Anasayfa » Kur’an’a Göre Uşaklık Psikolojisi: KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK

Kur’an’a Göre Uşaklık Psikolojisi: KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK

Yazar: yonetici
0 Yorum 151 Görüntüleyen

Kuran’ı Kerim, sadece geçmişteki olayları ve insanları anlatan bir kutsal kitap değil; günümüzdeki sorunları ve sahtekârlıkları da aydınlatan, gelecekteki sıkıntı ve sapıklıkları da hatırlatıp tedbir ve tedavi yöntemleri sunan ilahi bir kaynaktır. Kur’an ayetlerini; kendi nefsimize, ailemize, ekibimize, cemaat ve partimize ve tüm milletimize ve insanlık âlemine hitaben; her gün yeniden inen ve yol gösteren, psikolojik, sosyolojik, ekonomik ve politik problemlerimizi hem teşhis eden, hem tedavi çarelerini öğreten bir hidayet reçetesi olarak ve samimi bir ihtiyaç duyarak okuyup araştırmadıkça, ondan yararlanmamız ve felah’a (kurtuluşa) ulaşmamız imkânsızdır. Asla unutmayalım ki, Kur’an’daki bütün kavimlerin ve peygamberlerin ibretli hikâyeleri; aslında bizi anlatmaktadır, bize ayna tutmaktadır, günümüze ve gönlümüze ışık tutan mana ve mesajlar taşımaktadır. Bu nedenle Kur’an: asla değişmeyen ve değerini yitirmeyen doğruların, asla eskimeyen ve modası geçmeyen olgunlukların, asla zamana yenik düşmeyen ve çağ dışına itilemeyen en güzel ahlak ve en mükemmel kuralların kitabıdır; çünkü her şeyi bilen ve belirleyen Allah’ın kelamıdır.

Günümüze her kesimde, her partide, her kavimde ve her dinde en sık rastlanan KORKAKLIK, KOLAYCILIK VE KAYPAKLIK problemini ve bunun asıl nedeni olan UŞAKLIK-KÖLELİK psikolojisini, Maide Suresi 21-26. ayetleri şöyle anlatmaktadır:

21. (Hz. Musa halkına dedi ki) Ey Kavmim, Allah’ın sizin için yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin), yoksa hüsrana uğrayanlar olarak (haktan ve hayırdan) çevrilip gidersiniz.

22. (Beni İsrail) Dediler ki: ey Musa, orada (o topraklarda) gerçekten cebbar (güçlü ve zorba) bir topluluk vardır. (Onlarla mücadele etmeniz ve yenmeniz imkânsızdır) Onlar çıkmadıkça (oradan uzaklaştırılmadıkça) biz kesinlikle oraya girmeye (yeltenmeyeceğiz), şayet (bir şekilde oradan çıkıp) boşaltırlarsa, biz (o takrirde) elbette girip (yerleşeceğiz).

23. (Bunun üzerine) Bu korkaklar (ve kolaycı kaypaklar) arasında bulunup ta, Allah’ın kendilerine nimet (fazilet ve gayret) verdiği iki kişi, (İsrail oğullarına dönüp şunları) söylemişlerdi: “(korkaklığa ve kahpelik yapmaya yönelmeyiniz, gevşeklik göstermeyiniz. Kutsal vatanınızı işgal eden zalim ve zorba topluluğun) üzerine kapıdan (cepheden ve cesaretle hücum edip) giriniz. Böyle (bir gayret ve hareketle) girerseniz, şüphesiz siz galip geleceksiniz. Eğer (sahte değil samimi) mü’minlerseniz, sadece Allah’a tevekkül ediniz (şeytani kuşku ve kuruntularınızın peşinden gitmeyiniz!”.

24. (Bütün bu uyarılara rağmen onlar) dediler ki: ey Musa, o (zorbalar) orada durduğu sürece, biz hiçbir zaman asla oraya girmeyeceğiz (böyle bir tehlikeye göğüs germeyeceğiz). Bu nedenle, Sen ve Rabbin gidini, ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz) biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) durup (bekleyeceğiz).

25. (Bunun üzerine Hz. Musa) dedi ki: ey Rabbim (görüyor ve biliyorsun ki) ben gerçekten, kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına malik değilim (sözümü geçirememekteyim) öyle ise, bizimle bu fasıklar (ve sapıklar) topluluğunun arasını ayır(manı dilerim).

26. (Cenabı Allah) buyurdular ki: artık orası (huzur ve hürriyet ortamı) kendilerine kırk yıl haram-yasak edilmiştir. (Korkaklıkları, kaypaklıkları ve kolaycılıkları yüzünden boyunlarına zillet, esaret ve eziyet halkası geçirilmiştir.) Onlar yeryüzünde (çöllerde ve verimsiz vadilerde, şaşkın ve perişan vaziyetle dolaşmayı (hak etmişlerdir). Sen de o fasık ve sapık topluluk için üzülmeyesin (ve bizi yalnız ve yardımsız bıraktılar diye zaferden ümitsizliğe düşmeyesin.)

Bu ayetlerden anlaşılıyor ki: YAHUDİLİK; bir dine ve kavime mensubiyetten daha öte, azgın ve sapkın zihniyeti anlatan bir kavramdır. Dünya hayatına ve rahatına tapınan, olabildiğince zevk almak ve keyfince yaşamak peşinden koşan, bu şeytani amaçları uğruna her türlü haksızlığı ve ahlaksızlığı mübah sayan mantığı taşıyanlar, Müslüman, Hıristiyan veya ateist de görünseler, aslında fikren ve fiilen YAHUDİ kafalıdır. Bunun gibi; ırkçılık güden, İslam’ı ırkçılığın bir aksesuarı gibi gören, ahireti önemsemeyip bu dünyanın nimet, servet ve lezzetlerinden azami yararlanmak için didinen herkes, Yahudiliğin tabii taraftarı durumundadır. Daha açıkçası, Yahudilik insanlık bünyesinin nefsü emmaresi olmaktadır.

“Dinler arası diyalog”, “kültürler ittifakı”, “ılımlı İslam” safsatalarıyla, Müslümanları dünyevileştirme ve “Siyonist sömürü düzenine uysal vatandaş haline getirme” çabalarında rol olanlar da, ismen ve resmen olmasa da, fikren ve fiilen YAHUDİLEŞMİŞ İNSANLARDIR.

Bu ayetlerin bulunduğu 111. sayfanın başındaki:

18: Yahudi ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın çocukları ve sevdiği (seçtiği dostları)yız diyorlar.”

Ayeti de, onların sahtekârlık ve istismarcılık psikolojilerini açığa çıkarmaktadır.

Şöyle ki:

a)         Önce Allah’a oğul isnat etmekle sapıtılmakta ve hâşâ Allah kendileri gibi bir beşer olarak tanınmaktadır.

Kitabı Mukaddes “Karş. çıkış iv. 22-23’te “İsrail benim oğlumdur”

Yeramya xxxi, 9’da: “Ben İsrail’in babasıyım” gibi ifadeler, İncil ve Tevrat’ın nasıl tahribata uğradığını, Hak dinin nasıl ırkçı emperyalizmin (Siyonizmin) şeytani hedefleri doğrultusunda çarpıtıldığını ortaya koymaktadır.

b) Bu ayetler Yahudi ve Hıristiyanların samimiyetsizliklerinin ve sahteciliklerinin de ispatıdır.

Çünkü “Allah’ın sevdiği ve seçtiği dostları” olduklarını, dünya ve ahiret nimetlerinin kendileri için hazırlandığını iddia eden bu insanlar, aslında cennet ve ebedi saadete giriş kapısı olan kabirden ve ölümden şiddetle sakınmakta ve korkmaktadır.

“Dedi ki: Ey Yahudi (kafalı) olanlar, eğer siz, (bütün diğer) insanlardan ayrı (ve seçilmiş) olarak, sadece sizlerin Allah’ın gerçek velileri (dost ve sevgilileri) olduğunuzu öne sürüyorsanız; o halde (sonsuz ve kusursuz saadet diyarına ulaştıracak olan) ölümü temenni ediniz; eğer iddianızda sadık ve samimi iseniz (sizi cennet ve Allah’ın rahmet evine ulaştıracak ölümden asla ürkmez, hatta istersiniz.) (Cuma Süresi: 6-7)

c) Yahudilerde gerçek bir Allah ve ahret inancı bulunmamaktadır. Onların dindarlık taslamaları, Allah’a yakınlık iddiaları aslında;

1- Yaptıkları zulüm ve kötülüklerden dolayı oluşan vicdan azaplarını bastırmak

2- Yüzlerini kızartan ayıplarını kapatmak ve zevahiri kurtarmak amaçlıdır.

İnsanların gerçek imanları ve ayarları; zulmü ortadan kaldırmak ve adil bir düzen içinde bağımsız yaşamak üzere çağrıldıkları CİHAD (küfür ve kötülükle mücadele) esnasında ortaya çıkmaktadır.

Hz. Musa’nın:

“Ey kavmim, Allah’ın sizin yazdığı (imtihan aracı ve hürriyet diyarı olarak saptadığı) kutsal topraklara (Kudüs ve civarına) girin ve sakın gerisin geri arkanıza dönüp (davanızdan vazgeçmeyin)” (Maide: 21) çağrısı karşısında Beni İsrail’in:

“Oradaki cebbar (güçlü ve zorba) topluluk çıkmadıkça, biz kesinlikle oraya girmeyeceğiz” (Maide: 22) yanıtını vermeleri, Yahudi zihniyetini ve dünya ehli insanların din ve devlet uğrunda, izzet ve hürriyet yolunda ciddi ve cesaretli fedakârlıklara asla yanaşmadıklarını vurgulamaktadır.

Korkaklık ve kaypaklık, iman zafiyetinden ve dünya sevgisinden kaynaklanır.

“Andolsun, onları hayata karşı (diğer) insanlardan ve şirk koşanlardan (bile) daha ihtiraslı bulursun. (Onlardan) Her biri, bin yıl yaşatılsın ister; oysa bunca yaşaması onu azaptan kurtarmaz. Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.” (Bakara: 96)

“Kendilerine; ‘Elinizi (kötülüklerden) çekin, namazı kılın, zekatı verin’ denenleri görmedin mi? Oysa savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, insanlardan Allah’tan korkar gibihatta daha da şiddetli bir korkuyla insanlardan korkuya kapılıyorlar ve: ‘Rabbimiz,ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?’ dediler. De ki: ‘Dünyanın metaı azdır, ahiret, ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ip-ince bir iplik kadar’ bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.’” (Nisa: 77)

“Onlar, (sadık Müslümanlar) bazılarının kendilerine: ‘Size karşı (güçlü düşmanlardan) insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun’ dedikleri halde imanları artanlar ve: ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir.” (Âl-i İmrân: 173)

“(Münafıklar) Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri kopan (korkak ve kaypak) bir topluluktur.”

“(Düşman tehlikesi karşısında) Eğer onlar bir sığınak ya da (kalacak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı, hızla oraya yönelip koşarlardı.” (Tevbe: 56-57)

Hak davanın sadıkları azın azıdır!

Cenabı Hakkın kendilerini Firavunun zulüm ve zilletinden kurtardığı, aylar boyunca kudret helvası ve bıldırcın kızartmasıyla besleyip sakladığı binlerce Beni İsrail arasından Hz. Musa’ya destek olan ve halkını bağımsızlık mücadelesi için gayrete çağıran sadece iki kişi çıkmıştır. Bunlar Maide Suresi 12. ayetinde: “Onlardan on iki güvenilir gözetleyici (düşman topraklarına gidip bilgi ve haber getirici nakib-casus kişiler) göndermiştik” diye belirtilen kimselerden sadık sağlam kalan iki kişidir. Kitabı Mukaddes, Sayılar XİV 6-9-24,30,38. bölümlerinde de bunlar anlatılmaktadır.

Ancak, ucuz ve uyuz karakterli, köle ve uşak zihniyetli basit insanlar:

“Ey Musa, Sen ve Rabbin gidiniz ve ikiniz savaşıp (düşmanları bertaraf ediniz). Biz burada (her türlü tehlike ve tecavüzden uzak) oturup bekleyeceğiz.” (Maide: 24) demek küstahlığında bulunmuşlardır.

Bu tiyniyetsiz tipler; namaz kılmak, oruç tutmak, hacc ve ömre yapmak, ilim ve zikir sohbetlerine katılmak gibi nefislerine kolay gelen ve herhangi bir tehlike arzetmeyen ibadetleri emreden Allah’ı kabul ediyorlar da; CİHAD’ı, din ve dava uğruna fedakarlığı, rahatını ve gerekirse hayatını ortaya koymayı isteyen Allah’ı asla tanımıyor, takmıyor ve Peygamberine “Bizim değil, senin Rabbinle gidip savaşınız”, eğer kazanır ve galip çıkarsanız, ganimeti paylaşmak ve birlikte huzur içinde yaşamak için bizleri de çağırınız!..” demekten utanmıyorlardı.

Bu sözler Allah’a olan imansızlık ve itimatsızlıklarını yansıtmaktaydı.

“Ey Musa, Rabbin o kadar güçlüyse, her şeye kadirse, vaat ettiğini yerine getirecekse, o zaman bizim yardımımıza ve kendinizi tehlikeye atmamıza ne gerek var?!” anlamındaki bu sözler, elbette korkaklığın, kolaycılığın ve kancıklığın ifadesi olmaktaydı.

Bugün ABD Siyonist Lobileri tertipli 28 Şubat tehditleri ve birtakım makam ve menfaat teklifleri karşısında, haklı ve hayırlı davasından ayrılıp dönekleşen Türkiye dahil, 22 İslam ülkesini parçalayıp Büyük İsrail hayaline hizmet için BOP eş başkanlığına getirilen kişilerin o gün Hz. Musa’yı yalnız bırakan Yahudilerden ne farkı vardır?

Kölelik psikolojisi; aşağılık ve bayağılıktır!

Beni İsrail’in Hz. Musa öncülüğünde Mısırdan ayrılıp Filistin’e doğru yol alırken, kendilerine ilahi bir lütuf olarak günde iki sefer gökten bıldırcın kızartması ve kudret helvası gönderilmesine rağmen “Biz ille de soğan, sarımsak, bezelye gibi sebzeleri özledik” diye tutturmaları ve ardından Hz. Musa’ya “Sen git, Rabbinle birlikte savaş. Filistin’e yerleşen zorba kavmi çıkarabilirseniz, ardınızdan geliriz” gibi küstahlıkları, aslında onların UŞAKLIK VE AŞAĞILIK PSİKOLOJİLERİNİ VE KÖLELİK YAŞAMINI ÖZLEDİKLERİNİ yansıtmaktaydı. Sürekli Mısır’a dönme arzuları ve bağımsızlık için mücadele ve özveriye yanaşmamaları, bu psikolojinin dışa vurulmasıydı.  Bunlar kölelik ve esarette, bir nevi şeytani rahatlık ve kolaylık bulmaktaydı. Nasıl olsa zalim yöneticiler, bunların yaşayacak kadar karınlarını doyuracak, bu sorumsuzluk ortamında birtakım hayvani ve şehvani arzularını, kaçamak yollu tatmin fırsatı yakalayacaklardı.

Bu nedenle “Onlar Firavunların emrine uymuşlar (zulmüne razı olmuşlar)dı.” (Hud: 97)

“Firavun ve avenesinin baskı ve barbarlığından korkuyor, (kuşku ve kuruntularının esiri oluyorlar)dı.” (Yunus: 83)

“Firavun ve önde gelen yakın çevresinin ihtişam ve iktidarı, onların dünyalık imkân ve saltanatları karşısında hayret ve hayranlığa kapılıyor ve bir nevi tapınıyorlardı.” (Bak; Yunus: 88)

“Firavunlar onları fırkalara ayırıp birbiriyle boğuşturarak güçten düşürdükçe ve onları küçümseyip hakaret ettikçe, bu köle ruhlu insanların hürmeti ve itaati artmaktaydı.” (Bak; Kassas: 4)

Günümüzde zalim ve kâfir Amerika ve Avrupa’ya hayranlık duyanların, her türlü hakaretine rağmen hala AB’ye girmek için can atanların, servet ve siyasete yön veren Yahudi Lobilerinin ve İsrail’in gözüne girmek için çırpınanların; Milli, insani ve İslami amaçlı bağımsızlık ve kalkınmışlık mücadelesinden kaçıp kaytaranların, evet hepsinin asıl psikolojik hastalığı bu KÖLE MANTIĞI VE GÜÇLÜLER TARAFINDAN GÜDÜLME arzularıdır.

Allah korkusu olmazsa neler yapılır?

Her tavrının bir karşılığı olduğunun bilincinde olan ve Allah’a kavuşacağını bilen bir insanla, kimseye hesap vermek zorunda olmadığını zanneden bir insanın davranışları arasında çok büyük farklılık gözlenecektir. Allah korkusu olmayan bir insan her türlü kötülüğü işleyebilir, davasına ve vatanına hıyanet edebilir,  çıkarları için her türlü ahlaksızlığa göz yumabilir. Örneğin çok sıradan bir sebepten veya dünyevi bir çıkar için “gözünü bile kırpmadan” adam öldürebilen hatta işte Irak’ta ve Afganistan’da olduğu gibi, milyonlarca Müslümanın katline destek veren bir insan, bu cinayetlere Allah’tan korkup sakınmadığı için girişir. Çünkü Allah’a ve ahiret gününe kesin bir bilgiyle iman etse, asla ahirette hesabını veremeyeceği bir zulme yönelmeyecektir.

Kuran’da Hz. Adem’in oğullarından örnek verilerek Allah’tan korkan bir insanla hain ve zalim bir insan arasındaki keskin farklılığa dikkat çekilmiştir:

“Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.”

“Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Maide Suresi, 27-28)

Allah korkusu olmayan taraf, kardeşini hiçbir suçu olmadığı halde, gözünü bile kırpmadan öldürebilirken, diğeri ölüm tehdidi aldığı halde kardeşini öldürmeye yeltenmeyeceğini söylemektedir. İşte bu, o kişinin sahip olduğu Allah korkusunun bir neticesidir. O halde toplumun tüm bireyleri Allah korkusuna sahip olduğunda cinayet, zulüm, haksızlık, ve ahlaksızlık gibi Allah’ın hoşnut olmayacağı tüm kötülüklerin kökü kesilecektir.

İnsanların kötülük ve zalimliklerinin bir diğer nedeni ise dünyaya olan tutkulu bağlılıklarıdır. Bu yapıdaki insanlar dünyada fakir kalma, geleceğini garanti altına alamama endişesi taşımaktadır. Bu yüzden birçok insan rüşvet, yolsuzluk, hırsızlık, yalancı şahitlik, fuhuş gibi suçlara bulaşmaktadır. Oysa gerçekten iman eden bir insan Allah’ın hoşnutluğunu kaybedeceğini bildiği bir şeyden şiddetle sakınır. Sadece Allah’tan korkarak; ne ölüm, ne açlık, ne de başka bir zorluk onu doğru bildiği yoldan ayıramayacaktır.

Dinsizlik ve münafıklık ise vicdansızlığı teşvik edecektir. Örneğin bir kişinin arabasıyla bir insana çarptıktan sonra arkasına dönüp bakmadan kaçması, o kişinin dinden uzak oluşunun bir göstergesidir. Can çekişen, belki gerekli müdahale ile kurtarılabilecek bir insanı vicdansızca kendi haline bırakan kişi, insanlardan kaçarak kurtulacağını düşünmektedir. Ama bu sırada Allah’ın her anına şahit olduğundan gafildir. Oysa Allah’ın azabından ve hesap gününden kaçış hiçbir şekilde mümkün değildir. Allah yapılan tüm haksızlıkların, zalimliklerin, vicdansızlıkların karşılığını hesap gününde eksiksiz olarak verecektir. Peki hergün televizyon ekranlarında; Asya’da ve Afrika’da yüzlerce mazlum insanın emperyalist amaçlar uğruna katledilmesini izleyen, ama buna rağmen bu zulümleri işleyen Amerika ve Avrupa’ya övgüler dizen sözde çok dindar ve duyarlı kişiler, nasıl bir vicdan sahibidir?! Kuran’da Allah şöyle buyurmaktadır:

“…Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir. Sonra her nefis ne kazandıysa, (ona) eksiksiz olarak ödenir. Onlar haksızlığa uğratılmazlar. Allah’ın rızasına uyan kişi, Allah’tan bir gazaba uğrayan ve barınma yeri cehennem olan kişi gibi midir? Ne kötü barınaktır o.” (Al-I İmran Suresi, 161-162)

Sadece bir kişiyi öldüren, tüm insanları öldürmüş gibi muamele göreceğine ve lanetlendiğine göre, acaba; yanıbaşımızdaki Irak’ta, Afganistan’da, Filistin topraklarında yüz binlerce masum Müslümanın katline ortak olanlar ve bu hıyanete kılıf uyduranlar, Kur’an’a göre nasıl bir karakter sahibidir ve Allah’a nasıl hesap verecektir?

Sonuç olarak:

Cesaret ve metanet imandan, korkaklık ve kaypaklık ise iman noksanlığından ve nifaktan kaynaklanır. Kadere inanan ve Allah’a sığınan bir mümin, başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmayacak, sadece Rabbının rızasını arayacaktır. Bu gerçek imana sahip olmayan kişiler ise, menfaat umduğu veya zararından korktuğu her şeye tapınmak ve korkmak durumunda kalacaktır. Bu arada, şeytani bir sormsuzluk ve şuursuzlukla, ahmaklıktan kaynaklanan ve “gözü karalılık” ve kuru kahramanlık dürtüsüyle tehlikelere atılmaklık ise imani ve Rahmani cesaretten çok farklı bir davranıştır.

Zalim sapıklardan ve kafir saldırganlardan korkup hakkı saklamak veya makam ve menfaat umarak siyonist odaklara sığınmak Kur’an’a göre şirk sayılmıştır.

“Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmesi için kendi dostlarına gizlice tekliflerde (vahyeder gibi telkinlerde) bulunurlar. Onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz de müşriklersiniz”[1] ayeti bu durumu anlatmaktadır.

Ve tabi böylesi işbirlikçi, hainleri destekleyen gafil halkın, onların zulüm yönetimi altında ezilmeleri de kaçınılmaz ve müstehaktır.

“Böylece biz, kendi kesbleri (ve tercihleri) nedeniyle zalimlerin bir kısmını diğer kısmının başına yönetici yapıp (cezalandırırız)”[2]

 

 

 

 

 


 

[1] Enam: 121

[2] Enam: 129

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/subat-2011/kurana-gore-usaklik-psik

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi