Anasayfa » Suriye-Türkiye Merkezli MELHEME-I KÜBRA – TARİHİ HESAPLAŞMA

Suriye-Türkiye Merkezli MELHEME-I KÜBRA – TARİHİ HESAPLAŞMA

Yazar: yonetici
0 Yorum 95 Görüntüleyen


Suriye-Türkiye Merkezli MELHEME-I KÜBRA – TARİHİ HESAPLAŞMA


Arzı Mev’ud (Doğu Akdeniz havzası) merkezli güya Yahudilere vaad edilen Büyük İsrail hayalinin ve Batı emperyalizminin (ABD ve AB’nin) Ortadoğu hedeflerinin önündeki en büyük engel, Türkiye görülüyordu. Çünkü tarihi mirası (Osmanlı’nın varisi sayılması), tabii yapısı (coğrafi ve jeo-stratejik avantajları) ve talihli fırsatları (potansiyel şansları) bakımından Türkiye İslam ve Türk dünyasına lider ve lokomotif olacak imkânları özünde taşıyordu. Bu nedenle dirilip derlenmeden ve yeni bir medeniyet devrimine öncülüğe yeltenmeden önce, Türkiye’nin zayıflatılıp parçalanması ve tehlike olmaktan çıkarılması gerekiyordu. Özellikle Erbakan Hoca’nın “Yeniden Büyük Türkiye” gayesiyle başlattığı kutlu atılımları ve Adil bir Dünya Düzeni yönünde attığı umutlu adımları; Siyonist odakları ve emperyalist Batıyı iyice ürkütüyor ve şeytani merkezleri harekete geçiriyordu. BOP’tan Arap Baharına, Dinlerarası Diyalog safsatasından “Kürt Açılımı” tuzağına kadar, bölgemize yönelik bütün Siyonist ve emperyalist tezgâhların asıl hedefinde Türkiye bulunuyordu. Bu amaçlarına daha kolay ulaşmak için, işbirlikçi iktidarlar ve ılımlı İslamcılar kiralanıp parlatılıyor, Kur’an’ın hakkaniyet ve hâkimiyet esaslarını yozlaştırıp, şekilci ve taklitçi bir“demokratik dindarlık” tesis ediliyordu. Ama “özüne dönecek ve liderlik misyonu üslenecek bir Türkiye’nin” tehdit ve tehlike olmaktan çıkarılması için, bütün bunlar yeterli sayılmıyordu. Türkiye’nin resmen olmasa da fiilen işgal edilmesi ve kuşatılması için; NATO karargâhı İzmir’e taşınıyor, başta İncirlik, ülkemizdeki 28 ABD üssü güçlendiriliyor ve bunlara ilaveten, Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş’a PATRİOT füzeleri konuşlandırılıyordu. Ve bütün bu gaflet ve dalalet girişimlerinde AKP kiralık taşeron olarak kullanılıyor, hatta sonunda terör merkezi İsrail’le bile işbirliği yapılıyordu. Kimilerine göre, bu savunma sistemleri İran’ın İsrail’e, hatta Türkiye’ye yönelik füze saldırıları ihtimaline karşı, ülkemize yerleştiriliyordu. Kimileri ise, güya Esad Suriye’sinin Türkiye’ye yollayacağı zehirli gaz füzelerini savuşturmak üzere patriotların getirildiğini söylüyordu.

Oysa bunların hiçbirisi gerçeği yansıtmıyordu. Çünkü sadece 60 ile 80 km’de etkili olan bu patriot (savuşturma) füzelerinin, 2500-3000 km mesafeli İran füzelerini engellemesi mümkün görülmüyordu. Tam aksine, NATO’nun patriotları; ülkemizi fiilen işgal ve kontrol altına almak ve kurulması planlanan Güneydoğu Kürdistan’ına itiraz edecek Türkiye Cumhuriyeti güçlerine karşı kullanılmak üzere ülkemize getiriliyor ve dikkat buyurun, Özerk Kürdistan haritalarının sınır bölgelerine (Adana, Antep, Maraş, Malatya) yerleştiriliyor ve hamdolsun ASELSAN merkezli milli müdahalelerle, elektronik beyin sistemleri devre dışı bırakılınca, hurdalarını geri götürmek zorunda kalınıyordu.

Patriotlar konusunda şu noktaları tekrar hatırlatmamız gerekiyordu.

•Önce Patriotları Türkiye istemiyor, onlar zorla gönderiyordu.

•Patriotlar savunma silahı biliniyordu, ama, bizimkilere özel saldırı füzeleri yerleştirildiği konuşuluyordu.

•Patriotlarla birlikte 2000 Haçlı askeri de Türkiye’ye taşınıyordu.

•Patriotlar, Türkiye’nin gayri resmi, ama fiili işgali için getiriliyordu.

•28 ABD üssü, İzmir’deki NATO Karargâhı ve şimdi Patriotlar, Türkiye’nin Batı güdümünden çıkması ve Milli bir iktidar kurulması halinde, ülkemize karşı kullanılmak üzere hazır bekletiliyordu. Çünkü menzilinin sadece 80 km olduğu biliniyordu.

•Dikkat buyurun; Körfez harbindeki Patriotlar, İsrail’i koruma konusunda %100 başarılı, ama Arabistan ve Doha’ya karşı sadece %40 başarılı olabiliyordu!? Yani kumandası Haçlı ve Siyonist gavurların elinde bulunan Patriotlar, İsrail’e yönelik füzeleri tam vuruyor, ama İslam ülkelerini hedefleyen saldırıların sadece %40’ını savuşturuyordu! Çünkü gavurlar, Müslümanların birbirleriyle boğuşmasını ve saldırmasını istiyor ve bu korkuyla işbirlikçi iktidarlar daha çok Amerika’ya bağımlı hale getiriliyordu.

Türkiye’nin sessiz ve derinden işgalini kolaylaştırmak ve garantiye almak için, TSK’nın da zayıf bırakılması, etkisiz ve yetkisiz konuma taşınması ve “demokratikleşme – darbelerle yüzleşme” palavrasıyla, ordunun burnunun kırılıp hizaya sokulması öngörülüyordu.

Başbakan Erdoğan katıldığı televizyon programında askerlerin tutuklanmasını eleştirerek;

“TSK’nın terörle mücadelesine darbe vuruluyor. Oralara gönderilecek subay kalmıyor. Bunların içinde karacısı var denizcisi var. Şimdi böyle bir şeyin delilleri kesinse ver hükmünü, işi bitir. Ama yoksa sen yüzlerce subayı, hele hele bir Genelkurmay Başkanı’nı kalkar da bu şekilde değerlendirirsen bütün morali alt üst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar?”şeklinde açıklamalar yaparken tam bir riyakârlık sergiliyordu. Çünkü daha önce Ergenekon ve Balyoz davalarının savcılığına soyunan ve “Bakın ha, askerleri hizaya sokuyor ve hesap soruyorum” havasıyla halktan oy alan kendisi oluyordu.

Kudurmuş İsrail, Mescidi Aksa’yı Yıkmaya Başlıyordu!

İsrail’in saldırısının ardından, Dünya Müslümanlarının gözünün içine baka baka, Süleyman Mabedi’ni ortaya çıkarmak amacıyla, İslâm’ın üç kutsal mekânından biri olan Mescid-i Aksa’yı alttan alta oyma çalışmalarına hız veren Siyonistlerin küstahlığı tahammül sınırlarını zorluyordu. Yıllardır “müze çalışması” adı altında yürüttüğü yıkım amaçlı kazı çalışmalarında sonunda kuduz köstebek yüzeye çıkıyordu. Müslüman devletlerden ciddi hiçbir tepki almamasından cesaret bulan İsrail, Mescid-i Aksa’nın avlusuna kepçe sokup duvarları yıkarak, açıkça Müslümanlarla alay ediyor ve eceli gelen köpek misali haddini iyice aşıyordu. Mescid-i Aksa’yı yıkarak Süleyman Mabedi’ni yapmayı planlayan dünyanın baş belası Siyonist İsrail’e karşı maalesef hiçbir İslâm ülkesi bir şey yapmıyor, yapamıyordu. Başta AKP iktidarındaki Ankara ve İsrail’e komşu olan en güçlü İslâm ülkesi Mısır dâhil, bütün İslâm ülkeleri sadece; kınıyor, boş tehditler savurup duruyordu. İsrail’e karşı ne ekonomik, ne siyasi, ne de kültürel bir yaptırıma yanaşan çıkmıyordu.

Bazı rivayetlerde “Siyonist Yahudileri örgütleyen Deccal’in, iyice azıtıp Mescid-i Aksa’yı yıkacağı, bu küstah saldırının tüm Müslümanları ayaklandıracağı, bu yüzden tarihi bir hesaplaşmanın başlayacağı ve Siyonizm’in (İsrail’in) yıkılışıyla sonuçlanacağı” yolundaki haber ve müjdelerin gerçekleşeceği bir sürece giriliyordu. Ve anlaşılan, Erbakan Hoca’nın anlattığı “Teknoloji Harikaları’nın kullanılacağı bir dönem yaklaşıyordu.

Hatırlayınız Orgeneral Işık Koşaner istifa ederek genelkurmay başkanlığından ayrılırken veda mesajında; “Şu anda 173’ü muvazzaf, 77’si emekli olmak üzere 250 general-amiral, subay, astsubay ve uzman jandarma çavuş hürriyetlerinden yoksun olarak tutuklu bulunmaktadır. Tutuklamaların evrensel hukuk kaidelerine, hakka, adalete ve vicdani değerlere uygun olarak yapıldığını kabul etmek, birçok hukukçunun da ifade ettiği gibi, mümkün değildir. Bu durum birçok defa yetkili makamlara iletilmesine, anlatılmasına ve takip edilmesine rağmen soruna yasal çerçevede bir çözüm bulunması mümkün olmamıştır” derken tarihe de not düşüyordu.

Fetullahçıların Ergenekon kumpaslarını kolaylaştıran yasaları AKP çıkarıyordu!

AKP Meclis’teki sayısal üstünlüğün verdiği güçle yetkili organlarda ve kamuoyunda görüşülüp tartışılmasına müsaade etmeksizin, TBMM’de gece yarısından sonra çıkarılan ve özel yetkili Hakim ve Savcılara geniş yetkiler tanıyan yasa değişiklikleriyle, TSK’yı töhmet altında tutan, hatta teröristlikle yaftalayan özel yasalar çıkarıyordu.

1-26 Eylül 2004’te, yeni TCK kabul edildi ve bu kanunun 312’nci maddesine; “Cebir ve şiddet kullanarak TC hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet verilir” hükmü konuyordu.

2-26 Haziran 2006’da Terörle Mücadele Kanununun 10. Md. (d) fıkrasında; “Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet Savcısının istemi üzerine, hakim kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir” şeklinde değişiklik yapıldı. Bu değişiklikle özel yetkili hakim ve savcılara; “Ey sanık. Biz seni tutukladık, ama suçunu ve suçlu olduğunu gösteren delilleri sana ve avukatına göstermeyiz” diyebilme yetkisi verdi. Türk hukuk sistemine “Gizli Delil” kavramı sokuluyordu.

3-TMK’da Anayasal düzenin değiştirilmesi için “örgütün silahlı olması” şartı getiriliyordu. Böylece;

a-(Haçlı ve siyonist güdümlü) tarikat ve cemaatlerin; ülkenin birlik ve dirliğine ve Anayasanın öngördüğü düzene karşı yürüttükleri eylemler suç olmaktan çıkarılıyordu.

b-Batının kışkırtmasıyla iktidar gücünü kullanarak, ülkenin anayasal düzenini ve üniter sistemini “sivil darbe yoluyla ılımlı İslam cumhuriyetine ve tek adam diktatörlüğüne dönüştürmek” müebbetlik suç olmaktan çıkarılıyordu.

c-  Buna karşılık; Anayasal görevi ve doğası gereği silahlandırılmış TSK mensuplarını, istenildiğinde düzmece bir kulp takıp “Anayasal düzeni değiştirmek için silahlı örgüt kurdular” suçlamasıyla yargılamanın önü açılıyordu.

4- 5 Temmuz 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5726 sayılı “Tanık Koruma Kanunuyla” hukuk sistemimize “Gizli Tanık” müessesesi sokuluyordu. Buna göre;

a-Terör ve çete suçları ile 10 yıl ve üzerinde hapis cezasını gerektiren suçlarda gizli tanık kullanılabiliyordu.

b-Böylece; “Etkin Pişmanlık Yasası”ndan faydalanmak veya sanıklardan intikam almak isteyen terörist eskileri bile Yalancı Şahitlik yapabiliyordu.

5- 27 Haziran 2009 gece yarısından sonra çıkan bir yasayla;

a-“Anayasal düzene karşı suçlar ile terör ve çete suçları özel yetkili savcılıklar tarafından soruşturulacak” hükmü getiriliyordu. Bu değişiklik, disiplin suçları hariç askeri bölgede işlenmiş olsa dahi, muvazzaf subayların sivil yargı tarafından yargılanmalarının önünü açıyordu. Ayrıca Askeri Ceza Mahkemeleri Usul Kanununun 3. maddesine eklenen fıkra ile, işlenen suç ne olursa olsun, sivil kişilerin askeri mahkemelerde yargılanmaları son buluyordu.

b-Ayrıca üst düzey rütbeli personelin, emekli olmadan önce işledikleri iddia edilen suç nedeniyle askeri mahkemede yargılanma isteklerinin de önü kesiliyordu.

Orgeneral Koşaner veda mesajına şöyle devam ediyordu;

“Soruşturma ve uzun süreli tutuklamaların bir amacının da TSK’nin sürekli gündemde tutularak kamuoyunda bir suç teşkilatı olduğu izleniminin yaratılmaya çalışıldığı, bunu fırsat bilen yanlı medyanın da her türlü yalan haber, iftira ve suçlamalarla yüce ulusumuzu kendi silahlı kuvvetlerine karşı tavır almaya teşvik ettiği dikkatlerden kaçmamaktadır.”

Evet; TSK’yı “Silahlı terör örgütü veya silahlı çete”, mensuplarını ise “Terör örgütü üyesi”olarak itham etmenin yolları işte böyle bir takım “gece yarısı yasalarıyla” açılıyordu. Ve tabi bu arada; Ordumuza yönelik bu itibar katliamlarına karşı halkımızın duyarsız kalmasının, hatta önemli kısmının destek çıkıp iktidarı alkışlamasının nedenleri üzerinde de durmak ve artık gerekli dersi çıkarmak lazım geliyordu. Çünkü siz, İslam düşmanlığına, hatta İslam’ı kökten yasaklamaya kılıf olarak kullanılan yanlış ve haksız bir Laiklik ve Kemalistlik anlayışıyla; namaz kılan, oruç tutan, hanımı, hatta annesi, ablası türban takan subayları suçlar, dışlar ve ordudan atarsanız!… Subayların başörtülü analarını, akrabalarını ve sakallı babalarını lojmanlara bile sokmaz, törenlere bile almaz ve uzaktan gelen yakınlarıyla tenha mahallelerde, lokanta ve kahvehane köşelerinde hasret gidermelerine mecbur bırakırsanız!… Sırf manevi duyarlılığı ve İslami hayat tarzı yüzünden Erbakan gibi, Türkiye’yi Batıya mahkumiyet ve mecburiyetten kurtaracak, milli ve yerli projelerin sahibi bir lidere 28 Şubat sürecinde olduğu gibi küstahça davranır, Amerikan gavurunun planlarına taşeronluk yaparsanız… Velhasıl halkımızın “Peygamber Ocağı” bilip saygıyla sahip çıktığı kutlu bir kurumu “dinsizlik yuvası” gibi algılanmasına yol açarsanız… İşte sonunda din istismarıyla Amerikan uşaklığı yapan fırsatçı sahtekârlara böylesine gün doğuyordu. Ve şimdi daha demokrat bir Genel Kurmay sayesinde, İncirlik’ten gelen ABD subayları, PKK’lıların elinde sadece Pentagon envanterinde bulunan ve elle fırlatılan özel uçaksavar ve tanksavar roketleri yakalayan subaylarımızı sorguluyordu! Genel Kurmayımız, maalesef yılbaşı gecesi İncirlik üssündeki camiye girip Kur’an’ı Kerim yakan conilere tepkisiz kalıyordu… Ve yıllarca savaştığı PKK’nın hedefleri istikametinde bir barış ve uzlaşmaya sıcak bakıyordu.

Türkiye’nin güneyi ve güneydoğusu CIA ve MOSSAD ajanlarıyla kaynıyor ve ülkemizin göz göre göre parçalanmasına bile ilgisiz ve tepkisiz bir toplum oluşturuluyordu.

ABD’li tarihçi Tarpley yaptığı analizde, ABD Başkanı Obama’nın Tayyip Erdoğan’ın kibir ve hırsı ile oynayarak Türkiye’yi ateşe attığını söylüyordu! Wesley Tarpley, Türkiye ve Suriye sorununa ilişkin analizinde “Obama Erdoğan’ı aldatıyor, Türkler kaybedecek” diyordu.“Obama’nın her hafta Erdoğan’ı aradığı, kibir ve hırsı ile oynayarak onu kışkırttığı söyleniyor” diyen Tarpley, “Mübarek’in düşürülmesinden sonra Türk Hükümeti, Yeni Osmanlıcılık palavrası ile kandırıldı. Bu aldatmaca ile sıfır sorundan, başta Kürt sorunu olmak üzere, onlarca sorunlar tuzağına kaydırıldı” ifadesini kullanıp şunları söylüyordu: “Şu anda Türkler, güney bölgelerinin tamamını CIA’ya devredildiğini bilmiyorlar. Oralarda CIA başıboş, kontrolsüz dolaşıyor. İskenderun otellerinde CIA cirit atıyor. Oteller El-Kaide teröristleri ile dolup taşıyor. CIA Adana yakınlarındaki İncirlik üssünden, bölgeye getirdikleri teröristleri kullanıyorlar. Ve bunun Türkiye’ye faturası büyük olacak. Ama halk uyuşturulmuş, bunların farkına varmıyor.” “Türkiye’yi ziyaret ettim, pek çok siyasi lider ile görüştüm. Türkler öncelikle Amerika ve İngiltere ile ittifakın “öldüren bir kucaklaşma” olduğunu anlamalı. Bir başka deyişle İngiliz ve Amerikalılar, Türkleri öldürene kadar sevecekler. Türkleri Suriye’ye karşı kullanacaklar. Ve çatışmayı modern Türkiye’yi yok etmek için kullanacaklar. Korkarım, Obama’nın aldattığı Erdoğan ve Davutoğlu bu psikoloji ile kendi çukurlarını kazıyorlar. Kazanacakları hiçbir şey yok ve kaybedecekler” diyen Tarpley, tarafsız bir tarihçi olarak, acı gerçeklere dikkat çekiyordu. Simon Hersh’e göre ise CIA, PKK’yı İran’a karşı kullanmak istiyordu. Yakın geçmişte Fransa’da Cumhurbaşkanı Mitterand’ın eşi Danielle Mitterand, PKK’nın koruyucu azizesi sayılıyordu. Bir yıl önce İsrail Dışişleri Bakanı olan Lieberman da Mavi Marmara’daki davranışından dolayı “Türkiye’yi cezalandırmak için İsrail’in PKK’yı destekleyeceğini” söylüyordu.

O Sırada İsrail’in Suriye saldırısı, Armegeddon (Kıyamet) Savaşının Başlangıcı Sayılıyordu!

Suriye ordusu, İsrail’in Şam yakınlarındaki bir askeri araştırma merkezini bombaladığını açıklamıştı. Buna göre İsrail jetleri şafak vakti hava sahasını ihlal ederek operasyonu yapmıştı. Ve daha sonra İsrail bu saldırılarını defalarca tekrarlamıştı. Çünkü hedef, Suriye’yi kontrolüne almak ve Türkiye’yi kuşatmaktı.

Suriye ordusundan yapılan açıklamada İsrail savaş uçaklarının başkent Şam yakınlarında bir askeri hedefi vurduğu belirtilmiş, saldırının, “Siyonistlerin tesisi ele geçirme girişimlerinin başarısız olmasının ardından” gerçekleştiği vurgulanmıştı. Şam yakınlarındaki Jamraya’daki askeri araştırma tesisine yönelik saldırıda 2 çalışanın öldüğü belirtilirken, İsrail’in Hizbullah’a silah götüren bir konvoyu hedef aldığı yönündeki haberlerin ise doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Hatırlanacağı gibi İsrail 6 Eylül 2007’de Suriye’nin kuzeyinde bir nükleer tesisi de bombalamıştı. Lübnanlı yetkililer İsrail hava kuvvetlerine ait 12 savaş uçağının Lübnan’ın güneyinde sortiler yaparak hava sahasını ihlal ettiğini doğrulamıştı. Açıklamadan kısa bir süre sonra İsrail jetlerinin Suriye-Lübnan sınırının Suriye tarafında bir hedefi vurduğu anlaşılmıştı. Lübnan ordusundan yapılan yazılı açıklamada, sortilerin sonuncusunun yerel saatle sabaha karşı 02.00’de gerçekleştirildiği belirtilip, dört savaş uçağının ülkenin güneyindeki Nakura kasabasının üzerinden uçtuğu ve Lübnan hava sahasından ayrılıp Suriye’ye daldığı vurgulanmıştı. İsrail’den konuyla ilgili henüz açıklama gelmezken, Batılı bir diplomat ve güvenlik kaynağı, İsrail güçlerinin Suriye-Lübnan sınırının Suriye tarafında bir hedefi vurduğunu doğrulamıştı. Adlarının açıklanmasını istemeyen kaynaklar Suriye, “Sınır bölgesinde bir hedefin isabet aldığı kesin” şeklinde konuşmuşlardı. İsrail Başbakan Yardımcısı Silvan Şalom, saldırı öncesindeki hafta sonu yaptığı açıklamada, “Suriye’nin kimyasal silahları üzerindeki kontrolünün zayıfladığı yönündeki endişelerin” İsrail’in müdahalesine neden olabileceğini hatırlatmış, bu açıklamadan bir gün önce de Lübnan gazetesi El Müstakbel, Hizbullah kontrolündeki bölgede bir silah deposunda patlama meydana geldiğini açıklamış, ancak resmi kaynaklarca doğrulanmamıştı.

Hayret, Patriotlar Kurulur Kurulmaz İsrail Saldırıya Başlamıştı!

İsrail savaş uçaklarının Şam yakınlarındaki bir Suriye bilimsel araştırma merkezini bombalaması, bölge çapında gerginliği ve cepheleşmeyi artırmıştı. Saldırının Türkiye’de Suriye sınırı yakınlarına yerleştirilen patriot füzelerinin Almanya’dan gelen bataryalarının çalışmaya başlamasından sonra gerçekleştirilmesi anlamlıydı. Ayrıca saldırı sırasında Ürdün’deki Amerikan üslerinin de alarma geçirildiği gelen haberler arasındaydı. İsrail, saldırı öncesinde, Malatya Kürecik’teki radarla bağlantılı “Demir Kubbe” hava savunma sistemini kuzeye taşımıştı. Bu saldırıyla birlikte, NATO tesislerinin savunulması amacıyla Türkiye’ye konuşlandırıldığı öne sürülen patriotların İsrail’in korunmasına yönelik görevi de kanıtlanmıştı. AKP Hükümetinin NATO’da İsrail’e yönelik vetoları kaldırması üzerine, İsrail’in NATO şemsiyesi altına sokulduğu değerlendirmeleri yapılmıştı. Suriye resmi haber ajansı SANA konuyla ilgili olarak Suriye Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamayı aktarmıştı. Açıklamaya göre, şafak vaktinde, Şeyh Dağları üzerinden radara yakalanmamak için alçaktan uçan İsrail savaş uçakları Suriye hava sahasını ihlal ederek, Şam yakınlarında Cumeyra’daki bilimsel araştırma merkezini vurmuşlardı. Saldırı sonucunda, merkezde görevli iki personel yaşamını yitirmiş, beş kişi yaralanmıştı. Binada önemli ölçüde maddi hasar meydana geldiği vurgulanmıştı. Suriye Genelkurmay Başkanlığı, saldırının amacının “Suriye’nin kendisini savunmak amacıyla sürekli geliştirdiği savunma faaliyetlerini sekteye uğratmak”tı. İsrail’in iki yıldan beri “Suriye için hayati önem taşıyan tesislere” saldırı düzenlemek için fırsat kolladığı, bundan önceki girişimlerin Suriye hava savunma sistemi tarafından engellendiği, İsrail uçaklarının +geldikleri gibi alçaktan uçarak radarlara yakalanmadan kaçtıkları hatırlatılmıştı. Bizde Erdoğan iktidarının da Suriye’ye karşı İsrail’le aynı ağzı kullanması dikkatlerden kaçmamıştı.

İsrail’in Suriye saldırısı ABD’nin bilgisi dahilinde yapılmıştı!

Suriye Genelkurmay’ının açıklamasında, İsrail’in her dönemde “Suriye halkının direnişini kırmak amacıyla bu tür terörist saldırılar arkasında yer aldığı,” kimi zaman “teşvikçi olarak”, kimi zaman da “bizzat tetikçi olarak” davrandığı hatırlatılıp, başta Türkiye ve Katar olmak üzere bazı ülkelerin de Suriye’deki çatışmalara destek vererek İsrail’e eşlik ettikleri vurgulanmıştı. İsrail Hükümeti olayla ilgili sessizliğini korumaya devam ederken, MOSSAD’a yakınlığıyla bilinen Debka adlı internet sitesi askeri tesisin vurulduğu haberini doğrulamıştı. Ayrıca Harretz, Jerusalem Post ve Yediot Ahronot gibi İsrail medya kuruluşları da saldırı ve sonrasındaki gelişmeler hakkında haberler yapmıştı. İsrail kaynakları ABD’nin saldırıdan önce bilgilendirildiğini belirtmiş, Amerikan gazeteleri Wall Street Journal, New York Times ve Washington Post, Amerikan yetkililerini kaynak göstererek, İsrail’in saldırıyı önceden ABD yönetimine haber verdiğini doğrulamış ayrıca Ürdün’deki ABD üslerinin de alarm durumuna geçirildiğini yazmıştı.

Çin Radyosu’nun yorumu ve İsrail yalakalığı!

Çin Radyosu İsrail’in gerçekleştirdiği iddia edilen saldırıyla ilgili yaptığı haberinde “Suriye’deki çatışmaların çıkmaza düşmesiyle birlikte, İsrail son günlerde Suriye’nin kimyasal silahlarına yoğunlaştı. Suriye’deki mevcut kimyasal silah deposunun radikal militanların eline düşmesinden duyulan endişe nedeniyle, İsrail’in olası tehdide karşı askeri önlem alabileceği zaten açıklanmıştı. Daha önce 2007 yılında Suriye’de bir tesis İsrail’in hava saldırısıyla ortadan kaldırılmıştı” diyerek, İsrail’i haklı çıkaran bir tavır takınmıştı.

Siyonist güdümlü Batı medyası da olayı çarpıtmakta ve İsrail’i haklı çıkarmaktaydı!

Saldırının hemen ardından Batı medyasında, İsrail saldırısını haklı göstermeye yönelik haber ve yorum sağnağı başlamıştı. Bu haber ve yorumlarda, Şam’dan Beyrut’a doğru hareket halinde olan bir askeri yardım konvoyunun vurulduğu yalanı öne çıkarılmıştı. İddialara göre, askeri konvoy Lübnan’daki Hizbullah örgütüne SA-17 füzeleri taşımaktaydı. Suriye Genelkurmay Başkanlığı bu iddiaların tamamen asılsız olduğunun altını çizerek, saldırının Suriye topraklarında ve bilimsel araştırma merkezine gerçekleştirildiğini açıklamıştı.

Rusya Stratejik Değerlendirmeler ve Analiz Enstitüsü uzmanı Sergey Demidenko, Rusya’nın sesi radyosuna verdiği demeçte Suriye’ye müdahale girişimine değinerek şunu söylüyordu: “Hiç şüphe yok ki tüm bunlar eninde sonunda Ortadoğu’da çok büyük kaosa yol açabilir. Suriye, Arap dünyasının kalbidir ve Suriye’deki durumun kötüleşmesi, tüm bölgeyi olumsuz etkileyecektir. Suriye’de oluşabilecek kaosu hiçbir uluslararası güç ve araç artık dizginleyemezdi. Ardından kaos, Suriye’nin dışına yayılacak, Lübnan ve Irak’ın merkezi kaynamaya başlayacak, sonuçta dev büyüklükte istikrarsızlık ocağı ve terörist yuvası meydana gelecektir. Ve bütün dünya, bu olaylarla mücadelede yeniden büyük riskler altına girecektir!”

Erbakan Hoca Eyüp mitinginde şöyle uyarıyordu!

“NATO tarafından Türkiye'ye kurulması planlanan füze savunma sistemi projesini eleştiren Erbakan Hoca, “Füze kalkanı Türkiye'yi parçalayacak bir projedir. Çünkü bu füzeler 80 km. menzillidir. Oysa İran’ın füzeleri 2500 km. mesafeye gidebilmektedir. 80 km. menzilli füzelerle 2500 km. menzilli füzeleri durduramayacağınıza göre, bu füze savunma sistemi Türk ordusuna yöneliktir. Yarın Güneydoğumuzda bir Kürdistan ilan edilirse ve TSK haklı olarak buna müdahaleye yeltenirse, o bölgemize yerleştirilen 80 km. menzilli füzelerle bizim tankımız ve uçağımız vurulmak için bütün bu hazırlıklar yürütülmektedir. İşte bu yüzden önce imza atamadılar, 15 gün halkımızı yatıştırıp alıştırmaya çalıştılar. Neden böyle yaptılar; gerçekleri konuşup toplumu uyaran Milli Görüşçülerden korktukları için” diyerek gizlenen gerçeklere dikkat çekiyordu.

O süreçte, gelecek seçimlerin önemine vurgu yapan Erbakan, “Bu seçimlerde var olma-yok olma savaşı yapacağız. İsrail'e vilayet mi olacağız, yoksa tarihteki şerefli yerimizi tekrar mı alacağız? İşte bunu oylayacağız. Irkçı emperyalizm 2. Viyana Kuşatması'ndan bu yana yeryüzünü yaşanmaz bir hale getirmiştir. Bütün insanlığın kurtuluşu için seçimlerden sonra iktidar olup yeryüzünde hakkı hakim kılacağız” diyordu.

Başbakan Erdoğan’ın başlangıçtan bu yana oldukça yanlış uygulamalar yaptığına işaret eden Hoca, “Kendilerini şahsen severiz. Ama Türkiye'yi ve milletimizi daha çok sevdiğimiz için nasihat ediyoruz. Bunlar iş başına geldiğinde, 'sakın borca girmeyin, milli kaynaklara yönelin. Yoksa işin içinden çıkamazsınız' demiştik. Şimdi bakıyoruz ki keramet göstermişim. Borçla iş yaptıkları için devlet 8 yılda 580 milyar dolar borçlanmış. Bu böyle gitmez. Türkiye'yi yönetmek için şuur lazım, bilgi lazım, fikir lazım. Hidayet lazım. Ya nasihat dinleyip yanlışlarını ve tahribatlarını bırakacaksın, ya da biz demokratik yollarla bu hükümeti senin elinden alacağız, ondan sonra bütün Türkiye’yi bağrımıza basacağız. 8 sene sabrettik ama olmadı. İdareyi ele almaya geliyoruz” diyerek şunları eklemişti:

“Böyle büyük bir devleti idare etmek 7 tane Allah vergisi yetenek gerektirir. Bu iş istekle, hevesle yürümez. Ancak Allah bu kabiliyetleri verdiyse olur. Bilgi sahibi olacaksın, milletini tanıyacaksın. Tecrübe sahibi olacaksın; hidayet, feraset, dirayet, şuur ve vizyon sahibi olacaksın. Borçla vergiyle değil, milli kaynaklarla, yeni ve yerli imkânlarla ortaya çıkacaksın. Şu hale bakın: 80 senede devlet 80 milyar dolar borçlanmış; bunlar 8 senede 580 milyar dolara çıkarmış… Her şey faize gidiyor, millete bir şey kalmıyor. Bu böyle gitmez, bu böyle gitmez! Toprak ayaklarımızın altından kayıyor!

Erbakan Hoca maalesef sonunda dolaylı AKP yandaşı olan ASKON sohbetinde ise şunları hatırlatıyordu:

“Doğru bir tedavi için, önce doğru teşhis ve tespit lazımdır. Türkiye bütün insanlığın sorumluluğunu taşımaktadır, tarihi ve tabii görevimiz ağırdır. Ama bunun için: Ülkemizde, bölgemizde ve yeryüzündeki bütün sıkıntı ve sorunların perde arkasını bilmeden, doğru teşhis ve tedavi imkânsızdır. Bizim İslam inancımıza göre, her insanın 5 temel hakkı vardır. Bunlara saygı duyulmalı ve sahip çıkılmalıdır. Herkese şefkat ve merhamet İslam'ın esasıdır. Can, mal ve namus emniyeti, din ve düşünce hürriyeti kutsaldır. Ancak Siyonist düşünceye sahip bir zümre ise, bütün insanları köle, kendilerini efendi sanmakta ve kendilerinden olmayanları ezmeyi, sömürmeyi ve öldürmeyi mubah saymaktadır. Bu ırkçı ve fesatçı zümre; 5 bin yıldır bu sapık inancı hakim kılmanın sevdasındadır. Tevrat'ı bile tahrip edip Kabala'ya uydurmuşlardır. Dünya hâkimiyeti hedefi için, her türlü hile ve hıyanete başvurup çok önemli bir altyapı hazırlamışlardır.

a- Hayır ve hizmet grubu gibi gösterilen Lions ve Rotaryenlerden, b- Sosyal ve Kültürel faaliyet perdesi altında gizlenen Mason localarına, c- Sonra seçilmiş Bilderberg gruplarından, d- Daha yukarıdaki 300'ler Yahudi kumpaslarına, e- Bunların üstündeki 33 haham konseyinden, f- Onların üzerindeki 13 Siyonist hahamdan oluşan yüksek mürşitler grubuna, hepsi organizeli ve koordineli şekilde çalışmaktadır.

Bu gerçekleri Rotschıld'lere 15 yıl hizmet eden, ama bunların insanlık adına korkunç hıyanet ve cinayetlerine şahit olup, bu şeytani sırlarını, özel bir kiliseye sığınarak, Gizli Dünya Devleti'ni yazan Gary ALLEN anlatmaktadır.

Bu Siyonistlerin 3 kademeli hâkimiyet planı ise;

1- Dünyada dağılan Yahudileri, Filistin'e toplayıp İsrail devletini kurmak.

2- Mescidi Aksa'yı yıkıp, Siyon mabedini yapmak.

3- Bütün Arz-ı Mev-ud'u İsrail'e vilayet yapıp dünyayı hâkimiyetlerine almaktır.

Asırlar önce Hindistan'daki Yahudileri organize edip İsrail'e taşımaya hazır hale getirmek üzere, Kristof Kolomb adlı Yahudi’yi, İspanya Kralından milyonlarca altın koparıp büyük gemilerle Hindistan'a uğurlamışlardır. Ancak Kolomb yanlış yola sapıp Amerika'ya çıkmış ve burayı Hindistan sanmıştır. Altın ve baharat bulamadan geri dönünce, İspanya Kralı tarafından Yahudiler cezalandırılmaya başlanmış, onlar da kendilerine kucak açan Osmanlıya sığınmışlardır.

Alman ekonomi profesörü Müller’in; “Bütün ekonomik sistemler, değişik dinlerin bir tezahürüdür” tespiti anlamlıdır. Kapitalizm; Siyonistlerin Hıristiyanlığı yozlaştırarak, faizi mübah kılmak üzere ortaya çıkardıkları Protestanlığın bir yansımasıdır. Komünizm ise; Kabala'nın bir programıdır.

Theoder Herzl “Sultan Abdülhamit başta bulundukça biz amaçlarımızı gerçekleştiremeyiz” diye ümitsiz ve eli boş geri dönünce, 13 kişilik baş hahamlar konseyi;

• Bu proje bizim dinimizdir. Bundan asla vazgeçmeyecek, mutlaka uygulayacağız.

• Buna Abdülhamit engel olursa, O'nu tahttan indirip, İstanbul'dan uzaklaştıracağız.

• Osmanlı devleti engel olursa, O'nu savaşlara sürükleyip yıkacağız.

• Hatta İslam Dini engel olursa; O'nu yozlaştırıp, laytlaştırıp etkisiz kılacağız!

Diyerek bunları bir bir gerçekleştirmeye koyulmuşlardır.

Önce dönme Sebataistler, İttihat Terakkici asker ve sivil Siyonistlerle, Abdülhamit'i tahttan uzaklaştırdılar. Osmanlıyı 30 cephede savaşa sokup yıprattılar ve yıktılar. Sonra Sevr'i uygulamaya geçebilmek için; Lozan’ın gizli maddeleri olan “uyuşturma ve Anadolu insanını İslami şuurdan yoksunlaştırma” sürecini devreye soktular. Ancak yegane kuvvet ve kudret sahibi olan Allah'ın lütfu ve inayetiyle, Milli Görüş ortaya çıktı ve bu gerçeklere projektör tutup, Şeytanın oyunlarını bozmaya başladı. Refah-Yol iktidarı ile yeni ve adil bir dünyanın temelleri fiilen atılınca da, Siyonist güçler telaşa kapıldı. (Burada Hoca önce ASKON Genel Başkanına, sonra sağında oturan Recai Kutan’a dönerek;) Sizin kardeşiniz TÜSİAD'çılar hemen koşup Atina'da toplandı. Orada Milli Görüşten kurtulma çareleri tartışıldı. Refah-Yol'un yıkılıp, Milli Görüş'ün parçalanması ve devre dışı bırakılması için; 28 Şubat gizli darbesinin yapılması kararı alındı. Hatırlanırsa aynı tuzaklar Sultan Abdülhamit'e de uygulanmış ve tahttan uzaklaştırılmıştı. Maalesef her ikisinin de gerçek sorumluları özenle saklanmış, suç askerin üzerine yıkılmaya çalışılmıştı.

Şimdi Siyonist Yahudiler (sarı tahvil, yeşil tahvil ve beyaz tahvil gibi) üçkâğıt şeytanlığıyla bütün dünyadan 7 trilyon dolar böylece toplamaktadır. Artık meseleyi kökünden kavrayıp çözemezseniz, Siyonist canavarın bu sömürü hortumlarını kesemezseniz… Sadece ekonomik değil, askeri ve teknolojik yönden de onları etkisiz bırakacak tedbirleri geliştiremezseniz, hiçbir hayırlı girişimi başa götüremezsiniz. Sadece rejisör Siyonistlerin sahnesinde rol yapan figüranlar durumuna düşersiniz, AKP'liler gibi…! Türkiye'nin IMF eliyle bu Siyonist sömürüye esir edilmesinin ve bunca borca girilmesinin karşılığı; İşte Kuzey Irak, işte Kıbrıs bunlara teslim ediliyor, rüşvet veriliyor. Ve toplumu tamamen tepkisiz ve tesirsiz hale getirmek için de, manevi sinir sistemi sökülüp duyguları körletilsin diye, “layt İslam” anlayışı yaygınlaştırılıyor.

Öyleyse ne yapacağız?

Artık ezilenlerin el ele vermesi ve bir araya gelmesi, hayati önem taşıyor. D-8’lere Rusya, Hindistan, Çin ve Brezilya'nın da katılıp bu cephenin güçlenmesi gerekiyor. Bunun için;

1- Önce siyasi irade lazımdır. Bu nedenle ülkemizde Milli Görüş zihniyetinin iktidar olması kaçınılmazdır.

2- Yeni bir dünyanın bütün organlarının teşekkülü şarttır ve mutlaka lazımdır.

• İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı.

• İslam Ortak Pazarı.

• İslam Dinarı.

• İslam Savunma Paktı.

• Ve İslam Eğitim ve Kültür işbirliği anlaşması, gibi evrensel kurumlara acilen ihtiyaç vardır.

Erbakan Hoca Teknoloji nimeti ve çağdaş zalimlerin akıbeti hakkında ise şunları söylüyordu:

Bize yapılan bir ziyaret sırasında: İstanbul'a gelen bir ABD askeri gemisine davet edilerek kendilerine izletilenleri şöyle nakletmişlerdi: Görevli subaylar önlerindeki bilgisayar ekranlarından bütün dünyayı izleyip duruyorlardı. Ve bu sırada gemi komutanının bir ekranda görünüp, “şimdi şu kod numaralı füzenin, 2 bin mil uzaktaki filan hedefe gönderilmesi emrini bekleyiniz” talimatını duymuşlardı. Derken büyük bir sarsıntıyla füze ateşlendi, ardından düştüğü yerdeki korkunç tahribat bizlere gösterildi! Böylece, hepimizi psikolojik bir ürkütme ve teslimiyet dersi verildi. Bunun gibi; ziyaretimize gelen ve Pentagon'u iyi bilen bir Orgeneralimiz, ABD ordusundaki çok önemli en üst görevdeki 15 Orgeneralin hepsinin de Yahudi olduğunu söylemişti!

Ve yine Pentagon'a giden bir heyetimize; Dünyanın istediğiniz bir ülkesinin, istediğiniz bir kentinin, istediğiniz mahallesindeki stratejik bir hedefin, istenilen odasının, istenilen penceresinden, orayı tahrip edecek füzenin hemen gönderilebileceği ifade edilmiş ve ekrandan gösterilmişti. Biz de bunlara karşılık; Siyonist ve emperyalist güçlerin elindeki tüm nükleer füzelerinin, en gelişmiş silah sistemlerinin, denizaltı ve uçak gemilerinin bütün tertibat ve tahribatlarını boşa çıkaracak; elektromanyetik dalgalar ve pilotsuz görünmez uçaklarla, muhtemel saldırılarını kendi başlarına çevirip bela yağdıracak teknoloji harikalarını Baykar gibi yerli ve milli firmalarımızda üretmek ve kahraman ordumuzun emrine vermek mecburiyetindeydik… Allah da en büyük nimet olarak bu imkân ve fırsatı bize lütfetmiştir!” diyen Erbakan Hoca, hem sorunun adresini, yani Siyonizm’i; hem de kurtuluşun çaresini göstermişti. İşte Siyonizm'in bu korkunç gücünü ve gayesini boşa çıkaracak tek hareket Milli Görüş ve Onun Aziz Lideriydi. Erbakan’ın sadık takipçilerinin ve Milli Çözüm temsilcilerinin, bu adil ve asil projeleri uygulayacakları günler de uzak değildi.

Ayet Meali:

“Biz Hak'kı Batıl'ın tepesine çarptırırız… O'da O'nun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki (Batıl) mahvolup-gitmiştir”[1] ayeti de işaret ediyor ki; zulüm ve küfür düzenlerinin yıkılışını Allah şu şekilde gerçekleştirmektedir.

a. Hak'kı temsil eden ve Hak'ka teslim olan bir Zat'ı seçip görevlendirmektedir.

b. O Zat, önce haksızlık ve ahlaksızlık zihniyetini, ilmi ve İslami gerçekler ışığında çürütmektedir. Deccalizmin iç yüzünü ortaya döküp, herkese göstermektedir.

c. O Zat; zulüm düzeninin beyin merkezine ve gizli yönetim mekanizmasına yönelip onları parçalayarak birbirine düşürmektedir. Muhtemel saldırı ve silahlara karşı da, hepsini etkisiz ve işlevsiz bırakacak teknolojik harikalar geliştirmektedir.

d. Beyni parçalanan ve fikriyatı boşa çıkarılan Batıl ve barbar sistemin geri kalan görkemli gövdesinin çökmesi ve çözülmesi artık kolay ve kaçınılmaz hale gelmektedir.

Evet Milli Görüş takipçilerinin ve Milli Çözüm temsilcilerinin gayretiyle, kutlu ve mutlu hedeflere erişilecektir. “Biz Milli Görüş Temsilcisiyiz, Biz Milli Çözüm Temsilcisiyiz. Ve Milli Görüş-Milli Çözüm Onarım hükümetinin kurulması kaçınılmaz hale gelmiştir”[2] diyen Hocamızın müjdeleri yakında gerçekleşecektir.

İşte son bir yüzyılda ülkemizde yaşananları bir hatırlayalım:

“Tarihimizde pek çok talihsiz ama ibretli ve hikmetli olaylar olmuştur. Biz Viyana'yı kuşattık, tam fethedecek durumda iken Kırım Hanlığı ihanete kalkıştı, karşı tarafa geçti ve Viyana bozgunu yaşandı. Ondan sonra geriledik ve Sakarya'ya kadar çekilmek zorunda kaldık. Bütün bunlar bizim için acı ve şanssız olaylardı. Ne var ki biz Viyana'yı fethetseydik belki de bugünkü Avrupa uygarlığı doğmayacaktı, Avrupa hala ortaçağ dönemini yaşayacaktı. Bunun gibi Birinci Cihan Savaşı'nda yenilmeseydik, belki de şimdi kukla bir sultanın zavallı halkı durumunda bulunacak, Cumhuriyete kavuşamayacak, saltanat düzeni içinde bocalayacak ve sonuç olarak “Adil Düzen” çalışmasını yapamayacak ve yeni bir medeniyet atılımına hazırlanmayacaktık.

1900'larda Meşrutiyet başladı, bu fırsatla İslâmiyet'e alenen saldırılar yoğunlaştı ama bu vesile ile içtihat kapısı da açıldı. 1910'larda Osmanlı İmparatorluğu yıkıldı, Sevr'i dayattılar ama Kuvay-ı Milliye ruhu şahlandı. 1920'lerde (Batılılar ve Sabataycılar) inkılâpları dayattı (ve devrimleri dejenerasyon aracı yapmaya çalıştı) ama Türkiye halkı İslâm olarak saflaştı, Anadolu Müslümanlaştı. 1930'larda dünya krizi yaşandı, ama Türkiye'de KİT'ler ortaya çıktı. 1940'larda İkinci Cihan Savaşı başlatıldı, ama bu dönemde Türkiye demokrasiye geçmek zorunda bırakıldı. 1950'lerde Türkiye'yi boğazına kadar borca soktular ve İsrail’in uydusu yapmaya çalıştılar, ama Türkiye “tarım dönemi”nden “sanayi dönemi”ne adım attı. 1960'larda darbe yaptılar ama Türkiye çok partili anayasa ile tanıştı. 1970'lerde 71 müdahalesine kalkıştılar, ama Millî Görüş’ün iktidarlara ortak olma dönemi kolaylaştı. 1980'de müdahale yaptılar ama Türkiye resmen İslâm siyasetine kaydırıldı. 1990'larda suni krizler ortaya çıkardılar ama Refah Partisine iktidar yolu açıldı” diyen Süleyman Karagülle hikmetli bir hakikati ortaya koymaktaydı.

Belki de işte bu hikmetler içindir ki, Elazığ’ın meşhur evliyalarından Şeyh Ali Sebti Hz.lerinin halifesi… Harputlu İmam Efendinin ise mürşidi olan Mahmud-u Samini Hz.lerinin ileri gelen talebelerinden Mustafa Naci Hz.leri, isyana katılmak üzere gönderilen Gökdereli Şeyh Şerif’e “Şeyhimiz Mahmud-u Samini Hz.lerinin bize vasiyeti ve tavsiyesi: “İleride kurulacak Cumhuriyet hükümetine bağlı kalmak ve düşman ülkelerin devletimiz ve milletimiz aleyhine kışkırttıkları fesatlıklara alet olmamak şeklindedir” yanıtını vermiştir.[3]

Çünkü bu zevat, bir takım istismarcı ve fırsatçı hainlerin yanlış yorumlarına ve haksız uygulamalarına rağmen, Cumhuriyetin ileride hangi kutlu ve mutlu neticelere zemin hazırlayacağını sezmişlerdir. Mustafa Kemal’e karşı Beyzade Efendi’nin (KS) halifesi Alişamlı Bekir Efendinin de aynı tavrı sergilediğini, akrabası olan büyüklerimiz bize rivayet etmişlerdir. Son dönem Elazığ evliyasından olup, Muhyiddini Arabi Hz.leri meşrebinden sayılan Musa Kazım Efendinin de (KS) (D. 1.7.1905, Ö. 25.3.1967) bu yönde kanaatler beyan ettiği bilinmektedir. Çok iyi derecede Fransızca, Farsça, Zazaca, Ermenice ve Kürtçe bilen Musa Kazım Efendinin 1950 yılında özel bir sohbet esnasında:

“Çok uzak olmayan bir gelecekte, bu yeni kurulan İsrail’in; süper devletlerin himayesinde iyice şımarıp Suriye’ye saldıracağını… Hatay-Amik ovasına ve Türkiye sınırına kadar işgal altına alacağını… Ancak sabrı taşan Türkiye’nin, (önce kendi içinde yaşanacak kutlu bir değişim ve dönüşümle) İsrail’i ve gâvur güçlerini hezimete uğratacağını” haber vermesi de O zatın önemli bir keşfi ve müjdesidir.[4] Hatta Musa Kazım Efendi’nin sohbetlerine katılan ve sadık bağlılarından olan komşumuz Hacı Kaya Efendi, O Zatın “Mehdiyet inkılâbının en önemli görevlisinin Elazığ’dan çıkacağını bildirdiğini” bize nakletmiştir.

Muhyiddini Arabî’ye göre: Şam merkezli (Suriye topraklarında) büyük bir savaş çıkacaktı!

Şimdi İbn-i Arabî’nin, “Fi Muallak-ı Gayb-ül İlm”ini okuyup incelemekteyim. Nedenine gelince, bir dostum telefonuna gönderilen bir mesajı gösterdi. Şöyle yazıyordu: “Dini Necm eden adam'ın alameti; 28 kez ihrama girmesidir. O, (Mısır ve Suriye’deki) zalim hükümdarların düşürülmesi öncesinde vefat edecektir. (Arkasından) Müslümanların üzerine feci bir savaş ve saldırı düzenlenir. Bu esnada “dini necm eden” Zat'ın öğretilerini üstlenen bir öncü kumandan, Müslümanlardan oluşan ordu sayesinde saldırgan kafirleri hezimete uğratıp püskürtecek ve Kudüs’ü feth edecektir.”

Mesajda bu ifadelerin kaynağı olarak; İbn-i Arabî’nin “Gayb-ül İlmi” gösterilmiş, ancak kitapta bunun aynısına rastlayamadım. Ama başka ilginç ifadeler vardı. Mesela İbn-i Arabî’ye göre;

“Deniz'de büyük karışıklık çıkacak. Müslüman hükümdarlardan biri öldürülüp ortadan kaldırılacak. (Kutlu ülkenin) Kıble yönünde (güneyinde) büyük bir savaş başlayacak.

Kırmızı tenli bir kişinin başında büyük bir fitne kopacak. İnsanlarda göğüs hastalıkları artacak. Batı ülkelerinde kargaşalıklar çoğalıp yayılacak. Şam (Suriye) vilayetinde büyük bir savaş patlayacak. Pahalılık artacak, hatta buğdayın batmanı bir altuna fırlayacak. Şam'da çıkan savaş o senenin sonuna doğru bitecek ve Müslümanlar kazanacak. Padişahı (iktidarı)azledilip yerine bir başkası oturtulacak…”

Deniz'de çıkacak karışıklığı: Basra körfezi ya da Akdeniz'e,

Öldürülecek Hükümdarı: Kaddafi'ye, Hüsnü Mübarek’, Beşar Esad’a,

Batı Ülkelerindeki kargaşayı, Yunanistan ve İtalya – İspanya krizleri, Mülteci Meselesi ve Wall Street eylemcilerine,

Artan göğüs hastalıklarını; atılacak zehirli gaz bombaları sonucu yaygınlaşacak akciğer hastalıklarına ve tehlikeli gribal salgınlara yorarsak, 2012 ve 2013 sonrası oldukça hareketli geçecek demektir. Biz yine İbn-i Arabî’nin üslubuyla bitirelim: “Her şeyin en iyisini Allah bilir.”[5]

Kur’an’ın Teknolojik Müjdeleri ve Siyonist Sistemin Akıbeti

Rahmetli Erbakan Hoca, özellikle son dönemlerindeki sohbet, seminer ve konferanslarında:

•Haksızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist zulüm düzeninin, öyle barış ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini…

•Bunların, tahribi çok ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini…

•Öyle ise, Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek teknolojilere sahip olmak gerektiğini ve Allah’ın izniyle bunları başarıp ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini defalarca anlatmıştı.

•Bütün zalim ve Batıl güçlerin elinde bulunan:

a-Nükleer başlıklı füzelerini, b- Uçak gemilerini, c- İnsansız hava gereçlerini, d- Savaş kontrol merkezlerini,

1- Çalışmaz hale getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri,

2- Silah mekanizmalarını çürütecek metalik virüsleri,

3- Fırlatılan füzeleri havadan yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:

A-Planlayıp yaptıklarını,

B-Bunları seri üretime hazırladıklarını,

C-Proje aşamasından deneme safhasına kadar, hangi aşamalardan geçtiğini gösteren video kayıtlarını,

D-Ve bunların Kahraman Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını özellikle vurgulamıştı. Bu müjdeler, aynı zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı ve ihtarıydı.

Şimdi, bu gerçekleri daha iyi kavrayabilmek için, Kur’an’da çağımıza yönelik teknolojik gelişmelere işaret eden bazı ayetlerin üzerinde dikkatle durulması lazımdı.

Fil suresindeki “ebabil kuşları” metalik ve insansız hava araçları mıydı?

Fil Suresi: 1- Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi? 2- Onların 'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı? 3- Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi. 4- Onlara 'pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları' atıyorlardı. 5- Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.

Meryem Suresi’nde geçen, Hz İsa´nın “Ben size çamurdan (maden hamurundan) bir kuş yaparım ve ona üflerim o da uçuverir” mealindeki ayet ile bu “üzerlerine ebabil kuşlarını gönderdi (ki) onlara pişirilip sertleştirilmiş (madeni) balçık taşları (benzeri mermiler) atıyorlardı” (Fil:3-4) ayeti düşünüldüğü zaman ikisi arasındaki irtibat belirginleşir. Bu ayetler: “Dağlardan elde edilecek madenlerin eritilip kuşa dönüştürüleceği” fikrine işaret ve ilham etmektedir. Fazla uzatmaya gerek kalmadan görüyoruz ki, sadece et ve kemik olan kuşlar söz konusu değildir, madenden yapılma kuşlara işaret edilmektedir. Nitekim, bir çok eski efsane ve tarihi hikayelerde ´demir kuşlar´dan ´ateş kuşlar´dan söz edilmektedir.. “Tayr” kelimesi etrafında yaptığımız bu yorumlardan sonra şimdi Fil Suresi´ni ele alabiliriz.. Mekke, bünyesinde barındırdığı Kâbe dolayısıyla en eski zamanlardan beri Arabistan´ın hem kültür hem ticaret merkeziydi. Buralarda her yıl kültür şenlikleri düzenlenir, şiir yarışları tertip edilir ve kurulan panayırlarda hem kültürel etkinlikler hem de ticaret gerçekleşirdi. Putperest Kureyşliler, bu faaliyetler sayesinde büyük servetler edinmişlerdi. Habeşistan, bütün çabalarına rağmen, bu kültürel faaliyetleri ve ticari sirkülasyonu kendi ülkesine çekememişti. Gün geçtikçe Mekke daha zengin oluyor ve kültür merkezi olma bakımından öne geçiyordu. Dönemin Habeşistan Kralının Yemen Valisi Ebrehe, putperest olan Kureyşlilerin bu avantajı Kâbe sayesinde yakaladıklarını biliyordu. Eğer kendisi de bir mabed inşa ederse, belki ticareti Yemen’e çekebilecekti. Öyle de yaptı. Altın kubbeli muhteşem bir mabed yaptırdı ve herkesi buraya gelmeye mecbur etti. Mekkelilere de bu yolda haber gönderdi. Bunun üzerine Yemen’e giden bir Kureyşli, hakaret niyetiyle mabedin içine pisledi. Buna çok öfkelenen Ebrehe, Mekke´yi alıp Kâbe´yi yıkmaya karar verdi. Ordusunun önünde eğitilmiş savaş filleri yürüyordu. Nihayet Mekke civarına gelince, otağını kurdu ve Mekkelilerin sürülerini gasp etmeye başladı.. O sıralarda Mekke´nin siyasi lideri, Hz. Peygamber´in dedesi Abdülmuttalib´ti. Ebrehe Abdülmuttalib´in de 200 devesini almıştı.. Bu haber Abdülmuttalib´e ulaşınca, Abdülmuttalib, Ebrehe´nin karargâhına gitti. Ebrehe, onun Mekke´nin affı için yalvaracağını umuyordu. Ama öyle olmadı. Abdülmuttalib, develerini talep etmek için geldiğini söyledi..

Ebrehe şaşırdı. Onun Mekke lideri olarak kendisinden bağışlanma dileyeceğini ve Kâbe´ye zarar vermemesini isteyeceğini sanmıştı. Ve; “Sen develerin için mi geldin? Oysa ben, senin Kâbe´ye zarar vermemem için ricacı olacağını umuyordum” deyince. Abdülmuttalib ona şu cevabı verdi:

“Hayır, ben Kâbe için gelmedim, kendi develerim için geldim. Ben develerimin sahibiyim. Kâbe ise Allah´ındır. O kutsal mabedini koruyacak güçtedir.” Ebrehe, aşağılayıcı bakışlarla Abdülmüttalib´i süzdükten sonra; “Verin şunun develerini, nasıl olsa yarın hepsini birlikte alacağım!” Abdülmuttalib oradan ayrıldıktan hemen sonra Fil Suresi´nde geçen hadise cereyan etti.. Şimdi surenin mealini aktaralım;

“Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine ´siccil (maden çamurundan pişirilmiş taş gibi sert mermiler)´ fırlatan “uçan ebabil”ler yolladı. Ve onları “asfin mekul”e çevirip (ortadan kaldırdı)”..

Burada üzerinde duracağımız kelimeler ´tayr´, ´ebabil´, ´siccil´ ve ´asf´tır. Bilindiği gibi ´tayr´ uçan şeye verilen genel addır. Bu surede ´tayr´ kelimesinin ´nekre´ (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat çekmek içindir. Elmalılı Hamdi Yazır bu surenin tefsirini yaparken “Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip uçucular olduğunu hatırlatmak içindir” demektedir. “Tanınmadık, garip kuş” Bu ifadeler son derece ilginçtir. UFO´ların İngilizce´deki karşılığıyla tamıtamına örtüşmektedir. (Tanımlanamayan uçan cisim)!. Tahmin ediyoruz ki, merhum Hamdi Yazır, bu tefsiri yaparken bugünkü insansız uçaklar ve UFO´lar görünmüş olsaydı, herhalde onlara bir atıfta bulunup dikkat çekerdi.. Çünkü Elmalılı Tefsiri, teknolojik gelişmelere en çok vurgu yapan tefsirlerden biridir, hatta kendi dönemi için en iyisidir. Elmalı aynı kelimenin tefsirinde “Bunlar -siz bunu uçan cisimler olarak da anlayabilirsiniz- o zamana kadar oralarda hiç görülmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım kuşlar cinsinden şeylerdi” denmektedir. Eğer surede geçen ´tayr´ kelimesi bilinen bir tür kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya değişik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif renklerden söz ediliyor ve bunların takım takım, yani filolar halinde saldırdığı belirtiliyor. Amon-Ra´nın dönüşünü anlatan “Yıldız Geçidi-Stargate” filmiyle, Amerika´nın uzaylılar tarafından istilasını anlatan ve yeni yeni vizyona giren filmdeki “Independent Day” uzay araçları göz önüne alınacak olsa, Ebabil -ki aşağıda izah edeceğimiz gibi ebabil, filo demektir- diye nitelendirilen kuşların ne derece hakikate uygun olduğu da anlaşılır.. Bilinen bir gerçek varsa, bu surede geçen Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha önce hiç görülmemişti.. Bu surede anlatılan uçucular Erbakan Hocanın Heronlardan çok daha yüksek kalite ve yetenekte yaptıklarını söylediği “insansız hava araçlarına” ne kadar da benzemekteydi!

 


[1] Enbiya: 18

[2] Prof. Dr. Necmettin Erbakan, Basın Toplantısı, Dış Politika, ekonomi, Anarşi ve Siyasi Konular MSP Dönemi 1980 – Ankara / LİNK: http://www.youtube.com/watch?v=JtTzYR5cNBE

[3] İhsan Uğur / Mülakatla Alınan Bilgiler

[4] Bak. Şeyh Musa Kazım Efendi, Bünyami Erdem, Çıra yy. sh. 210

[5] Bak: 28 Aralık 2011, Mustafa Yılmaz, Kulis Ankara, Milli Gazete















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi