Anasayfa » KÜRDİSTAN KURULURSA, TÜRKİYE YIKILIRDI!

KÜRDİSTAN KURULURSA, TÜRKİYE YIKILIRDI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 113 Görüntüleyen

KÜRDİSTAN KURULURSA, TÜRKİYE YIKILIRDI!

    

16 Nisan 2017 referandumundaki hilekârlık ve hukuksuzluklar tartışılmaya devam ederken, ABD’den gelen üst düzey bir açıklama, büyük şeytanın yeni bir planı devreye soktuğunun kanıtıydı: Bu da Türkiye’nin parçalanmasıydı!

ABD Dışişleri Bakanlığı Danışmanı John Stilides, referandumun Türk toplumunu böldüğünü kaydettiği açıklamasında, “Amerika’dan baktığımızda benim endişelendiğim konu, ülkenin tekrar bir araya gelemeyecek kadar siyasi açıdan bölünmüş olması” ifadelerini kullanmıştı. Bu küstahça ifadeler, ABD’nin Türkiye’yi parçalama yönündeki heves ve hedeflerini açığa vurmaktaydı. Aynı Amerika’nın, PKK’yı ve yan kuruluşlarını zaten Türkiye’ye tercih ettiği bir sır olmaktan çıkmıştı. Artık bu Amerika ile stratejik ortaklığa bağlı kalmak gaflet ve cehalet olmaktan çıkmış, dalalet ve hıyanet sınırına yanaşmıştı.

ABD’li komutan Albay John Dorrian; “PKK’nın, SDG’nin bir parçası olduğunu ağzından kaçırmıştı. (Yani; ABD’li Siyonistler, Suriye Kürdistan’ı için PKK’yı bir alt yapı şebekesi olarak kurmayı planlamıştı.)

DAEŞ Karşıtı Koalisyon Güçleri'nin sözcüsü ABD'li Albay John Dorrian, Bağdat'tan canlı bağlandığı Pentagon'daki basın toplantısında; “Terör örgütü PKK'nın, ABD'nin desteklediği Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) bir parçası olduğunu” hatırlatmıştı. Dorian, soruyu soran gazetecinin, “Açıklığa kavuşturmak için soruyorum, PKK'nın SDG'nin bir parçası olduğunu mu söylediniz?” sözleri üzerine “öyle mi dedim, YPG demek istedim.” diyerek sözlerini düzeltmeye çalışmıştı.

ABD güdümlü Kürtler bağımsızlık ilanına hazırlanmaktaydı!

Irak'ta tarihteki ilk bağımsız Kürdistan devleti kurulma aşamasındaydı. Mesud Barzani'nin planladığı tarih de ortaya çıkmıştı. Barzani’nin danışmanı Muhammed Hacı, bu konuda bir açıklama yapmıştı. Peki Kürt devletinin sınırları ne, haritada nereler vardı? Ortadoğu'daki kaosa yenisini ekleyecek olan bağımsız Kürdistan devleti için, Eylül ayında düğmeye basılacaktı. Mesud Barzani'nin danışmanı, bağımsızlık referandumunun Eylül 2017’de olacağını açıklamıştı. Ancak Siyonist odaklar, ani bir kararla Barzanistan’ın şimdilik özerk konumunu koruması ama asıl Kürdistan’ın Suriye’de kurulması yolunda bir karar almışlar ve Arap Baharı tuzağına kapılan Erdoğan eliyle bunun alt yapısını oluşturmaya başlamışlardı. Yani Suriye’deki Arap Baharı, 2. Golan harekâtıydı.

Peki Bağımsız Kürdistan'ın sınırları nereleri kapsayacaktı ve Kerkük'ü de haritaya katacaklar mıydı?

Kerkük'te Kürdistan bayrakları ile kriz çıkaran Mesud Barzani, Irak'ın merkezi yönetiminin zayıflığından faydalanıp tarihteki ilk Kürt devletini kurma hazırlığındaydı. Bunun için kararlar alan Barzani’nin danışmanları, referanduma gidileceğini duyurmuşlardı. Barzani’nin danışmanı Muhammed Hacı, referandumun Eylül (2017) ayında yapılmasının beklendiğini vurgulamıştı. Bas News İngilizce'ye göre, Muhammed Hacı, Kürt Bölgesi Yüksek Seçim Komisyonu’na referandum düzenlenmesi için çağrı yapmaya hazırlandıklarını anlattığı açıklamalarında, “Mesut Barzani’nin Kürt siyasi partilerinden, bağımsızlık çabalarına liderlik yapacak olan ortak komisyona temsilcilerini belirlemelerini istediğini de” hatırlatmıştı. Zaten Mesut Barzani, 2 Mayıs’ta Fransız Le Figaro gazetesiyle yayımlanan mülakatında “Kürtlerin bağımsızlığı ilan etmesi zamanı geldi. Ancak biz, Irak’tan barışçıl biçimde diyalog ve müzakere yoluyla ayrılmak istiyoruz” açıklamasını yapmıştı.

Kerkük'ü de sınırlarına katacaklar mıydı?

Barzani bu dönemde Kerkük Valisine il genelinde Kürt bayraklarını kamu kurumlarına astırmıştı. Vali Kürtçe’yi de resmi yazışma dillerine eklemiş bulunmaktaydı. Irak yönetiminin uyarısına rağmen, bu konuda geri adım atılmamıştı. Merak edilen, Bağımsız Kürdistan Devletinin sınırlarıydı. Kerkük'ün bu sınırlar içinde yer alıp almayacağı da henüz bir muammaydı. Böyle bir girişim olduğu takdirde, Irak'ta büyük çatışmalar yaşanacaktı. Çünkü Irak'ın demografik yapısı hayli sıkıntılıydı. Erbil ve Süleymaniye'de Kürt nüfus ağırlıktaydı. Musul-Kerkük'te Arap-Türkmen ve Kürtler vardı. Irak'ın merkezi ve Bağdat bölgesinde Sünni Araplar yer alırken, Kerbela, Necef, Nasıriye, Basra civarında ise Şii Araplar yoğunluktaydı. Bu tabloya bakıldığında bağımsız Kürdistan ilanı ile Irak resmen parçalanma sürecine girmiş olacaktı. Kürtlerin ardından Şiiler ve Sünniler de ayrı devletler ilan etmek üzere kışkırtılmaktaydı.

İşte AKP iktidarının resmiyet ve meşruiyet kazandırdığı Barzanistan, şimdi bağımsız Kürdistan olarak başımıza bela olacaktı.

Galip İlhaner adlı yandaş yalaka, MİLAT Gazetesi’nde (03.05.2017) “Kürtler Erdoğan’ı Başkan Yapacak” yazısında; “Barzani’nin Erdoğan’a destek çıktığı ve Başkanlık yolunu kolaylaştırdığı… Türkiye’nin milli bir Kürt politikası başlatıp, dünyadaki bütün Kürtleri kendisine bağlayacağı… PKK’dan kurtulmak isteyen Kürtlerin; Barzani üzerinden, FET֒den kurtulmak isteyenlerin; Meral Akşener üzerinden bir çıkış yolu aradıkları…” gibi Siyonist projeleri kendi görüşleri gibi aktardıktan sonra: “(Referandumda HAYIR kampanyası yürüten) Saadet Partisi, millilikten uzaklaşarak Ulusalcılığa kayıyor, SP’de bir eksen kayması yaşanıyor… İç ve dış odaklar, AKP’yi durdurmak için SP üzerinden politikalar kurguluyor, böylece SP’ye 2’nci HDP rolü verilmeye çalışılıyor…”gibi safsatalarla sataşmıştı.

Oysa bu yandaş yalakaların yaranmaya çalıştığı, kahraman Başkan(!) ve kurmayları, o sırada PKK ve yan kuruluşlarıyla, zırhlı araçlarda kol kola sınırımızda dolaşan ABD askerlerinin fotoğraflarını çekip, Trump’a şikâyet etmek üzere tarihi(!) Amerikan ziyaretine hazırlanmaktaydı!? Herhalde kırmızı Turp’a (pardon Trump’a), siyah Obama’nın kendilerini nasıl aldattığını da anlatacaklardı!.. Barzani, Büyük İsrail’in alt yapısını tamamlayıcı bir Kürdistan için bağımsızlık ilanına hazırlanırken, bunlar hâlâ Barzani’nin desteğini kazanmakla övünüyorlardı… Irak, Suriye ve Libya’nın parçalanmasından sonra, asıl sıranın Türkiye’ye gelip dayandığını anlamaktan bile aciz zavallılar, Başkanlık gibi sinsi ve geçici başarıların, başlarına ne işler açacağının bile farkına varmamaktaydı.

O süreçte PKK, Amerika ve Rusya’nın yardımıyla sınırımızda 30 kamp kurmuşlardı!

Terör örgütü PKK’nın, ABD'nin de desteğiyle Suriye'nin kuzeyinde 30'dan fazla kamp kurduğu anlaşılmıştı. ABD yönetimi ve PKK, Suriye’de iş birliğini derinleştirmek ve Türkiye’nin tepkisini engellemek için, terör örgütü kadrolarını Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında kullanmaktaydı. Türk güvenlik ve istihbarat kaynaklarına göre, son dönemde terör örgütü PKK, Suriye’nin kuzeyinde SDG kisvesi altında 30’dan fazla kamp kurmuş durumdaydı. Güvenlik güçlerimizin 25 Şubat 2016’da Suriye sınırında yakaladığı keskin nişancı “Diren” kod adlı Mesut C’nin ifadesinde; bölücü örgüt PYD yönetiminin Karaçok kampında aldığı kararla, PKK’ya destek için Diyarbakır’ın Sur ilçesine keskin nişancı olarak gönderildiğini söylemesi de bu gelişmeleri doğrulamaktaydı.

Fırat’ın doğusunda, güneyden kuzeye doğru 20 kilometre arayla kurulan, PKK’nın “Tişrin, Şeyhler, Beyadiye ve Çarıklı” kamplarında saldırı ve savunma eğitimi yaptırılmaktaydı. PYD’nin sıcak çatışmalara girdiği Afrin’in batısına kurulan bu kamplarda, yaklaşık 40 gün eğitim verildiği saptanmıştı. Bu kamplar, PKK’nın bölgedeki en etkin kampları arasındaydı. Mardin’in Nusaybin ilçesinin karşısındaki “Rimelan” kampında ise, suikast ve keskin nişancı eğitimi alınmaktaydı. Örgütte özel seçilen teröristler, burada yaklaşık 3 ay eğitim gördükten sonra, özellikle Türkiye’de yapacağı eylemlere katılmaktaydı. PYD/PKK teröristlerine ve elebaşlarına, Amerika’da diktirilen SDG amblemi olan üniformalar dağıtılmıştı. Ancak, örgüt yandaşlarının sosyal medya hesaplarında yayınlanan görüntülerde, yer yer eski ve yeni amblemleri bir arada kullandıkları da ortaya çıkmıştı. PKK, Suriye’deki yapılanmasını ilk olarak PYD ve onun silahlı uzantısı YPG adı altında başlatmıştı. Suriye’de 2011 sonunda iç savaşın başlamasından sonra, terör örgütü ile ABD arasında iş birliği giderek artmıştı. PYD/PKK’lı bazı küçük gruplar, 2015’te SDG adı altında bir araya getirilip PKK’ya resmiyet ve meşruiyet kazandırılmıştı.

Dönemim Başbakan’ı Binali Yıldırım'ın Barzani'ye başsağlığı mesajı, artık ülkemizin bu kafalardan kurtulması gereğini ortaya koymaktaydı!

Binali Yıldırım, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani ile telefonda görüşüp özür diler gibi davranması, milli vicdanı sızlatmıştı. Binali Yıldırım, TSK'nın Şengal ve Karaçok bölgelerine gerçekleştirdiği operasyonda ölen 5 peşmerge için, başsağlığı dileğinde bulunmuşlardı. Oysa bu durum, Barzani peşmergelerinin PKK ile birlikte hareket ettiğinin kanıtıydı. Binali Bey’in hatırlatması ve hesap sorması lazımdı: Sizin bu peşmergeleriniz PKK kampında ne aramaktaydı? Evet, Barzani suçüstü yakalanmıştı ama onları asıl şımartan işte bu AKP kafasıydı!

ABD’nin, TSK’yı uyarma küstahlığı!

2017 yılında, ABD’nin Avrupa Kuvvet Komutanı Scaparrotti’nin, Ankara ziyaretinde Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a ‘Rojava endişesi’ni(!) ilettiği ortaya çıkmıştı. Scaparrotti, TSK’nın son saldırılarında, ABD’yle yeterli koordinasyon kurmadığından yakınmıştı. TSK’nın Rojava ve Şengal’deki terör örgütü YPG hedeflerine yönelik saldırıları konusunda, Ankara’yla Washington arasındaki gerilim tırmanmıştı. Rojava’da askerleri bulunan ABD’nin, ‘koordinasyon yetersizliği’ne dair endişelerini bizzat dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’a ilettiği ortaya çıkmıştı. Açıklama, ABD’nin Avrupa’daki Kuvvet Komutanlığı’nın sözcüsü Danny Hernandez tarafından yapılmıştı. Hernandez, ABD’nin Avrupa’daki en üst düzey askeri yetkilisi olan Avrupa Kuvvet Komutanı Curtis Scaparrotti’nin, Hulusi Akar’la Ankara’da yaptığı görüşmede “endişelerini aktardığı”nı açıklamıştı.Oysa; TSK’nın bu operasyonları ABD’ye bildirmesi, PKK’ya haber vermesi anlamını taşırdı! TSK’nın kararlı tavrı karşısında, Amerika ve Rusya sızlanmaya başlamıştı.

NY Times Gazetesine göre: 5 ülke, nasıl 14 ülkeye parçalanırdı?

Amerikan New York Times Gazetesi, İslam coğrafyasına yönelik yeni bir harita yayınlamıştı. (2017) İç savaşın devam ettiği Irak, Suriye ve Libya haritada bölünmüş hâlde yer alırken, en dikkat çeken nokta ise, 5 parçaya ayrılan Suudi Arabistan olmaktaydı. Amerika öncülüğünde, Batı eliyle yeni bir sınır ayrımına sürüklenen İslam coğrafyasına ilişkin New York Times Gazetesi’nin bu haritasının, ABD Dışişleri danışmanı Siyonist John Stilides’in; “Türkiye, bir daha birleşmeyecek şekilde bölünebilir”açıklamasından sonra deşifre olunması anlamlıydı. '5 Ülke Nasıl 14 Ülke Oldu' başlığını taşıyan haritada, yoğun iç savaşın yaşandığı ülkeler yer almıştı. Gazetenin servis ettiği haritaya göre; Suriye, Irak ve Libya üç parçaya bölünmüş, Yemen ise ikiye ayrılmış olarak yayınlanmıştı. En dikkat çeken nokta ise; henüz somut bir karışıklığın yaşanmadığı Suudi Arabistan'ı, beş parçaya bölünmüş bir şekilde servis etmiş olmasıydı. Harita üzerine düşülen notlarda ise şu bilgiler yer almıştı:

Suriye

Mezhepçilik ve etnik savaş, Suriye'yi en az 3 parçaya bölebilir:

1- Aleviler, on yıllardır Suriye'yi kontrol eden azınlık bir gruplar ve kıyı koridoruna hâkimler.

2- Suriye'den bir Kürdistan kopup, Irak Kürtleri ile birleşebilirler.

3- Sünniler, kendi aralarında/şehirleriyle birleşerek Sünni bir devlet kurabilirler.

Irak

En basit bir örnek olarak; kuzeydeki Kürtler, Suriye Kürtlerine katıldı. Sünnilerin baskın olduğu birçok bölge, Suriye Sünnilerine katıldı ve güney tarafı Şii'lerin oldu. Göründüğü gibi Irak parçalanmış vaziyettedir.

Libya

Güçlü aşiret ve bölgesel rekabetler sonucunda Libya, iki tarihi parçasına geçebilir -Trablusgarp ve Sirenayka- ve muhtemelen güneybatıda üçüncü bir Fizan devleti kurulabilir.

Monarşi Öncesi Suudi Arabistan

Suudi Arabistan, uzun süre iktidarın yeni nesil prenslere kaymasıyla yüz yüze gelebilecek kendi örtbas edilmiş iç bölünmeleriyle karşı karşıya kalmaktadır. Krallığın birliği, kabile farklılıkları, Sünni-Şii ayrımı ve ekonomik zorluklar tarafından daha da fazla tehlike altına giriyor. Modern devletin öncesindeki eski beş bölgeli yapısına dönüşebilir.

İki Yemen

En yoksul Arap ülkelerinden biri olan Yemen; ikiye bölünmüş parçasından biri olan Güney Yemen'de, bağımsızlık için yapılacak olası bir referandumu takiben tekrar iki parçaya bölünebilir. Daha güçlü bir ayrılmadan sonra, Güney Yemen'in tamamı veya bir parçası, Suudi Arabistan'ın bir parçası haline gelebilir. Hemen hemen tüm Suudi ticareti, deniz yoluyla yapılır ve Arap Denizine doğrudan erişim, Basra Körfezi'ne olan bağımlılığı azaltacaktır. Ayrıca; İran'ın, Hürmüz Boğazı'nı kesme gücünün olmasından dolayı da bir korku vardır.

Kadir Topbaş’ın İstanbul'a özerklik istemesi (2017), Türkiye’nin bölünmesinin ilk aşaması mıydı?

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Büyükçekmece’de vatandaşlara seslenirken, İstanbul için özel bir yasa talebinde bulunmuşlardı“Biz bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak, yetkilerimizin artırılmasını istiyoruz. Hatta İstanbul’a özel bir yasa talebimiz oldu. Niye, daha çok iş yapalım diye. Ayrıcalık versin diye değil. Malatya’nın, Denizli’nin Diyarbakır’ın yasasıyla İstanbul’u yönetiyoruz. Olmuyor, yürümüyor. Diyorum ki İstanbul kendi kendini yönetsin, başka müdahaleler olmasın, kendi kararını kendi versin. Bu yanlış mı? Doğru. Böyle tek elden yürüsün.” diyen Kadir Topbaş, ABD’nin New York kentinde 1994-2001 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapan Rudy Giuliani’yi örnek göstererek, “New York’ta geçmişte kapkaç ve gasp had safhaya gelmişti. Giuliani seçildi. Kaynak, bütçe yetersiz. ‘Bu işi çözerim ama her New Yorklu yılda 5 dolar versin’ dedi. ‘Tamam’ dediler. Başkan bu olayı çözdü” sözleriyle sinsi amacını ortaya koymuşlardı.[1]

Kadir Topbaş’ın örnek verdiği Rudy Giuliani; Rıza Zarrab’ın avukatıydı, arabuluculuk yapmak ve gizli-kirli dosyaları kapatıp her iki tarafı da rahatlatmak üzere, Ankara’ya gelip, Ak Sarayda Sn. Erdoğan’la özel görüşmeler yapıp ayrılmıştı.

Oysa, Suriye ve Irak parçalanırsa, Türkiye ayakta kalamazdı!

“Suriye’de kendi stratejik çıkarlarını maskelemeye çalışan ABD ve Rusya gibi güç odaklarının, adım adım hedeflerine ulaşmakta oldukları anlaşılmaktaydı. Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin Savunma Bakanı Chuck Hagel, “Sanılanın aksine Suriye, Amerikan çıkarları açısından petrol zengini Libya’dan çok daha önemli bir ülkedir” diyerek asıl amaçlanan stratejik hedefin, önemli ipuçlarını ortaya koymuşlardı. Bu da Büyük İsrail’e zemin hazırlanmasıydı. Bu çerçevede, Donald Trump yönetiminin muhtemel Rakka operasyonu öncesi PYD’ye yönelik silah yardımlarını sıklaştırması karşısında, ister istemez sözde “stratejik ortak” sayılan Türkiye’nin çıkarlarının nasıl korunabileceği konusunda yeni bir paradoks yaşanmaktaydı. ABD güçlerinin himayesi altındaki PYD unsurlarının, Rakka’ya 17 mil mesafedeki stratejik Tabka merkezini ve Tabka barajını ele geçirmeleri hem ABD’nin hem de PYD’nin çıkarları doğrultusundaydı. Tabka’da yaşanan bu gelişmeden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın ısrarla; PYD yerine, ABD ile birlikte Rakka operasyonunda -ABD’nin stratejik ortağı olarak- yer alma isteğinin, Trump tarafından nasıl karşılık bulacağı henüz anlaşılmamıştı.

Burada üzerinde asıl durulması gereken nokta, SDG (Suriye Demokratik Güçleri) yapılanmasını oluşturan ana unsur, PYD dışındaki yirmi bir örgütün varlığıdır. Bu örgütler için önemli bir deney alanı sayılan Kuzey Suriye’de, DAEŞ sonrası nasıl bir gelişme olacağı ise hâlâ bir muammaydı. Türkiye’yi yakından ilgilendiren bu bölgede, gelecekte Suriye’nin bütünlüğünden sürekli dem vuran ülkeler mi yoksa DAEŞ bahanesiyle asıl Suriye’yi çökertmeye çalışan yıkıcı güçler mi başarılı olacaktı? ABD’nin, Suriye’nin kuzeydoğusunda faaliyet gösteren SDG’ye, yeni askeri teçhizat ve malzeme desteği vermesi, gelecekteki istikrarsızlığın da altyapısını oluşturmaktaydı. İleride bu yapılanmaların barışçıl amaçlara yönelik olmalarını düşünmek aşırı ahmaklıktı. ABD, özellikle Ortadoğu’nun geleceğine yönelik politikalarını oluştururken, ortaya çıkan PYD gibi yeni dinamikleri daha da güçlendirerek, uzun vadeli planlarının gereğini yerine getirmeye çalışmaktaydı.” diyenler haklıydı.

PKK kılıflı Haçlı saldırısı!

Akçakale Karakolu’na yapılan saldırıyı PYD/PKK’lı teröristlerin ve bölgede bulunan “yabancı askerlerin” gerçekleştirdiği saptanmıştı. Saldırıda ayrıca ABD ve Fransa yapımı tanksavarların kullanıldığı anlaşılmıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Irak’ın kuzeyindeki Sincar Dağı ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Karaçok Dağı bölgelerine düzenlediği hava saldırılarının ardından, sınır hattından da teyakkuz başlatmıştı. Operasyonun ertesi günü ise Suriye sınırında bulunan hudut karakollarına, peş peşe yapılan PYD/YPG saldırılarına, Türkiye misliyle karşılık vermişti. Türkiye’nin meşru müdafaa hakkı dolayısıyla verdiği karşılık, terör örgütü tarafından uluslararası kamuoyuna “Türkiye’nin saldırgan hareketleri”olarak yansıtılmıştı.

Üç gün süren gerilimden sonra, PYD/YPG’nin de ortağı olduğu ABD başkanlığındaki koalisyon güçlerinin askerleri, Suriye sınırında nöbet tutmaya başlamıştı. Hâlâ ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’dan yaklaşık 300 askerin; “olası bir çatışmaya imkân vermemek” gerekçesiyle, sınır hattında nöbet tuttuğu ortaya çıkmıştı. Ayrıca koalisyon güçlerinin bu tutumunun, Türkiye’nin sınır ötesinden gelen terörist tehdide karşı olası operasyon planlarını engelleme girişimi olduğu da açıktı. Sınırda süren bu gerilimde, önemli bir iddia da gündeme taşınmıştı. PYD/YPG’nin Akçakale’deki hudut karakollarına yaptığı saldırıda, “yabancı terörist”lerin yer aldığı gerçeği ortaya çıkmıştı. Yerel kaynaklar, saldırının bölgede bugüne kadar görülmeyen yabancı unsurlar tarafından yapıldığının gözlendiğini vurgulamıştı.

ABD ve Fransa tanksavarları kullanılmıştı!

Yine karakola yapılan saldırıda kullanılan ve roket olduğu tespit edilen mühimmatın, saldırının yapıldığı bölgeden roketatarla yapılmasının mümkün olmadığı hatırlatılmıştı. Kaynaklar o mesafeden roket atılması için, güdümlü tanksavar kullanılması gerektiğini vurgularken, bu tanksavarların da Fransızlara ait, 2 km. menzilli Milan veya ABD’ye ait 3 km. menzilli TOW olabileceğini doğrulamıştı. Saldırıya ilişkin bu ayrıntı ve hemen ardından uluslararası koalisyon güçlerinin Türkiye-Suriye sınırına nöbetçi asker yığması, yapılan saldırıların, Türkiye’yi engelleme amaçlı kumpas olduğu değerlendirmelerini haklı çıkarmaktaydı.

Siyonist Yahudi Lobileri güdümündeki ABD'nin, ağızları açık bırakacak şeytanlık stratejisi: Tüm ülkeleri birbirine düşürüp, dünyayı avucuna almaktı!

Birinci Dünya Savaşı sonrası Amerika, başarıyla işleyen bir stratejinin temelini atmıştı. Bunun sonucunda Almanya-Rusya ortak çıkarları çatışmış ve büyük bir savaş başlamıştı. Geride Hitler Almanya’sı, bitik bir Rusya, sessiz kalan Türkiye, atom bombası atılan Japonya ve 22 milyondan fazla ölü bırakılmıştı. Bu stratejiyle beraber gelen tek zafer Amerika'nındı. Dünya savaşı bittiğinde, Avrupa ülkeleri ekonomik olarak çökmüş durumdaydı ve hepsinin birbirine borcu bulunmaktaydı. Almanya'nın Fransa'ya, Fransa'nın İngiltere'ye, İngiltere'nin ABD'ye borcu vardı. ABD ise silah ve teknoloji üretiyor ama bırakın satmayı, borçlarını bile alamıyor, en büyük pazar (Avrupa ülkeleri) ise bitik durumdaydı.

ABD bu düğümü çözmek için Almanya'ya yeniden yatırım yapıp, para kazansın diye para veriyordu. Böylece Almanlar, Fransa'ya borcunu ödemiş oluyordu. Bu durumda Fransızlar İngilizlere, İngilizler tekrar ABD'ye veriyordu. İşte ABD verdiği parayı böylece geri alıp, Avrupa'yı tekrar güçlendiriyor ve borçlar sorununu büyük ölçüde çözüp, tekrar silah ve teknoloji satabilecek bir pazar oluşturuyordu. Siyonist merkezlerin oluşturduğu tarih şartlarına göre insanlar ortaya çıkıyor, Hitler, Mussolini, Stalin gibi diktatörler işbaşına geliyordu, dünya gitgide agresifleşiyordu. Dünya savaşı sonrası Almanya küçülüyor ve bu durumdan çok rahatsızlık duyuyordu. Rusya birçok yerini kaybediyor, Avrupa'da küçük ülkeler kuruluyordu. Almanya, İtalya, Japonya bulundukları bölgelerin merkezi olacakları hayaliyle birleşip, 2. Dünya Savaşı bloğunu oluşturuyordu. İşte Hitler aslında ufak ufak her tarafa saldırsa da resmi olarak 1 Eylül 1939'da Polonya'yı Rusya ile birlikte bir günde işgal ediyordu. Çünkü Polonya'nın denize kıyısı bulunuyordu. Bu da tarihe “Polonya Sendromu” olarak geçiyor, yani aynı anda 2 süper güç tarafından işgal ediliyordu.

Rusya geçici olarak bu blok içinde kalıyor, sonra sıranın kendisine geldiğini anlayınca çıkıyordu. Fransa, Almanlara karşı ünlü Maginot Hattı'nı oluşturup Almanlar bizi asla işgal edemez sansa da burada bilimin gücü devreye giriyor ve Almanların tanklar yerine bulduğu “panzerler” ormanları yıkarak Paris sokaklarına giriyor ve koca Fransa bir günde teslim olup, antlaşma ile iki'ye bölünüyordu. İmzayı atan başkan kahraman olarak anılırken, savaş sonrası vatan haini ilan edilip öldürülüyordu. Sonra sıra giderek İngiltere'ye geliyordu. Hitler burayı alamıyor, çünkü burada da devreye bilimin gücü giriyordu. İngilizlerin elinde “radar” sistemi vardı ve her uçağı tespit edip düşürüyordu. Bu arada İtalya'nın işgal edilmemesi için askerlerini de orada tutuyordu. Aynı sırada Almanya Rusya'yı işgale başlıyor ama ilerlemenin bir kısmından sonra Almanya geri püskürtülüyordu.

Peki Ruslar, Almanları nasıl püskürtüyordu?

Çünkü savaşı izleyen ABD hem Rusya hem Almanya zayıflasın diyerek, Almanya'nın kuşatmasının tam ortasında Rusya'ya yardım ediyordu. İşte böylece Siyonist merkezler, bütün ülkeleri birbirine kışkırtıp kırdırarak, kendi sömürü saltanatını kuruyor ve sürdürüyordu.

27.04.2017 Habertürk “Türkiye’nin nabzı” programında, Didem Aslan soruyordu:

-Sincar’a ikinci operasyon ne kadar gerekli?

E. General Dr. Nail Babüroğlu şöyle yanıtlıyordu:

“ABD’nin Sincar’da 38 milyon dolar PYD’ye yardım yaptığı biliniyor. (Yabancı kaynaklardan edindiğim bilgilere göre) Türkiye’de NATO konusu tartışılınca birden AB tartışması başlatılıyor, böylece Türkiye’nin oynayacağı kartı elinden alınmaya çalışılıyor… Görünen o ki ABD, Suriye’de kalıcı gibi davranıyor… Zaten PKK kurulduğu günden beri ABD, PKK’ya yardım ediyor. Cudi dağındaki PKK’lılara yardım ettiği belgelerle ispatlandı. Bu nedenle bizim milli menfaatimiz gereği, PKK’nın yok edilmesi gerekiyor.”

Didem Aslan soruyordu:

-2008 kara harekâtı neden yapıldı?

E. General Dr. Naim Babüroğlu:

“O zaman kara harekâtı ABD ile mutabakatla yapıldı. 90’larda kara harekâtını tim ve tabur seviyesinde icra ederdik. Ama 2008’e girildikten sonra ABD müsaade etmedi” şeklinde yanıtlıyordu. Tam bu noktada Hasan Köni devreye giriyor ve bir Türk vatandaşı gibi değil de ABD ajanı ağzıyla şöyle sataşıyordu.

“İşte ben bunu soruyorum. Şimdi yüreği var mı? Lafı bunun için soruyorum.”(TSK’yı kast ederek)

Didem Aslan: Sosyal medyadan gelen mesajlarda “TSK’nın yüreği vardır” deniliyor.

E. General Dr. Naim Babüroğlu ise, milli ve haysiyetli bir tavırla: “TSK’nın her zaman yüreği vardır, bunu defalarca ispatlamıştır. Burada siyasi direktif önem kazanmaktadır. Siyasi makam direktif versin, TSK gereğini yapacaktır!” diyerek ağzının payını veriyordu.

Siyonist Bakan’dan itiraf: DAEŞ, İsrail’e hiç sataşmadı!

El-Meyadin’in haberine göre; Siyonist rejim eski Savunma Bakanı Moshe Yaalon, DAEŞ’in; bir kez işgal altındaki Golan bölgelerine saldırdığını ve bu işten dolayı Siyonist rejimden özür dilediğini vurgulamıştı. Moşe Yaalon çarpıcı bir itirafta bulunmuş, “terör örgütü DAEŞ’in; İsrail’e bir kez yanlışlıkla saldırdığını ve hemen özür dilediğini” anlatmıştı. Çünkü DAEŞ’i kuran ve kullanan Siyonist odaklardı ve İsrail’e değil, İslamiyet’e zarar versin diye kurgulanmıştı.

 


[1] Bak: http://www.hurriyet.com.tr/topbas-istanbula-ozerklik-istedi


























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi