Anasayfa » ”ONE MINUTE” SENARYOSU VE FİYASKOSU

”ONE MINUTE” SENARYOSU VE FİYASKOSU

Yazar: yonetici
0 Yorum 107 Görüntüleyen

Yıllar önce Davos’ta konuşulan ve büyük sükse yapan “One Minute” çıkışının; “Bizzat Siyonist odaklarca tezgâhlanan bir senaryo gereği yapıldığını; İsrail’e daha rahat hizmet sunmak ve bu terörist şebekeyle barışa zemin hazırlamak üzere planlandığını” yazdığımızda bazıları şiddetle itiraz etmişlerdi. Bizim, böylesini tarihi bir kahramanlığı karalamak istediğimizi ve AKP’nin İsrail’le barışa asla tenezzül etmeyeceğini söylemişlerdi. Ve işte sonunda vahşi ve işgalci İsrail’le resmen anlaşmaya gidilince, müzmin ve münafık yalaka-yandaş kesimi şimdi bu acziyet ve teslimiyete mazeret üretmeye, hatta kerametlerini dile getirmeye girişmekten bile haya etmemişlerdi. Oysa şahsi ikbal ve iktidar hırsıyla, ama güya Gazze’ye yardım kılıfıyla imzalanan akla, vicdana ve imana aykırı bulunan bu anlaşma, gaflet, cehalet ve dalalet ehlinin sonunu getirecek ve bu tarihi vebal çok yakında bu iktidarı bitirecek ve götürecektir. EKREM TUR’un Kafile Hocası olarak Ramazan Umresine gönderilen, Sakarya Üniversitesi Fıkıh Hocası Prof. Abdullah Özcan gibileri “Hz. Peygamber Efendimizin de Yahudilerle anlaşma yaptığını, şimdi AKP iktidarının bu İsrail anlaşmasının da aynı amaçları taşıdığını”söyleyip, fasit bir kıyasla Hz. Resulüllah’ı bu ağır günaha fetvacı yapmaya çalışan zavallı zırvacılar da, hem övdüklerinin hem kendilerinin nasıl bir akıbete ve İlahi musibete uğrayacaklarını yakında göreceklerdir. Oysa Hz. Peygamber Efendimiz, Medine’ye Hicretlerinde oradaki müşrik kabilelerle birlikte evet Yahudi aşiretlerle de Medine Vesikası denilen bir ortak uzlaşı metni imzalamış, ama kendilerini dolaylı biçimde HAKEM-SON KARAR MERCİİ konumunda olduklarını kabul ettirmişlerdi. Daha sonra hem Beni NADİR, Hem Beni KUREYZA Yahudileri bu anlaşma gereklerine hıyanet edip müşriklerle işbirliğine girişince, bir kısmını Hicazdan sürgün etmiş, bir kısmını öldürmüşlerdi. Şimdi İsrail’le yapılan anlaşma; onların bunca zulüm ve işgallerine meşruiyet kazandırmak ve güya yardım götürecekleri Gazze’nin doğalgazını “İsrail Gazı” diyerek sömürmeye ortak olmaktan başka bir şey değildir.

“Gazze’ye yardım için İsrail’le uzlaşıyoruz” Palavrasının Perde Arkası!

Lady Leyla Gemisi, Bayramda Gazze’ye sokulmamıştı. Türkiye’den demir alarak Siyonist işgal rejiminin kontrolündeki Aşdod limanına yanaşan Lady Leyla gemisinin taşıdığı yardımların iddia edilenin aksine Gazze’ye ulaşmadığı ortaya çıkmıştı. Türkiye ile İsrail arasındaki “normalleşme” anlaşmasından sonra İsrail, Gazze’ye Türkiye tarafından gönderilecek insani yardımlara müsaade edeceğini açıklamış ve anlaşma şartlarına; bu ibarenin kendi sorumluluğu altında yazılmasını onaylamıştı. Anlaşmadan hemen sonra 11 bin ton yük ile yola koyulan Lady Leyla isimli gemi Pazar günü Aşdod limanına yanaşmış ve taşıdığı yükün Gazze halkının insani ihtiyaçlarından başka bir şey içermediği anlaşılınca yük, kara yolu üzerinden tırlarla Gazze’ye doğru yola çıkmıştı. Bayram günü televizyonlarda çıkan haberlerde birkaç tırın görüntüsü verilerek yardımların Gazze’ye ulaştığı havası yayılmıştı. Fakat aradan geçen birkaç hafta içinde ortaya çıkan gerçek ise herkesi şaşırtmıştı. İşgalci Siyonistlerle askeri ve istihbarat işbirliği içinde olan Mahmud Abbas liderliğindeki işbirlikçi yönetimi, Gazze’ye gönderilen yardımların bayramdan önce bölgeye ulaşmaması için türlü bahaneler ileri sürerek muhtemelen İsrail ile anlaşmalı olarak yardımların Gazze’ye taşınmasına engel olmuşlardı.

Bunun üzerine Gazze’deki Sosyal İşler Bakan Yardımcısı Yusuf İbrahim de Türk hükümetini, tüm yardımların aynı anda Gazze’ye girişine izin vermesi için İsrail yönetimine baskı yapmaya çağırmıştı.

Filistinli uzmanlar bayramdan önce yaklaşık 400 tırlık konvoydan sadece 5’inin Gazze’ye girmesine izin verildiğini ve Siyonist İsrail’in, Filistin Yönetimi üzerinden Türkiye ile imzalanan anlaşmayı dolaylı olarak ihlal ettiğini duyurmuşlardı. Siyonist İsrail’e hiçbir şekilde güvenilemeyeceğini vurgulayan uzmanlar, Filistin halkının asli talebinin özgürlük olduğunu vurgulayarak ve Filistin halkına yardım etmek isteyenlerin bağımsızlık yolunda kendilerine yardım etmesi gerektiğini hatırlatmışlardı. Öte yandan Siyonist İsrail rejiminin Türkiye ile anlaşma imzalanmadan hemen önce yayınladığı yeni bir bildiri ile Gazze’ye girmesi yasaklı olan malzemeler listesini güncellediği ve yayınlanan 5765 maddelik yeni liste ile Gazze’ye girmesi yasaklanan malzemelerin sayısının 10 bini bulduğu anlaşılmıştı. Yayınlanan yeni liste ile Gazze’de savaşlar nedeniyle yıkılan evlerin yeniden inşa sürecinde kullanılması öngörülen malzemelerin bölgeye girişi yasaklanmaktaydı. Dolayısıyla Türkiye’den Gazze’ye Lady Leyla gemisi ile giden yardım paketleri arasında inşaat malzemeleri bulunmaktaydı.[1]

İsrail İstanbul Başkonsolosunun tokat gibi itirafı!

Bu arada İsrail Başkonsolosu NTV’ye: “Biz Türk kamuoyunun duyarlılığını ve AKP iktidarının kolaylığını dikkate alarak, HAMAS’la ilgili özel maddeleri metne koymadık. Ancak Türkiye HAMAS’ın tüm faaliyetlerini askıya alacak ve yasaklayacaktır” açıklamasını yapmış, bu iktidarın nasıl halkımızı aldattığını ortaya koymuşlardı. Ayrıca İsrail ile varılan zillet ve teslimiyet anlaşmasının hemen ardından İsrail işgal ettiği bölgelerde 800 konutluk yeni Yahudi yerleşim merkezinin yapımına başlamıştı. Bu yüzden HAMAS Dışişleri Sorumlusu Usame Hamdan Türkiye’nin İsrail’le yaptığı anlaşma ile ilgililerin ve tasviplerinin olmadığını açıklamıştı. Hamas Liderlerinden Halid Kaddumi ise, işgalci İsrail’le ilişkileri normalleştirmenin kesinlikle bir şer ittifakı ve hıyanet amaçlı yapıldığını vurgulamıştı. Halid Meşal’in ise yoğun baskılar sonucu ses çıkarmadığı anlaşılmıştı. Zira İsrail’in işgal bölgelerindeki Hahamlar Konseyi Başkanı SHELOMO MİMAD bu lanetli anlaşmadan hemen sonra “Sularına zehir katılmak suretiyle bütün Filistinlilerin öldürülmesi gerektiğini” söyleyecek kadar küstahlaşmıştı.

İHH Başkanının kahramanlığı ve kaypaklığı!

İHH Başkanı Bülent Yıldırım Filistinlilerin sıklıkla kullandığı “İsrail örtüsüne bürünen çıplak kalır!” atasözünü hatırlatması önemli bir uyarıydı, ama Sn. Erdoğan’ın yoğun baskıları sonunda geri adım atmaya mecbur bırakılmıştı, zaten fıtratları bu kaypaklığa yatkındı. Davos’ta One Munit tiyatrosunda rol alan SİMON PEREZ ise Hürriyet Gazetesine verdiği röportajda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın: “Mavi Marmara Gemisi Bizden habersiz planlanmıştı ve ucuz kahramanlıkla ortalığı karıştırmıştı!” şeklindeki açıklamalarından çok memnun kaldığını vurgulamıştı…

Türk Silahlı Kuvvetleri, İsrail’le uzlaşmadan rahatsızdı!.

PKK belasının arkasında, Ergenekon ve Balyoz tertiplerinin tezgahlanmasında, Erbakan’a yönelik 28 Şubat senaryosunda İsrail’in ve ABD’nin parmağını ve Türkiye’ye yönelik şeytani hesaplarını çok iyi bilen TSK’nın, İsrail’le normalleşme sürecinden çok ciddi rahatsızlık duyduğu bilgileri sızmaktaydı. Ve zaten bu anlaşmaya karşı çıktığı için, Giresun’da düşürülen askeri helikopterimizi bizzat İsrail, gözdağı vermek üzere hedef almıştı. Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Mustafa Doğru, Eşi ve çocukları da içinde bulunan ve Ramazan Bayramı dolayısıyla bazı birliklere tebrik ziyareti için yola çıkılan 15 mürettebatımızdan 7’sinin şahadetiyle sonuçlanan bu olayı, ilk andan itibaren siyasi makamlar ve yandaş medya hemen; “Hava muhalefeti” diye yorumlamaya ve gerçeği çarpıtmaya çalışmıştı. Oysa bundan saatlerce sonra TSK (saat 10:30’da) henüz düşüş nedeninin saptanmadığını açıklamıştı. Bir gün sonra ise Helikopterin özel bir cep telefonuyla çekilmiş düşüş görüntüleri sitelere yansıtılmıştı, hava oldukça açık ve berraktı, fakat Helikopterimizin ani düşüşü öncesi; hemen ön tarafında bir lazer patlamasını andıran şiddetli bir parıltı dikkatlerden kaçmamıştı. Ve bundan iki gün sonra, TSK Suriye PKK’sının elebaşlarından ve İsrail’in en sağlam maşalarından Bahoz Erdal’ı ve militanlarını gebertip safdışı bırakmıştı.

Artık her şey tıkanmıştı ve tarihi bir devlet müdahalesi kaçınılmazdı!

Erol Mütercimler denen Şeytanın mütercimi (tercümanı) “AKP’nin bir dış Siyonist proje olduğu” gerçeğini rüşvet-i kelam cinsinden bir kılıf olarak hatırlattıktan sonra, tam bir şeytanlık damarıyla: “Bu AKP’nin Milli Görüş’ün devamı sayıldığını ve aslında Erbakan’ın ve Milli Görüş yapılanmasının da bir emperyalist-Siyonist proje gereği ortaya çıkarıldığını” söyleyip kinini ve kalbinin kirini kusmuşlardı. Anlaşılan yurt dışında bulunduğumuz 20 günlük süreçte bunlar meydanı boş bulmuşlardı. Bunların böylesi asılsız iddia ve iftiralarının altında Elaziz Ekibinin talihsiz ve temelsiz yakıştırmalarının da payı vardı. Ve işte Erbakan’ın devamı ve kahramanları dedikleri AKP’nin İsrail işbirlikçiliği artık kanıtlanmış ve kesinlik kazanmıştı.

Aziz Erbakan Hocamızın: “Ramazan ayı şefkatlidir, zalimlere ve işbirlikçilere müsaade edip bir müddet yularlarını uzatır; ama Kurban Bayramı Celallidir ve intikam alıcıdır!” şeklinde ifade ve işaret buyurdukları sürecin bu sene yaşanacağı kanaati giderek kuvvet kazanmaktadır. İşbirlikçi hainlerin yıkılması ve İsrail’le tarihi hesaplaşmanın vuku bulması oldukça yakındır. Artık duaya ve davaya sımsıkı sarılma zamanıdır. Bakalım ABD’yi arkasına alanlar, AB’nin kuyruğuna yapışanlar ve İsrail’e sığınanlar mı kazanacaktı, yoksa sadece Allah’a dayanıp Hak’ta sabit ve sağlam duranlar mı zafere ulaşacaktı?!

Kur’anı Kerim’deki Tevbe suresinin ilk 3 ayetinin müjde ve mesajlarının çok önemli ve tarihi bir aşaması, umarız ki bu sene yaşanacaktı:

1- (Bu) Müşriklerden kendileriyle antlaşma imzaladıklarınıza, Allah’tan ve Resulûnden kesin bir uyarıdır.

2- Bundan böyle yeryüzünde (size tanınmış bir süre olarak) dört ay (daha) dolaşın. Ve bilin ki Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Gerçekten Allah, inkâr edenleri hor ve aşağılık hale getirecektir.

3- En büyük Hacc gününde (bu gerçek) Allah ve Resulûnden insanlara ilan edilip duyurulacaktır ki: Allah ve Resulû müşriklerden ve (Batıl sistemlerinden) uzaktır ve (zulüm düzenleri yıkılacaktır). Eğer tövbe ederseniz bu sizin için daha hayırlıdır; yok eğer yüz çevirirseniz, bilin ki Allah’ı elbette aciz bırakacak değilsiniz. İnkâr edenleri acı bir azapla müjdele.

Şimdi tam 7 sene önce, 01 Kasım 2009 tarihinde ve 73 sayılı Milli Çözüm Dergimizdeki o yazıyı lütfen bir kere daha dikkatle okuyup karar verin.

DAVOS HOROZU MU,

NEW YORK KUZUSU MU?

Kendisine verilen rol gereği, Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanına horozlanan (dönemin Başbakanı Sn.) Recep T. Erdoğan, 2009 Eylül sonunda gittiği Amerika’da, Siyonist Yahudi Lobilerine sığınıp günah çıkartıyor ve uysallaşıp kuzulaşıyordu. Bu şeytani şebekeden aldığı işaretle Ahmedi Nejad’a: “Türkiye’nin de nükleer silah üretimine karşı olduğunu” söylüyor ve dolaylı tehditler savuruyordu. Böylece, İran’a yönelik yaptırım ve saldırılara katılacağı mesajını veriyordu. Ama İsrail’in nükleer yığınaklarına ve binlerce atom başlıklı füze rampalarına hiç ses çıkarmıyor, çekimser kalıyordu.

Bu arada Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in: “Yapılacak uyarıları ve diplomatik çabaları dinlemediği takdirde, İran’a yönelik yaptırım ve baskıları destekleyeceği” yönündeki açıklaması bile, Recep Başbakan’ın bu tutarsız tavrından daha ılımlı sayılıyordu. Obama’nın; “İran’ın İsviçre’de yapılacak 1 Ekim toplantısına tertemiz gelmemesi (yani emperyalizme teslimiyet göstermemesi) halinde, doğacak sonuçlardan ve çatışmalardan, İran’ın sorumlu olacağı” yolundaki tehditleri ise, şeytanın niyetini yansıtıyordu.

Herkesin hatırlayacağı gibi; Recep Başbakan ABD’ye iner inmez soluğu Yahudi Meclisinin toplantısında alıyordu. Öyle sıradan değil, ABD’deki 50 Musevi örgütünün temsilcisi orada hazır bulunuyordu. Organizasyonu Dünya Yahudi örgütlerinin polit bürosu sayılan ADL örgütü yapıyordu. Bu örgütü Türk kamuoyu yakından tanıyordu. Örgütün Başkanı Abraham Foxman AKP’ye kuruluş günlerinden beri destek veren Yahudi baronu olarak biliniyordu. Erdoğan ve Gül’ün Abraham Foxman’la İstanbul’da gizli olarak yaptığı malum görüşmeyi Türk kamuoyu ilk kez bu satırların yazarı tarafından 2001’in sonunda o yıllarda yazdığı Star gazetesinden öğreniyordu. Evet Tayyip Erdoğan’ın okyanus ötesi ziyaretinde ilk durağı işte bu şeytan şebekesi oluyordu!?

Bu ziyareti şöyle okumak gerekiyordu: Birincisi bu ziyaret ve halvetle görülmüştür ki, Davos’da yaşanan ‘One Minute’ çıkışı gerçekten bir seçim şovu, ya da tiyatroydu. Öyle olmasa, yani danışıklı dövüş değil de gerçekten bir meydan okuma olsaydı, ABD’deki Yahudi baronlar neden Erdoğan’ı ayakta karşılıyor ve alkışlıyordu? Yahudi baronlarının o süreçte Erdoğan’ı kucaklamaları sıradan bir fotoğraf sanılıyordu. Oysa sinsi ve stratejik yoldaşlık hâlâ devam ediyordu. Tam bu noktada, “Bu yoldaşlık karşılıklı hangi tavizler ve taltifler üzerine kuruluydu?” sorusu hala yanıtını arıyordu. Sahi yerkürede hükümranlığı bilinen bu Yahudi konseydeki Recep Erdoğan muhabbetinin bir perde gerisi yok muydu? Hakikat kör gözlere parmak misali ortadadır: Siyonist baronlarının Erdoğan’ı kucaklaması, onu Truva atı gibi kullandıklarını gösteriyordu.

Recep Bey’e Truva Atı ve taşeronluk rolü mü düşüyordu!

Önce Kürt açılımı olarak takdim edilen, sonrasında demokratik açılıma dönüşen, ardından “Milli birlik projesi” denilen ve maalesef PKK’nın Güneydoğumuzu fiilen işgalinden başka sonuç vermeyen gelişmelerde yabancı parmağı ve özellikle de Yahudi güdümlü İngiliz-Amerikan parmağı sezilmekteydi. Duyarlı yazarların dediği gibi: Bunları görmezlikten gelen Başbakan Erdoğan, ABD gidişi Kürt açılımını, kendi halkından ve parlamentosundan önce Amerikalı dostlarına anlatacağını söylemişti. Lakin asıl sorun, bu projenin kendilerinin formülü mü, yoksa başkalarının telkinlerinin ürünü mü olduğu meselesiydi. Bu anlamda, Beşşar Esad bile, gazetecilere; “Açılımın zamanlamasının ABD’nin çekilmesi dönemine rastladığını ve bunun da ABD’nin işgaliyle birlikte yükselen bölgesel müttefiklerinin işine yarayacağını” açıklaması ve tam zayıflama dönemine girdikleri dönemde bu açılımla birlikte yeniden, kuvvet kazanabilecekleri savunması ilginçti. Yani, “Türkiye’deki Kürt açılımının, işgal sonrası beliren Kuzey Irak’taki yapıyı güçlendireceğini” belirtmişti. Demek ki, Erdoğan’ın en azından bazı dostları bu açılımı kaygıyla izlemekteydi. Dış ilişkilerde asıl husus güven meselesiydi. Halbuki başbakan zikzaklı tavırlarıyla aslında güven zeminini tahrip etmişti. Bazı hususlarda populizm veya kamuoyu diplomasisi yaptığı intibaı vermişti. Söz gelimi, Davos’ta Şimon Peres’e yönelik olarak sarf ettiği sözler kof çıkmış; “One minut” hem psikolojik hem de, siyasi etkisini çoktan kaybetmişti.

O sırada Dışişleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu, İsrail üzerinden Gazze’ye geçmek istemiş, ama İsrail buna müsaade etmemişti. Bundan sonra da Başbakan ABD gezisinde Yahudi çevrelerle adeta canciğer bir görüntü vermişti. Bunun ötesinde hükümet Davos dayılanmasının bittiğini ortaya koyan bazı adımlardan çekinmemişti.Abdullah Gül, İran’a giderken,“Bu ülkenin nükleer güç olmasının Türkiye’yi rahatsız edeceği ve Türkiye’nin buna karşı geleceği” mesajını vermişti. Lakin İran’ın, “düşmanın silahıyla silahlanma” gerekçesini teşkil eden İsrail’in nükleer silahları karşısında, AKP sessiz ve tepkisizdi. BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun, İsrail’in nükleer kapasitesinin tartışılması ile ilgili bir konu gündeme alınsın mı, alınmasın mı tartışmaları sırasında Türkiye Hükümeti temsilcisi salonun dışına çıkmış (sırra kadem basmış), ardından yapılan oylamada maalesef Türkiye çekimser kalmıştı. 51 ülkenin oyuyla, “İsrail’in nükleer kapasitesinin olduğu” kabul edildi ancak Türkiye bu ülkeler arasında yer almadı. İşte siyasi münafıklık ve Siyonizm uşaklığı böyle bir şeydi. Oysa, One Minute’ün devamı İsrail’in nükleer kapasitesini tehdit olarak görmek ve bunun bölgesel barışın önündeki en temel unsurlardan birisi olduğuna tanıklık etmekti. AKP Türkiye’si bu fırsatı heba etmiştir. Ve Recep T. Erdoğan’ın İsrail figüranlığı tescillenmiştir.

Türkiye’nin bu husustaki sabıkalarından birisi de; “Filistinlileri ehlileştirme ve onları Siyonizm’e itaatkâr bir millet yapma projesini” desteklemesidir. Amerikalı General Keith Dayton’un Kongre üyeleri önünde yaptığı konuşmasında, Filistinlileri ehlileştirmek için kendilerine üç ülkenin katkıda bulunduğunu ve yardımcı olduğunu söylemiştir. Bu ülkeler maalesef Türkiye, İngiltere ve Kanada’dan ibarettir. AKP’nin gaflet ve hıyanetinin öne çıktığı bir başka konu ise füze kalkanı projesinin yeni ülkesi ve adresi meselesidir. Bilindiği gibi, Rusya ile sürtüşmesinden dolayı ABD yönetimi, füze kalkanı projesini Çek Cumhuriyeti ve Polonya’dan çekme kararı vermiştir. 17 Eylül’de yapılan bu değişikliğin arifesinde ısrarla Polonya ve Amerikan basını yeni adres olarak Türkiye’yi göstermiştir. Füze savunma sisteminin yeni adresi olarak dört ülke ve bölge gösterilmektedir. İsrail, Türkiye, Balkanlar (muhtemelen Kosova) bir de Azerbaycan. Bütün bunlar dikkate alındığında Türkiye’nin Amerikan hatta İsrail yandaşlığında yeni odak olarak sivrildiği görülmektedir.”

Batının İran’a baskısı nereden kaynaklanıyordu!

O dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband, İran’ın nükleer programını yakından izleyen altı ülkenin, 1 Ekim’de Cenevre’de yapılacak ortak toplantıda, İran’dan sorularına “ciddi bir yanıt” beklediğini bildirmişti. ABD, Rusya, Çin, Fransa, Büyük Britanya ve Almanya’dan oluşan Altılar’ın deklarasyonunu okuyan İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband, Tahran’dan “uluslararası toplumun isteklerine” olumlu yanıt vermesinin istendiğini belirterek, “1 Ekim’deki görüşme sırasında İran’dan ciddi bir yanıt bekliyoruz” demişti. İran’ın nükleer programının uluslararası toplumda ciddi bir endişe oluşturmaya devam ettiğini iddia eden David Miliband’ın, “İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ile işbirliği konusunda daha önce bazı kararlar aldık ve İran’ı bir askeri boyutu olabilecek nükleer programının açıklığa kavuşturulması için askıdaki soruları yanıtlaması amacıyla işbirliğine cesaretlendiriyoruz” tehditleri ilginçti Deklarasyon, New York’taki 64. BM Genel kurul toplantıları çerçevesinde yayınlanması dikkat çekiciydi.

Çin bile: “Baskı çözüm sağlamaz” diyerek bizimkilerden tutarlı davranıyordu!

Çin, İran’a yönelik baskıyı artırmanın, bu ülkenin nükleer programından kaynaklanan sorunun çözümüne katkıda bulunmayacağını belirtmişti. Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Jiang Yu, Pekin’de düzenlenen basın toplantısında, “Yaptırımların ve baskıyı artırmanın, sorunların çözüm yolu olmadığına inanıyoruz” diyerek bu yolun tercih edilmesinin diplomatik çabalara zarar vereceği görüşünü dile getirmişti.

Rusya’nın tutumunda ABD’ye yakınlık seziliyordu!

O süreçte Rusya Devlet Başkanı Dmitri Medvedev ise, ABD Başkanı Barack Obama ile görüşmesinde, İran’ın nükleer programıyla uluslararası topluma meydan okuması halinde bu ülkeye yönelik yaptırımların “kaçınılmaz”(!) olabileceğini kabul ederek, Moskova’nın tutumunda Washington’a doğru bir yakınlık işareti vermişti. Ortadoğu’nun nükleer silahlara sahip tek ülkesi İsrail’in, nükleer programları ve silahları konusundaki son oylama; batı dünyasının çifte standartçı yaklaşımını bir kez daha ortaya sermişti. Özellikle Türkiye’nin Davos’ta ‘One Minute’ ile başlayan İsrail politikası ise; UAEK’nin son Genel Kurulu’ndaki oylamada gösterilen ‘Çekimser’ tavırla hayal kırıklığına dönüşüvermişti. İran’a nükleer program konusunda baskı yaparken İsrail’in elindeki nükleer silahları görmezden gelen batılı ülkeler; ‘İsrail’in nükleer yetenekleri’ tasarısını; İsrail ve ABD’nin istekleri doğrultusunda reddederek bir kez daha BM ve UAEK gibi uluslararası kuruluşların hangi amaca hizmet ettiğini tescil etmişti. BM ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK), İsrail’in ve onun en büyük destekçisi ABD’nin tavrı İsrail’in resmen kabul etmediği ancak bütün dünya tarafından bilinen nükleer silahlarını; yine tartışmalardan uzak tutmaya yetmişti.

İsrail aynen Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore gibi Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına (NPT) hala imza atmayan ülkeler arasında yer alıyor, ancak bu durum, yıllardan beri görmezden geliniyordu. Anlaşmaya şu ana kadar 189 ülke imza atmıştı. ABD ve batı dünyasının, ambargo uygulayıp baskı altına almaya çalıştığı İran bile, NPT’de imzası bulunan ülkeler arasında bulunuyordu.

Siyonist Olmert’in itirafı niye hesaba katılmıyordu?

Hakkındaki yolsuzluk suçlaması nedeniyle görevi bırakan İsrail eski Başbakanı Ehud Olmert ise, 2006 yılında ilk kez ülkesinin nükleer silah sahibi olduğunu ima etmişti. Olmert tarihe geçen açıklamasında; İran’ın nükleer silah sahibi olma olasılığını eleştirmek isterken, “Bunun ABD, Fransa, İsrail ve Rusya gibi nükleer silah sahibi ülkelerinki ile aynı düzeyde bir tehdit olduğunu söyleyebilir misiniz?” demişti. Yani Batılı gavurların nükleer güce sahip olmaları normal ve gerekliydi, ama Müslümanların atom bombası yapması tehlikeliydi!? İsrailli yetkililer bugüne kadar, nükleer silahı olduğu iddialarını ne kabul ne de reddetmişti. Ayrıca ABD Savunma Bakanı Robert Gates de Senato’da yaptığı bir konuşmada, İsrail’in nükleer silaha sahip olduğunu söylemişti.

AKP Türkiye’si çekimser kalıyordu!

O sırada Batının, İsrail’in sahip olduğu iddia edilen nükleer silahlara ilişkin çifte standartçı yaklaşımı, son olarak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) Viyana’daki genel kurulunda yaşanmıştı. UAEK ülkeleri, Arap Birliği üyelerinin sunduğu ‘İsrail’in nükleer yetenekleri’ başlıklı karar tasarısının ‘oylanmasına gerek olmadığını’ kararlaştırmıştı. AB Dönem Başkanı Fransa’nın önerisiyle, tasarının ‘oylanıp oylanmaması için’ yapılan oylamada, 46 ülke hayır, Türkiye dâhil 7 ülke çekimser ve 43 ülke de evet oyu kullanmıştı. Sonuçta da Arap Birliği’nin tasarısı herhangi bir işlem yapılmadan gündem dışı kalmıştı. Bu oylamada çekimser kalan AKP bürokratlarına karşılık, Recep Erdoğan’ın Türkiye’ye dönüşünde: “Niye İsrail’in nükleer silahları hiç gündeme gelmiyor?” diye horozlanması, ikili oynamanın ve halkını aldatmanın daniskasıydı! “Türkiye’de Efe, ABD’de Bebe” tespitimiz de bunu anlatmaktaydı.

İsrail’in silahları niye hiç tartışılamıyordu?

Ortadoğu’nun çıbanbaşı işgalci İsrail, bütün uluslararası kararlara ve uyarılara rağmen bölgede nükleer silah üretmeyi sürdürüyor. Ancak bunu resmen kabul etmiyor. Uzmanlara göre İsrail, 100 ila 200 arasında füzeye sahip bulunuyordu. Ayrıca, İsrail ordusunun savaş başlıklarını savaş uçakları ve sahip olduğu üç denizaltıdan biri aracılığıyla ateşleyebileceği sanılıyordu. İsrail’in nükleer programının 1950’lerin başında başladığı ve ilk bombayı da 1967 yılında ürettiği tahmin ediliyor. 1986 yılında, Mordehay Vanunu adlı nükleer mühendisinin anlatımları sonucu, İsrail’in nükleer programının sanılandan daha ilerde olduğu ortaya çıkıyordu.

Mordehay Vanunu’nun da görev yaptığı İsrail Gizli Nükleer Servisi Dimona’nın görüntüleri ilk kez bir İsrail televizyonunda yayınlanmıştı. 15 dakika süren belgeselde, Negev Çölü’ndeki fabrikanın bahçeleri geniş bir biçimde yer alırken kubbe şeklindeki reaktörün yakın görüntüleri saklanmıştı. Ayrıca Vanunu’nun binanın içinden çektiği fotoğraflar, bir İngiliz gazetesinde yer almıştı. Vatana ihanetten suçlu bulunan Vanunu, 17 yıl hapis yattıktan sonra Nisan 2004’te serbest bırakılmıştı. İsrail’in güneyinde bulunan Dimona Kasabası’nda yer alan nükleer tesis, halen sıkı güvenlik önlemleri altında korunmaktaydı. Ve bu tesislere bugüne kadar ne UAEK ne de BM yetkileri adım atamamıştı.

BM İsrail, ABD ve AB’nin zulümlerini meşrulaştırma kurumuydu!

Başbakan olarak Recep T. Erdoğan’ın da katıldığı BM Genel Kurul’unda Kaddafi olumlu sözler etmişti. Örneğin, 1945 yılında Cemiyet-i Akvam yerine kurulan Birleşmiş Milletler’in 64 yıl içinde 65 harbi ve savaşı önleyemediğini, dolayısıyla başarısız bir kurum olduğunu söylemişti. Aslında, Kaddafi konuşmasında Obama için yol haritası çizmişti. Güvenlik Konseyi’nin güvenlik değil terör konseyi olduğunu ve gündemlerini, terörle ve baskı ile dünyaya dayattıklarını belirtmişti. Konsey üyelerinin veto haklarının ve yetkilerinin ellerinden alınmasını ve BM’nin daha adil bir uluslararası kurul haline getirilmesini istemişti. Kaddafi sanki üçüncü dünya ülkeleri adına Genel Kurul’da bir savunma gerçekleştirmişti. Kaddafi uluslararası düzene yüklenirken ve adaletsiz yönlerini gözler önüne sererken Nejad da AP’ye yapmış olduğu açıklamalarda İsrail’in varlığını sorgulamış ve Filistinliler adına bir savunma sergilemişti. 64’üncü Genel Kurul toplantılarında Obama da bir konuşma yapmış ve konuşmasında ezcümle dünyanın değişme vaktinin geldiğine işaret etmiş, lakin bu değişmesi gereken alanın mahiyetini es geçmişti. Bu ciddi ve cesaretli uyarıları Kaddafi’nin sonunu getirmiş, Erdoğan iktidarının katkısıyla Haçlı orduları Libya’yı harabeye çevirmişti.

Aslında Obama Siyonist Yahudilerin telkiniyle dünyayı değil İran’ı değiştirmeye çabalıyordu ve Genel Kurul’u da bunun için aktif bir minber haline getirmişti. En azından İran’a yeni yaptırımlar için Rusya’nın desteğini almaya çalışmış ve başarmıştı. Esasında “İran’ın gıyabında onunla ilgili uluslararası bir pazarlığın kotarıldığına” dair çokça ipuçları sezilmekteydi. Bunlardan birisi de İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, 14 saatlik gizli bir misyon için Rusya’ya gitmesiydi. Burada İran pazarlığı yapıldığı kesinleşmişti. Rusya’nın İran’a İskender veya S 300 füzeleri satmaması konusu gündeme gelmişti. Yine Rusya tarafı İsrail’in İran’a yönelik niyetlerini öğrenmeye gayret etmiştir.

AKP İsveç kadar bile duyarlı davranamıyordu: İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman’ın ziyaret talebi reddedilmiş ve İsveç örnek bir tavır sergilemişti!

İsrail hükümetinin ülkesindeki gazetelerden Aftonbladet’te yayınlanan ve Siyonistlerin Filistinlilerin organlarını çaldığını bildiren haberlerle ilgili soruşturma açılması talebini yeniden reddetmişti. İsveç, İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Avrupa Birliği Merkezi’ni ziyaretini de kabul etmemişti. İsveç, İsrail hükümetinin ülkesindeki gazetelerden Aftonbladet’te yayınlanan ve Siyonistlerin Filistinlilerin organlarını çaldığını bildiren haberlerle ilgili soruşturma açılması talebini yeniden reddetmişti. İsveç Adalet Bakanı Göran Lambertz, Brüksel’deki Avrupa Birliği dışişleri ve adalet bakanları toplantısı sırasında yaptığı açıklamada, ülkesinin İsrail’in İsveç gazetesi hakkında soruşturma açılması talebini kabul etmeyeceğini söylemişti. Filistin Enformasyon Merkezi’nin sitesinde yer alana habere göre, İsveç’in başkenti Stockholm’de yaşayan gazeteci İhâb Selim, İsveç Hükümeti’nin İsrail Büyükelçisi’ni Dışişleri Bakanlığı’na çağırarak, İsrail’in İsveç hakkında asılsız haberler yaymasından duyduğu rahatsızlığı ilettiğini bildirmişti. Brüksel’deki medya kaynakları ise, hâlihazırda Avrupa Birliği dönem başkanlığını yürüten İsveç’in aynı nedenle İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın Avrupa Birliği Merkezi’ni ziyaretini reddettiğini haber vermişti.

İsrail, İsveç’i provoke etmeyi sürdürüyordu

Öte yandan Avrupalı bir diplomat İsrail işgal devletinin; Yahudi yerleşim birimleri inşasına ve ırkçı ayrım duvarına karşı olan İsveç’e yönelik provokatif tavırlarını sürdürmeyi kararlaştırdığını bildirmişti. Siyasi gözlemciler, İsrail işgal devletiyle İsveç arasındaki gerginliğin Avrupa Birliği ile İsrail arasındaki ilişkileri bozabileceğini dile getirmişti. İsveç’in önde gelen gazetesi “Aftonbladet” o sırada yayınladığı “Çocuklarımızın organlarını yağmalıyorlar” başlıklı haberinde, Filistinlilerin, “Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da İsrail askerlerinin, yakaladıkları gençlerin cesetlerini organları kayıp şekilde teslim ettiği” iddiasını gündeme getirmişti. Donald Boström imzalı haberde, Nablus, Cenin ve Gazze’den Filistinlilerin, “Çocuklarımız, gönülsüz organ bağışçısı olarak kullanıldı” şeklindeki sözlerine ve cesetlerin birkaç gün sonra otopsi yapılmış şekilde gece iade edildiği yolundaki iddialarına yer verilmişti.

Sonuç: Evet bu yazı tam 7 yıl önce kaleme alınmış ve Milli Çözüm Dergimizde yayınlanmıştı. Pek çok yandaş takımının ve yalaka İslamcıların şiddetle itirazına rağmen bu tespit ve tahlillerimiz aynen çıkmıştı ve artık AKP mukadder akıbetine çok yaklaşmıştı.

 


[1] (İslami Analiz / Haber Merkezi)

KAYNAK:

https://www.millicozum.com/mc/agustos-2016/one-minute-senaryosu-ve-fiyaskosu

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi