Anasayfa O Hep Haklı Çıktı Çoğu Gitti Azı Kaldı KÖRFEZ KRİZİ, EMPERYALİZM VE PETROL

KÖRFEZ KRİZİ, EMPERYALİZM VE PETROL

Yazar: yonetici
0 Yorum 353 Görüntüleyen

 

 

KÖRFEZ KRİZİ, EMPERYALİZM VE PETROL

İÇİNDEKİLER
 
KÖRFEZ KRİZİ, EMPERYALİZM VE PETROL
A. EMPERYALİZM VE PETROL
Bağdat Konferansı
Fiili Ambargo
Körfez Krizi Niçin Çok Mühim
Geçmişe Bakış
Batı ve Petrol
Ezen Güç
Körfez`de Ezen Gücün Planları
B. KÖRFEZ BARIŞ HAREKATI
C. DÜNYA`DA VE TÜRKİYE`DE YENİ GELİŞMELER
Çizgiler ve Düğüm Noktaları
D. KÖRFEZ BARIŞ HAREKATINDA GAYEMİZ
Gaye
Ulaşılmak istenen Çözüm
E. SUUDÎ ARABİSTAN`LA İLGİLİ ÇALIŞMALARIMIZ
Mekke Konferansı
Savunma Bakanı ile Görüşme
Kral`la Görüşme
Barış Projesi
F. KUVEYT`LE İLGİLİ ÇALIŞMALARIMIZ
Göç
Üzgün Emir
Kuveyt Heyeti Ne Dedi?
G. SADDAM`DANÖNCE AMMAN TOPLANTISI
MTB`nin Önemi
Bağdat`a Hareket
H. BAĞDAT`TA İLK GÜN
Suriye Eski Cumhurbaşkanı
Saddam Ne Diyor? Irak Ambargoya Dayanabilir mi?
Irak Yeniden İnsiyatifi Ele Almalı
Ambargo ve Gi
Saddam Kapıyı Kapatmadı
Taha Yasin Ramazan’la Görüşme
I. TRABLUS KONFERANSI
J. TÜRKİYE`NİN TUTUMU, BARIŞA ULAŞILABİLECEK Mi?
Özal`ın Kriz Faturasını Millet Ödüyor
Halk Krize Nasıl Ezdirildi?
Beyhude Beklenen “Yağmur”
Özal`ın Açlığı Kalıcı Yaralar
Özal, Devlet Düzenini Sürekli Çiğniyor
ANAP`a Karşı RP
K. SONUÇ
A. EMPERYALİZM VE PETROL
BAĞDAT KONFERANSI
 
 
A. EMPERYALİZM VE PETROL
BAĞDAT KONFERANSI
Bağdat`ın tam merkezinde, zafer abidelerinin yanındaki görkemli büyük binanın avizeli salonundayız. Kırkdan fazla Müslüman ülkeden davet edilmiş altı yüze yakın ilim, fikir ve devlet adamlarının karşısında Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, askeri üniformasıyla kürsüde konuşuyordu. Arkasında iki generali ayakta, muhafızı olarak duruyordu. Günlerden 17 Haziran 1990 … Körfez krizinin başlamasına daha bir buçuk ay var. O gün dört saat konuşan Sayın Saddam Hüseyin bizlere, bir gün evvel ABD`de Yahudi Lobisinin aldığı kararları açıklıyordu:
“İran – Irak Savaşının ardından Ortadoğu`da denge İsrail`in aleyhine bozulmuştur. Irak`ın ordusu dokuz yıl süren büyük bir savaş tecrübesi kazanmıştır. Ayrıca Irak Ordusu diğer ülkelerin desteğiyle modern silah ve teçhizata kavuşmuştur. Füzeler, Kimyasal silahlar bakımından büyük bir cüce sahiptir. Atom bombası yapmanın arefesindedir. Uzun menzilli füze rampalarının hazırlığı içindedir. Bu güç İsrail`e karşı büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Ne pahasına olursa olsun bu güç ezilmelidir ve Irak`a karşı bütün Batılı ülkeler tarafından silah ambargosu uygulanmalıdır.”
Saddam Hüseyin, ABD`deki Yahudi Lobisinin son kararlarını açıkladıktan sonra daha o gün gelecek tehye işaret ediyordu. Ve diyordu ki; “Bize, fiilen ambargo konulmuştur. Sadece savunma ihtiyaçları bakımından değil, onarmak istediğimiz ve kurmak istediğimiz petrokimya sanayinin ihtiyaçlarını bile temine engel olmaktadırlar. Hatta yola çıkan kalın cidarlı çelik borularımız dahi başka ülkelerden geri çevrilmiştir. Üzerimizde çok yönlü bir plan uygulanmaktadır. Haksız tecavüzler ve davranışlar dayanılmaz boyutlara gelmektedir. Bu tecavüzde Irak hedef alınmışsa da gerçekte maksat bütün İslam Alemini ezmektir. Onun için biz bu Konferansımıza slogan olarak düşmana karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın anlamındaki Ayeti Kerime`yi seçtik”
Tam 99 gün. sonra, 23 Eylül 1990 günü yine Bağdat`tayız Körfez Krizi`nin en ateşli günlerindeyiz. Her an Üçüncü Dünya Harbi`nin çıkacağı endişeleri yaşanıyor.
Tam bu sırada yine Saddam Hüseyin’le beraberiz. Ancak bu sefer ne Bağdat`ın görkemli konferans salonunda, nede Saddam Hüseyin`in Sarayı`nın ihtişamlı bir bölümündedir. Sarayın sade döşenmiş bir salonundayız.
Saddam Hüseyin dinç görünümlü ve dinamik yapısıyla salona girdi. “Sayın Erbakan hoş geldiniz. Uzun zaman beri görüşemedik. Tekrar buluştuğumuza memnun oldum.” diyerek söze başladı. Üç saat süren bir görüşme yaptık. Saddam Hüseyin bu görüşmemizde 99 gün önce Bağdat Konferânsı`nda işaret ettiği hususların nasıl ortaya çıktığını önemle belirtti ve bilhassa üzerlerinde uygulanan planların dayanılmaz noktaya gelmesi dolayısıyla müdahaleye mecbur kaldıklarını ifade etti. Yani “Kendi tercihimizle değil, mecbur kaldığımız için bu adımı attık” diyordu.
KÖRFEZ KRİZİ NİÇİN ÇOK MÜHİM
Bütün Dünya`nın gözlerinin dikildiği Bağdat`ta, gece saat 9`dan 12`ye kadar devam eden 3 saatlik görüşmemizden sonra otele giderken, bütün konuşmaları bir kere daha zihnimde hatırlamaya çalıştım. Her şeyden önce Körfez Krizi neden 2. Dünya Savaşından sonra dünyanın en mühim olayı olmuştu, insanlık bu arada uzun yıllar Kore Savaşları`nı, Vietnam Savaşları`nı, İran-lrak Savaşı`nı, Afganistan Savaşı`nı ve daha birçok savaşları yaşamıştı. Ancak şu a Körfez Krizi hepsinden daha başka bir önem taşıyordu. Bütün dünyayı ayağa kaldırmıştı. Bu önem nereden geliyordu? Bunu düşündüm.
Evet, hakikaten Bağdat`ta yaşadığımız bu önemli saatler, bütün dünyanın adeta tek mesele olarak Körfez`le meşgul olduğu en ateşli günlere ve bizim de körfez krizi münasebetiyle yapmakta olduğumuz 22 gün 22 gecelik “Körfez Barış Harekatı” çalışmalarımızın tam ortasına rastlıyordu. Herkes biran önce savaş çıkması yolunda çalışırken, körfezdeki yangına körükle giderken, biz tam tersini yapıyorduk. Bütün gücümüzle körfezde bir savaş çıkmasını önlemek için gayretle çalışıyorduk. Bu çalışmamız 9 Eylül günü İstanbul`dan Mekke Konferansına gitmekle başladı. Bağdat, Mekke, Amman ve Trablus arasında tam bir mekik diplomasisi şeklinde cereyan etti.
16 Eylül 1990 günü tekrar İstanbul`dan Amman`a giderken bir sürprizle karşılaştık. Aynı uçakla eski hükümet ortağımız Sayın Bülent Ecevit de Amman`a gidiyordu. Karşılaşmamızdan memnun olduk. Kendisi Milliyet Gazetesi adına Körfez olaylarını mahallinde incelemek için Ürdün ve Bağdat`a gitmekte olduğunu belirtti. Çalışmalarında başarılar diledik.
Bizim seyahatimiz Sayın Ecevit`inkinden farklıydı. Çünkü O, olayları incelemek ve izlenimlerini yazmak için gidiyordu. Hiç şüphesiz olayların ülkemizle ilgili endişelerini taşımaktaydı. Ancak, bizim gidişimiz sadece olayları inceleyip izlenimlerimizi yazmak maksadına matuf değildi. Bunun ötesinde biz, hızla savaşa doğru giden olaya müdahale  etmek, bir harp çıkmasını önlemek, Müslüman ülkeler arasında bir çatışma yerine bilakis kardeşliği tesis ve bütün Müslüman ülkelerin işbirliği yaparak emperyalizmin haksız tecavüzlerini men veya önlemek gayesiyle gidiyorduk.
GEÇMİŞE BAKIŞ
Uçarken zihnimde geçmiş canlı. Çok önemli bir olayı bir kere daha hatırladım. Yıl 1952 ilkbahar ayları. Almanya`da doktora tezi ve doçentlik tezi çalışmalarımı bitirdikten sonra Aachen Technische Hochschole`sinde Prof. F.A.F. Schmidt ile beraber bugünün harp Sanayinin temelini teşkil eden füzeler ve Leopard tank motorlarının geliştirilmesiyle ilgili araştırmaları yürütüyorduk. Prof. Schmidt, harp içindeki Almanya`nın en üst seviyede araştırmalarını yapan Deutsche Luftfaht Forschung Merkezi`nin en önemli şahsiyeti idi. Alman Ordusu`nun Dünya`da ilk defa Avrupa`dan yapılan atışla Londra’yı tahrip için kullığı VI, V2 füzelerinin keşfinde, önemli rol oynamıştı.
Bir gün Üniversitenin araştırma laboratuarında çalışırken benimle görüşmek istediğini söyledi. Önünde, ESSO Petrol Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller`in gizli bir konferansa davet kartı bulunuyordu. Bu konferansa kendisinin,gidemeyeceğini, ancak böyle önemi bir şahsın verdiği konferansta isminin yazılı olduğu masanın boş kalmamasına da ehemmiyet verdiğini belirtti. Mümkünse bu konferansa kendi adına benim gidip, yerini almamı rica etti. Memnuniyetle kabul ettim.
Konferans, o tarihte, harpten çıkmış Almanya`nın yıkık Aachen kentinin ilk tamir edilen, en lüks, en muhteşem binasında yapılıyordu. Bu binada aslında bir termal kaynak bulunduğu için adı Bad Aachen olan Aachen şehrinin ağaçlar içindeki meşhur Kürhaus oteliydi. Girişte sıkı kontroller yapıldı. Davetiyeyi göstererek Prof. Schmidt`in adına O`nun yerine oturdum. Şehrin valisi, Başpiskopos`u, profesörler, ileri gelen iş adamları ve yazarlardan müteşekkil en seçkin bir topluluk bu konferansa davet edilmişti. ESSO Şirketi Genel Müdürü Dr. Müller açış konuşması yaparken, “Sizleri her ne kadar “Bugünkü Arabistan” konulu bir konferansa davet ettimse de, bu davetin böyle takdimi konferansın gizliliği münasebetiyledir. Toplantının asır maksadı şudur: Suudi Arabistan`ın yeni petrol bölgesi Damman`dan geliyorum. Amerikalılarla beraber dünyanın en zengin petrol kaynaklarını bulduk. Amerika`nın ve Avrupa`nın önemli şehirlerinde seçilmiş kimselerle yapılmasını programladığımız bu gizli toplantılarla, bu muazzam servetin Batılıların yararına kullanılmasını nasıl temin edebileceğimizin istişarelerini yapmak istiyoruz. Onun için bu büyük zenginlik hakkında size kısaca bilgi verdikten sonra, aslında ben sizin tavsiyelerinizi dinlemek istiyorum” dedi.
Suudi Arabistan`da dünyanın en zengin petrol yatakları bulunmuş ve ilk üretim başlamıştı. Buradaki rezervler dünya toplam petrol rezervinin yüzde yirmisine denk büyük rezervlerdi. Batı bu rezervlerin kendi yararına kullanılmasını istiyordu. Bunun daha ilk günden tedbirlerini almaya çalışıyordu. Dr. Müller ayrıca konuşması esnasında Müslümanlık hakkında gerçekle hiç alakası olmayan o kadar yanlış şeyler anlattı ve Müslümanların, hakkı olan bu petrolü onlardan alabilmek için toplantıya iştirak edenler de o kadar insanlık dışı haksız teklif ye tavsiyelerde bulundular ki; o gün hayatımın feveran göstermemek için en çok çaba sarf ettiğim günü oldu. Prof. Schmidt`in yerine gittiğim için susmak zorunda kaldım. Ancak reaksiyonumu hemen o gece Türkiye`deki arkadaşlarıma kırk sayfalık bir mektup yazarak duyurmak ihtiyacını hissetttim.
BATI VE PETROL
İşte Batı, Körfez petrolüne ilk günden beri bu gözle bakmıştır. Bu petrolü kendi kontrolünde tutmaya her şeyden fazla önem vermiş, özen göstermiştir. Ben de Batı`nın kapalı kapılar arkasındaki gerçek yüzünü o gün görmüş oldum. Bu haksızlığa karşı o günden beri mücadele içindeyim.
Nitekim, 1973 yılında, İsrail`in bölgesindeki devletlere haksız tecavüzü üzerine Suudi Kralı Rahmetli Faysal haklı olarak Batı ülkelerine sattığı petrolün fiyatını bir tepki olarak artırınca, Batılılar da derhal bir araya gelerek meşhur “Enerji Ajansı”nı kurdular. O zaman da, Türkiye`yi bu ajansa dahil etmek için çok çalıştılar. Ancak bu ajansın maksadı kendi ifadelerinde belirtildiği gibi petrolü “Silah olmaktan” çıkarıp Müslüman ülkelerin elinden yok pahasına satın almak olduğundan dolayı biz Türkiye`nin bu ajansa üye olmasını milli menfaatlerimize uygun bulmadık. Biz hükümetteyken Türkiye`nin dört yıl boyunca bu ajansa üye olmasını önledik. Çünkü kardeş Müslüman ülkelerden Türkiye`nin ihtiyacını karşılayacak petrolü daha ucuz fiyatla zaten alıyorduk. Bu Enerji Ajansı aldığı tedbirlerle varili 40 dolara kadar çıkmış petrolün fiyatını 6 dolara kadar düşürdü. Buna karşı Batı saltığı sanayi ürünlerinin fiyatlarını ise hızla yükseltmeye devam etti. Sonunda ezilen yine Müslüman ülke halkları oldu.
Bundan bir müddet sonra, Batının müttefiki, İran`daki Şahı’ın devrilmesini müteakip oluşan yeni yönetim Batı denetiminde olmadığı için, Amerika Körfez`deki petrolden yine endişelenmeye başladı ve “Çevik Kuvvet” hazırladı. Bu kuvvetin her an Körfez`e müdahale edebilmesi için Türkiye`deki üsleri kullanma talebinde bulundu. O zaman biz Meclis`te bu talebe şiddetle karşı çıktık ve gerçekleşmesini önledik.
İşte şimdi, Körfez`de zengin petrol yataklarının bulunulmasından buyana geçen 40 yıllık bu önemli olaylar zincirine bir yenisi eklendi. Batı, İkinci Dünya Savaşı`ndan beri en büyük askeri yığınağı Körfez`e yaptı.
Bu kadar kısa zama bunca askeri yığınağın yapılmasının sebebi nedir ? Bu önem nereden ileri geliyor ? Gerek bu son Körfez olayını ve gerekse 40 yıldan beri cereyan eden olayları açıklayabilmek için petrolün ve Körfez`deki petrol yataklarının ehemmiyetini ve bunun dünya dengesinde oynadığı büyük rolü bilmek mecburiyeti vardır.
Yapılan araştırmalar hızla artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için mevcut imkanların sınırlı olduğunu, önümüzdeki dönemlerde büyük güçlüklerle karşılaşılacağını açıkça göstermektedir.
Her türlü tedbire rağmen petrol bugün hala insanlığın enerji ihtiyacını karşılamak bakımından çok önemli bir kaynak teşkil etmektedir. Diğer yan bu günkü medeniyetin ve savunma ve silah sanayinin bel kemiğini de yine petrol teşkil etmektedir. Çünkü uçaklar, tanklar, gemiler petrolle çalışmaktadır. Ayrıca sivil hayatın en önemli unsuru olan taşıt araçları da petrolle hareket etmektedirler. Isınma ihtiyacı için de petrol önemli bir kaynaktır.
Ve yine petrol bugün bir yan medeni ihtiyâçların, kimya ve ilaç sanayinin kaçınılmaz temel ham maddesi durumundadır. Bütün bu özellikleriyle petrol, çok önemli hayati ve stratejik bir madde mahiyetini taşımaktadır
İşte bütün insanlık için her bakımdan çok büyük önem taşıyan bu petrolün, yeryüzündeki rezervleri ve üretimi siniri bulunmaktadır. Toplam rezervlerin yaklaşık 10`u Irak`ta, 10`u Kuveyt`te, 20`si Suudi Arabistan`da, 10`u da İran`da bulunmaktadır. Böylece Körfez bölgesindeki petrol, dünya rezervinin yarısına tekabül etmektedir. Bu petrol rezervlerin bugünkü fiyatlarla değeri trilyonlarca dolar tutmaktadır. Bu kaynağı kontrol etmek demek, bir yan dünya sermaye gücünü kontrol etmek, diğer yan da bütün insanlığa hükmetme imkanını elinde bulundurmak demektir.
Ayrıca Körfez ülkelerinin bugüne kadar petrol üretimi vasıtasıyla elde ettikleri servetin halen yaklaşık olarak 700 milyar dolarlık kısmının Batı bankalarında bulunduğu ve bu servetin batı bankalarının temel kaynaklarından birisi olduğu dikkate alınırsa, Körfez politikasının her yönüyle ne kadar büyük önem taşıdığı açıkça görülür. Halihazır dünya dengesinin temel yapısı dikkate alındığında bu önemin ne kadar büyük bir mana taşıdığı da ayrıca görülür.
EZEN GÜÇ
Körfez olayının bu büyük ehemmiyeti, sadece 40 yıldan beri cereyan eden olayların yeni ve çok mühim bir halkası olmaktan ibaret olmayıp ayrıca bütün Dünya`da son 3 yıldan beri hızla gelişerek meydana gelen değişimin de çok önemli bir halkası olmasından ileri gelmektedir.
Bilindiği gibi Dünya`da son 3 yılda büyük değişiklikler oldu. Bundan önceki Doğu-Batı ayrımı yerine, şimdi çok daha belirgin bir şekilde Kuzey-Güney ayrımı ortaya çıktı. Bu hızlı değişimlerin bugün ortaya koyduğu netice şudur:
Zengin ülkelerden meydana gelen, bir “Kuzey” var. Bu zengin “Kuzey” ülkelerini yönlendiren güç gerçekte bir “Ezen güç” ü oluşturmaktadırlar. Bu “Ezen güç” netice itibariyle bir yan dünya sermayesini elinde bulundurarak, diğer yan da bankalar, sanayi kuruluşları, uluslararası şirketler, tüm iletişim araç ve kuruluşları, yaş siyasi yönetimleri ve gelişmiş istihbarat kuruluşları gibi etkili mekanizmalar vasıtasıyla bütün insanlığı sömürmektedir. Bu “Ezen güç” sadece geri kalmış ülkelerin halklarını ezmekle kalmıyor, gelişmiş ülkeler halklarını da eziyor. Bu beya Doğu ülkelerinde meydana getirilen değişiklikler de sonuç olarak “Ezen güç”ün sömürüsünün Doğu`ya da yaygınlaşması manasını taşımaktadır. Çünkü şimdi Doğu ülkelerinde serbest piyasa ekonomisine geçilmekte, bu ülkelere “Ezen güç”ün sermayesi borç olarak verilmektedir. Böylece bir yan bu ülkeler yönlendirilmekte, diğer yan da bu ülke halkları bu sermayeye esir edilmekte ve bu sermaye vasıtasıyla sömürülmektedir. Böylece “Ezen güç”ün yaptığı iş, netice itibariyle 6 milyarlık insanlığı ezmek ve sömürmekten ibarettir.
Bu “Ezen güç”ün icraatını gördükçe, Dünya`nın gidişatında oynadığı – rolü ve faaliyetleri izledikçe, çocukluğumuzda gördüğümüz korku filmleri aklımıza geliyor. Bir Drakula adlı vampir vardı. Bu insanların kânını emerek yaşardı. Bunun için her yola başvurur, insafsız bir şekilde insanları öldürür, ezer, kırardı. Şimdiki “Ezen güç” de 6 milyar insanın hakkını yiyor, onları sömürüyor, ızdırap ve gözyaşına boğuyor.
Olaylar dikkatle tahlil edilirse; görülür ki bu “Ezen güç”ün kalbini “Dünya Siyonizm’i” oluşturmaktadır. Beyni ise “Haçlı zihniyeti”dir. Sağ pazusu USA`nın Air Force`u, kolunun devamı ise diğer batı devletleri, özellikle İngiltere`dir. Sol kolu ise Rusya ve bu güce hizmet eden diğer yönetimlerdir. Bu “Ezen güç” adeta Wall Street`e bağlı bir hortumla 6 milyarlık insanlığın kanını Drakula gibi emmektedir. Bütün insanlık bu haksız durumun ızdırabını çekmekte ve bu haksızlıklardan kurtulmak için yeni bir Adil Düzen aramaktadır.
Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin, 23 Eylül 1990 günü Bağdat`ta yaptığımız görüşmede, “Birleşmiş Milletler`in, İsrail`in işgal ettiği topraklardan çekilmesi hakkındaki kararlarının uygulanması için Batılılar hiçbir yaptırım düşünmediler. Ama şimdi bize karşı hepsi beraber ayağa kalktılar. Ve yine İsrail`in atom bombasına ve kimyasal silahlarına sahip olmasına Batılılar hiçbir reaksiyon göstermedikleri ve İsrail`in Filistin`deki insanlık dışı, ardı arkası gelmeyen katliamına ses çıkartmadıkları halde, bizim meşru savunma silahlarımızı ortadan kaldırmak istiyorlar” derken işte bu “Ezen güç”ün kalbini ve beynini tarif etmeye çalışıyordu.
KÖRFEZ`DE EZEN GÜCÜN PLANLARI
Körfez bunalımının bütün boyutlarıyla anlaşılabilmesi için emperyalizmin planlarının bilinmesinde zorunluluk vardı. “Ezen güç”ün kalbini teşkil eden Siyonizm planlarını 1897 yılında İsviçre`nin Basel kentinde toplanan konferansta Theodor Hertzel 3 adım olarak tespit etmiştir:
1-İsrail Devleti`nin kurulması
2- İsrail`in hudutlarının “Arz-ı Mev’ud”a kadar genişletilmesi (vadedilen topraklar) yani Mısır, Irak ve Türkiye dahil edilerek “Büyük İsrail”in kurulması.
3- Yeryüzünde, sömürüye izin vermeyen İslam`ın kaldırılması ve bütün Dünya`ya Siyonizm’in hakim kılınması.
Dünya Siyonizm’i birinci adımı 50 yılda gerçekleştirdi. 1948`de İsrail Devleti`ni kurdu. Şimdi Basel konferansının yüzüncü yılına varmadan, yani 1997`den önce ne yapıp yapıp ikinci adımı, hatta üçüncü adımı gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bunun için çok yönlü bir plan yürütülmektedir. Bu meya 10 yılda İsrail`e 3 milyon Yahudi’nin yeniden göç ettirilmesi programlanmıştır. Türkiye`nin Avrupa Topluluğu`na girmesinin arkasından İsrail`in aynı AT`ye girmesi suretiyle Türkiye ile İsrail`in tek devlet yapılması ve ayrıca Türkiye, İsrail, Mısır`ın katılımıyla bir “Akdeniz Birliği”nin kurulması için çalışılmaktadır. Yeni basılan İsrail paraları üzerinde Medine-i Münevvere İsrail bölgesinde gösterilmektedir. Mescid-i Aksa`nın yıkılıp yerine büyük İsrail`in simgesi olarak inşası tasarlanan heykelin mimari proje yarışması düzenlenmiştir. Körfez`deki eylemler bu hedefleri gerçekleştirmek için hazırlanan planın gereği olarak yapılmaktadır. Suudi Arabistan`a gönderilmekte olan ABD askerlerinin önemli bir kısmı Yahudilerden seçilmektedir.Californiya hahambaşı şimdi Suudi Arabistan hahambaşı olarak görevlendirilmiştir.
Müslüman ülkelerin büyük mali kaybına, zarar görmelerine ve yakılıp yıkılmalarına sebep olan İran-lrak savaşının 8 yıl devam ettikten sonra sona ermesi Müslümanları sevindirmişti. Ancak bu savaştan sonra Irak`ın tecrübeli ve güçlü bir orduyla ortaya çıkması İsrail`i büyük kuşku duymaya sevk etti. İsrail Irak`ı baş düşman ilan etti. Onu ezmek için her çareye başvuracağını ilan etti. Irak uzun süren savaş dolayısıyla 70 milyar dolar dış borç yapmıştı. Savaştan sonra, savaşın yaralarını sarmak ve kalkınmak istediğinde bu ağır borç onun elini kolunu bağlıyordu. Bu durum karşısında Suudi Arabistan ve Kuveyt`e müracaat ederek “Biz bu savaşı hepiniz için yaptık. Bu borçlardan kurtulmamıza yardımcı olun” dedi. Suudi Arabistan ve Kuveyt savaş esnasında Irak`a yardım etmişlerdi. Savaştan sonra Suudi Arabistan Irak`ın bu talebine müspet cevap verdi ve gereğini yaptı. Kuveyt ise aralarındaki toprak ihtilafını ortadan kaldırmak için Basra Körfezi`ndeki iki adayı ve ihtilaflı bölgedeki bir kısım toprakları vermeye razı olmadığı gibi savaş borçlarının ödenmesi için istenen katkıya da razı olmadı.
Bu hususta Cidde`de yapılan müzakereler netice vermedi. Irak Kuveyt`i işgal ederek ilhak ettiğini ilan etti. Amerika olayı fırsat bilerek Körfez`e ve Suudi Arabistan`a büyük bir askeri güç yerleştirdi, bu gücü sürekli olarak arttırmaya devam etmektedir. lrak`ı ve Ürdün`ü ablukaya aldı. Bu ablukayı delmek teşebbüslerine karşı Birleşmiş Milletler`den silah kullanma kararını çıkarttı. Şimdi de abluka netice vermezse, doğrudan doğruya Kuveyt ve Irak`a karşı savaş yapılması kararını çıkartmak için hazırlıklar yürütmektedir.

KÖRFEZ BARIŞ HAREKATI

 

 
Taraflar arasında yapılan müzakere netice vermemişti. İslam Konferansı meseleyi çözemiyordu. Türkiye yönetimi yanlış politikasıyla hakemlik vasfını kaybetmişti.

 

 

Bu olaylar cereyan ederken toplanan İslam Konferansı Körfez Krizine bir çözüm bulamadı. İkiye bölündü ve meseleleri bütün üyelerinin iştirakiyle müzakere edemeyecek bir duruma girdi.
Kardeş Müslüman ülkeler arasında hakemlik ve arabuluculuk rolü oynaması gereken Türkiye`nin yönetimi ise daha olayların başından itibaren ABD Başkanı Bush`un emrine girerek taraf tuttu ve kardeş Müslüman ülkeler arasında hakemlik yapma imkan ve vasfını kaybetti.
Esasında Müslüman ülkeler arasında meydana gelen bir olay olduğu için doğrudan doğruya Müslüman ülkelerin arasında çözülmesi lazım gelen bu krizi çözmek için geriye hangi imkan kalıyordu?
Taraflar arasında yapılan müzakere netice vermemişti. İslam Konferansı meseleyi çözemiyordu. Türkiye yönetimi yanlış politikasıyla hakemlik vasfını kaybetmişti. Bu şartlar altında tek imkan yeryüzünde 1,5 Milyar Müslüman topluluklarını temsil edebilecek ve onların menfaatlerini ve haklarını gözetebilecek bir diğer mekanizmanın harekete geçmesiydi. Bu da Müslüman toplumların halklarının temsilcilerinin teşkil ettiği “Müslüman Topluluklar Birliği”nin (MTB) meseleyi çözmek için gayret göstermesiydi.
İşte bizi 22 gün 22 gece sürekli olarak, canla başla çalışarak, “Körfez Barış Harekatı” yapmaya sevk eden sebepler bunlar olmuştur. Bu çalışmalarımız 9 Eylül 1990 günü başladı. 1 Ekim 1990 gününe kadar, 22 gün 22 gece sürdü. Bu çalışmalarımız esnasında dört gurup faaliyetimiz söz konusu olmuştur:
Körfez Krizi ile ilgili olarak toplanan;
1. Bağdat, Mekke ve Trablus Konferanslarına iştirak.
2. Körfez Krizine çözüm bulmak için Amman, Mekke ve Bağdat`da MTB temsilcileriyle yapılan toplantılar.
3. Suudi Arabistan ve Irak yetkilileriyle, MTB temsilcileri ile birlikte yaptığımız temaslar.
4. Suudi Arabistan ve Irak yetkilileriyle ikili olarak yaptığımız temaslar.

KÖRFEZ BARIŞ HAREKATINDA GAYEMİZ
 
Barış hususunda prensip kararına varıldıktan sonra bir zaman planına bağlanarak Suudi Arabistan`daki ABD ve diğer Müslüman olmayan ülke güçlerinin Körfezi terketmeleri ve yerlerini Müslüman ülkelerin güçlerinin alması.
Böylece Müslüman ülkelerin teşkil edeceği bu barış gücünün “Müslüman Ülkeler Savunma işbirliği Teşkilatının ilk nüvesini teşkil etmesi.
Bu zihniyetin temsilcisi olan ANAP ilk günden itibaren Bush`un emrine girmiş, İsrail`den yana tavır takınmıştır. Körfez`de adeta biran evvel harp çıkmasını istercesine meseleye yaklaşmıştır. Sayın Özal mevcut anayasal düzeni de çiğneyerek ülkenin maddi ve manevi bakımdan büyük zararlara girmesine sebep olacak adımlar atmıştır. Halbuki milletin büyük çoğunluğu Müslüman ülkeler arasında harp çıkmasını istememekte, bilakis barış istemektedir. Bundan dolayı milletimizin arzusuna paralel olarak Körfez`de bir harbin çıkmasını önlemek ve krizin Müslüman ülkeler arasında barış yoluyla biran evvel çözüme bağlanmasını temin etmek gayelerimizin başında geliyordu.
Diğer yan bizim eskiden beri savunduğumuz temel prensipler, Müslüman ülkeler arasında işbirliğinin geliştirilmesi ve haksız tecavüzlerinin önlenebilmesi için biran evvel aşağıdaki beş adımın atılmasıdır:
1. Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletler Teşkilatının kurulması,
2. Müslüman Ülkeler Savunma İşbirliği Teşkilatının kurulması,
3. Müslüman Ülkeler Ortak Pazarı’nın kurulması,
4. Müslüman Ülkeler Ortak Para Birimine geçilmesi,
5. Müslüman Ülkeler Kültür İşbirliği Teşkilatının kurulması.
Batı ülkelerinin kırk yıl önce kendi aralarından attıkları bu adımları Müslüman ülkeler de bugüne kadar geciktirmeyip atmış olsalardı haksız tecavüzlerin hiçbirisi yapılmayacaktı. Körfez Krizi bu eksikliğin en son ortaya çıkarttığı bir meseledir.
Bizim bu temel ilkelerimize göre Müslüman ülkeler arasındaki ihtilaflar görüşme yoluyla çözülmeli, gerekirse hakeme müracaat edilmeli. ve fakat hiçbir zaman şiddete başvurulmamalıdır.
ULAŞILMAK İSTENEN ÇÖZÜM
İşte yukardan beri açıkladığımız hususlar netice olarak bizim “Barış Harekatı”nda aşağıdaki çözümü gerçekleştirmemizi gerektirmiştir:
Şu   ânda   gelinmiş   olan   noktada   Müslüman   ülkeler aralarındaki ihtilafları savaşla değil, barış yoluyla çözmeye karar vermelidirler. Mevcut şartlar altında milyonlarca Müslüman kanı akacağına, Müslüman ülkeler tahrip olup zayıf düşeceklerine, dış güçlerin aleti olup birbirleriyle savaşacaklarına aşağıdaki şartlarla barış yapmalarında sayılamayacak kadar fayda mevcuttur.
1. Irak başlangıçta ileri sürdüğü şartları kabul etmediği için işgal ettiği Kuveyt`ten aşağıdaki şartlarla çekilmeyi kabul etmelidir.
Irak, Kuveyt ve Hakem temsilcilerden oluşacak bir heyetle yapılacak müzakere sonucunda Irak`ın Kuveyt`ten başlangıçtaki taleplerinin ne, nasıl, ve ne ölçüde yerine getirileceğinin karara bağlanması ve taahhüt altına alınması.
2. Mevcut şartlar altında Suudi Arabistan ve Kuveyt`in savunulmasını Müslüman ülkelerin iştirakiyle teşekkül edecek barış gücünün üslenmesi, bu gücün Suudi Arabistan`ın emniyetini temin edecek yeterlilikte olması.
Barış hususunda prensip kararına varıldıktan sonra bir zaman planına bağlanarak Suudi Arabistan`daki ABD ve diğer Müslüman olmayan ülke güçlerinin Körfezi terketmeleri ve yerlerini Müslüman ülkelerin güçlerinin alması.
Böylece Müslüman ülkelerin teşkil edeceği bu barış gücünün “Müslüman Ülkeler Savunma işbirliği Teşkilatının ilk nüvesini teşkil etmesi.
SUUDİ ARABİSTAN`LA İLGİLİ ÇALIŞMALARIMIZ
Takdiri ilahiye bakınız ki, konferansın son günü 12 Eylül`e rastladı. Bundan tam on yıl evvel aynı tarihte, Uzun Ada`da cuma namazına dahi gitmemize izin verilmezken, on yıl sonra aynı saatlerde siyah örtüler altındaki Kabe`nin altın kapısı özel olarak açılmış ve ben içinde namaz kılıyordum

MEKKE KONFERANSI
“Barış Harekatı”nın ilk adımı Mekke`deki Konferansa iştirakle başladı. 9 Eylül gecesi bindiğimiz uçak ertesi günün sabahında saat 2.30 da, savaş krizinden habersiz, şehircilik bakımından göz kamaştırıcı güzellikte, bir ışık denizini ıran Cidde`nin havaalanına indi. Gündüz parklarıyla, özgün sanatsal yapıları ve anıtlarıyla, düzgün, geniş caddeleriyle son kırk yılın en hızla gelişmiş, Batı`da dahi eşine ender rastlanan mimari yapılarıyla müstesna bir güzellik arz eden Cidde kenti gecede renk renk ışıkları ve denizden püskürtülen fıskiyeleriyle ayrı bir güzellik arz ediyor. Yerden çıkarken kara renkli petrol şimdi burada karanlığı ışık denizine çevirmişti.
Suud yönetimini temsil eden yüksek seviyedeki zevatın sıcak karşılamasından sonra karayoluyla Mekke`ye hareket ettik.Aynı gün akşam Mekke Konferansının yapıldığı muhteşem salondaydık. Kırka yakın Müslüman ülkeden davet edilmiş, altı yüzden fazla ilim, devlet ve fikir adamının katıldığı konferansta Suud yöneticilerinin yer almadığı dikkat çekiyordu. Bunun delegeleri etkilememek için yapıldığı daha sonra öğrenildi.
Üç gün süren  konferansın  ilk iki gününde söz  alan konuşmacılar sadece Irak`ın haksızlığını ve Batılı kuvvetlerin Suudi Arabistan topraklarında bulunmasının zaruretten ileri geldiği ve caiz olduğu üzerinde duruyorlardı.
Halbuki konferansın ana mevzuu Körfez Krizinin nasıl çözülebileceği hususu idi. Bu sebepten dolayı ikinci gün akşam oturumunda söz aldım. Konuşmam bütün delegelerce büyük bir ilgiyle dinlendi. Karşılaşılan bu meselenin temel sebebini Müslüman ülkeler arasında atılması lazım gelen beş adımın henüz atılmadığından ileri geldiğini anlattım. Ulaşılması gereken çözümün ne olduğunu açıkladım. Bu çözüme ulaşabilmek için geçici bir çalışmanın çare olamayacağını, çözüme kadar aralıksız çalışacak bir barış komisyonunun seçilmesi gerektiğini önerdim. Bu konuşmamız konferansın nihai bildirisinin esasını teşkil etti.
Takdiri ilahiye bakınız ki, konferansın son günü 12 Eylül`e rastladı. Bundan tam on yıl evvel aynı tarihte, Uzun Ada`da cuma namazına dahi gitmemize izin verilmezken, on yıl sonra aynı saatlerde siyah örtüler altındaki Kabe`nin altın kapısı özel olarak açılmış ve ben içinde namaz kılıyordum.

 

SAVUNMA BAKANI İLE GÖRÜŞME
Konferansın ardından ilk temasımızı Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Sultan Bin Abdülaziz ile yaptık. İki saate yakın süren görüşmemiz son derece samimi ve dostluk havası içinde geçti. Suudi Arabistan`ın bugünkü yönetiminin üçüncü adamı olan Prens Sultan`la uzun yıllara dayanan bir dostluğumuz vardır. Hatta önceki sene, Hacc için Suudi Arabistan`da bulunan pek çok devlet adamı arasından, Milli Savunma Bakanı olarak generalleriyle yaptığı Kurban Bayramı kutlamasına Prens Sultan alışıla gelmişin
dışında sadece beni davet etmiş ve yaptığı konuşmada bize verdiği önemi vurgulayan sözler sarf etmişti. 13 Eylül Perşembe gününün Suudi Arabistan`da hafta tatili olmasına rağmen evinden bakanlık sarayına bizimle görüşmek için gelen Prens Sultan Irak`ın muhtemel bir saldırısına karşı Suudi Arabistan`ı koruyacak kendi askeri gücümüz mevcuttur. Ancak unutulmamalı ki, biz kutsal toprakları korumakla görevliyiz. Sorumluluğumuz çok büyüktür. Bundan dolayı ihtiyatlı davranmaya mecburduk. İlk günden itibaren hem Amerika`dan hem de Müslüman ülkelerden askeri yardım istedik. Müslüman ülkeler kuvvet gönderecek durumda değildi. İşte bu zaruretten dolayı ABD Kuvvetleri ülkemize gelmişlerdir. Irak, Kuveyt`ten çekildiği zaman bu kuvvetler geri gideceklerdir.Gelmeleri bu şarta bağlıdır.Diğer yan işte siz mukaddes topraklardasınız, Mekke`de, Medine`de bir yabancı asker var mı ? Bu askerlerin bulunduğu hudut bölgesi kutsal yerlerden 1500 km. uzaktadır. Hal böyleyken Müslüman ülkelerde haksız yere aleyhimize propagalar yapılıyor. Olayın sebebi biz miyiz? Bizim bugüne kadar hiçbir ülkeye tecavüzümüz söz konusu oldu mu? Tam tersine elimizden. geldiğince, her hususta bütün Müslüman ülkelere yardımcı olmadık mı? Irak Kuveyt`i işgal etmeseydi; ABD askerleri buraya gelir miydi? Bize ne kızıyorlar, Irak`a kızsalar ya..” diyerek görüşlerini anlattı.
Daha önceden Körfezle ilgili olarak Kütahya`da düzenlediğimiz mitinge katılmak için 14 Eylül günü Türkiye`ye döndüm. 15 Eylül mitingimizi yaptık. Ertesi günü, 16 Eylül `de Körfez Barış Harekatı çalışmalarımızı yeniden sürdürmek için Amman`a giderken hatırlanacağı gibi Sayın Ecevit`le uçaktaydık. Biz Amman`da Irak Büyükelçiliği yetkilileriyle Bağdat`a yapacağımız seyahatin programını tanzim ettikten sonra aynı gün Cidde`ye geçtik. 17 Eylül Pazartesi günü “Müslüman Topluluklar Birliği” (MTB) ile bir toplantı yaptık. Bu toplantı ile ilgili görüşlerimi daha sonra açıklayacağım.
Suudi Arabistan yetkilileriyle ikinci önemli temasımız İçişleri Bakanı Prens Naif Bin Abdülaziz ile oldu. İki saat kadar süren bu görüşmede Prens Naif olayların gelişimini özetledi. Ben de Körfez Krizinin bir tahlilini yaptıktan sonra bulunulan noktadan barış ve huzura nasıl ulaşılabileceği hakkındaki projemi kendisine açıkladım. Beni dikkatle dinledikten sonra “Akıllı ve hikmetle dolu konuşmanızdan çok memnun oldum. Teşekkür ederim.” diye söze başladığı konuşmasını “Essulhu seyyidül ahkam” (Barış Hükümlerin en üstünüdür). Barış için çalışmak hepimiz için zorunlu bir görevdir” diyerek tamamladı.
Benzeri görüşmeyi de Suudi Arabistan İstihbarat Teşkilatı Başkanı ve yardımcısıyla yaptım. Teşkilatın Başkanı olan Türki Faysal rahmetli Kral Faysal`ın oğludur ve annesi Türk`tür. Yardımcısı Suud Bin Fahd ise bugünkü Kralın oğludur.
KRAL`LA GÖRÜŞME
Cidde`de Kızıldeniz`in kenarında, son derece bakımlı bahçelerin ortasındaki, Kral`ın yabancı Devlet konuklarını ağırladığı “Kasrı Matemerat”dan kraliyetin özel korumaları eşliğinde 19 Eylül Çarşamba günü saraya getirildik. Hurma ağaçları arasındaki muhteşem sarayın kabul salonuna alındık. Saat 17.00 de .Kral büyük bir nezaket göstererek kendisi bizim bulunduğumuz salona teşrif etti.Bütün Dünya`nın Savaş endişeleri yaşadığı bir dönemde Kral Fahd`ı karşımızda Körfez Krizinin yükünü taşıyan bir devlet adamı olarak yorgun ve gergin “bulacağımızı zannederken, tam aksine neşeli, canlı ve dinç görmekten memnun olduk.
Üç saate yakın süren görüşmemizin başlangıcında Kral Fahd kendisinin umutsuz bir insan olmadığını, sıkıntılı zamanlarda Ayete`l Kürsi okuyarak ferahladığını ifade etti. Kral Fahd, “inanan insan için zor diye bir şey yoktur.” dedi. Görüşmemiz boyunca Irak`dan kardeş ülke, Devlet Başkanından da “Saddam Kardeşimiz” diye bahsetmesi bilhassa dikkatimizi çekti. Kral Fahd Körfez Krizinin nasıl geliştiğini detaylarıyla anlattı. Ve olayla ilgili olarak şu açıklamaları yaptı:
“Bilindiği gibi biz, İran-Irak Savaşı esnasında her türlü gücümüzle Irak`ı destekledik. Irak`ın silahlanmasına yardımcı olduk. Hatta bizde bulunmayan silahları Irak ordusu için satın aldık. Hiçbir zaman bu silahların. bize karşı tehdit için kullanılabileceği aklımızdan geçmedi. Irak`ın Suudi Arabistan`dan olan taleplerini yerine getirdik, Kuveyt`ten olan taleplerine de mümkün olduğunca yardımcı olmaya çalıştık. Kuveyt`le Irak arasındaki son görüşmeler Cidde`de yapıldı. Biz her iki ülke arasındaki diyalogun bir anlaşmayla biteceğini umuyorduk. Irak`a huduttaki askeri hareketlerin ne olduğunu sorduğumuzda “Bizin askeri bir müdaheleye niyetimiz yoktur, yaptığımız iş normal manevralardır” cevabını aldık. Görüşmeler aniden kesildi ve az bir zaman sonra Irak`ın Kuveyt`i işgaline şahit olduk. Bu durum karşısında tedbirli olmaya mecburduk. Kendi kuvvetimize ilaveten ABD ve Müslüman Ülkelerden yardım istedik. O a Müslüman Ülkeler yardım edecek durumda değildi. ABD ve Batılı ülkelerin kuvvetleri bu zaruretten gelmişlerdir. Bu tedbirleri almasaydık Irak bize de saldırabilirdi. Irak Kuveyt`ten çekilirse bu kuvvetler geri gideceklerdir. Bu şartla gelmişlerdir. Biz Körfez`de durumun sulh yoluyla biran evvel düzelmesini ve Irak`ın Kuveyt`ten çekilmesini ve yabancıların kuvvetlerinin Suudi Arabistan`dan çekilmelerini temenni ediyoruz.”
BARIŞ PROJESİ
Bu açıklamalarını “Önemli olan birbirimizi suçlamamız değildir. Geçmiş olayların üzerinde durmayalım. İleriye bakalım.” sözleriyle bağladı. Ben de kendisine Körfez`de barışın nasıl sağlanabileceğine ilişkin projemizi açıkladım.
Takdir edileceği gibi projenin detaylarının bu safhada açıklanmasının diplomatik sakıncaları vardır. Bulunduğumuz noktada projeyle ilgili genel bilgi verebilirim:
Bu proje üç bölümden oluşmaktadır.
Birinci Bölüm: “Hedef” tir. Bu kısım Körfez`de huzurun tesisi için tarafların kabul edebilecekleri, şeref ve itibarlarını koruyan çeşitli natif çözümleri içermektedir.
İkinci Bölüm: “Tatbik Programı” dır. Bu bölüm taraflarca mutabık kalınan hedefe ulaşılması için hangi adımların ne zaman atılacağını kapsamaktadır.
Üçüncü Bölüm: “İcra Planı”dır. Bu bölümde “Tatbikat programındaki esasların kim ve hangi kuruluşlar tarafından üstlenip, nasıl uygulamaya konulacağı belirtilmektedir.
Barış projesi teferruatıyla kendisine anlatılınca Kral Fahd teklifleri takdire şayan gördü ve “Biz barış istiyoruz. Kapıyı çalın. Açılmazsa bir daha çalın, bir daha çalın” dedi.

 

 

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi