GOLAN, PALAVRAYLA DEĞİL,
İSLAM SAVUNMA PAKTIYLA KURTARILIRDI!
Siyonist ve Terörist çete İsrail, 1967deki Altı Gün Savaşından beri işgal altında tuttuğu, Suriyeye ait Golan Tepelerini ilhak (kendi topraklarına katma) kararı almış, ABD Başkanı Trump ise bu haksız ve dayanaksız kararı resmen tanıdığını açıklamıştı. BMnin ve diğer ülkelerin cılız çıkışları hiçbir işe yaramamıştı, İsraile ve ABDye geri adım attırmamıştı; çünkü BM ve NATO zaten Siyonist odakların bir hizmetkârı olarak kurgulanmıştı. AKP iktidarının ve Sn. Erdoğanın kurusıkı itirazları da tam bir aldatmacaydı. Çünkü Sn. Erdoğanın yapacağı ilk şey, İsraille imzaladığı Normalleşme=Siyonist girişimlerini destekleme anlaşmasını iptal ettiğini açıklamasıydı. Hâlâ bunu bile yapmamıştı!? Bu arada 27 Şubat 2019da; Trumpın Yahudi damadı Kushner, İsrailden sonra Ankaraya uğramış ve Sn. Erdoğan tarafından Sarayda özel ağırlanmıştı. Acaba 100 yılın anlaşması kılıfı altında ABDnin, İsrailin Golanı ilhak kararını onaylayacağı konusu da gündeme taşınıp nabız yoklanmış olmasındı!
İsrailin Golan kararı, Ortadoğudaki çatışmaları azdıracaktı!
Göreve geldiğinden bu yana, İsraili koruyan politikalarıyla büyük tepki çeken Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, Siyonist müttefikine büyük bir jest daha yaparak, Golan Tepelerinde İsrailin egemenliğini tanıdıklarını açıklamıştı. Uluslararası hukukun Suriye toprağı olarak tanımladığı Golan Tepelerinin ABD tarafından İsrail toprağı olarak tanınması, bölgedeki İsrail işgalini adeta meşrulaştıran skandal bir karardı.
Bilindiği gibi İsrail, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşında Gazze, Batı Şeria ve Kudüsün doğusuna ilave olarak, Mısır toprağı olan Sina Yarımadasını ve Suriye toprağı olan Golan Tepelerini de işgal ediyordu. Sina Yarımadası Camp David Anlaşmaları kapsamında Mısıra geri verilirken, Golan da dahil olmak üzere diğer işgal edilen bölgeler, 1981 yılında dünyanın tanımadığı tek taraflı bir kararla İsrail tarafından ilhak ediliyordu. Birleşmiş Milletler; 1967 yılında İsraile savaş sonrasında işgal ettiği bölgelerden çıkma çağrısı yapıyor, 1981 tarihli ilhak kararları da BMGK tarafından açıkça uluslararası hukukun ihlali olarak tanımlanıyor ve yasadışı sayılıyordu. Yani İsrail, on yıllardan beri, normal koşullarda ağır yaptırımla karşılaşması gereken büyük bir suç işliyordu. Ayrıca İsrail, bir başka uluslararası hukuk ihlali gerçekleştirerek tıpkı Batı Şeriada, Kudüsün doğusunda ve 2005 yılına kadar Gazzede yaptığı gibi, Golan Tepelerine de kendi vatandaşlarını yerleşimci olarak da taşıyordu. Bu ihlallerden de, hak iddialarından da geri adım atmayan İsrail, aynı zamanda uzun süredir ABD yönetimine Golan üzerindeki egemenliğinin resmen tanınması için baskı yapıyordu. Amerikan Siyonist Örgütü Başkanı Morton Klein ve İsrail İstihbarat Bakanı Yisrael Katz gibi isimler, aylardır Washington nezdinde bu yönde lobicilik faaliyeti yürütüyordu.
Golandaki Zengin Su Kaynakları İsrailin İştahını Kabartmıştı.
İşgalci İsrail Golan Tepelerini neden bu kadar önemsiyordu? Bu ilginin arkasında hangi sebepler yatıyordu?
Golanın İsrail için bu denli önemli olmasının birkaç sebebi gösteriliyordu. Öncelikle bölge, Suriye ve Lübnan topraklarının bir kısmının gözetim altında tutulmasını sağlayan stratejik bir konuma sahip bulunuyordu. İkinci olarak, oldukça zengin su kaynaklarını barındırıyordu. 1968 yılında 120 sayılı askeri kanunun çıkarılmasından bu yana, bölgedeki yerel çiftçi nüfusun aleyhine olacak şekilde su kaynakları münhasıran İsrail için kullanılıyordu. Yine 1995 yılında dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin de Suriyeyle yürütülecek olası barış müzakerelerinde kendileri için en büyük tehlikenin, Golan Tepelerinin su kaynaklarını kaybetme olasılığı olduğunu söylüyordu. Bu su kaynaklarına ilave olarak, bölge genelinde yeni petrol ve doğalgaz kaynakları keşfedilirken, Golan Tepelerinin de bu türden doğal kaynakları bolca barındırdığı düşünülüyordu. Bu doğrultuda son beş yıldır İsrail tarafından sondaj çalışmaları yapılıyordu. Ayrıca Golan Tepeleri; Şama 60 km. yakınlıkta olup, Suriye, Lübnan ve Ürdün topraklarını gözetleyen hâkim ve stratejik bir savunma bölgesi oluyordu.
Trumpın Golan Desteğinin, Seçimlerde Netanyahunun Elini Güçlendireceği Konuşulmaktaydı!
Nisan ayındaki seçim öncesinde oldukça zor durumda olan Binyamin Netanyahu, Trumptan Golan Tepeleri üzerindeki İsrail hâkimiyetini tanıma sözü alarak, hem rejimi için hem de kendisi için bir kazanım sağlamış gibi görünüyordu. Hiç kuşku yok ki bu adımın, Netanyahunun seçimde alacağı oyları arttıracağı biliniyordu. Diğer taraftan bir dizi nedenden ötürü sıkışmışlık içinde olan Trump da, tıpkı Kudüs kararında olduğu gibi bu kararla da ABD içindeki İsrail lobilerinin desteğini alarak, bir süreliğine daha kendi konumunu sağlamlaştırmayı düşünüyordu.
Bu Siyonist Karar, Uluslararası Toplumda Tepkiyle Karşılanmıştı!
ABDnin Golanı İsrailin toprağı olarak tanıma kararı tıpkı Kudüs kararı gibi uluslararası toplumdan kabul görmeyecektir. Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği gibi ulus-üstü örgütlenmelerin yanı sıra pek çok tekil devlet de bu girişimi tepkiyle karşılıyordu. Trump yönetiminin ısrarcı olması halinde bu girişimin bir krize dönüşmesi de bekleniyordu. Hatta bunun Kudüs kararından daha büyük bir kriz oluşturması da kaçınılmaz görünüyordu.
Yeni Bir Bölgesel Çatışma Yaşanacaktı!
İran destekli olarak tanımlanan çeşitli yarı-resmi askeri yapıların Golan Tepelerini İsrail işgalinden kurtarmak için özel hazırlıklar içinde olduğu yazılıp çiziliyordu. İlhakın resmen tanınması girişimi, bu unsurlar ve İsrail arasında açık bir çatışmayı tetikliyordu. Böyle bir durumda ABDnin de Suriyedeki askeri güçlerini Golan Tepelerine kaydırabileceği veya yeni güçler gönderebileceği konuşuluyordu. Bir başka deyişle, yeni bir bölgesel çatışmanın/savaşın patlak vermesi kaçınılmaz görünüyordu.
İslam Âlimleri, İsrail ile normalleşmeyi haram ve hıyanet olarak yorumlamıştı.
Dünya Müslüman Âlimler Birliği, Arap ve Körfez ülkelerinin İsrail ile ilişkileri normalleştirme çalışmalarını şiddetle kınayarak Golan Tepelerinin işgalcilere ait olduğunun ilan edilmesi, Netanyahu ile aynı masaya oturulması, Arap ve Körfez ülkelerinde ağırlanması ve spor kılıfı altında normalleşme çalışmalarını büyük bir endişe ve üzüntüyle takip ediyoruz açıklamasını yapmışlardı. İşte bu noktada AKP iktidarının da İsraille imzaladığı normalleşme anlaşmasını hâlâ askıya almadığı da unutulmamalıydı.
İslam Âlimlerinden yapılan yazılı açıklamada, hangi ülkeden ve hangi gerekçeyle olursa olsun İsrail ile ilişkileri normalleştirme çalışmalarının kınandığı ve haramlığı vurgulanmıştı. Normalleşmenin Kudüs meselesi üzerindeki tehlikeli etkilerine karşı uyarıda bulunan açıklamada, Filistin ve Kudüs meselesinde yaşananları, Golan Tepelerinin işgalcilere ait olduğunun açıklanmasını, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile Varşovada aynı masaya oturulmasını, Netanyahunun bazı Arap ve Körfez ülkelerinde ağırlanmasını ve spor kılıfı altındaki normalleşme çalışmalarını büyük bir endişe ve üzüntüyle takip ediyor. ifadesi kullanılmıştı.
Arap ve Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleştirme yarışına girmesi karşısında Dünya Müslüman Âlimler Birliği, herkese nasihat etmeyi bir görev bilmektedir. ifadesi kullanılan açıklamada, daha önce Katarın Filistin meselesindeki saygın duruşu, Gazzeye ve Arap dünyasındaki mazlum insanlara verdiği desteğin övüldüğü, ancak Katar topraklarında spor etkinliği altında gerçekleşen normalleşmenin kınandığı vurgulanmıştı.
(AIPAC) İsrail Lobisinin Toplantısı Protestolarla Başlamıştı.
Öte yandan ABDdeki en etkili İsrail yanlısı lobi kuruluşlarından Amerika İsrail Halkla İlişkiler Komitesinin (AIPAC) yıllık toplantısı protestolarla başlamıştı. ABDdeki İsrail yanlısı hareketin en büyük toplantısı olarak nitelenen AIPACın Washingtonda başlayan yıllık toplantıya on binlerce kişinin katılımı planlanmıştı. Trumpa karşı 2020 yılında yapılacak ABD Başkanlık seçiminde Demokrat Parti aday adaylarından Senatör Elizabeth Warren, Senatör Kamala Harris, Senatör Beto ve ORourke ve Senatör Bernie Sanders AIPAC toplantısına katılmayacak. Kurulduğu 1950lerde ABDde sadece küçük bir lobi grubu olarak faaliyet gösteren AIPAC, bugün Kongreye her yıl milyonlarca dolar bağışta bulunmaktaydı.
Filistinden, Romanya ve Hondurasa Kudüs İtirazı!
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Genel Sekreteri Saib Ureykat, Romanyanın Tel Avivdeki Büyükelçiliğini Kudüse taşıma, Hondurasın Kudüste diplomatik misyon açma kararına tepki yağdırmıştı. Ureykat, Romanya ve Honduras kararları, ABD Başkanı Donald Trump yönetimini ve dünyadaki aşırı sağcıları razı etmek için bölgeyi ateşe vermeye katkı sağlayan tek taraflı ve yasa dışı adımdır. Bu İsrailli aşırı sağcıların, uluslararası hukuka ve yasalara aykırı ihlalleri sürdürmesine teşvik ediyor. ifadesini kullanmıştı.
Netanyahu, İşbirlikçi Mısıra Denizaltı Satışını Onaylamıştı!
Netanyahu, ABD seyahati öncesi İsrail 12 kanalında katıldığı programda, Almanyanın Mısıra iki denizaltı satmasına onay verdiği yönündeki iddiaları doğruladı. Alman denizaltılarının Mısıra satılması konusunu, İsrail Savunma Kurumu liderlerinden gizlediğini inkâr etmeyen Netanyahu, Mısır, Güney Kore ya da diğer ülkeler de her halükârda (denizaltıları) satın alacaktı. Benny Gantz, Yair Lapid özellikle Moshe Yalon ve Gabi Aşkenazi (Mavi-Beyaz ittifakının önde gelen isimleri) devlet sırlarını açığa çıkarmam konusunda beni zorluyor. Devlet güvenliğini tehlikeye atıyorlar. Bunu açıklamam.ifadelerini kullanmıştı. İsrail eski Savunma Bakanlığı Siyasi ve Güvenlik Komitesi Başkanı Amos Giladın polise verdiği ifadede, Almanyanın Mısıra 2 adet denizaltı satışına Netanyahunun onay verdiğini aktarmıştı. Bu haberin ardından, İsrailde 9 Nisandaki erken seçimde Netanyahunun partisi Likudun en yakın rakibi olarak gösterilen Mavi-Beyaz ittifakı, Başbakan hakkında soruşturma açılması talebinde bulunmuşlardı.
Tam bu fırsatta kuduz İsrail Gazzeye saldırmıştı!
Terörist İsrail ordusu, abluka altındaki Gazzenin kuzeyini topçu atışıyla vurmaya başlamıştı. Saldırıdan bir süre sonra Tel Avive uyduruk roket düşmüş, işgalci hafif yaralanmış, bu roket atılmasını bahane eden Siyonist rejim, yeni katliam ve tahribatları yoğunlaştırmıştı. Bölgedeki görgü tanıklarından alınan bilgiye göre, topçu atışları Beyt Hanun beldesinin doğusundaki Hamas Hareketine ait gözlem noktasını ve etrafındaki sivil ve savunmasız Müslümanları vurmaya başlamıştı. AKP iktidarı ise kof çıkışlarla günü kurtarmaya ve toplumu avutmaya çalışmaktaydı.
Trumpın Golanın işgal ve ilhakını resmen tanıdığını ilan etmesi üzerine, zerre vicdanı olan kimselerin, Erdoğan iktidarının, en azından İsraille yaptığı Normalleşme Anlaşmasını derhal askıya almasını hatırlatmaları gerekirken, şaşırmışlıkları sapıtmışlığa ulaşan bazı ayarsızlar: Trumpın, Golanı işgal ve ilhakını resmen tanıması İsrail güvenliğini güçlendirmez. Tek süper güç olarak müttefikleriyle birlikte BOP için işgal ettiği Irakta yenilerek çekilen ABD bölgeye geri dönemez. Psikolojik destekten öte faydası olmayan kışkırtıcı karar İsraili riske atar[1]diyerek,Trumpın büyük bir stratejik hamleyle, İsraili kışkırtıp başını belaya sokacağı ve bu kararın İsraili riske atacağı yorumunu yapmaktan utanmamışlardı. Bütün amaçları, Sn. Erdoğanı hâlâ haklı çıkarmak, Trumpın Siyonist karşıtlığını ispatlamaya kalkışmaktı.
Oysa Erbakan Hoca defalarca uyarmıştı!
Rahmetli Erbakan Hocamız; emperyalist ABDnin, Siyonist İsrailin hedeflerine hizmetkârlık yaptığını, sahip olduğu ekonomik ve siyasi gücün imkânlarını kullanarak İsrailin Arz-ı Mevud hayallerini gerçekleştirilmesine arka çıktığını her fırsatta açıklamıştı. Siyonist İsrail ve ABD, Golan hamlesi ile İslâm dünyasına fiili bir saldırı daha başlatmıştı. İsrailin Kudüs ve Batı Şeria ile başlayan büyük toprak işgalleri şimdi ABDnin desteği ile Golana da yayılmıştı. Rahmetli Erbakan Hoca, Ortadoğunun şımarık oğlanı dediği İsrailin Arz-ı Mevud üzerindeki toprak işgallerini sürekli hatırlatmıştı.
Erbakan Hoca yıllarca şöyle uyarmıştı:
İsrail bayrağı üzerinde gösterilmiş. İki tane mavi çizgiden birisi Fıratı birisi Nili gösteriyor. Fırat bölgesi Türkiyeyi de içine alıyor. Ne diyor bu bayrak? Biz Türkiye dâhil bütün Ortadoğuyu kendi kontrolümüz altına alacağız. O zaman dünya hâkimiyetimiz tesis edilecek. Beş bin yıldan beri bunun için hazırlanıyorduk, zeminleri hazırladık, İsraili kurduk, şimdi Arz-ı Mevud topraklarını İsraile dâhil etmemiz lazım. Ee artık bunun vakti geldi, çünkü dünya tek kutupludur, bu gücü temsil eden Amerika da avucumuzun içindedir. O halde bir bir Arz-ı Mevud üzerindeki ülkeleri yok edelim ve dünyada bizim emrimizi dinlemeyecek hangi ülkede hangi yönetim varsa onu ikna edelim, yerine kendi yönetimimizi kuralım. diyorlar, bunun için kudurmuş gibi sağa sola saldırıyorlar. Karar budur, uygulama budur. İşte bu uygulama dolayısıyla gördüğünüz gibi Afganistan işgal edildi, Irak işgal edildi, şimdi Suriye-İran işgal edilmek isteniyor. Sonra Mısır, Suudi Arabistan ve arkadan da Türkiye. Kim söylüyor bunu İsrail bayrağı söylüyor ifadelerini kullanmıştı.
ABD, İsrailin asırlık hedeflerinin hizmetkârıdır!
Erbakan Hoca, 2003 yılında Saadet Partisi Ankara İl Başkanlığında düzenlediği haftalık basın toplantısında; dış meseleleri ele aldığı konuşmasında, Suriyede yaşanılan hadiseleri ele almış ve o dönemde hem AKP hükümetini hem ülke insanlarını hem de tüm dünya Müslümanlarını uyarmış, Suriye, Mısır ve ileride nihai hedef olarak Türkiyenin Arz-ı Mevudu İsraile katma planı çerçevesinde ele geçirilmek istendiğini vurgulamıştı.
Erbakan Hoca, Biz Millî Görüşçüler, yıllardan beri Amerikanın İsrailin asırlık hedeflerine hizmet ettiğini, tek kutuplu bir dünya olmanın imkânlarını kullanarak İsrailin Arz-ı Mevud politikasının gerçekleştirilmesine yardım ettiğini, Amerikan müdahalesinin; Filistin, Afganistan, Irakla sınırlı olmadığını, sırada Suriye, İran, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiyenin bulunduğunu söylemekteyiz. Uykuda olanlar veya işbirlikçiler, bu sözlerimizi hep, Komplo Teorisi şeklinde itham ettiler. İşte şimdi takke düştü, kel göründübuyurmuşlardı.
Nihai hedef; Arz-ı Mevud ve 2. Sevr olmaktadır!
Dış mihraklar bir yandan Arz-ı Mevudu adım adım İsraile katmak için çalışırken, öbür yandan da Türkiyemizi güçsüzleştirmek, (maazallah) yumuşak lokma haline getirip bölmek, 2. Sevri uygulamak için ellerinden gelen her türlü gayreti göstermektedirler. Kuran-ı Kerimde Rabbimizin özellikle anlattığı ve salih kullarını varisi kıldığı Arz-ı Mevud bölgesine göz diken Yahudiler, binlerce yıldır rüyasını kurdukları işgali son yıllarda gerçekleştirme peşinde koşmaktadır.
Mezhep çatışması da çıkarmak istiyorlardı!
Millî Görüş Lideri Erbakan, günümüzde etkisini gösteren mezhep çatışmasına da o dönemde dikkat buyurmuşlardı: Dış politikadaki anlayış ve uygulamalar sebebiyle, Müslüman ülkelerde ve öncelikle Arap âleminde, Türkiye aleyhine bir hava süratle gelişmektedir. Türkiye, Amerika ve İsraille birlikte, Irakı parçalamak ve bir bölümünü işgal etmekle, Amerika, İngiliz, İsrail üçlüsünün Ortadoğu planlarına destek olmakla suçlanıyor. Bugün apaçık ortaya çıkmıştır ki, sözüm ona dost ve müttefik Amerikalı, İngiliz ve İsrailliler, İslâm âlemindeki bütün etnik ve mezhep kesimlerini birbirleri aleyhine kışkırtmaktadırlar. Bu kışkırtmalardan Türkiye de hissesini almaktadır.
Millet olarak bir karar vermek zorundayız: Ya, Amerikan emperyalizminin önüne kemik attığı, Siyonizmin bekçi köpeği olacağız, ya da Çanakkaleden Kocatepeye, bir destan bırakmış dedelerimizin şerefli torunları olarak yaşayacağız. diyen yandaş Ardan Zentürk daha başlarken gerçekleri saklıyor ve saptırıyordu. Çünkü Siyonizm ABDnin maşası değil, ABD Siyonizmin bir uşağıydı!
Bu ülkeye bağlılığınız, Dolar yarın kaç Lira olur düzeyindeyse, merak etmeyin, size kemik verecek bir sömürgeci mutlaka bulursunuz, FETÖcüler gibi kemiğin etlisini de sıyırabilirsiniz (Bu) Millet, bir somun ekmekle üzüm hoşafını katık eden dağ gibi adamların evlatlarıdır, yolunda yürür, hiç şüpheniz olmasın Uzlaşmak intiharımızdır, kabul etmeyeceğiz Tarihin kırılma noktasında emperyalizm ile uzlaşmak söz konusu değildir. O S-400ler buraya gelecek, Doğu Akdenizde hareket halindeki bütün yabancı hava unsurlarına da kilitlenecek, o kadar. Erdoğanın kulağına Amerika ile uzlaşmazsak, ekonomide felaket yaşarız korkusunu fısıldayanlar da vardır kuşkusuz. Bunları tanıyoruz. Birkaç ay önce, MHP ile ittifakımız Kürt oylarını kaybettirir safsatasıyla milletin 15 Temmuzda sokakta kurduğu Cumhur İttifakını darağacına götürerek emperyalizme yeni kulvar açmak isteyenlerdir. Yemeyiz.
Gerekirse NATOdan çıkılır
Amerikan emperyalizminin tavrı açıktır: Ya (sizi) kontrol (edip dizginlerim), ya da imha ederim!
Bu nedenle, ABD hâlâ FETÖyü koruyor, PKKyı silahlandırıyor Ancak müzakere masasında üçüncü yol arayanların kaderi, Damat Feritle aynı olur!.. Beklemeye gerek yok, emperyalistin niyeti zaten bellidir. Artık milletin önüne, NATOda tamam mı devam mı? referandum sandığını koymalıyız. Postalları, milyonlarca masum Müslümanın kanına bulaşmış Amerikan askerlerini şehit kanıyla sulanmış kutsal topraklarımızda daha ne kadar tutacağız? (Artık) 15 Temmuzun ihanet ittifakının anılarını taşıyan İncirlik, kapatılmalıdır.
Golan yağmacılarını iyi tanıyalım Bakın, Irak işgalcisi/Müslüman kasabı ABD eski Başkan Yardımcısı Cheney, Siyonist medya patronu Murdoch, 15 Temmuz saldırısının ana karargâhı Washingtondaki Demokrasileri Savunma Vakfı Başkanı, CIA eski Başkanı Woolsey ve Jacob Rothschild, Golan Tepelerinin altındaki büyük petrol rezervini yağmalamak için birleşmiş durumdadır. İşin içinde -tabi ki- Genie Energy CEOsu Ira Greenstein üzerinden, Trumpın damadı Jared Kushner de vardır. Ortağı oldukları Genie Energynin işgal altındaki Golan Tepelerinde bulduğu petrol yatağını şirket uzmanı Yuval Bartov şöyle anlatmaktadır: Golan Tepelerinde 350 metre kalınlığında bir petrol tabakası bulduk. Dünya ortalamasında tabakalar 20 ile 30 metre kalınlığındadır, bu ise ortalamanın 10 katıdır!
Evet, Golanın altında şu anda, Suudi Arabistanın bilinen rezervinden daha yüksek bir petrol rezervi vardır ve Evanjelik-Siyonist ittifak önümüzdeki yüz yıl içinde trilyon Dolar gelirin hesabını yapmış durumdadır! Şimdi anladınız mı, Trumpın son kararı (hangi anlam ve amacı taşımaktadır?) Bu para için (ve asıl Büyük İsrail hedefi için) bu leş kargaları hepimizi öldürmekten, Türkiyemizi de işgal etmekten sakınmayacaklardır![2]
Bu ucuz kahramanlıkları sergileyen Ardan Zentürk, niye acaba İslam Savunma Paktı kurulmadan ve Siyonizmin güdümünden kurtulmadan bu belaları asla savuşturamayacağımızı yazmazdı?
Sn. Erdoğanın Türkiyeyi NATOya Peşkeş Anlaşması!
Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu döneminde, Başbakanlıkta Davutoğlu ile birlikte çalışan Ömür Çelikdönmez, Dik Gazete'de: “Cumhurbaşkanı Erdoğan, NATOnun Türkiyeyi işgalini yasallaştıran teklifi nasıl onayladı?” başlıklı bir yazı kaleme almıştı: En temel beka sorunu NATO kuvvetlerinin Türkiyeyi işgal etmesinin önünün açılmasıydı!
Strateji uzmanlarına göre NATO üniformalı Amerikan askeri varlığının yani ABD ordusunun; bütün ağırlığıyla ucu açık bir zaman diliminde ve güya Türkiyenin güvenliğini sağlamak amacıyla Türk topraklarına yerleşmesi, diğer bir ifadeyle işgali, ne yazık ki Türkiye Cumhuriyetinin mevcut yasalarına göre mümkün görülmektedir. Evet, beka sorunu var ve ne yazık ki türkü sözünde geçen kendim ettim, kendim buldum ifadesiyle örtüşmektedir diyen Ömür Çelikdönmeze göre:
NATO Askerlerinin, Türkiye'de TBMM Kararı Olmadan Konuşlandırılması Sn. Erdoğan Tarafından Onaylanmıştı.
NATOnun Türkiyeyi işgal teklifini kim verdi, nasıl verdi? diye soran Çelikdönmez şunları anlatmıştı:
Ahmet Davutoğlunun, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Başbakanlıktan azli sonrası, 24 Mayıs 2016'da Başbakan olarak göreve başlayan Binali Yıldırım, bir gün sonra Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde ilk kez Bakanlar Kurulu'na, bir sonraki gün ise MGK'ya katılmıştı. Mevlüt Çavuşoğluna bağlı Dışişleri Bakanlığı, bu MGK'da Bakanlar Kurulu'na bir NATO teklifi sunmuşlardı. Sunulan bu teklif, daha önce Prof. Dr. Ahmet Davutoğlunun Başbakanlığı döneminde hazırlanmıştı. Davutoğlu hükümetinin de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğluydu. Bakanlar Kurulu, teklifi 30 Mayıs'ta karara bağladı. Teklif, daha sonra Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğana sunuldu ve onun da onaylamasıyla 1 Haziran 2016'da Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girip resmiyet kazanmıştı. Evet trajedi işte böyle başlamıştı. 5 bölüm halindeki 24 maddeden oluşan karar ile Türk askerlerinin yurt dışında; NATO askerlerinin ise Türkiye'de TBMM kararı' olmadan konuşlandırılmasına izin çıkarılmıştı. Bu karar, Ülkede kaos çıkması durumunda, çatışmayı önlemek' maksadıyla NATO'nun Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvvetini hiçbir izne ihtiyaç duymadan 48-72 saat içinde bölgeye göndermesinin önünü açmıştı.
NATO; Türkiyede 5 Bin Kişilik Tugayı 48 Saat İçinde İstediği Yere İndirme Hakkı Kazanmıştı!
Bu konu o dönemde Milli Çözüm Dergisinde de defalarca yazılıp uyarılmıştı.
Önü açılan sadece NATOnun Türkiyeye asker konuşlandırılması sanılmasındı. Maalesef İslamcı muhafazakârların dillerinden düşürmedikleri Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es şiirinde ifade edilen, Türkiyenin güvenlik duvarında gedik değil, koca ve uzun bir koridor açılmıştı. Daha da vahimi bu müdahale için TBMM'den onay beklenilmesi halinde, sürecin tehlikeli şekilde uzaması ihtimaline binaen, Meclis devre dışı bırakılmıştı. NATO bu kararla kara, deniz ve hava personelinden müteşekkil 5 bin kişilik tugayı 48 saat içinde Türkiyede istediği yere indirme hakkı kazanmıştı. Bu karara göre NATO; 5 ile 7 gün içinde ayrıca 10 bin kişilik iki tugay daha gönderebilme hakkını elde etmiş bulunmaktaydı. Türkiye'de bir çatışma çıksa, Suriye veya Irak'tan Türkiye'de kaosa yol açabilecek bir saldırı yapılsa, 5 gün içinde 15 bin Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti de NATO kararıyla Türkiyeye sokulacaktı.
Bu Talihsiz Tavizlerin 15 Temmuz Darbe Girişiminden 45 Gün Önce Gerçekleşmesi İse Kafa Karıştırıcıydı!
Kim bilir belki de 15 Temmuz hain darbe girişimi, NATOnun Türkiyeyi işgal provasıydı? Böyle olduğunu düşünenlerin sayısı hayli fazlaydı. 15 Temmuz darbe girişimi Türk devletinin Atlantik çizgisinden Avrasya çizgisine kaymasına yönelik küresel bir tepki olarak okunmalıydı tespitleri üzerinde durmak lazımdı.
NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu ARRC, birkaç bölgede konuşlu durumdaydı. Bu karargâhlardan birisi de İstanbuldaydı. Allied Rapid Reaction Force (ARRC) ve commander ace rapid reaction corps (Avrupa Müttefik Komutanlığı Süratli Reaksiyon Kolordu Komutanlığı) ile NATO Süratli Reaksiyon Kolordusu Karargâhından yolu geçen pek çok Türk askeri ve istihbarat yetkilisi vardı.İstanbul Ayazağada konuşlu 3. Kolordu Komutanlığı bu Kolordulardan biri sayılmaktaydı. Bu yeni konsept; NATOnun 2010 Lizbon Zirvesinde tartışıldı ve 2011 NATO Savunma Bakanları Toplantısında da onaylandı. NATOnun Yeni Komuta Yapısının ana unsurlarından olan NATO Kara Komutanlığı, 2012den itibaren İzmirde faaliyetlerine başladı. Tam Harekât Kabiliyetine ise 2014 tarihinde ulaşıldı. Böylece NATOnun Yeni Kuvvet Yapısı da buna uygun olarak tekrar yapılandırıldı ve sekiz adetİntikal Edebilir Yüksek Hazırlık Seviyeli Kolordu hazırlandı.
12 ülkeden 53 yabancı personelin de görev yaptığı 3. Kor. K.lığı, 2002 yılında Tam Harekât Yeteneğine kavuşunca, 2003te NATO Konseyi tarafından NATO Yüksek Hazırlık Seviyeli Kuvvet olarak tescilleniyordu. Yargılandığı davada Şimdi kuvvet bizde değil, ama hak bizimdir. sözüyle ismi hafızalara kazınan Em. Org. Ergin Saygunun kaleme aldığı ve Kaynak yayınlarında neşredilen Türk Ordusuna Balyoz isimli kitapta O tarihte 3. Kor. K.lığı görevine atandığımda bana Kor. Karargâhını NATOnun yeni konsepti olan Yüksek Hazırlık Dereceli Karargâh hâline getirmem emredildi bilgisi yer alıyordu.
O tarihlerde Kor. K. Yrd.lığına Polonyalı bir Tümgeneral, İdari Yar. Başkanlığa ise birAlman Tuğgeneral komuta ediyordu. Kolordunun emir komutasına birlik olarak, bir İngiliz Tümeni, bir İspanyol Tümeni, bir Yunan Tümeni ve Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir Zırhlı Tümen verildiği biliniyordu. Bütün bunlardan, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündarın, hainlerin planlarını nasıl bozuverdiği ve Türkiyenin kaderini nasıl değiştirdiği? şimdi daha iyi anlaşılıyordu.[3]
Şimdi asıl sorumuz şuydu:
Haydi diyelim o süreçte, Sn. Erdoğan FETOcuların ve Ahmet Davutoğlunun tezgâhına kapılmış ve Meclis kararı olmadan NATOnun Türkiyenin istediği yöresine asker çıkarma yasasını onaylamıştı. İyi de artık bunca kargaşadan ve 15 Temmuz hıyanet kalkışmasından sonra bile hâlâ bu maddeyi niye yürürlükte tutmaktaydı? Üstelik bu yasa teklifini sunan Mevlüt Çavuşoğlu niye hâlâ Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturmaktaydı?
16 Nisan (2017) referandumundaki hilekârlık ve hukuksuzluklar tartışılmaya devam ederken, ABDden gelen üst düzey bir açıklama, büyük şeytanın yeni bir planı devreye soktuğunun kanıtıydı: Bu da, Türkiyenin parçalanmasıydı!
ABD Dışişleri Bakanlığı Danışmanı John Stilides, referandumun Türk toplumunu böldüğünü kaydettiği açıklamasında, Amerikadan baktığımızda benim endişelendiğim konu, ülkenin tekrar bir araya gelemeyecek kadar siyasi açıdan bölünmüş olması ifadelerini kullanmıştı. Bu küstahça ifadeler, ABDnin Türkiyeyi parçalama yönündeki heves ve hedeflerini açığa vurmaktaydı. Aynı Amerikanın, PKKyı ve yan kuruluşlarını zaten Türkiyeye tercih ettiği bir sır olmaktan çıkmıştı. Artık bu Amerika ile stratejik ortaklığa bağlı kalmak gaflet ve cehalet olmaktan çıkmış, dalalet ve hıyanet sınırına yanaşmıştı.
ABDli komutan Albay John Dorrian: PKKnın, SDGnin bir parçası olduğunu ağzından kaçırmıştı.
IŞİD Karşıtı Koalisyon Güçleri'nin Sözcüsü ABD'li Albay John Dorrian, Bağdat'tan canlı bağlandığı Pentagon'daki basın toplantısında terör örgütü PKK'nın, ABD'nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bir parçası olduğunu hatırlatmıştı. Dorian, soruyu soran gazetecinin, “Açıklığa kavuşturmak için soruyorum, PKK'nın SDG'nin bir parçası olduğunu mu söylediniz?” sözleri üzerine öyle mi dedim, YPG demek istedim.diyerek sözlerini düzeltmeye çalışmıştı.
ABD güdümlü Kürtler bağımsızlık ilanına hazırlanmaktaydı!
Irak'ta tarihteki ilk bağımsız Kürdistan devleti kurulma aşamasındaydı. Mesud Barzani'nin planladığı tarih de ortaya çıkmıştı. Barzaninin danışmanı Muhammed Hacı, bu konuda bir açıklama yapmıştı. Peki Kürt devletinin sınırları ne, haritada nereler vardı? Ortadoğu'daki kaosa yenisini ekleyecek olan bağımsız Kürdistan devleti için Eylül ayında düğmeye basılacaktı. Mesud Barzani'nin danışmanı bağımsızlık referandumunun Eylül 2017de olacağını açıklamıştı. Ancak Siyonist odaklar, ani bir kararla Barzanistanın şimdilik özerk konumunu koruması, ama asıl Kürdistanın Suriyede kurulması yolunda bir karar almışlar ve Arap Baharı tuzağına kapılan Erdoğan eliyle bunun alt yapısını oluşturmaya başlamışlardı. Yani Suriyedeki Arap Baharı 2. Golan harekâtıydı.
Galip İlhaner adlı yandaş yalaka, MİLAT Gazetesinde (03.05.2017) Kürtler Erdoğanı Başkan Yapacak yazısında; Barzaninin Erdoğana destek çıktığı ve Başkanlık yolunu kolaylaştırdığı Türkiyenin Milli bir Kürt politikası başlatıp dünyadaki bütün Kürtleri kendisine bağlayacağı… PKKdan kurtulmak isteyen Kürtlerin Barzani üzerinden, FETÖden kurtulmak isteyenlerin Meral Akşener üzerinden bir çıkış yolu aradıkları gibi Siyonist projeleri kendi görüşleri gibi aktardıktan sonra:(Referandumda HAYIR kampanyası yürüten) Saadet Partisi Millilikten uzaklaşarak Ulusalcılığa kayıyor, SPde bir eksen kayması yaşanıyor İç ve dış odaklar, AKPyi durdurmak için SP üzerinden politikalar kurguluyor, böylece SPye 2nci HDP rolü verilmeye çalışılıyor gibi safsatalarla sataşmıştı.
Oysa bu yandaş yalakaların yaranmaya çalıştığı, kahraman Başkan(!) ve kurmayları, o sırada PKK ve yan kuruluşlarıyla, zırhlı araçlarda kol kola sınırımızda dolaşan ABD askerlerinin fotoğraflarını çekip, Trumpa şikâyet etmek üzere tarihi(!) Amerikan ziyaretine hazırlanmaktaydı!? Herhalde kırmızı Turpa (pardon Trumpa), siyah Obamanın kendilerini nasıl aldattığını da anlatacaklardı!.. Barzani, Büyük İsrailin alt yapısını tamamlayıcı bir Kürdistan için bağımsızlık ilanına hazırlanırken, bunlar halâ Barzaninin desteğini kazanmakla övünüyorlardı… Irak, Suriye ve Libyanın parçalanmasından sonra, asıl sıranın Türkiyeye gelip dayandığını anlamaktan bile aciz zavallılar, Başkanlık gibi sinsi ve geçici başarıların, başlarına ne işler açacağının bile farkına varmamaktaydı.
O süreçte PKK, Amerika ve Rusyanın yardımıyla sınırımızda 30 kamp kurmuşlardı!
Terör örgütü PKKnın, ABD'nin de desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde 30'dan fazla kamp kurduğu anlaşılmıştı. ABD yönetimi ve PKK, Suriyede iş birliğini derinleştirmek ve Türkiyenin tepkisini engellemek için, terör örgütü kadrolarını Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında kullanmaktaydı. Türk güvenlik ve istihbarat kaynaklarına göre, son dönemde terör örgütü PKK, Suriyenin kuzeyinde SDG kisvesi altında 30dan fazla kamp kurmuş durumdaydı. Güvenlik güçlerimizin 25 Şubat 2016da Suriye sınırında yakaladığı keskin nişancı Diren kod adlı Mesut Cnin ifadesinde, bölücü örgüt PYD yönetiminin Karaçok kampında aldığı kararla PKKya destek için Diyarbakırın Sur ilçesine keskin nişancı olarak gönderildiğini söylemesi de bu gelişmeleri doğrulamaktaydı.
Fıratın doğusunda güneyden kuzeye doğru 20 kilometre arayla kurulan, PKKnınTişrin, Şeyhler, Beyadiye ve Çarıklı kamplarında saldırı ve savunma eğitimi yaptırılmaktaydı. PYDnin sıcak çatışmalara girdiği Afrinin batısına kurulan bu kamplarda yaklaşık 40 gün eğitim verildiği saptanmıştı. Bu kamplar, PKKnın bölgedeki en etkin kampları arasındaydı. Mardinin Nusaybin ilçesinin karşısındaki Rimelan kampında ise suikast ve keskin nişancı eğitimi alınmaktaydı. Örgütte özel seçilen teröristler burada yaklaşık 3 ay eğitim gördükten sonra, özellikle Türkiyede yapacağı eylemlere katılmaktaydı. PYD/PKK teröristlerine ve elebaşlarına, Amerikada diktirilen SDG amblemi olan üniformalar dağıtılmıştı. Ancak, örgüt yandaşlarının sosyal medya hesaplarında yayınlanan görüntülerde, yer yer eski ve yeni amblemleri bir arada kullandıkları da ortaya çıkmıştı. PKK, Suriyedeki yapılanmasını ilk olarak PYD ve onun silahlı uzantısı YPG adı altında başlatmıştı. Suriyede 2011 sonunda iç savaşın başlamasından sonra, terör örgütü ile ABD arasında iş birliği giderek artmıştı. PYD/PKKlı bazı küçük gruplar, 2015te SDG adı altında bir araya getirilip PKKya resmiyet ve meşruiyet kazandırılmıştı.
Başbakan Binali Yıldırım'ın Barzani'ye başsağlığı mesajı, artık ülkemizin bu kafalardan kurtulması gereğini ortaya koymaktaydı!
Başbakan Binali Yıldırım, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile telefonda görüşüp özür diler gibi davranması Milli vicdanı sızlatmıştı. Binali Yıldırım, TSK'nın Şengal ve Karaçok bölgelerine gerçekleştirdiği operasyonda ölen 5 Peşmerge için başsağlığı dileğinde bulunmuşlardı. Oysa bu durum, Barzani Peşmergelerinin PKK ile birlikte hareket ettiğinin kanıtıydı. Binali Beyin hatırlatması ve hesap sorması lazımdı: Sizin bu Peşmergeleriniz PKK kampında ne aramaktaydı? Evet, Barzani suçüstü yakalanmıştı, ama onları asıl şımartan işte bu AKP kafasıydı!
ABDnin, TSKyı uyarma küstahlığı!
ABDnin Avrupa Kuvvet Komutanı Scaparrottinin, Ankara ziyaretinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akara Rojava endişesini(!) ilettiği ortaya çıkmıştı. Scaparrotti, TSKnın son saldırılarında ABDyle yeterli koordinasyon kurmadığından yakınmıştı. TSKnın Rojava ve Şengaldeki terör örgütü YPG hedeflerine yönelik saldırıları konusunda, Ankarayla Washington arasındaki gerilim tırmanmıştı. Rojavada askerleri bulunan ABDnin, koordinasyon yetersizliğine dair endişelerini bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akara ilettiği ortaya çıkmıştı. Açıklama, ABDnin Avrupadaki Kuvvet Komutanlığının sözcüsü Danny Hernandezden yapılmıştı. Hernandez, ABDnin Avrupadaki en üst düzey askeri yetkilisi olan Avrupa Kuvvet Komutanı Curtis Scaparrottinin, Hulusi Akarla Ankarada yaptığı görüşmede endişelerini aktardığını açıklamıştı. Oysa TSKnın bu operasyonları ABDye bildirmesi, PKKya haber vermesi anlamını taşırdı! TSKnın kararlı tavrı karşısında, Amerika ve Rusya sızlanmaya başlamıştı.
NY Times Gazetesine göre: 5 ülke, nasıl 14 ülkeye parçalanırdı?
Amerikan New York Times Gazetesi İslam coğrafyasına yönelik yeni bir harita yayınlamıştı. (2017) İç savaşın devam ettiği Irak, Suriye ve Libya haritada bölünmüş yer alırken, en dikkat çeken nokta ise 5 parçaya ayrılan Suudi Arabistan olmaktaydı. Amerika öncülüğünde, Batı eliyle yeni bir sınır ayrımına sürüklenen İslam coğrafyasına ilişkin New York Times Gazetesinin bu haritasının ABD Dışişleri danışmanı Siyonist John Stilidesin; Türkiye, bir daha birleşmeyecek şekilde bölünebilir açıklamasından sonra deşifre olunması anlamlıydı. '5 Ülke Nasıl 14 Ülke Oldu' başlığını taşıyan haritada yoğun iç savaşın yaşandığı ülkeler yer almıştı. Gazetenin servis ettiği haritaya göre Suriye, Irak ve Libya üç parçaya bölünmüş, Yemen ise ikiye ayrılmış olarak yayınlanmıştı. En dikkat çeken nokta ise henüz somut bir karışıklığın yaşanmadığı Suudi Arabistan'ı ise beş parçaya bölünmüş bir şekilde servis etmiş olmasıydı. Harita üzerine düşülen notlarda ise şu bilgiler yer almıştı:
Suriye
Mezhepçilik ve etnik savaş, Suriye'yi en az 3 parçaya bölebilir:
1- Aleviler, on yıllardır Suriye'yi kontrol eden azınlık bir gruplar ve kıyı koridoruna hakimler.
2- Suriye'den bir Kürdistan kopup, Irak Kürtleri ile birleşebilirler.
3- Sünniler, kendi aralarında/şehirleriyle birleşerek Sünni bir devlet kurabilirler.
Irak
En basit bir örnek olarak kuzeydeki Kürtler Suriye Kürtlerine katıldı. Sünnilerin baskın olduğu birçok bölge, Suriye Sünnilerine katıldı ve güney tarafı Şii'lerin oldu. Göründüğü gibi Irak parçalanmış vaziyettedir.
Libya
Güçlü aşiret ve bölgesel rekabetler sonucunda Libya, iki tarihi parçasına geçebilir -Trablusgarp ve Sirenayka- ve muhtemelen güneybatıda üçüncü bir Fizan devleti kurulabilir.
Monarşi Öncesi Suudi Arabistan
Suudi Arabistan, uzun süre iktidarın yeni nesil prenslere kaymasıyla yüz yüze gelebilecek kendi örtbas edilmiş iç bölünmeleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Krallığın birliği, kabile farklılıkları, Sünni-Şii ayrımı ve ekonomik zorluklar tarafından daha da fazla tehlike altına giriyor. Modern devletin öncesindeki eski beş bölgeli yapısına dönüşebilir.
İki Yemen
En yoksul Arap ülkelerinden biri olan Yemen'in ikiye bölünmüş parçasından biri olan Güney Yemen'de, bağımsızlık için yapılacak olası bir referandumu takiben tekrar iki parçaya bölünebilir. Daha güçlü bir ayrılmadan sonra, Güney Yemen'in tamamı veya bir parçası Suudi Arabistan'ın bir parçası haline gelebilir. Hemen hemen tüm Suudi ticareti deniz yoluyla yapılır ve Arap Denizine doğrudan erişim, Basra Körfezi'ne olan bağımlılığı azaltacaktır. Ayrıca, İran'ın, Hürmüz Boğazı'nı kesme gücünün olmasından dolayı da bir korku vardır.
Oysa, Suriye ve Irak parçalanırsa, Türkiye ayakta kalamazdı!
Suriyede kendi stratejik çıkarlarını maskelemeye çalışan ABD ve Rusya gibi güç odaklarının, adım adım hedeflerine ulaşmakta oldukları anlaşılmaktaydı. Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin Savunma Bakanı Chuck Hagel, Sanılanın aksine Suriye, Amerikan çıkarları açısından petrol zengini Libyadan çok daha önemli bir ülkedir diyerek asıl amaçlanan stratejik hedefin önemli ipuçlarını ortaya koymuşlardı, bu da Büyük İsraile zemin hazırlanmasıydı. Bu çerçevede, Donald Trump yönetiminin muhtemel Rakka operasyonu öncesi PYDye yönelik silah yardımlarını sıklaştırması karşısında, ister istemez sözde stratejik ortak sayılan Türkiyenin çıkarlarının nasıl korunabileceği konusunda yeni bir paradoks yaşanmaktaydı. ABD güçlerinin himayesi altındaki PYD unsurlarının, Rakkaya 17 mil mesafedeki stratejik Tabka merkezini ve Tabka barajını ele geçirmeleri hem ABDnin hem de PYDnin çıkarları doğrultusundaydı. Tabkada yaşanan bu gelişmeden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğanın ısrarla PYD yerine ABD ile birlikte Rakka operasyonunda ABDnin stratejik ortağı olarak yer alma isteğinin Trump tarafından nasıl karşılık bulacağı henüz anlaşılmamıştı.
Burada üzerinde asıl durulması gereken nokta, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yapılanmasını oluşturan ana unsur PYD dışındaki yirmi bir örgütün varlığıdır. Bu örgütler için önemli bir deney alanı sayılan Kuzey Suriyede, DAEŞ sonrası nasıl bir gelişme olacağı ise hâlâ bir muammaydı. Türkiyeyi yakından ilgilendiren bu bölgede, gelecekte Suriyenin bütünlüğünden sürekli dem vuran ülkeler mi, yoksa DAEŞ bahanesiyle asıl Suriyeyi çökertmeye çalışan yıkıcı güçler mi başarılı olacaktı? ABDnin Suriyenin kuzeydoğusunda faaliyet gösteren SDGye, yeni askeri teçhizat ve malzeme desteği vermesi, gelecekteki istikrarsızlığın da altyapısını oluşturmaktaydı. İleride bu yapılanmaların barışçıl amaçlara yönelik olmalarını düşünmek aşırı ahmaklıktı. ABD, özellikle Ortadoğunun geleceğine yönelik politikalarını oluştururken, ortaya çıkan PYD gibi yeni dinamikleri daha da güçlendirerek uzun vadeli planlarının gereğini yerine getirmeye çalışmaktaydı. diyenler haklıydı.
Bu makaleyi sesli olarak dinleyebilirsiniz:
[1] 25 03 2019 / Elaziz
[2] 25 Mart 2019 Star
[3] Bak: 27 03 2019 / odatv