Anasayfa » ”VAHDET” GAZETESİ VE HİKMET TERAZİSİ

”VAHDET” GAZETESİ VE HİKMET TERAZİSİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 331 Görüntüleyen

”VAHDET” GAZETESİ VE HİKMET TERAZİSİ

 

Vahdet” çok önemli ve
gerekli bir kavram olmak yanında, aynı zamanda kutsi bir müessesenin tarifidir.
Ancak sadece edebi sözlerle ve hissi temennilerle meydana gelecek bir HEVES
değil, ciddi projeler ve ilmi prensiplerle gerçekleşecek bir HEDEF’tir. Aksi
halde; ülkemizdeki batıl ve bozuk sistemin içerisinde ve zalim Siyonist dünya
düzeninin izni çerçevesinde ’‘İslamcılık oynayalım, dini kavram ve
kurumların istismarını yapıp kendimizi avutalım’‘ hesaplı bir ‘‘vahdet’‘ çağrısı
hem büyük bir vebaldir hem de sonu hüsranla bitecektir.
 Samimi
temennimiz, bu ‘‘vahdet’‘ girişiminin; öncelikle müminlerin güç ve gönül
birliğini, Hak nizamın hâkimiyetini ve tüm Müslümanların izzet ve hürriyetini
tesis yolunda bir mesafe kat etmesidir.

Evet, bir rivayette ’‘İnsanla
Kur’an ikizdir’‘
 buyrulmaktadır; çünkü Kur’an insanın kullanım
kılavuzu, huzur ve imtihan programıdır. Bu nedenle ’‘Şeriatın bir
taşını yerinden kaldıran, oraya başını koyacaktır.’‘
 Harputlu İmam
Efendi (Osman Bedrettin Erzurumi) Hz.leri: ’‘Emri bilma’ruf ve nehyi
anil münker’den maksat bu din-i Hakkın kaim olması ve adalet nizamının kurulmasıdır’‘
 buyurmaktadır.
Çünkü İslam şeriatını (Kur’an’ın adalet nizamını) istemek, Allah ile barışıp
anlaşma yapmaktır. Batıl ve zalim sistemleri savunmak ise Allah ile
savaşmaktır.[1] [2]

Mevlana Cami’nin: ’‘Hayrın
kaynağı, İslâm nizamı için çalışmak; bunun kaymağı ise Cenabı Hakkın rızasına
ulaşmaktır. Her türlü şer ve fesadın tarlası ise gayri İslami ve zalim bir
nizamdır, bunun faturası ise huzursuz yaşamak ve Hak’tan uzaklaşmaktır’‘
 sözleri
ne kadar anlamlıdır. Çünkü insan, nefsinden ve hevesinden fedakârlık ettikçe,
Rabbine yaklaşacaktır. Nefsinin süfli arzularından feragat edenler, Rabbinin
ulvi rızasına ve rıdvanına nail. Olacaktır. Halka hürmetin, mahluka merhametin
alameti, İslamiyet’in ve insaniyetin işareti ise Hak nizam kurulsun diye
çalışmaktır.

Bu kutlu amaca ulaşmak
üzere:

İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı

İslam Ortak Pazarı

Müşterek İslam Dinarı

İslam Savunma Paktı

İslam İlmi Araştırma ve Eğitim Ortaklığı

İslam Kültür ve Sanat İşbirliği Kurumları

oluşturulmadan ve bu
yönde samimi bir niyet ve seviyeli-sürekli bir gayret ortaya koymadan, HEDEF’e
ulaşmak asla mümkün değildir.

Ümmet arasında vahdeti
sağlayacak hayati oluşumların:

  1. a) Genel amaçları ve yol
    haritaları
  2. b) Temel esasları ve hukuki
    alt yapıları
  3. c) Merkez ve bölge
    kurumları
  4. d) Bunların irtibat ve
    intizam konuları
  5. e) Çalışma ve
    dayanışma kuralları hazırlanmadan ‘‘Vahdet ve Uhuvvet’‘ kavramları, maalesef
    sürekli istismar ve edebiyat konusu olmaktan öteye geçemeyecektir.

Bu konularda Rahmetli Erbakan Hocanın hazırlattığı, bir kısmına (D-8’ler
gibi) resmiyet kazandırdığı, tarihi oluşum ve programlar, gerekli ve önemli
görülmekte midir?

Eksik ve yetersiz bulunan proje ve prensiplerle ilgili, ilmi gayretler
yürütülmekte midir- yürütülecek midir?

’‘Adil Düzen’‘ gibi ilmi ve İslami yeni bir sistem ihtiyacı
hissedilmekte ve bunun Vahdet için hususi hassasiyeti bilinmekte midir?

Sorularının yanıtları,
hem vahdet çağrımızdaki samimiyetimizin hem de bilincimizin ve bilim
seviyemizin göstergesidir. 
Çünkü; Zalim ve Kafir Güçlerin ve
onların beyni olan Siyonizm’in:

  1. Siyasi yönden:
    Birleşmiş Milletleri
  2. Ekonomik Yönden:
    Faizci ve rantiyeci sömürü sistemleri ve Avrupa Birliği
  3. Askeri Yönden:
    NATO( Kuzey Atlantik Antlaşması) organizeleri
  4. Kültürel Yönden:
    Unesco ve yaygın şeytan ağı internet siteleri
  5. Ortak para birimi
    olarak, DOLAR hâkimiyeti karşısında;

Bütün Müslümanlara,
caydırıcı, onur ve huzur kazandırıcı bir güç ve üstünlük sağlayacak *ortak
KURUM’LAR *ortak KURAL’lar ve *ortak KARAR’lar olmadan, mevcut sorunlar acaba
hangi metot ve mekanizmalarla giderilecektir?

Önce ülkemizde Milli
birlik ve dirliği, sonra tüm İslam âleminde ve insanlık düzeyinde vahdet ve
uhuvveti gerçekleştirmek için, bu belirtilen evrensel oluşum ne programlara,
yani birleştirici ve güçlendirici kurum ve kurallara elbette ihtiyaç vardır,
bunlar bizim de amacımızdır; ama şu anda yeterli ve gerekli hazırlığımız ve
birikimli arkadaş noksanlığımız vardır deniyorsa, kendilerine bu konularda
yardımcı olacağımızı da hatırlatmamız, ilmi ve vicdani bir sorumluluk
gereğidir.

Din ile düzenin
zıtlaşması, toplumu yozlaştırır!

Evet, İslam’ın en
doğru ve doğal şekliyle anlaşılması, yaşanması ve günümüze taşınması konusunda
milletimize rehberlik yapan, eserleri ve manevi öğretileriyle hala
gönüllerimize ışık tutan bu büyük şahsiyetlerin ortak hedefi; her alanda Tevhit
düşüncesini hâkim kılmak ve vahdeti(birliği) sağlamaktır. Çünkü bir toplumun:
Diniyle düzeni, ahlaki prensipleriyle siyasi projeleri, Camide dinledikleriyle
mektepte öğrendikleri eğer birbirini tutmuyor, zıtlaşıp farklılaşıyorsa, bu
durumda ya düzene uyup dinlerini yozlaştıracaklar, veya dinlerine uyup düzenle
çatışacaklar, her iki halde de huzursuz olacaklardır. Örneğin; din faizi
yasaklıyor, ama ekonomi çarkı faize dayanıyorsa… Din zinayı haram kılıyor,
düzen serbest bırakıyor hatta teşvik ediyorsa… Din kumarı günah sayıyor, düzen
farklı isimler altında meşrulaştırıp umut kapısına çeviriyorsa.. Din rüşveti,
zimmeti, rantiyeyi, hile ve sahteciliği kötülüyor, ama düzen halkı bunlara
mecbur ediyor ve siyaset bunları rahatlıkla ve büyük çapta yapmak için en
etkili bir araç sayılıyorsa… Din adaleti emrediyor ama düzen adam kayırma ve
güçlü olanı aklama üzerine kurulmuşsa…  Bu durumda insanlar a)ya dinlerini
bırakacaklar b) ya düzene başkaldırıp isyancı konumunda olacaklar c)veya
genellikle hem dinlerini hem de düzenlerini idare edip münafıklaşacak; fikren Müslüman
fiilen Hıristiyan gibi yaşamaya mecbur kalacaklardır.

İşte bu ahlaki ve
hukuki yozlaşmadan halkı kurtarmak içindir ki, Hoca Ahmet Yesevi Hz.leri 
’‘Emr-i bil ma’ruf ve
Nehy-i anilmünker yapmayı’‘ 
yani ‘‘Hakkı ve hayırlıyı uygulayan,
kötülüğe ve zulme ise mani olan bir toplum düzeni kurmayı’‘, İslami hayatın
(şeriatın) temel esaslarından saymıştır. Atatürk’ün ‘‘Tevhid-i tedrisat’‘ kanunu
da bunu amaçlamış, dini eğitimle müspet bilimlerin aynı sistem içinde ve devlet
kontrolünde yapılmasını sağlamıştır. Bu bağlamda laiklik de: dinin dışlanması
veya dine düşmanlık yapılması değil; her türlü istismar ve suiistimali önlemek
için, devlet işleriyle dini hizmetlerin ayrı tutulması ve devletin bütün
kurumlarının ve adalet çarkının, farklı din ve düşünceden bütün vatandaşlara
eşit mesafede bulunması, ayrımcılık kayırımcılık yapılmamasıdır.

Günümüzde, toplumu din
ve düzen farklılığından, manevi değerlerle yürürlükteki sistem aykırılığından
kaynaklanan bu çelişki ve çıkmazdan kurtarmak üzere en ciddi ve cesaretli
hedeflerle siyasete atılan, en gerekli, geçerli ve gerçekçi projeler ortaya
koyan şahsiyet ise rahmetli Erbakan’dır.

Gulam Azam’ın son
duası ve Erbakan’ın sadıkları!

Önceki ay vefat eden
Bangladeş Cemaat-i İslami eski Başkanı ve Erbakan hayranı Gulam Azam’ın son
vasiyeti, cenaze namazını dava arkadaşlarının kıldırmasıydı. Gulam Azam’ın oğlu
Abdullahil Amaan Azmi, babasının vefat etmeden iki saat önceki son vasiyetini
Milli Gazete ile paylaşmıştı. 
’‘Babam vefatından iki saat kadar önce
cenaze namazını Cemaat-i İslami Genel Başkanı Mevlana Matur Rahman Nizami’nin
kıldırmasını arzulamıştı. Ancak kendisine onun hapiste olduğunu söyleyince, o
zaman Cemaat-i İslami Genel Başkan Yardımcısı Mevlana Delwar Hossein Seydi’nin
kıldırmasını vasiyet buyurmuşlardı, ama ne var ki maalesef onun da hapiste
olduğunu söyleyince’‘
, herhalde derin bir hüzün basmış ve ellerini semaya
kaldırmışlardı. 

Şimdi soruyoruz ve pas
bağlayıp katılaşmış vicdanlara sesleniyoruz; Aziz Erbakan’ın Türkiye’deki ve
dünyanın her yerindeki sadık dostları ve Hak dava yoldaşları hep böyle
ihtilallerle devrilir, idam edilir ve zindanlarda çürütülürken; Ona hıyanet
edip yolunu ayıranlar ve ona karşı zalimlerin safında yer alanlar neden
Başbakan ve Cumhurbaşkanı yapılmakta ve Pansilvanya’da ılımlı halifeliğe
hazırlanmaktaydı?

‘‘Allah’ı ve elçilerini
(tanımayıp, hükümlerini esas almayıp ve tabi olmayıp) inkâr eden; Allah ile
elçilerin arasını ayırmak (Hz. Peygamberin (SAV) sünnetini, sistemini ve
prensiplerini gereksiz ve geçersiz saymak) isteyen; (Kur’ani ve Nebevi hükümlerin
bazısına inanırız, bazısını inkâr edip (takmayız) diyen; bu ikisi arasında
(imanla küfür, Hakla Batıl karışımında) bir yol tutmak isteyenler; işte bunlar
gerçekten kâfir olan kimselerdir.’‘ 
(Nisa 150-151) ayetinin;

  1. a) Siyasi, hukuki,
    ekonomik ve sosyal düzenlerini; dinlerine, akli ve vicdani kanaatlerine göre
    düzelmek için bir cihat disiplini içinde gayreti gereksiz görenleri
  2. b) Zalim ve batıl bir
    sistem himayesinde ve dış güçlerin (Siyonist Yahudilerin ve Haçlı emperyalistlerin)
    velayetinde-güdümünde zelil ve esir yaşamayı demokratik özgürlük zannedenleri
  3. c) Ve kendilerine tabi
    ve taraftar müminlerin dini gayretlerini ve İslami düzen temennilerini
    törpüleyip körleştirenleri kapsadığı da asla unutulmadan hareket edilmelidir.

Bu ayeti Kerime’nin
i’rabı (Arapça kelimelerin sonundaki harf ve hareke değişimini ve kelimelerin
birbiriyle ilişkisini anlatan bilim kuralları)

‘‘Vav’‘Atıf harfi olup fetha
üzere mebnidir.

‘‘Yuridune’‘: Ma’tufdur, ‘‘Yekfurune’‘ fiiline atfedilmiştir.
Fiil-i muzari olup sübût-i nun ile merfu’dur. Çünkü, ef’âl-i hamsedendir. ’‘Vav’‘ muttasıl zamir olup
mahalden merfu’ faildir.

‘‘En’‘: Masdar harfidir, Sükûn
üzere mebnîdir.

‘‘Yettehizu’‘: Fiil-i muzârî olup ’‘en’‘ masdariyye ile
mansûbdur ve Nasb alameti nun’un hazfidir. Çünkü, ef’âl-i hamsedendir. (Vavmuttasıl zamir olup
mahalden merfu’ faildir.

‘‘Beyne’‘: Zarf-ı mekân ve muzâf
olup fetha ile mansûbdur. ’‘Yettehizu’‘ fiiline mütealliktir.

‘‘Zalike’‘: Kelimesindeki ’‘za’‘ ism-i işaret olup
sükûn üzere mebnidir. Mahalden mecrur muzafun ileyhdir. (lembu’d içindir.’‘Ke’‘: Muttasıl zamir olup
fetha mebnidir, hıtâb içindir.

‘‘Sebilen’‘: Mef’ûlün bihi olup
fetha ile mensûbdur.

‘‘Ülaike hümül kafirune
hakken’‘: 
İsim cümlesi mahallen merfu’ olup ’‘in’‘in haberidir.

‘‘Ülaike’‘: Kelimesindeki’‘ülai’‘ism-i işaret olup
kesre üzere mebnîdir. Mahallen merfu’ birinci mübtedâdır.

‘‘Ke’‘: Muttasıl zamir olup
fetha üzere mebnidir, hıtâb içindir.

‘‘Hüm’‘: Munfasıl zamir olup
sükûn üzere mebnidir. Mahallen merfu’ ikinci mübtedâdır.

‘‘El-kafirune’‘: Kelimesi ikinci
mübtedâ olan ’‘Hüm’‘ munfasıl zamirinin haberidir. (vav)ile merfu’dur. Çünkü, cem’-i müzekker
sâlimdir.

‘‘Hümül kafirune’‘: İsim cümlesi mahalden
merfu’ olup ’‘ülaike’‘ ism-i işaretinin haberidir.

‘‘Hakken’’‘: Kendi cinsinden
mukadder olan bir fiile ‘‘mef’ul-i mutlak’‘ olup fetha ile mensuptur. Veya
‘‘El-kafirune’‘ kelimesinin mukadder (gizli) olan küfür ve nifak masdarına sıfat
ta olabilir.

Not: Bu ayeti kerime ‘‘muhakemattan’‘dır; yani manası ve
maksadı gayet açıktır, mesajı net ve anlaşılırdır. İmanla küfür arası, hakla
batıl karışımı bir yol (yöntem ve sistem) tutmak kesinlikle küfür sayılmıştır.

‘‘Kötü kadınlar kötü
erkeklere, kötü erkekler (de) kötü kadınlara (layıktır); iyi ve temiz kadınlar,
iyi ve temiz erkeklere, iyi ve temiz (doğru ve namuslu) erkekler de iyi ve
temiz kadınlara (yakışır)’‘ 
(Nur suresi:26) ayetini: ‘‘İman ehli ve
istikametli iyi-mümin insanlar, iyi ve düzgün sistemlere layıktır; küfür ve
kötülük ehli kimseler-münkirler ise, batıl ve bozuk (kötü) rejimlere
müstehaktır’‘ şeklinde anlamakta münasiptir. Evet, örneğin Yahudi ve Hıristiyan
toplumlar için KAPİTALİST sistem, dinsiz ve müşrik toplumlar için KOMÜNİST
sistem uygun düşebilir; ancak Mümin ve müstakim bir toplum için; sarih ayetler,
sahih hadisler ve icma-ittifak edilmiş prensipler temelli, akıl ve ilim yoluyla
elde edilen ADİL DÜZEN (şir’aten ve minhacen) gereklidir ve bunun dışındaki
batıl ve bozuk sistemler kesinlikle tahrip edicidir.

Bu nedenle Dinimizle
düzenimizi barıştıracak, toplumu iyilik ve istikamette yarıştıracak 
örnek bir LAİKLİK’e;

Yerel yönetimlerde
doğrudan, genel yönetimde dolaylı şekilde halkın siyaset ve sisteme bilinçli ve
etkin biçiminde dâhil olacağı, meşveret ve meveddet (danışma ve dayanışma)
temelli 
gerçek bir DEMOKRASİ’ye;

Farklı Din ve
Mezhepten, ayrı köken ve kültürden, hatta aykırı değer ve düşünceden oluşan
bütün halk kesimlerinin huzur, hürriyet ve tabi Milli mesuliyet içinde birlikte
(vahdet halinde) yaşayacakları yüksek bir 
CUMHURİYET’e eriştirecek ve
yürütecek ilmi ve İslami projelerden mahrum Vahdet çağrıları bu gibi kavramları
ve kurumları istismardan ve halkı hayal kırıklığına uğratmaktan başka sonuç
vermeyecektir. Bu ADİL DÜZEN’de, 
’‘ilim, diyanet, iktisat ve siyaset’‘ birbirlerine tahakküm
etmeyecek, bir 
vücudun ‘‘sinir, sindirim, dolaşım ve boşaltım’‘ sistemleri misali irtibat ve insicam içinde topluma hizmet
üreteceklerdir.

Bu nedenle VAHDET
çağrısı yapanlar, önce hangi tür sisteme öncülük ettiklerini belirtmeleri
gerekir. Çünkü, ’‘Dinimiz İslam, düzenimiz Hıristiyan kalsın’‘ demek,
toplumu nifaka ve batıla davettir. Faizi mübah gören, yasalarımızı Avrupa
Müktesebatına uydurmayı ilke edinen, fuhşun her çeşidine resmiyet ve meşruiyet
kılıfı geçiren bir düzeni ve onu yürüten partileri destekleyen kesimlerin
vahdet çağrısı, asla ittifaka değil, nifaka hizmet içindir.

Bu nedenle: ’‘O
halde, HAK’tan sonra DALALET (ve SAPKINLIKTAN) başka ne vardır?’‘ 
(Yunus:
32) ayetinin ikazına kulak verilmelidir.

‘‘Öyleyse aralarında
Allah’ın indirdiği ile (temel esaslara göre) hükmet ve sana gelen Hak’tan sapıp
onların hevalarına (nefsi istek ve arzularına) uyma. Sizden her biriniz için
(böylece) bir ŞERİAT ve MİNNAC (sorunları çözüm yolu ve yöntemi) kıldık’‘ 
(Maide:48) ayetinin
emri gereği; Kur’an kaynaklı yeni ve yeterli medeniyet projeleri ortaya koymak
ilim ehlinin en önemli görevidir.

‘‘Artık her kim tağuti
(düzenleri red ve terk edip) Allah’a iman ederse, o sapasağlam bir kulpa
yapışmıştır’‘ 
(Bakara:256) ayetindeki:

‘‘Urve’‘: Kulp, tutunacak
şey demektir.

‘‘Vüska’‘: En sağlam halat,
kopmaz bağ anlamına gelir.

‘‘Urvetül Vüska’‘: Tutunanı huzur ve
hakikate ulaştıran en sağlam kulp olarak
Kur’ani azimüşşana işarettir. Halat; ince
ipliklerin düzenli ve özenli sarılması sonucu oluşan kuvvetli bir bağlama ve
tutunup yukarı çıkma aracıdır. Kur’an ve Sünnet kaynaklı, akıl ve ilim
dayanaklı İslam Nizamının bütün kurum ve kuralları, aynı halatın ayrılmaz
ipleri-telleri misali birbirine sarılıp, sarsılmaz ve sağlam bir bütün
oluşturduklarına da bu ifade ile dikkat çekilmektedir. Hz. Ebubekir Sıddık
(RA), hilafetin ilk dönemlerinde, İslam’ın bütün emir ve hükümlerine rıza
gösteren ama sadece ZEKÂT (DEVLET VERGİSİ) yükümlülüğüne itiraz eden bir kavme
karşı topyekün mürted=Dinden çıkmış muamelesi yaparak savaş kararı vermiştir.
Bunun üzerine Hz. Ömer (RA): ’‘Ben Resullüllah’tan ‘‘Lailahe
İllellah-Muhemmedün Resülüllah diyen bir kavme karşı kılıç kullanılmayacağını’‘
duydum. Bu kararınızı neye göre aldınız?’‘
 deyince Halife Ebubekir
Hz.leri: ’‘Ben de bu hadisi şerifi hatırlayıp esas alarak bu karara
vardım. Çünkü Kelime-i Tevhit asla ayrışmaz bir bütündür, ZEKÂT emri de bu
bütünün bir parçasıdır. Zekâtı inkâr eden Tevhidin (İslam Dininin) tamamını
inkâr etmiş sayılır!’‘ 
yanıtını vermiş, Hz. Ömer de ’‘Ebubekir
olmasa Ömer helak olurdu!’‘
 demiştir.

Şimdi iman, iz’an ve
insafla düşünüp değerlendirelim:

Bütün emir ve
hükümleri yerine getirildiği halde, sadece ZEKÂT hükmüne itiraz ve inkâra
yeltenilmesi ve terk edilmesi TEVHİD AKİDESİNİ ve VAHDETİ bozuyorsa, bütün kurum
ve kuralları İslam’a aykırı olarak hazırlanmış KAPİTALİST veya
KOMÜNİST-SOSYALİST bir düzende, Kur’an’ın emrettiği ve Resullülah’ın öğrettiği
şuurlu, huzurlu ve onurlu bir hayat nasıl sürdürülecektir? Batıl ve bozuk bir
sistemin başına dindar ve İslamcı partiler ve yöneticiler getirmekle ne
değişecektir, neler elde edilecektir? Yoksa bu VAHDET çağrıları, 13 yıldır
yıpranan ve yorulan kadroları değiştirip, yeni yüzler ve sözlerle, bu batıl
düzeni yürütecek YENİ bir PARTİ’nin alt yapısını oluşturma gayreti midir?

Yeni Düzen vasatı
(orta yolu) esas almalıdır!

Muhsin Bozkurt
Hocamızın dediği gibi: Yanlış kullanılan ilaç; nasıl şifa yerine zehir olursa;
reçetesinin aksine az veya çok kullanılan ilaç; nasıl iyileştirme yerine
hastalığı daha da azdırıyorsa; bunun gibi yanlış anlaşılan ya da kendi kısır
akıllarıyla kolaylaştırılmaya veya zorlaştırılmaya çalışılan İslam’ın hükümleri
de; elbette birer manevi tokat olup, Müslümanların başında patlamaktadır. 
’‘Mübalağa
ihtilalcidir!’‘
 Yani bozucu ve bozguncu olması hasebiyle, ifrat ve tefrit aynı
zamanda ayet ve hadisleri de mana mecrasından taşırmakta veya akış yatağını
lüzumundan fazla derinleştirip anlamını boğmaktadır. Bu şekil açıklama ve
yorumlar; fayda vermeyeceği gibi, tatbik edeni sıkıntıya sokmakta,
sorumluluğunu arttırmaktadır. Velhasıl, her şeyde vasatı / orta yolu ve uygun
durumu tavsiye etmek yerine yani Fetva yerine, Takva yolunu göstermek toplumu
ürkütüp kaçırmaktadır.

Genel düzen, vasata
(orta yola) ve fetvaya uygun hazırlanır. Takvayı öğütlemek ve manevi disiplini
yüceltmek ise cemaat ve tarikat gibi, Ahlaki kurumların hizmet sahasındadır. Bu
arada ’‘iman, ibadet ve ahlak esasları yeterlidir, şu ortamda şeriat ve
muamelat hususlarını gündeme getirmek ise gereksizdir’‘ 
kanaati ise,
hem itikadi yönden oldukça sakıncalıdır, hem de tam bir ‘‘tefrit’‘ yaklaşımıdır.

Sonuç olarak:

Vahdet; bütün Müminlerin
birlik ve dirlik düzeni, kuvvet ve şevket temini için kullanılan bir kavramdır.
Her türlü kopukluğun, başıbozukluğun, evrensel irtibat ve ittifak kurumlarından
yoksunluğun zıddı-karşıtıdır. İslam’ın en önemli sayılan, ancak en fazla dikkatlerden
kaçan tarafı; hiçbir konuyu, sadece şahsi tavsiye ve taleplere bırakmayıp, her
hususu gerçekleştirecek prensip ve yöntemler buyurmuş olmasıdır. İslam,
emrettiği bütün kavram ve kuralların, ancak her çağın şartlarına ve
standartlarına uygun 
Kurum‘larla sağlanıp
amacına ulaşacağını ısrarla vurgulamaktadır.

‘‘Ey iman edenler,
Allah’tan (lafla ve işine geldiği kadarıyla değil) hakkıyla korkup (Kur’an’ın
hükümlerine ve Resulüllah’ın sünnetine ve hayat sistemine kısmen veya tamamen
karşı gelmekten ve aykırı hareket etmekten sakının) Ve siz (böylece İslam’ca
düşünüp, yaşamak suretiyle) ancak Müslüman olarak ölmeye (bakın)’‘. 
(Ali İmran:102)

(Eğer gerçekten iman
ediyorsanız) Hepiniz (birlikte) Allah’ın ipine sımsıkı sarılın; asla dağılıp
ayrılmayın… Ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın ki, hani siz biri
birinize düşmanlar idiniz de, O (Allah CC.) kalplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız
(huzur, emniyet ve şevkete ulaştınız). 
(Ali İmran:103)

Bu ayette geçen “Hablillah” kelimesi; Allah’ın ipi, Kur’an’ın hükümleri,
İslam’ın vahdet (birlik) sağlayıcı müesseseleri, Hz. Peygamber Aleyhisselamın
sünneti (prensipleri, öğretileri, hayat sistemi) anlamlarına gelmektedir. Bu
ayete göre, Kur’an’ı Kerim ve Hz. Peygamberimiz ve onların emrettiği
Vahdet-Birlik müesseseleri, Allah’la Mü’min kulları arasında bir iletişim ve
ilişki bağı yerindedir. 
“Cemian” topyekün, hep
beraber emri ise, bütün müminleri ortak emniyet ve hizmet kurumları ve
kuralları etrafında kenetleşmeye ve
“vea’tasimu” hitabıyla
sımsıkı bütünleşmeye davet etmektedir. Bu ‘‘vea’tasimu’‘ hükmünün bir ayet üstte
(Ali İmran: 101) yine emredilmesi de dikkat çekicidir.

“Her nerede
bulunursa bulunsunlar, Allah’ın ipine ve insanların ipine sığınanlar hariç, onlara
zillet (esaret, acziyet ve eziyet) damgası vurulacaktır.”
(Ali İmran: 112) ayetindeki“hablin
minen-nas”,
Allah’ın ipine, yani Kur’ani hükümlere ve Nebevi
prensiplere uygun olarak hazırlanan; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam Ekonomik
İşbirliği, Ortak Savunma Girişimi gibi ilmi, İslami ve insani projelere de
işarettir.

Yukarıdaki ayeti
kerimelerde; Müslümanlar arasındaki nifak ve iftirakın, düşmanlık ve
ayrılıkların asıl nedenlerinden birisinin de “Hablillah (Allah’ın
ipi)” kaynaklı “Hablin-Nas” insanların ilmi ve İslami esaslara
göre hazırladıkları irtibat ve ittifak projelerinin bulunmayışı ve bunların
önem ve önceliğinin bir türlü kavranmayışı olduğu mesajı da yer almaktadır.

Örneğin İngiltere,
yeni aldığı bir kararla Basra Körfezi üzerinden tüm İslam coğrafyasını ve
petrol çıkarlarını korumayı ve bölgeyi kontrol altında tutmayı amaçladığı 24
milyar dolarlık devasa deniz ve hava üssünün bütün masrafını Bahreyn yönetimine
karşılatacaktı. Yani Müslümanları vuracak askeri üssün bütün giderlerini de
yine Müslümanların sırtına yıkmaktaydı. Ve aynı Bahreynin camilerinde ve ilim
meclislerinde hala vahdetten, ümmetin birliğinden dem vurulmaktaydı. Oysa 
“Onlara
(düşmanlara) karşı bütün gücünüzle (caydırıcı ve zilletten kurtarıcı, KUVVET
hazırlayın!” 
(Enfal:60) ayetinin hükmü
uygulanmadan, bu güce ulaştıracak plan ve programları oluşturmadan, yürütülecek
bütün çabalar, halis bir niyetle yapılsa bile, sadece edebiyat olarak değer
kazanacaktı.

Gerçek bir vahdete,
samimi ve sürekli bir uhuvvete ve bunları kazandıracak kuvvet ve şevket
projelerine sahip çıkmak umuduyla ve saygılarımızla…
.

 

 

[1] Gülzar-ı Samini,
İkinci defter. 2. Sohbet

[2] 2. defter 45.
Sohbet

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi