Anasayfa » İKTİDAR KURMAYLARININ KARANLIK BAĞLANTILARI VE ŞAŞKINLARIN ŞANGHAY ŞANTAJI___

İKTİDAR KURMAYLARININ KARANLIK BAĞLANTILARI VE ŞAŞKINLARIN ŞANGHAY ŞANTAJI___

Yazar: yonetici
0 Yorum 151 Görüntüleyen

İKTİDAR KURMAYLARININ KARANLIK BAĞLANTILARI VE ŞAŞKINLARIN ŞANGHAY ŞANTAJI

 

Hürriyet Gazetesi şöyle bir haber yayınlamıştı: “Kuleli Askeri Lisesi son sınıfta okurken sınav kazanarak her yıl gönderilen tek öğrenci olmaya hak kazanan Cem HacıoğluWest Pointte matematik ve inşaat mühendisliği eğitimi almış.. Yaz aylarında Türkiye’ye gelmek yerine Dünya Bankası’nda staj yapmış. 1992’de okulunu bitirince piyade teğmen olarak çıkmış. Ama aklında ekonomi-girişimcilik varmış.. TSK’dan ayrılıp Dünya Bankası’nda işe başlamış. 1998’de MİT’ten (ABD’nin en seçkin üniversitesi) aldığı diploma ile Merrillyn Lynch’in Yatırım Bankacılığı bölümüne atanmış. Sonra kapanmak üzere olan sıvı doğal gaz üretip pazarlayan şirketin yöneticisi yapılmış.. Şirketin değeri 15 ayda 300 milyon Dolara çıkmış….”

Hürriyet bu haberi bir Teğmen‘in başarı hikâyesi olarak aktarmıştı. Oysa Cem Hacıoğlu FETÖ’cülerin Işık Evleri’nden gelen ve hızla yükselen bir şanslıydı!? Ve Onun gibi Işık Evleri’nde parlatılan nice yıldızlar vardı:

Adnan Saban: 2002’de West Pointte eğitim almıştı. Okuldaki kayıtlarda ismiAdana Saban görüldüğü için kişisel bilgilere ulaşmak zorlaşmıştı. ABD günleri için “İki kez yurtdışında eğitim aldı” ifadesi vardı. West Point’ten sonra Naval Postgraduate School‘a yazılmıştı. Afrika ve Ortadoğu’da ulusal güvenlik eğitimi almıştı. Bu da Cem Hacıoğlu gibi Işık Evlerinden palazlanmıştı. Kendisine referans olan iki asker daha vardı! Ahmet Ali Ağaşçıoğlu ve Ahmet Yıldız…

Uğur Ziya Yıldırım: Şu an NATO’nun İzmir’deki Üssünde görev yapmaktaydı. Aynı zamanda Kara Kuvvetleri’nde operasyon analisti olarak çalışmaktaydı. Bugüne kadar Afganistan ve Romanya NATO merkezlerinde görev almıştı. O da Adnan Saban gibiWest Point’te ve Naval Postgraduate School‘da eğitime katılmıştı.

Derya İdemen: 1990’da West Point’te eğitim almıştı. Eğitime gittiğinde teğmen rütbesinde bulunmaktaydı. Hakkında sadece okul yıllarına ait kısa ve önemsiz bilgiler vardı. Okul yıllarında biraz da çapkınmış! Işık Evleri‘nin kıdemlisi sayılmaktaydı.

Metin Ali Oktay: 1993’te West Point’te eğitime yollanmıştı. Ne kadar araştırsanız da kendisi ile ilgili önemli bir bilgiye ulaşmanız imkânsızdı.

Mehmet İlker Budak: 1995’te West Point’ten mezun olanlardandı. Aynı şekilde hakkında bilgiye ulaşmak zorlaştırılmıştı.

Yavuz İduğ: 2003 yılında West Point‘ten diploma almıştı. Hakkında sadece Kıbrıs’ta görev yaparken 2014’te törenlerde yaptığı bir konuşmasının yerel gazetede haber olmuş şekli vardı. Kendisi ile ilgili pek fazla bilgi bulmak yolları kapalıydı.

Bünyamin Tüner: 1998’de West Point’ten çıkmıştı. Genelkurmay İkinci Başkanı’nın özel kalem müdürü yapılmıştı. Darbe gecesi Whatsapp konuşmalarında rastlanmış, sonrasında tutuklanmıştı. Genelkurmay Başkanı’nın Yaveri Levent Türkkan’ın ifadesinde “kesin olarak bildiğim cemaatçiler” diye verdiği isimler arasındaydı. Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak’ın 15 Temmuz ile ilgili verdiği ifadede “Genelkurmay binasında olan biteni Albay Bünyamin Tüner organize etti” itirafında bulunmuşlardı.

Mehmet Murat Çelebioğlu: 1999 yılında West Point‘ten mezun olmuşlardı. 15 Temmuz Kalkışması’nda Boğaziçi Köprüsünü yöneten adamdı. Rütbesi Binbaşıolduğu halde o akşam kendisinden rütbe olarak çok yukarılarda bulunan askerlere emir veren şahıstı. Whatsapp yazışmalarında “Vur Emri!” veren kişi bu çıkmıştı.

Ahmet Yıldız: Şu an Polonya’daki Joint Force Training Center‘da planlayıcı olarak görev yapmaktaydı. Uzmanlık alanı askeri operasyonları ince detaylarına kadar planlamaktı. 2001’de West Point‘ten mezun olmuş, o da Naval Postgraduate School’da okumuşlardı.

Mahmut Durmaz: 2006’da West Point’ten mezun olanlardandı. Hürriyet Gazetesi’nde hakkında bir haber çıkmış; “West Point’li Mahmut amelelik yaparak büyüdü ve mezuniyet Diplomasını Başkan Bush’tan aldı…” diye yazılmıştı. Durmaz da Işık Evleri’nden çıkmaydı.

Soner Akgül: 1994’te West Point’te bilgisayar programları üzerine eğitim almıştı. Şu an Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görevli bulunmaktaydı. Helikopter pilotluğu uzmanlık alanıydı. Sınavları hazırlayan etkili isimlerden biri sayılmaktaydı.

Süreyya Ardıç: West Point ve Naval Postgraduate School’da iki kez eğitim almıştı. Bosna, Kosova ve Polonya’da uzun süre görev yapmıştı. Sonra Türkiye’ye çekilmiş ve Personel Dairesi’ne atanmıştı. West Point’ten 1996’da mezun olanlardandı ve Işık Evleri’nde hazırlanmıştı.

Sedat Çevik Parmak: NATO Brüksel ofisinde ALBAY olarak bir yıl üç ay görev yapmıştı. NATO’nun Afrika’daki operasyonlarına uzman subay olarak katılmıştı. Ekim’de ordudan ayrılmış ve yeni hayat için arayışta olduğunu açıklamıştı. Bu da West Point’liydi ve Işık Evleri’nden çıkmaydı.

Mehmet Ali Ağaşçıoğlu: 1989 yılında West Point’ten diploma almıştı. Şu an özel bir havayolunda pilot olarak görev yapmaktaydı. Işık Evleri’nde kalmışlardı. Her ne hikmetse bu sayılan isimler hakkında ne kadar araştırırsanız araştırın yeterli bilgi sahibi olma şansınız kapalıydı. Ama hepsinin geçmişinde Işık Evleri vardı. Bu belki hepsinin FETÖ’cü olduğu anlamını taşımazdı, ama içlerinde West Pointli olup Darbede Ölüm Emriverenler vardı. 15 Temmuz’un tam kalbinde olanlar bunlardı. Şimdi Amerikalı yetkililerin “15 Temmuz Kalkışması’nın arkasında ABD var!” diyen gazetecileri eleştirmesi biraz tuhaftı.Kalkışmanın içinde kendi adamları da vardı, hepsinin West Point mezunu olması, yani bizzat ve resmen Amerikan tornasından çıkması herhalde tesadüf sayılamazdı. Ayarı ve amacı malum Hürriyet Gazetesi Işık Evleri‘nden gelen çocukların bu örnek ve yüksek başarısını neden bilmeyerek Manşet yapmıştı? “O şimdi CEO” diye hikâyesini anlattıkları Teğmen Cem Hacıoğlu Dünya Bankası‘nı bıraktıktan sonra sıvı doğalgaz (LNG) üreten ve önemli bir kâr oranıyla satan Applied LNG’ye yönetici yapılmıştı. Bu şirketin ortakları arasında Rothschildler vardı, hatta gizli ve gerçek sahibi konumundaydı. Şirketin değeri 1 milyar Doları aşmıştı; 2020’de 25 milyar Dolara çıkacağı var sayılmaktaydı.

Şimdi Bay Ergün Diler’e soralım:

“Bayram geçtikten sonra kınayı kıçına yak!” veya “Bunca talan ve tahribattan sonra, nasıl uyutulup aldatıldığını ve ahmaklığını anlamak için aynaya bak!” özdeyişlerini hatırlatan bu bilgileri şimdi sıralamak neye yarardı? FETÖ’cüleri açıkça ve yıllarca resmen yetiştiren ve içimize yerleştiren bu Amerika’dan ve ABD’yi yöneten derin Siyonist odaklardan hesap soramadığınıza, ciddi ve gerçekçi hiçbir tavır ve tedbir alamadığınıza… Bunlardan vazgeçtik hala aynı Amerika’nın Ortadoğu planlarına ve bölge politikalarına gönüllü taşeronluk için çırpındığınıza göre, bu tür bilgileri sıralamakla sorumluluktan ve suçluluk sendromundan kurtulacağınızı sanmanız neticesiz bir avunma ve geçersiz bir savunmadır.

“Seçimler yapıldı, Trump kazandı. Şimdi (Amerikalı) dostumla konuşma zamanıydı. Önden haber bıraktı: “Bekle istediklerine cevap vereceğim…” mesajı önüme çıktı… Çok geçmeden Amerikalı dostum yine üzerine düşeni yaptı ve inanılmaz cevaplarla beni bir kez daha şaşırttı… Neler neler anlattı… Beni en çok etkileyen sözleri şunlardı:“Roosevelt’ten beri ABD Başkanları halk tarafından seçilmemektedir. Aslında ABD tarihinde halkın tercihi, hiçbir zaman başkan olamadı…” Özellikle Trump seçiminde de bunun nasıl olduğunu ayrıntılı bir şekilde anlattı. Her zaman olduğu gibidostum inanılmaz bilgiler paylaştı. Bana öyle şeyler aktardı ki bir an nefes alamadım. Durup düşündüm ve kendime “Bu kadar mı yahu?” diye sordum. Evet Tayyip Bey’in işi gerçekten zordu! Yanına gelenler, dostu olduğunu söyleyenler, yakınında görünenler… İçlerinde öyle isimler var ki oturup kalktığı çevreleri duysanız düşüp bayılırdınız! Ama Ankara’da ne kirli bir ittifak varmış! Halâ da var! İşte Amerikalı dostum o ittifakı yazdı… Dedim ya bir ara donup kaldım….”

“Trump’un geleceğini ne zaman öğrendiniz? Ne zaman karar alındı?”sorumu şöyle yanıtladı: “Seçimden 10 gün önce çok özel bir toplantı vardı. Katılacakları çok kimsenin bilmediği ve görmediği gizli bir toplantıydı… Toplantı yapılacak yere zamanında ulaştım. Tam içeri girerken bir baktım yanımda Brzezinski durmaktaydı… Eski dosttuk, halinde bir gariplik vardı… Birlikte yürümeye başladık. Kimsenin yanımızda olmağı bir an “Hillary sence Başkanlığa hazır mı?” diye sordum… Birbirimizi çok uzun yıllardır tanırdık. O bana ben de ona kılcal damarlarına kadar yakındık… Bu sorunun karşısında ne yapacağını beklerken gülümsedi ve beni düzeltti “Trump mı demek istedin!?” şeklinde yanıtladı. Sonuçta Brzezinski benim dostumdur ve kabul etseler de etmeseler de Amerika’nın son 20 yılına damga vurmuştur… Perde arkasında kalsa da alınan kararlarda çok etkilidir! (Yani ABD Derin Devleti olan Siyonist Yahudi Lobilerinin en eski ve etkin isimlerinden birisi de Brzezinski’dir)

Peki Hillary neden olamadı? Beni ilgilendiren asıl nokta burasıydı!Brzezinski’nin yanıtı: “Türkiye’de 15 Temmuz başarısız olduğu için Hillary kazandırılmadı!” Darbeciler Başarısız olunca fatura Hillary’ye çıktı… Darbe başarılı olsaydı: Hillary Başkan olarak Türkiye’ye geldiği zaman onu karşılayacaklar ve oturup birlikte yeni döneme damga vuracaklar vardı… İstersen isimlerini sayayım… Kabine de bu isimlerden oluşacaktı. Hillary o bilinen gülümsemesiyle Meclis’e gelip tarihi bir konuşma yapacaktı. Türkiye’ye övgüler yağdıracaktı. Kuzey Irak petrollerinin yeni bir anlaşma ile Türkiye’ye verildiğini, bunun da yıllardır geç kalınan bir karar olduğunu açıklayacaktı. Ve her şeyin altına Erdoğan’ın ismini-imzasını atacaktı. Yeryüzündeki her şeyden Erdoğansorumlu tutulacaktı. Büyük bir rövanş alınacaktı…”

Ya hu iyi de, bütün bunlar Sn. Erdoğan’ın da, AKP iktidarının da rüyalarıydı ve kahramanlık sevdalarıydı. Öyle ise böyle bir kalkışmayı FETÖ’cüler niye yapmıştı? Yoksa asıl hedef Erdoğan ve AKP iktidarı değil de TSK mıydı? Fetullah Gülen’in 1992–1997 arasında tam 15 kez CIA ile toplantı yapması bu hain darbe girişimlerine hazırlıksa, niye ve kimler ve hangi stratejik nedenlerle bu girişimin Erdoğan’ın işine yarayacak şekilde bastırılmasına fırsat tanımıştı. Milli Türkiye mi oyunlarını boşa çıkarmıştı, yoksa oyun içinde oyun mu tezgâhlanmıştı?

“Peki şimdi? Trump ABD tarihine, George W. Bush’tan sonra gelen en çapsız başkan olarak geçecek. Ama sen de biliyorsun ki ABD’yi Başkanlar yönetmez, yönetemez. ABD’de kimi dönem Demokratlar kimi dönem Cumhuriyetçi adaylar Başkan seçilir. Ancak ABD’yi hep Neo-Conlar yönetir. Obama’nın aldığı kararların çoğu Brzezinski’ye aitti. Hatta alamadığı kararları da organize eden Brzezinski oldu. Obama, bunların farkında bile değildi. Brzezinski, yaşayan en güçlü Neo-Conlar’dan biridir.”

İyi de Türkiye ne olacak? İlişkiler nasıl ilerleyecek?

