Türkiyeye Yeni Haçlı Kuşatması:
ABD-YUNAN TATBİKATI VE PAPANIN IRAK ÇIKARMASI
ABDnin Batı Trakyada ve Türkiye sınırına 30 km yakınlıktaki Dedeağaç ovasında ve Çanakkale Boğazının karşı kıyılarında çok büyük bir askeri tatbikata hazırlanması Aynı süreçte Papanın Iraka bir ziyaret yapması ve özellikle Şii Lider Sistani ile buluşması Ardından Barzani Kürt yönetimiyle devlet protokolüyle irtibatları, bize Türkiyeye yönelik, yeni bir Haçlı Seferi mi hazırlanmaktadır? sorularını hatırlatmıştı. Öyle ya, Yunanistanla Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz konularında ciddi sorunlar yaşandığı bir ortamda güya NATO üyesi olan Yunanistanda, NATOnun patronu sayılan ve güya müttefikimiz olan ABDnin, NATOnun diğer üyesi Türkiye sınırında bu çapta bir askeri tatbikat yapmasını, hâlâ Türkiye için çok ciddi bir tehdit ve tehlike saymayan yönetici kadroların ve yine yandaş yorumcu ve yazar takımının gaflet ve cehaletten çok öte derin ve hain bir işbirlikçilik konumunda olduklarını artık söylememiz lazımdı. Ve hele tam böyle bir sırada, Papanın Irak ziyareti, Şii Sistani ve Barzani yönetimiyle görüşmeleri aslında ve açıkça, Türkiyeyi kuşatma hazırlığıydı.
Son bin yıllık tarihimiz boyunca, Selçukluların ve Osmanlıların Bizansa ve Haçlı Batıya yönelik her sefer hazırlığı söz konusu olduğunda, Haçlı kâfirlerin sürekli Şii İranı kışkırtıp arkadan üzerimize saldırtması asla unutulmamalı ve bu bir tesadüf sanılmamalıydı. Lütfen hatırlayınız;
İstanbul kuşatmasına hazırlanan Yıldırım Beyazıta karşı Timurlenkin Anadoluya yollanmasını,
Sultan Fatihin İtalya seferi hazırlığı yaparken İranda Uzun Hasanın ayaklanmasını,
Yavuz Sultan Selim, Avrupayı hizaya sokmaya çalışırken İranda Şii Şah İsmailin Doğu Anadoluda fesatlığa başlamasını, hep bu Haçlı-Şii ittifakının bir uzantısı olarak okumak lazımdı.
Mustafa Kemalin denge siyasetiyle İranla işbirliği yolları araması ve özellikle Erbakan Hocanın İranı öncelikle D-8 oluşumuna katması, Siyonist ve emperyalist oyunları bozan dâhi politikalardı ve tarihi atılımlardı. Ama maalesef 28 Şubat hıyanetiyle ve Dış Güçlerin marifetiyle yıktırılan Refah-Yol iktidarından sonraki hükümetler, tekrar Türkiyenin kuşatılması tuzağına taşeronluk yapmışlardı
Askeri Teçhizatları Taşıyan Amerikan Gemisi Dedeğaça Ulaşmıştı
Yunanistan ile ortak düzenlenecek tatbikat için askeri teçhizatı taşıyan ABD Bayraklı ARC Endurance isimli kargo gemisi, Texas Beaumonttan yükünü aldıktan sonra Dedeağaç Limanına ulaşmıştı. Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı Dedeağaç Limanında, ABD Bayraklı ARC Endurance isimli kargo gemisinden Black Hawk helikopterlerinin indirildiği saptanmıştı.
ABDnin Yunanistan ile yapılan ortak tatbikatın ardından 30 adet Black Hawk tipi saldırı helikopterlerinin Dedeağaç Dimokritos Havalimanını merkez üs olarak kullanacağı açıklanmıştı. Dedeağaç Dimokritos Havalimanı Müdürü Stelios Zantanidisin yerel medyaya yaptığı açıklamada, Şubat-Ağustos arasında havalimanını üs olarak kullanacak helikopterlerin, aynı zamanda yakıt ikmali ve bakımının da yine havalimanında yapılacağını vurgulamıştı. Dedeağaç Havalimanı Müdürü, ABDnin; Amerikalı komutanlar için ofis ve idari alanlar talebinde bulunduğunu da hatırlatmıştı.
Bu hazırlıklar kime yönelik yapılmıştı?
ABD, Yunanistanda Türkiye sınırına 30 kilometre mesafedeki Dedeağaça askeri yığınağını arttırmaya başlamıştı. Geçen sene bölgede bir deniz üssüne sahip olan ABD, şimdi de Dedeağaça yüzlerce askeri helikopter ve 1800 askeri araç konuşlandırmıştı. Amerikan ve Yunan ordularının, Dedeağaç ve İskeçede yapacakları ortak tatbikatın Osmanlıdaki Yunan isyanlarının 200. yıldönümüne denk gelmesi dikkat çeken bir ayrıntıydı.
ABDnin, Ege Denizi ve Doğu Akdenizi kontrol etme stratejisi kapsamında Yunanistanı kendine bağlı bir askeri üsse dönüştürme planı hız kazanmıştı. ABD yönetimi geçtiğimiz aylarda ülkede bulunan 4 askeri üssü genişletme kararı almış ayrıca Türkiye sınırına 30 km uzaklıktaki Dedeağaç bölgesinde iki ülkenin savunma anlaşması kapsamında Amerikan güçlerine deniz üssü sağlanmıştı. Yunan medyasında çıkan haberlere göre ABD ordusu tatbikat kılıfı altında, yüzlerce askeri helikopter ve içinde zırhlıların da olduğu 1800 askeri aracı Dedeağaç bölgesine yığmaktaydı. Batı Trakyada Yunanistan ile ABD arasında gerçekleştirilecek ortak tatbikat için Dedeağaça taşınan ABD ordusuna ait Apachelerin de bulunduğu 145 helikopter ile yüzlerce askeri aracın, Defender Europe 2021 adlı tatbikatta kullanılacağı anlaşılmıştı. ABDye ait Endurance adlı kargo gemisiyle Dedeağaç Limanına gelecek olan askeri araçlara ilişkin paylaşılan detayda, 110 adet Black Hawks helikopterleri, 25 adet Apache tipi saldırı helikopteri, 10 adet Chinook ağır nakliye helikopteri ve ilk kez 1800den fazla askeri araç bölgeye ulaşmıştı.
2021 Yunan İsyanının 200. Yılıydı
Türkiye sınırına oldukça yakın Dedeağaçta düzenlenecek tatbikatların, Osmanlı Devletine karşı Yunan isyanının 200. yıldönümüne rastlayan bir dönemde gerçekleşecek olması amaçları hakkında soru işaretlerine yol açmıştı. ABDnin Atina büyükelçisi geçen yıl yaptığı bir konuşmada, Amacımız Yunan ordusunun kapasitesini artırmak. ifadesini kullanmıştı. Geçen yıl, Dedeağaçta iki ülkenin anlaşması kapsamında ABDye deniz üssü tahsis edilmişti. Dedeağaça 101. ABD Hava İndirme Tümenine ait Skorsky helikopterler ile askeri araçlar ve mühimmat indirilirken, üssün açılış törenine Yunanistan Savunma Bakanı Nikolaos Panagiotopoulos, ABDnin Atina Büyükelçisi Goeffrey Pyatt ile Dedeağaçta konuşlu Yunan 12. Mekanize Piyade Tümeninin Komutanı katılmıştı.
Boğazlara Alternatif Rota Oluşturmuşlardı!
Yunan Kathimerini gazetesi de Washingtonun Dedeağaça altyapı yatırımlarıyla İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazına alternatif bir rota oluşturmayı planladığı iddiasını yazmıştı. Yazıda, ABDnin Dedeağaç Limanını Karadeniz ve Kafkaslar ile bağlantı amacıyla kullanmayı planladığı, bu planların gerçekleşmesi halinde bölgede deniz taşımacılığı ve askeri nakliyatın doğasının değişeceği vurgulanmıştı.
ABD Savaş Gemileri Girite de Konuşlanmışlardı
ABD yalnız Dedeağaça değil, Doğu Akdenizi kontrol etmek amacıyla Girit Adasına da yoğun askeri yığınaklara başlamıştı. Bu çerçevede Yüzen askeri üs diye nitelenen ABD donanmasının en büyük gemilerinden biri olan USS Hershel Woody Williams adlı savaş gemisi, kalıcı olarak Girit Adasının Suda Körfezindeki ABD askeri üssüne demirlemiş durumdaydı. Geçen yıl Giriti ziyaret eden eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geminin adada kalıcı olduğunu açıklamıştı. ABDnin Saldırı Helikopterlerini Dedeağaç'ta Konumlandırması Türkiyeye gözdağıydı. Yunanistanın Fransa ve İsraille artan dirsek teması da bu amaçlıydı.
Doğu Akdeniz krizinde Fransa ve İsrail ile dirsek teması halinde olan Yunanistanın bu yakın işbirlikleri elbette Türkiyeye karşıydı. Fransa ile 18 Rafale savaş uçağı için anlaşma imzalayan Yunanistan, aynı zamanda İsrail ile de askeri işbirliğini artırmış ve 1000 km menzilli füze alımı anlaşması yapmıştı. Yunan Savunma ve Maliye Bakanlıkları, Yunan Askeri Araç Sanayii şirketinin (ELVO) İsrailli konsorsiyuma devrini, Türkiye'ye karşı savunma sanayini canlandırma ve güçlendirme çalışmalarıyla irtibatlandırmıştı.
Lozan Barış Anlaşmasına göre asker bulundurulmaması gereken Dedeağaça üs kuran ve saldırı helikopteri konuşlandıran ABDnin bu hamleleri Türkiye ile soğukluğun mesajıydı.
Üs kurulan ve şimdi de 30 saldırı helikopterinin konuşlandırıldığı Dedeağaçın Türkiyeye çok yakın olması sebebiyle, Lozan Barış Anlaşmasına göre askersiz bölge olması gerektiğine işaret eden uzmanlara göre: Dedeağaçta asker bulundurulmaması lazımdı. Lozan Barış Antlaşması gereği sınırı 20-30 kilometre mesafe olan bölge askersizleştirilmiş bölge konumundaydı. Dedeağaç sınıra 30 kilometre mesafede, asker bulundurulmaması gereken bölge içerisinde kalmaktaydı. Bu durum Türkiye ile ABD arasında oluşan soğukluğun da önemli bir göstergesi sayılmaktaydı. Ama burada tanklar vardı, şimdi de 30 tane saldırı helikopteri konuşlandırılmıştı. Bu Skorsky ve Blackhawk helikopterleri; aslında ulaştırma araçlarıydı, fakat silahlandırılmış durumdalardı. Silahlandırılınca artık saldırı helikopterine dönüşüyorlardı. Demek ki ABD burasını kalıcı üs olarak kullanacaktı.
ABDnin Güney Kıbrısı giderek silahlandırması, NATO üyeliğine hazırlaması anlamını taşımaktaydı! Yetmez, ABDnin de katılmasıyla Doğu Akdeniz Gaz Forumu daha da güçlendirilerek, Türkiyeye karşı cephe oluşacaktı!
Yunanistan Doğu Akdeniz Gaz Forumunda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile birlikte davranmaktaydı. ABD de bu foruma katılmak için başvuruda bulunmuştu. Bu forumda Mısır, İsrail, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İtalya, Ürdün vardı, ama forum ABDnin katılımıyla daha da güçlenmiş olacaktı. Böylece Türkiyeye karşı bir cephe oluşacaktı. İsrail Türkiyeye de katılma çağrısı yapıyor ama Türkiye Güney Kıbrıs Rum Yönetimini bir devlet olarak tanımamaktaydı. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin bulunduğu bir foruma dahil olmak, onun fiilen tanınması anlamını taşırdı.
Türkiyeye sözde stratejik ortak diyen ABD, CAATSA yaptırımlarıyla da Türkiyeyi hasım olarak gördüğünü açığa vurmaktaydı.
ABDnin yeni Dışişleri Bakanı Anthony Blinkenin Türkiyeyi sözde stratejik ortak olarak nitelendirip, Yunanistana anahtar müttefik demesi, ABDnin Türkiyeye bakışını yansıtmaktaydı. Bunun için Türkiye; Suriye, Libya, Karadeniz, Güney Kafkasya ve Doğu Akdeniz cephelerinde ABD ile stratejik ortak olacak şekilde işbirliğini artırması aslında Türkiye için bir tuzaktı. ABDnin hasımları için uyguladığı CAATSA yaptırımları, Türkiyeye de uygulanmıştı. ABD bu yaptırımları düşman olarak kabul ettiği Çin, Rusya, İran ve Kuzey Koreye uygulamaktaydı. O zaman ABD şu an itibariyle Yunanistanın yanında, Türkiyenin karşısında ve NATO ittifakı içerisinde yer alan Türkiyeyi hasım olarak gören bir ülke konumundaydı. Zaten ABD hiçbir zaman Türkiyenin ne stratejik ortağı ne de müttefiki olmamıştı. Bu sebeple Türkiye, izleyeceği denge politikalarında ABDnin özellikle Suriye ve Libyada atacağı adımları dikkatlice izlemesi ve tuzağa düşmemesi lazımdı.
Putin'den Yunanistan'ın Davetine Olumsuz Yanıt Şaşırtmıştı!
Doğu Akdeniz'de gerilimi tırmandıran ve silahlanmaya devam eden Yunanistan; 25 Mart Bağımsızlık Günü törenlerine davet ettiği Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in “olumsuz” yanıtı ile hayal kırıklığına uğramıştı. Kremlin sözcüsü Dmitry Peshkov, yaptığı açıklamada, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putinin, 25 Mart 2021 yılında bağımsızlığının 200üncü yılını kutlayacak olan Yunanistandaki askeri geçit törenine davet edilmesine rağmen, “Atinayı ziyaret etme planı olmadığını” vurgulamıştı.
Atina, ABD Savaş Arabasına Bağlanmıştı!
Yunan medyası Putinin tavrını gazetelerin ön sayfasına taşımıştı. Ta Nea gazetesi web sitesinde yayınladığı haberinde; “Çıkarlar çok büyük. Jeopolitik olarak, Amerika ve Rusya arasında neredeyse doğrudan çatışmaya kadar gidebilir. Sadece Yunanistan ile sınırlı değiller” yorumunda bulunmuşlardı.
Yunanistan Komünist Partisi (KKE) Doğu Makedonya ve Trakya Bölge Komitesi Sekreteri Dionisis Kladis, konuya ilişkin: Onlar, bu tatbikatla askeri eylem oluşturuyor. Halihazırda Amerikalıların silahı Rusyaya yöneltilmiş durumda. Çine de bir mesaj veriliyor, çünkü bölgedeki etkisi güçleniyor. Toplumun, bölgemizi çıkar çatışmalarının hedefi haline getirme girişimine tepkisini dile getirmek istiyoruz. Helikopterler ve zırhlı araçlar dahil en büyük askeri teçhizatın bölgemizden geçmesi bekleniyor. Nihai amaç, Rusya ile sınırdaki tatbikata katılım sağlamasıdır. Bu Yunanistanı hedef haline sokacaktır Onlarca ABD ve NATO askeri, evlerin önündeki ve Meriç nehri yakınındaki yollarda tatbikat yapacaktır. Amerikalılara misilleme olursa biz ve çocuklarımız hedef haline geleceğiz. Bu yüzden onların burada olmasına karşıyız sözleriyle endişelerini aktarmıştı.
Papanın Irak ziyareti, Yeni Haçlı Kuşatmasının diğer ayağıydı!
Papa Francis; Milenyumda (Şubat 2000de) Irakı ziyaret etmek isteyen ancak Saddamın engellemesiyle bu ziyareti erteleyen önceki Papa II. Jean Paulun hayalini gerçekleştirmiş olmaktaydı. 2003 Amerikan işgali öncesinde Asuri, Kildani ve Süryani kökenli Hristiyanların sayısı 1.5 milyon civarındaydı. İşgal sırasında ve sonrasında Irakta yaşanan kanlı çatışmaların korkusuyla çok sayıda Hristiyan ülkeden kaçınca, bu sayı 300 bine gerilemiş durumdaydı. Haziran 2014te IŞİDin Musul ve diğer kentleri işgal etmesi, tarihi kiliseleri yakıp yıkması ve Hristiyanları hedef almasıyla şimdi bu sayı 150 bin kadardı. Dini lider Sistaninin Şiilere; Hristiyanları koruyun ve Musulu IŞİDten kurtarın çağrısını yerine getiren yüz binlerce Şii milis (Haşdi Şabi) olmasaydı, bugün belki de bu ülkede hiçbir Hristiyan kalmayacaktı. Çünkü Suriyede olduğu gibi Kaide, IŞİD, NUSRA ve benzeri ruh hastası örgütlerin hedefinde Alevi ve Şiilerden sonra Hristiyanlar vardı.
Şubat 2018de BAEyi ziyaret ederek Dinlerarası Diyalog vurgusu yapan Papa Francis, şimdi de Sistani buluşmasıyla nüfusunun çoğunluğu Şii olan Irak ziyaretiyle komşu İran ve dünya Şiilerini önemsediğini göstermeye çalışmaktaydı. Kasım 2018 ve Ocak 2020de Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salihle Vatikanda bir araya gelen Papa, Bana İbrahim Peygamberin sülalesinden olduğumu hissettirecek Irak vatandaşlığı vereceğini umuyorum diyerek Ura verdiği önemi anlatmaya çalışmıştı. İsraille BAE ve Bahreyni buluşturan ve imzalanan anlaşmalara Abraham Barış Anlaşması adını koymuşlardı.
Papa 84, Sistani 90 yaşındaydı. Maske ve mesafe kurallarına uymadan bir görüşme yapılmıştı. Bir Papa ilk kez Irak ziyaretine çıkmıştı. 1999'da dönemin Papa'sı da gidecekti fakat dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin, bu ziyarete mani olmuşlardı. O tarihte Sistani, Necef'teki evinden dışarı çıkamıyordu. Çünkü Saddam buna izin vermiyordu. Ama Saddam öleli 15 yıl oldu. Bugünün Papa'sı aradan yıllar geçtikten sonra Irak'a gidiyor ve Sistani'yi Necef'teki evinde ziyaret ediyordu!? Papa'nın Irak ziyaretinde Şii liderler arasında sadece onu ziyaret etmesi, Sistani'nin Şiilerin lideri olduğunun ilanı olarak yorumlanmıştı. BAE kontrolüne tâbi olmayan çoğunluktaki Dünya Müslüman Alimler Birliği ve onun başkanı Yusuf el Kardavi ile İran'ın dini otoritesi Ayetullah Hamaney'in Papa'nın oluşturduğu denklemin dışında kaldıkları anlaşılmaktaydı. Papa-Sistani görüşmesinde Türkiye'yi de ilgilendiren bir detay vardı. Türkiye'nin Irak'ta PKK ile mücadele ederken en çok önem verdiği bölge Sincardı. Sincar'da PKK teröristleri ile Haşdi Şabi teröristleri bulunmaktaydı. Üstelik Papa, Sistani'nin yanı sıra Sistani'nin fetvasıyla kurulan ve şu an Sincar'da PKK teröristleriyle kol kola olan Haşdi Şabi teröristleriyle de buluşmuşlardı. Haşdi Şabi'nin Hristiyan kolu olan İncil Tugaylarının elebaşı Reyyan Keldani'ye kendi tespihini armağan ettiği ortaya çıkmıştı.
Katoliklerin ruhani lideri Papa Francis'in Irak'ta Şiilerin en büyük dini mercii olan Ali es-Sistani ile güya insanlığın günümüzde karşı karşıya olduğu büyük zorlukları görüşüp barış çağrıları yapmışlardı. Vatikan'dan yapılan açıklamaya göre tarihi görüşmede, Irak'taki farklı dini gruplar arasındaki diyalog çalışmaları da ele alınmıştı. Papa, “Irak'ın, bölgenin ve tüm dünyanın iyiliği için farklı dinler arasında karşılıklı saygı ve diyaloğun beslenmesinin önemini” vurgulamıştı. Papa ayrıca El Sistani'ye, son yıllarda yaşanan şiddet olayları ve güçlükler sırasında “en zayıf durumdakileri, zulme uğrayanları savunduğu” için şükranlarını aktarmıştı. Papa Francis, Bağdat'ta Başbakan Mustafa el-Kazımi ve Cumhurbaşkanı Berhem Salih ile de birebir görüşme yapmışlardı. Katoliklerin ruhani lideri, Bağdat'ta Seyyidet'ül Necat Kilisesi'ni de ziyarette bulunmuşlardı. Papa, Necef sonrası Nasiriye'deki antik Ur kentine de uğramıştı.
Katolik-Şii Yakınlaşması; Yeni Haçlı Savaşının Ön Hazırlığı mıydı?
Ziyaret aylar öncesinden planlanmaya başlanmıştı. Papa, Sistaninin evine geldiğinde Iraklı yetkililer, gökyüzüne beyaz güvercin bırakmışlardı. 50 dakika süren görüşmede daha çok Sistaninin konuştuğu aktarılırken, Vatikandan; Papa, dini topluluklar arasında işbirliği ve dostluğun önemine dikkat çekti açıklaması yapılmıştı. Sistani ise; Dini ve ruhani liderlik, bölgemizdeki trajedileri durdurmada büyük rol oynamalı mesajını aktarmıştı.
Papa daha sonra Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamın din büyüğü saydığı Hz. İbrahimin doğduğu antik Ur kentini ziyaret etmiş ve burada dinler arası etkinliğe katılıp, birlik ve beraberlik edebiyatı yapmıştı. Ancak etkinlikte Yahudi dininden temsilciler olmadığı anlaşılmıştı.
Papanın Necefte nüfuzu Irak sınırlarını aşan ve Şii mezhebinde en yetkin Ayetullahlara verilen merci-i taklid konumundaki Sistani ile görüşmesi de Şiilikle Katolik kilisesi arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine yönelik bir adımdı.
Papanın Ortadoğu temasları kapsamında ziyaret ettiği Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, Papanın ziyaretine binaen pul bastırmıştı. Bastırılan pulda Papanın figürüne yer verilirken, başının arkasında SKANDAL bir harita dikkatlerden kaçmamıştı. Bastırılan hatıra pulunda Papa'nın başının üzerinde bulunan haritada Hatay, Sivas, Erzurum, Kars gibi birçok ilimiz, sözde Büyük Kürdistan haritasına katılmıştı.
PKKnın, Türkiyenin toprak bütünlüğüne yönelik bir terör örgütü olduğu açıktı. Ancak Kuzey Irak Bölgesel yönetiminin de benzer bir planı Papanın ziyareti münasebetiyle bastırdığı ve Papa figürünün arkasına gömülmüş haritada göstermiş olması; Erdoğan iktidarının oluşumuna dolaylı katkı sağladığı, bugün bile bir nevi devlet statüsüyle yaklaştığı Barzani Yönetiminin PKK ile aynı şeytani amaçları taşıdıklarının kanıtıydı.
Türkiye'nin Vatikan Büyükelçisi Lütfullah Göktaş, Papa'nın Irak Ziyaretini Yorumlamıştı
Türkiyenin Vatikan Büyükelçisi Lütfullah Göktaş, Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Francisin Irak ziyaretinin bölgenin istikrarına olumlu katkı sağlayabileceğini, böyle bir durumun Türkiyeyi memnun edeceğini açıklamıştı. Ruhani liderin zor bir dönemde böyle bir seyahati gerçekleştirdiğine işaret eden Göktaş, “Papa Francis'in, tüm zorluklara rağmen Irakın davetine icabet etmesi, bu ziyarete ne denli önem verildiğini gösteriyor. Bu ziyaret, Papanın son derece kararlı ve ısrarlı olması sayesinde gerçekleşiyor. Bu ziyaret, Iraka her açıdan bir moral aşılayacak. Papanın Katoliklerin ruhani lideri olması hasebiyle ziyaretin dini boyutu, tabii ki daha ağır basıyor.” ifadesini kullanmıştı. Göktaş, Türkiye'nin bölgesinde istikrardan yana olduğuna işaret ederek, şunları vurgulamıştı:
“Irak, şimdi deyim yerindeyse; yaralarını sarma, toplumsal huzuru yeniden yakalama uğraşında. Papa'nın ziyareti, bu sürece hakikaten olumlu bir katkı sağlayabilir. Türkiye olarak bizler, bölgemizin huzur ve istikrarından yanayız. Başta DEAŞ ve PKK olmak üzere, terörle mücadelede elimizi taşın altına koymaktan çekinmememizin sebebi de budur. Papa'nın ziyaretinin sorunsuz ve başarılı geçmesini temenni ediyoruz. Bölgenin huzur ve istikrarına katkı sağlayacak her gelişme bizleri memnun eder.”[1]
Foreign Policye göre bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail belirlemeye çalışmaktadır.
(Not: Foreign Policy yayınlanan akademik bir dergi olup küresel politika, ekonomi ve entegrasyon konularını ele almaktadır. Fareed Zakaria, Samantha Power, Francis Fukuyama gibi uluslararası tanınan kişiler dergide yazı yazmaktadır. Foreign Policy 2005 ve 2008 yılında ilk 100 entelektüel listesini yayınlamıştır. 2005 Dünyanın ilk 100 entelektüeli listesinde Noam Chomsky birinci sırayı alırken, 2008 yılı listesinde Fetullah Gülen 1. sıraya alınmıştır. Ayrıca 2008 yılı listesinde Orhan Pamukun 4. kişi seçildiği hatırlanacaktır.)
Amerikan Foreign Policy'de çıkan analizde, Orta Doğu'da Arapların devrinin artık bittiği ve bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail arasındaki güç mücadelesinin belirleyeceği vurgulanmıştı. Son yılların en çarpıcı tespitlerinin olduğu makalede, bölgedeki tüm gelişmeler, sorunlar ve çekişmeler detaylı olarak ele alınmıştı. Tahran doğumlu ve İran-ABD ilişkileri ile Orta Doğu konusunda uzmanlaşmış siyaset bilimci Seyyed Vali Reza Nasr, Orta Doğu ile alakalı son yılların en çarpıcı yazılarından birini hazırlamıştı. Yazısında geçmiş ve yakın dönemlerde İslam coğrafyasında yaşanan çatışmalara, savaşlara değinen yazar, ABD'nin bölgedeki nüfuzunun kısa tarihini anlatmıştı. Bölgedeki dengelerin değiştiğini ve gücün belli ülkeler üzerinde biriktiğine değinen Reza Nasr, “Orta Doğu'yu şekillendirme olasılığı en yüksek olan rekabet artık Arap devletleri ile İsrail veya Sünniler ile Şiiler arasında değil, Arap olmayan üç rakip arasındadır. Orta Doğu'nun bir sonraki çatışmaları İran ve Arap ülkeleri arasında olmayacaktır. Bölgenin geleceğini İran, Türkiye ve İsrail arasındaki güç mücadelesi belirlemiş olacaktır. ifadelerini kullanmıştı.
“Arap-İsrail Barış Anlaşması Türkiye'ye Karşı Bir Kalkandır!”
BAE'nin ve diğer Arap ülkelerinin İsrail ile anlaşmasına değinen İranlı Reza Nasr: “Abu Dabi, İsrail ile tarihi bir barış anlaşması yapmak için İran'ı tehdit olarak öne çıkardı. Ancak bu barış mutabakatı, İran'a olduğu kadar Türkiye'ye karşı da bir kalkandır!” itirafında bulunmuşlardı!.. Evet işte Papanın Irak ziyareti ve Şii Lider Sistani görüşmesi de, aslında Türkiyeye karşı yeni bir Haçlı-Şii ittifakının alt yapı hazırlığıydı!
İran'ın amaçlarının artık herkes tarafından net bir şekilde bilindiğini ve bunun sürpriz bir şey olmadığını söyleyen İranlı akademisyen, asıl dikkat edilmesi gereken gücün Türkiye olduğunu vurgulayıp:
“İran'ın hedefleri herkes tarafından biliniyor. Yeni olan, Türkiye'nin çok daha geniş bir bölgede öngörülemez bir istikrar bozucu olarak ortaya çıkmasıdır. Kendisine Batı'da bir gelecek tasavvur etmeyen Türkiye, artık İslami geçmişini daha kararlı bir şekilde öne çıkarmıştır. Türkiye'nin hırsları artık hesaba katılması gereken bir güç halini almıştır. Örneğin, Türkiye şu anda Suriye'nin bazı kesimlerini işgal ediyor ve Irak'ta nüfuz sahibi. Kendilerini Libya iç savaşına soktular ve Kafkasya'da Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ anlaşmazlığına kararlı bir şekilde müdahale ettiler. Ankara'daki yetkililer ayrıca, Afrika Boynuzu ve Lübnan'da da etkin.” sözleriyle aslında, Haçlı Batının, İran ve İsraille birlikte Türkiyeye karşı ortak tavır alması gerektiğini hatırlatmıştır.
Reza Nasr; İsrail, İran ve Türkiye'nin bölgede “güvenlik nedenleri” gerekçesiyle bazı adımlar attıklarını, bu hamlelerin altında ekonomik çıkarların da yattığını söyleyip, Tahran'ın Irak pazarında, Tel Aviv ile Ankara'nın ise Doğu Akdeniz gaz sahalarını kontrol etme hedefleri olduğunu hatırlatmıştı.
Türkiyeye düşmanlığa Rusya Tehlikesi kılıfı!
“Suriye'de olduğu gibi Kafkasya'da da Türkiye ve İran'ın çıkarları Rusya'nınkilerle iç içe geçmiş durumda” diyen Nasr, “Kremlin'in Orta Doğu'ya olan ilgisi, yalnızca Libya, Suriye ve Dağlık Karabağ'daki çatışmalarda değil, aynı zamanda OPEC'den Afganistan'a kadar diplomatik sahnede de genişliyor. Moskova, bölgenin tüm kilit aktörleriyle yakın bağlarını sürdürüyor. Avantajlarını genişletmek için denge politikası izliyor. Orta Doğu'dan tam olarak ne istediği konusunda bir belirsizlik var, ancak ABD'nin ilgisinin azalmasıyla, Moskova bu bölgenin geleceğini şekillendirmede çok büyük bir rol oynamaya hazırlanıyor” diyerek Haçlı Batıyı ve İranı Türkiyeye karşı kışkırtmaktaydı.
Yazısında; İsrail'in de Arap dünyası üzerindeki nüfuzunu genişletmek için adımlar attığı, Trump döneminde Suriye toprakları olan Golan Tepelerinin Tel Aviv'e verildiği, Batı Şeria'nın bazı kısımlarının işgale uğramaya devam ettiğini belirterek:
“Arap ülkeleri İran ve Türkiye'ye karşı İsrail ile ittifak yaparak, ABD'nin bölgeye karşı azalan ilgisi karşısında İsrail'i koltuk değneği olarak görüyor. Ayrıca Tahran ile Tel Aviv arasındaki gerginlik Suriye'de devam ediyor, son olarak da İranlı nükleer fizikçi Fahrizade öldürülmüş bulunuyor diyen Reza Nasr sözü tekrar Türkiye'ye getirerek şu ifadeleri kullanmıştı:
“Türkiye'nin İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır ile ilişkileri yıllardır kötüye gidiyor. İran'ın İsrail'e karşı Hamas'ı desteklemesi gibi, Türkiye de Müslüman Kardeşler'i destekleyerek Arap yöneticileri kızdırıyor. Irak, Lübnan, Katar, Libya, Suriye ve Afrika Boynuzu'na uzanan Türkiye'nin kararlı duruşu, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'ın izlediği politikalarla doğrudan çatışıyor. Tüm bunlar, Orta Doğu'daki itici gücün artık ideoloji veya din değil, eski moda realpolitik olduğunu gösteriyor.” yorumlarını yapmıştı.
İran Asıllı Reza Nasr:
“İsrail-Suudi Arabistan-BAE pozisyonunu güçlendirirse Katar ve Umman gibi kendisini tehdit altında gören ülkeler Türkiye ve İran'a güvenebilir” diyen Nasr, “İsrail ile Arap ülkelerinin birlikteliği, İran ve Türkiye'ye ortak hareket etme fırsatı verse de Türkiye'nin Kafkasya ve Irak'taki tutumu Tahran için endişe verici hale gelebilir. Türkiye'nin Azerbaycan'a askeri desteği, İsrail'in Bakü'ye verdiği destek ile aynı çizgide ve İran, BAE ve Suudi Arabistan'ı endişelendiriyor” ifadelerini kullanarak, bölgede birbiriyle örtüşen bu rekabetlerin ve taktiksel ittifakların, daha da öngörülemez hale gelebileceğini vurgulayıp böyle bir durumda, Rusya ve Çin'in bölgeye müdahalesinin dengeleri değiştirebileceğini hatırlatmıştı.[2]
Hulusi Akarın Kararlı Tavrı!
Bakan Akar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının fiili planlı tatbikatının jenerik bir senaryoda gerçekleştirildiğini belirterek, şunları vurgulamıştı:
Yunanistanın iki ülke arasındaki sorunları Türkiye-Avrupa Birliği veya Türkiye-ABD sorunu gibi yansıtmaya çalıştığını ancak bunların beyhude çabalar olduğunu ifade eden Akar, “Yapılan bu iş hiçbir şekilde hukuki, ahlâki değil. Bizim kimsenin toprağında, hakkında ve hukukunda gözümüz yok. Bizim tek derdimiz; hukuk çerçevesinde egemenlik haklarımızı ve kendi hak, alaka ve menfaatlerimizi korumak ve kollamaktır. Biz tüm komşularımızın egemenlik haklarına, toprak bütünlüğüne saygılıyız. Fakat diğer taraftan da kendi hak, alaka ve menfaatlerimizi hiçbir şekilde çiğnetmedik, çiğnetmeyeceğiz. Bu konuda bugüne kadar yapılması gereken ne varsa yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullanmıştı.
Mısırın Doğu Akdenizde hidrokarbon arama ihalesini Türkiyenin daha önce ilan ettiği ve BMye bildirdiği sınırlara saygılı olarak yapmasına yönelik de değerlendirmelerde bulunan Bakan Akar, şunları aktarmıştı:
“Bu çok önemli bir gelişme, bunun devam etmesini bekliyoruz. Mısır ile bizim tarihsel, kültürel birçok ortak değerimiz var. Bunların aktive olmasıyla önümüzdeki günlerde farklı gelişmeler olabilir diye değerlendiriyoruz. Zaten Mısırın aldığı bu kararın, bizim deniz yetki alanlarımıza saygı duyularak yapılan bu çalışmaların, bizim çalışmalarımıza uygun olduğu kadar, Mısır halkının da hak ve menfaatinin yararına olduğunun da bilinmesini istiyorum. BMye beyan ettiğimiz deniz yetki alanları sınırlarımızla uyumlu bir şekilde Mısırla da anlaşma, sözleşme, mutabakat muhtırası gibi çalışmaların önümüzdeki dönemde olabileceğini değerlendiriyoruz. Bu konuda Dışişleri Bakanlığımız gerekli çalışmaları ilgili, kurum, kuruluş ve bakanlıklarla koordineli şekilde sürdürüyor. Bu çalışmalar yapılmakta ve bunların da olumlu sonuç vermesini bekliyoruz.”
Kıbrısın, Türkiyenin milli bir meselesi olduğunu vurgulayan Bakan Akar, “Bizim Türkiye olarak 1974teki bakışımız neyse şu anda da hepimiz aynı noktada, aynı anlayış içindeyiz. Bunu da herkesin bilmesi lazım” diye uyarmıştı. Türkiyenin Kıbrısta garantör olduğunu belirten Bakan Akar, “Garantörlük anlaşması çerçevesinde bulunan Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının varlığını yanlış yerlere çekmenin kabul edilemez olduğunu, bu mevcudiyetin de uluslararası hukuk çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini tüm muhataplarımıza hatırlatmak istiyorum. Yapılan çarpıtmaların, gerçeği yansıtmayan açıklama ve girişimlerin Rum tarafına ve Yunanlara fayda sağlamadığını da bilmeleri gerek. Rumların bu uzlaşmaz tutumlarından bir an önce vazgeçmeleri ve oradaki Türk varlığını kabul etmeleri lazım. Onların egemen ve eşit unsurlar olduklarını bilmeleri lazım. Bu konuda ABnin de stratejik körlüğünün sona ermesini temenni ediyoruz. Oradaki gelişmeler maalesef tek gözlükle, Rum gözlüğüyle görülmektedir. Bu da kesinlikle uluslararası hukuka ve gerçeklere uygun değil.
Adada artık tek çıkış yolunun iki devletli çözüm olduğunu herkesin görmesi lazım” diyen Bakan Akar, bir an önce bunun gerçekleşmesinin önemine değindi. Üçüncü tarafların da bu konuda objektif olmasının önemini vurgulayan Akar, “Dost ve müttefiklerimizin buradaki gelişmeleri, sorunları akıl-mantık çerçevesinde değerlendirmeleri, konulara duygusallıktan, tarafgirlikten uzak, objektif bakmaları lazım. ABnin bu konuda bir taraf olmaktan çıkıp bir arabulucu rolünde sorunun çözülmesine katkı sağlamasını da bekliyoruz” diyen Akar, Türkiyenin 500 yıllık tarihi kardeşlik bağları bulunan Libya halkının haklı davalarında desteğe ve iş birliğine devam edeceğini belirterek, “Tek millet, iki devlet olduğumuz Azerbaycanlı kardeşlerimizle de tek yürek olmaya ve tüm imkânlarımızla yanlarında bulunmaya devam edeceğiz” ifadesini kullanmıştı.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Irakın ve Suriyenin kuzeyinde, Mavi Vatanda ve onun semalarında faaliyetlerinin yanı sıra BM, NATO, AB, AGİT ve ikili anlaşmalar kapsamındaki görevlerini başarıyla yerine getirdiğini belirten Akar:
“Asil milletimizin bağrından çıkan TSK, akıl ve bilim ışığında, anayasa çerçevesinde, yasalar ve Sayın Cumhurbaşkanımızın direktifleri doğrultusunda, sıralı amir ve komutanların emir ve komutasında, milletinin emrinde, görevinin başındadır. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Peygamber ocağı ordumuz asil Türk milletinin sevgisi, güveni ve duasından aldığı güçle, görevini 'ölürsem şehit kalırsam gazi' anlayışıyla ciddiyet ve samimiyetle yerine getirmeye devam edecektir.” diyerek sözlerini, “Barbarosun torunları denizleriniz sakin, pruvanız neta, yolunuz, bahtınız açık olsun!” şeklinde tamamlaması ise anlamlıydı!
[1] Hürriyet / 5.3.2021
[2] Haber7.com / 06.03.2021