Sabataist soylu ve
Recep T. Erdoğanın özel dostu Mehmet Ali Birandın hazırlayıp sunduğu Son
Darbe 28 Şubat belgeseli:
· Askeri darbelere karşı çıkıyor
· Demokrasiyi savunup sahipleniyor
· Yakın geçmişe ışık tutuyor ve gizli gerçekleri
açıklıyor görüntüsüyle
· Asıl suçlu ve sorumlu olarak Erbakanın kışkırtıcı ve
ortamı karıştırıcı davrandığını
· Şeriatçıların ve siyasal İslamcıların nasıl
şımardığını ve rejim için bir tehdit halini aldığını
· Ve Erbakanın Adil Düzen gibi dışı hoş içi boş
sloganlarla halkı oyaladığını ve oy avcılığı yaptığını beyinlere kazımak
· Ve AKPnin ne kadar mantıklı, tutarlı ve başarılı
olduğunu kanıtlamak için hazırlanmış, saptırma ve sahtekârlıklarla dolu bir
programdır.
Ve zaten M. Ali
Biranddan gerçekçi ve gerekçeli bir program beklemek de ahmaklıktır.
Sabataycı ahlaklı ve AKP yalakası Mehmet Ali Birandın Son Darbe
programında konuşan FİKRET BİLA: 28 Şubat sürecinde medyanın oynadığı
rolün belirleyici olmadığını düşünüyorum. Asıl siyaset kurumu gerekeni
yapmadılar. Askerin karşısında dik duramadılar. Erbakan tankların üzerine çıktı
da basın yazmadı mı? diyerek ucuz ve uyuz kahramanlık taslamaktaydı.
Bay Fikret Bila, Erbakan Hoca 28 Şubatın asıl mimarı ve sizlerin de tanrısı
olan ABD Yahudi lobilerinin arzuladığı şekilde TSK içinde bir kavga ve
kamplaşma olmasın ve halkımızla ordumuz karşı karşıya kalmasın; böylece, süreç
kendisi ve partisi aleyhine de olsa, Milli bünyemizde daha büyük tahribatlar
yapmasın diye bilerek ve stratejik bir cesaretle öyle davrandı. Zaten ABD ve
İsrail uşağı olan kiralık medya mostraları da asıl bu yüzden Erbakandan gıcık
almaktaydı. Fareleri fil sanıp uyuz kedilerin gölgesine sığınan pinti
pısırıkların, Erbakan gibi dünyaya diz çöktüren Siyonist şeytanlara kök
söktüren bir kahramana, kabadayılık dersi vermesi, ne kadar sırıtmaktaydı!
Birandın programa çıkardığı Abdüllatif
Şener ve Nazlı Ilıcak gibilerin kendi karakterlerine yakışan bir tavırla
sırıtarakErbakanın, Adil Düzen söyleminin içi boş bir slogandan ibaret olduğunu açıklamaları ise tam bir şarlatanlıktır.Yahu, adama sormazlar
mı, sizlerin, aslında boş ve yalan olduğunu bildiğiniz sloganlarla halkın
aldatılmasına alet olmanız sadece Milletvekili seçilmek uğruna, Milli Görüşe
katılmanız, nasıl bir ruh hamlığı ve bayağılıktır?
Ey Abdüllatif Şener! Sizin nasıl bir
tiynet ve zihniyete mensup olduğunuzu, Milli Görüşün marazlı ağabeylerinden
Şevket Kazanın özel himayesinde nasıl okutulup, hiçbir hizmeti ve hatta
sempatisi olmadan nasıl Milli Görüşe sokulduğunuzu, Milletvekilliği ve
Bakanlık koltuğuna nasıl oturtulduğunuzu yakinen bilen birisi olarak çok iyi
hatırlıyorum:
Erbakan Hocanın tertiplediği ve yabancı
bilim adamlarına Adil Düzeni tanıtmayı hedeflediği Almanya BERLİN konferansında
Adil Ekonomik Düzen konusunu size anlattırmıştı.
Elinize verilen konuları anlamadığınızı
ve hatta inanmadığınızı fark edince, toplantı sonrası otelde size bazı tavsiye
ve uyarılar yapmış ve Adil Düzeni kavramanız için adresinize bilimsel
dokümanlar yollamıştık.
Çünkü Adil Düzen, bazı Sabataist münafıkların
ve sünepe yazarların iddia ettiği gibi içi boş sloganlar değil, tamamen ilmi,
Kurani ve gerçekçi bir orijinal programdır. Bu konuda 600 sayfalık Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya kitabımız vardır. Ve
üstelik Mısırda El-Ezher mensuplarına ve bazı Hocalarına kırk gün boyunca
münazaralı ilmi seminer olarak, kaynakları ve dayanaklarıyla birlikte,
tarafımızdan aktarılmıştır. Anlayış kıtlığı ve beyin-bilgi kısırlığı olanlar
kof ve boş diye karşı çıksa da, Adil Düzen insanlığı huzura kavuşturacak tek
ve gerçek bir ilmi hazırlıktır.
Rahmetli Erbakan Hocanın, “YENİ
BİR DÜNYA VE ADİL DÜZEN” kitabındaki: “Yeni dünyada ve Adil Düzen
iktidarında, hakkı neyse devlet sadece onu alacak. Devlet otoritesini
kullanarak haksızlık yapmayacak. Ondan dolayıdır ki iktisadi düzen insanlık
tarihi boyunca sürekli değişip durmuştur. Şimdi tekrar değişmeye mecburdur.
Çünkü bu böyle gidemez. Devlet imkânını ele geçiren odaklar, maalesef insanları
eziyor. İnsanlar günde bir doların altında yaşamaya mecbur bırakılıyor. İnsanlık
yok olmaya gidiyor. Hak nedir bilmeyen insanlara, istedikleri gibi hareket
yetkisi vermek en büyük hatadır. Hakkın her şeyin üzerinde olması lazımdır.
Onun için artık “İşçilik Dönemi” yerine Adil Düzendeki “Ortaklık Dönemi” uygulanacak ve
“Yeni Bir Dünya” kurulacaktır.” (Sayfa 26)
Şimdi Erbakan’ın bu paragrafta
dediklerini açalım ve anlamaya çalışalım… Bu düzende:
a. a)İşveren olacak…
b. b)Çalışan da olacak…
c. c)Kredi işçiye/emeğe sağlanacak…
Böylece, İşçi bulan, emek bulan, işletme
sermayesini de otomatikman bulmuş olacaktır.
İşletmelere ise şu imkân sunulacak:
– Ham maddeyi satın al, parasını devlet
olarak karşılayalım, sonra ürettiklerini satınca borcunu faizsiz kapatırız…
Faiz yok, icra yok, haciz yok, faizci
zalim kapitalist düzendeki sair olumsuzluklar yok. Böylece işçi ile işveren
ortak hâle geliyor, Erbakan’ın “Ortaklık Dönemi” başlıyor… İşveren
bilgisini ve tecrübesini, emek sahibi ise emeğini ve sermayeyi getirip koyuyor,
böylece faizsiz, hızlı ve ucuz üretim fırsatı doğuyor.
Mevcut faizli “zalim düzen”de
sermaye ve kredi sadece işverene aktarılıyor.
Faizsiz “Adil (Ekonomik)
Düzen”de ise sermaye ve kredi işçiye ve emeğe sağlanıyor. Böylece işveren
ile işçi arasında “ortaklık” kuruluyor, “denge” oluşuyor.
Artık greve, lokavta gerek kalmıyor, sosyal haklar kendiliğinden oluşuyor.
Çünkü artık işçi iş aramıyor, işveren işçi arıyor. Böylece İşveren de rahata
kavuşuyor, çünkü sermaye bulma derdi kalmıyor.[1]
3. Dünya Savaşı Yaklaşırken Türkiye
Nelerle Meşgul ediliyordu?
Rusya Genelkurmay Başkanı General
Nikolay Makarov Batı, nükleer silah üretmek üzerine olduğunu düşündüğü İranı
bu yaz vurabilir diyordu. Rus RT televizyonunun haberine göre Makarov, başını
ABDnin çektiği Batı ittifakının İranı vurmasının artık an meselesi olduğunu
belirterek, Sanırım karar en geç yaz başına kadar verilecek diye uyarıyordu.
Makarov, ABDnin Karadenize savaş gemilerini çıkarması halinde gereken karşı
önlemi alacaklarını söylüyor ve Gürcistandaki yeni askeri hazırlıklara karşı
da bu bölgeye kuvvet kaldırdıklarını söylemeyi ihmal etmiyordu. İran ise
nükleer yakıt ürettiğini açıklıyordu. Cumhurbaşkanı Ahmedinejadın katıldığı
törende Tahrandaki Araştırma Reaktörüne İranın ürettiği nükleer yakıt
yükleniyordu.
Ankarada da ise bir askeri işbirliği
zirvesi yapılıyordu. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, ABD Savunma Bakanı Leon
Panetta ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı William Burnstan sonra ABD Merkez
Kuvvetler Komutanı Org. James N. Mattis de Türkiyeyi ziyaret ediyordu. Mattis,
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özelle bir araya gelip Orta Doğudaki
gelişmeler karşısında ABD ile Türkiyenin takınacağı ortak askeri tavır
konuşuluyordu.
NTVde Suriyeden haberler veriliyor,
Beşşar Esad yönetiminin Humustaki petrol tesislerini bombaladığı iddia
ediliyordu! Gösterilen filmde de şehirden kara dumanlar yükseliyordu.
Bir devlet kendi petrol tesislerini
bombalar mı? Çok açık anlaşılıyor ki dış güçlerin kışkırttığı silahlı muhalif
gruplar bu eylemleri yapıyor ve ABD müdahalesine zemin hazırlıyordu.
İsrail Başbakan Yardımcısı Silvan Şalom
ise Birleşmiş Milletlerde yaptığı konuşmada İranlılar Pers İmparatorluğunu
canlandırmak, Orta Doğuda rejim değişiklikleri yapmak, bölgedeki tüm petrol
sahalarının kontrolünü ele almak ve nükleer bomba yapmak istiyor, böylece
dünyada süper güç olabileceklerine inanıyorlar. BM, hem İranın nükleer
programını hem de Suriyedeki kıyımı durdurmalı diye uyarıyordu.
Yani Büyük Savaş kaçınılmaz
görülüyordu.
Ve böylesine kritik ortamda, içeride
Ankara Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube
Müdürlüğünün gerçekleştirdiği ve 22 kişinin gözaltına alındığı yolsuzluk
operasyonuyla Tayyip Erdoğan arasında ilişki kurulmaya çalışılıyordu. Zaman
gazetesinde yer alan haberde AK Partili üst düzey bir yönetici ile bağlantısı
olduğu öğrenilen işadamı Ferit R., kurum üyesi Ali K.nin hemşehrisi Bahri K.,
Binali Ö., Orhan N., Alaattin S., Çetin İ., Sedat S.nin de aralarında
bulunduğu 22 kişi gözaltına alındı ifadesi kullanılıyordu.
Bazı gazeteler ise, gözaltına alınan
işadamlarından birinin Tayyip Erdoğanın da gözbebeği olan Kasımpaşa Spor
Kulübünün Başkanvekili Ferit Rızvanoğlu olduğunu duyurmuştu.
Anlaşılıyor ki, MİT üzerinden başlayan
Çankaya muharebeleri, bu defa yolsuzluk kartı ile devam ediyordu. Mesela MİTte
kadrolaşma yapılmak istendiği ancak Tayyip Erdoğanın buna izin vermediği
konuşuluyordu.[2]
İşte böyle bir süreçte, Genel Kurmay Başkanlarının, Kuvvet Komutanlarının,
Deniz, Hava ve Kara paşalarının ve kurmay Subayların Terörist damgasıyla
içeride tutulmaları, ABD ve İsrail aleyhtarı yazarların susturulmaya
çalışılmaları, hiçte iyi niyet ve hayra alamet sayılmıyordu. Yoksa birileri
eliyle, zalim güçlerin irileri, muhtemel bir savaşta Türkiyeyi aciz ve çaresiz
bırakmak mı istiyordu?
Bir zamanlar, Milli Görüşü karalamak ve kendi kabahatlerini kapatmak üzere: Oğuzhan
Asiltürkün Ermeniliğini sürekli gündeme taşıyan Ülkücülerin
ağabeylerinden Ümit Özdağın şimdilerde Oğuzhan Hayranı kesilmesi de kafaları
karıştırıyordu. Ümit Özdağ: Oğuzhan Asiltürk, Bazı Harbiyelilerden Daha
Harbiyeli diye övüyordu.
Oğuzhan Asiltürk, Milli Görüş
siyasetinin en öndeki isimlerinin başında gelmektedir. Bir politikacının Milli
Görüş siyasetinin önde gelen bir ismi olması TSK ile arasının iyi olmaması için
başlı başına bir nedendir. (Bu yaklaşım Sn. Ümit
Özdağın kendi yanılgısı ve kuruntularıdır. Çünkü TSKya samimiyetle sahip
çıkan ve gâvurlara muhtaç konumdan kurtarmaya çalışan tek lider Erbakan
Hocamızdı ve Onun fikri ve ilmi varisleri olan Milli Çözümün tavırları
ortadaydı.) 12 Eylül ve 28
Şubatta Milli Görüş geleneği TSKdan ağır darbe yemiştir.
Askeri müdahalelerden siyasi ve kişisel
anlamda zarar görmüş bir siyasetçi olarak Oğuzhan Asiltürkün Ergenekon davası
ile ilgili tespiti önemlidir.
Asiltürk şöyle demektedir: AKP hükümetine karşı darbe yapmakla suçlanan subaylar vatansever ve
milliyetçi oldukları ve ABDnin önümüzdeki günlerde İranı işgaline karşı
çıkacakları için tutuklanmışlardır.
Oğuzhan Asiltürkün bu sözlerinin birçok
açıdan önemi vardır. Her şeyi bir tarafa bırakalım, TSKda bu kadar general,
amiral ve üst rütbeli subay tutuklanırken, NATO ve ABDden Ne oluyor? Acaba
bilgi alabilir miyiz? sorusunun dahi gelmemesi bence çok açıklayıcıdır.
Asiltürkün bu açıklamasından sonra ona saldıranlar, Ergenekon operasyonu bir
NATO-ABD kararının uygulanmasıdır diye yazan Hasan Cemal, Prof. Dr. İhsan
Dağı, Yasemin Çongar, Ergun Babahan, Bülent Orakoğlu, Ali H. Arslan aynı
tespiti yaptıklarında neden susmuşlar hatta alkışlamışlardır?
Bence Oğuzhan Asiltürkün bu duruşunun
bir başka önemi de son yıllarda Harp Okulu ve Harp Akademisinden mezun
oldukları halde iktidarın parti okulundan mezun olmuş gibi televizyonlarda
konuşan eski Harbiyelilerden daha Harbiyeli olduğunu göstermesidir. Ne de
olsa Asiltürk, 2220 sene önce Türk Ordusunu kurumsallaştıran Oğuzhanın ismini
taşıyor.[3]
Oysa Milli Görüşe, malum güçlerce
kasıtlı olarak sokulan ve Erbakan tarafından stratejik bir sabırla kendisine
katlanılan;Ergenekon tertibiyle aslında TSK yıpratılmaya
çalışılmaktadır. dediği için Milli Çözüm Ekibini suçlayıp
dışlayan bu Oğuzhan Asiltürk; aslında Siyonist odaklara: Milli Türkiye, hazırladığınız tezgâhın farkına varmış ve gerekli önlemleri
almaya başlamıştır. Ona göre davranınız. Mesajları yolluyordu.
Yoksa, Ümit Özdağın zannettiği gibi damarlarındaki Oğuz kanının gereğini
yapmıyordu.
Akif Beki Uyanmaya mı Başlıyordu?!
Uzun yıllar Başbakanın kerametlerini ve AKPnin
yüksek meziyet ve marifetlerini yazan Akif Beki şimdi iktidarın ve kurumlarının
Ergenekonvari davrandığından şöyle şikâyet ediyordu:
Anti-Ergenekon’un da Ergenekon’un
davranışlarını kopya eder hale gelmesinden endişeliyim. Anti-Ergenekon olgusu,
zaman içinde bir çeşit mesleki deformasyona uğrama riski taşıyor.
Devleti ve medyayı arındırdığımızı
zannettiğimiz melanetler, bir de bakıyoruz ki elimize yapışmış. Bir de
bakıyoruz ki bir biçimde bünyenin temiz organlarına da sirayet etmiş. Bir
bakıyoruz ki kurtulmaya çalıştığımız her ne kötü alışkanlık, her ne adi yöntem
varsa hepsi yeni Türkiyeye (AKP yönetimine) de bulaşmış…
Ergenekonculardan talimli olduğumuz bir
dille, aşina olduğumuz taktiklerle karşılaşıyoruz.
Eski andıçları yazanlar içeride olduğu halde, onları aratmayan yeni psikolojik
harekât emirleri yazılıp uygulamaya konmuşçasına havalar estiriliyor. Organize
karalama kampanyaları yürütülüyor. Düşmanlaştırılan kişi ve kurumların
haysiyetine ağır saldırılar düzenleniyor. Ergenekon çetesinin bile gitmediği
kadar ileri giden örneklere rastladığımız oluyor.
Ergenekonla mücadelenin başlangıç
idealleri açıktı. Ergenekonsuz, çetesiz, andıçsız, iç düşmansız, psikolojik
harekâtsız bir devlet özleminden yola çıkılmıştı. Oysa bu mücadele, o görünmez
devletin yerini yeni bir görünmez devletin alması için başlatılmamıştı.
Anti-Ergenekonun, Ergenekonun yerine ikame edileceği hesaplanmıştı.[4]
Sn. Prof. Sami Selçukun Başbakana yazdığı Açık Mektupta bazı haklı
uyarıları yanında AB içinde Türkiyenin eritilmesi ve küreselleşme
hevesiyle Siyonist sermayeye köleleşmesi sürecinin sekteye
uğratılması konusundaki derin kuşkularını yansıtıyordu:
AB’ye girmek isteyen
Türkiye, hızla AB hukukundan uzaklaşmaktadır ve bu haliyle Belçika’nın 181,
Bolivya’nın 151, Fransa’nın da 142 yıl gerisindedir.
Sayın Başbakan,
Onca işinizin arasında size seslenmeyi
ülkeme ve hukuka karşı bir yükümlülük olarak görüyorum. Bu satırları yazarken
olasılıkla komisyon, (MİT yasasıyla ilgili kişiye özel) değişiklik yapan tasarıyı görüşüyor olacak. Hiç önemli değil. Seçim
sisteminin çarpıklığı yüzünden milletin vekilleri, özünde, nasıl olsa genel
başkanlarının vekilleri. Onların içinde en son sözü söyleyecek olan da
sizsiniz. Çünkü sayısal çoğunluğun başı sizsiniz. Türk hukuku, çağcıl değerlere
yaslanan Batı kaynaklıdır; benimseme yolu ile alınmıştır. Ancak Batı
değerlerini, özellikle temel Batılı kavramları/terimleri/kurumları/ilkeleri
henüz yaşama geçirememiştir. Bunlardan biri de izin kavramı ve kurumudur. 18.
ve 19. yüzyıllarda kamu görevlilerini, dolayısıyla devleti korumak amacıyla,
birçok ülkede bu sistem benimsenmişti. Ancak uygulamada merciler, yine bizdeki
gibi, izin yetkisini sürekli kamu görevlisini koruma ve onu ayrıcalıklı kılma
biçiminde kullanıyordu. Sonraları bu sistemi Fransa 1870te, Belçika da 1831
anayasasıyla kaldırdı. Belçika bu sistemin geri getirilmesini, gelecek yasama
organlarını bağlayacak biçimde, anayasal boyutta yasakladı (madde 24, 1994
anayasası, madde 31). Bu sistem, Kara Avrupasında Almanya, İspanya, Portekiz,
Yunanistan, Çekoslovakya, Romanya ve Rusyada yoktur. Latin Amerikada 1861e
dek sadece Bolivyada vardı. Afrikada da sadece dar bir kadro için Togoda
vardır.
Kısacası, 1999/4483 sayılı yasanın
getirdiği izin sistemi, günümüzde hemen hiçbir uygar ve demokratik ve de
gelişmekte olan ülkede yoktur. Olanlarda da geçen yüzyıllarda tarihe
karışmıştır.
Bugün uygar dünyada benimsenen, yargısal güvence dizgesidir. Buna göre
soruşturmayı da kovuşturmayı da yargı yapacaktır. Bu konuda kimseye ayrıcalık
tanınmamaktadır. Bu durumuyla ABye girmek isteyen Türkiye, AB hukukuyla
bütünleşmek şöyle dursun, hızla bu hukuktan uzaklaşmakta; tasarı ise bunun bir
örneğini daha vermektedir. Belçikanın 181; Bolivyanın 151; Fransanın 142 yıl
gerisindedir.
Sayın Başbakan,
ABye girmek isteyen 21. yüzyıl
Türkiyesine yakışmıyor bu tür çağ gerisi düzenlemeler. Yönetimin saydamlığı,
hesap verebilir olması, eşitlik, hukukun üstünlüğü, erkler ayrılığı, yargı
bağımsızlığı ilkeleriyle çatışıyor. Devleti de yargıyı da kamu görevlisini de
küçük düşürüyor. Buna karşın iktidarınız, tasarı ile 1983/2937 sayılı Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı yasasının 26. maddesini bu
yasa doğrultusunda değiştirerek, bu çağ gerisi sistemi şeddeli biçimde
pekiştiriyor. Aslında buna gerek yok. Çünkü 1999/4483 sayılı yasanın maddeleri
bu yasadaki boşlukları doldurmaktadır. Ancak her iki yasada öngörülen izin;
denetlenebilen bağımlı değerlendirme yetkisi içindedir. Dolayısıyla aleyhine
itiraz edilebilen, izin verence hukuksal inceleme sonucu gerekçe gösterilmesi
zorunlu, denetlenebilen bir izindir.
Kişilere özgü kınanası yasal
düzenlemelerden de vazgeçin. Hukukun sütunlarından biri olan yasal kuralların
kişi dışılığı (gayrişahsîliği) ilkesini çiğnemeyin. İttihat ve Terakkinin Yok
yasa, yap yasa anlayışını reddedin.
Sayın Başbakan,
Hukuk sadece sizin değil, peygamberlerin
bile üzerindedir. Kureyşten hırsızlık yapan biri el kesme cezasına
çarptırılınca, aile Hz. Peygamberin çok sevdiği bir sahabeyi kendisine şefaat
için yollar. Hz. Muhammed şu yanıtı verir: Sizden öncekiler şeriata (hukuk,
fıkıh) uymadıkları için yok oldular. Kızım Fatıma bu suçu işleseydi, yine
elinin kesilmesine karar verirdim. Nizam-ül Mülkün bir özdeyişiyle sözlerimi
bitirmek isterim: İyi sultanlar, bilginlerle düşüp kalkanlardır. İyi bilginler
ise, sultanların kapısına sığınmayanlardır.
Bu yüzden Aydınlanmanın iki büyük
devlet yöneticisi Kral Büyük (II.) Friedrich ve Çariçe II. Katerina, sürekli
olarak bilginlerle düşüp kalktılar. Geleceğe, hukuk dahil, çok güzel şeyler
bıraktılar.
Bu yüzden Ebu Hanife, onca zor
kullanılmasına ve işkencelere karşın Tağuti sisteme, Abbasi halifesi Ebu Cafer
Mansurun İslama aykırı fetva isteğine boyun eğmemiştir. Ebu Hanife ticaretle,
yoksullukla boğuşan Spinoza gözlükçülükle uğraşmış, devlet yönetiminde görev almayı
reddetmişlerdir. Seçim sizin… Saygılarımla.[5]
Burada Sn. Sami Selçuka da sormak
gerekiyordu:
İmamı Azam Ebu Hanifeye, Batılıların bile hayran
kaldığı engin ve adil fıkıh-hukuk bilgisini ve yeni, hatta muhtemel sorunlara
çözüm üretme becerisini kazandıran Kurani kuralları ve Nebevi düsturları esas
alarak hazırlanan, çağdaş standart ve ihtiyaçlara da uygun bulunan Adil Düzen
programlarını okumaya ve bilimsel tenkit ve tahliller yapmaya cesaretiniz mi,
yoksa Aydınlanmacı Masonik felsefeniz mi yetersiz kalmaktaydı?
[1] Milli Gazete / R. Nuri Erol
[2] Aslan Bulut / Yeniçağ / 16 02 2012
[3] Yeniçağ / 16.02.2012 / Ümit Özdağ
[5] Radikal / 16/02/2012 / Sami Selçuk
http://www.millicozum.com/mc/mayis-2012/ya-milli-gorus-veya-kirl