YA, “HAYAT BİR İMTİHANDIR” VEYA “İNSAN BİR HAYVANDIR”! -3
Müjdeli ayet: “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır”
Bu arada özellikle vurgulanması ve asla unutulmaması gereken bir nokta; tüm zorlukların yanında Allah’ın iman eden kullarına çok büyük güzellikler ve kolaylıklar verdiğidir. Allah pek çok ayetinde Salih müminlerin işlerinde büyük kolaylıklar kıldığını bildirir:
“Evet, gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.”[1]
”Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”[2]
“Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız.“[3]
“Kim Allah’tan korkup-sakınırsa (Allah) ona (her hayırlı girişim ve) işinde bir kolaylık gösterir. Bu, Allah’ın size indirdiği emridir. Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, Allah, kötülüklerini örter ve onun ecrini büyütür.“[4]
“Fakat kim (Allah yolunda) verip hayırda harcarsa ve korkup-sakınırsa ve en güzel olanı doğrularsa, Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız. Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse ve en güzel olanı (Hak çağrıyı) yalan sayarsa, Biz de ona en zorlu olanı (kötülük yollarını ve azaba uğramasını) kolaylaştıracağız. Tereddi edeceği (baş aşağı düşüşe uğrayacağı) zaman, malı ona hiç yarar sağlamayacaktır.“[5]
Tüm bu ayetlerden de anlaşıldığı gibi, Allah zorluk ve sıkıntıyla karşılaşan müminlerin işlerini kolaylaştırmakta ve aynı zamanda onları katından bir yardımla desteklemektedir.
Allah meleklerle olan desteğinin yanında müminleri “görünmez ordularla” da desteklemekte ve üzerlerine güven ve huzur duygusu indirmektedir. Tövbe Suresi’nde Allah’ın bir zorluk anında Peygamberimize verdiği destek şu şekilde ifade edilmektedir:
“Siz O’na (Peygambere) yardım etmezseniz (zararlı çıkan siz olacaksınız, çünkü), Allah O’na yardımcıdır. Hani kâfirler, ikiden biri (Kelime-i Tevhidin ikinci iman gereği ve “Muhammedün Resulüllah” gerçeği) olarak O’nu (Mekke’den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: “Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir.” Böylece Allah O’na ‘huzur ve güvenlik duygusunu’ indirmişti, O’nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr sözlerini ve küfür-sömürü sistemlerini) alçaltmıştı. Oysa Allah’ın kelimesi (Kur’an Kelamı ve ahkâmı), yüce olandır. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”[6]
Yukarıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi Müslümanlara bir deneme olarak verilen zorlukların yanında çok büyük kolaylıklar da sağlanmaktadır. Müslümanların birlik içinde hareket etmeleri, her şeyin bir denemeden ibaret olduğunu bilmeleri, sonsuz ahiret yurduna hazırlık içinde olduklarının şuurunu göstermeleri, aslında bu zorluklar karşısında onlara verilmiş büyük bir kolaylıktır. Bunun yanında Allah müminleri çok daha büyük bir güzellikle müjdelemektedir.
İşte bu nedenle Hz. Yusuf’un hayatında inananlar için çok güzel bir örnektir. Allah zorluklar karşısında tevekkül ve sabır gösteren kullarına mutlaka bir kolaylık ve güzellik vereceğini vaat etmiştir:
“… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu (ve kurtuluş kapısı) açacaktır; ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, Kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirmeye (kadir olandır). Allah, her şey için bir ölçü kılmıştır.”[7]
“(Müminler öyle) Adamlardır ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı anmaktan, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekâtı (infak görevini yapmaktan) asla, ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılâba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar. Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara kendi fazlından artıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.”[8]
Taklitçi Müslümanların ve cahiliye insanlarının zorluk karşısındaki tavırları
İçinde bulundukları şartlar ne olursa olsun, Müslümanlar Kur’an ahlaklarından taviz vermeyecektir. İmansızlar veya kalplerinde hastalık bulunanlar ise zor zamanlara karşı asla dirençli değillerdir. Mutlaka bir tahammül sınırları, bir “bam telleri” vardır. Bu nedenle de zorluk ve sıkıntıların üst üste gelmesi, onları çok büyük bir gerginliğe sürüklemektedir. Bu gerginlik, kimi zaman ufacık bir olayda su yüzüne çıkar; hiddetlenirler, bağırırlar, kavga ederler, hakaret ederler, saldırganlaşırlar, şiddete başvururlar… Günlük hayatta neşeli, güler yüzlü, rahat olan insanlar, zorluk anlarında adeta karakter değiştirirler. O kişinin yerine saldırgan, huysuz, ters, asık suratlı ve kaba bir insan gelir. Müslüman doğruyu ve güzeli sabırla anlatırken, cahiliye insanları anlatmak yerine saldırmayı tercih ederler. İşte bu, cahiliyenin gerçek yüzü, gerçek karakteridir.
Bu gerçek karakterin ortaya çıkmasına yol açan nedenler ise, işinden çıkarılması, bir hastalığa yakalanması, bir kaza, felaket, iflas gibi belalara uğramasıdır. Bu karakterdeki insanlar iki gün soğukta kalsalar ya da uykusuz bırakılsalar, hapse atılsalar, alıştıkları konfor herhangi bir sebeple ellerinden alınsa hemen moralleri bozulup ümitsizliğe düşmektedir. Allah Kuran’da bir zorlukla karşılaştıklarında nasıl nankör bir karakter gösterdiklerini şöyle haber verir:
“Fakat insan; ne zaman Rabbi kendisini bir denemeden geçirmek (üzere), ona kerem etse, nimetler verse: “Rabbim bana ikram etti” diyerek (sevinir ve böbürlenir). Ama ne zaman onu deneyerek, rızkını kıssa (sıkıntıya uğratsa), hemen: “Rabbim bana ihanet etti” diyerek (şikâyet edip nankörlüğe yönelir).”[9]
Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi Allah dinden uzak insanları da kimi zaman nimetler vererek, kimi zaman da bu nimetlerden mahrum ederek denemektedir. Müslümanlar böyle bir durumda mutlaka mütevekkil ve şükredici davrandıkları halde, inkârcılar bir anda Allah’a karşı nankörlük etmektedir. İşte bu insanlar, dünyada imtihan olduklarının şuurunda değildirler ve bundan dolayı da hem dünyada hem de ahirette ziyan içindedir.
İnkârcıların, Allah’tan kendilerine imtihan olarak bir zorluk verildiğinde gösterdikleri tavırlardan bir diğeri de, bunalım ve üzüntü halleridir. Üst üste gelen zorluklara dayanamayıp, ya intihar eder ya da içki ve uyuşturucu kullanarak bunalıma düşerler. Fakat hiçbiri bu zorlukların nedenlerini ve kendilerine getireceği kazançları düşünmezler. Oysa Allah’ın inkâr edenlere bu sıkıntı ve eziyetleri vermesinin bir hikmeti de, insanların “… Belki dönerler diye, onları azapla yakalayıverdik.”[10] ayetinde de bildirildiği gibi doğru yola dönmeleri, yani tövbe edip iman etmeleridir. Fakat bu sıkıntı ve zorluklar çoğu zaman bu inkârcıların kalplerinin katılaşması ve inkârlarının daha da artmasıyla sonuçlanır:
“Onlara, zorlu azabımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ama onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi. Derken kendilerine hatırlatılanı (Kur’ani hakikatleri) unuttuklarında, onların üzerlerine (dünyalık) her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.“[11]
Fani dünyaya bağlananların şaşkınlık ve perişanlıkları!
Müslümanlar imtihanın sırrını kavramanın verdiği mutluluğu ve rahatlığı yaşarlarken, dünyaya bağlananlar çok büyük bir sıkıntı, azap ve yozlaşma içinde bir hayat sürmektedir. Müslümanlar sabrın güzelliğini ve zevkini yaşarlarken, dünyaya hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıp bir denemeye tabi tutulduklarını fark edemeyenler, sabırsızlığın, tevekkülsüzlüğün, bencilliğin, cimriliğin, dünya hırsının sıkıntısını ve azabını çekmektedir. Bu azap, hayatlarının her anında kendini gösterir. Her işlerinde bir bereketsizlik ve huzursuzluk gözlenir, mutluluk ifadeleri sahtedir. Bunlar güzellikleri göremez, üstün bir ahlakın verdiği zevki asla tadamaz hale gelmiştir.
Namussuzluk, ahlaksızlık, riyakârlık hayatlarının her anına hâkimdir. En büyük yanılgıları ise; hep kendilerini düşünürken, cimrilik ve bencillik yaparken -ileriyi görüp, bunların kendilerine getireceği zararları göremedikleri için- kendilerini çok büyük bir karda zannetmeleridir. Aslında bu şekilde düşünenler hem dünya hayatlarında hem de ahiret hayatlarında çok büyük bir kayıp içindedirler, fakat bunu fark edemezler. Çünkü inkâr edenler dünyada vicdan huzurunu, ahirette ise altından ırmaklar akan cennet yurdunu ve sonsuz mutluluğu kaybetmişlerdir. En önemlisi ise Allah’ın rızasından ve rahmetinden mahrum edilmişlerdir. Allah Fatır Suresi’nde inkârcıların nasıl bir kayıp içinde olduklarını şu şekilde bildirir:
“Yeryüzünde sizi halifeler kılan O’dur. Öyleyse kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Rableri katında kâfir olanlara kendi inkârları, gazaptan başkasını artırmaz ve kâfir olanlara kendi inkârları kayıptan başkasını artırmaz.“[12]
İnkâr edenlerin münafık kesimlerin içine düştükleri bu durum, onları dışarıdan izleyen bir Müslüman için son derece ibret vericidir. Örneğin hırsızlık yapıp, yetimin, fakirin, ihtiyaç içinde olanın malını gasp eden bir kişinin, bu haram paralarla alıp giydiği şeylerin manevi kiri her halinden fark edilmektedir. Allah ayetlerinde iman etmeyenlerin durumlarını “Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.”[13] şeklinde bildirir. Onların üzerindeki fiziksel pisliğin yanı sıra manevi pisliği de haber verir. Bu kir, belki fiziksel olarak görünmeyen ve Allah’tan korkan kişilerin fark edebilecekleri manevi bir kirdir. Mala ve mülke sahip olmasına rağmen cimrilik eden, fakire, yoksula ve ihtiyaç içinde olana yedirmeyen, yardım edecek bile olsa bunu minnet altında bırakarak işleyen bu kişilerin, manevi kirleri üzerlerindedir.“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan; yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.”[14] ayetinde bildirilen bu tip kişilerin tüm hareketleri, haram yemeleri, sadakada bulunmayıp para yığıp biriktirmeleri ve bu paraları gayri meşru şekilde tüketmeleri iman edenlerde çok büyük bir iticilik ve nefret sebebidir.
Günlük hayatta sık sık çok zengin olup, bu zenginliğini haram işlerle kazanan kişilerin resimlerine rastlanır. Hayatlarını cinayetle, rüşvetle, yolsuzlukla, dolandırıcılıkla kazananların tavırları günahkâr bir yaşamın izlerini taşır. Allah haksız kazanç sağlayan, yetim malı yiyen, yoksula, ihtiyacı olana vermeyen, zulmü kendilerine yol edinen insanların tüm heybetlerini, güzelliklerini ellerinden alır. Onlar kendilerini güzelleştirmeye çalıştıkça, manevi bir kir, şiddetli bir karartı ve çirkinlik onları sarıp kuşatır. Bu, ahlaksızlığın, günahlara dalmanın ve şerefsizliğin bir işaretidir. Allah kötü ahlakın sonunda insanların yüzlerini kaplayan bu karanlık ve kirli ifadeyi “zillet” kelimesiyle bizlere açıklamaktadır:
“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. Kötülükler kazanmış olanlar ise; her bir kötülüğün karşılığı, kendi misliyledir. Bunları bir zillet (aşağılık ve bayağılık) sarıp kaplayacaktır. Onları Allah’tan (kurtaracak) hiçbir koruyucu bulunmayacaktır. Onların yüzleri, sanki bir karanlık gecenin parçalarına bürünmüş gibi olacaktır. İşte bunlar ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.”[15]
Ayette de belirtildiği gibi güzel ahlak üzere olan kişilerin güzellikleri ve şerefleri artarken; kötü ahlak, karanlık bir gece gibi inkârcıların yüzlerini kaplayacak, gönül kirleri yüzlerine yansıyacaktır. Çünkü Allah imtihan dünyasının bir gereği olarak herkese yaptığıyla karşılık verecek; kötüler kötülüklerle, iyiler de güzelliklerle karşılık bulacaklardır. Böyle kişilerin her türlü tavır ve hareketi de inananlar açısından son derece basit ve bayağıdır.
Son nefesimize kadar imtihan devamlıdır!
İnsanın dünya hayatındaki imtihanı, yaşamının son anına kadar devam etmektedir. Bir insan eğer 75 yıl yaşıyor ise, 75. yılının en son gününde de Allah’a karşı olan sorumluluğu sürmektedir; Allah tarafından imtihan edilip eğitilmektedir. Bu yüzden yaşamının her anında Allah’ın hükümlerine göre hareket etmeli, ibadetlerini yerine getirmeli, O’nu anarak rızasını gözetmelidir.
Ve bu gerçek, çok önemli bir sonucu daha beraberinde getirmektedir: Eğer insan, bu son gününde, hatta son anında dahi yolundan sapacak, Allah’a karşı nankörlüğe kalkışacak olsa, imtihanı kaybetmiş ve tüm dünya hayatını boşa geçirmiş olabilir. Bu son andan önceki hayatını Allah’ın rızasına uygun olarak geçirmişse bile, son andaki bir isyankârlığı, bir din düşmanlığı, bir zulüm taraftarlığı tüm emeklerini boşa çıkarabilir.
Bu, her Müslüman’ın dikkate alması gereken bir tehlikedir. Çünkü insanın en büyük düşmanı olan Şeytan, son nefesine kadar insanın gafil dönemlerini ve zayıf yönlerini kullanarak onu saptırmaya gayret edecektir. Türlü yollar, yöntemler kullanarak insanları Allah’a karşı isyana ve inkâra sürükleyecektir. “Son an” da, Şeytan’ın insanı saptırmak için çabalayacağı çok önemli bir zaman olabilir. “Ben nasıl olsa Allah’a iman ediyorum, O’nun rızası için bu kadar iş yaptım, elbette artık kurtuluşa erdim.” diyen insan büyük bir gaflet içindedir. Çünkü ayetlerde insanın son ana kadar hep “korku ve umutla dua” etmesi gerektiği[16] bildirilmektedir ve her Müslüman, Allah’ın aşağıdaki emri üzerinde düşünmeye davet edilmektedir:
“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup gereğini yerine getirin ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmemeye gayret gösterin”[17]
İmanlarından sonra inkâra dönenler, pişman ve perişan olacaktır!
İman, Allah’ın vermiş olduğu en büyük nimetlerdendir. İnsanın bu dünya hayatındaki mutluluk ve huzuru da, sonsuz hayatındaki kurtuluşu da imanı sayesinde ve seviyesindedir. Bu yüzden her nimet gibi, iman nimeti için de Allah’a şükretmek gerekmektedir. Allah, imanı dilediği (ve hak ettiğini bildiği) kuluna nasip eder, dilediğine yani kalbi kötü ve küflü kimselere ise etmez. Zulmü, küfrü ve nankörlüğü sebebiyle Allah’ın iman nasip etmediği kişiler, tüm dünya onları imana davet etmek için uğraşsa dahi, hiçbir şekilde imana gelmeyecektir. Bu gerçek, Allah’ın Peygamberimize hitaben indirdiği bir ayetinde şöyle belirtilmektedir:
“Sen, onların hidayet bulmalarını ne kadar hırsla istesen de, Allah, şüphesiz saptırdığına hidayet vermez, onlar için yardım edecek yoktur.”[18]
İşte Allah’ın hidayet verdiği insanlar, yani müminler, O’nun rahmeti sayesinde inkârdan kurtulmuş kimselerdir. Bu nedenle de her mümine düşen, cennet ehlinin yapacak olduğu duayı şimdiden yaparak “Bizi buna ulaştıran Allah’a hamd olsun. Eğer Allah bize hidayet vermeseydi biz doğruya ermeyecektik…”[19] deyip şükretmektir.
Bir nimete şükretmek ise, sözlü olarak Allah’a hamd etmenin yanında, fiili olarak Allah’ın rızasına uygun tavırlar göstermekle olur. Çünkü, imanın şükrü ibadettir. Her mümin, Allah’ın kendisine verdiği imana bir şükür olarak, ibadetlerini titiz bir biçimde yerine getirmeli, elinden gelen tüm imkânları Allah rızası için seferber etmeli, kendisi Allah’a tam manasıyla teslimiyet göstermelidir.
Eğer bu şükür yapılmaz ise, yani mümin olan kişi, “Ben nasıl olsa müminim, cennet ehlinden olacağım.” gibi bir mantık içinde rehavete kapılıp, bir denemeden geçirildiğini unutursa, o zaman kendisine verilen nimet geri alınabilir. Kuran’da Allah’ın tarif ettiği biçimde kalbi katılaşabilir ve sonunda inkâra düşebilir. Bu durumda, daha önceki imanı ve yapmış olduğu salih işler kendisine hiçbir yarar sağlamayacak, boşa çıkacaktır. Allah bu gerçeği birçok ayetinde haber vermiştir:
“… sizden kim dininden (ibadet ve istikametinden) geri döner ve (günah ve kötülüklere yönelip, sonunda) kafir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri (amelleri) dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır ve onlar ateşin halkıdır, onda süresiz kalacaklardır.”[20]
“Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): “Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.”[21]
“Onların bütün yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, böylece hüsrana uğrayanlar olmuşlardır.” derler. Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisinin onları sevdiği, onların da Kendisini sevdiği müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.”[22]
Allah Kuran’da imanlarından sonra inkâr eden bu gibi insanların varlığını bildirir. Ayetlerde, bu kişilerin büyük bir sapkınlığa düştükleri ve Allah tarafından bağışlanmayacakları haber verilmektedir:
“Gerçek şu, iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra yine iman edip sonra inkâra sapanlar, sonra da inkârları artanlar… Allah onları bağışlayacak değildir, onları doğru yola da iletecek değildir.”[23]
“Doğrusu, imanlarından sonra inkâr edenler, sonra inkârlarını artıranlar; bunların tövbeleri kesinlikle kabul edilmeyecektir. İşte bunlar, sapıkların ta kendileridir.”[24]
Bu gibi kişilerin ahiretteki durumları ise şöyle bildirilir:
“Bazı yüzlerin ağaracağı, bazı yüzlerin de kararacağı gün… Yüzleri kapkara-kesilecek olanlara: “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz (Haktan sonra Batıla yöneldiniz), öyle mi? Öyleyse inkâr etmenize karşılık olarak azabı tadın” (denilir).[25]
Tüm bu ayetler, “imandan sonra inkâra sapma” gibi bir tehlikenin varlığını açıkça göstermektedir. Ayetlerde sözü edilen kişiler, yaşamlarının bir kısmında Allah’ın varlığına ve birliğine iman edip, O’nun hükümlerine göre yaşamış kişilerdir. Ancak sonra, bir şekilde nefisleri onları Allah’ın dininden ve davasından koparıp inkâra ve münafıklığa sürüklemiştir. Bu şekilde ayrılık ve sapkınlığa düşmekle, belki de diğer pek çok inkârcıdan daha suçlu hale gelmişlerdir. Çünkü onlar doğru olanı öğrenmiş, bir müddet yaşamış ama sonra vicdanları kabul ettiği halde Allah’ın dinini ve Adil düzenini terk etmişlerdir. Bu yüzden bir zamanlar yaptıkları tüm hayırlı işler de, tamamen boşa gitmiştir. (En doğrusunu Allah bilir.) Bu yüzden bir insanın dünyada geçirdiği süre boyunca bir gün bile imtihan edildiğini unutmaması gerekir. Karşılaştığı tüm olaylarla denemeden geçirildiğini, şeytanın kendisine çeşitli vesilelerle vesvese verdiğini, karşısına çıkan zorlukları hiç bitmeyecekmiş gibi göstermek ve bu yolla onu doğru yolundan döndürmek istediğini asla aklından çıkarmaması gerekir. Çünkü imandan sonra inkâra, Haktan sonra Batıla sapmak, sonsuz bir azabı hak etmek demektir.
Üstelik bu kişileri, imanlarından döndükten sonra dünyada sefil bir hayat beklemektir. Maddi olarak zenginliğe ve refaha ulaşsalar bile, hayatlarının sonuna kadar manevi bir azap çekmektedir. Gerçeği bildikleri için sürekli olarak vicdanlarını bastırmaya yönelir, ama bunun verdiği vicdan azabı ise sürekli olarak kendilerini perişan etmektedir. Asıl büyük azabı ise, ölümleriyle birlikte başlayacak olan ahiret hayatında göreceklerdir. Allah bu gibilerin durumunu şöyle haber vermektedir:
“Şüphesiz (imandan ve Hakkı tanıdıktan sonra) küfredip kâfir olarak ölenler, bunların hiçbirinden, yeryüzü dolusu altını olsa -bunu fidye olarak verse de- kesin olarak kabul edilmeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır ve onların yardımcıları yoktur.”[26]
Madem böyle bir tehlike vardır, öyleyse her müminin hayatının en son anına kadar bu tehlikeden sakınması gerekir. Çünkü insanın “iman ettim” deyip, gevşeklik göstermemesi çok önemlidir. İnsan ne zaman yaptıklarının sonsuz ahiret hayatına ulaşmak için yeterli olduğunu düşünse, o zaman “Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden.”[27] ayetinde bildirildiği gibi azgınlık gösterebilir. Bu nedenle de her an bu tehlikeyi göz önünde bulundurmalı, her hareketinde Allah’ın rızasına uygun hareket etmelidir. Çünkü imtihan, insanın hayatının son anına kadar devam etmektedir.
Haklı mücadeleden geri kalanlar ve kaçanlar, zalimlerin kuklasıdır!
Kalbindeki iman zayıflamış ya da kalbini nifak kaplamış bir kimse, bir süre sanki hiçbir şey yokmuş gibi Müslümanların arasında bulunabilir ve dinin kurallarına uygun bir görüntü altında yaşayabilir. Ancak Allah bu gibi insanları açığa çıkarmak için bazı imtihan ortamları yaratır. Zorluklarla, açlıkla, yoklukla, hastalıkla, mallardan ve canlardan eksiltmeyle denemeden geçirilen müminlerin bu zorluklar karşısında sağlamlığı artarken, kalplerinde hastalık olanlar ise her geçen an inkâra biraz daha yaklaşmaktadır. İşte son anın önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bir insan hayatının büyük bölümünü iman ederek geçirebilir. Dine büyük hizmetlerde bulunup, son derece hayırlı işler yapabilir. Ancak eğer vicdanına uymaktan vazgeçer, gevşeklik gösterir, dünyalık makam ve menfaatler için zalimlerin himayesine yönelir ve bu nedenle de kalbi katılaşır ise, söz konusu imtihan anlarında gereken dirayeti gösteremeyecektir. Dünya sevgisi ve rahatlık endişesi Allah rızasına ağır basıp, bu kişiyi küfre sürükleyebilir.
Ayetlerde pek çok Peygamberin, kendi döneminde saldırgan bir topluma karşı, masum insanları korumak ve Allah’ın dinini yaymak için mücadele ettiğinden bahsedilmektedir. Bu mücadele o dönemler için çok önemli bir ibadettir. Peygamberimiz döneminde de inkârcı topluluklara ve münafıklara karşı güçlü bir mücadele yürütülmüşlerdir. Allah’ın ve Peygamberin emriyle gerçekleştirilmiş olan bu mücadelelerin hepsi dini bir vecibedir. Bu görevden kaçmak ve Hak davadan kaytarmak isteyenler ise, Kuran’da kalpleri mühürlenmiş, yani tam olarak imandan çıkmış kimseler olarak bildirilmektedir.
Günümüzde ve özellikle ülkemizde ise Müslümanların Masonlara karşı yapacakları bu mücadele fikri ve siyasi alanda yürütülmektedir. Bu mücadele ise inkârcıların tüm dayanak noktalarının bilimsel olarak çürütülmesi ve siyasi şuur ve sorumluluk düşüncesiyle, haklı ve hayırlı zihniyetin iktidara getirilmesi hedeflidir. Bu konuda her Müslüman’a çok büyük bir sorumluluk düşmektedir ve hiç kimse bu fikri ve siyasi mücadelede geri plana düşmemelidir. Çünkü Allah ayetlerinde, geride kalmayı tercih edenlerin kalplerinin katılaştığını bildirmiştir:
“Allah’a iman edin, O’nun elçisi ile cihat etmeye çıkın” diye bir sure indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: “Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım” dediler. Geri kalanlarla birlikte olmayı seçtiler. Onların kalpleri mühürlenmiştir. Bundan dolayı kavrayıp-anlamazlar.“[28]
Kuran’da verilen başka bir örnek ise bir zorlukla karşılaştıklarında hemen bahaneler öne sürüp, kaçmaya çalışanların kendi nefislerini nasıl helake sürükledikleridir:
“Eğer (çağırdığın hizmet) yakın bir yarar ve orta bir sefer olsaydı, onlar mutlaka seni izlerlerdi. Ama zorluk (ağır sıkıntı ve sorumluluk) onlara uzak (ve dayanılmaz) geldi. “Eğer güç yetirseydik muhakkak seninle birlikte çıkardık.” diye sana Allah adına yemin edecekler. Kendi nefislerini helake sürüklüyorlar. Allah onların gerçekten yalan söylediklerini biliyor.”[29]
Gerek Peygamberimiz döneminden, gerekse geçmiş Peygamberlerin dönemlerinden verilen bu örnekler şu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır: Allah insanları yaşamlarının her anında imtihan buyurmakta; davasında doğrularla yalancıların birbirinden ayrılacağı ortamlar yaratmaktadır. Özellikle zorluk ve sıkıntılarla karşılaştıkları dönemlerde sadık Müslümanlar güçlü bir kararlılık gösterirken, zayıf karakterli olanlar kendilerini açığa vurmakta ve Haktan sapıtmaktadır. Bunun bir örneği de, Peygamberimiz döneminde Müslümanlar ile inkârcılar arasında geçen bir savaş anında yaşanmıştır. Ayetlerde böyle bir zorluk anında bazı Müslümanların zayıflık gösterdikleri ve “Allah hakkında cahiliye zanlarına kapıldıkları” anlatılmaktadır. Şeytan, zorluk anında, bu Müslümanların “ayaklarını kaydırmaya” çalışmaktadır:
“İki topluluğun karşı karşıya geldikleri gün, sizden (gevşeklik gösterip davasından) geri dönenleri, kazandıkları bazı şeyler dolayısıyla şeytan onların ayağını kaydırmak istemişti. Ama (sadakat ve samimiyet ehlini etkilememişti) andolsun ki, Allah onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, yumuşak olandır.”[30]
Allah bu olayda bir anlık zayıflık gösteren ama tekrar sıratı müstakime yönelen Müslümanları affettiğini bildirmiştir.
Çünkü Allah iyilerle kötülerin ayrılması için insanların mutlaka denemelerden geçirileceklerini vaat etmiştir. Bu “zor anlar”a karşı dayanıklı olmanın tek yolu ise Allah’a güçlü iman, ihlâs ve samimiyettir. Elbette Allah salih kullarına kolaylık verir, onların “ayaklarını sağlamlaştırır”, onların kalplerine her türlü zor ortamda “huzur ve güven duygusu” indirir. Ama şunu da unutmamak gerekir ki, Allah’ın yeryüzünde insanları imtihan edeceğine ve iyilerle kötüleri ayıracağına dair vaadi kesindir:
“Yoksa siz, içinizden cihat edenleri (Hak hâkim olsun diye çaba gösterenleri) ve Allah’tan ve Resulü’nden ve müminlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bırakılıvereceğinizi mi sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.“[31]
“İnsanlar, (sadece) “İman ettik” diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir.”[32]
Özetle:
Şu an tüm insanlar, hızla ölüm anlarına doğru yaklaşmaktadır. Bugün en genç insan için de, en yaşlı insan için de ölüm aynı uzaklıktadır. Çünkü kimin ne zaman ve nasıl öleceği saklıdır. 78 yaşında yatağında ölümü bekleyen bir insan için ölüm ne kadar yakınsa, 18 yaşında yolda yürümekte olan bir genç için de aynı yakınlıktadır. Belki de o genç birkaç dakika sonra karşıdan karşıya geçerken bir kaza geçirecek ve bu dünyada yaşadığı hayatı son bulacaktır. Belki de şu an onun son dakikalarıdır.
İşte her insanın yaşamındaki en büyük gerçek ve kesin gelecek olan bu ölüm olayıdır.
O halde her insan bir nevi ecele doğru yarış yapmaktadır. Dünyada kendisine verilen süre içinde ahirete yönelik en fazla kazancı sağlayanlar kazanacaktır. Bediüzzaman’ın da söylediği gibi bu dünya; iman eden insanlar için “seyyar bir ticarethane ve kısa bir müddet için yol üstünde kurulmuş bir pazardır.” Yani bir insan, ya burada çok karlı bir ticaret yapacak ve ahirette sonsuza kadar bu dünyada kazandığı ecirlerin karşılığını yaşayacaktır; ve ya da ömür sermayesini kötülük, küfür ve tembellik yolunda harcayıp, cehenneme müstahak olacaktır.
İşte burada sağduyu sahibi bir insana düşen vicdanının sesini dinleyip, Allah’ın kendisini bir denemeden geçirdiğini hiçbir şekilde unutmamaktır. Allah, bu zorlu gibi gözüken yolda insana rehber olarak Kuran’ı, örnek olarak da elçileri ve salih müminleri yollamıştır. Samimi kalple Allah’a yönelen bir insan karşısına ne tür bir zorluk çıkarsa çıksın, mutlaka bir kolaylıkla karşılaşacak ve kurtuluşa kavuşacaktır. Yani bu imtihan dünyasının en büyük sırlarından biri, iman edenler için mutlak bir kazançla noktalanmasıdır.
Bundan sonra iman eden bir insanın yapması gereken tek şey, kaderinin izleyicisi ve Hak davanın takipçisi olarak salih müminlerin ayetlerde bildirilen ahlakını kendine örnek almasıdır. Her ne olursa olsun Allah’a sadakat gösteren, sabır ve kararlılıkla ahirete yönelen kişilerin durumu Kuran’da şöyle anlatılmıştır:
“Nice Peygamberle birlikte birçok Rabbani (bilgin)ler (Hakkın hâkimiyeti için) çarpışmaya girdiler (ve çok zorlu mücadeleler verdiler) de, Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Onların söyledikleri: “Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et” demelerinden başka bir şey değildi. Böylece Allah, dünya ve ahiret sevabının güzelliğini onlara verdi. Allah iyilikte bulunanları sever.”[33]
Arapların bir deyimi vardır: “Küllü atiy garip”, yani, gerçekleşmesi kesin ve mukadder olan her gelecek yakın sayılır. Ölümden kurtulmak mümkün olmadığına ve herkes sevdiği her şeyden bir gün mutlaka ayrılmak zorunda kalacağına göre, akıllı insan, ölüm sonrasına hazırlanan ve sürekli imtihan olunduğunun şuuru ve sorumluluğuyla yaşayandır. Ahmak insan ise, rüya gibi gelip geçici bu dünya nimetlerine kapılıp, iman ve istikametten ayrılan, haramlara ve günahlara dalan, isyan ve inkâr yolunda çabalayandır.
[1] İnşirah; 5-6
[2] Bakara; 185
[3] Ala; 8
[4] Talak; 4-5
[5] Leyl; 5-11
[6] Tevbe; 40
[7] Talak; 2-3
[8] Nur; 37-38
[9] Fecr; 15-16
[10] Zuhruf; 48
[11] En’am; 43-44
[12] Fatır; 39
[13] En’am; 125
[14] Maun; 1-3
[15] Yunus; 26-27
[16] Secde; 16
[17] Al-i İmran; 102
[18] Nahl; 37
[19] Araf; 43
[20] Bakara; 217
[21] Zümer; 65
[22] Maide; 53-54
[23] Nisa; 137
[24] Al-i İmran; 90
[25] Al-i İmran; 106
[26] Al-i İmran; 91
[27] Alak; 6-7
[28] Tevbe; 86-87
[29] Tevbe; 42
[30] Al-i İmran; 155
[31] Tevbe; 16
[32] Ankebut; 2-3
[33] Al-i İmran; 146-148
http://www.millicozum.com/mc/nisan-2013/ya-hayat-bir-imtihandir-