KÜRDİSTAN KURULURSA, TÜRKİYE YIKILIRDI!
16 Nisan 2017 referandumundaki hilekârlık ve hukuksuzluklar tartışılmaya devam ederken, ABDden gelen üst düzey bir açıklama, büyük şeytanın yeni bir planı devreye soktuğunun kanıtıydı: Bu da Türkiyenin parçalanmasıydı!
ABD Dışişleri Bakanlığı Danışmanı John Stilides, referandumun Türk toplumunu böldüğünü kaydettiği açıklamasında, Amerikadan baktığımızda benim endişelendiğim konu, ülkenin tekrar bir araya gelemeyecek kadar siyasi açıdan bölünmüş olması ifadelerini kullanmıştı. Bu küstahça ifadeler, ABDnin Türkiyeyi parçalama yönündeki heves ve hedeflerini açığa vurmaktaydı. Aynı Amerikanın, PKKyı ve yan kuruluşlarını zaten Türkiyeye tercih ettiği bir sır olmaktan çıkmıştı. Artık bu Amerika ile stratejik ortaklığa bağlı kalmak gaflet ve cehalet olmaktan çıkmış, dalalet ve hıyanet sınırına yanaşmıştı.
ABDli komutan Albay John Dorrian; PKKnın, SDGnin bir parçası olduğunu ağzından kaçırmıştı. (Yani; ABDli Siyonistler, Suriye Kürdistanı için PKKyı bir alt yapı şebekesi olarak kurmayı planlamıştı.)
DAEŞ Karşıtı Koalisyon Güçleri'nin sözcüsü ABD'li Albay John Dorrian, Bağdat'tan canlı bağlandığı Pentagon'daki basın toplantısında; Terör örgütü PKK'nın, ABD'nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bir parçası olduğunu hatırlatmıştı. Dorian, soruyu soran gazetecinin, “Açıklığa kavuşturmak için soruyorum, PKK'nın SDG'nin bir parçası olduğunu mu söylediniz?” sözleri üzerine öyle mi dedim, YPG demek istedim. diyerek sözlerini düzeltmeye çalışmıştı.
ABD güdümlü Kürtler bağımsızlık ilanına hazırlanmaktaydı!
Irak'ta tarihteki ilk bağımsız Kürdistan devleti kurulma aşamasındaydı. Mesud Barzani'nin planladığı tarih de ortaya çıkmıştı. Barzaninin danışmanı Muhammed Hacı, bu konuda bir açıklama yapmıştı. Peki Kürt devletinin sınırları ne, haritada nereler vardı? Ortadoğu'daki kaosa yenisini ekleyecek olan bağımsız Kürdistan devleti için, Eylül ayında düğmeye basılacaktı. Mesud Barzani'nin danışmanı, bağımsızlık referandumunun Eylül 2017de olacağını açıklamıştı. Ancak Siyonist odaklar, ani bir kararla Barzanistanın şimdilik özerk konumunu koruması ama asıl Kürdistanın Suriyede kurulması yolunda bir karar almışlar ve Arap Baharı tuzağına kapılan Erdoğan eliyle bunun alt yapısını oluşturmaya başlamışlardı. Yani Suriyedeki Arap Baharı, 2. Golan harekâtıydı.
Peki Bağımsız Kürdistan'ın sınırları nereleri kapsayacaktı ve Kerkük'ü de haritaya katacaklar mıydı?
Kerkük'te Kürdistan bayrakları ile kriz çıkaran Mesud Barzani, Irak'ın merkezi yönetiminin zayıflığından faydalanıp tarihteki ilk Kürt devletini kurma hazırlığındaydı. Bunun için kararlar alan Barzaninin danışmanları, referanduma gidileceğini duyurmuşlardı. Barzaninin danışmanı Muhammed Hacı, referandumun Eylül (2017) ayında yapılmasının beklendiğini vurgulamıştı. Bas News İngilizce'ye göre, Muhammed Hacı, Kürt Bölgesi Yüksek Seçim Komisyonuna referandum düzenlenmesi için çağrı yapmaya hazırlandıklarını anlattığı açıklamalarında, Mesut Barzaninin Kürt siyasi partilerinden, bağımsızlık çabalarına liderlik yapacak olan ortak komisyona temsilcilerini belirlemelerini istediğini de hatırlatmıştı. Zaten Mesut Barzani, 2 Mayısta Fransız Le Figaro gazetesiyle yayımlanan mülakatında Kürtlerin bağımsızlığı ilan etmesi zamanı geldi. Ancak biz, Iraktan barışçıl biçimde diyalog ve müzakere yoluyla ayrılmak istiyoruz açıklamasını yapmıştı.
Kerkük'ü de sınırlarına katacaklar mıydı?
Barzani bu dönemde Kerkük Valisine il genelinde Kürt bayraklarını kamu kurumlarına astırmıştı. Vali Kürtçeyi de resmi yazışma dillerine eklemiş bulunmaktaydı. Irak yönetiminin uyarısına rağmen, bu konuda geri adım atılmamıştı. Merak edilen, Bağımsız Kürdistan Devletinin sınırlarıydı. Kerkük'ün bu sınırlar içinde yer alıp almayacağı da henüz bir muammaydı. Böyle bir girişim olduğu takdirde, Irak'ta büyük çatışmalar yaşanacaktı. Çünkü Irak'ın demografik yapısı hayli sıkıntılıydı. Erbil ve Süleymaniye'de Kürt nüfus ağırlıktaydı. Musul-Kerkük'te Arap-Türkmen ve Kürtler vardı. Irak'ın merkezi ve Bağdat bölgesinde Sünni Araplar yer alırken, Kerbela, Necef, Nasıriye, Basra civarında ise Şii Araplar yoğunluktaydı. Bu tabloya bakıldığında bağımsız Kürdistan ilanı ile Irak resmen parçalanma sürecine girmiş olacaktı. Kürtlerin ardından Şiiler ve Sünniler de ayrı devletler ilan etmek üzere kışkırtılmaktaydı.
İşte AKP iktidarının resmiyet ve meşruiyet kazandırdığı Barzanistan, şimdi bağımsız Kürdistan olarak başımıza bela olacaktı.
Galip İlhaner adlı yandaş yalaka, MİLAT Gazetesinde (03.05.2017) Kürtler Erdoğanı Başkan Yapacak yazısında; Barzaninin Erdoğana destek çıktığı ve Başkanlık yolunu kolaylaştırdığı Türkiyenin milli bir Kürt politikası başlatıp, dünyadaki bütün Kürtleri kendisine bağlayacağı… PKKdan kurtulmak isteyen Kürtlerin; Barzani üzerinden, FETÖden kurtulmak isteyenlerin; Meral Akşener üzerinden bir çıkış yolu aradıkları gibi Siyonist projeleri kendi görüşleri gibi aktardıktan sonra: (Referandumda HAYIR kampanyası yürüten) Saadet Partisi, millilikten uzaklaşarak Ulusalcılığa kayıyor, SPde bir eksen kayması yaşanıyor İç ve dış odaklar, AKPyi durdurmak için SP üzerinden politikalar kurguluyor, böylece SPye 2nci HDP rolü verilmeye çalışılıyor gibi safsatalarla sataşmıştı.
Oysa bu yandaş yalakaların yaranmaya çalıştığı, kahraman Başkan(!) ve kurmayları, o sırada PKK ve yan kuruluşlarıyla, zırhlı araçlarda kol kola sınırımızda dolaşan ABD askerlerinin fotoğraflarını çekip, Trumpa şikâyet etmek üzere tarihi(!) Amerikan ziyaretine hazırlanmaktaydı!? Herhalde kırmızı Turpa (pardon Trumpa), siyah Obamanın kendilerini nasıl aldattığını da anlatacaklardı!.. Barzani, Büyük İsrailin alt yapısını tamamlayıcı bir Kürdistan için bağımsızlık ilanına hazırlanırken, bunlar hâlâ Barzaninin desteğini kazanmakla övünüyorlardı… Irak, Suriye ve Libyanın parçalanmasından sonra, asıl sıranın Türkiyeye gelip dayandığını anlamaktan bile aciz zavallılar, Başkanlık gibi sinsi ve geçici başarıların, başlarına ne işler açacağının bile farkına varmamaktaydı.
O süreçte PKK, Amerika ve Rusyanın yardımıyla sınırımızda 30 kamp kurmuşlardı!
Terör örgütü PKKnın, ABD'nin de desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde 30'dan fazla kamp kurduğu anlaşılmıştı. ABD yönetimi ve PKK, Suriyede iş birliğini derinleştirmek ve Türkiyenin tepkisini engellemek için, terör örgütü kadrolarını Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında kullanmaktaydı. Türk güvenlik ve istihbarat kaynaklarına göre, son dönemde terör örgütü PKK, Suriyenin kuzeyinde SDG kisvesi altında 30dan fazla kamp kurmuş durumdaydı. Güvenlik güçlerimizin 25 Şubat 2016da Suriye sınırında yakaladığı keskin nişancı Diren kod adlı Mesut Cnin ifadesinde; bölücü örgüt PYD yönetiminin Karaçok kampında aldığı kararla, PKKya destek için Diyarbakırın Sur ilçesine keskin nişancı olarak gönderildiğini söylemesi de bu gelişmeleri doğrulamaktaydı.
Fıratın doğusunda, güneyden kuzeye doğru 20 kilometre arayla kurulan, PKKnın Tişrin, Şeyhler, Beyadiye ve Çarıklı kamplarında saldırı ve savunma eğitimi yaptırılmaktaydı. PYDnin sıcak çatışmalara girdiği Afrinin batısına kurulan bu kamplarda, yaklaşık 40 gün eğitim verildiği saptanmıştı. Bu kamplar, PKKnın bölgedeki en etkin kampları arasındaydı. Mardinin Nusaybin ilçesinin karşısındaki Rimelan kampında ise, suikast ve keskin nişancı eğitimi alınmaktaydı. Örgütte özel seçilen teröristler, burada yaklaşık 3 ay eğitim gördükten sonra, özellikle Türkiyede yapacağı eylemlere katılmaktaydı. PYD/PKK teröristlerine ve elebaşlarına, Amerikada diktirilen SDG amblemi olan üniformalar dağıtılmıştı. Ancak, örgüt yandaşlarının sosyal medya hesaplarında yayınlanan görüntülerde, yer yer eski ve yeni amblemleri bir arada kullandıkları da ortaya çıkmıştı. PKK, Suriyedeki yapılanmasını ilk olarak PYD ve onun silahlı uzantısı YPG adı altında başlatmıştı. Suriyede 2011 sonunda iç savaşın başlamasından sonra, terör örgütü ile ABD arasında iş birliği giderek artmıştı. PYD/PKKlı bazı küçük gruplar, 2015te SDG adı altında bir araya getirilip PKKya resmiyet ve meşruiyet kazandırılmıştı.
Dönemim Başbakanı Binali Yıldırım'ın Barzani'ye başsağlığı mesajı, artık ülkemizin bu kafalardan kurtulması gereğini ortaya koymaktaydı!
Binali Yıldırım, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile telefonda görüşüp özür diler gibi davranması, milli vicdanı sızlatmıştı. Binali Yıldırım, TSK'nın Şengal ve Karaçok bölgelerine gerçekleştirdiği operasyonda ölen 5 peşmerge için, başsağlığı dileğinde bulunmuşlardı. Oysa bu durum, Barzani peşmergelerinin PKK ile birlikte hareket ettiğinin kanıtıydı. Binali Beyin hatırlatması ve hesap sorması lazımdı: Sizin bu peşmergeleriniz PKK kampında ne aramaktaydı? Evet, Barzani suçüstü yakalanmıştı ama onları asıl şımartan işte bu AKP kafasıydı!
ABDnin, TSKyı uyarma küstahlığı!
2017 yılında, ABDnin Avrupa Kuvvet Komutanı Scaparrottinin, Ankara ziyaretinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akara Rojava endişesini(!) ilettiği ortaya çıkmıştı. Scaparrotti, TSKnın son saldırılarında, ABDyle yeterli koordinasyon kurmadığından yakınmıştı. TSKnın Rojava ve Şengaldeki terör örgütü YPG hedeflerine yönelik saldırıları konusunda, Ankarayla Washington arasındaki gerilim tırmanmıştı. Rojavada askerleri bulunan ABDnin, koordinasyon yetersizliğine dair endişelerini bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akara ilettiği ortaya çıkmıştı. Açıklama, ABDnin Avrupadaki Kuvvet Komutanlığının sözcüsü Danny Hernandez tarafından yapılmıştı. Hernandez, ABDnin Avrupadaki en üst düzey askeri yetkilisi olan Avrupa Kuvvet Komutanı Curtis Scaparrottinin, Hulusi Akarla Ankarada yaptığı görüşmede endişelerini aktardığını açıklamıştı.Oysa; TSKnın bu operasyonları ABDye bildirmesi, PKKya haber vermesi anlamını taşırdı! TSKnın kararlı tavrı karşısında, Amerika ve Rusya sızlanmaya başlamıştı.
NY Times Gazetesine göre: 5 ülke, nasıl 14 ülkeye parçalanırdı?
Amerikan New York Times Gazetesi, İslam coğrafyasına yönelik yeni bir harita yayınlamıştı. (2017) İç savaşın devam ettiği Irak, Suriye ve Libya haritada bölünmüş hâlde yer alırken, en dikkat çeken nokta ise, 5 parçaya ayrılan Suudi Arabistan olmaktaydı. Amerika öncülüğünde, Batı eliyle yeni bir sınır ayrımına sürüklenen İslam coğrafyasına ilişkin New York Times Gazetesinin bu haritasının, ABD Dışişleri danışmanı Siyonist John Stilidesin; Türkiye, bir daha birleşmeyecek şekilde bölünebiliraçıklamasından sonra deşifre olunması anlamlıydı. '5 Ülke Nasıl 14 Ülke Oldu' başlığını taşıyan haritada, yoğun iç savaşın yaşandığı ülkeler yer almıştı. Gazetenin servis ettiği haritaya göre; Suriye, Irak ve Libya üç parçaya bölünmüş, Yemen ise ikiye ayrılmış olarak yayınlanmıştı. En dikkat çeken nokta ise; henüz somut bir karışıklığın yaşanmadığı Suudi Arabistan'ı, beş parçaya bölünmüş bir şekilde servis etmiş olmasıydı. Harita üzerine düşülen notlarda ise şu bilgiler yer almıştı:
Suriye
Mezhepçilik ve etnik savaş, Suriye'yi en az 3 parçaya bölebilir:
1- Aleviler, on yıllardır Suriye'yi kontrol eden azınlık bir gruplar ve kıyı koridoruna hâkimler.
2- Suriye'den bir Kürdistan kopup, Irak Kürtleri ile birleşebilirler.
3- Sünniler, kendi aralarında/şehirleriyle birleşerek Sünni bir devlet kurabilirler.
Irak
En basit bir örnek olarak; kuzeydeki Kürtler, Suriye Kürtlerine katıldı. Sünnilerin baskın olduğu birçok bölge, Suriye Sünnilerine katıldı ve güney tarafı Şii'lerin oldu. Göründüğü gibi Irak parçalanmış vaziyettedir.
Libya
Güçlü aşiret ve bölgesel rekabetler sonucunda Libya, iki tarihi parçasına geçebilir -Trablusgarp ve Sirenayka- ve muhtemelen güneybatıda üçüncü bir Fizan devleti kurulabilir.
Monarşi Öncesi Suudi Arabistan
Suudi Arabistan, uzun süre iktidarın yeni nesil prenslere kaymasıyla yüz yüze gelebilecek kendi örtbas edilmiş iç bölünmeleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Krallığın birliği, kabile farklılıkları, Sünni-Şii ayrımı ve ekonomik zorluklar tarafından daha da fazla tehlike altına giriyor. Modern devletin öncesindeki eski beş bölgeli yapısına dönüşebilir.
İki Yemen
En yoksul Arap ülkelerinden biri olan Yemen; ikiye bölünmüş parçasından biri olan Güney Yemen'de, bağımsızlık için yapılacak olası bir referandumu takiben tekrar iki parçaya bölünebilir. Daha güçlü bir ayrılmadan sonra, Güney Yemen'in tamamı veya bir parçası, Suudi Arabistan'ın bir parçası haline gelebilir. Hemen hemen tüm Suudi ticareti, deniz yoluyla yapılır ve Arap Denizine doğrudan erişim, Basra Körfezi'ne olan bağımlılığı azaltacaktır. Ayrıca; İran'ın, Hürmüz Boğazı'nı kesme gücünün olmasından dolayı da bir korku vardır.
Kadir Topbaşın İstanbul'a özerklik istemesi (2017), Türkiyenin bölünmesinin ilk aşaması mıydı?
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Büyükçekmecede vatandaşlara seslenirken, İstanbul için özel bir yasa talebinde bulunmuşlardı: Biz bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak, yetkilerimizin artırılmasını istiyoruz. Hatta İstanbula özel bir yasa talebimiz oldu. Niye, daha çok iş yapalım diye. Ayrıcalık versin diye değil. Malatyanın, Denizlinin Diyarbakırın yasasıyla İstanbulu yönetiyoruz. Olmuyor, yürümüyor. Diyorum ki İstanbul kendi kendini yönetsin, başka müdahaleler olmasın, kendi kararını kendi versin. Bu yanlış mı? Doğru. Böyle tek elden yürüsün. diyen Kadir Topbaş, ABDnin New York kentinde 1994-2001 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapan Rudy Giulianiyi örnek göstererek, New Yorkta geçmişte kapkaç ve gasp had safhaya gelmişti. Giuliani seçildi. Kaynak, bütçe yetersiz. Bu işi çözerim ama her New Yorklu yılda 5 dolar versin dedi. Tamam dediler. Başkan bu olayı çözdü sözleriyle sinsi amacını ortaya koymuşlardı.[1]
Kadir Topbaşın örnek verdiği Rudy Giuliani; Rıza Zarrabın avukatıydı, arabuluculuk yapmak ve gizli-kirli dosyaları kapatıp her iki tarafı da rahatlatmak üzere, Ankaraya gelip, Ak Sarayda Sn. Erdoğanla özel görüşmeler yapıp ayrılmıştı.
Oysa, Suriye ve Irak parçalanırsa, Türkiye ayakta kalamazdı!
Suriyede kendi stratejik çıkarlarını maskelemeye çalışan ABD ve Rusya gibi güç odaklarının, adım adım hedeflerine ulaşmakta oldukları anlaşılmaktaydı. Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin Savunma Bakanı Chuck Hagel, Sanılanın aksine Suriye, Amerikan çıkarları açısından petrol zengini Libyadan çok daha önemli bir ülkedir diyerek asıl amaçlanan stratejik hedefin, önemli ipuçlarını ortaya koymuşlardı. Bu da Büyük İsraile zemin hazırlanmasıydı. Bu çerçevede, Donald Trump yönetiminin muhtemel Rakka operasyonu öncesi PYDye yönelik silah yardımlarını sıklaştırması karşısında, ister istemez sözde stratejik ortak sayılan Türkiyenin çıkarlarının nasıl korunabileceği konusunda yeni bir paradoks yaşanmaktaydı. ABD güçlerinin himayesi altındaki PYD unsurlarının, Rakkaya 17 mil mesafedeki stratejik Tabka merkezini ve Tabka barajını ele geçirmeleri hem ABDnin hem de PYDnin çıkarları doğrultusundaydı. Tabkada yaşanan bu gelişmeden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğanın ısrarla; PYD yerine, ABD ile birlikte Rakka operasyonunda -ABDnin stratejik ortağı olarak- yer alma isteğinin, Trump tarafından nasıl karşılık bulacağı henüz anlaşılmamıştı.
Burada üzerinde asıl durulması gereken nokta, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yapılanmasını oluşturan ana unsur, PYD dışındaki yirmi bir örgütün varlığıdır. Bu örgütler için önemli bir deney alanı sayılan Kuzey Suriyede, DAEŞ sonrası nasıl bir gelişme olacağı ise hâlâ bir muammaydı. Türkiyeyi yakından ilgilendiren bu bölgede, gelecekte Suriyenin bütünlüğünden sürekli dem vuran ülkeler mi yoksa DAEŞ bahanesiyle asıl Suriyeyi çökertmeye çalışan yıkıcı güçler mi başarılı olacaktı? ABDnin, Suriyenin kuzeydoğusunda faaliyet gösteren SDGye, yeni askeri teçhizat ve malzeme desteği vermesi, gelecekteki istikrarsızlığın da altyapısını oluşturmaktaydı. İleride bu yapılanmaların barışçıl amaçlara yönelik olmalarını düşünmek aşırı ahmaklıktı. ABD, özellikle Ortadoğunun geleceğine yönelik politikalarını oluştururken, ortaya çıkan PYD gibi yeni dinamikleri daha da güçlendirerek, uzun vadeli planlarının gereğini yerine getirmeye çalışmaktaydı. diyenler haklıydı.
PKK kılıflı Haçlı saldırısı!
Akçakale Karakoluna yapılan saldırıyı PYD/PKKlı teröristlerin ve bölgede bulunan yabancı askerlerin gerçekleştirdiği saptanmıştı. Saldırıda ayrıca ABD ve Fransa yapımı tanksavarların kullanıldığı anlaşılmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irakın kuzeyindeki Sincar Dağı ve Suriyenin kuzeydoğusundaki Karaçok Dağı bölgelerine düzenlediği hava saldırılarının ardından, sınır hattından da teyakkuz başlatmıştı. Operasyonun ertesi günü ise Suriye sınırında bulunan hudut karakollarına, peş peşe yapılan PYD/YPG saldırılarına, Türkiye misliyle karşılık vermişti. Türkiyenin meşru müdafaa hakkı dolayısıyla verdiği karşılık, terör örgütü tarafından uluslararası kamuoyuna Türkiyenin saldırgan hareketleriolarak yansıtılmıştı.
Üç gün süren gerilimden sonra, PYD/YPGnin de ortağı olduğu ABD başkanlığındaki koalisyon güçlerinin askerleri, Suriye sınırında nöbet tutmaya başlamıştı. Hâlâ ABD, İngiltere, Fransa ve Almanyadan yaklaşık 300 askerin; olası bir çatışmaya imkân vermemek gerekçesiyle, sınır hattında nöbet tuttuğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca koalisyon güçlerinin bu tutumunun, Türkiyenin sınır ötesinden gelen terörist tehdide karşı olası operasyon planlarını engelleme girişimi olduğu da açıktı. Sınırda süren bu gerilimde, önemli bir iddia da gündeme taşınmıştı. PYD/YPGnin Akçakaledeki hudut karakollarına yaptığı saldırıda, yabancı teröristlerin yer aldığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Yerel kaynaklar, saldırının bölgede bugüne kadar görülmeyen yabancı unsurlar tarafından yapıldığının gözlendiğini vurgulamıştı.
ABD ve Fransa tanksavarları kullanılmıştı!
Yine karakola yapılan saldırıda kullanılan ve roket olduğu tespit edilen mühimmatın, saldırının yapıldığı bölgeden roketatarla yapılmasının mümkün olmadığı hatırlatılmıştı. Kaynaklar o mesafeden roket atılması için, güdümlü tanksavar kullanılması gerektiğini vurgularken, bu tanksavarların da Fransızlara ait, 2 km. menzilli Milan veya ABDye ait 3 km. menzilli TOW olabileceğini doğrulamıştı. Saldırıya ilişkin bu ayrıntı ve hemen ardından uluslararası koalisyon güçlerinin Türkiye-Suriye sınırına nöbetçi asker yığması, yapılan saldırıların, Türkiyeyi engelleme amaçlı kumpas olduğu değerlendirmelerini haklı çıkarmaktaydı.
Siyonist Yahudi Lobileri güdümündeki ABD'nin, ağızları açık bırakacak şeytanlık stratejisi: Tüm ülkeleri birbirine düşürüp, dünyayı avucuna almaktı!
Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika, başarıyla işleyen bir stratejinin temelini atmıştı. Bunun sonucunda Almanya-Rusya ortak çıkarları çatışmış ve büyük bir savaş başlamıştı. Geride Hitler Almanyası, bitik bir Rusya, sessiz kalan Türkiye, atom bombası atılan Japonya ve 22 milyondan fazla ölü bırakılmıştı. Bu stratejiyle beraber gelen tek zafer Amerika'nındı. Dünya savaşı bittiğinde, Avrupa ülkeleri ekonomik olarak çökmüş durumdaydı ve hepsinin birbirine borcu bulunmaktaydı. Almanya'nın Fransa'ya, Fransa'nın İngiltere'ye, İngiltere'nin ABD'ye borcu vardı. ABD ise silah ve teknoloji üretiyor ama bırakın satmayı, borçlarını bile alamıyor, en büyük pazar (Avrupa ülkeleri) ise bitik durumdaydı.
ABD bu düğümü çözmek için Almanya'ya yeniden yatırım yapıp, para kazansın diye para veriyordu. Böylece Almanlar, Fransa'ya borcunu ödemiş oluyordu. Bu durumda Fransızlar İngilizlere, İngilizler tekrar ABD'ye veriyordu. İşte ABD verdiği parayı böylece geri alıp, Avrupa'yı tekrar güçlendiriyor ve borçlar sorununu büyük ölçüde çözüp, tekrar silah ve teknoloji satabilecek bir pazar oluşturuyordu. Siyonist merkezlerin oluşturduğu tarih şartlarına göre insanlar ortaya çıkıyor, Hitler, Mussolini, Stalin gibi diktatörler işbaşına geliyordu, dünya gitgide agresifleşiyordu. Dünya savaşı sonrası Almanya küçülüyor ve bu durumdan çok rahatsızlık duyuyordu. Rusya birçok yerini kaybediyor, Avrupa'da küçük ülkeler kuruluyordu. Almanya, İtalya, Japonya bulundukları bölgelerin merkezi olacakları hayaliyle birleşip, 2. Dünya Savaşı bloğunu oluşturuyordu. İşte Hitler aslında ufak ufak her tarafa saldırsa da resmi olarak 1 Eylül 1939'da Polonya'yı Rusya ile birlikte bir günde işgal ediyordu. Çünkü Polonya'nın denize kıyısı bulunuyordu. Bu da tarihe “Polonya Sendromu” olarak geçiyor, yani aynı anda 2 süper güç tarafından işgal ediliyordu.
Rusya geçici olarak bu blok içinde kalıyor, sonra sıranın kendisine geldiğini anlayınca çıkıyordu. Fransa, Almanlara karşı ünlü Maginot Hattı'nı oluşturup Almanlar bizi asla işgal edemez sansa da burada bilimin gücü devreye giriyor ve Almanların tanklar yerine bulduğu “panzerler” ormanları yıkarak Paris sokaklarına giriyor ve koca Fransa bir günde teslim olup, antlaşma ile iki'ye bölünüyordu. İmzayı atan başkan kahraman olarak anılırken, savaş sonrası vatan haini ilan edilip öldürülüyordu. Sonra sıra giderek İngiltere'ye geliyordu. Hitler burayı alamıyor, çünkü burada da devreye bilimin gücü giriyordu. İngilizlerin elinde “radar” sistemi vardı ve her uçağı tespit edip düşürüyordu. Bu arada İtalya'nın işgal edilmemesi için askerlerini de orada tutuyordu. Aynı sırada Almanya Rusya'yı işgale başlıyor ama ilerlemenin bir kısmından sonra Almanya geri püskürtülüyordu.
Peki Ruslar, Almanları nasıl püskürtüyordu?
Çünkü savaşı izleyen ABD hem Rusya hem Almanya zayıflasın diyerek, Almanya'nın kuşatmasının tam ortasında Rusya'ya yardım ediyordu. İşte böylece Siyonist merkezler, bütün ülkeleri birbirine kışkırtıp kırdırarak, kendi sömürü saltanatını kuruyor ve sürdürüyordu.
27.04.2017 Habertürk Türkiyenin nabzı programında, Didem Aslan soruyordu:
-Sincara ikinci operasyon ne kadar gerekli?
E. General Dr. Nail Babüroğlu şöyle yanıtlıyordu:
ABDnin Sincarda 38 milyon dolar PYDye yardım yaptığı biliniyor. (Yabancı kaynaklardan edindiğim bilgilere göre) Türkiyede NATO konusu tartışılınca birden AB tartışması başlatılıyor, böylece Türkiyenin oynayacağı kartı elinden alınmaya çalışılıyor Görünen o ki ABD, Suriyede kalıcı gibi davranıyor Zaten PKK kurulduğu günden beri ABD, PKKya yardım ediyor. Cudi dağındaki PKKlılara yardım ettiği belgelerle ispatlandı. Bu nedenle bizim milli menfaatimiz gereği, PKKnın yok edilmesi gerekiyor.
Didem Aslan soruyordu:
-2008 kara harekâtı neden yapıldı?
E. General Dr. Naim Babüroğlu:
O zaman kara harekâtı ABD ile mutabakatla yapıldı. 90larda kara harekâtını tim ve tabur seviyesinde icra ederdik. Ama 2008e girildikten sonra ABD müsaade etmedi şeklinde yanıtlıyordu. Tam bu noktada Hasan Köni devreye giriyor ve bir Türk vatandaşı gibi değil de ABD ajanı ağzıyla şöyle sataşıyordu.
İşte ben bunu soruyorum. Şimdi yüreği var mı? Lafı bunun için soruyorum.(TSKyı kast ederek)
Didem Aslan: Sosyal medyadan gelen mesajlarda TSKnın yüreği vardır deniliyor.
E. General Dr. Naim Babüroğlu ise, milli ve haysiyetli bir tavırla: TSKnın her zaman yüreği vardır, bunu defalarca ispatlamıştır. Burada siyasi direktif önem kazanmaktadır. Siyasi makam direktif versin, TSK gereğini yapacaktır! diyerek ağzının payını veriyordu.
Siyonist Bakandan itiraf: DAEŞ, İsraile hiç sataşmadı!
El-Meyadinin haberine göre; Siyonist rejim eski Savunma Bakanı Moshe Yaalon, DAEŞin; bir kez işgal altındaki Golan bölgelerine saldırdığını ve bu işten dolayı Siyonist rejimden özür dilediğini vurgulamıştı. Moşe Yaalon çarpıcı bir itirafta bulunmuş, terör örgütü DAEŞin; İsraile bir kez yanlışlıkla saldırdığını ve hemen özür dilediğini anlatmıştı. Çünkü DAEŞi kuran ve kullanan Siyonist odaklardı ve İsraile değil, İslamiyete zarar versin diye kurgulanmıştı.
[1] Bak: http://www.hurriyet.com.tr/topbas-istanbula-ozerklik-istedi