Anasayfa » RUH GERÇEĞİ VE GAYB İLİŞKİSİ

RUH GERÇEĞİ VE GAYB İLİŞKİSİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 211 Görüntüleyen

RUH GERÇEĞİ

Ruh; bedenlere “can” kazandıran hayat kanunudur. Ruh; Allah’ın Adem’e üflediği manevi ve daimi (ölümsüz) bir nurdur.

Ruh; insanın öz benliğini oluşturan ve Rabbiyle münasebetini sağlayan gerçek şuurdur.

İnsanda; gören, duyan, hisseden, üzülen, sevinen işte bu “ruh”tur. Bütün bunların beyinle ve sinir sistemiyle ilgili olduğunu zannetmek, yaygın bir yanılgıdan ibarettir.

İmam-ı Gazali, İbn-i Kayyim El-Cevziyye gibi âlimler, Kur’an ve Sünnet’te geçen “Nefs, Ruh, Akıl ve Kalp” gibi kelimelerin, aynı hakikati ifade eden farklı kavramlar ve durumlar olduğu görüşündedirler.[1]

Ruh; insanda idrak edici, bilici ve seçici olan latifedir.

Akıl ise; anlama ve kavrama melekesidir, ki kalbin ta kendisi demektir. “Cenab-ı Hakkın ilk yarattığı nesne akıldır” hadisi de bu gerçeğe işarettir.[2] Suyun; buhar, sıvı, kar ve buz hallerine dönüşmesi ve yine elektriğin; buzdolabında dondurucu, fırında yakıp kavurucu, klimada soğutucu haline girmesi gibi “nefis, kalp ve akıl” da ruhun farklı yoğunluktaki durumları görünümündedir.

Bazı âlimlerin, 1- İnsani ruh ve 2- Hayvani ruhtan bahsetmeleri, ruhun gaflet ve hayvaniyete yönelmesi ve günahlarla kirlenip körlenmesi sonucu “nefs-i emmare”ye (kötülükleri emreden nefse) dönüşmesine işarettir. Yoksa, ruh taşıyan tek canlı, insandır.

Zaten “Ruh, Allah’ın emrindendir” (İsra: 85) ayetindeki “emr” kelimesi, hem “hikmetli iş ve takdir” manasına geldiği gibi, “emretmek ve yönlendirmek” manasını da içerir. Bu nedenle, normalde hayatımızı idare eden ve hayra yönlendiren “emredici ruh” küfür ve kötülüklerle kararırsa, “emredici nefis” derecesine düşmektedir. Yani ruh ve nefis, insanın öz benliğinin ve gerçek kimliğinin iki yüzü gibidir.

Evet; “ruh, insanın gerçek benliği ve manevi bedenidir. İnsanın zahiri bedeni; doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Ama ruhumuz ve manevi bedenimiz ölümsüzdür. Maddi ölümden ve mezara gömüldükten sonra da, bu manevi bedenimizle ruhumuzun hayatı devam eder. İnsana hayat kazandıran, araştıran, anlayan, gören, duyan ve duygulanan beyin ve zihin değil, ruhumuzdur. Ayet ve hadislerde övülen “akıl” da ruhla alâkalıdır. Ancak ruhlar; iman, ibadet, iyilik, istikamet ve ihlasla beslenir ve yükselir. Kalpler (ruhlar) ancak, zikrullah ile (Kur’an nuruyla ve Allah’ı anmakla) huzura kavuşur” (Ra’d: 28) ayeti bunu göstermektedir. Ama günah ve kötülük ise, kalpleri paslandırır ve ruhları karartır (Mutaffifin: 14) ayeti de bu tehlikeye dikkat çekmektedir. Böylesine gaflet ve rezalet sonucu katılaşan kalplerin (Bakara: 74), basiret ve maneviyat penceresi perdelenmektedir (Hacc: 46). Ve bu dünyada ruhları kirlenen ve kalpleri körlenenler, ahirette yani ölüm ötesinde de kördürler. (İsra: 72)

“Herhangi bir kimse, bir günah işlediğinde; ondan bir daha dönmemek üzere bir akıl ayrılıp gider.” (İhya-i Ulum) hadisi de günah ve kötülüklerin, ruhların akıl ve anlayış yeteneklerini azalttığını bildirmektedir. Buna karşılık zikir, fikir ve şükür ehli olanların ruhen yükseleceklerini şu hadis-i şerif haber vermektedir: Müferridün olanlar yarışı kazandılar. Bunlar o kimselerdir ki, bütün varlıklarıyla Allah’ın zikrine (Kur’an’ın hükmüne, ibadet disiplinine, devamlı Allah’ı düşünmek ve çağırmak zevkine) dalmışlardır. Allah’tan gayrısını kalplerinden çıkarmışlardır. Bu durum onların (gaflet ve nefsaniyet) yüklerini azaltmışr. Ve bu manevi hafiflikle (ve huzurla, muradına ve) Mevlâ’sına kavuşmuşlardır.

Bundan sonra Ben, yüzümle onlara yönelir ve hakikat nurunu onların kalbine atarım. Böylece, Ben onlardan haber verdiğim gibi, onlar da Benden haber vermeye başlarlar.” (Müslim-Hakim) Bu İlahi nurla ruh aynası parlayan ve gönül ekranı çalışmaya başlayan insanlar “Allah’ın rahmet kokularını ve hikmet dalgalarını yakalamaya ve hakikat sırlarını anlamaya” ulaşırlar. (Müslim-Buhari)

Velhasıl; bu bedenimiz imtihan için (eğitilmek, yetişmek ve elenmek üzere) geldiğimiz bu dünya hayatında, ruhlarımızın binekleridir. Maddidir ve fanidir. Devamlı değişmekte ve eskimektedir. Bir gün kabre girecek ve çürüyecektir. Ama ruhlarımız manevidir ve (ölümsüz) ebedidir. Cesetlerimiz ölüp kabre girdikten sonra, ruhlarımız “manevi ve ruhani bedenleriyle” yaşamaya devam edecektir. Hatta manevi bedenleriyle yaşamını sürdüren bu ruhlar, dünyada kalanların seslerini duyacak, manevi hediyelerini alacak ve sevineceklerdir.[3] Mü’min ve mutlu ruhlar; kabir, berzah ve ahiret âleminde de tanışıp buluşacak ve dünyadaki yakınlarını ziyarete bile geleceklerdir.[4] Münkir, münafık ve marazlı ruhlar ise hapsedilecek ve kimse ile görüşemeyeceklerdir.

Henüz dünya hayatını yaşayan mü’minlerin, rüyada bazı peygamberleri ve salih kimseleri görmeleri de yine ruhların bir buluşması ve haberleşmesidir. Zaten uyku halinde ruhların bedenden ayrıldığı ve manevi cesediyle dolaştığı, hem ayette haber verilen hem de bilinen bir gerçektir. (Bak: Zümer: 42) Hatta şehitlerin ve velilerin “yeşil cennet kuşları” biçiminde ve bünyesinde gezeceklerini ve zevkleneceklerini bildiren hadis-i şeriflere uygun olarak, Rahmetli Şeyhim Hacı Haydar Baba Hazretleri, ağır hastalığına ve vefatından sonraki yokluğuna çok üzüldüğüm bir sırada, bana; “Üzülme, Allah sevdiği ve seçtiği kullarına ölümünden sonra güvercin suretinde, dostlarını dolaşıp ziyaret imkânı verir, böylece hasret giderirler” demişti. Gerçekten vefatından altı ay kadar sonra, yaz döneminde ve bir köyde bulunduğum sırada, ikindi-akşam arası evin kapısı açık salonda çalışırken, bir güvercinin iki sefer gelip başıma konduğunu, sonra uçup gittiğini ve buna bir mana veremediğimi, ancak biraz sonra üçüncü sefer yine salona girip başıma konduğunda, Rahmetli Şeyhimin sözlerini hatırlayıp ağlayarak o güvercin suretindeki ruhaniyetine sarıldığım bir olayı, buna şahit olan eşimle birlikte bizzat yaşadık. Bu konuda İbn-i Kayyim El-Cevziyye’nin kitabında yüzlerce delil vardır.[5]

Kur’an’da anlatılan 1- Nefsi emmare (kötülükleri emreden aşağı ve bayağı mertebe), 2- Nefs-i levvame (kusurlarından dolayı kendini suçlayan ve sorgulayan mertebe), 3- Nefs-i mülhime (iyilik ve ibadete yöneldiğinden, hayır ve şer kendisine ilham ve ikaz olunan mertebe), 4- Nefs-i mutmainne (iman olgunluğuna, kulluk şuuruna ve teslimiyet huzuruna ulaşılan mertebe), 5- Nefs-i radiye (Allah’ın her hükmüne razı ve hazır olan mertebe), 6- Nefs-i mardiye (Allah’ın kendisinden hoşnut ve mutlu kıldığı mertebe) gibi dereceler, aslında ruhun terakki ve tasaffi ettiğini (geliştiğini ve saflaşıp yüceldiğini) gösteren merhalelerdir.

Ve yine Nakşi tarikatında sol göğüsteki yürek çevresinde ifade edilen kalp, ruh, sır, hafi, ahfa, nefis, letaif-i kül (manevi beden) gibi latifeler yine bunların ruhun farklı mertebeleri olduğunu göstermektedir.

 

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi