Anasayfa » Türkiye’ye Yeni Haçlı Kuşatması: ABD-YUNAN TATBİKATI VE PAPA’NIN IRAK ÇIKARMASII

Türkiye’ye Yeni Haçlı Kuşatması: ABD-YUNAN TATBİKATI VE PAPA’NIN IRAK ÇIKARMASII

Yazar: yonetici
0 Yorum 56 Görüntüleyen

Türkiye’ye Yeni Haçlı Kuşatması:

ABD-YUNAN TATBİKATI VE PAPA’NIN IRAK ÇIKARMASI

      

ABD’nin Batı Trakya’da ve Türkiye sınırına 30 km yakınlıktaki Dedeağaç ovasında ve Çanakkale Boğazı’nın karşı kıyılarında çok büyük bir askeri tatbikata hazırlanması… Aynı süreçte Papa’nın Irak’a bir ziyaret yapması ve özellikle Şii Lider Sistani ile buluşması… Ardından Barzani Kürt yönetimiyle devlet protokolüyle irtibatları, bize “Türkiye’ye yönelik, yeni bir Haçlı Seferi mi hazırlanmaktadır?” sorularını hatırlatmıştı. Öyle ya, Yunanistan’la Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında ciddi sorunlar yaşandığı bir ortamda güya NATO üyesi olan Yunanistan’da, NATO’nun patronu sayılan ve güya müttefikimiz olan ABD’nin, NATO’nun diğer üyesi Türkiye sınırında bu çapta bir askeri tatbikat yapmasını, hâlâ Türkiye için çok ciddi bir tehdit ve tehlike saymayan yönetici kadroların ve yine yandaş yorumcu ve yazar takımının gaflet ve cehaletten çok öte derin ve hain bir işbirlikçilik konumunda olduklarını artık söylememiz lazımdı. Ve hele tam böyle bir sırada, Papa’nın Irak ziyareti, Şii Sistani ve Barzani yönetimiyle görüşmeleri aslında ve açıkça, Türkiye’yi kuşatma hazırlığıydı.

Son bin yıllık tarihimiz boyunca, Selçukluların ve Osmanlıların Bizans’a ve Haçlı Batı’ya yönelik her sefer hazırlığı söz konusu olduğunda, Haçlı kâfirlerin sürekli Şii İran’ı kışkırtıp arkadan üzerimize saldırtması asla unutulmamalı ve bu bir tesadüf sanılmamalıydı. Lütfen hatırlayınız;

• İstanbul kuşatmasına hazırlanan Yıldırım Beyazıt’a karşı Timurlenk’in Anadolu’ya yollanmasını,

• Sultan Fatih’in İtalya seferi hazırlığı yaparken İran’da Uzun Hasan’ın ayaklanmasını,

• Yavuz Sultan Selim, Avrupa’yı hizaya sokmaya çalışırken İran’da Şii Şah İsmail’in Doğu Anadolu’da fesatlığa başlamasını, hep bu Haçlı-Şii ittifakının bir uzantısı olarak okumak lazımdı.

Mustafa Kemal’in denge siyasetiyle İran’la işbirliği yolları araması ve özellikle Erbakan Hoca’nın İran’ı öncelikle D-8 oluşumuna katması, Siyonist ve emperyalist oyunları bozan dâhi politikalardı ve tarihi atılımlardı. Ama maalesef 28 Şubat hıyanetiyle ve Dış Güçlerin marifetiyle yıktırılan Refah-Yol iktidarından sonraki hükümetler, tekrar Türkiye’nin kuşatılması tuzağına taşeronluk yapmışlardı…

Askeri Teçhizatları Taşıyan Amerikan Gemisi Dedeğaç’a Ulaşmıştı

Yunanistan ile ortak düzenlenecek tatbikat için askeri teçhizatı taşıyan ABD Bayraklı ARC Endurance isimli kargo gemisi, Texas Beaumont’tan yükünü aldıktan sonra Dedeağaç Limanı’na ulaşmıştı. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı Dedeağaç Limanı’nda, ABD Bayraklı ARC Endurance isimli kargo gemisinden ‘Black Hawk’ helikopterlerinin indirildiği saptanmıştı.

ABD’nin Yunanistan ile yapılan ortak tatbikatın ardından 30 adet ‘Black Hawk’ tipi saldırı helikopterlerinin Dedeağaç Dimokritos Havalimanı’nı merkez üs olarak kullanacağı açıklanmıştı. Dedeağaç Dimokritos Havalimanı Müdürü Stelios Zantanidis’in yerel medyaya yaptığı açıklamada, Şubat-Ağustos arasında havalimanını üs olarak kullanacak helikopterlerin, aynı zamanda yakıt ikmali ve bakımının da yine havalimanında yapılacağını vurgulamıştı. Dedeağaç Havalimanı Müdürü, ABD’nin; Amerikalı komutanlar için ofis ve idari alanlar talebinde bulunduğunu da hatırlatmıştı.

Bu hazırlıklar kime yönelik yapılmıştı?

ABD, Yunanistan’da Türkiye sınırına 30 kilometre mesafedeki Dedeağaç’a askeri yığınağını arttırmaya başlamıştı. Geçen sene bölgede bir deniz üssüne sahip olan ABD, şimdi de Dedeağaç’a yüzlerce askeri helikopter ve 1800 askeri araç konuşlandırmıştı. Amerikan ve Yunan ordularının, Dedeağaç ve İskeçe’de yapacakları ortak tatbikatın Osmanlı’daki Yunan isyanlarının 200. yıldönümüne denk gelmesi dikkat çeken bir ayrıntıydı.

ABD’nin, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’i kontrol etme stratejisi kapsamında Yunanistan’ı kendine bağlı bir askeri üsse dönüştürme planı hız kazanmıştı. ABD yönetimi geçtiğimiz aylarda ülkede bulunan 4 askeri üssü genişletme kararı almış ayrıca Türkiye sınırına 30 km uzaklıktaki Dedeağaç bölgesinde iki ülkenin savunma anlaşması kapsamında Amerikan güçlerine deniz üssü sağlanmıştı. Yunan medyasında çıkan haberlere göre ABD ordusu tatbikat kılıfı altında, yüzlerce askeri helikopter ve içinde zırhlıların da olduğu 1800 askeri aracı Dedeağaç bölgesine yığmaktaydı. Batı Trakya’da Yunanistan ile ABD arasında gerçekleştirilecek ortak tatbikat için Dedeağaç’a taşınan ABD ordusuna ait Apache’lerin de bulunduğu 145 helikopter ile yüzlerce askeri aracın, ‘Defender Europe 2021’ adlı tatbikatta kullanılacağı anlaşılmıştı. ABD’ye ait Endurance adlı kargo gemisiyle Dedeağaç Limanı’na gelecek olan askeri araçlara ilişkin paylaşılan detayda, “110 adet Black Hawks helikopterleri, 25 adet Apache tipi saldırı helikopteri, 10 adet Chinook ağır nakliye helikopteri ve ilk kez 1800’den fazla askeri araç bölgeye ulaşmıştı.

2021 Yunan İsyanının 200. Yılıydı

Türkiye sınırına oldukça yakın Dedeağaç’ta düzenlenecek tatbikatların, Osmanlı Devleti’ne karşı Yunan isyanının 200. yıldönümüne rastlayan bir dönemde gerçekleşecek olması amaçları hakkında soru işaretlerine yol açmıştı. ABD’nin Atina büyükelçisi geçen yıl yaptığı bir konuşmada, “Amacımız Yunan ordusunun kapasitesini artırmak.” ifadesini kullanmıştı. Geçen yıl, Dedeağaç’ta iki ülkenin anlaşması kapsamında ABD’ye deniz üssü tahsis edilmişti. Dedeağaç’a 101. ABD Hava İndirme Tümeni’ne ait Skorsky helikopterler ile askeri araçlar ve mühimmat indirilirken, üssün açılış törenine Yunanistan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopoulos, ABD’nin Atina Büyükelçisi Goeffrey Pyatt ile Dedeağaç’ta konuşlu Yunan 12. Mekanize Piyade Tümeni’nin Komutanı katılmıştı.

Boğazlara Alternatif Rota Oluşturmuşlardı!

Yunan Kathimerini gazetesi de Washington’un Dedeağaç’a altyapı yatırımlarıyla İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı’na alternatif bir rota oluşturmayı planladığı iddiasını yazmıştı. Yazıda, ABD’nin Dedeağaç Limanı’nı Karadeniz ve Kafkaslar ile bağlantı amacıyla kullanmayı planladığı, bu planların gerçekleşmesi halinde bölgede deniz taşımacılığı ve askeri nakliyatın doğasının değişeceği vurgulanmıştı.

ABD Savaş Gemileri Girit’e de Konuşlanmışlardı

ABD yalnız Dedeağaç’a değil, Doğu Akdeniz’i kontrol etmek amacıyla Girit Adası’na da yoğun askeri yığınaklara başlamıştı. Bu çerçevede “Yüzen askeri üs” diye nitelenen ABD donanmasının en büyük gemilerinden biri olan USS Hershel Woody Williams adlı savaş gemisi, kalıcı olarak Girit Adası’nın Suda Körfezi’ndeki ABD askeri üssüne demirlemiş durumdaydı. Geçen yıl Girit’i ziyaret eden eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geminin adada kalıcı olduğunu açıklamıştı. ABD’nin Saldırı Helikopterlerini Dedeağaç'ta Konumlandırması Türkiye’ye gözdağıydı. Yunanistan’ın Fransa ve İsrail’le artan dirsek teması da bu amaçlıydı.

Doğu Akdeniz krizinde Fransa ve İsrail ile dirsek teması halinde olan Yunanistan’ın bu yakın işbirlikleri elbette Türkiye’ye karşıydı. Fransa ile 18 Rafale savaş uçağı için anlaşma imzalayan Yunanistan, aynı zamanda İsrail ile de askeri işbirliğini artırmış ve 1000 km menzilli füze alımı anlaşması yapmıştı. Yunan Savunma ve Maliye Bakanlıkları, Yunan Askeri Araç Sanayii şirketinin (ELVO) İsrailli konsorsiyuma devrini, Türkiye'ye karşı savunma sanayini canlandırma ve güçlendirme çalışmalarıyla irtibatlandırmıştı. 

‘Lozan Barış Anlaşması’na göre asker bulundurulmaması gereken Dedeağaç’a üs kuran ve saldırı helikopteri konuşlandıran ABD’nin bu hamleleri Türkiye ile soğukluğun mesajıydı.’

Üs kurulan ve şimdi de 30 saldırı helikopterinin konuşlandırıldığı Dedeağaç’ın Türkiye’ye çok yakın olması sebebiyle, Lozan Barış Anlaşması’na göre askersiz bölge olması gerektiğine işaret eden uzmanlara göre: “Dedeağaç’ta asker bulundurulmaması lazımdı. Lozan Barış Antlaşması gereği sınırı 20-30 kilometre mesafe olan bölge askersizleştirilmiş bölge konumundaydı. Dedeağaç sınıra 30 kilometre mesafede, asker bulundurulmaması gereken bölge içerisinde kalmaktaydı. Bu durum Türkiye ile ABD arasında oluşan soğukluğun da önemli bir göstergesi sayılmaktaydı. Ama burada tanklar vardı, şimdi de 30 tane saldırı helikopteri konuşlandırılmıştı. Bu Skorsky ve Blackhawk helikopterleri; aslında ulaştırma araçlarıydı, fakat silahlandırılmış durumdalardı. Silahlandırılınca artık saldırı helikopterine dönüşüyorlardı. Demek ki ABD burasını kalıcı üs olarak kullanacaktı.”

‘ABD’nin Güney Kıbrıs’ı giderek silahlandırması, NATO üyeliğine hazırlaması anlamını taşımaktaydı! Yetmez, ABD’nin de katılmasıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu daha da güçlendirilerek, Türkiye’ye karşı cephe oluşacaktı!’

Yunanistan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte davranmaktaydı. ABD de bu foruma katılmak için başvuruda bulunmuştu. Bu forumda Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya, Ürdün vardı, ama forum ABD’nin katılımıyla daha da güçlenmiş olacaktı. Böylece Türkiye’ye karşı bir cephe oluşacaktı. İsrail Türkiye’ye de katılma çağrısı yapıyor ama Türkiye Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni bir devlet olarak tanımamaktaydı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin bulunduğu bir foruma dahil olmak, onun fiilen tanınması anlamını taşırdı.

‘Türkiye’ye ‘sözde stratejik ortak’ diyen ABD, CAATSA yaptırımlarıyla da Türkiye’yi hasım olarak gördüğünü açığa vurmaktaydı.’

ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Anthony Blinken’in Türkiye’yi ‘sözde stratejik ortak’ olarak nitelendirip, Yunanistan’a ‘anahtar müttefik’ demesi, ABD’nin Türkiye’ye bakışını yansıtmaktaydı. “Bunun için Türkiye; Suriye, Libya, Karadeniz, Güney Kafkasya ve Doğu Akdeniz cephelerinde ABD ile stratejik ortak olacak şekilde işbirliğini artırması aslında Türkiye için bir tuzaktı. ABD’nin hasımları için uyguladığı CAATSA yaptırımları, Türkiye’ye de uygulanmıştı. ABD bu yaptırımları düşman olarak kabul ettiği Çin, Rusya, İran ve Kuzey Kore’ye uygulamaktaydı. O zaman ABD şu an itibariyle Yunanistan’ın yanında, Türkiye’nin karşısında ve NATO ittifakı içerisinde yer alan Türkiye’yi hasım olarak gören bir ülke konumundaydı. Zaten ABD hiçbir zaman Türkiye’nin ne stratejik ortağı ne de müttefiki olmamıştı. Bu sebeple Türkiye, izleyeceği denge politikalarında ABD’nin özellikle Suriye ve Libya’da atacağı adımları dikkatlice izlemesi ve tuzağa düşmemesi lazımdı.”

Putin'den Yunanistan'ın Davetine Olumsuz Yanıt Şaşırtmıştı!

Doğu Akdeniz'de gerilimi tırmandıran ve silahlanmaya devam eden Yunanistan; 25 Mart Bağımsızlık Günü törenlerine davet ettiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in “olumsuz” yanıtı ile hayal kırıklığına uğramıştı. Kremlin sözcüsü Dmitry Peshkov, yaptığı açıklamada, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 25 Mart 2021 yılında bağımsızlığının 200’üncü yılını kutlayacak olan Yunanistan’daki askeri geçit törenine davet edilmesine rağmen, “Atina’yı ziyaret etme planı olmadığını” vurgulamıştı.

Atina, ABD Savaş Arabasına Bağlanmıştı!

Yunan medyası Putin’in tavrını gazetelerin ön sayfasına taşımıştı. Ta Nea gazetesi web sitesinde yayınladığı haberinde; “Çıkarlar çok büyük. Jeopolitik olarak, Amerika ve Rusya arasında neredeyse doğrudan çatışmaya kadar gidebilir. Sadece Yunanistan ile sınırlı değiller” yorumunda bulunmuşlardı.

Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Doğu Makedonya ve Trakya Bölge Komitesi Sekreteri Dionisis Kladis, konuya ilişkin: “Onlar, bu tatbikatla askeri eylem oluşturuyor. Halihazırda Amerikalıların silahı Rusya’ya yöneltilmiş durumda. Çin’e de bir mesaj veriliyor, çünkü bölgedeki etkisi güçleniyor. Toplumun, bölgemizi çıkar çatışmalarının hedefi haline getirme girişimine tepkisini dile getirmek istiyoruz. Helikopterler ve zırhlı araçlar dahil en büyük askeri teçhizatın bölgemizden geçmesi bekleniyor. Nihai amaç, Rusya ile sınırdaki tatbikata katılım sağlamasıdır. Bu Yunanistan’ı hedef haline sokacaktır… Onlarca ABD ve NATO askeri, evlerin önündeki ve Meriç nehri yakınındaki yollarda tatbikat yapacaktır. Amerikalılara misilleme olursa biz ve çocuklarımız hedef haline geleceğiz. Bu yüzden onların burada olmasına karşıyız” sözleriyle endişelerini aktarmıştı.

Papa’nın Irak ziyareti, Yeni Haçlı Kuşatmasının diğer ayağıydı!

Papa Francis; Milenyum’da (Şubat 2000’de) Irak’ı ziyaret etmek isteyen ancak Saddam’ın engellemesiyle bu ziyareti erteleyen önceki Papa II. Jean Paul’un hayalini gerçekleştirmiş olmaktaydı. 2003 Amerikan işgali öncesinde Asuri, Kildani ve Süryani kökenli Hristiyanların sayısı 1.5 milyon civarındaydı. İşgal sırasında ve sonrasında Irak’ta yaşanan kanlı çatışmaların korkusuyla çok sayıda Hristiyan ülkeden kaçınca, bu sayı 300 bine gerilemiş durumdaydı. Haziran 2014’te IŞİD’in Musul ve diğer kentleri işgal etmesi, tarihi kiliseleri yakıp yıkması ve Hristiyanları hedef almasıyla şimdi bu sayı 150 bin kadardı. Dini lider Sistani’nin Şiilere; “Hristiyanları koruyun ve Musul’u IŞİD’ten kurtarın” çağrısını yerine getiren yüz binlerce Şii milis (Haşdi Şabi) olmasaydı, bugün belki de bu ülkede hiçbir Hristiyan kalmayacaktı. Çünkü Suriye’de olduğu gibi Kaide, IŞİD, NUSRA ve benzeri ruh hastası örgütlerin hedefinde Alevi ve Şiiler’den sonra Hristiyanlar vardı.

Şubat 2018’de BAE’yi ziyaret ederek “Dinlerarası Diyalog” vurgusu yapan Papa Francis, şimdi de Sistani buluşmasıyla nüfusunun çoğunluğu Şii olan Irak ziyaretiyle komşu İran ve dünya Şiilerini önemsediğini göstermeye çalışmaktaydı. Kasım 2018 ve Ocak 2020’de Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih’le Vatikan’da bir araya gelen Papa, “Bana İbrahim Peygamber’in sülalesinden olduğumu hissettirecek Irak vatandaşlığı vereceğini umuyorum” diyerek Ur’a verdiği önemi anlatmaya çalışmıştı. İsrail’le BAE ve Bahreyn’i buluşturan ve imzalanan anlaşmalara “Abraham Barış Anlaşması” adını koymuşlardı.

Papa 84, Sistani 90 yaşındaydı. Maske ve mesafe kurallarına uymadan bir görüşme yapılmıştı. Bir Papa ilk kez Irak ziyaretine çıkmıştı. 1999'da dönemin Papa'sı da gidecekti fakat dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin, bu ziyarete mani olmuşlardı. O tarihte Sistani, Necef'teki evinden dışarı çıkamıyordu. Çünkü Saddam buna izin vermiyordu. Ama Saddam öleli 15 yıl oldu. Bugünün Papa'sı aradan yıllar geçtikten sonra Irak'a gidiyor ve Sistani'yi Necef'teki evinde ziyaret ediyordu!? Papa'nın Irak ziyaretinde Şii liderler arasında sadece onu ziyaret etmesi, Sistani'nin Şiilerin lideri olduğunun ilanı olarak yorumlanmıştı. BAE kontrolüne tâbi olmayan çoğunluktaki Dünya Müslüman Alimler Birliği ve onun başkanı Yusuf el Kardavi ile İran'ın dini otoritesi Ayetullah Hamaney'in Papa'nın oluşturduğu denklemin dışında kaldıkları anlaşılmaktaydı. Papa-Sistani görüşmesinde Türkiye'yi de ilgilendiren bir detay vardı. Türkiye'nin Irak'ta PKK ile mücadele ederken en çok önem verdiği bölge Sincar’dı. Sincar'da PKK teröristleri ile Haşdi Şabi teröristleri bulunmaktaydı. Üstelik Papa, Sistani'nin yanı sıra Sistani'nin fetvasıyla kurulan ve şu an Sincar'da PKK teröristleriyle kol kola olan Haşdi Şabi teröristleriyle de buluşmuşlardı. Haşdi Şabi'nin Hristiyan kolu olan İncil Tugaylarının elebaşı Reyyan Keldani'ye kendi tespihini armağan ettiği ortaya çıkmıştı.

Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis'in Irak'ta Şiilerin en büyük dini mercii olan Ali es-Sistani ile güya insanlığın günümüzde karşı karşıya olduğu büyük zorlukları görüşüp barış çağrıları yapmışlardı. Vatikan'dan yapılan açıklamaya göre tarihi görüşmede, Irak'taki farklı dini gruplar arasındaki diyalog çalışmaları da ele alınmıştı. Papa, “Irak'ın, bölgenin ve tüm dünyanın iyiliği için farklı dinler arasında karşılıklı saygı ve diyaloğun beslenmesinin önemini” vurgulamıştı. Papa ayrıca El Sistani'ye, son yıllarda yaşanan şiddet olayları ve güçlükler sırasında “en zayıf durumdakileri, zulme uğrayanları savunduğu” için şükranlarını aktarmıştı. Papa Francis, Bağdat'ta Başbakan Mustafa el-Kazımi ve Cumhurbaşkanı Berhem Salih ile de birebir görüşme yapmışlardı. Katoliklerin ruhani lideri, Bağdat'ta Seyyidet'ül Necat Kilisesi'ni de ziyarette bulunmuşlardı. Papa, Necef sonrası Nasiriye'deki antik Ur kentine de uğramıştı.

Katolik-Şii Yakınlaşması; Yeni Haçlı Savaşı’nın Ön Hazırlığı mıydı?

Ziyaret aylar öncesinden planlanmaya başlanmıştı. Papa, Sistani’nin evine geldiğinde Iraklı yetkililer, gökyüzüne beyaz güvercin bırakmışlardı. 50 dakika süren görüşmede daha çok Sistani’nin konuştuğu aktarılırken, Vatikan’dan; “Papa, dini topluluklar arasında işbirliği ve dostluğun önemine dikkat çekti” açıklaması yapılmıştı. Sistani ise; “Dini ve ruhani liderlik, bölgemizdeki trajedileri durdurmada büyük rol oynamalı” mesajını aktarmıştı.

Papa daha sonra Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’ın din büyüğü saydığı Hz. İbrahim’in doğduğu antik Ur kentini ziyaret etmiş ve burada dinler arası etkinliğe katılıp, birlik ve beraberlik edebiyatı yapmıştı. Ancak etkinlikte Yahudi dininden temsilciler olmadığı anlaşılmıştı.

Papa’nın Necef’te nüfuzu Irak sınırlarını aşan ve Şii mezhebinde en yetkin Ayetullahlara verilen merci-i taklid konumundaki Sistani ile görüşmesi de Şiilikle Katolik kilisesi arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik bir adımdı.

Papa’nın Ortadoğu temasları kapsamında ziyaret ettiği Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Papa’nın ziyaretine binaen pul bastırmıştı. Bastırılan pulda Papa’nın figürüne yer verilirken, başının arkasında SKANDAL bir harita dikkatlerden kaçmamıştı. Bastırılan hatıra pulunda Papa'nın başının üzerinde bulunan haritada Hatay, Sivas, Erzurum, Kars gibi birçok ilimiz, sözde Büyük Kürdistan haritasına katılmıştı.

PKK’nın, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik bir terör örgütü olduğu açıktı. Ancak Kuzey Irak Bölgesel yönetiminin de benzer bir planı Papa’nın ziyareti münasebetiyle bastırdığı ve Papa figürünün arkasına gömülmüş haritada göstermiş olması; Erdoğan iktidarının oluşumuna dolaylı katkı sağladığı, bugün bile bir nevi devlet statüsüyle yaklaştığı Barzani Yönetiminin PKK ile aynı şeytani amaçları taşıdıklarının kanıtıydı.

Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Lütfullah Göktaş, Papa'nın Irak Ziyaretini Yorumlamıştı

Türkiye’nin Vatikan Büyükelçisi Lütfullah Göktaş, Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis’in Irak ziyaretinin bölgenin istikrarına olumlu katkı sağlayabileceğini, böyle bir durumun Türkiye’yi memnun edeceğini açıklamıştı. “Ruhani liderin zor bir dönemde böyle bir seyahati gerçekleştirdiğine” işaret eden Göktaş, “Papa Francis'in, tüm zorluklara rağmen Irak’ın davetine icabet etmesi, bu ziyarete ne denli önem verildiğini gösteriyor. Bu ziyaret, Papa’nın son derece kararlı ve ısrarlı olması sayesinde gerçekleşiyor. Bu ziyaret, Irak’a her açıdan bir moral aşılayacak. Papa’nın Katoliklerin ruhani lideri olması hasebiyle ziyaretin dini boyutu, tabii ki daha ağır basıyor.” ifadesini kullanmıştı. Göktaş, Türkiye'nin bölgesinde istikrardan yana olduğuna işaret ederek, şunları vurgulamıştı:

“Irak, şimdi deyim yerindeyse; yaralarını sarma, toplumsal huzuru yeniden yakalama uğraşında. Papa'nın ziyareti, bu sürece hakikaten olumlu bir katkı sağlayabilir. Türkiye olarak bizler, bölgemizin huzur ve istikrarından yanayız. Başta DEAŞ ve PKK olmak üzere, terörle mücadelede elimizi taşın altına koymaktan çekinmememizin sebebi de budur. Papa'nın ziyaretinin sorunsuz ve başarılı geçmesini temenni ediyoruz. Bölgenin huzur ve istikrarına katkı sağlayacak her gelişme bizleri memnun eder.”[1]

Foreign Policy’e göre bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail belirlemeye çalışmaktadır.

(Not: Foreign Policy yayınlanan akademik bir dergi olup küresel politika, ekonomi ve entegrasyon konularını ele almaktadır. Fareed Zakaria, Samantha Power, Francis Fukuyama gibi uluslararası tanınan kişiler dergide yazı yazmaktadır. Foreign Policy 2005 ve 2008 yılında ilk 100 entelektüel listesini yayınlamıştır. 2005 Dünyanın ilk 100 entelektüeli listesinde Noam Chomsky birinci sırayı alırken, 2008 yılı listesinde Fetullah Gülen 1. sıraya alınmıştır. Ayrıca 2008 yılı listesinde Orhan Pamuk’un 4. kişi seçildiği hatırlanacaktır.)

Amerikan Foreign Policy'de çıkan analizde, Orta Doğu'da Arapların devrinin artık bittiği ve bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail arasındaki güç mücadelesinin belirleyeceği vurgulanmıştı. Son yılların en çarpıcı tespitlerinin olduğu makalede, bölgedeki tüm gelişmeler, sorunlar ve çekişmeler detaylı olarak ele alınmıştı. Tahran doğumlu ve İran-ABD ilişkileri ile Orta Doğu konusunda uzmanlaşmış siyaset bilimci Seyyed Vali Reza Nasr, Orta Doğu ile alakalı son yılların en çarpıcı yazılarından birini hazırlamıştı. Yazısında geçmiş ve yakın dönemlerde İslam coğrafyasında yaşanan çatışmalara, savaşlara değinen yazar, ABD'nin bölgedeki nüfuzunun kısa tarihini anlatmıştı. Bölgedeki dengelerin değiştiğini ve gücün belli ülkeler üzerinde biriktiğine değinen Reza Nasr, “Orta Doğu'yu şekillendirme olasılığı en yüksek olan rekabet artık Arap devletleri ile İsrail veya Sünniler ile Şiiler arasında değil, Arap olmayan üç rakip arasındadır. Orta Doğu'nun bir sonraki çatışmaları İran ve Arap ülkeleri arasında olmayacaktır. Bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail arasındaki güç mücadelesi belirlemiş olacaktır.” ifadelerini kullanmıştı.

“Arap-İsrail Barış Anlaşması Türkiye'ye Karşı Bir Kalkandır!”

BAE'nin ve diğer Arap ülkelerinin İsrail ile anlaşmasına değinen İranlı Reza Nasr: “Abu Dabi, İsrail ile tarihi bir barış anlaşması yapmak için İran'ı tehdit olarak öne çıkardı. Ancak bu barış mutabakatı, İran'a olduğu kadar Türkiye'ye karşı da bir kalkandır!” itirafında bulunmuşlardı!.. Evet işte Papa’nın Irak ziyareti ve Şii Lider Sistani görüşmesi de, aslında Türkiye’ye karşı yeni bir Haçlı-Şii ittifakının alt yapı hazırlığıydı!

İran'ın amaçlarının artık herkes tarafından net bir şekilde bilindiğini ve bunun sürpriz bir şey olmadığını söyleyen İranlı akademisyen, asıl dikkat edilmesi gereken gücün Türkiye olduğunu vurgulayıp:

“İran'ın hedefleri herkes tarafından biliniyor. Yeni olan, Türkiye'nin çok daha geniş bir bölgede öngörülemez bir istikrar bozucu olarak ortaya çıkmasıdır. Kendisine Batı'da bir gelecek tasavvur etmeyen Türkiye, artık İslami geçmişini daha kararlı bir şekilde öne çıkarmıştır. Türkiye'nin hırsları artık hesaba katılması gereken bir güç halini almıştır. Örneğin, Türkiye şu anda Suriye'nin bazı kesimlerini işgal ediyor ve Irak'ta nüfuz sahibi. Kendilerini Libya iç savaşına soktular ve Kafkasya'da Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ anlaşmazlığına kararlı bir şekilde müdahale ettiler. Ankara'daki yetkililer ayrıca, Afrika Boynuzu ve Lübnan'da da etkin.” sözleriyle aslında, Haçlı Batı’nın, İran ve İsrail’le birlikte Türkiye’ye karşı ortak tavır alması gerektiğini hatırlatmıştır.

Reza Nasr; İsrail, İran ve Türkiye'nin bölgede “güvenlik nedenleri” gerekçesiyle bazı adımlar attıklarını, bu hamlelerin altında ekonomik çıkarların da yattığını söyleyip, Tahran'ın Irak pazarında, Tel Aviv ile Ankara'nın ise Doğu Akdeniz gaz sahalarını kontrol etme hedefleri olduğunu hatırlatmıştı.

Türkiye’ye düşmanlığa “Rusya Tehlikesi” kılıfı!

“Suriye'de olduğu gibi Kafkasya'da da Türkiye ve İran'ın çıkarları Rusya'nınkilerle iç içe geçmiş durumda” diyen Nasr, “Kremlin'in Orta Doğu'ya olan ilgisi, yalnızca Libya, Suriye ve Dağlık Karabağ'daki çatışmalarda değil, aynı zamanda OPEC'den Afganistan'a kadar diplomatik sahnede de genişliyor. Moskova, bölgenin tüm kilit aktörleriyle yakın bağlarını sürdürüyor. Avantajlarını genişletmek için denge politikası izliyor. Orta Doğu'dan tam olarak ne istediği konusunda bir belirsizlik var, ancak ABD'nin ilgisinin azalmasıyla, Moskova bu bölgenin geleceğini şekillendirmede çok büyük bir rol oynamaya hazırlanıyor” diyerek Haçlı Batı’yı ve İran’ı Türkiye’ye karşı kışkırtmaktaydı.

Yazısında; İsrail'in de Arap dünyası üzerindeki nüfuzunu genişletmek için adımlar attığı, Trump döneminde Suriye toprakları olan Golan Tepelerinin Tel Aviv'e verildiği, Batı Şeria'nın bazı kısımlarının işgale uğramaya devam ettiğini belirterek:

“Arap ülkeleri İran ve Türkiye'ye karşı İsrail ile ittifak yaparak, ABD'nin bölgeye karşı azalan ilgisi karşısında İsrail'i ‘koltuk değneği’ olarak görüyor. Ayrıca Tahran ile Tel Aviv arasındaki gerginlik Suriye'de devam ediyor, son olarak da İranlı nükleer fizikçi Fahrizade öldürülmüş bulunuyor” diyen Reza Nasr sözü tekrar Türkiye'ye getirerek şu ifadeleri kullanmıştı:

“Türkiye'nin İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile ilişkileri yıllardır kötüye gidiyor. İran'ın İsrail'e karşı Hamas'ı desteklemesi gibi, Türkiye de Müslüman Kardeşler'i destekleyerek Arap yöneticileri kızdırıyor. Irak, Lübnan, Katar, Libya, Suriye ve Afrika Boynuzu'na uzanan Türkiye'nin kararlı duruşu, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'ın izlediği politikalarla doğrudan çatışıyor. Tüm bunlar, Orta Doğu'daki itici gücün artık ideoloji veya din değil, eski moda realpolitik olduğunu gösteriyor.” yorumlarını yapmıştı.

İran Asıllı Reza Nasr:

“İsrail-Suudi Arabistan-BAE pozisyonunu güçlendirirse Katar ve Umman gibi kendisini tehdit altında gören ülkeler Türkiye ve İran'a güvenebilir” diyen Nasr, “İsrail ile Arap ülkelerinin birlikteliği, İran ve Türkiye'ye ortak hareket etme fırsatı verse de Türkiye'nin Kafkasya ve Irak'taki tutumu Tahran için endişe verici hale gelebilir. Türkiye'nin Azerbaycan'a askeri desteği, İsrail'in Bakü'ye verdiği destek ile aynı çizgide ve İran, BAE ve Suudi Arabistan'ı endişelendiriyor” ifadelerini kullanarak, bölgede birbiriyle örtüşen bu rekabetlerin ve taktiksel ittifakların, daha da öngörülemez hale gelebileceğini vurgulayıp böyle bir durumda, Rusya ve Çin'in bölgeye müdahalesinin dengeleri değiştirebileceğini hatırlatmıştı.[2]

Hulusi Akar’ın Kararlı Tavrı!

Bakan Akar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının fiili planlı tatbikatının jenerik bir senaryoda gerçekleştirildiğini belirterek, şunları vurgulamıştı:

Yunanistan’ın iki ülke arasındaki sorunları Türkiye-Avrupa Birliği veya Türkiye-ABD sorunu gibi yansıtmaya çalıştığını ancak bunların beyhude çabalar olduğunu ifade eden Akar, “Yapılan bu iş hiçbir şekilde hukuki, ahlâki değil. Bizim kimsenin toprağında, hakkında ve hukukunda gözümüz yok. Bizim tek derdimiz; hukuk çerçevesinde egemenlik haklarımızı ve kendi hak, alaka ve menfaatlerimizi korumak ve kollamaktır. Biz tüm komşularımızın egemenlik haklarına, toprak bütünlüğüne saygılıyız. Fakat diğer taraftan da kendi hak, alaka ve menfaatlerimizi hiçbir şekilde çiğnetmedik, çiğnetmeyeceğiz. Bu konuda bugüne kadar yapılması gereken ne varsa yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullanmıştı. 

Mısır’ın Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arama ihalesini Türkiye’nin daha önce ilan ettiği ve BM’ye bildirdiği sınırlara saygılı olarak yapmasına yönelik de değerlendirmelerde bulunan Bakan Akar, şunları aktarmıştı:

“Bu çok önemli bir gelişme, bunun devam etmesini bekliyoruz. Mısır ile bizim tarihsel, kültürel birçok ortak değerimiz var. Bunların aktive olmasıyla önümüzdeki günlerde farklı gelişmeler olabilir diye değerlendiriyoruz. Zaten Mısır’ın aldığı bu kararın, bizim deniz yetki alanlarımıza saygı duyularak yapılan bu çalışmaların, bizim çalışmalarımıza uygun olduğu kadar, Mısır halkının da hak ve menfaatinin yararına olduğunun da bilinmesini istiyorum. BM’ye beyan ettiğimiz deniz yetki alanları sınırlarımızla uyumlu bir şekilde Mısır’la da anlaşma, sözleşme, mutabakat muhtırası gibi çalışmaların önümüzdeki dönemde olabileceğini değerlendiriyoruz. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımız gerekli çalışmaları ilgili, kurum, kuruluş ve bakanlıklarla koordineli şekilde sürdürüyor. Bu çalışmalar yapılmakta ve bunların da olumlu sonuç vermesini bekliyoruz.”

Kıbrıs’ın, Türkiye’nin milli bir meselesi olduğunu vurgulayan Bakan Akar“Bizim Türkiye olarak 1974’teki bakışımız neyse şu anda da hepimiz aynı noktada, aynı anlayış içindeyiz. Bunu da herkesin bilmesi lazım” diye uyarmıştı. Türkiye’nin Kıbrıs’ta garantör olduğunu belirten Bakan Akar, “Garantörlük anlaşması çerçevesinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının varlığını yanlış yerlere çekmenin kabul edilemez olduğunu, bu mevcudiyetin de uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini tüm muhataplarımıza hatırlatmak istiyorum. Yapılan çarpıtmaların, gerçeği yansıtmayan açıklama ve girişimlerin Rum tarafına ve Yunanlara fayda sağlamadığını da bilmeleri gerek. Rumların bu uzlaşmaz tutumlarından bir an önce vazgeçmeleri ve oradaki Türk varlığını kabul etmeleri lazım. Onların egemen ve eşit unsurlar olduklarını bilmeleri lazım. Bu konuda AB’nin de stratejik körlüğünün sona ermesini temenni ediyoruz. Oradaki gelişmeler maalesef tek gözlükle, Rum gözlüğüyle görülmektedir. Bu da kesinlikle uluslararası hukuka ve gerçeklere uygun değil.”

“Ada’da artık tek çıkış yolunun iki devletli çözüm olduğunu herkesin görmesi lazım” diyen Bakan Akar, “bir an önce bunun gerçekleşmesinin önemine” değindiÜçüncü tarafların da bu konuda objektif olmasının önemini vurgulayan Akar, “Dost ve müttefiklerimizin buradaki gelişmeleri, sorunları akıl-mantık çerçevesinde değerlendirmeleri, konulara duygusallıktan, tarafgirlikten uzak, objektif bakmaları lazım. AB’nin bu konuda bir taraf olmaktan çıkıp bir arabulucu rolünde sorunun çözülmesine katkı sağlamasını da bekliyoruz” diyen Akar, Türkiye’nin 500 yıllık tarihi kardeşlik bağları bulunan Libya halkının haklı davalarında desteğe ve iş birliğine devam edeceğini belirterek, “Tek millet, iki devlet olduğumuz Azerbaycanlı kardeşlerimizle de tek yürek olmaya ve tüm imkânlarımızla yanlarında bulunmaya devam edeceğiz” ifadesini kullanmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde, Mavi Vatan’da ve onun semalarında faaliyetlerinin yanı sıra BM, NATO, AB, AGİT ve ikili anlaşmalar kapsamındaki görevlerini başarıyla yerine getirdiğini belirten Akar:

“Asil milletimizin bağrından çıkan TSK, akıl ve bilim ışığında, anayasa çerçevesinde, yasalar ve Sayın Cumhurbaşkanımızın direktifleri doğrultusunda, sıralı amir ve komutanların emir ve komutasında, milletinin emrinde, görevinin başındadır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Peygamber ocağı ordumuz asil Türk milletinin sevgisi, güveni ve duasından aldığı güçle, görevini 'ölürsem şehit kalırsam gazi' anlayışıyla ciddiyet ve samimiyetle yerine getirmeye devam edecektir.” diyerek sözlerini, “Barbaros’un torunları denizleriniz sakin, pruvanız neta, yolunuz, bahtınız açık olsun!” şeklinde tamamlaması ise anlamlıydı!

 

 


[1] Hürriyet / 5.3.2021

[2] Haber7.com / 06.03.2021














BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi