Anasayfa » Fetullah Gülen’e Kim KEFİL Oldu ?!

Fetullah Gülen’e Kim KEFİL Oldu ?!

Yazar: yonetici
0 Yorum 216 Görüntüleyen

 

Wikileaks Belgelerinde: AKP + CEMAAT + ABD + PKK + İSRAİL İLİŞKİLERİ

 

Herhalde Fetullahcıların “Sızıntı” Dergisini ima ederek, Barış Pehlivan’la Barış Terkoğlu’nun hazırladığı “SIZINTI-Wikileaks’te Ünlü Türkler” kitabı, o güne kadar defalarca ve farklı yayın organlarında yazılanları özetleyip bir araya toplanması ve bir bütünlük oluşturup okuyucuya sunulması bakımından oldukça yararlıydı.

 

Şimdi biz de, “Özetin özeti” sayılacak şekilde o bilgi ve belgelerin bir kısmını okurlarımızın dikkatine sunmaya çalışacağız. 251 bin 287 adet ABD Dışişleri Bakanlığı'na ait yazışma, o gece Wikileaks’te yayınlanmaya başladı. Dünyanın dört bir yanından ABD büyükelçileri ve konsoloslarıyla yapılan yazışmaların yayınlanması, dünya için artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ilan ediyordu.

 

28 Aralık 1966'dan 28 Şubat 2010'a kadar olan bir tarih aralığında yapılan yazışmalar, “süper güç” ABD'nin “yatak odası sırları” özelliğini taşıyordu.

 

Türk Medyası: Kör, sağır ve dilsiz davranmıştı!

 

Belgelerin yayınlanmasının ardından Türkiye'de merkez medya adeta üç maymunu oynamıştı. Sosyal medya olmasaydı, belki de halk belgelerde yazılanlardan hiç haberdar olmayacaktı. Bunun sebebi malum. Amerikalı diplomatlar AKP'li politikacılar hakkında o kadar ağır ithamlarda bulunuyordu ki, hükümet korkusu yaşayan medya bu iddiaları yayınlarsa, arpasından olacaktı.

 

Beyaz Saray’ın itirafı!

 

Belgelerin gerçek olduğu konusunda kimsenin şüphesi yoktu, ancak yine de gözler Beyaz Saraydaydı. 29 Kasım günü Beyaz Saray, yaptığı açıklamayla belgelerin gerçek olduğunu kabul ederken, “yazışmaların ABD'nin dış politikası anlamına gelmediğini” hatırlatmıştı. Yayınlanan belgelerin “özel diplomatik görüşmeler” olduğunun ifade edildiği açıklamada, “Washington'a yapılan saha bildirimleri doğası gereği samimi bir şekilde yapılır ve genellikle tam bilgiden oluşmaz. Bir dış politika ifadesini yansıtmaz, aynı zamanda nihai kararlarımız da değildir,” ifadesi kullanılmıştı.

 

Fehmi Koru'nun Kovulması

 

Wikileaks'in deyim yerindeyse Türkiye'deki ilk “kurbanı” NTV Ankara Temsilcisi Murat Akgün olacaktı. Başbakan Erdoğan'ın Wikileaks belgeleriyle ilgili yaptığı ve medyayı hedef aldığı konuşmadan bir gön sonra Murat Akgün, NTV'deki görevinden alınmıştı. Konuyla ilgili medya sitelerinin yazdığına göre, bu ani görevden almada Murat Akgün'ün eski ABD Büyükelçisi ve Başbakan Erdoğan'ın hedefindeki isim olan Eric Edelman'la olan yakınlığı rol oynamıştı.

 

Ve asıl bomba Yeni Şafakta patladı. Gazeteciler.com sitesinde Cenk Açık mahlasıyla yazan ve CİNE 5'in eski medya grup başkanı Levent Gültekin olduğu iddia edilen yazar, 6 Aralık 2010 tarihinde “Sahi Edelman Yeni Şafaktan ne istemişti?” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Wikileaks belgelerinin ortalığı kavurduğu günlerde yayınlanan bu yazıda anlatılana göre, Yeni Şafak gazetesinin ABD'nin Irak işgalinin başlamasıyla birlikte yaptığı haberler ABD Büyükelçiliğinde rahatsızlık yaratmıştı. Öyle ki, bu rahatsızlık dönemin Büyükelçisi Eric Edelman tarafından gazetenin yazan Fehmi Koru'ya da aktarmıştı. Koru, ABD Büyükelçiliğinin bu rahatsızlığını Yeni Şafak içinde gidermeye çalışmıştı.

 

Bir gün sonra, gazetenin yazarı İbrahim Karagül, çok tartışılacak bir makale yazmıştı. “Edelman benim de kellemi istemişti” başlıklı yazıda İbrahim Karagül, isim vermeden Fehmi Koru’yu işaret ediyordu.

 

Türkiye Dünyanın Diline Dolanmıştı

 

Türkiye ile ilgili belgelerin ayrıntılarına en çok yer veren yayın, kuşkusuz, Alman Der Spiegel olacaktı. Dergi, Başbakan Erdoğan'ın İsviçre hesabı iddialarından AKP'li bakanlara yönelik ağır ithamlara kadar Türkiye ile ilgili Wikileaks'te yer alan ağır ifadeleri yayınlanmıştı. İsviçre'nin en çok satan gazetesi Blick ise, İsviçre hesapları ile ilgili şu ifadeleri kullanmıştı: Türk lider Erdoğan için büyük aksilik… Aslında o, geçen yıl Erdo-öfke (Erdowahn) unvanı almış ve İsviçre'yi minare yasağı konusunda faşist bir devlet olarak tanımlamıştı. Şimdi ise malvarlığını İsviçre'ye emanet ettiği ortaya çıkmıştı. Ve bundan da haberi yokmuş!” Gazete devamında şu ifadeyi yayınlamıştı: “Erdoğan'ın kızgın olduğu görünüyor. Kendini öne atıp malvarlığı ve İsviçre’deki hesaplarla ilgili iddiaların doğru olduğu ispatlanırsa istifa edeceğini söylüyor. Ama malvarlığının kaynağını da tam olarak açıklayamıyor. Çocuklarının nasıl olup da yüksek vergiler ödediği sorusu da hâlâ cevap bekliyor.”

 

Euronews ise, Wikileaks'te Türkiye ile ilgili iddialara geniş yer verirken, “Erdoğan ABD'ye Kızgın” başlıklı haberinde, “Türkiye ile ABD ilişkileri, açıklanan belgelerden sonra biraz dumanlı. Başbakan Erdoğan, kendisinin İsrail'e kini olan göz yumucu bir İslamist olarak tanıtılmasından rahatsız,” ifadelerini kullandı.

 

Özür diplomasisi, yalan çıkmıştı!

 

Dünya belgeleri tartışırken, Wikileaks, Türkiye'nin gündemine bir başka diplomatik kriz konusuyla taşınmıştı. Belgelerin yayınlanmasının ardından konuşan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'un kendilerinden özür dilediğini açıklamıştı. Oysa bu yalan çıkmıştı.

 

Davutoğlu'nun açıklamasının ardından Radikal yazarı Murat Yetkin, Dışişleri kaynaklarına özür meselesini sormuş, onlardan şu yanıtı almıştı: “Clinton, ABD belgelerinin yasadışı yollardan açığa çıkmış olmasından dolayı 'profoundly sorry', yani derin üzüntü duyduğunu açıkladı. Belgelerin Türkiye'de yarattığı tepki için de 'regret' ifadesini kullandı.” Yetkin'in kaynakları Clinton'un özür dilemediğini, yalnızca üzüntüsünü bildirdiğini söylüyordu.

 

“Arşivdeki Atatürk” Gâvurların kıcıklığını yansıtmaktaydı.

 

Wikileaks sitesi bilgisayar masaüstleri için afişler hazırlamıştı. Bunlardan birinde Wikileaks logosu bir arşiv odasını basıyordu. Açılan kapıdan ışık odanın içine vurmuştu. Odadaki raflarda klasörlerin yanında kalpaklı bir Atatürk fotoğrafı vardı. Kuşkusuz Atatürk'ün fotoğrafı Türkiye'yi simgeleyen bir semboldü. Afişte ise “It's time to open the archieves (Arşivleri açmanın zamanı)” yazıyordu.

 

Erdoğan’ın Yabancı Banka Hesapları!?

 

Wikileaks'in yayınladığı belgelerde en çok tartışılan konulardan biri, 30 Aralık 2004 tarihli belgede yazılan iddiaydı. Bu iddiaya göre, Başbakan Erdoğan'ın İsviçre bankalarında sekiz ayrı hesabı vardı.

 

Bu iddia, deyim yerindeyse, deprem etkisi yaratmıştı. Öyle ki, liberallerin kalesi Taraf gazetesi bile bu iddiayı 30 Kasım 2010 tarihinde manşetine taşımak zorunda kalmış ve haberine “Erdoğan'ın İsviçre'de Sekiz Gizli Hesabı Var” başlığını atmıştı.

 

Neden İsviçre Bankaları?

 

Peki, Wikileaks belgelerinde geçen ve Erdoğan'ı kızdıran iddia, yani İsviçre bankalarında gizli hesabı olmak, ne anlama geliyordu? İsviçre dünyanın en zengin ülkelerinden biri olarak kabul ediliyor. Bankalardaki gizli hesaplarda 2 trilyon doların bulunduğu biliniyordu. CHP Milletvekili Atilla Kart'ın yaptığı açıklamaya göre de bunun 60 milyar doları aşan kısmı Türklere ait bulunuyordu.

 

Peki, neden İsviçre bankaları tercih ediliyordu?

 

Çünkü toplam 385 bankanın faaliyet gösterdiği İsviçre bankacılık sistemi, gizlilik ilkesi üzerine kurulmuştu.

 

İşte bu durum vergi kaçakçılığı konusunda İsviçre bankalarını uygun bir yol haline getiriyordu.

 

Siyonist Yahudi diplomatın ABD’ye uyarısı: “Erdoğan'ın Arkasında Duralım!”

 

Tarih: 20 Ocak 2004. ABD'nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın Washington'a gönderdiği kriptoda Başbakan Erdoğan ve AKP hakkında bilgiler bulunuyordu. “Gizli” sınıflandırılan bu belgenin “Yolsuzluklar” başlıklı bölümünde şu satırlar yer alıyordu:

 

“AK Parti'nin iktidara gelişi, Türk toplumunun yolsuzluklara duyduğu tepkinin bir sonucudur. Erdoğan'ın kişisel servetini İstanbul Belediye Başkanlığı yaptığı dönemde rüşvetle elde ettiği hakkında ortaya atılan iddialar henüz kanıtlanmış değildir ancak Hikmet Bulduk, Mücahit Arslan ve Cüneyd Zapsu gibi Başbakan'ın bazı danışmanlarının son zamanlarda ihaleleri etkileme girişimleriyle ilgili olarak hükümete yakın kesimlerden çok sayıda duyum almaktayız. Akşam'ın Ankara Temsilcisi Nuray Başaran bize Zapsu'nun kendisine 13 Ocak'ta, Tüpraş'ın özelleştirilmesi ve Rusya'nın da bulunduğu bir konsorsiyuma devredilmesi olayında Erdoğan'ın ve kendisinin doğrudan yarar sağladığını söylemektedir. Ayrıca Erdoğan bir gıda dağıtım firmasının kayda değer miktarda hissesini satın almış ve bu hareketiyle kamuoyunda büyük tartışmaların yaşanmasına sebep olmuştur.”

 

Bu çarpıcı “iddianın” anlamını analiz etmek için Tüpraş'ın özelleştirme serüvenine mercek tutmak gerekiyordu. Öncelikle, Petrol-İş Sendikası'nın hazırladığı raporları temel alarak, özelleştirmenin yapıldığı 2003 yılında Tüpraş’ın değerini anlatalım:

 

-Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu listesinin birinci sırasında yer alıyordu. Ortadoğu ve Orta Avrupa’nın en büyük Avrupa’nın ise 7. büyük rafinesi sayılıyordu.

 

-Türkiye’deki rafineri kapasitesinin yıllık toplamı 32 milyon tondu. Bunun 27,6 milyon tonu Tüpraş’a ait bulunuyordu.

 

-2003’te 23,95 milyon ton petrol ürünü satışı gerçekleştiriliyordu. 14,3 milyar dolar ciro, 328 milyon dolar net kâr elde ediliyordu.

 

Hazineye 8,6 milyar dolar vergi ve fon ödemesi yapılıyordu.

 

-Türkiye'nin yıllık vergi ve fon gelirinin %20'sini tek başına karşılıyordu.

 

ABD Abdullah Gül'e Nasıl Bakmaktaydı?

 

Peki, ABD belgelerinde Dışişleri Bakanlığı'ndan Cumhurbaşkanlığına yükselen Gül'ün çıkışı nasıl yer alıyordu?

 

16 Kasım 2002 tarihli belge, Abdullah Gül'ün AKP'nin ilk hükümetini kurmak üzere yetkilendirildiği tarihte ABD Büyükelçiliği Baş müsteşarı Robert S. Deutsch tarafından kaleme alınıyor ve Büyükelçi Pearson'ın onayıyla Washington'a gönderiliyordu. Belge, henüz milletvekili olamayan AKP lideri Erdoğan'ın Gül'ün Çankaya'ya çıktığı sırada AKP'nin acil eylem planını basın önünde açıklamasını manidar buluyordu. Erdoğan'ın, böylece iplerin kimin elinde olduğunu gösterdiği anlatılıyordu.

 

Aynı belgede Gül ile ilgili olarak şu tespit yapılıyordu: “Gül, uzun süredir Ankara Büyükelçiliği'nin yakın ilişkide olduğu kişilerden biridir. Amerikan zihniyeti ve ABD'nin dış politika öncelikleri konusunda mükemmel bir 'kavrayışa' sahiptir.''

 

9 Mayıs 2007 tarihli ABD'nin Ankara Siyasi Müsteşarı Janice G. Weiner söz konusu telgrafta önemli bir iddiayı da dile getiriyordu. Buna göre hükümetin, 27 Nisan 2007'de Genelkurmay'ın yaptığı açıklamaya karşı sert cevabını Abdullah Gül kaleme alıyordu. Belgede Gül ile görüşen gazeteciye dayanarak Gül'ün Erbakan'dan ayrı bir çizgisinin olduğu, Fazilet Partisi'nden kopuşun haritasını Gül'ün oluşturduğu, Erdoğan'ın AKP içinde gerçekten saygı duyduğu tek ismin Gül olduğu da iddia ediliyordu.

 

Abdülkadir Aksu Kimlerin Adamıydı?

 

Kuşkusuz, Wikileaks belgelerinde en ağır ifadeler eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu hakkında kullanılıyordu. Önce Abdülkadir Aksu’yu biraz tanıyalım.

 

Aksu, AKP’den önce de uzun yıllar boyunca siyasetin içinde olmuş gizemli bir insandı. Sağ kökenli partilerin hemen hepsinde görev alan Aksu, ANAP döneminde 1989-1991 yılları arasında; AKP hükümetinde ise 2002-2007 yılları arasında İçişleri Bakanlığı yaptı. Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nde de siyaset yapan Aksu son 25 yıl boyunca neredeyse kesintisiz olarak çeşitli partilerin Diyarbakır ve İstanbul milletvekili yapılmıştı.

 

Abdülkadir Aksu’nun AKP içinde önemli bir özelliği ise, devleti bilen bir isim olmasıydı. 1973 yılından 1987 yıllarına kadar kaymakamlık, valilik, emniyet müdürlüğü yapmıştı. Aksu, Diyarbakır’a sonradan yerleşen Arnavut bir aileden geliyordu. Dedesi Diyarbakır’a gelince Kürt Cemil Paşa’nın damadı olmuş, böylece Aksu’yu her dönem Diyarbakır milletvekili yapan karışım ortaya çıkmıştı. Kısacası, Aksu’nun bir yanı gayri resmi olarak Kürt, öbür yanı resmi olarak devletti. Hep düzene uyan, liderine biat eden bir isimdi Aksu. Düzene hiç karşı gelmemiş Aksu, Vecdi Gönül ve Cemil Çiçek ile beraber, AKP'nin devletle hep uyumlu çalışmış kanadını temsil ediyordu.

 

Suikastlar Hep Aksu’nun Döneminde Yaşanmıştı!

 

Prof Dr. Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Hiram Abas, Bahriye Üçok, Mustafa Güngör, Necip Hablemitoğlu, Rahip Santoro, Danıştay Saldırısı, Hrant Dink suikastları ve son olarak Zirve Yayınevi katliamına kadar uzanan siyasi cinayetlerin tamamında İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan Aksu, bu cinayetlerin faillerini bulma konusunda eksik kaldığı için kamuoyunda çok eleştirilip, cinayetleri ciddiye almadığı için suçlanmıştı. Malatya Zirve Yayınevi'nde işlenen misyoner cinayetleri sonrası Aksu’nun gazetecilere gülerek açıklamada bulunması da dikkatlerden kaçmamıştı.

 

Fetullah Gülen’in ABD Macerası!

 

Fethullah Gülen, 1999'dan beri ABD'de yaşıyordu. Gülen turist vizesiyle gittiği ABD'de, 9 yıl sonra, yani 2008 yılında sürekli oturma ve çalışma iznine, yani Yeşil Kart'a sahip olmuştu. Ancak “bu sürecin Gülen cemaati için oldukça sancılı geçtiği” söylenerek, Cemaate yönelik CIA himayesi gizlenmeye çalışılıyordu.

 

Öyle ki, Gülen'in avukatları bu süreçte ABD İçgüvenlik Bakanı Michael Chertoff ile FBI Başkanı Robert Mueller'den güya şikâyetçi olmuştu. Özellikle ABD Vatandaşlık ve Göçmen İşleri Dairesi'nin Gülen'in yeşil kart başvurusuna başta verdiği ret kararı cemaati zor duruma sokmuştu.

 

Cemaatin yıllara varan yeşil kart mücadelesi sadece ABD'de yürütülmüyor, Türkiye'de de yoğun bir lobi çalışması yapılıyordu. Örneğin, 2005 yılında 3 üst düzey Türk polisi ABD'nin İstanbul Başkonsolosluğu'nda görevli FBI temsilcisine (legat) gidiyor ve Fethullah Gülen için bir istekte bulunuyordu.

 

ABD'nin İstanbul Başkonsolos Vekili Stuart Smith Washington'a gönderdiği 4 Ağustos 2005 tarihli kriptoda yazdığına göre;3 üst düzey Türk polisi, Fethullah Gülen'in yeşil kartı için FBI'la ilişkiye geçiyor ve yardım etmesini istiyordu.

 

CIA Gülen'e Kefil Olmuştu!

 

ABD İçişleri Bakanlığı adına savunmayı savcılar Patrick Meehan ve Mary Catherine yapıyordu. Yeşil kart başvurusunun reddedilmesinin gerekçeleri arasında en çarpıcı bölüm cemaatin finansal gücüydü. Çünkü savcılar cemaatin 25 milyar dolarlık bir güce sahip olduğunu söylüyor ve bu finansmanda CIA'in katkısı olduğunu düşünüyordu. Cemaatin avukatları ise Fethullah Gülen'in yeşil kart alması gerektiğine dair sundukları verilere birçok referans mektubu ekliyordu. Aralarında eski CIA Türkiye Masası Şefi Graham Fuller, eski CIA Analiz Bölümü Direktörü George Fidas, eski ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz gibi birçok kritik isim Fethullah Gülen için olumlu referans mektubu veriyordu.

 

TSK'da Atlantikçiler ve Karşıtları

 

Wikileaks belgeleri, TSK içindeki ayrışmayı göstermesi bakımından önem taşıyordu. Bu konudaki 18 Nisan 2003 tarihini taşıyan ABD Ankara Büyükelçisi Robert Pearson imzalı bir belge, TSK'daki hizipleşmeyi konu ediniyordu. Belgede, TSK içindeki bölünmenin ve üst rütbeliler arasındaki gerilimin geçmişteki herhangi bir dönemden çok daha görünür bir halde olduğundan söz edilirken, bu durumun ABD için önem taşıyan operasyonel konularda gecikmeye neden olabileceği endişesi dile getiriliyordu. Kriptoda çoğunluğu hükümete yakın olduğu anlaşılan isimler TSK'yı şöyle anlatıyordu:

 

“Bu kişiler, tutarlı biçimde hizipçilikle parçalanmış ve ABD'ye karşı daha önce görülmedik derecelerde abartılı bir şüphe hissi besleyen bir Türk Genelkurmayı tarif ediyorlar.”

 

Wikileaks belgelerinde Genelkurmay içindeki üç ana hizip şöyle sınıflandırılıyordu: Birincisi, Türkiye'nin stratejik çıkarının, ABD ve NATO ile sıkı bağları sürdürmekte olduğunu, istekli olsa da olmasa da kabul eden 'Atlantikçiler'. İkincisi, ABD ile bağları sürdürme ihtiyacına öfkelenen, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkan, kimseye güvenmemeyi (Irak topraklarında kurulacak bağımsız bir Kürt Devleti'ni destekleme niyetinden emin oldukları ABD de buna dâhil) yeğleyen ve Kemalist devletin tavizsiz biçimde korunmasında ısrar eden katı 'Milliyetçiler'. Üçüncüsü de, 'Avrasya' konseptinin, Rusya'nın hâkimiyetindeki tabiatını kavramaksızın, uzun zamandır ABD'ye bir alternatif arayan ve Rusya'yla ya da Rusya ile İran'ı veya Rusya ile Çin'i içine alan iyi tanımlanmamış bir gruplaşma ile daha yakın ilişkiler kurmayı düşünen 'Avrasyacılar'.” Söz konusu ayrışmanın gerçeği yansıttığı, 2003'ten beri yaşanan gelişmelerle de doğrulanıyordu.

 

Zorunlu Yatak Arkadaşlığı

 

Pearson, çeşitli kaynaklara dayanarak ordunun bundan sonraki yolunu Washington'a şöyle rapor ediyordu: Büyükelçiyle konuşan Faruk Demir'e göre şahin generaller Özkök'ü ya istifa etmeye zorluyor, ya da AKP'ye karşı sertleşmesini istiyordu Hava Tümgeneral Suphi Acar ise ordu içinde bir kırılma yaşanmasını beklemediğini, bunun yerine Özkök'ün emekliliği gelen komutanları emekli ederek bir değişim gerçekleştireceği Pearson'a ifade ediyordu. Acar, Özkök'ün bir yılda orgenerallerin yüzde 80'ini değiştirme imkânının olduğunu elçiye söylüyordu. Gerçekten de 2003 Şûra'sında Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Alpkaya, Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan, 3. Ordu Komutanı Taner Akbaş ve MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç yaş haddinden emekliye ayrılıyordu. 2004 yılında ise Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur, Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, 3. Ordu Komutanı Oktar Ataman emekli ediliyordu.

 

O günden itibaren gelişen strateji, orduyla Hilmi Özkök garantörlüğünde ilişki kurmaktı. Erdoğan, Özkök liderliğinin gün geçtikçe ordunun dönüşümü anlamına geleceğini biliyordu. Pearson, bu stratejiyi belgede şöyle ifade ediyordu: “Başbakan Erdoğan, AKP ile ordu arasındaki gerilimleri kışkırtmak isteyenleri kamuoyu önünde azarlıyordu.

 

1 Mart Tezkeresi ve AKP içinde Kemalist İttifak

 

Konuya ilişkin bir diğer Wikileaks belgesi, Robert Deutsch’la ABD Ankara Büyükelçiliği’nden gönderilen 28 Şubat 2003 tarihli telgraftı; konu ise yine tezkere oluyordu. Deutsch, Kemalistler ile Bülent Arınç'ın tezkereye karsı bir ittifak yaptıklarını söylüyor ve tezkereye ilişkin kulis tahminlerini de yazıyordu. Buna göre, Amerikalıların görüştüğü Hasan Celal Güzel ve MHP'li Şevket Bülent Yahnici tezkerenin geçeceğini düşünüyordu. Aynı telgrafta, Gülen Cemaatine yakın işadamı Mustafa Güney'in bir tespiti de ver alıyordu. Bu tespite göre, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök-Başbakan Abdullah Gül ekseni tezkereyi desteklerken, Genelkurmay İkinci Başkanı Büyükanıt-Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ekseni tezkereye şüpheyle yaklaşıyordu.

 

Kısacası 1 Mart sürecindeki ABD belgelerinde, soğuk duş etkisi yaratan tezkerenin reddinin sorumluluğu orduya ve Kemalist devlet bürokrasisine yıkılırken, tezkerenin geçmesi için tüm siyasi prestijiyle kumar oynayan Erdoğan ve Gül takdir ediliyordu. 1 Mart tezkeresinin reddi, belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, ABD'nin Türkiye içinde yeni ittifaklar aradığının ikna edici karinesi olmuştu. Ordu ve Kemalistler ABD'nin yeni siyasal yönelimlerine engeldi; AKP ise bu politikayı kolaylaştırıyordu.

 

1 Mart tezkeresinin reddinin ardından, Türkiye ile ABD ilişkilerinin her zamanki gibi olmayacağı aşikârdı. Tezkerenin reddinden sorumlu tutulan TSK’ya yaptırımlar ardı ardına geliyordu. 4 Temmuz 2003'de, 11 askerin Süleymaniye'de kafasına çuval geçirilmesi ABD yaptırımlarının zirvesiydi, ancak ilki değildi.

 

Önce 22 Nisan'da Kerkük'te Türkiye'den giden insani yardım konvoyuna koruma sağlayan Özel Kuvvetler Komutanlığı'ndan bir tim ABD askerleri tarafından gözaltına alınmıştı. Ertesi gün tim sınırdışı edildi. Yaşananların bir kriz olduğu ortadaydı. ABD'nin net bir mesajı vardı. TSK'yı Kuzey Irak'ta istemiyordu. TSK mensuplarına yapılan muamelenin anlamı buydu.

 

İlk belge 22-24 Mart 2005 tarihlerinde Türkiye'yi ziyaret eden ABD'nin Avrupa Deniz Kuvvetleri Komutanı ve NATO Müşterek Kuvvet Komutanı Michael MuIIen'in Özkök ile görüşmesini ele alıyordu. Mullen bu ziyareti esnasında aralarında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün de olduğu bir dizi isimle görüşmüştü. Edelman tarafından kaleme alınan belgede Hilmi Özkök, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesini “Parlamenter bir kaza” olarak değerlendiriyordu. Özkök, Mullen'e bu kararın iki ülke ilişkilerine gölge düşürmemesi temennisinde bulunuyordu. Özkök, tezkere kararına rağmen Türkiye'nin ABD'yi Irak’ta desteklediğini söyleyerek bardağın dolu tarafına dikkat çekiyordu.

 

ABD’de Ergenekon’un ters Tepme Kuşkuları!

 

Jeffrey'in Balyoz Davası için yaptığı “Delil yetersizliği nedeniyle mesele hükümet açısından ters tepebilir. Ergenekon soruşturması gibi uzun süreli davaların güven vermediği ve laik muhalifleri sindirme operasyonu olduğu yönündeki fikirleri kuvvetlendirebilir,” yorumu da dikkat çekiyordu. Gerçekten de iddia olunan Balyoz Planı içinde 2003 yılından sonra gerçekleşen pek çok olgunun sıkıştırılması, savcılığı yeni delil arayışına itiyordu. İsimsiz bir ihbarla 7 Aralık 2010’da Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne baskın düzenleyen Savcı Fikret Seçen, bu odanın döşemesinin altında bulduğu yeni dijital verilerle tutuklama dalgasını genişliyordu.

 

Wikileaks belgesinin ortaya çıkmasının ardından kamuoyunda Jeffirey’e Balyoz tutuklamaları için tatmin edici kanıtın olmadığını söyleyen Meclis Başkanı'nın kimliği tartışılmaya başlanmıştı. Söz konusu tarihte görevdeki Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'di. AKP'li eski başkanlar ise Bülent Arınç ve Köksal Toptan’dı.

 

Anti-Amerikancılar susturulmalı, ama “Milli Çözüm”cülere kan kusturulmalıydı!

 

Gizli ABD belgelerinin ortaya çıkmasıyla, Amerikalıları en çok kızdıran gazetecilerden birisi de Can Dündar’dı!..

 

Şöyle anlatalım: Türkiye'nin Irak Savaşı'nda nasıl bir politika izleyeceğinin tartışıldığı günlerde, Milliyet yazarı Can Dündar, 18 Ocak 2003'den başlayarak önemli haberlere imza atmıştı. 18 Ocak 2003 tarihli “İlginç Flört: ABD-PKK Görüşmesi” başlıklı yazısında Dündar, ele geçirdiği bir belgeye dayanarak, ABD Dışişleri yetkilileri ile PKK Başkanlık Konseyi arasında görüşmelerin olduğunu ve bu görüşmelerde PKK ile ABD'nin mutabakata vardıklarını iddia ediyordu. Dündar, 19 Ocak'ta Kuzey Irak'ta federasyon oluşumu için pazarlık yapıldığını yazarken, 21 Ocak'ta ABD ile PKK'nın 6 kez görüştüğünü ileri sürüyordu ve bu bilgiyi görüşmelere aracılık eden Davut Bağıstani'ye teyit ettiriyordu.

 

Asıl bomba 23 Ocak günü patlayacaktı. Can Dündar o gün PKK-ABD görüşmelerini TSK'dan üst düzey bir askerden aldığı bilgilerle de doğruladığını yazarken, Davut Bağıstani'nin gönderdiği çok önemli bir fotoğrafa da yer veriyordu. Fotoğrafta Bağıstani ile beraber PKK Başkanlık Konseyi üyeleri Nizamettin Taş, Halil Ataç, Ali Haydar Kaytan, Dursun Ali ve ABD'li bir asker yetkili bulunuyordu.

 

Aynı gün ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, NTV'ye çıkarak PKK ile görüşme iddialarının iğrenç bir yalan olduğunu söylüyordu Pearson bağırırken elinde Milliyetin haberini sallıyordu. Dündar ise aynı programa bağlanarak Pearson'ın çıkışını “suçüstü yakalanmış olmanın paniği” olarak yorumluyordu..

 

Ama Milli Çözüm Dergisini susturmak üzere İsrail Büyükelçiliği ve ABD yetkililerinin özel ricalarıyla açtırılan tazminat ve ceza davalarına, nedense hiç değinmiyordu.

 

Ankara'da Gizli ABD Hücresi Bulunmaktaydı!

 

Wikileaks belgeleri içerisinde ABD ile Türkiye arasında sıkça sözü edilen istihbarat paylaşımına ilişkin belgeler de bulunuyordu.

 

5 Kasım 2007 tarihinde Beyaz Saray'da gerçekleşen Erdoğan-Bush görüşmesinin ardından aynı ay içinde Ankara koordinasyon Direktörlüğü ve Ortak İstihbarat Füzyon Hücresinin kuruluşu belgelere de yansıyordu. Ankara'da kurulan istihbarat hücresi, Irak'tan havalanan insansız casus uçağı Predator’un topladığı istihbaratları ve görüntüleri Genelkurmay’a iletiyordu.

 

MQ-1 Predator, RC -135 Rivot Joint, EP-3 Aircraft, RQ 4 global Hawk, U-2 İmagery tipi uçaklar Kuzey Irak’taki PKK varlığı hakkında topladığı istihbaratı TSK ile paylaşıyordu Türk Hava Kuvvetleri ise bu istihbarata dayanarak PKK'ya operasyon düzenliyordu. 2008 yılında Washington’a gönderilen kriptolarda dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un sistemden oldukça memnun olduğu anlatılıyordu.

 

4 Ocak 2008 tarihli kriptoda, 16-26 Aralık 2007 tarihinde istihbarat desteğiyle gerçekleşen sınırötesi operasyon ele alınıyor. 33 PKK hedefine 4 hava saldırısının düzenlendiği bilgisi verilirken, Türkiye'nin 150 PKK'lının öldürüldüğünü söylemesine rağmen “gerçek rakamın 10 civarında olduğunu düşünüyoruz” ifadeleriyle elçiliğin iddiası yer alıyordu.

 

“İsrail’le Metres İlişkisi” saptaması

 

Belgede AKP'nin İsrail'e dönük yüzlerinden Vahit Kirişçi ile yapılan görüşmenin notları da yer alıyordu.

 

Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi Başkanı Sedat Önal da Kirişçi'ye katılıyordu. İsrail ile ilişkileri “Türkiye'nin Ortadoğu politikasının iki temel direğinden biri” olarak tanımlayan Önal, Ankara'daki hiçbir hükümetin Türkiye ile İsrail arasındaki bağları tek başına kesemeyeceğini söyleyerek hayli iddialı ifadeler kullanıyordu.

 

Belgede görüşme yapılan İsrail Büyükelçiliği Başmüsteşarı ise: “Türkiye'den zaman zaman yükselen yüksek dozlu İsrail karşıtı açıklamaları nasıl değerlendirdiklerini ABD'li diplomata şöyle anlatıyordu: “Bize, İsrail'in ilişkinin bu yönünü kabullendiğini ve bunun ne anlama geldiğini açıkladı. “Türk siyasetçileri içerideki izleyicilere oynuyorlar. Onlar bağırıp çağırıyor ve biz de onları affetmeyi tercih edip yaptıklarını görmezden geliyoruz. Önemli olan, bu ilişkiyi elimizden geldiğince iyi bir şekilde sürdürebilmek.” ABD'li diplomat da yorum bölümünde bu tespiti doğrulayarak “İsrail çoğu zaman Türklerin taşkınlığı karşısında, yutkunmak ve cesur bir çehreyle karşılık vermek zorunda kalıyor. Ve yanlış bir adımın bütün bir ilişkiyi geriye götürme olasılığı konusundaki hata marjı çok dar olabiliyor,” ifadelerine yer veriyordu. Gerçekten de bu yaklaşım, yaşanan son kriz dâhil İsrailli politikacıların Erdoğan'ı ısrarla görmezden gelmesini doyurucu bir şekilde açıklıyordu.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi