MİLLİ
ÇÖZÜMÜN CESARET KAYNAĞI VE HAYDAR BAŞCILARIN KÜSTAHLIĞI
Sahte şeyh ve sahte Prof. Haydar Başın müritlerinden Yusuf Karaca: Fatih dinsiz miydi? diyecek kadar küstahlaşmıştı. Hiç utanmadan, sakınmadan aynen şunları zırvalamıştı:
İcmal Gençlik Kampında Asude Yılmaz hanımın Fatih konusunda ortaya koyduğu belgeler, dinleyenleri adeta şaşkına çevirmişti. Bundan sonrada konuyla ilgili tarihçi arkadaşlarımızdan duyacaklarımız, herkesi şaşırtmaya devam edecektir Oysa bir takım uyduruk hadislerle “Fatihi Peygamberin övdüğü” yalanlarıyla büyüdük hepimiz. Şarabına zehir konarak oğlu tarafından öldürülen Fatihin, şarap içtiği kesin iken peygamber şarap içen birini nasıl övmüş olabilir? İslamın haram kıldığı öldürmeyi, helal yapan Fatih, oğlu Beyazıt tarafından öldürülmüş. Sen misin taht uğruna evlat öldürmeye caiz diyen, al sana!.. Tarih dalında otorite isim Halil İnalcık şöyle der: Fatih, İstanbulun fethinden sonra kendisini Doğu Roma İmparatorluğunun varisi görmüş, Kayser-i Rum (Roma İmparatoru) unvanını benimsemiş, imparatorluğu eski Bizans sınırlarında kurmak için seferlerini ve davranışlarını buna göre ayarlamıştır. Fatih, kendini Roma varisi görürken, bize peygamber varisi diye yutturuldu! Fatih dönemi İslam dışı uygulamalarına iki örnek verelim: İslam hırsızlıkta el kesilmesini emrederken Fatih kanunlarında sığır çalanın eli kesilmiyor, bunun yerine yüz akçe ceza veriliyor. At çalarsa şayet, el kesilir. Zina yapana mesela para cezası veriliyor hâlbuki şeriat yasasına göre fiziki ceza gerektirir. Şarap içene iki sopa yerine, bir akçe alınması öneriliyor Franz Babinger Osmanlı ve Bizans kaynaklarına göre Fatihin kişisel ve karakter özelliklerini babası ve dedesinden değil, annesinden aldığını aktarmaktadır. Babinger, Dukastan aktardığına göre 2. Mehmet pire gibi adam öldürmekten zevk alırdı tespitine yer verir. Her çocuk gibi Fatih de annesinden çok etkilenmiştir. Fatih için temelde dinsel bağları olmayan bir insan yorumunu yapan kaynaklar, oğlu Bayezitin babası Fatih için dinsiz dediğini belirtirler. Emine Çaykaranın Halil İnalcıktan aktardığı Osmanlı sultanlarının çoğu ayyaştı tespiti çok önemli. (14 Ağustos 2017, Yeni Mesaj)
Bu Yusuf Karacanın ve diğer sapıtmış ve satılmış Haydar Başcıların, hiç utanmadan böylesine soysuz ve şuursuz bir hırçınlıkla Fatih Sultan Mehmet Hana yönelik düşmanlıkları, aslında kendisine ve Konstantinin Fethini övüp müjdeleyen Hz. Peygamber Efendimize duydukları gizli düşmanlığın açığa vurulmasıdır. Bunların Fatih Sultan Düşmanlığı, topyekün Osmanlı düşmanlığının bir yansımasıdır ve herhalde İstanbulun Fethini hâlâ hazmedemeyen Haçlı Batıya uşaklık ve yavşaklıktır. Bu Haydar Başcı sapkınların; Haçlı Papalık hizmetçisi Fetullah Gülene ve işbirlikçi AKPye karşı tavırları ise, sünni İslam ve özellikle Erbakan düşmanlıklarına birer kılıftır. Allah aşkına aklı ve vicdanı olan söylesin, Haçlı Papanın huzurunda rüku edip elini öpmekle, Haçlıların Konstantin Kalesini ve Ayasofya Kilisesini ele geçirip bu ülkeyi İslam vatanı yapan Sultan Fatihe düşmanlık etmenin ne farkı vardır? Haçlı Batılı gavurların bazı yazar ve tarihçi takımının kuyruk acısıyla Osmanlı aleyhine uydurdukları yalan ve iftiraları doğru sayıp, Hz. Peygamber Efendimizin müjdesine muhatap Sultan Fatihi ve diğer padişahları ayyaşlıkla suçlayıp saçmalayan ve içkinin İslamdaki cezasını hatırlatan Yusuf Karaca gibi kiralık ve münafık takımına ve Milli tarih tahribatçılarına sormak lazımdı:
Peki İslam hukukuna göre; müridinin karısını ayartan ve evinde aylarca alıkoyduktan sonra zorla boşatıp haremine alan; dört karılı sahte tarikat şeyhiniz, şimdi sözde parti şefiniz ve yine sahte Prof. etiketli Efendiniz Haydar Başa nasıl bir ceza uygulanmalıydı? Bu dört karılı harem hayatı da mı Atatürkçülüğün bir icabıydı?
Bizim bu uyarılarımıza ve düşük ayarlarını ortaya koymamıza yanıt veremeyen bu zavallı zırvacılar: Bu Ahmet Akgül ve Milli Çözüm yazarları bu cesareti nereden almaktadır? diye sormaktaydı. Öyle ise yanıtlayalım:
De ki, (ey inkarcılar ve münafıklar) Siz (ancak) bizim başımıza (dünyada zafer ve saadet, ahirette ise cennet gibi) iki güzellikten birinin gelmesini gözleyebilirsiniz. Biz ise, Allahın kendi katından ve bizim ellerimizle size bir azap indirmesini gözleyip beklemekteyiz. Öyle ise bekleyin bakalım, çünkü biz de sizinle beraber gözetleyip duruyoruz. (Tevbe: 52) inancına sahip bir Müslüman elbette cesaret ve metanet sahibi olacaktır.
(Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allahın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edenlerdir; O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. (Zaten) Hesap görücü olarak Allah kâfidir. (Ahzap: 39) Evet, müminlerin cesaret kaynağı imanları ve sadece Allahtan korkmalarıdır.
Her kim “Bizim Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra istikamet sahibi olarak (dürüst ve) dosdoğru yaşarsa, Onlar için (ne dünyada ne de ahirette) asla korku (ve keder) yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır. (Ahkaf: 13) Övgüsüne mazhar Müslümanı hiçbir güç ve hiçbir tehditle korkutamayacaktır.
İnkâr edenler, Resullerine dediler ki: Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz, veya dinimize (ve batıl düzenimize ve dejenere edilmiş değerlerimize) geri döneceksiniz. Böylelikle Rableri kendilerine (Nebilerine) vahyetti ki: (Sabredin) Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz! Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz (size imkân ve iktidar vereceğiz). İşte bu, makamıma saygı duyana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalık ve müjdedir). (İbrahim: 13-14) Müjdesine muhatap bir mümini hiçbir korku davasından caydıramayacaktır.
Onlar sizi (uzaktan) gözetleyip-duruyorlar. Size Allahtan bir fetih (zafer ve ganimet) gelirse: Sizinle birlikte değil miydik? diye (yılışıyorlar). Ama kâfirlere (başarıdan) bir nasip düşecek olursa (zalimler galip gelirse onlara yanaşıp): Sizi üstün gelmeniz için desteklemedik mi, müminlerden size (gelecek tehlikeleri) önlemedik mi? diye (münafıklık ediyorlar). Allah, kıyamet günü aranızda hükmedecektir. Allah, kâfirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermeyecek (sonunda mümin mücahitleri zafere ulaştıracaktır). (Nisa: 141) Garantisini alan bir mümin elbette tek başına bile tüm şeytani güçlere ve inkârcı zalimlere cesaretle meydan okuyacaktır.
Musibetleri ve imtihan sürecini gelecekten seyretmek şuuru ve rahatlığı!
Milli Çözüm Ekibinin, diğer bütün şuurlu müminler gibi; Başımıza gelen musibetleri ve imtihan süreçlerini, kader penceresinden ve gelecekten izleme sırrına vakıf olmaları, cesaret ve metanetimizin en önemli dayanaklarındandır. Olayların seyrini ve neticelerini bildiği tarihi kahramanlık filmini seyreden bir kişi; aktörlerin tutuklanmaları, zindana atılmaları, işkencelere tabi tutulmaları ve çeşitli iftiralara uğratılmaları durumunda, paniğe ve endişeye kapılmayıp, onların kurtulacaklarını ve kutlu başarılara ulaşacaklarını bilmenin peşin huzurunu yaşayacaktır. İşte her mümin Allahın vadine ve kudretine güvenip, uğradığı sıkıntı ve sarsıntılardan kurtulacağı ümidiyle, kavuşacağı mutlulukların peşin sevincini tadacak, zorluklara sabır ve cesaretle dayanacaktır. Kuranda anlatılan Hz. Yusuf (a.s) da, kaderini, gelecekten izleme, şuuru ve huzuru ile rahatlatılmıştır.
Nitekim (hain ve zalim kardeşleri) Onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca karar verdikleri zaman, Biz ona (Hz Yusufa şöyle) vahyetmiştik: Andolsun sen onlara, kendileri (şuursuz vaziyette bu gelişmelerin) farkında değilken, bu yaptıklarını (tek tek) haber verecek (ve mahcup edecek)sin… (Yusuf Suresi: 15. ayet) bu cesaret ve metanet kaynağını vurgulamaktadır. Yani Cenabı Hak, Hz. Yusufa: Bu hıyanet ve hakaretler sonunda Mısırda çok etkili ve yetkili bir konuma ulaşacağını, kötü niyetli kardeşlerinin de farkında olmadan onun izzet ve devlete kavuşmasının yolunu açtıklarını, kaderini gelecekten izletmek suretiyle, onu ruhen rahatlatıp imtihanını kolaylaştırmıştır.
Halk arasında cesaret; yiğitlik tavrı, ataklık, gözü karalılık ve dayanıklılık özelliklerini de içeren; ürkülecek şeyleri, endişe ve panikleri, risk ve tehditleri, dirayet ve sükunetle karşılayıp aşma, korku ve kuşku uyandırıcı durumlarla başa çıkma hassasıdır. Ancak cahili cesaret; sadece kuru kahramanlık damarıyla, tehlikelerin üzerine atlama anlamına kullanıldığı halde, İslami cesaret; imandan, Allahın vadine ve kudretine itimattan doğan bir kararlılıktır. İşte Milli Çözüm Ekibinin cesareti de, basit bir gözü karalılık değil, imani bir kararlılık tavrıdır. Çünkü onurlu ve cesur bir mümin bilir ki; Allahın dilemesi ve takdir etmesi dışında hiçbir şey ve hiç kimse kendisine ve yakın çevresine ne zarar ne yarar sağlayamayacaktır. Bu nedenle cesaret; doğruluk ve ihlas gibi olgun ve onurlu sıfatların da madeni konumundadır. Çünkü yalancılık, riyakârlık, yağcılık ve sahtekarlık, korkaklığın sonuçlarıdır.
Cesaret ve metanet, her başarının anahtarıdır. Risk almaktan ve sıkıntıya uğramaktan korkan kimseler büyük hayırlara ve yararlara yol açacak cesaretli adımlar atamayacaktır. Cesaret; mertlik ve yiğitlik aşısıdır. İmani bir özgüven ve insani bir özgürlükle Hak davaya ve mazlum halklara adanmışlıktır. Cesur Müslüman, Allaha sığınarak, hayırlı ve uzun aşamalı başarılara odaklanmıştır. Korkaklık ise, esaret ve bağımlılıktır. Nefsi vehimlerinin ve endişelerinin zincirleriyle kendilerini bağlamış olan korkaklar, büyük değişim ve devrimlere öncülük yapamayacaklardır. Cesaret ümitvarlığın, korkaklık ise kötümserliğin ve karamsarlığın sonuçlarıdır. Ve tabi şunu da hatırlatalım ki, gereksiz ve değersiz şeyler için cesaret ve fedakârlık, kahramanlık değil israfçılıktır ve kendini boşa harcamaktır.
Kendi izzeti nefsimizi, hürriyet ve haysiyetimizi korumak, temel insan haklarımıza sahip çıkıp savunmak üzere bize sunulan ve fıtri (doğuştan) olan cesaret duygusu; iman disipliniyle ve İslami eğitim süreciyle daha da gelişip olgunlaşır ve vicdanın kontrolüne alınır. Çünkü cesaret; dengeli biçimde, gerekli ve yeterli ölçüde kullanılmazsa, saldırganlığa ve zulümkârlığa yol açacaktır. Evet cesaret, çok zahmetli ve tehlikeli bir işe girişirken insanın kendinde bulduğu özgüven hassasıdır. Bu doğru ve olumlu cesaret,korkusuzluktan ziyade, bir başka olgunun ve sorumluluğun bu korkulardan daha önemli ve gerekli olduğu bilinciyle davranmaktır. Kahramanlık ve fedakârlık isteyen her riskli işin başlangıcında, cesur insanla korkak arasında pek fark bulunmamaktadır. Aradaki tek fark; korkak kendi kuşkularını öne çıkarıp geri adım atarken, cesurun bu korkularını bir kenara atıp, milli ve manevi sorumluluklarını kuşanmasıdır.
Korkularımızı yenmek ve cesaret duygumuzu geliştirmek için şu tavsiyeler yararlıdır:
a) Gereksiz ve temelsiz korkularımızı aşmak ve cesaret kazanmak için, cesaret ve metanetine güvendiğimiz insanlar örnek alınmalıdır. Onların cesaret kaynağı olan Kurani gerçekler ve Nebevi öğütler üzerinde yoğunlaşmalıdır.
b) Çevremizdeki kaypak ve korkak insanların moral bozucu yaklaşımlarından, bize kof kuşku ve kuruntu aşılayanlardan uzak durmalıdır. Çünkü korkaklar asla zorlu ve onurlu işlere başlamayacak ve tabi başlamadan da kutlu başarıya ulaşamayacaktır.
c) Etkili ve yetkili kişiler ve hıyanet ehli tiplerce size kin tutuluyor, kötülük yapılıyor, İslami ve insani tavrınız engellenmeye çalışılıyorsa, bu hem sizin haklı ve doğru yolda olduğunuzun, hem de sizden korkulduğunun bir ispatıdır. Öyle ise ağırlığınız ve saygınlığınız ancak cesaret ve metanetinizle korunacaktır. Çünkü direnç ve dirayet gösterilmezse, önceleri cesur insanlar bile zamanla korkaklığa, nemelazımcılığa ve zulüm düzeniyle uzlaşmaya kaymaktadır. Hak davasından taviz vermeye, gafil çevresinin ve hain işbirlikçilerin baskılarına boyun eğmeye başlayanların, giderek özünü yitirip koflaştığına ve korkaklaştığına hep şahit olunmaktadır.
d) Oysa hakta ve hayırda sabit ve istikametli, sıkıntı ve zorluklara karşı metanet ve cesaretli insanlara saldırmaktan genellikle çekinildiği saptanmıştır. Evet insanlar, zamanla ve bazı dayatmalarla korkaklığa da korkusuzluğa da alıştırılacak bir yapıdadır. Ancak cesur insanlar hem onurlu yaşayacak, saygı duyulacak, hem de sevap ve şeref kazanacaktır.
e) Erbakana göre: Hayat; iman ve cihattır! Ama 40 yıllık tavırlarından çıkardığımız, Erdoğana göre ise: Hayat; imkân ve fırsattır. Yani, kötü niyetine ve mahiyetine bakmadan, hangi merkezler daha cazip makam ve çıkar sağlıyorsa, onların hizmetine koşulmak; caiz ve vicdani olmasa da her fırsatı, şahsi ve siyasi hesapları uğrunda ve rakipleri aleyhinde kullanmak bu tiplere göre akıllılık, yandaşlarına göre ise kahramanlıktır. Biri cesaret ve izzetin, diğeri güç odaklarına esaret ve zilletin mayasıdır. İşte bu nedenle, hayat, iman istikameti ve vicdan cesareti ile yaşanırsa, insana onur ve huzur kazandıracaktır. Nefsi korkularını ve dünyevi kuşkularını yenebilenler, ölümü de öldürebilen, yani ölümü sonsuzluğa doğuş gören bir kutlu kahramanlığa ulaşacaktır.
Cesaret Kavramı ve Kaynağı
Gerçek cesaret, Kuran'da bildirildiği ve Efendimizce öğretildiği üzere, Allah'ın sınırlarını bütünüyle ve samimiyetle koruma konusunda; Allah'tan başka hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden kararlılık göstermek, hiçbir ortamda ve hiçbir şart altında, Hak davasından ve İslam ahlakından taviz vermemektir. Cesaret, sadece ve yalnızca Allah'tan korkan, O'na derinden bağlı olan insanların, imanlarından kaynaklanan onurlu ve şuurlu bir karakterdir. Samimiyetle inananlar; Allah'a olan imanları, Allah korkuları ve ahiret arzuları nedeniyle doğal ve doğru bir cesaret sergilemektedir. Her davranışları son derece samimi ve cesaretlidir. Allah rızası için, Kuran ahkamını savunmak ve Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamak ve diğer insanların da bu huzura ulaşmalarını sağlamak için çaba gösterir, etraflarında işleyen kötülüklere karşı sessiz ve tepkisiz kalmak yerine, Kuran'a uygun tavır gösterirler. Küfür ve kötülüklere karşı fikri olarak mücadele etmeyi, doğruyu, güzeli, iyiyi yerleştirmeyi görev edinirler.
Müminlerin cesaretinin kökeninde; tamamen Allah sevgisi, Allah korkusu ve Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik samimi gayretleri görülecektir. Bu yüzden Kuranın adalet nizamını kurma ve İslamın ahlakını yaşama konusundaki cesaretleri belirli şartlara bağlı değildir. Her ortamda ve her durumda mümin Allah'a güvenmenin getirdiği cesareti sergileyecektir. İnkârcıların ve münafıkların sergiledikleri cesaret örneklerinde ise maneviyatın yerini yalnızca çıkarlar ve dünyevi hırslar almaktadır. Bu yüzden Milli şuurdan ve manevi sorumluluktan uzak insanlar cesaret kavramını yanlış alanlarda uygulamaya kaymaktadır. Asıl cesaret göstermeleri gereken konularda ise hep geri durulmaktadır. Bu nedenle bu kişilerin gösterdikleri cesaret; genellikle gereksiz, anlamsız ve ahiretleri açısından da yararsız bir cesaret olmaktadır. Allah korkusu taşıyan insanlar vicdanen cesaret göstermeleri gereken bir olayda, o olayı görmezlikten gelerek kaçmayı vicdanlarına sığdıramazlar. Örneğin, bir kişi suçsuz olduğu halde suçlanıyorsa ve bir mümin de onun suçsuzluğuna şahitse, kendi çıkarlarına ters de düşse, kendini riske de atsa bu kişinin hakkını Allah'ın rızası için savunacaktır. Bu gerçekten güzel bir cesaret örneğidir. Müminin gösterdiği bu cesaretin kaynağı, Allah korkusudur. Çünkü Allah Kuran'da şöyle emretmiştir:
Şahidliği (asla) gizlemeyin (ve değiştirmeyin). Kim onu gizlerse, artık şüphesiz, onun kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı Bilendir.[1]
Ayette bildirildiği gibi şahitliği gizlemek, korktuğu veya çıkar umduğu kimselere karşı eğilip bükülmek Allah'ın haram kıldığı bir davranıştır. Mümin Allah'ın emirleri konusunda gevşeklik göstermekten korktuğu için Allah'ın sınırlarını gözetmede en güzel cesaret örneklerini ortaya koymaktadır.
Kurani şuurdan uzak bir toplumda ise, vicdanının sesini dinleyip hakkı çiğnenen birini savunan kişi, çevresindeki insanlar tarafından “Sen onun avukatı mısın?”, “Onu savunmak sana mı kalmış?” gibi sözlerle küçük düşürülüp vazgeçirilmeye çalışılır. Oysa yaptığı, takdir edilmesi gereken bir güzel ahlak özelliğidir. Böyle bir durumla karşılaşan kişi de din ahlakından uzak bir insansa, çevresinden tepki almayı, kendi çıkarlarını kaybetmeyi göze alamaz. Ama eğer bu kişi Allah'a iman eden ve Kuran'a uyan bir insansa Allah'ın emrettiği ahlakı uygulama konusunda asla bir yılgınlığa kapılmaz. Söz konusu kişi vicdanının sesini dinleyip en sıkıntılı anında bile hakkı savunma cesaretini bırakmaz. Bir kötülükle karşılaştığı zaman ayette emredildiği gibi iyilikle karşılık vermek için çalışır. Bu yüzden İslami şuurdan ve vicdanı huzurdan mahrum insanlar tarafından “saflıkla” suçlanıp horlanır. Ama etrafındaki kişiler onun bu davranışını yadırgasa da o cesur ve güzel ahlaklı davranır. Nitekim, kınayanın kınamasından korkmamak, cesur ve kararlı olmak Kuran'da bir güzel ahlak özelliği olarak örnek verilmiştir:
Ey iman edenler, içinizden kim dininden (haklı ve hayırlı çizgiden) geri döner (irtidat eder)se, Allah (yerine) Kendisi'nin onları sevdiği, onların da Kendisi'ni sevdiği; mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' Allah yolunda cihad edip (çaba harcayan) ve (gerçekleri savunmak hususunda hiçbir) kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu Allah'ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle Vasi) geniş ve kuşatıcıdır, Alimdir.[2]
Kâfirlerin ve münafıkların; bütün iyilikleri ve hayırlı girişimleri engellemek için ciddi bir çaba göstereceklerine Kuran'da dikkat çekilir. Ancak bu çabanın iyi olanlarla kötülerin birbirinden ayrılmasına vesile olarak, yine inananların hayrına sonuçlanacağı da ayetlerde haber verilir:
Gerçek şu ki, münkirler (ve münafık kesimler, insanları) Allah'ın yolundan (Kurani kanun ve kuralların uygulanmasını) engellemek için mallarını harcayıp (halkı kandırmaya ve ayağını kaydırmaya çalışmaktadır); bundan böyle de harcayacaklardır. Sonra bu, onlara yürek acısı olacaktır, (çünkü Allah az bir sadıklar topluluğu eliyle Hakkı hakim kılacaktır),sonra da bozguna uğratılacaklardır. İnkâr edenler (ve işbirlikçi nankörler) sonunda cehenneme sürülüp toplanacaklardır.
Bu, Allah'ın murdar olan (küfür ve kötülük ehlini), pak ve temiz olan (iyi niyetli ve istikametli mü'minlerden) seçip ayırması (herkesin ayarını ortaya koyması); murdar (olanların) bir kısmını bir kısmının üzerine (musallat) kılıp, (birbirlerinin pisliğini ortaya çıkarması, sonra) hepsini yığınlar halinde cehenneme atması içindir. İşte bunlar (dünya ve ahirette) hüsrana uğrayanlardır.[3]
Etrafa uyum sağlamak ve Hak yolda olmayanların beğenisini kazanmak için doğru bildiklerinden feragat ederek kötü ahlakı seçen insan kendine çok büyük bir zarar vermektedir. İnsanlar tarafından kınanmamak, dışlanmamak için yanlış bir yolu tercih etmekte, kötülere uyum sağlayarak gerçekte kendisine zulmetmektedir. Dost kaybetmemek için kötü ahlaka göz yuman ve gerçek dostun yalnızca Allah olduğunu bilmeyen bu insanlar, aslında Allah'ın huzurunda küçük düştüklerinin ve ahirette kayba uğradıklarının farkında değillerdir.
Kuran'a uygun bir cesaret; Allah'tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmamak, Allah rızasına en uygun davranışı yapmakta hiç tereddüt yaşamayıp kararsızlıkta bulunmamaktır. İman edenlerin en önemli özelliklerinden biri, hiçbir zorluk karşısında yılmamaları, Allah'tan başka hiç kimseden ve hiçbir şeyden korkmamalarıdır. Onlar Allah'tan başka bir güç olmadığının farkında ve şuurundadır. Bu da, onlara her türlü korkuyu yenecek cesareti kazandırır. Onlar bir tek Allah'tan korkarlar. Kuran'da müminlerin bu örnek tavrı şöyle açıklanmaktadır:
(Rabbinin seçtiği ve rehber tayin ettiği kutlu insanlar) Ki onlar; Allahın risaletini (mesaj ve müjdesini öğrenip öğreten ve) tebliğ edenlerdir; O'ndan içleri titreyerek-korkanlar ve Allah'ın dışında hiç kimseden korkmayanlardır. (Zaten) Hesap görücü olarak Allah kâfidir.[4]
Cahili cesaret, şeytandandır!
Şeytanın amacı; insanları Allah'ın dininden uzak tutmak ve kendi peşinden cehenneme yuvarlamaktadır. Bu nedenle insanlar üzerinde, onları kandırabilmek ve tuzağa düşürebilmek için türlü yöntemler uygulamaktadır. İnsanları Hak dinden uzaklaştırmak, onlara kendi sapkın sistemini yaşatmak istediği için kavramları birbirine karıştırmaya, güzel ahlakı çirkin, kötü ahlakı güzel göstermeye çalışır. Böylece güzel ahlaka dair bütün kavramları yozlaştırıp, insanları Din adına aldatıp yanlış algılamalarını sağlamaktadır. Şeytanın ve ona tabi olanların bu özelliği ayetlerde şöyle vurgulanır:
(Şimdi) Size şeytanların kime ineceğini (ve hangi yanlış ve saptırıcı şeyler ilham edeceğini) haber vereyim mi? (Şeytanlar) Onlar (gerçeği tersine çeviren), günaha ve kötülüğe yönelen her yalan düzmeci (şair ve hatip) kimselere inerler. O (Yalancı şair, hatip ve yazar)lar bunlar (Şeytanlara) kulak verirler, pek çokları da (bile bile) yalan söylerler.[5]
Örneğin, sabretmek ve metanet göstermek çok güzel bir ahlak özelliği iken, şeytan bu kavramı insanlara yanlış tanıtır. İnsanlar, çoğunlukla sabretmenin zor, sıkıntılı ve eziyetli bir his olduğu kanaatini taşır. Sabır deyince akıllarına gelen, bir şeye katlanma zorunluluğundan kaynaklanan gereksiz ve isteksiz bir bekleyiş, “tahammül”dür. Oysa sabır, Allah'ın rızası olan bir işte kararlı ve sürekli davranmak, kolay vazgeçip yılmamak, o zorluğa sonuna kadar azimle dayanmaktır. Örneğin, her olay karşısında hoşgörülü olabilmek, kızgınlık oluşturabilecek bir ortam da olsa öfkeyi yenerek güzel söz söyleyebilmek ve her ne pahasına olursa olsun bunda kararlılık göstermek lazımdır.
Aynı zamanda sabır, Allah'ın vadettiği güzel bir sonucu sevinç ve özlemle beklemektir. Bu da şeytanın ve nefsi duyguların göstermeye çalıştığı gibi zor ve sıkıntılı bir şey değil tam aksine müminin şevk, heyecan ve neşesini artıran bir süreçtir. Örneğin, bütün müminler ahirete karşı büyük bir istek ve özlem duymakta, cennete kavuşmayı şiddetle arzulamakta ve bunun için sabırla beklemektedirler. Herhangi bir konuda Allah'ın rızası için sabreden mümin, bunun karşılığını muhakkak Allah'tan bulacağını bilmenin mutluluk ve sevincine erişmektedir. Mümin kötü bir davranışla karşılaştığında da bunu sabırla karşılayıp uygun şekilde defetmektedir. Yani öfke ya da yılgınlığa kapılmadan, Kuran'da emredilen en güzel tavır ve davranışı gösterir.
İşte, “sabır” gibi, şeytanın insanlara farklı göstermeye çalıştığı kavramlardan biri de konumuz olan “cesaret” kavramıdır. İnsanlar Allah'ın ayetlerine uymadıkları takdirde, şeytanın etkisi altına girmeye başlamaktadır. Böylece, ahlaki kavramların manalarını Kuran'dan öğreneceklerine şeytanın telkinlerinden öğrenip yanlışa kaymaktadır. Şeytan ise insanları “çirkin bir cesarete” yönlendirip saptırmaktadır. Çirkin cesaret, kişinin gözünü kırpmadan, hiçbir vicdani sıkıntı yaşamadan, nereye varacağını hesaba katmadan, pervasızca kötülükte bulunması, İslamı istismar aracı yapması, Allah hakkında bilgisi olmayan şeyleri konuşması, tüm kâinatı yaratan Rabbimiz'i ve ahiret gününü inkâra kalkışmasıdır. Kuran'da çirkin bir cesaret gösteren insanlar şöyle kınanmıştır:
(Müşrikler ve kâfirler -haşa-) “Rahman çocuk edinmiştir” demektedir. (De ki) Andolsun, (bunu söylemekle) siz oldukça çirkin bir cesarette bulunup (asılsız ve ahlaksız bir iddia ile) geldiniz.[6]
Mümin ise Allah'tan korktuğu ve rızasını umduğu için; kötü bir ahlak göstermekten, Allah'ın sonsuz kudretini takdir edememekten şiddetle çekinir. Allah'ın ahirette kendisini hesaba çekeceğini, eğer dünyada kötü bir ahlak sergilerse veya Rabbimiz'in sonsuz kudretini gereği gibi takdir edemezse bunun hesabını ahirette veremeyeceğini düşünür. Allah korkusu taşımayanlar ise şeytanın etkisiyle kötü ahlak örneği olan “çirkin cesaret”i göstermekten çekinmezler.
Günlük hayatımızda cahili ve çirkin cesaret sahibi pek çok insana rastlayabiliriz. Allah korkusuna sahip olmayan ve İslam ahlakına uygun yaşamayan insanlar genellikle saygı, şefkat, merhamet, insaniyet gibi duygulardan uzak bir şekilde yaşar ve hiç çekinmeden kötü bir ahlak sergilerler. İş adamlarından sokak serserilerine kadar birçok farklı kültüre mensup insanda bu ahlak görülebilir. Hepsi farklı toplumlarda yaşıyor da olsalar, eğer Allah'tan korkmuyorlarsa ve ahireti hesaba katmıyorlarsa hepsi şeytanın kendilerine emrettiği kötü ahlakı uyguluyorlar demektir. Çünkü şeytan ona çirkin bir cesaret vermekte, onu kandırmakta, vesveselerle aldatmakta, kötülük yaparken oldukça sakin ve serinkanlı olmasını sağlamaktadır. Allah ona meleklere secde etmesini buyurmuş, o ise kibirinden dolayı çok çirkin bir cesaret göstererek itaat etmemiş ve sapkınlardan olmuştur. Şeytanın bu ibret verici sapması Kuran'da şöyle anlatılır:
(Allah Ona) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. (Çünkü) Beni ateşten yarattın, Onu ise çamurdan yarattın (üstünlük benim hakkımdır demeye yeltendi).” (Allah:) “Öyleyse oradan (cennetten defolup aşağı) in, orada büyüklenmen senin (hakkın) olamaz. Hemen (huzurumdan) çık. Gerçekten sen, küçük düşenlerdensin (artık zelil ve hakirsin)” dedi. O da: “(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele)” diye (mühlet istedi).
(Cenab-ı Hakk bu isteğini kabul etmiş ve) Haydi sen kendisine mühlet (ve fırsat) verilenlerdensin demişti. (Şeytan) Dedi ki: “Madem öyle, (Hz. Ademe secde etmek gibi nefsime ağır gelen bir imtihana tabi tutmakla) beni azdırmana karşılık; ben de onları (Ademoğullarını) saptırmak için Senin (İslamiyet ve) istikamet yolunun üzerinde oturup tuzak kuracağım. (Her dönemdeki en haklı ve hayırlı davanın ortasında pusu kurup duracağım). Sonra; ön taraflarından, arkalarından, sağlarından ve sollarından muhakkak (kullarına) sokulup saptıracağım. Ki onların çoğunu (dinin ve nimetlerin sayesinde eriştikleri lezzet ve faziletlere) şükredici bulmayacaksın. (Çünkü onlara nankörlük ve hıyanet yaptıracağım!?)[7]
Yaptığının büyük bir kötülük olduğunu bilmesi ve karşılığında cehenneme gideceğinin bile bile böyle çirkin bir tavra cesaret etmesi, şeytanın azgınlığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden şeytan, etkisi altına aldığı insanlara da aynı rezaleti ve çirkin cesareti aşılamaya çalışır. Allah insanları şeytana uymama konusunda birçok ayetiyle uyarmıştır:
Ey iman edenler, (hiçbir konuda) şeytanın adımlarına tabi olup (münafıkları takip etmeyin). Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan edep ve erdeme aykırı) çirkin utanmazlıkları ve münkeratı (haksız ve ahlaksız iddiaları) emretmektedir. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbirinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah, dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır. Allah, İşitendir, Bilendir.[8]
Hayatın anlamı ve amacı
İman eden insanların dünya hayatları boyunca türlü denemelerle sınanacaklarını, mallarıyla ve canlarıyla imtihan olacaklarını, inkârcıların çok çeşitli tuzaklarıyla karşılaşacaklarını ve asılsız iftiralara uğrayacaklarını Allah Kuran'da haber vermiştir. Yani salih müminler, hayatlarının her döneminde birtakım zorluklarla karşılaşabilirler. İşte önemli olan da insanların bu zorluk anlarında İmani bir tavır sergilemeleri, her an Allah'ı zikretmeleri ve içinde bulundukları duruma şükredip, hepsinde bir hayır ve hikmet olduğunu fark edebilmeleridir. Bu sayılanların rahat bir ortamda, bolluk ve nimetler içindeyken yapılması zorluk anına göre daha kolay gelir. Ancak Müslümanın imanının gücünü asıl gösteren en önemli şeylerden biri, bu üstün ahlakını zor zamanlarda yaşaması ve bundan da hiçbir şekilde taviz vermemesidir. Fakirlik, açlık, korku, mallardan ve canlardan eksiltme, hastalık, inkârcıların tehditleri, iftiraları ve tuzakları gibi olaylarla karşılaştıklarında sabır gösteren Müslümanlar, bu güzel tavırlarının karşılığına daha güzeliyle erişeceklerdir.
Kuran'da inkârcı toplulukların elçilere ve salih müminlere karşı kurdukları tuzaklar ve yaptıkları zorbalıklarla ilgili pek çok örnek verilmektedir. Firavun'un kavmine karşı gösterdiği zorbaca muamele de buna bir örnektir. Allah ayetinde bunun Kendisi'nden bir deneme olduğunu şu şekilde bildirir:
(Hani) Dayanılmaz işkencelere uğrattıklarında, Sizi Firavun ailesinin elinden kurtardığımızı hatırlayın. (Ki) Onlar, kadınlarınızı diri bırakıp, erkek çocuklarınızı boğazlıyorlardı. Bunda sizin için Rabbinizden büyük bir (bela) imtihan vardı.[9]
Ayette de belirtildiği gibi inkârcıların hayrı engellemek için yaptıkları her türlü zorbalık, Müslümanlar için bir imtihan vesilesidir. İman edenlerin bu zorluklar karşısında gösterdikleri üstün ahlak, cesaret ve metanet, onların ahiret karşılıklarını ve derecelerini yükseltir. Bakara Suresi'nde inananların dünyada yaşadıkları imtihan konularının neler olabileceği ve bunlar esnasında gösterdikleri güzel tavır şu şekilde tarif edilmiştir:
Andolsun, Biz sizi; biraz korkuyla (doğal ve sosyal afatlar ve düşman saldırıları), açlık (ve kıtlıkla) ve bir parça mallardan, canlardan ve semerat (ürün ve evlatlardan) eksiltmekle (hastalık ve sakatlıkla) imtihan edeceğiz. Sabır (sükûnet ve teslimiyet) gösterenleri müjdele (ki sadece onlar başarıya erişecektir.)
(Sabır ehli müminlere) Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: Biz Allaha ait (kullar)ız (Ona iman ve itaat için varız) ve şüphesiz O'na dönücüleriz.
(İşte) Rablerinden bağışlanma ve fazilet (salâvat) ve rahmet bunların üzerinedir ve bunlar hidayete erenlerin ta kendileridir.[10]
Ayetlerde bildirilen tevekküllü ve teslimiyetli ifadeler tüm Müslümanlar için en güzel örnektir. İnkâr edenlerin ise, iman edenlerin bu tevekküllü, sabırlı ve cesur tavırlarını anlayabilmeleri mümkün değildir. Çünkü onlar iman edenlerin de kendilerine benzediklerini, onların da cahiliye kıstasları ile düşünüp, kendileri gibi tepkiler verdiklerini zannetmektedir. Bu nedenle de bolluk ve zenginlikle karşılaştıklarında müminlerin de dalıp oyalanacaklarını, sıkıntı ve zorluklarla karşılaştıklarında ise yılgınlık gösterip inkâra sapacaklarını düşünürler. Fakat bu şekilde düşünenler çok büyük bir yanılgı içindedirler. Çünkü “imtihanın sırrı”nı kavramış bir Müslüman için zorluklara sabretmek en büyük fazilet ve manevi lezzettir. Kuran ahlakını yaşayan ve İslam ahkâmının uygulanması ve insanlar arasında da yayılması için çaba sarf eden bir mümin için, başına gelen zorluklar onun doğru yolda olduğunu gösteren birer işarettir. Bunlar onun şevkini, neşesini ve mücadele azmini bileyecektir. Nitekim Allah Kuran'da tarih boyunca değişmeyen bazı kanunların varlığından söz etmiştir. İnananların zorluk ve sıkıntılarla karşılaşmaları, inkârcıların baskılarına maruz kalmaları, ama inkârcıların bunun sonucunda mutlaka hüsrana uğramaları da Allah'ın haber verdiği bu sünnetullah gereğidir:
Neredeyse Seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edecekler (ve saldıracaklardı; oysa) bu durumda kendileri de Senden sonra az bir süreden başka kalamazlardı. (Bu) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin de (tabi oldukları) bir sünnet(ullahtır ve imtihan şartlarındandır). Kanunumuzda (sünnetimizde) bir değişiklik bulamazsın.[11]
İşte bu, dünyada yaşanan imtihanın sırlarından biridir. Allah Kuran'da Müslümanlara karşılaşabilecekleri pek çok olayı önceden haber vermiştir. Ayrıca Müslümanlara cennete girebilmeleri için mutlaka geçmiştekilerin başlarına gelenlerle deneneceklerini de bildirmiştir:
Yoksa siz, daha önce gelip geçen (kavimlerin durumu) başınıza gelmeden (onların İslâm yolunda ve imtihan amacıyla çektiklerini siz de çekmeden; dünyada Adil Devlete, ahirette ise) cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara öylesine yoksulluk ve hastalıklar dokunmuş ve öylesine sarsılmışlardı ki, sonunda peygamber ve Onunla birlikte iman eden kimseler Allah'ın yardımı ne zaman?, diyecek (kadar çaresiz kalmışlar ama buna rağmen davalarından asla caymamışlardı. Sadakat ve samimiyetlerini böylece ispat ettikten sonra) İyi bilin ve bekleyin ki, artık Allah'ın yardımı yakında erişecektir.[12]
[1] Bakara Suresi, 283
[2] Maide Suresi, 54
[3] Enfal Suresi, 36-37
[4] Ahzap Suresi, 39
[5] Şuara Suresi, 221-223
[6] Meryem Suresi, 88-89
[7] Araf Suresi, 12-17
[8] Nur Suresi, 21
[9] Bakara Suresi, 49
[10] Bakara Suresi, 155-157
[11] İsra Suresi, 76-77
[12] Bakara Suresi, 214