Anasayfa » Psikolojik savaş eğitimi alan 7 GAZETECİ KİM ?

Psikolojik savaş eğitimi alan 7 GAZETECİ KİM ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 213 Görüntüleyen

Psikolojik savaş eğitimi alan 7 GAZETECİ KİM oluyordu? 

 

Bir soru attı ortaya, diyor ki: “İsrail’e gidip ‘Medyada psikolojik savaş’ eğitimi alan 7 gazeteci kim?”

“Son günlerde hayretle izliyorum. Bazıları panik halinde birbirlerini satıyorlar. ‘Soner’in laptop’u kendini kurtarma derdinde, Cüppesiz Ahmet başka bir çaba içinde, reklâm yaldızı genç arkadaş ayrı bir havada, ‘tam zengin kayınpeder buldum, işim olmaz’ diye dolanıyor, oralarda doğup semirenler ise ‘Beni istemiyorlardı’ zaten propagandası yapma peşinde.”

“Sevgili dostlar, kim ‘ne istiyorsa’ yapsın, şahıslarla işimiz yok! Sadece bir soru soracağım: 2009 yılında Türkiye’den bir hafta İsrail’e gidip ‘medyada psikolojik savaş’ eğitimi alan 7 gazeteci kim? Araştırın bakalım neler bulacaksınız?” (Yiğit Bulut, Habertürk)

Soruyu soran cevabı bal gibi biliyordu, ama açıklamaya yüreği yetmiyordu.. Bu sözler hani bir zamanlar çok tartışılan işadamı “Sami Ofer”i hatırlatıyordu. Konuyu açalım biraz:

Türkiye’de aldığı ihalelerle bir dönem çok konuşulan İsrailli işadamı Sami Ofer’in aslında bir “propaganda okulu” olduğunu Jarusalem Post gazetesi açıklıyordu! 

Aynı gazete İsrail’in en zengin adamı Ofer’in milyonlarca dolar tutarında bağışıyla kurulan ve sonraki yıllarda da mali yardım almaya devam eden bu okulun bir “özelliği”ni daha yazıyordu. Burada bazı öğrenciler sıradan bir iletişim eğitimi görürken, bazıları da İsrail devleti ve İsrail’in ABD’deki destekçileriyle el ele dünya kamuoyunu yanıltmaya, işgali ve saldırganlığı haklı göstermeye, başka ülkelerin kaderini etkilemeye yönelik profesyonel bir propaganda savaşı yürüttüğünü de aktarıyordu.

Bu okul Herzliya şehrinde bulunuyordu. Geniş amfileri, tam donanımlı televizyon stüdyoları ve atölyeleriyle ilk bakışta dünyanın herhangi bir yerindeki özel eğitim kurumlarından farksız görünüyorsa da, propagandanın adeta merkezi gibi çalıştığını kendileri itiraf ediyordu.

Filistin’den atılan ve çoğu boş araziye düşen el imalatı boruların, yüzlerce kişinin canına mal olan İsrail’in fosfor bombalarıyla eş değer gösterilmesi, masonik medyanın yıllardır yaptığı propagandanın başarılı olduğunu gösteriyordu.

The Guardian’a yazan İsrail’li yazar Rachel Shabi, özellikle ilk haftalarda dünya medyasında İsrail’in görüşlerinin tam bir egemenlik kurduğunu açıklıyordu.

Toparlayacak olursak:

Sami Ofer İletişim Okulu (Interdisciplinary Center) İsrail’in ilk özel üniversitesi oluyordu. Ofer, propaganda okuluyla sunduğu büyük hizmetin yanı sıra, İsrail Deniz Komando birliklerinden gelen öğrencilerin okul masraflarını üstlenerek orduya bağlılığını bir kez daha ispatlıyordu.

Şahsen, gazeteci Yiğit Bulut’un ortaya attığı İsrail’den medyada psikolojik savaş eğitimi alan 7 gazeteci henüz bilinmiyordu. Ama eğitim aldıkları yerin adresi Oferin okuluydu[3]

Bu Siyonist Yahudi iş adamı SAMİ OFER, hem Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonuna özel davetli olarak çağrılacak kadar Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Recep Beyin, bazı bakanların ve üst düzey bürokratların ve TÜSİAD patronlarının yakın dostuydu!? 

Hem de, aynı Sami Oferlerin ve diğer Siyonist neferlerin dolaylı şekilde Soner Yalçın ve Doğu Perinçek gibi Ergenekonculukla suçlananlarla bağlantıları saptanıyordu!? 

Yoksa Siyonist odaklar, ılımlı İslamcı kuklalarıyla, katı ulusalcı kuyruklarını, Ergenekon tertip ve tahtaravellisiyle biri birlerini dengelemek ve sömürü düzenini gizleyip yürütmek için mi kullanıyordu? Yani millet Karagöz-Hacivat gölge oyunuyla mı oyalanıyordu? 

Aydınlıkcı Ulusalcıların yıllarca “Amerika’nın kiralık kuklası ve Kapitalizmin Türkiye kahyası!” diye sataştıkları Morison Süleyman Demirel, bugün: “Aydınlık Gazetesinin başında keşke Doğu Perinçek bulunsaydı… diye düşünüyorum. Ve bu gazetenin günlük yayına başlamasını oldukça önemsiyorum” diyordu!?[4]

“AKP’yi Hristiyan Demokratların aynası” sayan Yahudi Watson: 

“Türkiye’de Derin devleti yıkmak için Ergenekon davası çok önemli” diye kimleri uyarıyordu? 

Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi ve Liberal Grup eski Başkanı Graham Watson, devam eden Ergenekon soruşturmasına kuvvetli destek çıkmıştı.

Arap ülkelerindeki halk hareketlerini Türklerin 1950’de “tek parti diktatörlüğüne” son vermesine benzeten Watson, Mısır’ın da Türkiye gibi “derin devleti” yıkmanın çok zor olduğunu “keşfedeceğini” “İşte bu yüzden Ergenekon ve benzer soruşturmalar çok önemli.” olduğunu vurgulamıştı!

Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda Hollandalı Hıristiyan Demokrat ve Yahudi asıllı Oomen-Ruijten’in kaleme aldığı 2010 Türkiye İlerleme Raporu tartışılmıştı. Müzakerelerde konuşan Watson, Fransa Cumhurbaşkanı Nikola Sarkozy’yi ve son Ankara ziyaretini eleştirerek, “Sarkozy artık nasıl Akdeniz Birliği adına konuşamıyorsa Türkiye için de Avrupa Birliği adına konuşamaz. Türkiye ziyareti de son derece tahrik ediciydi.” Çıkışını yapmıştı.

Türkiye’nin kat edeceği mesafenin çok olduğunu söyleyen Watson, AB’nin de Türkiye ve Endonezya gibi Müslüman demokrasileri memnuniyetle karşılamazsa “çok” şey kaybedeceğini kaydetip Almanya’daki iktidarın AK Parti’ye karşı tavrını anlamakta zorlandığını, zira AK Parti’nin, Alman Hıristiyan Demokrat (CDU) Parti’nin “aynadaki yansıması” olduğunu vurgulamıştı.[5]

Kimin eli, kimin cebinden çıkıyordu?  

Bu yazıyı; kafaları zorlayıp zonklatmak, düşünce tembelliğinden ötürü paslanıp tıkanan beyin çarklarını biraz çalıştırmak için, “şoklayıcı sorular” üzerine oturtmayı münasip gördük. 

Gazetecilerin Özel Notları “suç unsuru”mu sayılıyordu? 

Ergenekon soruşturması kapsamında başlatılan Oda TV operasyonu genişliyordu. Soruşturmayı yürüten savcının talebi üzerine, İstanbul nöbetçi 10. Ağır Ceza Mahkemesi, Yalçın küçük, Nedim Şener, Ahmet Şık ve eski MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun da aralarında bulunduğu 11 kişi hakkında gözaltı kararı veriyordu. Şüphelilerin ev ve iş yerlerindeki aramalarda bulunan belgeler incelemeye alınıyor, bunların, Oda TV’nin ve yöneticilerinin özel not defterleri çerçevesinde gerçekleştirildiği öğreniliyordu. Nedim Şener’in Bakırköy Kartaltepe Mahallesi Akın Yolu Sokak Oğuzhan evinde aramalarda bulunan polis ekibinden 2 görevli, Şener’in evin yakınında park halinde olan otomobilini de arıyordu. Polisler aracın bagajından bir torba içinde bulunan CD’ler ile bazı belgeler alınıyordu. Arama işlemlerinin tamamlanmasının ardından Şener’e gözaltı işlemi uygulanıyordu. Nedim Şener ise, daha önce, Soner Yalçın’ın kendisine iftira attığını ve kasıtlı olarak bu işe bulaştırıldığını söylüyordu.

“Nedim’i sıkıştırın, Avcı’nın kitabı referanduma yetişsin!” deniyordu. 

Soner Yalçın’ın bilgisayarında ele geçirilen dosyalardan bazılarının isimleri “Nedim, Orgmu, Hanefi, Sayın komutanım, Tertemiz, Toplantı, Sabri Uzun, OOO Kitap, Y Belgesi, Koz, Bilinçlendirme ve Abdulkadir Aygan” olarak belirtiliyordu. ‘Nedim’ isimli World belgesinde yer alan, “Nedim’in emniyet bağlantıları önemli. Devam ettirsin. Hanefi ve ekibini çok iyi tanıyor. Nedim ile Hanefi’nin Dink konusundaki görüş ayrılıkları gündem yapılmamalı. Çok fazla Hanefi’nin üzerine gidilmemeli.” ifadeleri mahkeme sorgusunda Soner Yalçın’a soruluyor, O da bu yazıdan kesinlikle haberi olmadığını iddia ediyordu.

‘Hanefi’ isimli Word belgesindeki ifadeler ise dikkat çekiyordu: “Hanefi’nin kitabı ne durumda? Referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim’i sıkıştırın, hızlandırsın. Referandum sürecinde cemaati yıpratmalı ve kamuoyu üzerinde güvenilirliğini azaltmalı. Hanefi kullanılmalı. Böyle bir şeyi kendini ortaya koyarak teklif etmesi önemli. Avcı ile direkt görüşmeyelim. Yayın sonrası dürüstlüğü ön plana çıkarılmalı. Sabih üstat, İlhan Cihaner olayı kitapta muhakkak işlenmeli diyor. Cihaner’i bayraklaştıralım. Doğu, Hanefi’nin ağzından Ergenekon boş bir dava olarak anlatılmasını sağlamalı diyor. Polisteki savcıdaki F tipi vurgusu iyi kurgulanmalı.” Soner Yalçın bu belgeden de haberi olmadığını savunuyordu.

“Kitaba Ekleme Yapmaya Korkmayın” talimatı veriliyordu. 

‘Sabri Uzun’ adlı Word belgesinde ise şu ifadeler yer alıyordu: “Şık-Sabri kitap başlıklı belgede Sabri’nin kitap konusunda çekincesi var. İkna etmeye çalışalım. Kitabı seçimden önce yetişmeli. Nedim, Ahmet Şık konusunda görüşsün. Kitaba çalışırken, cesur olun. Çıkarma ve ekleme yapmaktan çekinmeyin. Bu kitap Simon’dan daha kapsamlı olmalı. Nedim’i kutlarım. Ahmet’i çalıştırsın. Hanefi çıkacak ve Sabri’ye katılacak. Emin ve Sabri’ye moral verin. Sabri adıyla çıkmasına zorlayın. Seçimden önce yetişsin.” Bu belgeyi de Soner Yalçın ise “haberi olmadığı” iddiası ile kabul etmiyordu.

Emniyet Genel Müdürlüğü eski İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, Hanefi Avcı’nın yakın arkadaşıydı. Avcı’nın kitabı için Ankara’da düzenlenen imza gününe de katılmıştı. Uzun, Hrant Dink cinayeti sırasında istihbarat daire başkanıydı. Nedim Şener’in yazdığı kitapla ilgili davada ise tanık olarak yer almıştı. Altında görev yapan meslektaşlarını suçlamıştı. Dönemin İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’di. Ancak bakanlık tarafından yaptırılan dört ayrı soruşturma ile Yılmazer aklanmıştı. Soruşturma, “Yılmazer’in herhangi bir ihmalinin bulunmadığı” kararına bağlanmıştı.[1]

“Baykal engelini aşmalıyız, ikna için Varan” Belgesi şok ediyordu! 

Oda TV’de yapılan aramada ele geçirilen bir belge, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’a yönelik ‘kaset’ tezgâhının arka planına ilişkin çarpıcı bilgiler veriyor. Belgede Halk TV’nin satışına razı olmayan Deniz Baykal’ın ikna edilebilmesi için ‘Varan 2’nin kullanılması isteniyor. Şöyle deniliyor: “Baykal engelini aşmalıyız. İkna için Varan 2”

MİT’çi Kozinoğlu’ndan Oda TV’ye gizli belge servisi mi yapılıyordu? 

Soruşturma kapsamında gözaltı kararı verilen isimlerden biri de eski MİT Dış Operasyonlar Daire Başkan Yardımcısı Kaşif Kozinoğluydu. Devletin güvenliğine ilişkin çok sayıda gizli belgeyi Oda TV’ye sızdırdığı öne sürülüyordu. Bu kapsamda Kozinoğlu-Oda TV ilişkisi hakkında somut delillerin bulunduğu iddia ediliyordu. Oda TV’de ele geçirilen belgelerde ‘Koz.doc’ isimli Word dosyasında; “Rusya ve Özbekistan’daki cemaat operasyonları hakkında Kozinoğlu’ndan gelen belgeleri mutlaka gündeme taşıyalım. Kozinoğlu’ndan gelen diğer belgeleri de değerlendirelim” şeklinde notlar ele geçirildiği ileri sürülüyordu.

AB: Gelişmeleri niye endişeyle izliyordu!?

AB Komisyonu’nun genişleme ve komşuluk politikasından sorumlu üyesi Stefan Füle, “Türkiye’de gazetecilere yönelik operasyonları endişeyle izlediğini” bildiriyordu. Yazılı bir açıklama yapan Füle, AB Komisyonu’nun ilerleme raporlarında, gazetecileri hedef alan çok sayıda davanın fiiliyatta basın özgürlüğüne zarar verdiğine dikkat çekildiğini hatırlatıyordu.

Aydınlığın iddiasına göre: “operasyon merkezi” şöyle işliyordu!  

“Ergenekon” operasyonları, Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KGM) yasal kılıfı altında faaliyet gösteren “Özel Örgüt”, CIA Karargâhı, TSK’daki Gladyo birimleri ile MİT ve Emniyet’teki Fetullahçı ağırlıklı “Özel Birim”lerle ortak çalışıyor.

1 – Washington-Küresel Gladyo Merkezi-CIA 

·         Stratejik program. ●Stratejik planlama. ●Stratejik talimat.

2 – Ankara-BOP Eşbaşkanlığı-T.Erdoğan 

·         Örgütü İçişleri Bakanlığı üzerinden yönetmek. ●Özel Örgüt’e yeni görevler vermek. ●Özel Örgüt’ten gelen operasyon dosyalarına onay vermek. ●Gül ile bilgileri ve yönetimi paylaşmak.

3 – Çankaya’da Sözleşmeli Personel-Abdullah Gül 

·         Özel Örgüt’ün operasyonlarını izlemek, bilgileri paylaşmak, eşgüdüm

4 – İçişleri Bakanı-Beşir Atalay 

·         Tayyip Erdoğan ile Özel Örgüt arasındaki bağlantıyı sağlamak

·         Özel Örgüt’ün her türlü planlama, operasyon ihtiyacını karşılamak

5 – KGM (Özel Örgüt’ün yasal kılıfı) 

·         Merkez, Ankara/Emek’teki eski MİT binası. ●Muammer Güler/Müsteşar, Asıl yetkili değil. Noterlik makamı gibi. İzlenecek, tutuklanacak, sindirilecek, deşifre edecek isimleri belirler. ●Bu kişileri Emniyet’e, MİT’e duruma göre Jandarma’ya bildirir. ●Gelen sonuçlara göre dosyaları özel yetkili savcılara bildirir. ●F-Tipi ile birlikte psikolojik harekât yürütür. ●İslamcı güç merkezlerini denetler, yönlendirir. ●Kürt, Alevi ve etnik grupları izler, yönlendirir. ●Eleman yönünden esnek bir yapısı vardır. ●Çok değişik mesleklerden insanlarla çalışır. Muhbir kullanmaz. ●F tipi’ne mensup bazı kişiler KGM’ye gönüllü çalışır. ●Ayrılan bütçenin yanı sıra Başbakanlık örtülü ödeneğinin önemli bir kısmını kullanır.

6 – MİT içindeki kol 

·         Gizli dinlemeler/teknik takip. ●İstihbarat desteği. ●Lojistik destek. ●Eleman desteği.

7 – CIA Karargâhı 

·         Ankara’da sürekli ofis değiştirerek çalışıyor. (Ayrıntılı bilgiyi yarın vereceğiz.)

8 – TSK içindeki Gladyo birimleri 

9 – Emniyet içindeki kol: F-Tipi çete 

·         KGM’den gelen gizli dinleme/teknik takipleri yürütür. ●KGM’ye eleman desteği verir. ●Gelen dosyaların durumuna göre Güvenlik İstihbarat, Asayiş, Terörle Mücadele daire başkanlıklarına paylaştırır. ●Özel yetkili savcılardan gelen gözaltı ve yakalama emirleri Terörle Mücadele (TEM) Daire Başkanlığı tarafından uygulanır. ●TEM, şüphelilerin ilk sorgusuna da yapıp özel yetkili savcılara sevk eder. ●Gizli telefon ve ortam dinlemeleri yapar. ●Medyada psikolojik harekât yürütür. Sahte suç delilleri üretir. ●Özel Örgüt’e eleman temin eder.

10 – Özel yetkili hakim ve savcılar 

·         En önemli birim İstanbul/Beşiktaş’ta. ●HSYK ele geçirildikten sonra başta Ankara diğer büyük merkezlerde özel yetkili savcılık karargâhları kuruluyor. ●KGM’den gelen operasyon dosyalarını işleme koyuyor. ●Dinleme ve takip için mahkemelerden karar aldırıyor. ●Sorgulamaları yapıyor. Sormaları gereken sorular özel yetkili savcılara KGM’den bildiriliyor. ●KGM ve Fethullahçı karargâhla birlikte iddianameleri hazırlıyor (5 Mart Sh. 8 Aydınlık)

ODA TV’de ele geçirilen “Ulusal Medya” belgesindeki ilginç ayrıntı Yeniden yapılanmak için “Ergenekon Lobi” hazırlığını mı gösteriyordu? Yoksa Yeni Bir Ergenekomik senaryo muydu? 

Ergenekon soruşturması kapsamında arama yapılan Gazeteci Soner Yalçın’a ait Oda TV adlı internet sitesinin ofisinde bulunan “Ulusal Medya” başlıklı belgenin ayrıntıları netleşiyordu.

Milli Gazete’nin ulaştığı bilgilere göre, söz konusu belge Ergenekon adlı örgütün yapılanmasını ihtiva eden “Ergenekon-Lobi” isimli belgenin devamı ve birbirini destekler nitelikte olduğu söyleniyordu. Belgenin de, örgütün “Araştırma, gözlem, analiz, teori” birimlerince hazırlandığı öne sürülüyordu.

Ulusal Medya başlıklı dokümanların, Ergenekon soruşturmaları kapsamında daha önce ifade veren Tuncay Güney’in, kendisine Veli Küçük tarafından yazdırıldığını belirttiği “Ergenekon yeniden yapılanması (reorganizesi)” başlıklı dokümanda belirlenen amaç ve stratejilere uygun olarak hazırlandığı düşünülüyordu.

Belgede ne yazıyordu? 

Ulusal Medya başlıklı dokümanda, Ergenekon örgütünün yönetici kadrosunda olduğu iddia edilen isimlerin “Yurtta ve yurt dışında faaliyet gösteren Türk iş adamları arasından seçilecek kişilerden “Medya-Finans Konseyi”nin oluşturulması gerektiği, bu konseyde yer alan iş adamlarının devlet kurumlarınca ticari faaliyetlerinin desteklenmesi gerektiği, ticari şirketlerinin ilan ve reklamlarının ücretsiz olarak yayınlanması gerektiği” yazılıyordu.

“LOBİ” ne anlama geliyordu? 

Ergenekon soruşturması kapsamında bulunan ve savcılık iddianamesinde de kayıtlara geçen “Ergenekon Lobi” başlıklı belge “Ergenekon’un belgesi” olarak nitelendiriliyordu. Belgede Ergenekon isimli örgütün politikası, hedefi, yöntemi ile örgütün organizasyon şeması ayrıntılı bir şekilde anlatılıyordu[2]

Psikolojik savaş eğitimi alan 7 GAZETECİ KİM oluyordu? 

Bir soru attı ortaya, diyor ki: “İsrail’e gidip ‘Medyada psikolojik savaş’ eğitimi alan 7 gazeteci kim?”

“Son günlerde hayretle izliyorum. Bazıları panik halinde birbirlerini satıyorlar. ‘Soner’in laptop’u kendini kurtarma derdinde, Cüppesiz Ahmet başka bir çaba içinde, reklâm yaldızı genç arkadaş ayrı bir havada, ‘tam zengin kayınpeder buldum, işim olmaz’ diye dolanıyor, oralarda doğup semirenler ise ‘Beni istemiyorlardı’ zaten propagandası yapma peşinde.”

“Sevgili dostlar, kim ‘ne istiyorsa’ yapsın, şahıslarla işimiz yok! Sadece bir soru soracağım: 2009 yılında Türkiye’den bir hafta İsrail’e gidip ‘medyada psikolojik savaş’ eğitimi alan 7 gazeteci kim? Araştırın bakalım neler bulacaksınız?” (Yiğit Bulut, Habertürk)

Soruyu soran cevabı bal gibi biliyordu, ama açıklamaya yüreği yetmiyordu.. Bu sözler hani bir zamanlar çok tartışılan işadamı “Sami Ofer”i hatırlatıyordu. Konuyu açalım biraz:

Türkiye’de aldığı ihalelerle bir dönem çok konuşulan İsrailli işadamı Sami Ofer’in aslında bir “propaganda okulu” olduğunu Jarusalem Post gazetesi açıklıyordu! 

Aynı gazete İsrail’in en zengin adamı Ofer’in milyonlarca dolar tutarında bağışıyla kurulan ve sonraki yıllarda da mali yardım almaya devam eden bu okulun bir “özelliği”ni daha yazıyordu. Burada bazı öğrenciler sıradan bir iletişim eğitimi görürken, bazıları da İsrail devleti ve İsrail’in ABD’deki destekçileriyle el ele dünya kamuoyunu yanıltmaya, işgali ve saldırganlığı haklı göstermeye, başka ülkelerin kaderini etkilemeye yönelik profesyonel bir propaganda savaşı yürüttüğünü de aktarıyordu.

Bu okul Herzliya şehrinde bulunuyordu. Geniş amfileri, tam donanımlı televizyon stüdyoları ve atölyeleriyle ilk bakışta dünyanın herhangi bir yerindeki özel eğitim kurumlarından farksız görünüyorsa da, propagandanın adeta merkezi gibi çalıştığını kendileri itiraf ediyordu.

Filistin’den atılan ve çoğu boş araziye düşen el imalatı boruların, yüzlerce kişinin canına mal olan İsrail’in fosfor bombalarıyla eş değer gösterilmesi, masonik medyanın yıllardır yaptığı propagandanın başarılı olduğunu gösteriyordu.

The Guardian’a yazan İsrail’li yazar Rachel Shabi, özellikle ilk haftalarda dünya medyasında İsrail’in görüşlerinin tam bir egemenlik kurduğunu açıklıyordu.

Toparlayacak olursak:

Sami Ofer İletişim Okulu (Interdisciplinary Center) İsrail’in ilk özel üniversitesi oluyordu. Ofer, propaganda okuluyla sunduğu büyük hizmetin yanı sıra, İsrail Deniz Komando birliklerinden gelen öğrencilerin okul masraflarını üstlenerek orduya bağlılığını bir kez daha ispatlıyordu.

Şahsen, gazeteci Yiğit Bulut’un ortaya attığı İsrail’den medyada psikolojik savaş eğitimi alan 7 gazeteci henüz bilinmiyordu. Ama eğitim aldıkları yerin adresi Oferin okuluydu[3]

Bu Siyonist Yahudi iş adamı SAMİ OFER, hem Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonuna özel davetli olarak çağrılacak kadar Sn. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Başbakan Recep Beyin, bazı bakanların ve üst düzey bürokratların ve TÜSİAD patronlarının yakın dostuydu!? 

Hem de, aynı Sami Oferlerin ve diğer Siyonist neferlerin dolaylı şekilde Soner Yalçın ve Doğu Perinçek gibi Ergenekonculukla suçlananlarla bağlantıları saptanıyordu!? 

Yoksa Siyonist odaklar, ılımlı İslamcı kuklalarıyla, katı ulusalcı kuyruklarını, Ergenekon tertip ve tahtaravellisiyle biri birlerini dengelemek ve sömürü düzenini gizleyip yürütmek için mi kullanıyordu? Yani millet Karagöz-Hacivat gölge oyunuyla mı oyalanıyordu? 

Aydınlıkcı Ulusalcıların yıllarca “Amerika’nın kiralık kuklası ve Kapitalizmin Türkiye kahyası!” diye sataştıkları Morison Süleyman Demirel, bugün: “Aydınlık Gazetesinin başında keşke Doğu Perinçek bulunsaydı… diye düşünüyorum. Ve bu gazetenin günlük yayına başlamasını oldukça önemsiyorum” diyordu!?[4]

“AKP’yi Hristiyan Demokratların aynası” sayan Yahudi Watson: 

“Türkiye’de Derin devleti yıkmak için Ergenekon davası çok önemli” diye kimleri uyarıyordu? 

Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi ve Liberal Grup eski Başkanı Graham Watson, devam eden Ergenekon soruşturmasına kuvvetli destek çıkmıştı.

Arap ülkelerindeki halk hareketlerini Türklerin 1950’de “tek parti diktatörlüğüne” son vermesine benzeten Watson, Mısır’ın da Türkiye gibi “derin devleti” yıkmanın çok zor olduğunu “keşfedeceğini” “İşte bu yüzden Ergenekon ve benzer soruşturmalar çok önemli.” olduğunu vurgulamıştı!

Strasbourg’da Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda Hollandalı Hıristiyan Demokrat ve Yahudi asıllı Oomen-Ruijten’in kaleme aldığı 2010 Türkiye İlerleme Raporu tartışılmıştı. Müzakerelerde konuşan Watson, Fransa Cumhurbaşkanı Nikola Sarkozy’yi ve son Ankara ziyaretini eleştirerek, “Sarkozy artık nasıl Akdeniz Birliği adına konuşamıyorsa Türkiye için de Avrupa Birliği adına konuşamaz. Türkiye ziyareti de son derece tahrik ediciydi.” Çıkışını yapmıştı.

Türkiye’nin kat edeceği mesafenin çok olduğunu söyleyen Watson, AB’nin de Türkiye ve Endonezya gibi Müslüman demokrasileri memnuniyetle karşılamazsa “çok” şey kaybedeceğini kaydetip Almanya’daki iktidarın AK Parti’ye karşı tavrını anlamakta zorlandığını, zira AK Parti’nin, Alman Hıristiyan Demokrat (CDU) Parti’nin “aynadaki yansıması” olduğunu vurgulamıştı.[5]

Kimin eli, kimin cebinden çıkıyordu? CIA plazalarını Rus Yahudiler yönetiyordu! 

Regus şirketinin ortakları ve yhöneticileri arasında Yahudi asıllılar ağırlıkta, Türkler ise azınlıkta görünüyordu 

CIA’nın kendi operasyonlarında kullandığı binaları yöneten şirketlerin ortaklarını ve yöneticilerini Aydınlık açıklıyordu. Ortakların çoğu yabancı uyrukluydu. Bazı Türklerin isimleri de ortak ve yöneticiler arasında geçiyordu. Öğrenebildiğimiz kadarıyla, Regus şirketinin yönetici ve ortakları arasında Yahudi asıllılar önemli bir ağırlık oluşturuyordu. Regus plazalarının önemli bir özelliği de, Türkiye’de gizli çalışma yürüten 400 CIA ajanı da buraları kullanıyordu. Bu 400 CIA casusu acaba Tayyip Erdoğan Özel Örgütü’ne operasyonlarda yardımcı oluyor muydu.

Uluslararası emlak, organizasyon ve danışmanlık şirketi Regus’un yöneticilerine iki basit soru sorulmuştu:

1.   Regus şirketi ortak ve yöneticileri, kiraladıkları binaların CIA tarafından karargah olarak kullanıldığını biliyor muydu? CIA’nın, Regus tesislerini firmadan habersiz kiralaması mümkün müydü?

2.   Otel, motel gibi Türkiye’deki bütün konaklama tesisleri, müşterilerinin isimlerini ulusal bir ağ üzerinden güvenlik kuvvetlerine açık tutuluyordu. Regus plazalarında ya da rezidanslarında konaklananların açık kimlikleri ulusal ağa kaydediliyor muydu?

Regus Kozyatağı yöneticileri: 

Şirketin Adı: Regus Asya Kozyatağı İş Merkezi İşletmeciliği A.Ş.

Sicil No: 685983/0

Kuruluş Tarihi: 2008

Sermaye : 50 bin TL

Yönetim Kurulu Üyeleri: David R.Robert Giraud, Ghassan Haddad, Oliver J.M., Lasnier De Lavalette, Paulo Henrique Dias

Eski Yönetim Kurulu Üyeleri: Çağla Tolunay, Toroman Bener, Osama Milad, Eskander Nicola, Nilgün Onnar, Sema Gunnel

Regus İş Medrkezi yöneticileri: 

Şirketin Adı: Regus İş Merkezi İşletmeciliği Ltd. Şti.

Sicil No: 410406/0

Kuruluş Tarihi: 1998

Sermaye : 28 bin 150 TL

Adresi : Maslak 

Yetkilileri: Andreas Arquin, Belinda Dawn Morvan, Evren Uğurdoğan, M.L. Sebastianus Doggen, Sema Gunnell, Neylan Matban, Osman Tanrıverdi, Paulo Henrique Dias.

Amacı: Kendine ait veya kiralanan gayri menkulün kiraya verilmesi veya işletilmesi.

Regus İstanbul Yöneticileri 

Adı: Regus İstanbul İş Merkezi İşl. A.Ş.

Sicil No: 557412/0

Kuruluş Tarihi:2008

Sermaye: 50 Bin

Kuruluş Adresi: Ataşehir

Yönetim Kurulu Üyeleri: David R. Giraud, Oliver J.M. Lasnier De Lavalette, Paulo Henrique Dias, S.Joseph Amine.

Yetkilileri: Andreas Arquin, Belinde Dawn Morvan, Marinus L.S. Doggen, Paulo Henrique Dias, Evren Uğurdoğan

Regus Danışmanlık Yöneticileri 

Adı: Regus Yönetim ve Danışmanlık Ltd. Şti.

Sicil No: 681315/0

Kuruluş Tarihi: 2008

Sermaye: 5 bin TL

Kuruluş Adresi: Maslak

Yetkilileri: Andreas Arquin, Belinde Dawn Morwan, Evren UğurdoğanMarunis L.Sebastians Doggen, Paulo Henrique Dias, Sema Gunnel.

Amacı: Kendine ait veya kiralanan gayri menkulün kiraya verilmesi veya işletilmesi

Şimdi CIA ve MOSSAD ajanlarına; Amerika’lı, Rusya’lı ve Avrupa’lı Yahudi sermayedarlara her türlü imkân ve kolaylığı sağlayan AKP iktidarı mı, sabataist ve masonik şebekeyle savaşıyordu? 

Karanlık ODA’ da sadece Soner Yalçın mı bulunuyordu? 

Sabetaistler üzerine çok sayıda yazı kaleme alan M. Şevket Eygi, Menderes’in idamında bile etkin rol oynayan süreci göz önüne alarak Türkiye’de iki sabetaist ailenin kavgasının Türkiye’nin kuruluş sürecine kadar giderek oldukça etkili olduğunu sıkça dile getiriyordu. Kendisi de bir sabetaist olan Ilgaz Zorlu ile çıktıkları televizyon programlarında ve hazırladıkları kitaplarda tehlikeli dönmelere vurgu yapan konuşmalar yapılıyordu. Ülke insanı için tahmin edilen ama dillendirilmeyen bir konuydu bu ve meselenin nereye bağlanacağı oldukça merak ediliyordu. Çünkü Osmanlı’nın kucak açtığı ve bürokraside iyi yerlere taşıdığı ‘dönme’ler memleketin altını fena halde oymuşlar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde ise ‘halkın’ etkin gücünü kırabilmek için sürekli oyunlar tezgâhlıyordu.

Eygi’nin dikkat çektiği tehlikenin üzerine gidilmesi beklenirken ilginç bir şey olmuştu. Sahneye nereden sufle aldığı hiçbir şekilde tahmin edilemeyen Soner Yalçın giriyordu. “Beyaz Türklerin Büyük Sırrı”nı anlatan “Efendi” vizyona büyük bir gürültüyle dalıyordu. Eygi’nin tartışılmasını ve dikkat edilmesini istediği “Efendi”leri farklı bir dille kaleme alıyordu Soner Yalçın. Kitabı neden kaleme aldığıyla ilgili bir soruya verdiği “Bu konu İslamcılara bırakılamayacak kadar önemlidir” ifadesi nereden rol çaldığını açık yüreklilikle ortaya koyuyordu.

Hangi Soner Yalçın Doğru Söylüyordu? 

Soner Yalçın “Erbakan’ın Hatırlattığı Müslüman İlim Adamları” başlıklı yazısında: 

·         Biruni’nin, Darwine ilham kaynağı olan (yani yaratılışın kendiliğinden ve kör tesadüfler sonucu oluştuğunu savunan) fikirler ürettiğini

·         Cahız’ın Darwinin safsatalarını yüzyıllar öncesinden dile getirdiğini

·         İbni Sina, İbni Haldun ve Mevlana’nın “insanın maymundan geldiğini söylediklerini” iddia edecek kadar pervasızlık sergileyip zırvalıyordu.

Ve hiç utanmadan tam bir sabataist-sosyalist tiyniyetiyle, hiçbir ilgisi olmadığı halde bu uyduruk iftiraları sanki Erbakan hatırlatmış havası vermekten sakınıp sıkılmıyordu.[6]

İşte bu Soner Yalçın’ın her kitabı olay olabiliyordu. Türkiye’nin böyle torpilli yazar çok bulunmuyordu. Turgut Özakman gibi neredeyse yazmaya başladığı her satırın alıcısı oluşturulmuyordu. Soner Yalçının delilleri karartarak, gerçekleri çarpıtarak yazdığı o kadar yazı ve kitap var ki ‘Hangi Soner Yalçın’ sorusunu sormak gerekiyordu.

Soner Yalçın’ın geçmişte Aydınlık’la bağlantıları, Doğu Perinçek’le yakınlıkları; ama sonra bin bir entrika ve kavgayla bozuşmaları ve derken Yalçın’ın kıblesini tekrar ‘malum mihraklara dönderip aynı safa katılması, hep kafa karıştırıyordu. 

Hürriyet gazetesinin ‘derin aklı’ ona büyük bir imkan sunmuştu. Kitapları çıktığında oluşan PR’ın bayraktarlığını Ertuğrul Özkök’ün yapmasına da şaşırmak gerekmiyordu. Murat Bardakçı’nın ayrılışı sırasında ortaya çıkan tarihle ilgili sayfayı alanındaki yetkinliğiyle bilinen, Ersin Kalkan’a değil de ‘Komplo Teorileri’ni tarihi bilgi diye pazarlayan Soner Yalçın’a sunanların asıl düşündükleri ve gözettikleri ne oluyordu?

Gerçeği binlerce yalanın içinde özenle saklayan Soner Yalçın’ın ‘çakma’ işleri şu son dönemde yaptığı garipliklerle sınırlı kalmıyordu. Kemal Kılıçdaroğlu ile Soner Yalçın’ı buluşturan ortak özelliğin de aynı çakmalıkta saklı olduğunu söylesem, şaşırır mısınız?

İsrail ‘oda’ya dost mu, düşman mı oluyordu? 

Kılıçdaroğlu ve Yalçın’ı buluşturan ilginç bir gelişme olmuştu. Uzun süredir sadece “çamur at, izi kalsın” mantığıyla kurgulanan ‘karanlık’ Oda TV’ye bu kez mahkeme kararıyla baskın yapılıyordu. Elbette ki bu baskından en çok rahatsız olan ana muhalefet lideri Kılıçdaroğluydu. “Yargıya baskı var”dan “yargı baskı yapıyor”a giden yolda işaret levhalarının bir önemi yoktu. Zaten Kılıçdaroğlu’nun da ‘hafıza’ diye bir sorunu yoktu. Hatırlayınız başörtüsü konusunda (Deniz Baykal’a yeni taviz komplosunda) sabahki açıklamayla akşamki açıklamaları birbirini tutmuyordu.

Mahkemenin elinde ne olduğunu, ODA TV’de bir araya gelen ekibin neler çevirdiğini bilmiyoruz. İktidara karşı siyaset yoluyla mücadele koridoru açamayanların ve halkımızın inancı ve hayat tarzıyla barışıp onların güvenini kazanamayanların ‘ülkeyi yangın yerine çevirmek’ pahasına harekete geçeceğini bilmeyen yoktu. Oda TV’nin ‘inanç’ ekseninde iktidar ya da muhalefet ayırmadan herkese acımasızca saldırdığı da biliniyordu. İsrail’in ve Amerika’nın oyunları olarak gösterdikleri ‘Ergenekon’ davasında ‘dışarı’yı gösteren aynı ekip bu kez Mavi Marmara katliamını yapan İsrail’in yanında durmaktan sıkılmıyordu. Oda TV’ye yapılan baskınla ayağa kalkanın ABD Büyükelçisi olmasını nasıl yorumlamalıyız? ‘Ulusalcılık’ maskesi yırtılırsa altından Amerikancılık mı çıkarıyordu?” [7]

ABD elçilerinin “tutuklu” aşkı nereden kaynaklanıyordu? 

ABD’nin yeni elçisi Ricciardone’nin ayağının tozuyla Oda Tv baskınını eleştirmesi tepki doğururken, eski elçi Jeffrey’in de Ergenekon ve Balyoz tutuklamalarıyla ilgili ülkesiyle ciddi yazışmalar yaptığı ortaya çıkmıştı. Washington tarafından yeni atanan ABD’nin Ankara Büyükelçisi Joseph Ricciardone, ODA TV’de yapılan arama sonrasında söz konusu internet sitesinin sahibi ve Hürriyet Gazetesi yazarı Soner Yalçın’ın gözaltına alınması sonrası “Demokrasi için bazı temel koşullar var. Birincisi olarak medya özgürlüğüdür. Medyanın, basının özgür olması demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Eleştirel de olsa basın özgür olmalıdır” yorumunu yapmıştı.

Soner Yalçın ve İsrail Dostluğu! 

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve “Örgüt üyesi olmakla suçlanan” gazeteci Soner Yalçın hakkında şok bir iddia ortaya atılıyordu. Ergenekon savcılarının soruşturma sırasında ulaştığı ve İsrailli bir gazetecinin gönderdiği e-posta da, Soner Yalçın’dan SY diye bahsederek “Doğu bey, S.Y’ya kontrgerillanın içine sızma görevi verdi. S.Y. konrtagerillanın içindeki Ahmet Cem Ersever’le görüştü. S.Y., tamamen kontrgerillanın içine sızmayı başarmıştı ve sonunda çökertti” dediği saptanmıştı. Milli Gazete o e-posta’nın ayrıntılarına ulaşmıştı.

Hafta başında Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan Hürriyet Gazetesi Yazarı ve ODA TV adlı internet sitesinin sahibi Soner Yalçın hakkında şok bir iddia ortaya atılmıştı.

Ergenekon soruşturması kapsamında yapılan aramalarda el konulan bir bilgisayarın incelenmesi sonrasında ehudperez@inmail24.com Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
isimli bir adresten
admin@atin.org    Bu e-posta adresini spambotlara karşı korumak için JavaScript desteğini açmalısınız
‘a bir e-posta gönderildiği saptanmıştı

Kod adı S.Y 

Ergenekon davası tutuklu sanıklarından İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek’ten bahseden e-posta şöyle devam ediyordu: “Doğu Bey’e, 90’lı yılarda çok gizli mektuplar geliyordu. Bazı mektuplar Aydınlık-Ankara bürosunda görevli S.Y’ye geliyordu. S.Y., bu mektupları Doğu Bey’e vererek bilgilendiriyordu. Doğu Bey, S.Y’ya kontrgerillanın içine sızma görevi verdi. S.Y., kontrgerillanın içindeki Ahmet Cem Ersever’le görüşmek için araya adamlar koyarak sonunda Ersever’le yüz yüze görüştüler. Ersever, bölgedeki kontrgerillanın faaliyetlerinin ancak %15’ını anlattı. S.Y., tamamen kontrgerillanın içine sızmayı başarmıştı ve sonunda çökertti.”

Tel Aviv’den başlayan dostluk nasıl devam ediyordu? 

Mektupta S.Y diye geçen ve Aydınlık Dergisi’nin Ankara bürosunda çalışan kişinin Soner Yalçın olduğu anlaşılmaktaydı. Söz konusu mektupta Başbakan’dan “İslami Terörist” diye söz edilirken, bir MOSSAD ajanının Doğu Perinçek’ten “Erdoğan’ı öldürmek için izin istediği, Perinçek’in ise bu konuyu düşüneceğini” söylediği aktarılmıştı. Söz konusu gazeteci Doğu Perinçek’le İsrail’in başkenti Tel Aviv’de tanıştığını ve derin bir dostluğunun olduğunu vurgulanmıştı. Aynı e postanın Ergenekon firari sanığı Turhan Çömez ile Gülay Gömürcü’nün e-postalarına da yönlendirildiği anlaşılmıştı. Acaba bütün bunlar uydurma ve yakıştırma mıydı, yoksa gerçeği mi yansıtmaktaydı? Çünkü artık sapla saman iyice birbirine karışmıştı. Ve acaba Recep T. Erdoğan’ı dindar halkımız ve Müslüman toplumlar nazarında: “İsrail karşıtı ve İslam kahramanı!” gösterip BOP eşbakanlığı ve Siyonizm hizmetkârlığı saklanmaya mı çalışılmıştı?

Oda TV’de ‘itiraf’ korkusu mu yaşanıyordu? 

Oda TV’de yapılan aramalarda ele geçirilen belgeler, Soner Yalçın ve ekibinin sadece gazetecilik yapmadığı yönündeki görüşleri destekliyordu. Belgelerden birinde Ergenekon sanıklarıyla ilgili tutulan notlar yer alıyordu. İşte o notlardan çarpıcı başlıklar: “Sanıklardan bazıları çok şey biliyor. Bir itiraf furyası başlarsa bütün kategoriler aynı anda çöker. Bu nokta çok ciddi, daha önce de aktardık.” Deniyordu.

Belgede yer alan notlara göre, sanıkların kategorize edilmesi kendileri arasında huzursuzluğa sebep oluyordu. Bazı sanıkların kendilerine ikinci sınıf insan muamelesi yapılmasına tepki gösterdiği rapor ediliyordu. Ve bu durumun ileride ciddi sıkıntılara sebep olabileceği aktarılıyor, sanıkların kendilerine medya, para ve savunma gibi desteklerin eşit oranda sağlanmadığından şikâyetçi oldukları belirtiliyordu.

“Şehit cenazelerini provoke edelim” talimatını kim veriyordu? 

Oda TV’de ele geçirilen bir belgede Ergenekon, Balyoz, Poyraz köy gibi soruşturmalarda tutuklu bulunan muvazzaf subayların serbest kalmasını sağlamak için şehit cenazelerinin iyi bir fırsat olduğu aktarılıyordu. Gerek haberlerde gerekse cenazede atılacak sloganlarda ‘her şehit cenazesinde komutanlar içeride’ vurgusunun yapılması isteniyordu. Bir başka belgede de Yalçın Küçük’ün Oda TV’ye talimatları yer alıyordu.

Söz konusu talimatlarda Küçük, PKK’nın amaçları doğrultusunda yayın politikası izlenmesini istiyordu. İşte o tavsiyeler: “Örgütü zayıf gösterecek yayınlardan uzak dur. Öcalan’ı kahraman gibi gösterelim. Cemaat PKK ile anlaştı, yakınlaşıyor konusu işlensin. Şehit cenazelerini hükümete karşı kullanalım.” 

Danıştay saldırısı niye türban kararına bağlanmak isteniyordu? 

Soner Yalçın’ın sahibi olduğu Oda TV internet sitesinde yapılan aramalarda ele geçirilen bir belgede Danıştay saldırısıyla ilgili notlar dikkat çekiyordu. Belgede aynen şu ifade kullanılıyor: “Danıştay’ın türban eylemi olduğu, Hanefi Avcı’nın ağzından net bir şekilde vurgulanmalı” deniyordu. Evet evet, Türkiye’de İslam’la savaşan sinsi, masonik bir şebeke vardı. Ama AKP bunun karşıtı değil, bir parçası oluyordu. Veya rakip sabataist grupların iktidar mücadelesi yaşanıyordu.

Nuraydın Arikan kaleme aldığı 28 Şubat Sürecinde Medya adlı kitabında 28 Şubat’ın kiralık kalemlerini anlatıyordu.

Kitabın adına yansıyan ‘medya’yı, 28 Şubat sürecinin kiralık elemanları temsil ediyordu. O yılların Kanal D televizyonu, bu kanalda yayınlanan Arena programı ve bu programının sunucusu Uğur Dündar bunların başında geliyordu.

Ve “içerden bir bakışın ürünü” olması kitaba ayrı bir önem kazandırıyordu. Şimdilerde Kültür Bakanlığı Basın Müşaviri olan kitabın yazarı Nuraydın Arikan, o yıllarda Arena programının kadrosu içinde bulunuyor, yapım yardımcısı ve muhabirlik yapıyordu. Kitabın önsözünde o dönemiyle ilgili olarak “Keyif aldığım, bana çok katkıda bulunan ama bir kısmını bu kitapta okuyacağınız nedenlerden ötürü, çok fazla da sorguladığım bir dönem oldu yaşadığım bu 4 sene.” diyordu.

Arıkan, bu kitabı akademik bir süreç icabı hazırlamıştı. Dolayısıyla, ne eski iş arkadaşlarına yönelik bir ‘art niyet’, ne de akademik camianın kurallarını ihlal edici bir nitelik görünmüyordu. Tamamen kaynaklara dayalı bir çalışma, tümüyle nesnel bir eser hazırlıyordu.

344 sayfalık bu kitabın “Gerçeklerin Er Meydanında Haber ve Propaganda” başlıklı Giriş’inde ‘ideolojik’ ve ‘ticari’ çıkarlara dayalı olarak kitleleri yanıltan ‘haber’ programları üzerinde duruluyordu. Bu bölümü okurken, her iki çıkar ilişkisinin 28 Şubat süreci içinde etkin olduğu fark ediliyordu.

“28 Şubat sürecinde Türk medyasının hegemonya ile ilişkisi de incelenmeye değerdir. … 28 Şubat döneminin etkin güçleri de amaçlarına ulaşmak için medyayı kullanmışlardır. Bu kullanma yoluyla hegemonik bir baskı oluşturulmuştur.” deniyordu.

İkinci bölümde medyanın tavrı da dikkatlere sunularak dönemin ‘sembol olayları’ ele alınıyor. Dönemle ilgili olarak yıllar sonra ortaya çıkan bazı bilgi ve belgeler paylaşılıyor. Dönemin siyasi ortamı, bazı askerlerin disiplinsiz tutumları,  Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, yüksek öğretimle ilgili kurumlar gibi brifinge tabi tutulmuş yapıların yaklaşımları, sözde STK’ların demokrasi karşıtı eylem yöntemleri, MGK toplantısı, BÇG, EMASYA Protokolü, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, öte tarafta dönemin sivil siyasi yönetimi olarak Refah Yol iktidarının çabaları ve bütün bunlarla iç içe medyanın takındığı tavır, tamamı bu bölümde dikkatlere sunuluyordu.

“Arena ve Uğur Dündar” başlıklı bölüm bu ikisinin oluşum ve gelişim sürecini açıklıyordu. Özellikle Uğur Dündar’ın biyografisiyle ilgili geniş araştırmaların ilgi çekici olduğunu söyleyelim. Bu bölümün devamı olarak görebileceğiniz “28 Şubat Arenası” başlıklı dördüncü bölümde Uğur Dündar’ın süreç içinde yaptığı Arena Programları tek tek ele alınıp inceleniyordu. 3 Ekim 1996 – 12 Haziran 1997 tarihlerini kapsayan yayın dönemine ait toplam 30 programın ve aynı tarihlerde bir gazetede yazdığı bir dizi köşe yazının ayrıntılı bir şekilde ele alındığı bu bölümde birbirinden ilginç (hatta ilgilisinin foyasını ortaya çıkaran yüz kızartıcı) ayrıntılar bulunuyordu.”[8]

Aynı Uğur Dündar’ın ve o kafada olanların Oda TV baskınlarına duyarlılığı ise göz yaşartıyordu.

 


 

 

[1] Zaman / 20 Şubat 2011 / Sh. 14 Zaman

[2] . (Milli Gazete 23 Şubat Sh. 4 Cihat Arpacık)

[3] ” (24 Şubat Sh. 13 Davut Şahin – Milli Gazete)

[4] Bak: Aydınlık – 9 Mart 2011, Sh:8

[5] Zaman, 9 Mart 2011, Sh.15

[6] Bak: OdaTV – 06-03-2011

[7] (Ünal Ateş Milli Gazete 21 Şubat sh. 13)

[8] (Cevat Akkanat Milli Gazete)

 

MİLLİ ÇÖZÜM MAKALELERİ İÇİN TIKLAYINIZ…

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

acilis-duyuru-son