YA
MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ KURULACAKTI VEYA KAOS VE KÖRDÜĞÜM SÜRECİ KAÇINILMAZDI!
Dikkat! Bu yazı tam 4 yıl önce, 17-25 Aralık kalkışması sonrasında yazılmış ve Milli Çözüm Dergisi Şubat – 2014 sayısında yayınlanmıştı!
Eski Zaman gazetesi şimdi Star gazetesi yazarı ve Hükümet yandaşı Fehmi Koru, Paralel Yapıya yönelik, İstanbul merkezli operasyonun şifrelerini şöyle açıklamıştı:
Operasyonun, devlet kanalıyla değil başka bir kanal aracılığıyla yürütüldüğünü iddia eden Koru, cemaatin devletten tasfiye edilemediğini, hala bazı kanalların kullanıldığını söylüyordu. Fehmi Korunun: Demek oluyor ki ortada bir odak var. Bunlar yerli de olabilir yurtdışı kaynaklı da olabilir. Bilinen bir gerçek var ki, böyle bir hassas ortamda seçimlere kısa bir süre kala, ortalıkta tartışmalar bir kavga hali varsa böyle bir olay yaşanıyor olması başka odakları düşündürüyor sözleri Peki AKP iktidarı bostan korkuluğu mu? sorusunu akla getiriyordu.
Operasyon Dünya basınında şu başlıklarla yer almıştı:
Reuters: Başlatılan soruşturma ile Başbakan Erdoğan’a karşı hamle yapıldı. Yorumcular operasyonda, bağlantıları emniyetten gizli servislere ve yargıya uzanan Gülen’in parmağı olduğunu hatırlattı!
BBC: Analistler, soruşturmanın özel eğitim kurumlarının kapatılması gündeme gelen Gülen grubuyla bağlantılı olabileceğini vurguladı!
Financial Times: Soruşturmanın perde arkasında, AKP ile Türkiye’nin birçok kurumuna sızan Gülen hareketi arasında derinleşen kriz vardı!
Wall Street Journal: Polis ve yargının yüksek mevkileri kontrol eden Gülen hareketi, bu gücünü hükümet aleyhine kullanmaya çalışmaktaydı!
Washington Post: Operasyon, Gülen hareketinin büyük gelir kalemi ve eleman yetiştirme merkezi olan özel eğitim kurumlarını kapatma girişimine cevap olarak algılandı!
Bloomberg: Gülen hareketinin devleti kontrol edebilmek için kurumlara sızdığı söyleniyordu. Krizin diğer öznesi ise Halkbank; İran’dan alınan petrol ve doğalgaz ödemelerini gerçekleştiren, ABD yaptırımlarına rağmen İran ile ticarete devam eden bir kuruluş olarak dikkat çekiyordu!
Bülent Arınç “Saflığını mı, sahte tavrını mı ortaya koymaktaydı?
Basın toplantısında: Artık her şey bitti, savaşacağız. Herkes için kötü olacak. Şunlar bunlar tutuklanacak, kasetler, fotoğraflar servise konacak tehditlerini biz de duyuyoruz. Bazılarının (Cemaatin) bu kadar alçalabileceğini, gerçekten düşünmemiştik, saflığımıza verin. Bir tarafta meşhur bir sanatçıyla evli olan bir iş adamı var, TOKİ’yle ilgili arazilerin şirketlere peşkeş çekildiği iddiaları var, haksız kazanç temin ettikleri var, birbirinden farklı isimlerin bir araya getirilmesinin amacı ne olabilir? Böyle bir şey görülmüş değil. 14 aylık bir dinlemeyle bu işin şimdi sonuçlandığı söyleniyorsa, aslında 6 ay önce dinlemenin kesildiği bugünün beklendiğini de duyduk. Bu işi planlayanları ve ne amaçla yaptıklarını az çok biliyoruz. Belki zamanı geldiğinde açıklayabileceğiz. Bu kadar kişi aynı yerde olmamışlar, niçin aynı süreçte sabahın beşinde evlerine baskınlar yaparak bu işleri başlatıyorsunuz?
Bu operasyonu yapanlar diyelim ki emniyetteki şube müdürleridir. Bunların bir üstüne haber vermesi istenir. Arkadaşlar şube müdürünün başlattığı operasyondan başındaki müdürü, İstanbul Emniyet Müdürü, Ankara Emniyet Müdürü habersizdir. Haber verselerdi önlem alırlardı diyebilirsiniz. Arkadaşlar bir görev ifade ediliyor. En azından bir operasyon yapılacak. İsimleri gizli tutabilirsiniz. Bir İçişleri Bakanının, oğlunun gözaltına alındığını basından duyması kadar acı bir şey olabilir mi? Bazılarının görev yerleri değiştirilmiştir. Soruşturmanın gizliliği esastır demiştim, şu anda yayınlanmayan tek şeyden haberdar olduk. Bakanlar hakkında fezleke tanzim edileceği, UYAP’a bilgi vermeden gerçekleştirildiği de iddiaların içinde. Psikolojik harple karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Bunun amacı ne olabilir? Hükümetimizin yıpratılması! diyen Bülent Arınçın sözleri suçüstü yakalanmanın telaşını yansıtıyordu.