“Burada sana kimselerin bilmediği bir sır vermek istiyorum! Yeni Dünya Düzeni’nde Türkiye şüphesiz büyük ve önemli bir oyuncu olacak. Net! İşte bu nedenle Trump kendi özel ekibine, çok iyi Türkçe konuşan 3 isim dahil etti! Verdiği ilk emirlerden biri buydu! Şu an o 3 kişi harıl harıl Türkiye‘yi çalışıyorlar. Ve bu üç kişinin en büyük ortak özelliği Gülen‘den nefret etmeleri…”[1]

Şimdi gelelim sorularımıza:

1- Önce Bay Ergün Diler yalakası ve tabi ABD derin devletinin Türkiye uzantısı, neden “Siyonist Yahudi odakları” yerine Neo-Conlar gibi bir tanım kullanıyordunuz? Bu tavrınızla, Siyonist sermaye baronlarını dikkatlerden kaçırmayı mı amaçlıyordunuz?

2- Ergün Diler’in Amerikalı dostu ve derin haber kaynağı zatın itiraf ve ifadesiyle:

“Roosevelt’ten beri ABD Başkanları halk tarafından seçilmiyor. Aslında ABD tarihinde halkın tercihi hiçbir zaman BAŞKAN olmuyor…” yani ABD seçimlerinin sonuçları çok önceden Yahudi Lobilerince belirleniyor, halk sadece demokratik(!) bir senaryoda figüranlık yapıyor ve kendini avutuyor. Hem her şeye rağmen kim Başkan olursa olsun, Yahudi lobilerinin bir adamı kazanmış oluyor!?

Soru: Madem öyle Ergün Diler başta zatınız ve diğer yandaş yazar takımınız ne diye aylarca ABD Başkanlık seçim kampanyalarını ve sonuçlarını yazıp duruyorsunuz? Bu tavrınızla sonuçları çok önceden belirlenen ve zaten demokrat veya Cumhuriyetçi iki adaydan hangisi seçilse de sonucu değişmeyen bir konuyla bizim kamuoyunu boş beleş palavralarla meşgul etmekle sizler ahmaklık mı sergiliyorsunuz, yoksa bu seçim senaryolarında Siyonist odaklara kiralık figüranlık mı ediyorsunuz?

3- Madem Amerikalı dostunuz, Siyonist Yahudi stratejist BRZEZİNSKİ ile bu denli samimi görüşüyordu. Kendi ABD derin devletinde hangi görevdeki bir Siyonist oluyordu? Ve ey Ergün Diler, siz bu Siyonist yapının Türkiye ayağındaki hangi bölümünün elemanı oluyordunuz? Çünkü kendi adamları ve elemanları olmayanlara bu tür özel ve gizli bilgileri aktarmalarını siz mantıklı buluyor musunuz?

4- Ve siz Zatı Âliniz; Sn. Erdoğan’ın ve AKP iktidarının akıl hocalarından, danışmanlarından ve strateji uzmanlarından olduğunuza göre, bu iktidar Siyonist merkezlerin güdümündeki kaçıncı sınıf işbirlikçileri bulunuyordu?

5- “15 Temmuz Darbesi başarılı olsaydı Hillary Clinton gelecekmişmiş… Başarısız olduğu için Trump getirilmişmiş… Fetullah CIA ile 1992-1999 15 görüşme gerçekleştirmişmiş…” Yahu çocukları bile kandıramayacak bu safsata ve saptırmalarla, hala neleri kotaracağınızı ve AKP iktidarını kurtaracağınızı sanıyorsunuz? Yahudi Lobileri güdümlü iki senaryodan birisi tutmuyor, öteki devreye sokulmuşsa bundan nasıl bir kahramanlık öyküsü çıkarıyorsunuz?

6- Madem Trump da aynı Siyonist odakların bir figüranıdır, öyle ise “Trump çok iyi Türkçe konuşan 3 adamı ekibine aldı..” diyerek güya Türkiye ve AKP Hükümetiyle olumlu ilişkiler kurmaya hazırlandığı imajını vererek hala halkımızı kandırmaktan utanmıyor musunuz? (Pardon, zaten bu maksatla tutuluyordunuz!)

7- Ve Bay Ergün Diler Siyonist Dünya Düzeni’nin ülkelerdeki karakolları sayılan Mason Localarının, Lions ve Rotary ayaklarının Türkiye şubelerini, bunların sivil, askeri ve siyasi üyelerini ve çok çetrefilli ilişkilerini niye hiç gündeme taşımıyor ve tartışmaya açmıyordunuz? Çünkü Fetocuların Işık Evleri de bu Şeytani yapının bir organizasyonuydu! Mesela; Göksel Gümüşdağ  eş durumundan Erdoğan’la akrabaydı. Türk Futbolu’nun perde arkasında O vardı. Fatih Terim’in bugünkü konuma gelişinde -hatta maaşına kadar- rolü olan adamdı. Kulüpler Vakfı ve Başakşehir Başkanlıkları da ondaydı. Futbol  Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’i de idare ettiği konuşulmaktaydı. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Baba Demirören’e vefa borcu bulunmaktaydı. Siyasi hayatında en önemli mihenk taşı İstanbul Belediye  Başkanlığı’nı kazanırken yanında Erdoğan Demirören vardı. Nedense her alanda arkasında durmuşlardı. Şimdi; bu isimlerin Masonlukla ve Lionslarla irtibatını kim yazacaktı?

“Neo-Cons” Siyonist Yahudileri aklama ve saklama kavramıydı!

Amerika Birleşik Devletleri’nde ilk kez 70’lerin ikinci yarısında, 80’li senelerde, neo-conservative‘ler yani “yeni muhafazakâr” denen kesimler için kullanılan neoconkavramı ortaya atılmıştır. Neoconlar; ABD’de klâsik sağda var olan planlı dış politika konsepti yokluğunu ve stratejisizlik boşluğunu doldurma amaçlı oluşan ve 11 Eylül sonrası tavan yapmış Amerikan paranoyasının yardımı ile imparatorluk taraftarı bir avuç -ne tesadüftür ki çoğu Yahudi’dir ve hepsi Siyonist’tir- kıymeti kendinden menkul entelektüel, köşe yazarı, think-tank analisti ve acar politikacıdan ibaret bir etkin takımdır. Bunlar yaşam tarzları itibariyle Avrupalı sosyal demokratlara yakındır, çoğu zaten Demokrat Parti kökenlidir, fakat komünizmin batışından itibaren bir anda sıkı müdahaleci olmuşlardır. Sıfatları “yeni muhafazakâr” olmakla beraber, geleneksel muhafazakârlara karşı büyük antipati duymakta ve onları “anti-semitik” bulmaktadırlar. Neocon ekibinin amiral gemisi New Republic, Weekly Standart ve Commentary gibi bir dizi güçlü medya organıdır. Bununla birlikte düzenli olarak makalelerinin yayımlandığı ve köşe yazarlığı yaptıkları diğer etkili gazete ve dergiler olarak; Wall Street Journal, National Review, Washington Post, American Spectator sayılabilir. New York Times ve Washington Post ise, neoconlara özellikle gündemin sorunsalının ne olduğu konusunda makalelerini yayımlayabilecekleri bir platform sunmaktadır. Maalesef çağımızın barbarlaşması gizli ve açık (Amerika gibi) imparatorlukların eseridir ve “teröre karşı savaş” sloganı da şimdi bu barbarlığın değirmenine su taşımaktadır. “Amerikan değerlerini” dünyaya yaymak için Amerikan gücünün kullanımı, bu çerçevede daha agresif bir dış politikanın uygulanması ve ABD’ye yönelik tehditlere yeterince sert şekilde karşı konulması taraftarı olan Neo-Conlar komplo değirmenlerini döndürmek için bahane üretmekte ustalaşmıştır ve “Terörizm” bu suni tehditlerin kılıfı yapılmıştır. Asıl düşman tanımları “İSLAM tehlikesi” uydurmasıdır.

Neo-Conlar 1930’ların ortalarından 1940’ların başına kadar New York City College’da (CCNY) okuyan, çoğunlukla Yahudi aydınlardan oluşan sıra dışı bir gruba dayanır. CCNY grubunun en önemli mirası, yoğun bir anti-komünizmi destekleyen ve onun temsil ettiği kötülüğü göremeyen liberallere yönelik eşit ölçüde bir nefret dalgasıdır. Fikir babası ise Leo Strauss’tur. Bugün Neo-con düşüncenin temeli kabul edilen yayılmacı müdahaleci, demokrasiyi destekleyen duruş – Max Boot’un deyimiyle sıkı Wilsonculuk kurallarıdır. Neo-Conlar, Amerika önderliğinde “başkaldıran diktatörler ile İslam gibi düşman ideolojilere karşı koymayı ve mümkün olduğu her yerde bunları ortadan kaldırmak ve Amerika’nın çıkarları ile liberal demokratik ilkeleri ayakta tutmak ve teröre karşı mücadele etmeye çalışanlara yardım sağlanmak” gereğine inanan bir politika olan “iyiliksever hegemonyayı” yürütmek kılıfı altında Siyonizm’in dünya hâkimiyetini sağlamlaştırmak ve Büyük İsrail hayaline ulaşmak amacındadır. Dindar kahramanlarımızın uzun yıllar eş başkanlığını yaptığı BOP da Neo-Con’ların bir planıdır.

Eski AKP milletvekili ve Cemaatçi İlhan İşbilen’in sırları ve şantajı!

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) soruşturması kapsamında açılan FETÖ Çatı Davası’nın ilk duruşmasında, tutuklu sanıklardan AKP eski Milletvekili İlhan İşbilen’in ifadesi alınmıştı. İşbilen, 17-25 Aralık sonrası istifası sırasında yaptığı, “Hükümet ile Fetullah Gülen arasında aracılık yaparım” şeklindeki açıklamasının sorulması üzerine, “Bu açıklamayı bana yaptırdılar. Daha fazla konuşup partime zarar vermek istemiyorum” iddiasında bulunmuşlardı. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşma, iddianame özetinin okunmasının ardından, sanık savunmalarına geçilmiş, ilk savunma AKP eski Milletvekili İlhan İşbilen’den alınmıştı. Aralık 2015’de tutuklanan İşbilen, savunmasına, “15 Temmuz kalkışmasının, halkımızın sağduyusuyla çok ucuz atlatılmasından mutluyum” diyerek başlamış!

İlhan İşbilen, sayfalar tutan savunmasını iki buçuk saatte tamamlamıştı. Müşteki avukatlarının ‘sanığın suçlamalar ile ilgili savunma yapmadığı ve kişisel hayatını anlattığı’yönündeki itirazlara rağmen, mahkeme başkanı sanığın dinleneceğini hatırlatmıştı. İlhan İşbilen hiç aklında yokken, dönemin Başbakanı Recep T. Erdoğan’ın isteği ile siyasete atıldığını belirterek, “Çamlıca’da Sema Ramazanoğlu, bana Recep T. Erdoğan’ın milletvekili olmam teklifini getirdiler. Ben Sayın Başbakana hürmetlerini sunup kararımı daha sonra aileme danışarak ileteceğimi söyledim. Ben bir işadamı olarak AKP’nin yaptığı işleri takdir ediyordum. Tayyip Bey’i kırmamak için evet dedim” şeklinde konuşmuşlardı.

“17-25 Aralık’tan sonra istifa etmenizi cemaat mi istedi?” sorusunu İşbilen, “Hayır, böyle bir şey olmadı. Partinin daha sağlıklı işlemesi, kazanımların boşa verilmemesi için istifa ettim” diye yanıtlamıştı. O dönemde AKP’nin Kızılcahamam toplantıları tertiplediğini ve sık sık basına kapalı toplantılar gerçekleştirdiklerini belirten İşbilen, “17-25 Aralık’tan sonra basına kapalı toplantılar yapılıyordu. Bu toplantılarda zaman zaman Başbakanın Bakanları bile azarladığı oluyordu” diyen İlhan İşbilen istifa ettiğinde yaptığı açıklamada, ‘Gülen ile hükümet arasında arabuluculuk yaparım’ sözleri hatırlatılarak bunu ne amaçla yaptığı sorulunca: “Bu açıklamayı bana yaptırdılar. Tüm sorulara cevap veririm ancak basına kapalı toplantılarda konuştuğumuz bazı şeyler var. Daha fazla konuşup partime zarar vermek istemiyorum” yanıtı kafaları karıştırmıştı. Acaba İlhan İşbilen AKP kurmaylarıyla FETÖ Cemaati arasındaki çok gizli ve kirli sırları açıklama şantajıyla kendisini kurtarmaya mı çalışmaktaydı?

PKK Kürtlerin değil, Ermenilerin terör teşkilatıydı!

26 Nisan 2015 günü, Tunceli’nin Nazımiye ilçesinde kırsal alanda inşa edilen sözde bir anıt mezar törenle açılmıştı. Mezar, Elazığ’da bir çatışmada öldürülen ve Orhan Bakır adı ile bilinen TİKKO adlı örgütün yöneticilerinden Armenak Bakırcıyan adına yapılmıştı. Konu ile ilgili Agos gazetesinin haberini Hollanda’dan Sefa Yürükel hatırlatmış, Ona da bir emekli general mesajla ulaştırmıştı. Gerisini 28 Nisan 2015 tarihli Agos Gazetesi’ndenokuyalım: “Dersim’in Nazımiye ilçesinde, soykırımın 100. yılında TİKKO yöneticilerinden Armenak Bakırcıyan’a ait anıt mezarın açılışı yapıldı. Nazımiye ilçesi Xarik Köyü’nde inşa edilen anıt mezarın açılışına HDP Dersim milletvekili adayları Alican Önlü ve Edibe Şahin, Dersim Belediye Eş Başkanı Nurhayat Altun, HDP, DBP, DHF, EMEP, ESP, DERADOST, Partizan gibi dernek, parti ve örgütlerden temsilciler katıldı. Yanı sıra Yunanistan, Fransa gibi yurt dışından gelen diaspora üyeleri törende hazır bulunmuşlardı. Nazımiye ilçesi Perisuyu Nehri üzerine kurulan Pembelik Baraj gölü sahiline inşa edilen anıt mezara bir yürüyüş gerçekleştiren grup, ‘Ermeni Soykırımı’nı lanetliyoruz, Armenak Bakırcıyan’ı anıyoruz’ ve “Hrant’tan Sevag’a; 100. yılında Ermeni Soykırımı sürüyor” yazılı pankartlar taşımışlardı. Yürüyüş sırasında, jandarma ve halk arasında pankart açma yüzünden kısa süreli gerilim yaşanmıştı. Törende Ermeni soykırımında hayatını kaybedenler anısına bir dakikalık saygı duruşu yapılmış ve Bakırcıyan’ın mezarına kırmızı karanfiller bırakılmıştı.”

