TÜRKİYE'NİN SON ŞANSI VE ERBAKANIN MEMLEKET SEVDASI!
O süreçte Erbakansız yeni oluşum heveslilerine, şimdi
ise partiyi Erbakan çizgisinden uzaklaştırmagirişimlerine
ve “Erbakan tükenip tıkandı, artık parti bize kaldı diye
sevinen hamiyetsizlere bunları hatırlatmamız, sadık ve samimi insanlarımızı
uyarma amacı taşıyordu. Sadece masonik çevreleri ve dış güçleri sevindirecek
olan parçalanmaların ve Mescid-i Dırar cinsinden yapılanmaların, mutlaka
pişmanlık ve perişanlıkla sonuçlanacağı hatırlatılıyordu. Ve işte bugün Aziz ve
Asil Hocamızın, Hakka hicret buyurduğu
Ve hastanede iken kendisini en son
ziyaret edenlerden Namık Kemal Zeybek üzerinden: Millet ve Memleket
büyük bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıyadır. Bu badireyi atlatmak ve
ülkeyi selamete çıkarmak üzere, vicdan sahibi her vatan evladı sorumluluk
altındadır anlamındaki vasiyet nitelikli mesajlarını bizlere
duyurduğu böyle bir ortamda, Hocamıza ve davamıza sadakat daha bir önem
kazanıyordu
Şimdi açıkça soralım ve yanıtları üzerinde kafa
yoralım:
1- Erbakan Hocamızın planladığı, temel kurum ve
kurallarını hazırladığı: İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı, İslam Ortak
Pazarı, İslam Dinarı, İslam Savunma Paktı, Müslüman Ülkeler Ortak Eğitim ve
Bilim Araştırma Kuruluşları gibi, mutlaka gerekli ve yeterli oluşumları;
düşünebilen, gündeme getiren başka bir siyaset erbabı ve bilim adamı çıktı mı?
2 Rahmetli Erbakandan başka: Ekonomik, Siyasi,
Ahlaki ve İlmi ADİL DÜZEN projeleri dışında, Müslümanların ve tüm insanların
huzur, hürriyet, adalet ve bereket içinde yaşayacakları; Kuran, Sünnet ve
İcmaya dayalı ama çağdaş ihtiyaç ve standartları da karşılayıcı bilimsel ve
bütünsel programları ortaya koyabilen birileri var mıydı?
3 İslam Hukuku Uzmanı olarak tanıtılan Prof. Dr.
Hayrettin Karamanın: bugün bir İslam Dünyası olduğuna inanmadığını itiraf
buyurdukları, ama irtibatlı, intizamlı, canlı ve caydırıcı bir İslam dünyası
oluşturma planlarını bir türlü ortaya koyamadıkları Anadolu Platformu'nun
8. Anadolu Buluşmaları kapsamında düzenlediği “Değişen Dünya ve
İslam” sempozyumundaki tavrı acizlik ve çaresizliğini ve ilmi
yetersizliğini, laf ebeliği ile örtme çabasıydı.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman “Bizim bir
şekilde o Ümmeti yeniden tesis etmemiz lazım. Şimdi böyle bir organizasyon
yapmalıyız sözleri de toplumu avutma ve uyutma amaçlı değilse tam bir
nankörlük alametiydi ve Erbakanın bu yöndeki ilmi ve İslami hazırlıklarını yok
sayma ve unutturma zavallılığıydı.
İslam Dünyasının karşısında öteki tabirini kullandım.
Bizim yaramıza merhem olacak Uluslararası Topluluk' bulunmamaktadır.
“Bizim sorunumuz Ümmetsizliktir. Ümmeti yeniden tesis etmekten başka çare
yoktur. Nerede olursa olsun, Müslümanların dayanışmasını sağlayacak, benim
hakkımı hukukumu koruyacak bir organizasyona ihtiyaç vardır!” derken,
Erbakan Hocanın tarihi ve talihli atılımlarını ya hiç duymamıştı veya bunları
sahiplenip gündeme taşıyacak, daha da olgunlaştırıp insanlığın dikkatine
sunacak ilmi yeterlilikten ve imani ciddiyet ve cesaretten mahrum
bulunmaktaydı.
Erbakan döneklerinin kapıldığı 'Büyük Ortadoğu
Projesi ne oluyordu?
Büyük Ortadoğu diye anılan İslam coğrafyası, tarih
boyu dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin hep ilgisini çekmiş ve bütün büyük
güçlerin çatışma alanı haline gelmiştir. Sovyetlerin çöküşü ile ABDnin
buraları kontrol edebilmek için gelip yerleşmeye ve buralarda üsler kurmaya
çalışması, daima stratejik hedefleri arasında olmuştur. 'Büyük Ortadoğu
Projesi, 'NNSS 02 olarak kodlanan 'Ortadoğuda ABDnin Yeni Ulusal Güvenlik
Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi (New National Security Strategy of
The USA in the Middle East Apost September 11 Analysis) adlı belgenin üzerine
oturtulmuştur. ABD, 21. Yüzyılı bir Amerikan Yüzyılı olarak düşünmekte ve
stratejilerini buna göre şekillendirmektedir. O nedenle bütün projeler, 'Yeni
Amerikan Yüzyılı Projesi (PNAC) ana projesinin alt projeleri olarak ele
alınmaktadır. BOP da, ABDnin Avrasya hâkimiyeti için geliştirdiği bir alt
projedir ve aslında Arz-ı Mevud hayaline ve İsrailin dünya hâkimiyetine
hizmet hedeflidir. Başlangıcı, 1990lı yıllara uzanmaktadır. Kamuoyuna ilk kez
Joint Forces Quarterly dergisinin (ABD Silahlı Kuvvetler dergisi) Sonbahar 1995
sayısında 'The Greater Middle East ismi ile duyurulmuştur.
26 Şubat 2003te Amerikan Girişim Enstitüsünde ABD
Başkanı Bush tarafından 'Ortadoğuda Demokratik Değerlerin Yayılmasını Öngören
Plan açıklanırken 'Büyük Ortadoğu Projesinden bahsedilmiştir. Bush ayrıca 9
Mayıs 2003de yaptığı bir konuşmada 10 yıl içerisinde 'ABD-Ortadoğu Serbest
Ticaret Bölgesinin kurulacağını açıklayarak projenin hedeflerinden birini dile
getirmiştir. Bushun Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, 7 Ağustos
2003te The Washington Post gazetesindeki yazısında, BOP kapsamında 22 ülkenin
hedef tahtasına konulup yeniden yapılandırılacaklarını ifade etmiştir. Ulusal
Demokrasi Vakfında 6 Kasım 2003te Bush, 'Ortadoğuyu Özgürleştirme
Stratejisini; Başkan yardımcısı Dick Cheney ise, Davosta Dünya Ekonomik
Forumunda 'Büyük Ortadoğuya Reform projesini açıklamıştır. Dışişleri Bakanı
Colin Powell, değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda İslam coğrafyasının
siyasal olarak değiştirileceğini belirtmiştir.
ABD NATO Konseyi Daimi üyesi Nicholas Burns, 24 Ekim
2003te, 'NATO ve Büyük Ortadoğu adlı bir toplantıdaki konuşmasında, NATOya
yeni bir misyon biçilip Büyük Ortadoğuda konuşlanmasını istemiştir. Londrada
yayınlanan El Hayat gazetesi 13 Şubat 2004te, ABDnin G-8 zirvesi için
hazırlatıp üye ülkelere dağıttığı taslak metni yayınlamıştır.[1]Bütün
bunlar incelendiğinde BOPun, birbiri ile iç içe geçmiş biri görünür, diğeri
gizli olan iki amacı olduğu anlaşılmaktadır.
Büyük Ortadoğu Projesinin (BOPun) Sahte Amaçları
ABD yönetiminin kamuoyuna dönük yaptığı yazılı ve
sözlü açıklamalardan BOPun görünür amaçları, aşağıdaki gibi özetlenebilir:
$1· Bölgedeki
Kitle İmha Silahlarının(KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve
yaygınlaştırılmasının engellenmesi,
$1· Bölgedeki
terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,
$1· Totaliter
rejimlerin demokratikleştirilmesi,
$1· Serbest
piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılıp gerekli mekanizmaların geliştirilmesi,
$1· Bölgenin modernleştirilmesi,
$1· İnsan
haklarının ve özgürlüklerin genişletilmesi,
$1· Kadınlara
eşit haklar verilmesi,
$1· Radikal
İslami unsurların temizlenmesi,
$1· Dini
eğitimde reforma gidilmesi.
ABDnin demokrasi, kadın hakları, insan hakları ve
özgürlükleri gibi kavramları kullanmadaki niyeti, yerli işbirlikçi
diktatörlüklerden çok çekmiş bir halka şirin görünüp bu kavramların meydana
getirdiği cazibeden yararlanarak halkın direnişini mecrasından saptırmak ve
yeni işbirlikçiler bulup sömürüye devam edebilmektir. Radikal İslami unsur
dediği şuurlu İslami hareketler olup; bunları, tasfiye edebilmek için yeni iç
müttefikler bulmak istemektedir. Bugün Mısırda yaşanan darbeye ABDnin açık
destek vermesi, BOPun görünür amaçlarının bir aldatmaca olduğu; ABDnin bu
coğrafyaya özgürlük, İnsan hakları getirmek gibi bir derdinin olmadığı anlamına
gelmektedir. Müslüman Kardeşler Hareketi, Anti Amerikancı kesimlere bu gerçeği
anlatarak Birleşik Cephe Hareketini genişletmelidir.
Büyük Ortadoğu Projesinin Gizli Hesapları:
BOPun gizli amaçları 4 başlık altında toplanabilir:
$11- Müslümanlardan ABDye
karşı meydana gelebilecek olan bir meydan okumayı kırmak:
'Ilımlı İslam(!) adında yeni bir din inşa ederek Devrimci İslami Hareketlerin
önünü kesmek.
Bununla eş zamanlı olarak etnik ve mezhebi temele dayalı yeni uluslar inşa edip
bölgedeki karışıklığı, çatışmayı sürekli kılarak kaos meydana getirmek.
$12- Devletlerin
Uluslararası Sermayeye göre yapılandırılmasını gerçekleştirmek.
$13- Bölgedeki enerji
kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara
bağımlı olan ve gelecekte ABDye rakip olabilecek güçleri frenlemek. Bölgede
var olan stratejik madenleri ele geçirmek.
$14- İsrailin güvenliğini
garantilemek ve Büyük İsrailin önündeki engelleri gidermek.
Büyük Ortadoğu Projesinin gizli amaçlarından en
önemlisi, bölgeyi etnik, mezhebi ve dini eksenli olarak paramparça edecek
tarzda yeni uluslar ve yeni dinler icad etmektir. ABD imparatorluğunu
genişletebilmek için hedef aldığı ülkeleri, alt etnik ve mezhebi gruplara bölüp
yeni uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Afganistanın
geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard
Haass, 'Karışıklık adlı kitabında yeni bir ulus inşa etmeyi, ABDnin işgal
edeceği bölgelerde hâkimiyet kurabilmesi için şart olarak ön görmektedir:
Politik güçle dengeleri değiştirmek ise, fazla bir
zekâ gerektirmeden ve biraz da iyi şansla işe yarayabilir. Aksi halde tek
başına güç kullanımı politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir
değişiklik için en etkili yol farklı şekillerde karışıklık ve kaos meydana
getirmektir. 'Ulus inşa etmek bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı
çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratmaya girişeceksin[2]
2003 yılında RAND Corperation tarafından hazırlanan 'Sivil
Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler adlı raporda,
'Türk İslamı, 'Alman İslamı, 'Arap İslamı, 'Mısır İslamı, 'Köktendinciler,
'Gelenekçiler, 'Modernist Müslümanlar ve 'Ilımlı İslam gibi
kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında suni devletler yanı
sıra yeni dinler inşa edilmek istendiğini de göstermektedir. Bu rapora göre,
Köktendinciler(!) hayatın İslam ahkâmına göre tanzim edilmesini istemekte ve
bu yolla batılı değerlere karşı alternatif projeler üretmektedir. Bunlar,
azınlık olmalarına karşılık teşkilatlı olup belli bir stratejiye göre hareket
etmektedirler. Bu nedenle Köktendincilerin (Şuurlu Müslümanlar), çoğunluk
olan Gelenekçilerle kuracağı her türlü ittifak, engellenmeli ve mümkünse
Köktendinciler, yok edilmelidir. Modernist Müslümanlar, ibadetlerini yapan
ve fakat İslamın hayatı tanzim etmesine karşı olan kesimlerdir. Bunlara her
türlü destek verilmeli ve bunların başarıları abartılarak kamuoyuna reklam
edilmeli, liderlikleri pekiştirilmelidir[3]
Arslan Tekin aldanıyordu!
Asıl kahramanlık günceli değil geleceği kurtaracak
kararlar verebilmektir. Ucuz kabadayılıklar ve şahsi ihtiraslar uğruna bir
toplumu kardeş kavgasına hatta iç savaşa sürüklemek, Milli birlik ve dirliği
dinamitlemek eğer feraset fakirliğinden kaynaklanmıyorsa, bir fecaettir. Aksi
halde Sn. Recep T. Erdoğanı en büyük kahraman diye alkışlamak gerekir.
28 Şubat vetiresinde, 28 Şubatçıların sözcüsü
durumundaki general (Çevik Bir) ABDye gidip gelmektedir. ABDde demokrasiye
balans ayarı yaptıklarını söylemiştir. Alparslan Türkeş, bunun üzerine yanında
bir partili olduğu hâlde, Erbakanın evine gider ve şunu der: Bu kişiyi
görevden al. Görevden alınmış bir kişinin gücü yoktur. Türkiyeye dönüşünde
hava alanında yapayalnız kalır. Erbakan, bu sözleri duyunca tedirginleşir.
Yapamayacağını söyler. Bu rivayet, halkın, 28 Şubata tepkisini dile
getirmesidir. Erbakan, çekingen görünmüş, bunun yerinde Türkeş olsaydı
direneceği ima edilmiştir.[4]diyen
Arslan Tekin boş beleş avuntu ve övüntüler peşindedir.
İlk bakışta Rahmetli Türkeşin cesaretli
ve dirayetli bir teklif yaptığı, ama Rahmetli Hocanın ürkek davranıp, buna
yanaşmadığı gibi bir algı oluşsa da; izan ve vicdan sahibi
insanlar, böylesi kulaktan dolma rivayetlere değil, fiili gerçeklere rağbet
etmeliydi. Önce ta o günlerde de defalarca belirttiğimiz gibi, Erbakan Hoca
yüksek sorumlu ve şuurlu bir devlet adamı tavrıyla, 28 Şubatı asıl tezgâhlayan
dış güçlerin arzuladığı bir, ordu millet kapışmasına, dindar-laik
kutuplaşmasına fırsat vermemek ve işte Mısırda yaşanan talihsizliklerin önüne
geçmek amacıyla; yani devletin ve milletin geleceği hatırına öyle ucuz
kahramanlıklara tevessül ve tenezzül etmemişlerdi. Ve ne denli haklı
olduklarını işte Mısır örneği kör gözlere bile göstermişti. Ve asıl önemlisi,
Türkeş gibi şahsiyetlere yakışan öyle özel görüşmelerde, gizli
temenni ve teklifler de bulunmak değil, parti olarak basın
toplantıları yaparak, güdümlerindeki Ülkü Ocakları ve bağlı sendikalar gibi yan
kuruluşları devreye sokarak seçimle iktidara gelmiş ve bir yıl bile
dolmadan oldukça hayırlı ve başarılı hizmetler üretmiş, dış politikada milli ve
haysiyetli atılımlar gerçekleştirmiş olan bir iktidara yönelik anti demokratik
ve gayrı milli girişimleri kınıyoruz, milli iradeye saygı bekliyoruz ve
iktidarı destekliyoruz! şeklindeki resmi ve etkili bir tavır
sergilemesiydi
Çünkü cesaret de, ciddiyet de samimiyet de, bunu
gerektirirdi!?
Agah Oktay Güner, gayzını kusuyordu!
15 Eylül 2013. Halk Tv. de Yaşar Okuyanın da
katıldığı programda Agah Oktay Güner, AKPnin tahribatlarını anlatırken: Bunların
babası Erbakan da, İsrail pilotlarının Konyada eğitilmesine izin verdi
şeklinde asılsız iftiralarla Rahmetli Hocaya gayzını kusmaktan çekinmemişti.
Maalesef marazlı tipler köhneleştikçe nifak hınçları ve hırsları da katmerleşirdi.
Oysa Siyonizme ve İsraile karşı cesaretli ve dirayetli tavrı ve gerçekçi
tedbir alışı nedeniyle dört partisinin kapatıldığını ve bütün ihtilallerin asıl
hedefi yapıldığını, zerre vicdanı olan herkes kabul etmekteydi. Ömür boyu sağcı
veya solcu olarak Siyonizme ve ABD zihniyetine hizmet vermiş tiplerin, şimdi
güya İsrail karşıtı sahte tavırları ve İslamiyeti de (bir hayat nizamı değil)
sadece aksesuar olarak istismarları da iyice sırıtıp asıl niyetlerini ve
tiyniyetlerini ele vermekteydi. Zaten Erbakan düşmanlıkları da, İslam şeriatına
(Kuranın hukuk kurallarına) olan gizli gıcıklıklarının bir neticesiydi.
Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz'in: “Elmüslimune
kerrecülil vahid-Müslümanlar tek bir kişi (yek vücud) gibidir“.
Mealindeki hadis-i şerifine dayanarak, tüm inananları ve mazlum insanları
temsilen siyaset meydanında mücadele veren Erbakan Hoca'ya ve dünya çapındaki
organizasyonuna “Tek kişilik ordu” tanımı uygun düşüyordu. Erbakan,
mağdur ve mazlum milyonların mümessili olarak hareket ettiği gibi, şuurlu ve
onurlu insanların her birisi de Hocalarını örnek alıyor, Milli Görüş davasına
omuz veriyordu. Ve nihayet Onun mübarek tabutunu omuzlarken bile aynı inanç ve
heyecanla hareket ediyordu. Haktan kaynaklanan, ahlaki değerler çizgisinde ve
değişmeyen doğrular çerçevesinde halkalanan bu tek kişilik ordunun her bir
ferdi, aynı olaya aynı gözle bakıyor, aynı sorunu aynı formülle çözüyor ve aynı
mutlu sonuca aynı kutlu projeyle yaklaşıyordu!.. Böylece vahdet, kuvvet ve şevket
oluşuyor; Velhasıl “fenavil ihvan ve “fenavil komutan” gerçeği
tezahür etmiş bulunuyordu.
Fenavil İhvan: Kendi nefsini din ve dava kardeşlerinin
hatırına feda etme, onların başarı ve mutluluğuyla sevinme ve şereflenme
fedakârlığı ve olgunluğuydu.
Fenafil Komutan ise; Ehliyet, İstikamet ve iyi niyet
sahibi Liderine tam teslimiyet ve sadakat gösterme, “Ey iman
edenler! Allah'a itaat edin. Resule itaat edin ve sizden olan emir-komuta
sahiplerine de (itaat edin)” (Nisa: 59) hükmüne riayet etme şuuru
ve sorumluluğuydu. Bir şairimizin ifadesiyle “Hepimiz birimiz,
birimiz hepimiz için” yaşama ve yarışma duygusuydu.
Özellikle, defalarca partilerinin kapatılmasından ve
döneklerin davalarını ve Hocalarını yalnız bırakıp kaytarmalarından sonra bile
bu “tek kişilik ordu”, kendi varlığını ve ağırlığını daha bir ortaya
koymuştu. Partilerinin kapatılması ve zayıf karakterlilerin ayartılması ile bu
camianın sadıklarının Hak bildiği yoldan dönmeyeceği kesinlik kazanmıştı. Bazı
ortak hevesler ve kutsal hedefler peşinde kalabalıkları geçici bir süre
coşturmak ve koşturmak belki kolaydı. Bunu bazen orta çaplı liderler bile
başarmaktaydı. Ama milletin hür iradesiyle birinci yapılmış ve iktidara
taşınmış bir parti kapatılırken, yani açıkça, şımarıkça ve üstelik ülkedeki
sabataist dönmeler ve masonik mahfiller tarafından büyük bir hakaret ve
haksızlığa uğratılmışken, yani her türlü tahribi ve taşkınlığı yapabilecek bir
ortama itilmişken ve nice profesyonel provakatörler böyle bir ortamı
değerlendirmek için çırpınırken, milyonlarca mensubu bulunan koca bir camiayı
böylesine bir sükûnet ve metanet içinde tutabilmek; çok yüksek bir tasarrufun
ve örnek bir ruhi terbiye olgunluğunun sayesinde mümkün olmaktaydı. Aynı
feraset ve metaneti gösteremeyenlerin kendilerini, çevrelerini ve ülkelerini,
ne tür belalara saldıklarını Mısır olayları ortaya koymaktaydı. Çünkü dava
lideri ucuz kahramanlıkların ve lüzumsuz kararların değil, uzun hesapların ve
uygun planların adamıydı!..
Ve işte bunun için bu “tek kişilik ordu”dan,
masonu, medyası, münafığı ve mafyasıyla tüm şeytan şebekelerinin ödleri
kopmaktaydı. Buna rağmen korkmayanlar ise henüz olayı ve olacakları
kavrayamadıklarından, kısaca ahmaklıklarındandı. Herhalde bunlar “cahil
cesur olur” takımındandı. OnlarErbakan gitti, korkumuz bitti sanıp
yanılmaktaydı.
Milli Görüş partilerinin, haksız ve dayanaksız
gerekçelerle kapatılmasını fırsat bilen, dışımızdaki bazı fesatçılar ve
aramızdaki bazı marazlılar, kendi hesaplarınca Erbakan'ı devre dışı bırakma,
yeni oluşumun dışında tutma ve güya Hoca'yı partiler üstü etkisiz ve yetkisiz
konuma çıkarma hesapları yapmışlardı… Türkçesi Hoca'yı “tenzilen
terfi” ettirerek veya “maaşına zam, işine son vererek “onursal
başkan yapma” partiyi Bülent Arınç gibi derin
döneklerin güdümüne alıp, AKPnin yedek lastiği konumuna sokma
hevesine kapılmışlardı. Bu zavallılar bilmiyorlar ve düşünmüyorlardı ki, Hoca
liderlik konumuna, Allah'ın lütfuyla ve kendi sa'yu gayretinin sonucuyla
ulaşmıştı. Öyle birilerinin himmet ve himayesiyle bu makama gelmemişti ki, yine
birilerinin hile ve hıyanetleriyle oradan indirilebilsindi… Oysa Erbakan
zahirde hangi makam ve mesuliyeti yükleneceğini kendisi bilir, kendisi karar
verirdi. Ama bilinmesi ve kabul edilmesi gereken bir gerçek vardı: O her zaman
tabii ve fiili liderdi ve rakipsizdi!..
12 Eylülden sonra da, dava kurmayı geçinen
Oğuzhan Asiltürk Erbakan Hoca'ya şu talihsiz teklifi götürmekten çekinmemişti: “Hocam
pek çok arkadaşımızın samimi bir arzusuna tercüman olarak, sizin artık
“manevi” başkanımız olmanızı temenni ediyoruz. Zira çok yoruldunuz ve
yıprandınız. Bizi perde arkasından yönetmeniz ve manevi başkanlığımızı
üstlenmeniz daha iyi olur diye düşünüyoruz!?”
Milli Görüş'ün bir tarikat değil, bir siyasi teşkilat
olduğunu unutan böylesi insanların, ne değer ölçülerimize ne de ülke
gerçeklerimize asla uygun olmayan bu tekliflerine Hoca, böylesi iddiaların
sahiplerinin gerçek niyetini ve kalplerinin röntgenini de gösteren şu hikmetli
cevabı vermişti: “Onlar beni manevi başkan değil, uhrevi başkan
yapmak istiyor!” Yani, siz beni diri diri mezara sokmak ve
milyonların hakkı bulunan, siyasi mirasımızdan bedava pay kapmak istiyorsunuz!, demek
istemişti.
Elbette Hoca makam sevdasıyla değil, mesuliyet
duygusuyla bunu söylüyordu; yoksa o isteseydi ve eğer inanç ve ideallerinden
taviz verseydi, daha 40 sene öncesinden başbakan ve cumhurbaşkanı olacağını
herkes biliyordu!.. Evet, hak etmediği ve hakkından gelemeyeceği bir makama
talip olmak haram olduğu gibi, ehliyetsiz ve emniyetsiz ellere geçtiğinde
davanın perişan edileceğini bile bile bu makamı başkasına terk etmenin büyük
bir vebal olduğunu, bizzat Kuranı Kerim ve Hz. Peygamberimiz haber veriyordu.
Allah aşkına, bütün ilim ve içtihat erbabının
ittifakıyla, bir liderde bulunması gerekli olan:
1- Ülkenin Ekonomik, ahlaki ve siyasi sorunlarını
çözmeye yetecek İLİM ve DİRAYET,
2- İç ve dış düşmanları tanıyacak ve tedbir alacak,
lehimize ve aleyhimize olan durumları değerlendirecek EHLİYET ve FERASET,
3- Toplumu ve teşkilatı adaletle yönetecek ve
istikamete yönlendirecek SİYASİ KABİLİYET,
4- Bu hizmetleri görmeye mani olacak sakatlık ve
hastalıktan uzak bir SAĞLIK ve GAYRET
gibi şartların hepsini hakkıyla taşımak hususunda
Erbakan'a alternatif olabilecek bir kişi yoktu, ama buna rağmen nice
nasipsizler Onun karşısına dikiliyordu.
Bu haklı durum karşısında marazlıların ortak cevabı şu
oluyordu: ya Hoca ölürse, ya ondan sonra?..” diye sorulup hedef
saptırılıyordu. Oysa bu insafsızlar ve vefasızlar bu tavrı takınırken Hoca hala
hayatta ve hizmetinin başında bulunuyordu… Tüm karanlık güçlerin korkulu
rüyası olmaya devam ediyordu. Ondan sonrası için de gerekli ve yeterli
tedbirler elbette ve her halde düşünülüyordu. Böyle müstesna bir lider henüz
hayatta ve görevinin başında iken ve üstelik çok çok başarılıyken ve kesin
hedefe doğru yürürken; “ille de bunu değiştirelim, yerine
yenilerini getirelim” düşüncesi, kesinlikle karanlık odaklardan
kaynaklanıyordu.
Elbette insanların yaşam süresi belirlidir ve kişiler
gelip geçicidir. Kalıcı olan değerli fikirler ve doğru prensiplerdir. Dinimiz,
davamız ve devletimiz inşallah kıyamete kadar bakidir. Ve yine unutulmasın ki
önemli görevlere kimlerin tayin ve tavsiye edileceği konusunda en başta hak
sahibi olan, yine o davayı temelden başlatıp başarıya taşıyan Liderlerdir.
Onlar sadece hayatları sırasında değil, vefatlarından sonrasında da gerekli
tedbirleri alacak kutlu şahsiyetlerdir. Evet, muazzam Milli Görüş camiası ve
muhterem hocası “tek kişilik ordu gibiydi”. Ve Erbakan bir
katrilyonun başında bulunan “1” yerindeydi. Elbette bir katrilyondaki
her rakam ayrı bir değerde ve ayrı bir önemdeydi. Ancak başlarındaki
“1”i kaldırdığımızda düşünün, gerisi ne haline gelecekti?
Bu konuyu İmam-ı Azam Hazretleriyle ilgili ibretli ve
hikmetli bir olayla bitirelim:
İkisi de uzun boylu olan İmam-ı Yusuf'la İmam-ı
Muhammed (R.A), Hocaları Ebu Hanife ortalarında bulunduğu halde medreseye
giderken, latifeyi seven İmam-ı Muhammed, İmam-ı Azam'ın kısa boylu olduğunu
ima ederek “Üstadım siz aramızda “LENA”nın “NUN”u
gibisiniz” diye takılıyordu. İmam-ı Azam ise şöyle cevap veriyordu:
“Ama o “NUN”u çıkarırsanız, geride “LA” kalır” .
Bilindiği gibi Arapçada “LENA” yazısında “LEM” uzun ortada
“nun” bir nokta ve nunu çeken “elif” yine uzundu. Ama
ortadaki “nun” çıkarılırsa geri kalan “LA” okunuyor ve hiç
hükmünde ve yok manasına geliyordu. İmam-ı Azam, Hocaları olmadan talebelerinin
kendi başına bir işe yaramayacaklarını latife yollu böyle anlatıyordu.
[1] Büyük Ortadoğu Girişimi Taslak Metni, Kudüs Dergisi,
El Hayat Gazetesinden Çeviri, Kış 2004, Sayı 4 S: 112-121
[2] Foster J.B. 'Emperyal Amerika ve Savaş, Cosmo
Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 39-45
[3] Milli Gazete / Burhanettin Can
[4] Yeniçağ / 16 04 2012