve federatif Kürdistan’a geçiş” girişimlerine “Demokratikleşme ve ilerleme” kılıfıyla destek çıkmanın bizzat Allah ve peygamberle savaşmak olduğunu (Bak: Bakara:278 ve 279) hatırlatınca niye bu denli hırçınlaşmaktasınız?

6- Şii diye İran’ı dışlamakla ve Amerikan kuklası Vehhabi Suudileri alkışlamakla kime yaranmaktasınız? Üstelik AKP’nin asıl patronları ve stratejik ortakları ABD ve AB’nin, bu İran’la bütün ambargoları kaldırdıklarını ve çok yönlü irtibat ve ittifak halinde olduklarını görmek için gözleriniz ne zaman açılacaktı?

Bay Özcan “Yükseklere tükürme çünkü balgamın dönüp yüzüne bulaşırdı!..”

Hızını alamayan Mustafa Özcan “Milli Görüşçüleri –Haşa- Erbakan’a tapınmak ve tabulaştırmakla” suçlayıp saçmalamıştı. Çünkü zerre aklı ve imanı olan hiç kimse; rütbesi, hizmeti ve yetkisi ne olursa olsun hiçbir insanı ilahlaştıramazdı. Ve hele en ince eleklerle elense bile böyle bir tek Milli Görüşçüye rastlanmazdı. Yoksa, Bay Mustafa Özcan “Tayyip taparlık” hastalığına yakalanmış da bunun ayıbını kapatmak ve vicdanını rahatlatmak için mi bu asılsız ve ahlaksız iddia ve iftiraları ortaya atmaktaydı?

Zaten biliyoruz ve onların fıtratına uygun buluyoruz ki; Siyonist Yahudi odakları, Haçlıların zalim ve hain takımı, adı Müslüman olan nice İslam düşmanları ve Kur’an ahkamı karşıtları, Münafık ve marazlı soysuzları; faiz, fuhuş ve kumar sevdalıları, tüm AB ve ABD aşıkları ve gavur uşakları Erbakan’dan asla hoşlanmazlardı, gıcık alırlardı ve her fırsatta saldırırlardı… Peki Mustafa Özcan’ın bu hıncı ve hırsı nereden kaynaklanmaktaydı? Kaldı ki Kur’an’ımıza tercümanlık ve Allah’ın Dinini anlamamıza üstatlık yapan İmamı Azamları, İmam Şafiileri, Gavsi Geylanileri, Bediüzzaman Said Nursileri, Abdulhamit Han Hz.lerini Allah için sevip saygı duymak, aziz hatıralarını hayırla ve hürmetle anmak, onların tespit ve tavsiyelerini önemli saymak ve dayanak yapmak –haşa- onları tanrılaştırmak mıdır ki, küçük beyinliler ve düşük karakterliler kavrayamasa da, tüm dünya Müslümanlarının ve mazlumların büyük bir kurtuluş rehberi kabul edip saygı duydukları Erbakan Hoca’ya duyulan bu hürmet ve muhabbet O’nu tabulaştırmak sayılmaktaydı?

Boş lafı ve Kur’an’sızlığa kahramanlık kılıfı uydurmayı bırakın da, AKP’ye adil, İslami ve insani bir Anayasa taslağı hazırlayın!

AKP iktidarı yeni bir Anayasa hazırlığı aşamasındadır ve tüm muhalefetten, sivil örgütlerden ve fikir ehlinden, yararlanmak üzere taslak metinler beklediklerini açıklamışlardır. Şimdi Bay Mustafa Özcan, size düşen diğer ilim ve fikir ehliyle de yardımlaşarak; Kur’an’ın sarih hükümlerine, Resulüllah’ın (S.A.V) sahih hadislerine, icmai ümmete, çağın gereklerine ve ülke gerçeklerine ve aklı selime ve vicdani kanaate dayalı, aynı zamanda gerçek demokrasiye ve örnek bir laikliğe, temel insan hak ve hürriyetlerine de saygılı bir anayasa taslağı hazırlayıp AKP yetkililerine ulaştırmanız, bunu gazete ve TV’lerinizde halkın bilgisine sunmanız ve toplumu uyarmanızdır. Aksi halde, Haçlı AB’nin haksızlık ve ahlaksızlık temelli dayatmalarına, faizi, fuhşu, eşcinselliği azdıracak ve Türkiye’nin bölünmesini kolaylaştıracak şeytan yasalarına doğrudan veya dolaylı destek sağlamış ve bunun korkunç vebalini sırtlamış olacaksınız. Hiç sağa sola kıvırmayınız; Böyle ilmi, insani, ahlaki ve İslami bir Anayasa örneği hazırlayıp Hükümete sunamıyor ve savunamıyorsanız:

a) Ya ilminiz, bilgi birikiminiz ve adil bir sistem üretme yeteneğiniz çok eksik ve yüzeysel durumdadır.

b) Veya bu imani ve insani kanun ve kuralları savunmaktan korkan insanlarsınız.

c) Ya da, AB’nin dayattığı AKP’nin allayıp pullayıp Millete yutturmaya çalışacağı; özümüzü kirletme, körleştirme ve toplumu Gizli Dünya Devletine köleleştirme Anayasasına zaten hazırsınız ve buna razısınız!..

Allah’ın indirdiği (ve kesinlikle uyulup uygulanmasını emrettiği kanun ve kaidelerle) hükmetmeyenlerin ve bunu arzu edip gayret göstermeyenlerin kâfirler, zalimler ve fasık kimseler olduğunu belirten (Bak: Maide Suresi: 44, 45 ve 47) ayetlerinin tehditleri nasıl hesaba katılmamaktadır?

Mustafa Özcan 10 Temmuz 2007 tarihli Milli Gazete’de şunları yazmıştı:

“Bu seçim sessiz ve sönük geçiyorken, Erbakan faktörü devreye girdi ve durum bir anda değişiverdi. Hani hocamızın “Millî Görüş partileri ve diğerleri” benzetmesi var ya, işte aynen öyle bir şey oldu ve liderler açısından bakıldığında bir anda “Erbakan ve diğerleri” konuşulmaya ve yazılmaya başlandı…. 1960’lı yıllardan beri değişik vesilelerle defalarca gittiğim farklı Konya toplantılarını hatırlıyor ve yine o eski heyecanları ben de Konyalı Millî Görüşçüler gibi aynen duyuyorum. Son iki yıldır konuşmalar yapmak veya iş görüşmelerinde bulunmak gibi değişik vesilelerle Konya ve civarına gittim, değişik izlenimler edindim, yeni bir başlangıç ve Allah’ın izniyle gelmekte olan başarının izlerini gördüm. Hani, ‘yiğit düştüğü yerden kalkar’ derler ya, işte aynen öyle oluyor. Bunun böyle olduğunu benim gözlemlerimden ziyade, bir başkasının, Ruşen Çakır’ın Vatan gazetesi adına 08 Temmuz 2007 günü yazdıklarından izleyelim…. Ne dersiniz; her seçim gibi bu seçim de “Millî Görüş partileri veya Saadet Partisi ve diğerleri” şeklinde geçmiyor mu? Bu seçime ayrıca bir de “Erbakan ve diğerleri” faktörü eklendi. Gerçek liderlik işte böyle bir şeydir. Evet, Türkiye uçurumun kenarına getirildi ve bu böyle gitmez!..” buyurmuşlardı.

Şimdi soralım, Bay Mustafa Özcan 2007 yılında bunları yazarken halâ akil-baliğ olmamış mıydı? Veya o gün de inanmadığı halde sırf Milli Gazete yazarlığı hatırına mı Erbakan’a riyakârlık ve yalakalık yapmaktaydı? Üstelik o tarihte AKP de kurgulanmış ve iktidara taşınmış olduğu halde, neden Mustafa Özcan halâ onu da “diğerleri”nden saymaktaydı?

Soysuzlarla şuursuzların atışması artık mide bulandırmaktaydı!

Akademisyen yaftalı 1128 densizin imzaladığı, sözde Güneydoğu’daki sokağa çıkma yasaklarını ve devletin uyguladığı baskıları(!) kınayan bildiri ne derece soysuzca ise, bunlara karşı AKP’nin tepkisi de o kadar şuursuzcaydı. İnançlı ve kararlı GKB. Hulusi Akar’ın dirayetli komutasındaki TSK’nın PKK’ya yönelik operasyonlarını “katliam” olarak nitelemeye ve kahraman ordumuzu lanetlemeye yeltenenler, soysuzluktan öte hatta akılları ve vicdanları kiralık ve satılık insanlardı. Ancak şu iktidarın ve elebaşlarının sahte kahramanlığına bakın ki ABD Ankara Büyükelçisi Yahudi cibiliyetli John Bass da bu bildiriyi destekleyip demokratik ve duyarlı bir tepki olarak değerlendirme küstahlığında bulunmuşlardı. (Bak: Yeni Şafak 16.Ocak.2016 Sh.17-Gündem) Peki, PKK aşkıyla TSK karşıtlığını ortaya koyan bu akademisyen bozuntularına sert çıkan hükümet ve yandaşları, ABD Büyükelçisi’nin bu düşmanlık kusan açıklamalarına niye hiç tısları çıkmamıştı? Sultan Ahmet’teki canavarca katliamı gerçekleştiren teröristleri IŞİD ve Esed’le irtibatlandıran kahraman kovboylar, asıl bu işleri tertipleyen CIA ve MOSSAD’ı niye hiç ağızlarına almazlardı? Oysa Türkiye’yi açık CIA hapishanesine çeviren FETÖ’cülerin arkasında da ABD’nin ve İsrail’in bulunduğunu bu zerzevat zevat niye hiç gündeme taşımazdı?

Sürekli aldanan ve aldatılan kafalar, şeytanın ve şer odakların oyuncağıydı!

AKP’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “Suriye” ve “Siyasi Çözüm”ü aynı cümle içerisinde kullanıp kuru kahramanlıktan çark etmişlerdi.

ABD’nin kışkırttığı, AKP’nin benzin fışkırttığı Suriye krizinde, 300 bin sivil hayatını kaybetmişti. Beşinci yılını tamamlayan Suriye iç savaşında ölü ve yaralı sayısı her geçen gün artırıvermekteydi. Suriye’de iç savaşın başladığı Mart 2011’den bu yana 200 bini sivil olmak üzere 300 bin kişi hayatını kaybetmişti. Hayatlarını kaybedenlerin 25 bini çocuk, 20 bini kadın olan sivil ve savunmasız kimselerdi. Çatışmalarda yaklaşık 3 milyon yerleşim yeri hasar görürken, 1 milyon yerleşim yeri de kullanılmaz hale gelmişti. Maalesef her geçen saniyede bir insan hayatını kaybederken, evler, okullar, binalar da tarumar edilmekteydi. 2011’de yakılan ateş sonrası harabeye çevrilen kardeş ülke Suriye ile ilgili beyinsiz ve beceriksiz Türk dış politikasında adeta makas değişikliği gözlenmekteydi. Son aylarda daha sık duymaya başladığımız “siyasi çözüm” mesajlarına şimdi de bir yenisi eklenmiş, ülkenin dış politikasına yön veren isim sanılan ABD ve AB güdümlü Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “Suriye’deki siyasi çözüm için katkı sağlıyoruz. Bir yol haritası üzerinde çalışıyoruz. Siyasi müzakereler başlayınca ateşkes olacağını umuyoruz” diyerek 5 yıllık Suriye projeleriyle talan ve tahribata taşeronluk yaptıklarını itiraf etmişti.

“Reel politik” mi, rezillik ve kahpelik mi?

İnsanın “bu ne pragmatizmmiş”, “bu ne reel politikmiş” diyesi gelmektedir. Irak işgaline destek için çıkarılmaya çalışılan 1 Mart tezkeresinde de, önce karşı çıkılıp sonra uğruna savaş gemisi gönderilen Libya işgalinde de AKP bu pragmatik, yani salt çıkar odaklı ve günübirlik politikalarla hareket etmişti. O günlerdeki tutarsızlıklara da hemen “reel politik” kılıfı geçirilivermişti. Ne yazıktır ki, bu “reel politik” bir türlü bitmemiş; Irak, Libya ve Suriye’nin mahvedilmesine mazeretler üretilmişti. Akıl almaz yanlışlıktaki dış politika hamlelerinin, daha doğrusu fiyaskolarının hemen tamamının bahanesi hep aynı değil miydi? Oysa Türkiye’nin, ABD’nin Irak işgaline destek olması için reel politik veya konjonktür safsataları değil, dünyanın ortadan ikiye ayrılması bile yetmemeliydi. Libya’ya üşüşen emperyalistlerin safında olmak için insanın aklını kaçırmış ve vicdanı (hidayeti) kararmış olması gerekirdi! Bölgedeki tüm komşularımızla arayı bozup, düşman olup da, sadece ABD ve İsrail’le dost olarak kalabilmeyi de hiçbir reel politik koşulu ve hiçbir konjonktür ile izah edilemezdi! Kıbrıs’ta, 2004’te yapılan referandumda, KKTC’yi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti içinde eritecek olan ve Kıbrıs’ı fiilen bir Rum adasına dönüştürmeyi amaçlayan Annan Planı’na desteğin de izahı konjonktür bahanesiydi. Hatta terör örgütüyle masaya oturulmasına ve bu süreçte şehirlere yığınak yapmasına ses etmemeye de “çözüm” denmiş ve bölge PKK’nın insafına terkedilmişti.”[1] İşte bütün bu seviyesiz ve samimiyetsiz girişimlere kahramanlık, ama Erbakan’ın tarihi ve talihli atılımlarına “tutarsızlık” diyen kafalara herhalde şeytanlar yön vermekteydi!

Dansöz kıyafetli kedicikleriyle hiç hayâ etmeden ekranlarda karşılıklı kıvırtıp göbek atan, arkasından oturup Kur’an meali okuyan ve aslı malum Oktar Babuna’yı İsrail’e gönderip Siyonist cani Netenyahu’ya övgüler yağdıran Adnan Oktar’la bu Mustafa Özcan’ların ve tarikatçı Vahdet yazarlarının aynı tıynet ve zihniyetin kiralık kalemleri olduğu sırıtıvermektedir ve yakında deşifre edilecektir.

Bakın Mustafa Özcan ne hikmetler yumurtlamıştı!

“Sami rumuzlu bir okurumuz (29 Aralık 2015 15:30) yazımızın altına yandan çarkçıların yaptığı gibi bir derkenar düşmüş. Erbakan mikrofonuyla bizim sesimizi kesmeye ve kısmaya kalkışmış. Erbakan’ı ne zannediyorsa? Erbakan dünyasını değiştirdi. Benim hayatımın her safhasında ona karşı çekincelerim oldu.”…… “Benim hem D-8 hem İran’ın dahil edilmesine dair çekincelerim oldu ve var. Bunu muhtelif zeminlerde paylaştım. Zaman da bunun zamansız bir proje ve siyasi mühendislik ürünü olduğunu ortaya koymuştur.”…… “İran ve ehli bidat konusunda biz mezhep imamlarımıza tabiyiz. Erbakan Hoca’nın tabi olduğu yeri de bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmiyor.”…… “Burada adeta Erbakan’a zımni olarak uluhiyet isnadı var. Buna Erbakan fetişizmi derler.”…… “Ümmet bir vadide onlar öteki vadide. Bu gibi zevat Erbakan markasıyla hakkın önünü kesmeye yelteniyor. Efsane haline getirmek istedikleri ve mezardan Türkiye’yi yönetmesini arzuladıkları Erbakan bir yanıyla gelişmiş öteki yanlarıyla elbette sığlıkla malul bir insan veya liderdi. Peygamber veya mezhep imamı hiç değildi. Hem Libya’ya hem de İran’a giderek yanlış davranmıştır. Vaktiyle kendisini uyarmıştık. 1996 yılında Libya ziyareti öncesi Yeni Şafak gazetesinin sütunları sözlerimizin tanığıdır. Bizi dinleyip Libya’ya gitmemiş olsaydı belki de bu vartaya düşmemiş, siyasi hayatındaki bir gedik açılmamış ve skandallardan birisiyle yüzleşmemiş olacaktı. İran meselesi Kaddafi meselesini fersah fersah katlayan bir yanlış ve skandal olmuştur. Kimse bize Erbakan üzerinden ayar vermeye kalkışmasın. Erbakan dönemi kapanmıştır.”…… “Siz önce 1982 ile 2011 arasındaki çelişkinizi izah edin? Esat mı değişti siz mi? İki de bir bazı gazeteler Erbakan Suriye konusunda şöyle demişti böyle demişti diye manşet atıyorlar. Saçmalığın daniskası. Mukadder olan gerçekleşir. Erbakan kendi mukadderatını engelleyememiş ve iktidarını koruyamamıştır. Bir de ale’l acele D-8 gibi oluşum kurmuştur. Kendisini koruyamayan bir iktidar böyle bir yapıyı nasıl koruyacak? Başkaları korusun!  Yoksa korumayan haindir! Bu projenin akim veya en azından kısmen atıl kalmasının sorumluluğunu da her zaman yaptıkları gibi ona buna boca ediyorlar? Hesap sormazsanız hesap sorarlar! Kendileri niye iktidarda kalamadılar ve kurdukları projeyi yürütemediler? Sen iktidarını pekiştirmeden böyle emanet bir oluşum kurarsan olacağı budur! Sonuçta bu, sadece öngörüsüzlük, siyasi bir mühendislik olur. Dolayısıyla Erbakan motor mühendisiydi alanı buydu. Bırakın açık konuşalım: Siyasi mühendislikte çuvallamıştır. Siyasi mühendisliğe soyunduğunda evdeki hesaplar çarşıya uymamıştır.”…… “Erbakan Hoca İran’ı anlamamıştır. Suriye meselesi de bunun bir parçasıdır. Kimse bundan böyle bana Erbakan referansı üzerinden hesap sormasın. İster darılsın ister gücensin ben Erbakan’ı referans olarak tanımıyorum.”…… “Erbakan fetişizminden kurtulmadıkça Esat’ın eteklerinden kurtulmak mümkün değil. Hamaney sizi Esat’a götürür. Esat da Rusya, ABD ve İsrail’e satar. Halep orada ise arşın burada!”[2]

Şimdi kendisi alim, Erbakan’ı ami gösteren bu şahsa hatırlatalım:

Önce; ilim, Kur’ani hakikatleri bilmek ve mesuliyetinin gereğini yerine getirmektir. Bu ilmi kimisi medresede, kimisi mektepte ve ilahiyat fakültesinde, kimileri özel dersleri ve yüksek yetenekleri sayesinde elde edebilir. Üstat Bediüzzaman Said Nursi Hz.leri, normalde yaklaşık 15-20 yıl süren Medrese tahsilini, belli âlimlerin derslerinde toplam bir yılı bulmayan talebeliği süresinde, ama Onun samimi niyetine, yüksek fıtrat ve mahiyetine ve örnek dini gayretine merhameten İlahi bir avnü inayetle elde etmiştir. Yani Kesbi öğrenme yanında vehbi öğrenme de vakidir ve birçok örnekleri de gösterilebilir. İslam’a göre ilimde diploma ve etiket değil, ehliyet ve dirayet önemlidir. Rahmetli Erbakan Hocamız’ın mühendislikte ve yüksek teknolojide dünya çapını bile aşan bir bilim adamı olması yanında; ortaokul, lise ve üniversite sıralarında ve sonrasında klasik medrese tahsilini bile özel Hoca efendilerden ders alarak nasıl elde ettiğini gazeteniz yazarlarından Cübbeli Ahmet Hoca’ya bir soru verin, çünkü bir TV sohbetinde bunu kendisi nakletmişlerdi. Bizler Medrese ve Ezher tahsilimize rağmen pek çok Kur’ani gerçekleri ve ilmi hikmet ve hakikatleri Hocamızdan öğrenmişizdir.

İkincisi; soruları asıl muhatapları yerine başkalarına yöneltmek, ahmaklıktan kaynaklanmıyorsa kesinlikle art niyetlidir. Herkes biliyor ki, Beşşar Esed’le yıllarca yoldaş ve sırdaş olup karşılıklı övgüler dizen, aile boyu ziyarete ve ziyafete giden, ardından da bir gecede Esed’in zalim ve gaddar olduğunu söyleyip ABD’nin Arap Baharı projesiyle (ki dindar kahramanımızın eş başkanı olduğu BOP’un bir sürecidir) Suriye’nin kan gölüne çevrilmesine taşeronluk eden kimlerdi? Önceleri Kaddafi’den sitayişle bahseden, sonra “NATO’nun Libya’da ne işi var?” dediği halde, ardından İzmir’i Haçlı saldırganların merkez üssü yapıp gavurlarla birlikte Libya’yı cehenneme döndüren kimdi? Sözde İran tehdidine karşı Vehhabi Suudilerin başını çektiği ABD tertibi askeri ittifakın, önemli bir üyesinin de İsrail olduğunu hala bilmeyenler cahildir, bilmemezlikten gelenler ise haindir. Ve Kur’ani gerçekleri gizleyenlerin, Allah’ın ve bütün mahlûkatın lanetine uğrayacağını bu şımarık şarlatanlara bildirmek de bizim imani görevimizdir. (Bak: Bakara: 159) Kaldı ki Bay Mustafa Özcan, Ümmet; hakkın ve hayrın hatırına, Kur’ani ve Nebevi ölçülere inanan ve savunan; AB’yi değil İslam Birliğini amaçlayan, NATO’ya taşeronluk değil İslam Ortak Savunma Paktı için çabalayan, İslam ticari ve ekonomik işbirliği programları hazırlayan ve bu yöndeki girişimlere arka çıkan şuurlu ve onurlu topluluklar demektir.

“Erbakan’ı referans almıyorum” itirafına ve gururuna gelince… Elbette alamazsınız… Çünkü Hoca’nın hazırlattığı ve insanlığa tanıttığı Adil Düzen Projelerini kavrayamadınız… İnsanlığa sunacak yeni ve yeterli bir barış ve bereket programı ortaya koyamadınız… Erbakan Hoca’nın, Bizzat Kur’an’ın emrettiği; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ortak Pazarı, İslam Savunma Paktı, İslam Dinarı, İslam Müşterek Kültür ve Bilim Teşkilatları gibi hayati oluşumların kutlu hedefini ve içeriğini ya hiç anlamadınız veya batıl ve bozuk bir sistem içinde İslamcılık oynamayı tercih edip kendinizi de çevrenizi de aldattınız.

Son söz: Kusun beyler kusun, herkesin ayarının ortaya çıkacağı günler yakındır!.

Sahi bu arada; sözde İslamcı ve dindar TV ve gazetelerde Erbakan Hoca’ya böylesine edepsiz ve erdemsiz saldırılar yapılırken, Onun siyasi mirasına konan SP kurmayları ve yazarları neden halâ susmaktadır ve nerelerde saklanmaktadır? Üstelik Mustafa Özcan bizzat partiyi ve Milli Gazeteyi de hedef alıp “saçmalıyorlar” şeklinde hakaretler yağdırmıştır. Ve hele güya Hocamız’ın ilmi ve fikri projelerini topluma tanıtmak ve aziz hatırasına sahip çıkmak üzere kurulduklarını savunan şu ERBAKAN VAKFI bu fütursuz ve onursuz sataşmalar karşısında hangi hikmet ve bahane ile vurdumduymaz bir tavır takınmaktadır? Haksızlıklar karşısında sus pus olmanın vebalini bunlar ne zaman hatırlayacaktır?


[1] burakkillioğ lu@hotmail.com

[2] mustafaozcan@gazetevahdet.com 18.01.2016 Hakkın Hatırı Alidir Kimseye Feda Edilmez!)

https://www.millicozum.com/mc/subat-2016/bay-mustafa-ozcan-yukseklere-tukurme-donup-yuzune-duser

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

acilis-duyuru-son