Mezar taşında, ‘Armenak Bakırcıyan, Hrant Dink, Manuel Demir, Nubar Yalımyan, Kevork Çavuş, Monte Melkonyan, Antranik Uzunyan.. İsimsiz mezarsız tüm kahramanlara’ notu bulunmaktaydı.  TKP-ML TİKKO’nun merkez komitesi üyesi Ermeni Armenak Bakırcıyan, Elazığ Karakoçan’da, 13 Mayıs 1980’de jandarmayla girdiği çatışmada hayatını kaybetmiş bir PKK militanaydı.

Peki mezar taşına adları yazılan diğer (PKK’lı) “kahramanlar!” (ve Ermeni militanlar) kimlerdi?

Monte Melkonyan: 1980’li yıllarda ASALA’nın elebaşlarından biri ve Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin desteğindeki Ermeni güçlerin komutanı idi. 1980’li yılların ortalarında ASALA adına Avrupa’da Türk diplomatlara karşı çeşitli saldırılarda bulunmuş ve karıştığı cinayetler sonrasında Fransa’da tutuklanmış ve 1989’da serbest bırakılmıştı. 12 Haziran 1993’te meydana gelen çatışmada Azerbaycan ordusunda görevli asker olan İbad Hüseyinov tarafından öldürüldü. Azerbaycan Hüseyinov’a madalya verdi. Melkonyan ise “Ermenistan Ulusal Kahramanı” ilan edildi!

Antranik (Paşa) Uzunyan: (1865-1927) Şebinkarahisar’da doğdu. 1890 yılında babası ile tartışan bir Türkü öldürdü. Sason, Muş ve Van ayaklanmalarına katıldı. Balkan Savaşı sırasında Bulgarların, 1. Dünya Savaşı’nda Rusların safında Osmanlılara karşı savaştı. General unvanı aldı. Çekilen Rus birliklerinin boşalttığı işgal bölgelerinde katliamlar yaptı. Erzurum ve Van’daki Akdamar adasındaki katliamların sorumlusudur. Kâzım Karabekir komutasındaki kuvvetlere karşı mağlûp olan Ermenistan, Türk Devleti ile barış yaptığı halde Antranik, bir gönüllü çetesinin başına geçerek katliam yapmaya devam etti. Ermenistan Hükümeti’nin emriyle çetesini dağıtarak silâhlarını teslim etti. Erivan’a heykeli dikildi.

Kevork Çavuş: Sason isyanına katıldı. Çok sayıda Türkü katletti. 1907 yılında Muş’taki bir çatışmada öldürüldü. 22 Nisan 2015 tarihli Radikal gazetesinde karısı Heghine’nin silahlı bir resmi de yayınlanarak “ünlü Ermeni fedai” diye tanıtılmıştır.

Nubar Yalımyan: Ergenekon davasında savcıların ifşa ettiği resmi bilgilere göre Türk diplomatlara saldırılar düzenlemesi sebebiyle Abdullah Çatlı tarafından Hollanda’da öldürülen ASALA eşkıyasıdır.

Manuel Demir: 1988 Ocak ayında Kandıra Piyade Alayı’ndan silah çalınması olayı sonrası, Sefaköy’de düzenlenen operasyonda öldürülen TİKKO militanıdır! Yoruma gerek var mı?[2]

Agop Gazetesi’nin övgüyle verdiği haber yayınını ve Sn. Arslan Bulut Bey’in önemli hatırlatmalarını şunun için yazımıza aldık: Sn. Cumhurbaşkanı ara sıra AB’ye ve NATO’ya hava atıp Şanghay oluşumuna girme şantajı yapmaktaydı ve Rusya ile Ermenistan ortak ordu kurma kararı almıştı. Ve zaten kapitalizmin de komünizmin de, bunların kurduğu birliklerin de yuları aynı Siyonist odakların elinde bulunmaktaydı. Ve bizim dindar kahramanlarımız, acaba Siyonist canavarın üst çenesinden alt çenesine sığınırken neden hiç İslam Birliği’ni hatırlamazdı?

Bu yazıyı bitirirken gelen son dakika haberine göre Türkiye Şanghay Enerji Kulübü 2017 dönem başkanlığını üstlenmiş bulunmaktaydı

Türkiye’ye Şanghay Enerji Kulübü Başkanlığı verildiği gün Avrupa Parlamentosu’ndaTürkiye’yle müzakerelerin durdurulmasına ilişkin oylama kararı alınmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamada Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girebileceğini hatırlatmış, Erdoğan’ın açıklamalarına Şanghay’ın öncü ülkelerinden Çin ve Rusya destek çıkmıştı. Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), bölgesel bir işbirliği teşkilatıydı. Ana işbirliği konusu güvenlik olan ŞİÖ, ilk olarak 1996’da Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından “Şanghay Beşlisi” adıyla kurulmuş. 2001’de Özbekistan’ın da katılmasının ardından adı Şanghay İşbirliği Örgütü olarak değiştirilmiş bulunmaktaydı. Örgütün uluslararası yapısında düzenli olarak toplanan Devlet Başkanları Konseyi ve Hükümet Başkanları Konseyi’nin yanı sıra sekretarya, Bölgesel Anti-Terör Yapısı, Dışişleri Bakanları Konseyi gibi yapılar yer almaktaydı.

Hükümetler arası bir kurum olan ŞİÖ’nün kuruluşunda Çin ve Rusya’nın Asya’da güvenlik üzerine işbirliği yapma amacı esas alınmıştı.

Örgütün güvenlik konusundaki endişelerinin başında Orta Asya’daki İslamcı örgütler ve uyuşturucu ticareti sayılmaktaydı. Yani ŞİÖ üyeleri, İslam tehlikesine(!) karşı birbirileriyle istihbarat paylaşımında bulunacaktı, ortak askeri tatbikatlar hazırlayacak ve “suçluları” birbirlerine yollayacaktı. Örgüt, Rusya ve Çin’in Orta Asya’ya yönelik politikalarını koordine etmenin bir aracı olma özelliği taşımaktaydı. Askeri bir ittifak olmasa da, istihbarat ve işbirliği öne çıkmaktaydı. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün eski direktörü Bates Gill’e göre örgütün kuruluşunda Rusya ve Çin’in ABD’nin Asya’daki olası müdahalelerine karşı ortak hareket etme isteği de vardı. Gill, Brookings Enstitüsü için yazdığı makalede, örgüte üye ülkelerin imzaladığı anlaşmalarda yer alan “Diğer ülkelerin iç işlerine ‘insani müdahale’ veya ‘insan haklarını koruma’ gerekçesiyle yapılacak müdahalelere karşı çıkmak ile ülkelerin güvenlik meselelerinde birbirlerine yardım etmesi” ifadelerinin bunun kanıtı olduğunu vurgulamıştı. Yani dolaylı da olsa ŞİÖ de Siyonist odakların kontrolü altındaydı.

Şİ֒nün AB’den ne farkı vardı?

Avrupa Birliği, üye ülkelerin üzerinde yer alan bir hükümetler üstü yapıyken; ŞİÖ, işbirliği için kurulmuş hükümetler arası bir yapı özelliği taşımaktaydı. Yani AB’nin ekonomik, politik, güvenlik ve ortak yasa düzenlemeleri konusunda bağlayıcı bir özelliği, üye ülkelerden parlamenterlerin temsil ettiği ve yasama gücü bulunan bir meclisi, mahkemesi, marşı ve tüm üye ülkelerin bayraklarının yanında kullandığı özel bir bayrağı bulunurken, bunlar ŞİÖ’de yer almamaktaydı. ŞİÖ’ye kıyasla, AB’ye daha çok benzeyen Asya örgütü ise Avrasya Ekonomik Birliği (AEB) ise Rusya, Kazakistan, Ermenistan, Belarus ve Kırgızistan’ın üye olduğu bir yapılanmaydı. 2013 yılında “Türkiye hem NATO üyesi, hem de ABD’nin en yakın müttefiklerinden. ŞİÖ üyelerinin bu şartlarda Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmesi mümkün değil” diyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in danışmanı Sergey Markov, bu yüzden Türkiye’nin ŞİÖ’ye değil de, AEB’ye üye olabileceğini hatırlatmıştı. Kazakistan lideri Nursultan Nazarbayev de 2014 yılında Türkiye’yi AEB üyeliğine çağırmıştı.

Peki ŞİÖ, Türkiye için AB’nin alternatifi olarak bir sığınak mıydı?

Avrupa Birliği ve Küresel Araştırmalar Derneği Başkan Yardımcısı Can Baydarol’a göre bu sorunun cevabı “Hayır”dı. AB’nin kendine özgü bir entegrasyon süreci olduğunu, ŞİÖ’nün ise ekonomiden ziyade siyasetle ilgili ve ancak NATO’ya alternatif olabilecek bir oluşum olduğunu söyleyen Baydarol’un: “Erdoğan’ın bu konudaki mesajı ŞİÖ’nün AB’ye alternatif olarak görülmesini değil, Cumhurbaşkanı’nın Batı dünyasına bir alternatif arayışını ifade ediyor, NATO’yu tartışma haline getiriyor” sözleri anlamlıydı ve tabi Türkiye’nin AB’ye mecbur ve mahkum olduğu kanaatini yansıtmaktaydı. Ayrıca Can Baydarol, NATO ile Rusya arasında gerginlik tırmanırken böyle mesajlar vermenin Türkiye için riskler taşıdığını hatırlatıp: “Rusya ve NATO Ukrayna’da silahlarını birbirine çevirmiş vaziyettedir. Türkiye eğer Rusya’nın kampına girerse Batı da silahlarını Türkiye’ye çevirir” sözleri gizli tehditler savurmaktaydı.

 


[1] Bak: Plan Çöktü, Takvim, 22.11.2016

[2] Bak: Arslan Bulut, Bunlar Kimin Kahramanları? Yeniçağ, 23.11.2016

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

acilis-duyuru-son