Ruşen Çakırın: Bir süre İslamcıların iç meselesi muamelesi gören ve fazla merak uyandırmayan bu (en hafif deyimiyle) rekabet, 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisinin (RP) elde ettiği zaferle birlikte tüm Türkiyenin ilgisini çekmeye başladı. Şöyle ki RPnin siyasi yükselişine neredeyse paralel olarak Gülen hareketi de toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlardaki sessiz ve derinden gelişimini belli bir noktaya getirmişti ve artık aleni bir şekilde kamuoyunun karşısına çıkmaya hazırdı. Sonuçta RPnin siyasi yükselişini durdurma karşısında giderek daha da çaresizleşen iç ve dış odakların büyük bölümü Gülen hareketine, bir nevi can simidiymiş gibi sarıldı. Güleni RP ve Erbakanın temsil ettiğini düşündükleri radikal İslamcılıkın bir tür panzehiri olarak gördüler ve onun ılımlı yorumlarının egemen olması için ellerinden geleni yaptılar[1] tespitleri, Fetullah Gülen cemaatinin dış güçler ve işbirlikçi kesimlerce, Milli Görüşü dizginlemek ve Erbakanı diskalifiye edip, siyasette devre dışına itmek üzere öne çıkarılıp, organize edildiklerinin itiraf ve ispatıydı. Ancak Ruşen Çakır gibilerin dikkatlerden gizlediği bir gerçek daha vardı: Sn. Recep T. Erdoğan ve AKP de, yine Milli Görüşün içini boşaltmak ve Erbakandan kurtulmak amacıyla ve aynı odaklarca tezgâhlanıp iktidara taşınmıştı. Ve zaten Cemaatle hükümet arasındaki bütün köprülerin atıldığı mesajını veren bir tavırla futbolcu Hakan Şükürün AKPden istifası üzerine Mehmet Ali Şahinin Fetullah Güleni kastederek Hakan Şüküre: Gönül bağı taşıdığınız yerlere bu denli sadık kalırsanız, siyasette başarılı ve kalıcı olamazsınız! anlamındaki sitemleri ve tavsiyeleri de, kendilerinin Erbakana ve Hak davasına hıyanet karşılığı bu konumlara ulaştıklarının dolaylı itirafıydı.
Cemaatçi olduğu herkesin malumu olan Hakan Şükür:
Ben yirmi seneden fazla bir süredir hizmet hareketini ve Muhterem Hocaefendiyi tanıyor ve seviyorum. Referandum başta olmak üzere milletin hayrına gördükleri bütün meselelerde hükümeti var güçleriyle destekleyen, kapı kapı dolaşıp insanları ikna eden, yurt dışından binlerce insanı fedakârca oy kullanmaları için taşıyan, AKP kapanmasın diye dualar eden bu samimi insanların şimdi düşman muamelesine tabi tutulması en hafif tabirle vefasızlıktan başka bir şey değildir. Dershaneleri kapatılan, mensupları devlet dairelerinden tasfiye edilen, parti yöneticilerimiz tarafından ahlaksızlık olarak nitelenen fişlemelere ve baskılara maruz kalanlar bu milletin evlatlarıdır. Buna rağmen bu insanların sanki karanlık işler içinde olduklarını ima eden yayınlar, bu yönde atılan iftiralar, ithamlar maalesef bir aymazlık örneği olarak tarihe geçecektir. Hele yeni yeni tedavüle sokulmaya çalışılan örgüt kelimesinin bu gönüllüler hareketi için kullanılmaya çalışılması amacın sadece dershaneleri kapatmak olmadığı düşüncesini de akıllara getirmektedir sözleriyle Cemaatçilerin Gülene psikolojik teslimiyetini yansıtmaktaydı.
Yolsuzluk operasyonlarının zamanlaması kafaları karıştırmıştı!
Ergenekon davalarında da öne çıkan ve cemaatle ilişki kurulan Savcı Zekeriya Özün yürüttüğü; Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, İçişleri Bakanı Muammer Güler ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktarın oğullarının, Halk Bank Genel Müdürü gibi önemli bürokratların ve Belediye çalışanlarının, AKPli Fatih Belediye Başkanının ve Ali Ağaoğlu gibi meşhur işadamlarının da içinde bulunduğu 50den fazla kişinin gözaltına alındığı yolsuzluk operasyonları için birkaç yıldır hazırlanıp, buzdolabında saklanıp tam da Hükümet-Cemaat kapışmasının kızıştığı bir ortamda düğmeye basılmasına, sadece bir tesadüf olarak bakmak aşırı bir saflıktı. Yetmez dördüncü bir Bakan hakkında da Meclise sunulmak üzere fezleke hazırlandığı ve o bakanın, 1,5 milyon dolar rüşvet alırken video kaydının yapıldığı konuşulmaktaydı. Mehmet Baransu ve Emre Uslu gibi Cemaatin güdümündeki Taraf ve Zaman gazetesi yazarları, uzun bir süredir bazı bakanlar, yüksek bürokratlar, Belediye Başkanları ve AKP kurmayları hakkında seks kasetleri dâhil pek çok dosyalar hazırladığını zaten yazıp konuşmaktaydı. Yani Emniyet ve yargıdaki Derin Cemaatin kulakları ve mikrofonları sayılan bu yazar ve yorumcu takımının Hükümete yönelik şantajları sürpriz sayılmazdı. Asıl soru, bu dosyalar aylar ve yıllar öncesinden başladığına ve bilinip durduğuna göre niye bugüne saklanmıştı? Emre Uslunun 12 Ağustos 2013te attığı twit: Bakan çocuklarının adları yolsuzluklara karışmışsa, kim GÜLER, kim ağlar? hala ortadaydı. AKP yandaşı ve Yenişafak yazarı Abdülkadir Selviye göre Cemaat bu operasyonla sadece bakan çocuklarını değil, gerekirse Başbakanı da alırız! mesajı vermiş olmaktaydı. Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz AKP iktidarına karşı Cemaatle Ergenekonun ittifak içine girdiğini yazmıştı. (18.12.2013) E hani Ergenekon soruşturmaları ve sonuçları, AKPnin bir kahramanlığıydı?
Fetullah Gülenin Milli Görüş marazı!
Evet, kara ruhlu insanlar olumlu şeyleri karalamaya çalışıyorlar. Şimdilerde de bize örgüt diyorlar. Tabiri caizse, muhtelif ecnastan (farklı kesimlerden) bir topluluk olan ve işin makuliyetinde (akıllı ve hayırlı hedeflerle) bir araya gelen insanlardan oluşan bir camia.. Okul açmak, kültür lokali açmak, okuma salonları açıp fakir insanlara bedava ders vermek hayırlı bir hizmettir! düşüncesiyle sizi hiç tanımadığı halde gelip Bir tane de ben yapayım. deyip o işe iltihak eden insanların da bulunduğu bir camia.. Böyle bir camiayı örgütle telif etmek mümkün değildir. Ayrıca, örgüt kelimesi terminoloji açısından çok farklı bir manaya da geliyor. Diğer taraftan bu camiaya örgüt derseniz, Alvar İmamının düşünce dünyası etrafında kümelenmiş insanlara da Üftade Hazretlerine dayanan, Aziz Mahmud Hüdaî Hazretleri mensuplarına da Muhammed Raşid Efendi hazretleri gibi büyük bir zata bağlanmış olan pırıl pırıl insanlardan oluşan Menzil Cemaatine de Yüzlerce Kuran kursu açan Süleyman Efendi Hazretlerine bağlı olanlara da Dahası, Milli Görüşe de bir örgüt deme zorunda kalırsınız diyen Fetullah Gülen:
a- Farklı cemaat ve tarikatları kışkırtarak, kendilerine haklılık ve mağduriyet kazandırmaya çalışmıştı.
b- Değişik hizmet kesimlerine (aslında hiç sevmedikleri ve desteklemedikleri halde, riyakârlıkla) bir sürü sahte övgü ve iltifatlar dizip, Milli Görüşten kerhen bahsedip örgütle eşleştirilebileceğini belirterek, şuuraltındaki kinini kusmuşlardı.
Sn. Başbakanın Türkiye, kendisine operasyon yapılacak bir ülke sanılmamalıdır. Bizimle hesaplarını sandık dışı yollarla görmek isteyenler başarıya ulaşamayacaktır Onların arkasında kimleri olursa olsun, bizim de Allahımız vardır..! şeklindeki feryatları,AKPden ayrılacak yirmi kadar Cemaat Milletvekilinin Mecliste yeni bir grup oluşturup, AKPnin içini oymaya çalışacağı yönündeki kaygılarını mı yansıtmaktaydı? Anayasa Mahkemesinin içtihat kararı üzerine tutuklu CHP Milletvekili Mustafa Balbayın yerel mahkemece serbest bırakılmasını emsal kabul eden avukatların KCK davasından tutuklu Milletvekillerinin de tahliye edilmesi talebini, Diyarbakırdaki ilgili mahkemelerin reddetmesini çözüm sürecini baltalamak ve kaos ortamını kızıştırmak için, Derin Cemaatin bir manipülesi olarak değerlendirenler, ne derece haklıydı? Eğer böyle ise Türkiyede AKP mi, yoksa Cemaat mi iktidardaydı?
Ülkeyi ve siyasi gündemi derinden sarsacağa ve çok kritik gelişmelere yol açacağa benzeyen bu yolsuzluk operasyonlarını kimlerin ayarladığı konusunda üç ihtimal vardı:
1- Erdoğanı zora sokmak ve Cumhurbaşkanlığı sürecini tıkamak ve bu yolla intikam almak isteyen Derin Cemaat, bu hazırlıkları ve zamanlamayı yapmıştı.
2- Mağdur pozisyonuyla ve kendilerine komplo kuruluyor havasıyla oy toplamak ve gerçek olan yolsuzluk dosyalarını kontrollü olarak en az zararla kapatmak isteyen, Erdoğan ve kurmayları bu iddiaları şimdi gündeme taşımıştı.
3- Her iki tarafın da yıpranmasını ve hizaya sokulup iyice avuçlarına alınmasını isteyen dış merkezler ve içerideki mahfiller bu tertipleri planlamıştı. Ve zaten CEMAAT=CIA+MOSSAD formülü her şeyi açıklamaktaydı. Bütün bunları ilkokul mezunu zavallı bir hatibin ve ekibinin kotardığına inanmak, saflıktan çok öte bir ahmaklıktı.
Ve tabii, bu operasyonları, Cemaat=CIA+MOSSAD tertiplemiş de, Recep Beyin ve AKP Hükümetinin hiç haberi olmamışsa, bunların iktidar değil, sadece vitrin kuklası oldukları anlamını taşırdı. Ve eğer bu operasyonlar AKPye değil de, sadece Recep Beye yönelik komplolar ise, Sn. Başbakanın sayesinde o makamlara ve imkânlara kavuşmuş, Bakanların, bürokratların ve medya patronlarının bu suskunlukları, ikili tavırları ve Erdoğanı sahipsiz ve savunmasız bırakmaları da hem vefasızlık ve vicdansızlıklarını yansıtmaktaydı, hem de Allah kendi yaptıklarının intikamını böyle almaktaydı.
Bu arada, yapılan operasyonların sadece komploculuk konusunun öne çıkarılıp, asıl yolsuzluk ve soygunculuk boyutunun örtülmeye çalışılması da oldukça yanlıştır ve kasıtlı bir şeytanlıktır. Oğlu da şüphe ve şaibe altında tutuklu bulunan İçişleri Bakanının özel tasarruf ve talimatıyla bu soruşturmaları yürüten İstanbul Emniyetinde, sonra başka illerde başta emniyet müdürü olmak üzere 11 şube Müdürünün görevinden alınması, ardından Ankaradaki 18 şube Müdürünün makamlarından kaydırılması ve Savcı Zekeriya Özün, denetim ve gözetim altına alınması kastıyla iki yeni savcının atanması, açıkça adalet mekanizmasına ve yargı aşamasına müdahale anlamındadır ve hükumet suçluluk psikolojisiyle bu vahim hataları yapmaktadır.
Radikal Gazetesi, İçişleri Bakanı Muammer Gülerin oğlunun evinde yakalanan kutular-tomarlar dolusu döviz ve TLnin görüntülerini yayınlamıştır. Bu hırsızlıkların saklanacak-aklanacak tarafı kalmamıştır.
Halkbank Genel Müdürünün (Süleyman Aslanın) evinde ayakkabı kutuları içerisinde 4,5 milyon dolar yakalanmıştır. Bütün bu rezaletleri, AKP yandaşlarının: Halkbank ambargo uygulanan İranla finans ilişkilerine kolaylık sağladığı ve Barzanistan-Kürdistan petrolünün Türkiye üzerinden Akdenize taşınmasına destek çıktığı için hedef yapılmıştır savunmaları kargaları bile güldüren saçma sapan yorumlardır. Başbakanın ve kurmaylarının düne kadar elini öpmek ve gözüne girmek için sıra bekledikleri Fetullah Gülen Cemaatini, şimdi; Devlet içinde örgütlenmiş çete ilan etmeleri ise, çıkar ittifakının ve Amerikan figüranlığının, nasıl bir anda iktidar kavgasına dönüşebildiğinin fotoğrafıdır.
Hükümet sözcüsü Bülent Arınç:
Meşhur bir sanatçımızla evli yabancı uyruklu bir zatın altın kaçakçılığı TOKİ ihalelerine fesat karıştırıldığı Ve Belediyelerin kanuna aykırı bazılarına rant imkanları sağladığı Gibi farklı konularda, farklı zamanlarda ve farklı kurumlarca başlatılan soruşturmaların ve birbirlerini hiç tanımayan şahısların, şu kritik ortamda ve hepsi bir arada aynı operasyonda gündeme taşınmaları, bütün bunların Hükümetimize karşı husumetleri olanların bir intikam tavrı olduğunu ortaya koymaktadır sözleriyle açıkça Cemaati sorumlu tutmuşlardır ve Astları üstlerine bilgi vermek zorundadır diyerek, İstanbuldaki yolsuzluk soruşturmalarında ilgili bakanlara ve üst bürokratlara bilgi vermeyen polis müdürlerini suçlayıp saçmalamışlardır.
Hatta Soner Yalçının Sözcüde yayınlanan yazısında:
En sonunda söyleyeceğimi hemen yazayım: Sanıldığı gibi son mali operasyon salt Cemaat-Erdoğan kavgası olarak değerlendirilemez. Olayın çapı çok daha büyüktür. Erdoğanla savaşan; onu yıpratan perde arkasında bir isim var: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül! Ayrıntılara gireceğim fakat bir-iki tespit yapmama izin veriniz: Cemaat, Başbakan Erdoğanı en hassas yerinden aşil topuğundan vurdu; para! Önce: Erdoğanın kardeşi Mustafa Erdoğanla ilgili iki kaset çıkardılar. Ama kamuoyundan bekledikleri tepki gelmedi. (Yine AKP yandaşı evli bir gazeteci ve dinci bir gazete yöneticisinin kızının fotoğrafları servis edildi. Görüldü ki bu tür bel altı vuruşlar artık ses getirmiyor. Aksine tepki alıyor.) Cemaat baktı ki, seks kasetleri skandallarıyla istedikleri eski etkiyi yapmıyor başka bir hal çaresi buldu. Öyle bir operasyon yapılmalıydı ki; Cemaat karşıtları bile onaylamalı/desteklemeliydi. Biliniyor ki, dünyanın her yanında Temiz Eller Operasyonu halktan daima destek bulur. Biliniyor ki, Türkiyede siyaset-ticaret kirliliği had safhadaydı; hırsızlar artık fütursuzdu. Ve Cemaat düğmeye bastı. Görüldüğü gibi, bu büyük mali operasyonun amacı kirlilikle savaşmak filan değil. Bu bir güç savaşı/iktidar kavgasıdır. Sözlerinin özeti: Yani Abdullah Gülün de parmağı vardır!
Tek çıkar yol: Milli Çözüm Hükümeti Kurmaktır!
Bütün bu talihsiz ve seviyesiz gelişmelerden; bu denli kirli ve çetrefilli tertiplerin-tepişmelerin ortaya dökülmesinden sonra, sadece Cemaat-Hükumet birlikteliğinin artık yürüyemeyeceği değil, bu olumsuz şartlar ve şaibeli durumlar karşısında AKPnin de kesinlikle hükumet edemeyeceği anlaşılmıştır. Sn. Erdoğanın seçim ve sandık istismarı, politik palavralarla hala iktidarda kalmaya çalışması boşunadır ve yaklaşan felaketleri algılayamadığından dolayıdır. Türkiye her yönden kuşatılmış, var olma-yok olma durumuyla karşı karşıyadır. Bu nedenle başta AKP içindeki izan ve insaf sahibi duyarlı Milletvekillerinin ve tüm teşkilat yetkililerinin derhal istifa edip ayrılmaları ve MİLLİ ÇÖZÜM HÜKÜMETİ kurmak üzere, yeni oluşumların önünü açmaları tarihi bir mesuliyet ve mecburiyet halini almıştır. Kendilerinin, yakın çevrelerinin ve Aziz Milletimizin mutlu geleceği, birlik ve dirliğimizin kutlu neticeleri buna bağlıdır. Kaldı ki bu şuurlu ve onurlu tavrı göstermeseler dahi, mevcut olumsuz durumu ve konumu korumaları asla mümkün olmayacaktır, Milli ve haysiyetli bir değişim ve dönüşüm mutlaka yaşanacaktır.
Başbakan Erdoğanın niyeti yanlış da olsa, tespiti doğrudur: Evet bu operasyonların arkasında, bağımsız ve kalkınmış bir Lider ülke, Türkiyenin önünü tıkamak isteyen dış güçler vardır. Çinle ortak füze üretme anlaşmaları imzalayan, bunların gövdesini Rusya ile, elektronik sistemini kendi başına yapmaya kalkışan, Trakyaya yeni su kanalları açıp boğazların statüsünü Türkiye lehine bozmaya uğraşan, Yeni büyük hava alanları inşa edip THYnı dünya markası yapmayı amaçlayan Milli Derin Türkiyenin Yeni Bir Dünya hedefleri ve Adil Düzen projeleri etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. Ancak şimdilik Kabuk Yönetim olan AKPye sataşılmaktadır. Yoksa AKPnin aslını da astarını da bizden çok iyi bildikleri muhakkaktır. Siyonist merkezlerin Erdoğan ve ekibinden ziyade Cemaate güvendikleri, yani derin cemaatin işbirlikçilikte ve teslimiyetçilikte, hükumetten çok daha ileri (esfeles-safiline) gittikleri gerçeği, bunların sadık ve sağlam olduğu anlamını taşımamaktadır. Çünkü Erdoğanın hedeflediği Haçlı Avrupa Birliğinin bağımlı bir üyesi (eyaleti) olacak bir Türkiyenin, yeni Trakya Kanalı, yeni hava alanları, Çinle ortak yatırımları, bunlar sadece gavurları memnun kılacak ve Türkiyenin ABye entegrasyonunu kolaylaştıracaktır. Cemaatin hıyanetlerini deşifre edip, AKP hükümetini destekleyen, kiralık ve vicdanı karanlık İslamcılar ise, işte asıl bu acı gerçeği saklamaktadır.
CEMAAT=CIA-MOSSAD Parmağı ve Türkiyenin Kuşatılması!
Kulislere; Türkiye’nin İran’dan petrol alıp karşılığını Halkbank üzerinden altın olarak ödemesinden rahatsız olan İsrail’in bu konuda soruşturma başlatılması için uzun süredir baskı yaptığı ve MOSSAD’ın soruşturma açılması için İstanbul Adliyesi’nde hazırlık başlattığı sızdırılmıştı. Soruşturmada gözaltına alınan Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın İran’a yapılan altın ihracatıyla ilgili suçlandığı konuşulmaktaydı. İsrail istihbaratı MOSSAD’ın uzun süredir İran’a uygulanan ambargonun Halk Bankası üzerinden delindiğiiddiasıyla soruşturma başlatılması için İstanbul adliyesine baskı yaptığı ortaya atılmıştı. İsrail lobisi AIPAC, Türkiye aleyhine kampanya başlatmıştı. 47 milletvekili, İran’la ticarete aracılık ettiği gerekçesiyle Halkbank’a yaptırım gerektiğini açıklamıştı. Washington’ın en güçlü lobi örgütlerinden İsrail yanlısı AIPAC’in önayak olmasıyla yürütülen kampanyaya 47 milletvekili destek çıkmıştı. Hem Dışişleri Bakanı John Kerry hem de Hazine Bakanı Jack Lew’a gönderilen bir mektupta: ‘Sizden Halkbank’ın İran’a altın transfer edilmesindeki işlemlerinin yaptırıma tabii tutulmasını istiyoruz’ ifadeleri yer almıştı. Mektupta Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan içinse, ‘Türk devlet bankası Halkbank İran’la mevcut işlemlerine devam edecek’ yönündeki açıklamasının, Halkbank’ın yasadışı nükleer programında İran’a yardım ettiği kaygısı için bir sebep oluşturduğu vurgulanmıştı.
ABD ve kimi müttefikleri İrana yönelik ambargoyu Türkiyenin gevşettiği yönündeki iddiaları neye dayandırmıştı?
ABD ve kimi müttefiklerinin iddiası ve Türkiyeye dayatması şuydu; İrana yönelik ambargoyu deliyorsunuz, oradan enerji alıp para vermiyorsunuz, ama bunu altınla ödüyorsunuz, Tahran da bu altınları Körfez ülkelerinde bozduruyor. Bu bizi çok ama çok rahatsız ediyor. Gerçekleşen operasyonda gözaltına alınan Reza Zarrab ve dosyada ismi geçenlere yönelik iddia da mealen söyledi; İrandan altınları alıyorlar, Türkiyede bozduruyorlar, parasını yine İrana gönderiyorlar. Şimdilik o altınların ne olduğu gündeme gelmedi ama eğer bu döngü doğru ise; Türkiye gaz alıyor, altın veriyor, altın Arap ülkelerinde bozdurulmadan yeniden Türkiyeye dönüyor, karşılığında inanılmaz miktarda paralar İrana gidiyordu. Eğer bu döngü ABD tarafından fark edildiyse Washingtonun bunun üzerine büyük bir öfkeyle gitmesi olağan durumdu. Ama asıl kritik soru şuydu; Türkiyenin ilgili kurumları (İktidar, MİT, Genel Kurmay) bu döngünün ne kadarından haberdar oluyordu?
Türkiye, bir sabah yolsuzluk operasyonuyla uyanırken Ankara’da operasyonun arka planıyla ilgili kritik değerlendirmeler yapılmaktaydı.
Yolsuzluk iddiaları ile yapılan gözaltılar Hükumet kanadınca: “Siyaseti itibarsızlaştırma operasyonu” olarak yorumlanmıştı. Kulislere göre hedef, yerel seçim ve Köşk seçimi öncesinde siyaseti yeniden kurgulamaktı. Başkent kulislerindeki ilk değerlendirme “bu olayın hukuki boyutundan ziyade siyasi mühendislik tarafı ağır basıyor” yorumlarıydı. Hedefin, 30 Mart yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanı seçimleri öncesi siyaseti dizayn etme arayışı olduğu vurgulanmıştı. Bu girişim “milli iradeyi çarpıtma denemesi” olarak algılanmış, Ankara kulislerinde, daha önce CHP ve MHP’ye yapılan kaset operasyonunun bir benzerinin yeniden sahneleneceği ortaya atılmıştı. Ancak dershane tartışmaları sonrasında kaset senaryosu deşifre olunca 2008 yılındaki bir iddiaya dayanan ve son bir yıldır teknik takiple sürdürüldüğü belirtilen mali operasyonun düğmesine basıldığı sonucuna varılmıştı. İddialara göre, 2008 yılında Mali Suçları Araştırma Kurulu’na (MASAK) Kapalıçarşı üzerinden altın ve sigara ticareti yoluyla para aklandığı ihbarı yapılmıştı. Bunun üzerine 2016 Aralık ayında Kapalıçarşı’da bir operasyon başlatılmış ve 260 kişinin yaklaşık 1 milyarlık mal varlığı dondurulmuştu. Bu sırada sanatçı Ebru Gündeş’in eşi Reza Zarrab’ın adı da gündeme taşınmıştı. O tarihten itibaren aralarında bakanların yakınlarıyla bazı bürokratların da bulunduğu bir grubun telefonları teknik takibe alınmıştı. Bu yolla özellikle son dönemde Türkiye ile İran arasında gelişen ticari ilişkilere de sekte vurulacağı konuşulmaktaydı.
Türk vatandaşı olduktan sonra Reza Zarrab adını alan ve Ebru Gündeşle nikâhlanan kişi kimlerin adamıydı?
1- Altın kaçakçılığı, sahte belge ve hayali ihracat gibi yöntemlerle şüpheli para transferi (kara para transferi) yapmakla suçlanıyordu.
2- 2009-2012 yılları arasında şüpheli para transferinin 87 milyar Euroyu bulduğu iddia ediliyordu. (Bu “nasıl bir para”dır ayrı konu.)
3- Türkiyede 3 hayali şirket kurduğu söyleniyordu,
4- İrandan yüklü miktarlarda para transfer ettiği konuşuluyordu,
5- Bu paravan şirketlere İranda mukim Mellat Banktan -ki önemli miktarda hissesinin bizzat İran devletine ait olduğu biliniyor- devasa meblağlarda para aktığı yazılıyordu,
6- Ta 14 Aralık 2011de İstanbuldan Rusyanın Vnukovo Havalimanına giden üçü Azeri, biri İranlı 4 kişinin valizlerinde 14,5 milyon dolar ve 4 milyon Euro ile yakalanmasıyla alakalı olduğu biliniyordu,
7- Rusya’nın bu olayın soruşturulması için bastırdığı:
Zanlıların 37 seferde 40 milyon dolar ve 10 milyon Euroyu valizlerle Rusyaya taşıdığı,
(Paranın Azeri işadamları Nizami A., Surkhay H. ve Vidadi B.ye ait olduğunun anlaşıldığı,
Paraların Dubaiden Türkiyeye getirildiği, ardından da Rusyaya aktarıldığı,
14 kuryenin serbest bırakıldığı, yurtdışındaki 3 Azeri işadamı için yakalama kararı çıkarıldığı,
Adı geçen şirketlerin banka hesaplarının her birinde günde 5 milyon Euro işlem yapıldığı,
Para transferi talimatlarının İrandan alındığı,
Yine ta 2008de MASAK raporunda şüpheli olarak yer aldığı iddiaları belgelere dayandırılıyordu.
8- Reza Zarrab hakkında çeşitli resmi kuruluşlar tarafından raporlar, teftişler ve araştırmalar yapıldığı,
9- Buraya dikkat, aralarında akrabalarının bulunduğu kişilere vatandaşlık sağlamak için Bakanlar Kurulu Kararı aldırmaya çalıştığı,
10- İrana gerçekleştirdiği yüksek meblağlı havaleleri Bakan Çağlayan vasıtasıyla Halkbank üzerinden ayarladığı,
11- Adı geçen bakanlara ve bürokratlara 137 milyon TL. rüşvet dağıttığı tartışılıyordu.
12- Ocak 2013te İstanbul Atatürk Havalimanında 320 külçe altın yakalandı. Polis, Dubaiye giden bir gruptan şüphelendi ve altınlar ortaya çıktı. Sahibinin Zarrab olduğu anlaşıldı. Gerekli evraklar tamamlandı ve ertesi gün altınlar Dubaiye yollandı.
13- O gün herkes Türkiye-İran arasındaki enerji-altın takasından bahsediyordu ki, bu olayla ayyuka çıktı.
Star Gazetesinden Cemil Ertem Hükümeti haklı çıkartmak üzere şunları yazıyordu: Zafer Çağlayan da şunu söylüyordu; geçen yıl rekor seviyelere ulaşan altın ihracatı, talebin hangi ülkeden geldiğine bakılmaksızın devam edecek. Ancak 6 Şubat 2013te gelen yaptırımlar Türkiyenin İrana transit ticaretini de engelliyordu. Bu durumda Türkiye çok önemli bir pazar ve ekonomik potansiyel kaybedecekti. İhracattan sorumlu Bakan olarak Zafer Çağlayan, bu durumu Başbakana anlattı ve onayı ile riski göze aldı. Yani Türkiye, İranın ekonomik potansiyelini, İsrail ve ABDli neocon çetesi istedi diye Çin ve Rusyanın kucağına bırakmayacaktı.
Şimdi şu sorunun yanıtı aranıyordu: “Öyle ise bu operasyonları kim yürütüyordu?” Reza Zarrab bunları tek başına nasıl kotarıyordu? Bu kadar olay nasıl olur da kimse fark etmeden, üstelik sayfa sayfa gazetelere düşerken hükümetçe hiç fark edilmiyordu? Böyle bir operasyonu kimlerin yürütebildiğini aklı eren herkes biliyordu. Acaba “Milli İstihbarat Teşkilatı” bu tablonun neresinde yer alıyordu?[2]
Müyesser Yıldızın sorularını kim yanıtlayacaktı?
İstanbul merkezli yolsuzluk operasyonundan sonra bizzat Başbakan Erdoğan,Devlet içinde bir çete var demişti. Destekçisi gazeteciler ise Yargı ve poliste bir cuntanın yuvalandığını söylemişti. Çete veya cunta!.. Varsa ve eğer gerçekten arıyorlarsa şunlara bakmaları ve yanıtlamaları gerekirdi:
– Emekli Albay Levent Göktaş tutuklandığında İstanbul Emniyetine giden emekli Gazi Üsteğmen Avukat Serdar Öztürkün burada karşılaştığı CIA ajanları kimlerdi? Kısa süre sonra Öztürkün de tutuklanmasında bu karşılaşmanın etkisi ne ölçüdeydi?
– 28 Şubat dâhil tüm davalarda dijital verilerin 2007 tarihinde hazırlanmış olmasıyla, aynı dönemde 35 CIA ajanının Türkiyeye gelmesi arasında bir bağlantı olabilir miydi?
– Balyoz, Ergenekon vs. davaların tümünde arama ve gözaltıları neden hep aynı polisler yürütmüşlerdi? Bu polisler kimlerdi ve cemaatin neresindeydi?
– Balyoz davasında Eskişehirde Hakan Büyükün evinde bulunduğu söylenen flash belleğin, arama yapılmadan 1 hafta önce polislerin elinde olması nasıl izah edilecekti?
– Soruşturmalarda sehvenleri yapan ve yaptıranlar, bunların üzerini örtüp, sehven faillerini aklayanlar hangi yetkililerdi?
– Balyoz, Ergenekon, Odatv, Poyrazköy, Amirallere Suikast, Gölcük ve Eskişehir davalarının tamamında bilirkişi olarak bilgisayarları neden hep aynı isimler incelemişti?
– Bizzat Zekeriya Öz neden hep bu isimleri seçip, görevlendirmişti?
– Emniyet Genel Müdürlüğünde Bilişim Suçları ve Bilgi İşlem Dairesi olduğu, burada onlarca bilgisayar mühendisi görev yaptığı halde KOM Dairesinden geçici görevli İstanbula getirtilen bu polislerin özelliği neydi? Cemaat+CIA+MOSSAD ile irtibatları hangi dereceydi?
– Bu polislere nerede gördükleri birkaç haftalık eğitimle bilişim uzmanı sertifikası verilmişti?
– Genelkurmay, MİT ve Emniyet Silivri mahkemesinin sorusuna, Ergenekon terör örgütünün varlığı tespit edilememiştir cevabını verirken, sonradan Odatv davasında mahkemeye, Ergenekon isimli yapılanmanın Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bir terör örgütü olduğu değerlendirilmektedir şeklinde yazı yazan isim kimdi? Hangi birimden sorumlu kişiydi ve şimdi nerede görevliydi?
– Sanıkların lehindeki delil, hatta kurumlardan gelen resmi yazıları adli emanette saklayan ve saklatanlar hangi isimlerdi?
– Tutuklama kararı vermeyen veya tutuklama kararlarını kaldırtan hâkimlere kimler görevden el çektirmişti? Bir hâkim, Baskılara dayanamıyorum demişti? Bu baskıları yapanlar kimdi?
– Savcı ve hâkimlerin, üniversitelerin verdiği raporları bir kenara atarken, adli bilirkişilik sıfatı bile olmayan birkaç polisin raporuna itibar etmesi normal miydi?
– Görülen tüm davalarda TÜBİTAKtan rapor istendiğinde, hep aynı kişilerin ismen bilirkişi seçilmesi, bunların da istenen yönde, yani sanıkların aleyhine rapor vermesi tesadüfen miydi?
Soruları uzatmak mümkün; ama samimilerse bunları araştırıp, bu isim ve olaylarla yüzleşmeleri bile yeterdi. Yapabilirler mi? Güçleri ve cesaretleri buna yeter mi?
Son soru: Erdoğanın güçlendirip, kefil olduğu MİT, Gaziantep, Uludere, Reyhanlı, Ankara gibi bilumum saldırıları nasıl atlayıvermişti? Oysa bir vakitler Cemaatin önemli ismi Hüseyin Gülerce bile, Menderes ve Özaldan sonra ilk kez MİTin Başbakana tam bağlı hale geldiğini, Başbakana anında bilgi verir olduğunu belirtmişti. Ancak İstanbul yolsuzluk operasyonunda gördük ki, MİT yine ayakta uyumuş haldeydi. İddialara göre, 1-2 yıldır devam eden takipleri MİTin ruhu bile duymamış, sezmemişti! Yoksa MİT bildiklerini Başbakandan mı gizlemişti? Böyle ise Erdoğan, Emniyetten sonra MİTe de operasyona girişir veya MİT-Emniyet savaşı patlak verir miydi?
NOT: Bu yazının tam 4 yıl önce yazıldığını tekrar hatırlayıp, lütfen ona göre bir değerlendirme yapın
[1] Vatan / 17 02 2012 / Erdoğan-Gülen ilişkisi
[2] 18 12 2013 / nedretersanel@iyibilgi.com
http://www.millicozum.com/mc/subat-2018/ya-milli-cozum-hukumeti-