Anasayfa » Ahmet Akgül Hocamızla ”KÜFÜR VE İMAN TERAZİSİ” Üzerine Yapılan Sohbet Notları

Ahmet Akgül Hocamızla ”KÜFÜR VE İMAN TERAZİSİ” Üzerine Yapılan Sohbet Notları

Yazar: yonetici
0 Yorum 106 Görüntüleyen

“Olgun bir iman huzuruna varabilmek için, önce “iman şuuruna” ulaşmak gerekir. Çünkü; “Müslüman olmadan, olgun Müslüman ve örnek insan olmak” mümkün değildir.

Bediüzzaman’a göre bu “iman ve itikadın, dimağda oluşum mertebeleri” ise şöyledir:

Bir fikir ve inanç gönül dünyasında;

1– Önce TAHAYYÜL olarak filizlenir,

2– Sonra TASAVVUR’a geçilir,

3– Ardından TAAKKUL edilir,

4– Buradan TASDİK’e erişilir,

5– Devamı İZ’AN mertebesidir,

6– Derken İLTİZAM elde edilir,

7– Nihayet İ’TİKAD husule gelir.[1]

 

• Hocam bunları biraz daha açar ve açıklar mısınız?..

Hay hay!..

 

1- Tahayyül: Hayal kurmak ve bir konuyu dimağda canlandırmak demektir. Üç basamaktan ibarettir:

a- Heveslenme, ilgi duyma.

b- Hesaba katma, ciddiye alma.

c- Hayal kurma, hikmet (sebep-sonuç) uydurma ve bir proje hazırlama.

 

2- Tasavvur: Bir şeyi zihinde tasarlamak ve fikren bir taslak hazırlamak anlamına gelir. Ve şu üç merhaleyi içerir:

ç- Nitelendirme, kurulan hayali çerçevelendirme.

d- Netleştirme ve şekillendirme.

e- Neşet etme, meydana getirme.

 

3– Taakkul: Zihin yorarak anlama ve akıl yürüterek kavrama sürecidir. Ve üç derecede gelişir:

f- Mümkün ve muhtemel görme.

g- Münasip ve mübarek görme.

h- Makul ve makbul görme.

 

4– Tasdik: Bir şeyi doğrulamak. Varlığına, hayırlı ve yararlı olduğu kanaatine ulaşmak dönemidir ve şu üç esası gerektirir.

Bu, aklen kabul ettiği şeyleri;

I- Doğru bulma.

i- Değerli bulma.

j- Dini (manevi ve mukaddes) bulma.

 

5– İz’an: Bir meselede fikri ve kalbi doyuma ulaşmak ve ruhen yatışmak derecesidir. Ve üç makamdan meydana gelir:

k- Vicdana uygun bulma ve teslim olma.

l- Vehimlerden kurtulup, kanaate ulaşma. (Yani ilmi ve irfani doygunluk.)

m- Vazife sayma, bu dini ve vicdani gerçeklerin gereğini yapma.

 

6- İltizam: Bir şeyi lüzumlu bulmak, çok önemli ve gerekli olduğuna inanmak mertebesidir.

Ve üç basamaktan ibarettir.

n- Çok gerekli görme.

o- Gaye edinip sahiplenme.

ö- Gayretini çekme, uğrunda mücadeleye girişme.

 

7- İtikad: Kesin ve yakin olarak bir şeye inanmak, bu inancı; varlığının gereği ve hayatının gayesi olarak ruhuna sindirip vicdanında sürekli taşımak demektir. Ve üç merhaledir:

p- İtminan: Kalbin kesin olarak oturması.

r– İtimad: Tam emin olunması.

s– İrade ve ittikan: İnancın kemal bulması.

İttikan: Gözle görür gibi inanması.

İrade: İnsanın duygu ve arzularının güdümünden kurtulması, vicdanın, inancın ve aklın gereğini yapmasıdır.

İrade: • Sigara ve alkol gibi açık, yalan ve riya gibi kapalı HAYIRSIZ ALIŞKANLIK VE BAĞIMLILIK’lardan,

• Haset, hıyanet gibi HAKSIZ DÜŞÜNCE VE DAVRANIŞLARDAN,

• Pornoculuk, İspiyonculuk gibi HAYÂSIZ huylardan ve gizli ayıplardan sıyrılma dirayetidir.

 

● Peki, Hocam, bu imanın oluşma ve olgunlaşma sürecinin ve farklı derecelerin başlıca alâmet ve işaretleri nelerdir?

– Bu iman merhalelerinin kendine has tezahürleri vardır ve bu değişik mertebelerin doğurduğu davranış biçimleri de elbette farklıdır.

Yine Üstadın ifadesiyle

1– Tahayyül aşamasında safsata hâsıl olabilir. Yani, doğru gibi görünen bazı yanlışlar, şeytani kıyas (karşılaştırma) ve karıştırmalar görülebilir.

2- Tasavvur sırasında, asılsız ve anlamsız düşüncelere kapılıp, bibehre yani nasipsiz olma ve hidayetten mahrum kalma tehlikesi göz ardı edilmemelidir.

3– Taakkul esnasında, bitaraf olmalı, yani görüş ve kanaatleri tarafsız bir terazide tartmalı ve gerçeği bulmak için gayret göstermelidir.

4- Tasdik durumunda iltizam, yani mülazemet (lüzumlu görmek) ve teslimiyet görülmektedir. Bu aşamada nefsi arzuları için mi, yoksa manevi sorumluluk kaygıları için mi karar verdiği önemlidir.

5- İz’an makamında, imtisal, yani örnek alma ve bağlanma dönemine girilir.

6- İltizam konumunda taassuptan sakınmak gerekir. Yani körü körüne bir bağlılıktan… Şuursuz ve sorumsuz bir taşkınlıktan… İnatçı bir taraftarlık ve aşırılıktan uzak durulması ve his ve heyecanlara kapılmaması çok önemlidir.

7- İtikad ve iman olgunluğunda ise salâbet, yani dini ciddiyet ve cesaret… Bilinçli ve ölçülü bir gayret ve metanet zuhur edecektir.

Akıl Yürütme’ye (Taakkul) şöyle bir örnek verelim:

“Kıyamet koparken (dahi) birinizin elinde bulunan hurma fidanını, gücü yetiyorsa, mutlaka diksin.”[2] hadisinde ne anlatılmış olabilir?

1- Efendimiz hurmayı çok sevmekte ve üretilmesini istemektedir.

2- Hurma çok bereketli ve besleyici bir meyvedir.

3- Ağaç dikmek çok hayırlı ve yararlı bir iştir. Kerestesinden, meyvesinden, gölgesinden ve güzelliğinden insanlar ve hayvanlar istifade etmektedir.

4- Tabiatın doğal dengesini korumak gerekir. Bu bakımdan ağaç dikmek çok önemlidir. Çevre düzenlemesi, her iklim ve ortama uygun ağaç ve bitki seçimi ve estetik güzelliği de teşvik edilmiştir.

5- Hayırlı girişimler, hiçbir bahane ile ertelenmemeli, geciktirilmemeli ve vazgeçilmemelidir.

6- İyice düşünülüp tasarlanan ve karar verilip başlanan doğru bir iş mutlaka bitirilmeli ve yarım bırakılıp terk edilmemelidir. Bu; zaman, imkân ve eleman israfı demektir.

7- Hurma, üzüm, kayısı, zeytin gibi hem tazesi, hem kurusu, hem suyu işe yarayan, uzun zaman ve her ortamda rahatlıkla saklanan ve sanayide de kullanılan ve doyurucu ve koruyucu özelliği nedeniyle stratejik önem taşıyan üretimlere önem ve öncelik verilmelidir.

8- Amellerimizin dünyevi getirileri değil, uhrevi neticeleri önemlidir. Diktiğin ağacın meyvesi burada yenmese de, sevabı ve menfaati ahirette görülecektir.

9- İnsan sadece kendisini değil çevresini, neslini ve geleceğini de düşünmelidir. Diktiği ağaçlar ve hayırlı yatırımlar başkalarına yarar verecektir. Geçmiş nesillerin emek ve eserlerinden bizler yararlandığımız gibi, bizim hizmet ve hazırlıklarımız da gelecek kuşaklar için bir iyiliktir.

10- Bütün ameller, niyetlere göre değerlendirilecektir. Dikeceğin fidanın maddi ve zahiri neticeleri bizim elimizde değildir. Bunları kesinleşmiş kader çerçevesinde düşünmek gerekir.

Zaten, bütün kâinat ve cümle mevcudat; maddi bir gerçekliği olmayan ve sürekli yaratılıp ruh ekranımıza yansıtılan görüntülerden ibarettir.

Öyle ise, bir hurma-meyve fidanını dikme konusundaki gayen ve gayretin, yani niyetin geçerlidir.

Evet, bunların hepsi de, hadis-i şerife uygundur.

Ama dört tanesi daha doğrudur.

Bir tanesi ise en doğrusudur!..

 

● Hocam, imanı; bir de klasik tariflerde iki kısma ayırmaktadırlar…

● Evet, şöyle ki:

A- Taklidi İman: Yani çevresinden görüp öğrendikleri dua ve davranışları taklit ve tekrar etmektir. Bu bir gelenek ve görenek seviyesidir. Şuurla ve huzurla bağlanılan bir inanç değildir. Bu tipler, dinin aslını öğrenmeye ve önem vermeye değer görmemektedir. Bu merhale tehlikelidir ve güvenmemelidir. Ancak, ne de olsa bir başlangıç, bağlantı ve hevestir.

B- Tahkiki İman: Yani araştırarak, anlayarak ve amaç edinip uygulayarak elde edilen iman şeklidir. Ve üç merhaledir:

1- İlme’l-yakin: Okuyup, sorup öğrenerek ve bilerek varılan iman mertebesidir.

2- Ayne’l-yakin: Bu imani gerçeklere, gözle görür gibi kesin bir kanaatle inanma mertebesidir.

3- Hakka’l-yakin: İnancın en yüksek ve gerçek merhalesidir. Aklen, kalben, ruhen ve vicdanen ulaşılan; şeksiz ve şüphesiz kesin kanaat, itimat ve itaat derecesidir.

Bediüzzaman’ın saydığı:

Tahayyül ve Tasavvur (hayal kurma ve zihninde tasarlama) dereceleri; “taklidi” imana…

Taakkul, Tasdik, İz’an ve İltizam mertebeleri; “ilme’l-yakin” imana…

İtikat ise “ayne’l-yakin” imana uygun düşmektedir.

Yine Üstad’ın; “İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül ise iki cihan saadetini doğurup netice verir” tespitinde ise “Hakke’l-yakin” mertebesine işaret edilmektedir.

 

● Peki, “küfür” nedir? diye Hocamıza başka bir soru yöneltildi. Ve cevaben şunlar söylendi:

Küfür, zannedildiği gibi sadece Allah’ı ve diğer iman esaslarını inkâr etmekten ibaret değildir. En yaygın ve zararlı olan küfür; bile bile yapılan inkâr şeklidir. Allah’ın varlığını, Peygamberin haklılığını, Kur’ani haber ve hükümlerin doğruluğunu ve yararlarını bildiği, aklı erdiği ve kalben kanaat getirdiği halde… Hatta bu konularla ilgili bilim dallarında öğrenim görse ve derinleşse bile, dünyalık şöhret ve servet arzusu… Ruhi ve fıtri ayar bozukluğu sebebiyle küfre giren… Yani gerçekleri örten ve değiştirmeye yeltenen kimseler görülmektedir. Ve bu tipler oldukça hain ve tehlikelidir. Bunları tanımak ve tuzaklarından sakınmak, Allah’ın lütfedeceği bir hidayet ve feraset işidir.

Buna en çarpıcı örnek iblistir. Her şeyi bildiği halde inat ve itirazı yüzünden, şeytan yine de kâfirdir!

Üstad Bediüzzaman Hz.lerinin Arapça olarak ve Kafkas savunmasında cihat esnasında telif ettiği, sonra kardeşi Abdülmecit Efendi’nin yine Üstad’ın nezaretinde Türkçeye çevirdiği çok kıymetli bir tefsir mukaddimesi olan İşarat-ul İ’caz adlı eserinde ve Bakara Suresi 6. ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir:

“Küfür iki kısımdır:

1- Bir kısmı; bilmediği için inkâr eder. (Yani ailesinden, çevresinden, eğitim sisteminden, yaratılış gayesini ve İslam gerçeğini hiç duymamış ve haberdar olmamış kimselerin, bu cehaletinden kaynaklanan küfür şeklidir. Ve küfrün en az tehlikeli olanıdır.)

2- (Küfrün) İkincisi, bildiği halde inkâr eder.

Bu da birkaç şubedir:

a- Birincisi; Bilir, lakin kabul etmez. (Yani imani ve İslami gerçekleri duyup, okuyup öğrenmiştir. Ancak işine gelmediği ve nefsi istemediği için, bile bile inkâr eder. Küfürde kalır.)

b- İkincisi; yakini var, lakin itikadı yoktur. (Yani imani konuları kesinlikle bilir. Akli ve nakli delilleri öğrenir ve akıl erdirir. Ancak kalben tasdiki ve teslimiyeti olmadığından küfürde kalır.)

c- Üçüncüsü; tasdiki var, lakin vicdani iz’anı yoktur. (Yani, zahiren kabul ve tasdik eder. Kalben itikadı da vardır. Ama imana ve İslam’a fıtri kabiliyeti bulunmadığından… Ruhi basiret ve feraseti, vicdani idrak ve itaati kaybolduğundan, hidayeti kararır ve küfürde kalır.)”[3]

Hâlbuki bu kötü ve kirli vasıfları taşıyanların pek çoğu, Müslümanlar arasında “mü’min, mürşit, müceddit, mücahit, mübarek ve muhterem” kişi olarak bulunmakta ve tamirat görüntüsüyle nice tahribatlar yapmaktadır.

Misafirlerden birisi, Çemişgezekli rahmetli Nusret Dede’den mi, nereden duymuşsa;

“Sakın ha, yaş kesme, baş kesme, taş kesme!” deyimini nakledip: Bu ne demektir ve hangi mesajları içermektedir? diye sordular.

Onlara şu cevap verildi: Aslında Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerifler üzerinde kafa yormak ve asrının sahibi ve müceddidi olan zatların hakikatli ve ibretli sözlerini yorumlamak, ülkemizin ve milletimizin sorunları üzerinde yoğunlaşmak daha güzeldir. Çünkü imani ve İslami konuları önem ve öncelik sırasına koyabilmek, fazilet ve feraset gereği ve göstergesidir.

Ama madem ki merak edip sordunuz… Bu kibarı kelam cinsinden olan “hikmetli deyim” için de hatırımıza gelenleri söyleyelim. Bu sözün şeriatatarikata ve hakikate göre karşılıkların ayrı olması daha münasiptir.

A- Şeriata göre:

1- Yaş kesme: Bitki, ağaç ve ormana gereksiz bıçak ve balta vurma!

2- Baş kesme: İnsanlara, hatta hayvanlara bile sebepsiz sakın, asla, kıyma!..

3- Taş kesme: Kalbi katı ve merhametsiz olma! 85 milyonu ezip, sömürüp 7 Holdingi doyurma! Hain ve hırsızlara oy verip günahlarına ortak olma!.. demektir.

B- Tarikata göre:

1- Yaş kesme: Kereste olgunlaşmadan ve iyice kurumadan doğrama ve mobilya yaparsan eğilip bozulduğu gibi, tamamen olgun ve dolgun hale gelmeden siyaset ve riyasete atılırsan, tez yamulursun.

2- Baş kesme: İnancımızın parolası, baş başa, baş Allah’a bağlıdır. Başıboşluk ve başıbozukluk şeytana uşaklıktır. Öyle ise, pirsiz, rehbersiz, lidersiz olma… Haklı ve hayırlı topluluktan bir karış bile ayrılma, sonra lokma olur yutulursun.

3- Taş kesme: Hak’tan ve hayırdan koparsan, hidayetin kararır; içi boş gösterişli kütüklere, taş heykellere ve yürüyen cenazelere dönersin. Onun için mazlumların ve üzerinde hakkı olanların bedduasını alma, taş kesilirsin! Aşıkların ahına tutulursun!.. demektir.

C- Hakikate göre ise:

1- Yaş kesme: Allah sevdasına ve insanların sıkıntılarına acı, ağla ve yardımcı ol… Gözyaşın dinmesin!..

2- Baş Kesme: Secdesiz, ibadetsiz olma… Rabbine ve herkese karşı boynun eğri ve mütevazı ol…

3- Taş kesme: Bilgisiz, hikmetsiz, cahil kalma… Ya öğreten, ya öğrenen veya dinleyen ol, başkası olma. Boş kafa taş kafadır!.. demektir.

 

ŞİİR – I

        

Âlemin nakşını hayal görürüm

O hayal içre, bir cemal görürüm

Cümle mevcudat ki, mazhar-ı Hak’tır

Anın içün, kamu kemal görürüm

        

Tecelli cilvesi, cümle gölgeler

Her zerresi bin bir ismin belgeler

Hay varken hayale kanmaz bilgeler

Zat-ı Hak’tan gayrı zeval görürüm

      

ŞİİR – II

        

Bil O, Sultan-ı Azamdır, Kemaline zeval ermez

Celali Kibriyasından, Cemaline hayal ermez

Tecelli tahtının şahı, Hakikatın bürhanıdır

Ol Muhammed Mustafa’nın, Her haline sual ermez

        

Sırr-ı ekberdir Muhammed, Seyyid-ü Kevnü mekân

Nur-i ezherdir Muhammed, Es’ad-ü hinü zaman

Güneş O nurun katresi, Ay ise zerresidir

Yâr-i ekmeldir Muhammed, Sahib-ü Canu Cinan…

        

Ahmed Ahad’in zuhuru, Mehdi Muhammed aynası

Necm-i hidayet öğretir, Yüz dört Kitabın manası

Muhammed Mehdi’ye hizmet, dünya ve ukba saadet

Vuslat bayramı istersen, ateş-i aşka yanası…

 

Lügatce:

Nakış: Planlı ve sanatlı süs.

Cemal: Yüz güzelliği, mükemmel görüntü.

Mazhar-ı Hak: Cenab-ı Hakkın zuhuratı, tecellisi… Yaratık Yaratanın aynasıdır.

Mevcudat: Var olan, tüm maddi ve manevi varlık.

Kamu: Hepsini.

Kemal: Tam ve kusursuz olgunluk. (Her şey bir sanat şaheseridir.)

Tecelli cilvesi: İlahi yaratılışın göz alıcı güzellikleri.

Hay: Ebedi diri olan ve her şeye can katan Allah.

Zeval: Gelip geçici, sona eren, bitip tükenen.

Bürhan: Delil, en kesin alâmet.

Celal-i Kibriya: En büyük azamet, ululuk.

Sırr-ı Ekber: En büyük ve en kutsal sır. Yaratılışın en mükemmel zirvesi ve İlahi nurun tecellisi.

Seyyid: Âlemin Efendisi, sahibi, Hâkimi.

Kevn-ü Mekân: Bütün âlemler.

Nur-i ezher: İlahi zuhuratın nuru, varlık bahçesindeki çiçeklerin en güzeli.

Es’ad: Mesut, mutlu, muhterem.

Hinü zaman: Tüm zamanlar ve devranlar.

Katre: Damla.

Zerre: Atom, parçacık.

Yâr-i ekmel: Gerçek ve mükemmel dost, en sevgili sultan.

Ahmed: Efendimizin ismi.

Ahad: Bir olan Allah.

Necm-i hidayet: Hidayet yıldızı, din ve dünya lideri.

Ukba: Baki olan, ahiret hayatı.

Vuslat: Kavuşma, buluşma.

 

Bu şiirdeki gerçekleri daha iyi kavramak için Sivaslı merhum İsmail Hakkı Toprak (İhramzade) Efendi’nin (1881-1969):

“Bu dünya hayatı, ezeli ervahta çevrilmiş bir film gibidir. Geçici ve hayaldir.”[4] sözlerini ve yine,

Darendeli merhum Osman Hulusi Efendi’nin (1914-1990):

“Mevhum olan vücudda, ne şuhud ola illaki,

“Ben”lik öle, dost vücud bula” dizelerini iyi anlamak gerekiyor. (D: 208) Yani, tevhidin hakiki manasına erişmek için, kendi nefsinin yokluğunu idrak etmek… Var sandığı şu mevhum (zannedilen) vücudunu, yani varmış gibi görünen bedenini ve tüm âlemi, yakinen yok bilmek, bunların sadece bir gölge ve görüntüden ibaret olduğunu fark etmek icap ediyor.

Yine Merhum Hulusi Efendi’nin (RA) divanında söylediği:

“Ben, bilmez idim, gizli ayan hep Sen imişsin

Tenlerde ve canlarda nihan hep Sen imişsin

Bu cihan içre, Senden bir nişan arar idim

Ahir bunu bildim, ki cihan hep Sen imişsin” mısraları bu hikmetli hakikati anlatıyor.

Evet:

“Her dideden gören O, her yüzde görünen O, Ey göz bakıp görmezsen, bil seni kör eden O”

 

 


[1] Bak. Abdullah Yegin. Yeni Lugat “itikad” kelimesi bahsi

[2] Enes Bin Malik’ten – Buharı. Tecridi Sarih Tercümesi No: 1044 şerhi

[3] Bak. İşarat-ul İ’caz. Otağ Matbaası. 1975. İST. Sh: 73

[4] Tasavvufta Mekki Yolu- Mehmet Fatsa. Mavi Yayın İST. Sh: 145

 

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi