Anasayfa » İSLAM’DA ÇEVRE BİLİNCİ

İSLAM’DA ÇEVRE BİLİNCİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 191 Görüntüleyen

İslam dininde kurban ibadeti:

  1. Allah yolunda, canın yongası olan malını severek harcamanın
  2. Mağdur ve mahrum halkın hayrına feragat ve fedakârlığın
  3. Allah’ın rızası, insanların hatırı ve duası uğruna parasına ve hayvanına kıymanın
  4. Bütün bu ulvi ve uhrevi duygular ve davranışlarla Yüce Yaratana yakınlaşmanın
  5. Ve hatta gerekirse, hayvanını kurban ettiği gibi; vatanı, bağımsızlığı ve mukaddesatı yolunda hayatını bile rahatlıkla gözden çıkaracağının, pek anlamlı ve çok amaçlı alameti sayılan bir ibadet olmaktadır.

Ancak genellikle bilgisizlik ve tedbirsizlik yüzünden, kurban kesimlerinde çevre temizliğine dikkat edilmediğinden, bir takım üzücü ve ürkütücü manzaralar yaşanmaktadır.

  1. Kurbanlık hayvanlara zahmet verici ve izleyenleri sıkıntıya sevk edici psikolojik kirlilik
  2. Akıtılan kanların, sakatatlarının rastgele ortalığa saçılması ve çirkin görüntülere yol açılması şeklindeki çevresel kirlilik, hem İslam ahlakına, hem de kurbanın amacına aykırı davranışlardır.

Aslında, insanlık tarihinde ilk disiplinli, prensipli ve sistemli çevrecilik anlayışının mimarı İslam’dır.

İnsan ve çevre bilinci:

İnsan, varlık âleminde Allah’ın en değerli yaratığıdır. Akıl ve iradesiyle diğer varlıklara hâkim ve üstün kılınmıştır. Yeryüzünde Allah’ın halifesi makamındadır. Allah her şeyi onun emrine vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu şöyle ifade edilmektedir:

“Gökleri ve yeri yaratan, yukarıdan indirdiği su ile size rızık olarak ürünler yetiştiren, emri gereğince de denizde yüzmek üzere gemileri, nehirleri, belli yörüngelerinde, ay ve güneşi, gece ile gündüzü sizin buyruğunuza veren Allah’tır. İstediğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetlerini sayacak olsanız sayamazsınız.” (İbrahim: 33-34)

Bizi kuşatıp kucaklayan çevre, Allah’ın bize en değerli emanetidir. Yaşadığımız dünya, insanlığın müşterek mirasıdır. Hiç kimse, başkalarını hesaba katmadan eşyada dilediği gibi tasarrufta bulunamaz. Tabiat; malları yağmalanan bir mağaza değildir. Orada geçmişlerin, şimdikilerin ve bizden sonra geleceklerin, ayrıca diğer bütün canlıların da hakkı vardır ve bu hak mutlaka gözetilmelidir.

Çevrenin tahribi

Atmosfer, kara ve denizleriyle, buralardaki çeşitli bitki ve hayvan türeleriyle bir bütünlük ve ahenk arzeden dünyamız, insanın sağlıklı şekilde yaşamasına fevkalâde müsait iken başta bencillik, cehalet, düşmanlık ve israf gibi sebeplerle bozulmuş ve ciddi şekilde sağlığı tehdit eder duruma gelmiştir. Çevrenin yaşanmaz hale gelişinin tek sorumlusu emperyalist ve sömürgeci insan tipidir. Allah’ın en değerli emaneti olan çevreye karşı insanın sorumsuz ve düşmanca tavrı, yeri-göğü fesada uğratmış, huzur, güven, lezzet ve bereketi ortadan kaldırmıştır. Kur’an-ı Kerim bu gerçeği şöyle haber veriyor:

“İnsanların bizzat işledikleri yüzünden kara ve denizde fesat belirdi. Allah da belki vazgeçerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rûm: 41)

Yeryüzünü ıslaha memur olduğu halde ifsat yarışına giren doyumsuz batı kafalı ve barbar tavırlı insanoğlu, bu günahın cezasını ahirette çekeceği gibi, dünyada da peşin olarak acı bir şekilde çekmeye başlamıştır. Bugün insanlık tabiatın kendisine isyanıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Zehirli gaz ve dumanlarla kirlenen atmosfer, üretim ve sanayi atıklarıyla çöplük haline getirilen kara ve denizler, yok edilen ormanlar, kaybolan bitki ve hayvan türleriyle güzelim dünyamız, cehenneme dönüşmektedir. Felâketin büyüklüğüne dair birkaç misal arzedelim: Senede ortalama 400 milyon ton atık madde çevreye yayılmaktadır. Yirmi milyon ton ham petrol denizlere sızmaktadır. 500 milyon motorlu vasıta egzoz veya bacasından zehir saçmakta, motor homurtularıyla sinirler tahrip olunmaktadır. Yok edilen bitki örtüsü sebebiyle sadece ülkemiz, Kıbrıs adası kadar toprağı erozyon yoluyla denize akıtmaktadır. Sadece Amerika’da yılda 250 milyon civarında otomobil lâstiği çöpe atılmaktadır. Yüzde seksenini, reklâmların doldurduğu Newyork Times gazetesini yayınlamak için gerekli olan kâğıt hamuru 15 hektar, günlük sayısı da 6 hektar Kanada ormanının kesilmesini gerekli kılmaktadır. Yalnızca haftalık ve gündelik Fransız gazete ve dergilerinin (ki bunların yüzde elliden fazlası reklâma ayrılır) her ay yuttuğu orman iki bin hektardır.

Manevî kirlilik – maddî kirlilik

Çevremiz, insanın emrinde masum bir emanet ve bu emaneti kirletip mahveden insan olduğuna göre, demek ki baş mesele insan ve insanın kirlenmesi meselesidir. Gönlü ve kafası kirlenmiş, sevgi, insaf ve merhametten mahrum, açgözlü ve bencil insanların meydana getirdiği bir dünyada insaftan, ıslahtan, ikramdan, düzen ve ahenkten bahsedilemez. Çevrenin kirlenmesi insanın manen kirlenmesiyle doğru orantılıdır.

Dünya yaratıldığı zaman tertemizdi. İnsan da dünyaya geldiği zaman günahsız, bembeyaz bir kâğıt gibi lekesizdi. Bilâhare kendisini kirlettiği gibi dünyamızı da kirletti. Çevrenin tahribinde en önemli sebep israftır. İsraf ise; kaynak ve imkânların yersiz ve ölçüsüz kullanılmasıdır. Sınırlı ve çok kere yenilenemez olan dünya kaynaklarını sorumsuzca harcayanlar, başkalarını ve gelecek nesilleri düşünmeden, sırf zevk ve gösteriş gibi nefsanî duygularını tatmine çalışan ruhsuz ve merhametsiz insanlardır. Bunların kafaları, kalpleri ve vicdanları kara ve kirlidir. Bu türlü İnsanların kurup işlettiği israf (tüketim) ekonomisi ve bu ekonominin beslediği tüketim hırsı; korkunç bir yangın gibi her şeyi yiyip bitirmekte, geriye dağlar gibi atık ve enkaz bırakmaktadır. Kanaat ve imanla doymayan göz ve gönülleri, sınırlı olan dünya imkânlarıyla doyurmak mümkün değildir. Tuzlu su içen, içtikçe susayan-susadıkça içen ve neticede çatlayıp ölen insan gibi, günümüz ekonomi anlayışının sonu da bir nevi intihar olacaktır. Ekonomide dengesiz büyüme, son derece tehlikelidir. Yedikçe genişleyen bir mide gibi durmadan tüketen bir sistem, başta insan olmak” üzere kısa zamanda her şeyi tüketeceğe benziyor.

Çevreye Müslümanca bakmak gerekir

Bize göre çevre, bütünüyle Allah’ın bize teslim ettiği ve titizlikle koruyup geliştirmemizi istediği değerli bir emanettir.

“Sizi yeryüzünde yaratıp orayı imar etmenizi dileyen O’dur”. (Hûd: 61)

Yunus Emre gibi biz de yaratandan ötürü yaratılanları severiz. Bu âlemi Cenab-ı Hakkın sıfatlarının tecellisi ve ayinesi olarak biliriz. Allah’ın eserlerini sever, sayarız. Masum yaratıklara saygısızlığı, yaratana saygısızlık kabul ederiz. En büyük hedefimiz, dünyaya geldiğimiz gibi, günahsız, tertemiz kalabilmek, kendimizi kirletmediğimiz gibi, çevremizi de kirletmemektir.

İnancımıza göre, temizlerin yurdu olan Cennete, ancak temiz olanlar girebilir.

Çevremizi temiz tutmak bize dinimizin emridir. Hz. Peygamber (SAS)’in bazı tavsiyelerini hatırlayalım: “Avlularınızı ve meydanlarınızı temiz tutun” “Laneti mucip iki hareketten sakının. O İki şey nedir? Ey Allah’ın Resulü denildiğinde: İnsanların gelip geçtiği yollara ve gölgelendikleri yerlere abdest bozmaktır.” Hz. Peygamber umumi yerlere çöp döktürmemiş, kesmiş olduğu tırnaklarını bile bir çamur parçası içine koyup, bir duvar kovuğuna bırakılmasını emretmiştir. Su ile abdest alır, guslederiz. Suyun kokusunu, rengini ve tadını bozmayız. Aksi halde abdest sahih olmaz. Suları da kirletirsek kirlerimizi ne ile arıtırız. Toprakla teyemmüm yaparız. Teyemmümün sahih olması için toprağın temiz olması lâzım. Toprağı da temiz tutmak görevimizdir. Hz. Peygamber (SAS): “Yeryüzü benim için tertemiz ve mescit kılındı” buyurdular. Camilerimizi kirletmediğimiz gibi, altımızda rengârenk bir halı gibi olan yeryüzünü ve üstümüzde avizelerle parlayan gökyüzüyle zaten bir mescidi hatırlatan dünyamızı da kirletmeyiz. Hz. Peygamber (SAV) yerde bir balgam görse temizlenmedikçe oradan geçmezdi. Ecdadımız da temiz bir çevrecilik hususunda dünyaya örnek olmuşlardır. Fatih Sultan Mehmet Han, cadde ve sokaklara atılan balgam ve pisliklerin üzerine kömür tozu dökmeleri için görevliler tayin etmiştir.

Dünyamızın süsü olan bitkileri de gözümüz gibi koruruz. İnancımıza göre onlar Allah’ı zikrederler. Gözümüze güzellik ve neşe sunarlar. Toprağımızın aşınmasını önlerler. Yağmur çekerler, havamızı temizlerler, bize Cenneti hatırlatırlar. Zaten Cennet, bol ağaçlık, yeşillik yer demektir. Yeşili koruma hususunda Hz. Peygamber (SAV) fevkalâde titiz davranmışlar ve bizzat elleriyle 500 hurma fidanı dikmişlerdir. Bu konudaki bir kaç tavsiyesini hatırlatalım: “Kim bir ağaç diker, onu meyve verinceye kadar koruma ve geliştirme hususunda gayret sarf ederse, meyvesinden yendikçe Allah katında onun için ecir vardır.”

“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da, kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse mutlaka onu diksin, bırakmasın.”

Resulüllah, gereksiz ağaç kesimine şiddetle karşı çıkmış ve şöyle buyurmuşlardır: “Kim yolcuların ve hayvanların gölgelendiği bir ağacı boşuna ve haksız olarak keserse, Allah onu baş aşağı cehenneme atar.” (Ebu Davud. 2/650) Efendimiz, Medine’nin uzak bir yöresini şartlı olarak kesime açmış, ağaç kesmek isteyenlere yerine yenisini dikme şartını koşmuştur.[1]

Çevrecilik İslam’la bütünleşmiştir

Tabii çevreyi korumaya, çevre krizine veya kirliliğine yol açan girişimlere karşı tedbirler almaya, genel olarak “Çevrecilik” denmektedir.

Çevrecilik yeni değildir. Özellikle tabiatın şuurlu bir şekilde yani canlı varlıkların hikmetli yaratık oldukları için korunması anlamında bir çevreciliğin İslâm Dini ve kültürü kadar tarihî geçmişi bilinmektedir. Böyle bir çevrecilik İslâm Dini’nin insanın tabiatla ve insanın Allah’la münasebetini belirleyen ahlâk ve maneviyat öğretilerinin zorunlu bir neticesidir.

Çevre kirliliğinin insan ruhunda meydana getirdiği sıkıntı ve stresi, çevre krizi olarak tanımlamak münasiptir. Sağlıklı ve temiz bir ortamın insanı ruhen ve bedenen sağlıklı tuttuğu inkâr edilemez bir gerçektir. Bunu göz önüne alanların konuya eğilmesiyle tabii dengeyi korumayı amaçlayan çevrecilik fikri gelişmiş, “Çevre Bilim” veya “Ekoloji” gündeme gelmiştir. Bu kelimeyi bu anlamda ilk defa, 1873 yılında, Alman zoologu E.K.Haeckel kullanmışsa da[2], Müslümanlar, konuya bundan asırlar önce eğilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de, “Her şeyin bir ölçü ve bir miktar içinde yaratıldığı”[3] vurgulanır. İşte bundan hareketle konuyu derinlemesine işleyen ilk İslam âlimi de Bîrûnî (m. 973-1051) olmaktadır. Bîrûnî, tabiattaki bu düzene “tabii ekonomi” veya “tabiat ekonomisi” adını koymaktadır. İşte bugün “Ekolojik Denge” denen şey, Bîrûnî ve onu müteakiben XVI. yüzyıl Avrupalı filozoflar ve bilim adamlarının tabiat ekonomisi deyimiyle ifade etmek istedikleri şeyin aynısıdır.

İslâm kültür tarihine bu gözle bakıldığında tabiatın bir ölçü, bir denge, bir nizam içinde yaratıldığı ve bu denge bozulduğunda her şeyin zarar göreceği gibi temel fikirlerin, şuurlu bir şekilde İslâm Dini ile ortaya konduğu görülecektir.

Kur’an-ı Kerim’de tabiatın korunmasına dair doğrudan emirler olduğu gibi, bu emirlerin ışığı altında Hz. Peygamber çevre ve çevrenin korunmasıyla ilgilenmiştir. Bu konuda bize, tabir caizse, “Ekolojik Sünnet” bırakmıştır.[4] İslâm Dinî’nin doğuşu ile çevre, şuurlu bir şekilde problem olarak görülmüş ve o gün var olan çevre problemlerine karşı önlemler alınmıştır.

Kısaca, çevrecilik İslâm ile başlamıştır. Ne yazık ki, İslâm’ın getirdiği çevrecilik çoğu zaman göz ardı edilmiş, bazı yönleri, kısmen bazı kesimlerce yaşatılmaya çalışılmıştır.

Günümüzde olduğu gibi, tarihin her döneminde insanlar, tabiatı ve tabii varlıkları sevmişlerdir. Ondan yararlanmak için ağaçlar yetiştirmişler, hayvanlar beslemişlerdir. Fakat bu çevrecilik veya ekolojik bir davranış değildir. Çünkü bu sevgide, “her varlık tabiat içinde bizatihi bir değerdir” anlayışını taşımadığı gibi şuurlu bir tedbir alma, tabii değerlerinden dolayı koruma düşüncesi de taşımamaktadır.

Çevre ve çevreciliğe bir ihtiyaç olduğu kadar, emaneti korumak ve sevgiden dolayı da yaklaşılmalıdır. “Yaratılanı Yaradan’dan ötürü” sevmeyen, tabiata bu bakış ile yaklaşmayanın düşünce ve tedbirleri de yavan, ruhsuz olacaktır.[5]

Temizlik ibadetin temelidir

İlk insan, ilk peygamber Hz. Âdem dünyaya teşrif ettiği zaman, bugüne kıyasla, dünyamız kim bilir ne kadar temizdi, ne kadar güzeldi…

Günümüzde her saat binlerce çocuk dünyaya gelmektedir. Bunlar için yukarıdaki aynı sözü söylemek artık mümkün değildir. Son zamanlarda bilim adamları daha temiz, daha doğal bir çevrede doğumu gerçekleştirmek için çaba sarf etmişler, nihayet Kuran’da 1500 sene önce ifade edilen, “Su altı doğumu metodu”nu bulmuşlardır.[6] Su temizdir. Bu hususu Sevgili Peygamberimiz şu hadisinde belirtmiştir: “Su, temiz olarak yaratılmıştır…”[7]

Dinimiz temizlik üzerine bina edilmiştir

İslâm her türlü temizliğe önem vermiştir. Dinimiz temizlik üzerine kurulmuştur.[8] Müslüman her yönden temiz olmalıdır. Müslüman’ın önemli görevlerinden biri de çevresini temiz tutmasıdır. Çevre, bir şeyin yakını, dolayı, etrafı demektir.[9] Yüce Allah Kur’an-ı kerimde: “… Orada günahlardan ve pisliklerden temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da böyle çok temizlenenleri sever” buyurmuştur.[10] Temiz olan İnsanın çevresi pis olamaz. Atalarımız, “Aslan yattığı yerden belli olur” derken buna işaret etmişlerdir.

Çevreyi kirletmeden yaşamak, “nezafet”tir!

Günümüz insanının en önemli sorumluluklarından biri de, kendi kirlettiği çevresini temizlemesidir. Aslında insanın çevresini kirletmeden yaşaması gerekir. Lâkin teknolojinin gelişmesine paralel olarak çevremiz devamlı kirlenmektedir. Bu konuda bazı insanlar o kadar duyarsızdır ki, temizlik yaptığını sanarak bütün dünyayı tehlikeye sokmaktadır. Ozon tabakasını delen deodorantlar buna misal teşkil etmektedir.

Eşref-i mahlûkat olan insanın, bulunduğu bu ilâhi makama uygun, temiz bir çevrede yaşaması en tabii hakkıdır. Pis, havasız, mikroplu bir çevrede yaşaması ise sıhhî yönden son derece sakıncalıdır.

Cenab-ı Hak yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan her şeyi insanlığın hizmetine vermiştir.[11] Kâinatta fesat ve kargaşa yoktur. Bir denge, bir düzen, bir gaye vardır. Bu denge ve düzeni bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Çevreyi kirletmek veya kirlenen çevreyi temizlememek hem sıhhî açıdan, hem de kâinatın İlâhî düzeni açısından büyük bir suçtur. Bu sebeple, bütün insanların çevre temizliğine katkıda bulunması bir görevdir.

Çevre temizliğine ormanın ve yeşilliğin katkısı çok büyüktür. Tabiatın ciğerleri ormanlardır. Ağaçlar ve yeşillikler süstür, sağlıktır, güzelliktir. Bitkiler birer oksijen fabrikasıdır. Aynı zamanda kirlenen havayı temizleyen İlâhî bir temizlik aracıdır. Bitki havadaki karbondioksiti temizleyerek, havaya oksijen verip, kirli havayı filtre etmektedir. Ne yazık ki, bu kadar çok faydası olan bitkiyi, ormanı, ağacı insanoğlu kesip yok etme yarışındadır. Bitki ve ağaçların yok edilmesi bir yerde insanın kendisine saygısızlığıdır.

Temiz, bakımlı, havadar, yeşil bir çevrenin sıhhî ve psikolojik yönden çok yararları vardır. Birçok hastalıklar için ilaçtan daha faydalıdır. Böyle yerlerde yaşayan insanların daha sıhhatli oldukları su götürmez bir gerçektir.

Batıda ve bizde çevre düzenlemesi

Çevre temizliği açısından ülkemizi Batı ile kıyaslayacak olursak ilk bakışta; Batının daha temiz, daha yeşil bir çevreye sahip olduğu dikkatleri çekmekteydi. Aslında Müslüman olarak bizim çevremizin; şehirlerimizin, yollarımızın, evlerimizin, işyerlerimizin çok net bir şekilde onlardan daha temiz olması gerekirdi. Fakat bunun böyle olmadığı görülmektedir. Şunu da unutmamak lazım ki, Batı, temizliği sadece aksesuarda ve estetikte gözetmektedir. İç temizliğine, ruh ve ahlak temizliğine önem vermemiştir. Bu ise asılda olmayan, görünürde bir temizliktir. Yediği, içtiği temiz olmayanın çevresinin temiz olması ne ifade edecektir? Oysa Cenab-ı Hak insanlardan yiyip içtiklerinin de temiz olmasını istemektedir.[12] Pis ve zararlı şeyleri yemek ve içmek, pis bir çevrede yaşamak, insanın kendisini bile bile tehlikeye atması demektir. Bu da Kur’an’da yasaklanmış ve yerilmiştir.[13]

İslâm Dini insanlardan içini, dışını ve çevresini temiz tutmasını istemiştir. Temizlik ve nezafet olmadan ibadette geçersizdir. İslâm’da her amelin ayrı bir temizliği emredilmiştir. Temiz olmak, temiz yaşamak ayrıca bir ibadettir. Hele bu temizlik umumun yararına olan çevre temizliği ise, onun sevabı ve sorumlulukları daha da ileridir.

Temizlik hayattır, uzun ömürdür, berekettir. Temizlik güzelliktir. Temizlik insanlığın bir gereğidir. Çevremizi temiz tutarak daha da güzelleştirmek hepimize bir vazifedir.

İslami açıdan ekoloji

Ekoloji, Yunanca iki kelimenin birleşmesinden meydana gelmiştir. Biri ev anlamına gelen “Oıkos”, diğeri de bilgi, ilim anlamına gelen “Logos” kelimesi. “Mekân Bilgisi”, “Ev Bilgisi” anlamına olan Ekoloji, on sekizinci asırdan itibaren Batı’da kullanılmaya başlanmış, son on-beş yirmi yıldan beri de, çevrecilikle eş anlamlı olarak kullanıldığı görülmektedir.

İslâmiyet, kişinin hem dünyada, hem de ahirette mutlu olmasını istemektedir ve bu anlam dinin tarifi içindedir. Din’in emir ve yasakları bu iki yönüyle değerlendirildiğinde dengeyi koruyamayanın zararda olduğu görülecektir. İnanan insana içinde yaşadığı âlem’e insanlara, hayvanlara hatta tabiata karşı sorumluluklar yüklenmiştir. Canlı ve cansız varlıklara karşı sorumluluklarımız bazen bir Fariza, bazen da bir Fazilet olarak bize öğütlenmiştir.

Ekoloji, Allah’ın yarattığı tabiatın dengesinin korunması, canlı türünün muhafazası, hayvanlara iyi muamele yapılması, çevre kirliliğine sebep olan her çeşit faaliyete karşı çıkılması olarak ele alındığında, bu konuda İslâm’ın emir, yasak ve tavsiyeleri rahatça görülecektir.

Çevreyi kirletme hususunda da İslâm’ın emirleri çok açık seçiktir. Çünkü İslâmiyet temizlik dinidir. Temizlik imanın yarısı kabul edilmiştir.”[14] Bu temizlik, hem çevre, hem vücut, hem gönül temizliğini ifade etmektedir. Pislik ya canlının, insanın sağlığına ya da mü’minin ibadet yapmasına engel olan şeydir. Görüldüğü gibi kirletmek, pisletmek bir yana, çevreyi temizlemek bir görevdir. Temiz olmayan yerde ibadet yapmak, namaz kılmak mümkün değildir. Sağlığını kaybeden kimse pek çok ibadeti yerine getiremeyecektir. Kendi eliyle sağlığını kaybeden Müslüman, sağlığın şart koşulduğu ibadetleri yapamadığından, her halde hesaba çekilecektir.

Hz. Peygamberin hayatında, çevreciliğe örnek gösterilecek hareket ve davranışlarını özellikle, Medine döneminde ve devletleşme sürecinde görülmektedir. Allah’ın Resulü, Zû-Kard Gazvesinden dönerken, Zurayb adlı mevkie gelince, Ensar’dan Harise oğulları: “Ya Resulallah! Burası bizim develerimizin otlağı, koyunlarımızın merası, kadınlarımızın çıkacakları orman bölgesi idi” demişler. Bunun üzerine Resulullah: “Kim buradan bir ağaç keserse, yerine yenisini diksin” buyurarak buranın koru haline gelmesini emretmişlerdir.[15]

Aynı kaynakta, Mehzür Ovasında toplanan sudan başka yerlerin de faydalanması için tedbirler alındığı bilinmektedir.[16] Hatta Hz. Osman da aynı yere, daha sonra su için set yaptırdığı rivayet edilmektedir.[17]

Yine Hz. Peygamber’in sağlığında, bazı bölgeleri, bugünkü ifadeyle Sit Alanları tayin ettiği, herkesin yararına millî park ilan ettiği tarihi bir gerçektir. Hatta bu bölgelerin sınırları çizilmiş, otlarının koparılmasına, ağaçlarının kesilmesine, hayvanlarının avlanmasına yasak getirilmiştir. Hayber’in fethinden dönerken, Medine’yi göstererek: “Ya Rabbi İbrahim’in Mekke’yi haram kıldığı gibi, ben de Medine’yi haram kıldım. O’nun iki kayalığı arası Haram Bölgesi’dir. Ağaçları kesilmez, ağaçlarının yaprakları koparılmaz, otları yolunmaz, hayvanları avlanmaz” buyurmuşlardı.[18] Belâzurî bu yasaktan bahsederken Sa’d b. Ebi Vakkas’ın bir olay münasebetiyle Hz Ömer’in şehrin bu hudutlarını esas kabul ettiğini, azatlı bir köleyi de bu koruma alanı için bekçi tayin ettiğini de bildirmektedir.[19] Taif’ten gelen bir heyet, Taif halkının topluca Müslüman olmak istediklerini, ancak bazı şartlarının olduğunu, bu şartlardan birinin de Taif’in korunmuş bölge ilan edilmesi taleplerini Resulullah’a iletmişlerdi. Hz. Peygamber, ileri sürülen şartlardan bazılarını kabul etmiş, özellikle Taif şehri vadisi olan Vacc Vadisi’nin koruma alanı olarak ilanı ile ilgili olarak, Halid b. Said’e özel bir beyanname yazdırarak Taif halkına göndermişti. Bu beyanname’nin metni şöyleydi:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Ne Vacc Vadisi’nin dikenli ağaçları, ne de orada bulunan çalılar tahrip edilmeyecektir. Av hayvanları da öldürülmeyecektir. Böyle bir kötü hareketi yaparken yakalanan her şahıs elbiseleri çıkarılarak kırbaçla ıslah edilecektir. Şayet buna aldırış etmeyen olursa, yakalanıp Peygamber Muhammed’in huzuruna götürülecektir. Allah’ın elçisi Muhammed’in emri böyledir.”[20]

Medine’de yeni yapılacak evlerin aralarında olacak mesafeleri, yolların genişliğini bizzat tayin etme ihtiyacını hisseden Peygamberimiz: yolların çeşitli yönlerden gelen yüklü develerin rahat geçebileceği bir genişlikte bırakılmasını, normal genişliğin en az yedi zira (yaklaşık 5.5 m.) olmasını istemiştir.[21]

Biz bu örnekleri, Ekolojinin İslâmîliği’ni gösterebilmek için vermeye çalıştık. Müslümanların bu prensiplere ne kadar bağlı kaldıkları hususu ise, sakinleri Müslüman olan şehirlere bakarak karar vermek mümkündür. Görülecektir ki, kusur Müslümanlıkta değil, Müslümanlardadır.[22]

Çevre sağlığı ve hayati önemi

Dr. Nuran Berker’in dediği gibi: Çevre sorunları özellikle su, hava, toprak ortamlarının aşırı kirlenmesi ve kendi kendini temizleme güçlerini kaybetmeleri gibi durumlarda ortaya çıkmaktadır. Yani doğal dengeyi bozan her etken, çevre sorununa yol açmaktadır. Ancak burada önemli bir husus, kirliliklerin, özellikle insan kullanımları sonucunda oluşmasıdır.   Birbirine bağlı sistemler aracılığı ile, bir düzen dâhilinde yürüyen doğal ekolojik denge’nin insanlar tarafından baş döndürücü bir hızla bozulması, gelecekte çok daha büyük boyutlu çevre sorunlarını oluşturacaktır.

Tabiatta oluşan değişimler ve bunların tabii sonuçlarının insan ve diğer canlılar bünyesinde bir takım değişikliklere yol açması doğaldır. Özellikle insan sağlığı açısından ele alırsak, vücudun ihtiyacı olan maddeleri ihtiyaç oranları üstünde veya altında yani zarar verici düzeylerde olması organizma dengesinin bozulmasına, sonuç olarak da akut-kronik rahatsızlıkların, hatta ölümlerin ortaya çıkmasına neden olacaktır.

İnsan organizması hava, su veya toprak kaynaklı herhangi bir toksik ajanla karşılaştığında, önce homeostazi dediğimiz normal uyum aşaması devreye sokulmaktadır. Ancak bu safhayı aşan durumlarda kompanzasyon aşaması başlamaktadır. Bu devrede organizma yabancı maddeyi silme, yok etme veya zararsız hale getirmek için çabalamaktadır. Ancak bu safhanın da aşılması artık organizma düzeninin bozulması ve toksik maddelere karşı koyamadığı bir aşamadır. Tabii bozulma safhasından sonra da organizma iflas edecek ve hastalık tabloları ortaya çıkacaktır. Önceki safhalarda baş ağrıları, kusma, adele krampları, kansızlık, sinir bozuklukları, idrar miktarında azalma, görme bozuklukları gibi genel sorunlarla karşılaşılır. Hastalık tablolarının oluşması ile belirtiler daha da yoğunlaşacak ve sistem tutulmaları doğrultusunda şikâyetler artacaktır.

Toksik ajanlar organizmaya, daha çok solunum sistemi, mide-barsak sistemi (besin zinciri), deri ve mukozalar yoluyla sokulmaktadır.

Atmosferde bulunan endüstriyel kaynaklı kondanse küçük partiküller (tozlar) ile sis, buhar, gaz gibi etkenler, özellikle solunum sistemi mukozalarını, bronşları hatta alveoller düzeyinde akciğerleri etkileyen ajanlardır. Bunlar içerisinde en önemli sayabileceklerimiz şunlar olabilir: Karbonmonoksit, karbondioksit, sülfürdioksit, klor, ozan, siyanür, krom, fosfor, gazlar, asit trioksit, arsenik, hidrojen sülfür, metan, etan, hidrojen, azot….vb. Bu gazlar, önce mukoza tahribi ile başlayan etkilerini kan sistemi üzerinde yoğunlaştırdıklarında, hücrelerin oksijensiz kalması sonucu hücre yenilenmesi ve beslenmesi engellenerek hücre ölümlerine neden olmaktadır.

Genel olarak toksik ajanlar organizmada birikimler (kan sistemi) oranında solunum sistemi, kalp damar sistemi, hemopoetik sistem, merkezi ve periferik sinir sistemi, boşaltım sistemine etki ederek hastalıkların oluşmasını sağlamaktadır.

Görülüyor ki insan sağlığı; tabiri caizse, çevre sağlığıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Tabiatla yakından ilişkili olan insanın içinde yaşadığı çevreden soyutlanması imkânsızdır. Hava, su, toprak veya diğer çevre kirleticileri, insanın yaşama sistemini ve sağlıklı nesiller yetiştirilmesini dinamitleyen unsurlardır.

Çevre sağlığını biraz daha açmak gerekirse;

Çevre sağlığı 2. Dünya Harbinden sonra bütün dünya milletlerinin üzerinde durdukları güncel bir konu haline gelmiştir. Dünya Sağlık Teşkilatı, çevre sağlığını şu şekilde tanımlar: İnsan hayatının çevresinde bulunan ve sağlığına zararlı etkiler yapan ya da yapabilme durumunda olan bütün şartların düzeltilebilmesi işlemidir.

Özellikle enfeksiyon hastalıklarından korunmada, düzeltilmiş çevre sağlığı şartları çok daha önemlidir. Çevre sağlığı kapsamındaki şartları, Türkiye’miz için önem sırasına göre söylemek gerekirse:

1- Yeterli miktarda temiz su temin edilmesi

2- Oluşan katı ve sıvı atıkların (fabrika atıkları, çöp gibi) zararsız hale getirilmesi.

3- Besinlerin kontrolü ve sanitasyon (besinlerin üretiminden tüketimine kadar geçen zaman içerisinde özelliğini yitirmeden muhafaza edilmesi)

4- Mevcut vektörlerin kontrol altına alınıp etkisizleştirilmesi (fare, sinek, bit, pire, kene v.b. ile mücadele).

5- Hava kirliliğinin önlenmesi.

6- Konut hijyeninin temini (yapılaşmanın plânlı ve alt yapının sağlıklı olması).

7- Kazalardan korunmak için gerekli tedbirlerin geliştirilmesi

8- Endüstri hijyeni (sanayi atıklarının zararsız hale getirilmesi, çalışma ortamlarının sıhhileştirilmesi).

9- Gürültünün en az düzeye indirilmesi

10- Radyoaktif ajanlardan korunma tedbirleri (radyolojik çalışmaların yapıldığı ortamların kontrolü) şeklinde özetleyebiliriz. Aksi takdirde, sağlıklı bir çevrede yaşıyoruz diyebilmemiz mümkün değildir.

 

 


[1] A. Rıza Temel

[2] Scruton, R.A. Dictionary of Political Thought, London 1982, s. 137.

[3] Kamer Suresi, ayet: 49.

[4] Sünnet’te ekoloji ile ilgili olarak bakınız. “İslâm ve Ekoloji” Diyanet İşleri Başkanlığı Yayını, Ankara 1992. s. 49-66

[5] Mehmet Bayraktar

[6] Meryem Suresi, Ayet 23, 24,25

[7] İmam-ı Gazali, İhyau Ulumi’d-din, C.1.S.345, Bedir Yayınevi.

[8] İmam-ı Gazali, a.g.e. S 333

[9] Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, C.1.S.297

[10] Tevbe Suresi, Ayet:108

[11] Câsiye Suresi; Ayet:13

[12] Bakara Suresi, Ayet; 172

[13] Tahrim Suresi, Ayet: 6

[14] Hadis-i Şerif mealidir. Bkz. Suyuti, el-Camiu’s-Sağir II, 57; el-Aclûni, Keşfu’l-Hafa II, 46. Hadis’in devamı da vardır.

[15] Belazürî, Futuhu’l-Buldan, Çev. Prof. Dr. Mustafa Fayda, s.11, Kültür Bakanlığı Yay. Ankara 1987.

[16] Age., s.11-12.

[17] Age., s.13

[18] Buhari, Cihad 71; Müslim, Hacc 458-464; Ebu Davud, Menâsik 96.

[19] Bkz. Futuhu’l-Buldân, s. 10-11

[20] İslâm Peygamberi II, 332, el-Vesaıku’s-Siyasiyye s. 236-238, Beyrut 1969

[21] Buhari, Mezalim 29; Müslim Müsakât 31, Hamidullah İslam Peygamberi, I,297.

[22] Ahmet Karadut

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/ekim-2012/islamda-cevre-bilinci

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi