Anasayfa » İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!

İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!

Yazar: yonetici
0 Yorum 403 Görüntüleyen

İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!

 

Tam 8 yıl önce Milli Çözüm dergimizde “Çatısı altında PKK’yı barındıran Meclis, gayri meşrudur!” başlıklı bir yazımız yayınlanmıştı. O gün yaptığımız bütün uyarıların ve kuşkularımızın bugün aynen çıkmış olması, saptama ve yorumlarımızın haklılık kazanması; Milli Çözümün yüksek feraset, dirayet ve cesaretinin bir yansımasıydı.Mehmet Metiner gibi İslamcı Münafıkların ve diğer yandaş ve yalaka takımının,“demokratikleşme ve (sözde) Kürt sorununu çözme” kılıfıyla ve PKK ağzıyla ülkemizi nasıl bir felakete sürükledikleri ortadaydı.  BDP denen, PKK’nın sivil kanadının Türkiye Büyük Millet Meclisine sokulup meşrulaştırılmasını, eşkıya başının “sürgündeki Devlet Başkanı” gibi muhatap alınmasını, PKK’ın askeri kanadının ise Suriye PYD’si olarak canlandırılmasını 8 yıl öncesinden hatırlatıp uyardığımız halde bunlara kulak tıkayanların, gaflet ve cehaletten öte, kasıtlı bir dalalet ve hıyanet tuzağına kapıldıkları açıktı ve elbette sonları da çok acı ve alçaltıcı olacaktı. Şimdi sekiz yıl önce yayınlanan o yazımızın, lütfen dikkatle bir kez daha okunması ve üzerinde kafa yorulması lazımdı:

 

   Çatısı Altında PKK’yı Barındıran Meclis, Gayri Meşrudur!?

 

Kuzey Irak’a yönelik sınırlı (daha doğrusu Bush’la Erdoğan arasındaki sırlı) operasyon oyalamalarıyla, halkımızın haklı taleplerini ve teskerenin hedeflerini kısıtlamayı ve kısırlaştırmayı düşünen dış güçlerin ve işbirlikçilerin hesapları, ordumuzun ABD’den, belki hükümetten bile habersiz hava akınlarıyla boşa çıkarılmıştı. Amerika, kendi prestijini kurtarmak için TSK’nın bu cesur ve onurlu saldırılarını sahiplenmek zorunda kalmıştı. Elbette ve öncelikle, ordumuzun psikolojik ve teknolojik üstünlüklerini, taktik ve pratik yeteneklerini kanıtlayan bu başarılarını kutlamak ve gurur duymak lazımdı. “Ama tabiiki bununla yetinmiyoruz. Şimdilik; ülke ve bölge sırlarını ve sorunlarını çok iyi bilen Genelkurmayımızın, stratejik bir sabır ve sebatla, en uygun fırsatları ve en olumlu şartları kolladığına inanıp teselli buluyoruz”  sözlerimizi kuru bir teselli ve temenni sayanlar, bu gerçeği yeni yeni anlamaya başlamıştı. The Economist’in de yazdığına göre: Recep T. Erdoğan ile Bush’un yaptığı gizli anlaşmanın içeriğinde şunlar vardı:

 

1- TSK, sadece halkın kızgınlığını yatıştıracak hava operasyonları yapacak, Kuzey Irak’a fiili ve etkili müdahaleden sakınacaktı.

2- Barzani’nin Kürdistan’ı ismen ve resmen olmasa da fikren ve fiilen tanınacaktı.

3- PKK yasallaşıp siyasallaştırılacak, artık Meclis çatısı altında çalışacaktı.”

 

   Bu görüşmenin hemen arkasında GKB Büyükanıt’ın şu uyarıları tarihi önem taşımaktaydı.

 

a) PKK maalesef yasallaşmıştır, şimdi Meclis çatısı altında bulunmaktadır.

b) “İnsan hakları, demokrasi, özgürlük” gibi evrensel kuralları PKK’ya kaptırdık, bunları aleyhimize kullanmaktadır.

c) Bölücü hıyanetin emperyalizmle ve dış güçlerle bağlantısı gözden kaçırılmıştır.

d) Önce Güneydoğu’da kendi halkımızı kazanmamız lazımdır.

 

   Bu itirafların anlamı ve mesajı açıktı:

 

   . PKK’nın uzantısının içinde bulunduğu bir Meclis, meşruiyetini yitirmiştir. (DTP (şimdi BDP)  ve PKK Kürt sorununun siyasal çözümünü hedefleyen bir partidir.)

   . Devletin, halkıyla ve inancıyla artık barışması gerekir, daha fazla gecikilmemelidir.

 

   Fetullahçı Zaman yazarı Ahmet Turan Alkan: (3 Aralık 2007 Aksiyon) “Kürt meselesinde çözümü AKP eliyle yaşıyoruz. Bunun kadrini bilelim” diyordu. Yani şimdi atıştıkları Erdoğan Hükümetinin PKK politikalarına sahip çıkıyordu. Aynı sayısında Paralelci Aksiyon, Şemdin Sakık’ın: “Şimdilik devlet değil, demokrasi istiyoruz” sözünü manşet yapıp alkışlıyordu. Bir DTP milletvekili ise: “Laiklik hassasiyetimiz, TSK ile aynıdır. Biz olmazsak yerimizi şeriatçılar dolduracaktır.” (Yani TSK ile inancımız da, düşmanımız da aynıdır) demek küstahlığında bulunuyordu.

 

   Kobani bahanesiyle Patnosta belediye binası dâhil yüzlerce evi, işyerini, banka şubesini ve otomobili yakıp yağmalayan ve çoğu suçüstü yakalanan 51 kişiyi, sırf AKP iktidarı zarar görsün diye serbest bırakan Paralelci (Fetullah Gülenci) savcılar ve yargı mensupları ise, bunlarda adalet, millet ve memleket duygularının nasıl körlendiğini ve kendilerine yaramayan herkesi nasıl harcayıverdiklerini açıkça gösteriyordu. Ve tabi, AKP zihniyeti eliyle yargısı bile bu hale getirilen ve çözüm süreci diye ülkemizi çözülmeye ve ahlaki çürümeye sürükleyen bu tehlikeli gidişten biran evvel kurtulmamız gerekiyordu.

 

   Erasmus programı çerçevesinde, Müslüman Türk gencini ismen ve resmen değil ama fikren ve fiilen Hıristiyanlaştırıp yozlaştırma karşılığı AB’den yüz binlerce Euro para alan Profların hazırladığı yeni anayasa taslağı; egemenliğimizi AB’ye devrinin sağlanmasını ve Türkiye’nin özerk federasyonlara ayrıştırılmasını kolaylaştıracaktı!

 

   Oysa anayasanın 5. Maddesinde:

 

   1- “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir

   2- Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette, hiçbir kişiye ve zümreye bırakılamaz” deniyordu.

 

   Ancak bunlar; “4- Milletlerarası ve milletler üstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamalar saklıdır!?” Maddesine sığınılarak ülkemizin dağılmasına “Uluslararası hukuk kılıfı” hazırlanıyordu.

 

   Bu sırada sahte Atatürkçüler “Türban yayılıyor, laiklik elden gidiyor”şeklinde tepiniyordu. İstismarcı sahte dinciler ise “başörtüsüne özgürlük geliyor!” diye seviniyor ama egemenliğimizin AB’ye devrine kimse ses etmiyordu.

 

   TÜBİTAK araştırmasına göre Türk üniversitelerince yayınlanan bilimsel makalelerin yüzde biri bile, dünya bilim adamları ve araştırmanlarınca dikkate değer görülmüyor ve kaynak gösterilmiyordu. Çünkü bizim YÖK’çüler başörtüsü ve laiklik gösterileriyle uğraşmaktan, bilim ve teknolojiye vakit ayıramıyordu.

 

   AKP’nin Türban Türbülansı

 

Dönemin AKP’li MEB Hüseyin Çelik TÜBİTAK ödülünü başörtüsüyle alan liseli onur kaynağı kızımız yüzünden, müsteşar ve müdür hakkında soruşturma başlatıyordu. AKP diyet ödemekten korkup kanuni bir düzenleme yapamadığından; “YÖK başkanı eliyle anayasa mahkemesine şahsen başvuru hakkı getirmek” suretiyle ucuz kahramanlık peşinde koşuyordu. Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Deniz Ülke Arıboğan: “Kanuni düzenleme yapılır, bu sorun aşılır” diyordu. O sırada YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan “Üniversitelerde bütün yasakları kaldıracağım” diye hızla dalıyor ama hemen geri adım atıyordu. Kendileri Malezya ekolünden Ahmet Davutoğlu gibi Moon-Diyalog-Layt İslam ekibinden oluyor, Fetullahçıları kullanan Siyonist şebekenin güdümünde görünüyordu. O süreçte Fetullah Gülen, Ayetullah Humeyni gibi, Ilımlı ve Layt halife olarak Türkiye’ye dönmeye hazırlanıyor ama ABD kendisine güvence veremiyordu.

 

   Fetullah Gülen’in; istikrarsızlığının, karakter hamlılığının ve döneklik tavrının ispatı, bizzat kendi kitaplarıydı!

 

   Her türlü dönekliğinin ve ödlekliğinin suçunu Ordu’ya yıkmaya ve TSK’yı yıpratmaya çalışanlar ve bu zırvalara inananlar! Şimdi söyleyin bakalım:

 

   İsrail’in eşkıyabaşını Cumhurbaşkanı diye TBMM Meclisinde İslam’a ve İran’a küfrettirmenizi ordu mu zorlamıştı? Egemenliğimizi AB’ye devreden anayasa değişikliğini asker mi yaptırmıştı? Zinayı suç olmaktan çıkarmanızı generaller mi dayatmıştı? PKK’nın siyasallaşmasını ve yasallaşıp Meclise taşınmasını Genelkurmay mı onaylamıştı? 22 İslam ülkesini parçalamayı hedefleyen BOP projesine eş başkanlık yani İsrail’e uşaklık yapmanızı ordu mu mecbur kılmıştı? Fabrikalarımızı, maden yataklarımızı, stratejik kurumlarımızı ve vatan topraklarımızı gavurlara satmanızı paşalar mı zorlamıştı? ABD-AB ve İsrail figüranlığınızı gizleyip, ordumuza sataşmakla aklanacağını sananlar aldanmaktaydı!

 

   CHP ise, Atatürk’ün sadece maddi mirasına ve İş Bankasının paralarına sahip çıkıyor, Ata’nın manevi mirasını ve İslam bağlantısını inkâra kalkışıyordu.

 

   Atatürk, vefatından 65 gün önce 5 Eylül 1938’de vasiyetini hazırlamıştı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Köşkte bulunan Atatürk’ün şahsi eşyalarıyla ilgili bir envanter çalışması yaptırmış ve tam 1708 eşyanın, miras bıraktığı CHP tarafından sahip çıkılmadığı ve alınmadığı anlaşılmıştı. Bunlar içinde tam 37 adet namaz seccadesi de vardı! Kaç Kur’an’ı Kerim, dini eser ve İslami eşya var, bunları CHP açıklasındı!

 

   Artık sağcılık ve solculuk sahteliği bitmiştir. Milli çizgide misin, işbirlikçi misin? sorusunun yanıtı, insanın karakter göstergesidir. Sultan Alparslan sağcı da, solcu da değildi. Mustafa Kemal solcu da değildi, sağcı da değildi! Atatürk milli düşünceli, ilim ve inanç rehberli bir devrimciydi. Peki neleri mi, devirmişti? Barbar Batı hayranlığını ve AB uşaklığını devirmişti. ABD mandacılığını devirmişti. Gizli aşağılık duygusunu ve gavur aşıklığını devirmişti. Teslimiyetçilik, milletine ve öz değerlerine güvensizlik ve işbirlikçilik anlayışını devirmişti. İşte bunun içindir ki masonik merkezlerce ve sinsice zehirlenip hayatına kastedilmiştir. “Yüce Dinimiz fenne, ilme ve akla uygun olduğu için son ve mükemmel din olmuştur” dediği Müslümanlığı değil, kökü dışarıdaki hıyanet ocakları olan Masonluğu devirmişti. İslami esasları değil; koflaşmış kurumları, yozlaşmış istismarcılığı, dogmatik saplantı ve safsataları devirmiştir. Ama maalesef İsmet İnönü CHP’si ve Celal Bayar- Menderes AP’si ve bunların varisleri, yani sözde solcu-sağcı işbirlikçiler eliyle, bu devrimler dejenere edilmiş ve Atatürkçülük düşmanlığına çevrilmiştir. Özetle: Dış güçler ve hain iç merkezler CHP ile Kemalizm’i, ırkçı kafalı bazı MHP’liler eliyle milliyetçiliği, AKP ile de İslamiyetçiliği ılımlaştırıp emperyalizme uyumlu hale getirmişlerdir.

 

   CIA’nın Yalova Kampı ve AKP iktidarının Yuları:

 

Gizli olan bu kamplara, Yalova Valiliği ve Emniyeti bile müdahale edememiştir. Kamplar hakkında bilgi edinen A. E. adındaki bir MİT mensubu ortadan kaldırılmış, ölümüne intihar süsü verilmiştir. MİT görevlisinin şüpheli intiharı bir derginin 13 Eylül 2004 günlü kapak haberiyle gündeme getirilmiştir. Bu CIA kampına Çeçen, Uygur ve Arap maskesi geçirilmişti. Yalova kamplarında, ABD’nin Rusya, Çin ve Türkiye’deki terör eylemleri için terörist eğitilmektedir. Bu teröristler, ABD Özel Kuvvetleri (Delta Force) tarafından “Çeçen”, “Uygur” ve “Arap” maskeli örgütlerde maskelenmiştir.

 

   AKP ABD Özel Kuvvetleri ile iç içeydi: ABD’nin NATO ülkelerini denetleme aracı olarak örgütlenen Süper NATO, ABD Özel Kuvvetleri (Delta Force) ile iç içe çalışmakta ve dünya ölçeğinde terör faaliyeti yürütmektedir.

 

   El Kaide’yi Süper NATO eğitmekteydi: El Kaide, ABD terörünü maskelemek için kullanılan, ABD güdümlü bir örgüttür.

 

   İstanbul’u kana boyayan Süper NATO idi: 2003 yılı Kasım ayında İstanbul’u kana boyayan Sinagog, İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bank bombalamalarını Süper NATO düzenlemiştir.

 

   İkiz Kuleleri yıkanlar CIA-MOSSAD güdümündeydi: El Sakka’nın ifadesine göre, İkiz Kuleleri yıkan eylemlerin arkasındaki örgüt, Süper NATO idi. CIA-MOSSAD ajanları yönlendirmişti. ABD’nin Haçlı Seferine zemin hazırlamak için bu büyük tertibi düzenlediği görüşü gerçekti. Böylece adına “uluslararası terör” denen eylemlerin arkasındaki asıl gücün ABD ve Yahudi lobileri olduğu kesinleşmişti. Amerika, Ortadoğu ve Orta Asya’yı işgal için kullandığı “Uluslararası Terör” bahanesini bizzat kendisi üretmişti. İkiz kuleleri vurmuş, İstanbul’u bombalamış, terör örgütlerini kurmuş ve himaye etmişti!.

 

   ABD’li Chomsky’nin: “PKK sinecek PJAK ve PYD yükseltilecek” itirafı!

 

Sözde ABD’nin işgal ve soykırım politikalarını şiddetle eleştiren Prof. Noam Chomsky, Bush yönetimini dünya barışına en büyük tehdit olarak görüyordu. Filistin’in İsrail tarafından işgaline de karşı çıkan Chomsky, Ortadoğu barışına en büyük tehdidin İsrail olduğunu belirtiyordu. Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplar ile ABD arasındaki ittifakı ve Türkiye`nin ABD ile ilişkileri hakkındaki düşüncelerini habervaktim.com’a anlatan Chomsky, Washington’un, 1975’te Kürtleri sattığını belirterek, “Dönemin Dışişleri Bakanı Kissinger, dış politika ile misyonerlik faaliyetlerinin karıştırılmaması gerektiği sözünü o dönemde söyledi. Halepçe ve Anfal’daki katliamlara rağmen Reagen yönetimi güçlü bir şekilde Saddam Hüseyin’i destekledi. Hatta, buradaki katliamları İran’ın yaptığını söyledi. George Bush, Kuveyt işgaline kadar da Saddam’ı destekledi. Clinton yönetimi de, 90’lı yıllarda Türkiye’de birçok faili meçhul cinayete adı karışan kontra-gerilla örgütlerine destek verdi. Şu anda ise Washington, Türkiye’deki Kürtlerden ziyade Iraklı Kürtleri desteklemeyi daha avantajlı buluyor” şeklinde konuşuyordu. Chomsky, menfaatlerin değişmesi durumunda, Washington’un politikalarının da değişeceğine işaret ederek, “Kürtler, geçici olarak bu ittifakın meyvelerini yiyebilecekler, ancak daha önceden olduğu gibi eğer bu ittifaka inanırlarsa, ciddi hata işlemiş olacaklar, ki tarih de bunu bize gösteriyor” tespitinde bulunuyordu.

 

PKK ve PJAK’ın Amerika tarafından Türkiye ve İran’a karşı kullanıldığı iddialarını değerlendiren Chomsky, “Fotoğraf gazetecisi Kevin McKiernan Kürtlerle ilgili birçok bilgiye sahip, hatta bu konuda Batılı gazeteciler arasında öncü isim sayılabilir. McKiernan’a göre, Kandil dağı iki bölüme ayrılıyor: Bir tarafı Türkiye’ye ki burada teröristler bulunuyor. Diğer tarafı ise İran’a dönük ve burada da teröristler yer alıyor. PKK ve PJAK pek de farklı örgütler değil. ABD, PKK’nın bitmesini, PJAK’ın ise İran’ı istikrarsızlığa sürüklemesini ister. ABD, PJAK ile birlikte diğer terörist grup olan Beluci örgütünü de İran’a karşı kullanmak istiyor” itirafında bulunuyordu. “Amerika Birleşik Devletleri İran’a bir saldırı düzenlerse, sizce Türkiye ne yapmalı?” sorusuna ise Chomsky, Türkiye’nin, böyle bir durumda mümkün olduğunca ABD’den uzak durarak, tüm hava ve kara üslerini kapatmasını istiyordu. Ve tabi Siyonist Noam Chomsky, merhamete geldiği için değil, ABD ve İsrail’in sonunu sezdiği için böyle konuşuyordu. Üç parçaya bölünen PKK, İran’a yönelik ABD’nin çıkarına hizmet etmek üzere “PJAK” oluyor, Suriye’de ise PYD ismiyle örgütleniyordu.

 

   PKK, Kuzey Irak’taki kampların çoğunu boşaltıyor; İran, Suriye ve kısmen Kuzey Irak’ı kullanacak olan örgütün PJAK ve PYD çatısı altında toplanacağı belirtiliyor ve sıkışan örgüt, yeni militanlar toplamak için çırpınıyordu. Terör örgütü PKK’ya yönelik yürütülen ve en büyük hava operasyonu olarak değerlendirilen sınır ötesi harekâttan sonra örgütün “hayatta kalabilmek” için yeni stratejiler geliştirdiği belirtiliyordu. İddialara göre PKK, şimdiye kadar konuşlandığı üslerini tamamen değiştiriyor, yeni taktiğe göre terör örgütü, yurt içinde ve yurt dışında küçük parçalar halinde farklı alanlarda faaliyet yürütmeye başlıyordu. Bazı kaynaklara ve istihbarat birimlerine göre PKK, Kuzey Irak’taki birçok kampını kapatıp, küçültmeye gidiyor, kamplarını daha çok İran ve Suriye sınırına taşıyordu. Ana unsurunu ise İran sınırındaki alanlarda konuşlandıracağı söyleniyordu. Yani bugün ABD’nin resmen yardım yaptığı CHP’nin ise “özgürlük savaşçıları” olarak tanıdığı, AKP’nin ise onlarla birlikte IŞİD savaşına hazırlandığı PYD, aslında PKK’nın Suriye kolu oluyordu.

 

   PKK’nın İran kolu olarak bilinen PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) ise İran’da her geçen gün güçleniyor, yeni devşirilen militanlar PJAK saflarına katılıyordu. Zaten PKK son aylarda militan eğitimini PJAK alanlarında gerçekleştiriyor, bünyesinde daha çok İran kökenli özellikle kadın teröristleri barındıran ve Suriye PYD’sine eleman hazırlayan PJAK, İran-Irak sınırındaki Çoman bölgesini ana üs olarak kullanıyordu. Aksiyon Dergisi’nin haberine göre, PJAK, PKK’nın arka bahçesi olmaktan da çıkarılıyor, Amerika 2. Körfez Savaşı’ndan beri PJAK ile direkt temasta bulunuyordu. Zaten ABD’nin PKK ile irtibatı ve silah aktarımını PJAK üzerinden sağladığı iddiaları sıkça dile getirilen bir husustu. PJAK her zaman ABD’nin işine yarayan bir örgüt konumunda tutuluyor. PKK’yı terör örgütü ilan eden Washington, örgütün uzantısı olmasına rağmen PJAK’a farklı bakıyordu.

 

   PKK yıprandı, PYD parlatıldı!

 

   PYD’nin giderek palazlanması bir takım tezleri de gündeme getiriyordu. İddiaya göre PKK isminin yıprandığı ve uluslararası boyutta terör örgütü olarak tanınmasından dolayı tepki aldığı için PYD ismi örgüt için bir şemsiye olarak kullanılmaya başlanıyordu. Terör örgütü PKK’nın, Kuzey Irak’ta Kandil Dağı’ndaki bazı kamplarını kapattığı da ileri sürülüyordu. Örgütün buradaki kamplarının sayısını azaltıp önemli bir kısmını kapattığı ve Suriye PYD’sine aktardığı biliniyordu. PKK’nın Kandil ve civarında irili ufaklı 30 kampı bulunuyordu. PKK teröristlerinin Hakurki, Zap, Avaşin ve kaçırılan Türk askerlerin teslim edildiği Çomçe bölgelerindeki kampları kapatıp İran ve Suriye’ye dağıldığı aktarılıyordu. Terör örgütünün arttık yeni bir üs olarak Suriye’yi kullanacağı da dile getiriliyordu. Bu alanda PJAK tarzı bir örgütlenmeye gideceğini aylar öncesinden duyuran PKK, buradaki kampları sıkıştığında can simdi olarak kullanmak istiyordu.

 

   Bir yanda “Kobani’nin ABD için stratejik önemini ve orayı koruma gayretini anlamakta zorlanıyorum!” itiraf ve itirazında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer tarafta Barzani Peşmergelerinin ağır silahlarla Türkiye üzerinden Kobaniye taşınmasına izin veriyor ve tam bir tutarsızlık sergiliyordu. Bu arada ABD, Erbil’e yerleşiyor ve İncirlik’e alternatif yeni bir askeri üs kuruyordu. IŞİD bahanesiyle Irak’ı kana bulayan ve eskisinden çok daha büyük bir kaosa sokan ABD’nin, Erbil’de Saddam Hüseyin döneminden kalan Herir Askeri Havalimanı’nı üsse çevireceği konuşuluyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Irak’ın Erbil kentinde askeri üs kuracağı iddia ediliyor. Kürt Bölgesel Yönetimi’nden (IKBY) bir kaynak, ABD’nin, Saddam Hüseyin döneminden kalan Erbil il sınırındaki Herir Askeri Havalimanı’nı üsse çevireceğini belirtiyordu. Bu yetkili, ilgili kararın kendilerine ulaşmasından sonra havalimanını boşaltma çalışmasına başladıklarını söylüyor, yabancı ülke firmalarının da malzemelerini başka bölgelere taşıdığını ifade ediyordu. Herir nahiyesi sakinlerinden Hasan Abdullah Surçi ise bölgede bir süredir ABD’nin, havalimanını tekrar kullanacağı bilgilerinin dolaştığını dile getirerek, “Biz bundan memnun oluruz. Amerika, Kürtleri koruyor, Peşmerge ile birlikte IŞİD’e karşı savaşıyor. Bu ülkenin, Kürdistan’da askeri üssünün olmasını isteriz. Baas rejiminden sonra ABD buradaydı. Çevredeki halka hiçbir zararları olmadı. O nedenle bir kere daha gelmelerini olumlu görüyoruz” diye konuşuyor, açıkça Amerikan uşaklığı yapıyordu. Baas rejiminin 2003’te yıkılmasının ardından işgalci ABD, bir süre burayı askeri bölge olarak kullanıyor. Uçak pistlerinin hazır olduğu havalimanı, İran’a 60 km uzaklıkta bulunuyordu.[1] Ama bütün bunlara rağmen dindar kahraman Erdoğan hala başımıza örülen tuzakları görmüyordu.

 

   Celal Talabani’nin Tayip Erdoğan Aşkı ve Mehmet Metiner’in Yavşaklığı!

 

   Bugün Gazetesi yazarı, eski radikal şeriatçı yeni Kürt aydını, Recep Tayip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığında danışmanı ve ardından AKP milletvekili ve Recep Tayyip yalakası olarak tam bir İslamcı münafık tavırlı Mehmet Metiner’le röportaj yapan Celal Talabani Türkiye’deki Kürt sorunuyla ilgili önemli bir stratejiyi dile getiriyor ve “Türkiye Kürtleri, kendi geleceği için Erdoğan’a destek vermeli…”  diyordu. O süreçte koyu AB hayranı ve DTP (BDP) taraftarı ve sivil PKK’nın siyasi partisinin genel başkan yardımcısı Mehmet Metiner’e göre: “Artık Talabani, savaş ve şiddet politikalarıyla hiçbir sorunun çözülemeyeceğini, tersine şiddet ve savaşın kendisinin bir sorun olduğuna inanıyordu. Sorunların çözüm dilinin kesinlikle siyaset dili olduğunu söyleyen Talabani, diyalog ve müzakere merkezli yeni bir demokratik anlayışı dillendiriyor ve sıkı bir Erdoğan ve Gül hayranı olduğunu belirtiyordu. Özellikle Erdoğan’ı, yürüttüğü demokratikleşme projesi sebebiyle yere göğe sığdıramıyor, kendi geleceğini düşünen Türkiye Kürtlerinin de Erdoğan’ın yolundan yürümesi gerektiğini salık veriyordu!”

 

   Metiner’in: “Size Irak Cumhurbaşkanı sıfatınızla değil “Kürt lideri” sıfatınızla soruyorum; Erdoğan’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna Irak’ın kukla Cumhurbaşkanı Talabani şöyle yanıtlamıştı: “İnanıyorum ki Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın birlikte yürüttükleri bu demokratikleşme projesinin başarısı, hepimizin başarısı olacaktır. Benim fikrime göre, Erdoğan’a ve hükümetine düşmanlık yapmak, Kürt ve Türk halkına ve demokrasi açılımına düşmanlık yapmaktır. ABD Başkanına da söyledim, ABD kongresinde yaptığım konuşmada da belirttim, İngiliz Başbakanına da, başka Avrupa devletlerinin başkanlarına da ilettim, Bağdat’taki Avrupa Birliği (AB) Büyükelçilerinin toplantısında da onlara söyledim ki “Türkiye, mutlaka AB üyesi yapılmalıdır. Türkiye’yi AB’nin dışında tutmak, demokrasiye düşmanlıktır.”

 

   Mehmet Metiner’in: Başbakan Erdoğan’a karşı fazlasıyla destekleyici bir pozisyonda duruyorsunuz. İlginç ve şaşırtıcı…! Saptamasını Talabani şöyle karşılıyordu:

 

   “ABD eski Başkanı Bill Clinton da şaşırmıştı. Kendisine Başbakan Erdoğan’ı ve yürüttüğü demokratikleşme çabalarını çok önemsediğimizi belirttiğimizde hayretler içinde kalmıştı. Bir Kürt liderden Türk Başbakanına düşmanlık sözleri bekliyor olmalıydı ki, benim tavrımla afallaşmıştı. Hatta Erdoğan’a bizzat kendisi: “İlginç, bir Kürt lider seni senden daha fazla savunuyor” hatırlatmasını yapmıştı. Çünkü Ben demokratik süreci çok önemsiyorum, siyasi çözümü savunuyorum.” Yani PKK’nın ve diğer Kürtçü kalkışmaların Erdoğan eliyle daha rahat hedefine ulaşacağına inanıyorum.

 

   Son olarak ne söylemek istersiniz? Sorusuna ise, Celal Talabani:

 

   “Irak için Şii lider Ayetullah Sistani nasıl büyük bir nimet ise Erdoğan da Türkiye için büyük bir nimettir… Türk Kürt halkının Erdoğan’ın kıymetini bilmesini ve onun sürdürdüğü demokratikleşme sürecine katkı sunmasını diliyorum. Türkiye’nin Kürtlerine gelince, onlara diyeceğim şu ki, Erdoğan Hükümetini desteklesinler. Türkiye Kürtleri kendi gelecekleri için Erdoğan’ı desteklemelidirler.” Yani Talabani, Tayip Erdoğan ve ekibinin, ılımlı Şii lider Sistani’nin ABD işgaline taşeronluk yaptığı gibi, ılımlı İslam rolüyle Amerika’ya kuklalığa ve Güneydoğu’da Kürdistan oluşturmaya devam etmesini öğütlüyordu. Ne diyelim bunlar bize: “Kılavuzu karga olanın, burnu bataklıktan, sırtı yataklıktan kalkmazmış” sözünü hatırlatıyordu.

 

   Bize göre; AK Saray’a taşınmakla kendisini Milli cesaretli ve dirayetli bir Devlet Başkanı sananların BOP eşbaşkanlığı gibi karanlık ve karmaşık icraatlarının da;Davultozu gibi sesi duyulan ama kendisi ve yetkisi bulunmayan Davutoğlu iktidarının da, PKK Terör Örgütünün Suriye kanadı olan PYD’yi “Özgürlük savaşçıları” sayan CHP kafasının da, PKK’nın sivil ve siyasi temsilcisi BDP’yi bünyesinde barındıran bir Meclis yapısının da artık temelden sorgulanması hukuken ve ahlaken Meşruiyetlerinin tartışılması lazımdı ve daha fazla geç kalınmamalıydı!

 

   Türkiye’nin “PKK’nın Suriye’deki uzantısı” olarak kabul ettiği PYD’ye ABD’nin silah yardımı yapması Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın acizlik ve çaresizlik içeren şu açıklamayı yapmasına neden olmuştu: “ABD, Türkiye’ye rağmen bu işi yapmıştır ve bizi hesaba katmamıştır.”

 

Letonya ziyaretinde iken Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Letonya Cumhurbaşkanı Berzins ile düzenledikleri ortak basın toplantısında çaresizlik ve tedirginlik içeren açıklamalar yapmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin Kobani’deki tavrını eleştirerek, “Bizim için birinci tercih ÖSO, ikinci tercih Peşmergedir. Obama’ya ‘PYD ile PKK bizim için aynı derecede terör örgütleridir’ dememe rağmen ABD, PYD’ye silah vermiştir” diyerek sızlanmaktaydı.

 

   “Peşmergelerin Kobani’ye geçişiyle ilgili teklifi ABD’ye kendisinin yaptığı hatırlatılarak, bu teklifin PYD’ye silah yardımının bir alternatifi olup olmadığı ve geçişle ilgili ayrıntıların netleşip netleşmediğine”ilişkin soru üzerine: “PYD’nin PKK ile aynı durumda olduğunu Sayın Obama’ya telefon görüşmemde ifade ettim. ‘O da bir terör örgütüdür’ dedim. Dolayısıyla burada PYD’ye yapacağınız yardımlar bir terör örgütüne gitmektedir. Şu anda PYD saflarındakiler PKK’nın lider kadrosunda olup orada savaşan kişilerdir. PYD’ye ve IŞİD terör örgütüne geçen silahlarla ilgili olarak Türkiye bu işi olumlu görmemiştir. Türkiye’ye rağmen Amerika bu işe girişmiştir” diyen birisine “Yahu siz Türkiye Cumhurbaşkanı mı, ABD’nin çıkar ortağı mısınız?” diye sormak lazımdı!

 

   Genel Kurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın aksine: “Peşmergelerin, PYD’ye destek için Türkiye üzerinden Kobani’ye geçiş koridoruyla ilgili bizim bilgimiz yok” açıklamasını yaparak, AKP yönetiminin stratejik kararlarını, ilgili devlet kurumlarının ortak tensip ve tasvibiyle değil, ABD ve AB’nin tavsiyeleriyle aldıkları kanaatini doğurmaktaydı ve Türkiye bu başıboşluktan mutlaka ve en kısa zamanda kurtarılmalıydı.

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ


[1] 23 Ekim 2014 , Milli Gazete

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi