Anasayfa » KÜRTÇE AŞİRET DİLİDİR, DEVLET DİLİ OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

KÜRTÇE AŞİRET DİLİDİR, DEVLET DİLİ OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Yazar: yonetici
0 Yorum 91 Görüntüleyen

Sn. Abdullah Gül’ün, şike ve şaibe kokuları sezdiğimiz Diyarbakır ziyaretinde, MGK’ya ve milli duyarlı halkımıza karşı rüşveti kelam cinsinden ve gayet cılız bir sesle “Resmi dilimiz Türkçedir,” demesine rağmen; diğer bütün eylem ve söylemleriyle sivil PKK olan BDP’yi ve bölücüleri cesaretlendirip sevindirecek tavırlar sergilemesi, hayret ve endişeyle izlenmişti.

Bilderberg’ci mason Mesut Yılmaz’ın: “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer”,

BOP Eş Başkanı Recep Erdoğan’ın; “Diyarbakır’ı BOP’un yıldızı yapacağız.” Sözlerinden beter bir talihsizlikle:

“Diyarbakır Ortadoğu’nun merkezidir.” Diyen Sn. Abdullah Gül, yoksa Kürdistan haritaları yayınlayan İngiliz CFR’si Siyonist kuruluş CHATHAM HOUSE’un verdiği madalyaya karşı vefa borcunu mu ödemekteydi?

Bu arada Kürtce’nin yargıda, kamuda ve eğitim kurumlarında serbest bırakılmasını savunan sahtekarların hiçbirisi KÜRTCE’nin böyle bir uygulamaya müsait olup olmadığını gündeme getirmemekteydi. Kürtce üzerinden çok ciddi araştırmalar yapan dilbilimci Philip Kreyenbroek, (1992) Kurmanci, Sorani ve Zaza’ca gibi dillerin, İngilizce ve Almanca kadar farklılık arz ettiğini, aynı dilin lehçeleri değil, ayrı dil kategorileri saymak gerektiğini söylemekteydi. [1]

Genellikle:

1-Kurmanci (Kuzey Kürtçesi): Sancari, Cudikani, Urfi, Botani, Hakkari, Koçari, Cezire, Dohak, Amadiye, Koçani ve Bicani gibi değişik şivelere

2-Sorani (Orta Kürtce): Yahudi Kürtçesi, Erbili, Kerküki, Pişdari, Kuşnavi, Mukri, Bingirdi, Garrusi, Cafi gibi şivelere

3-Kelhuri (Güney Kürtçesi): Feyli Luri Leki ve Ermeni Kürtçesi gibi şivelere

4-Zaza dili: Palu, Siverek ve Tunceli gibi şivelere ayrıldığı bilinir.

1911 de Viyana’da yayınlanan Yezidilerin kutsal metni “Kitap El Celve” nin Kürtçe’nin Güney lehçesiyle yazıldığı iddia edilir.

Kürtçede; eşya, hayvan ve ağaç isimlerinin, genellikle Farsça ve Sanskritce iki kelimelik benzetmelerle yapıldığı gözlenir. Örneğin:

“xwe= Tuz”+ “Dan= Vermek” = xwedan (Tuz vermek, TER)

“Ker= Eşek” + “guh= Kulak” =Kerguh (Eşek kulaklı- Tavşan)

Kişi zamirlerindeki farklılıklar.

 

 

Türkçe Kurmanci Sorani Farisi Zaza Dili
BEN Ez Min man Hesz
BUNLAR Ev Em İn No – Na

NOT: Bu arada Kürtce’yi geliştirmek ve bütün Kürtleri aynı dil ve lehçe etrafında birleştirmek için açılan bütün Enstitülerin Haçlı Avrupa ülkelerinde ve ABD’de ve özellikle Yahudi ve Ermeni girişimcilerle desteklenmesi de dikkat çekicidir.

Bizim asıl söylemek istediğimiz şudur: Bir halkın kökeni ve dilini yok saymak, hor bakmak ve yasaklamak ne denli bir barbarlık ve gaddarlık ise; Türkiye gibi bir ülkede ortak resmi dili ikiye, üçe-beşe çıkarmak, özerk yönetim ve özel savunma birliği gibi taleplerde bulunmak ta, aynı derecede sinsi ve tehlikeli girişimlerdir.

Evet, Kürtçe iptidai bir konuşma dilidir. Kabile ve aşiret dili seviyesindedir; devlet ve medeniyet dili olması mümkün değildir. Hatta 10 (ona) yakın çok farklı lehçeleri konuşan Kürtlerin kendi aralarında bile anlaşamadıkları bilinmektedir. Bu nedenle Kürtçenin eğitim ve bilim dili, siyaset ve hukuk dili olmasını istemek, sadece kasıtlı bir kışkırtıcılık hedeflemektedir.  Bekaa kamplarında ortak eğitim ve anlaşma dilinin bile Türkçe olmasının, Kuzey Irak Barzani Yönetiminde eğitimin ve öğretimin Arapça alfabesiyle yapılmasının nedenleri üzerinde iyi düşünülmelidir. Çok iyi bildiğim için söylüyorum: Örneğin Elazığ Kovancılar Kazasının Bingöl tarafı köyleri Zazaca konuşur, Karakoçan’ın komşu köyleri Kürtçe konuşur ve asla biribirini anlamazlar. Bunun gibi Kovancıların Karaçor Bölgesi Kürtçe konuşur, bunlar da Karakoçan Kürtleriyle konuşamazlar. Elazığ’ın Baskil kazasının bazı köyleri Kürtçe konuşur, ama onların konuştuklarıyla Karakoçan ve Kığı Kürtçeleri birbirini tutmazlar. Şimdi bir ilin hatta bir ilçenin farklı yörelerindeki Kürtçeleri bile biribirini tutmazken ve konuşup anlaşamazken, siz kalkıp ta hangi Kürtçeyi ortak devlet ve eğitim dili yapabilirsiniz? Bunun arkasında mutlaka bir şeytanlık ve fesatlık aramak gerekmez mi?

Diyarbakır Dicle Üniversitesi bünyesinde “Yaşayan Diller Merkezi” kurularak Kürtçe, Ermenice, Zazaca ve Süryanice dillerinin öğretilmesiyle ilgili yönetmelikler hazırlanması, yoksa Büyük Kürdistan’ın kullanacağı bir ORTAK KÜRTÇE oluşturma gayreti miydi? ( Bak. 19. Ocak Milli Gazete Sh. 4)

Değerli ve duyarlı aydınımız Muhsin Bozkurt Hocamızın güzel tespitleriyle:

Artık “NATO Türkiye’yi parçalama ve ‘Kürdistan’ı” kurma gücü oluyordu. Cümlemiz biliyoruz ki ta 1960’lı yıllardaki bir NATO toplantısında aralarında bir Türk subayının da bulunduğu bir toplantıda brifing için yanlışlıkla dağıtılan bir dosyada: NATO’nun Türkiye’den 18 ili içine alan bir ‘Kürdistan’ hedeflediği, bunun sebebinin de, ‘SSCB dağıldıktan sonra kurulacak Türk cumhuriyetleri ile Türkiye’nin bağlarını koparmak’ olarak belirlendiği dosya kapağında apaçık yazıyordu…

Aynı NATO’nun Türkçeyi çok iyi konuşan bir yarbay ve bir albayı; 1. Körfez Savaşı sırasında, yani 1960 ‘lardan 30 yıl sonra 1991, Dahran’daki Amerikan üssünde Güneri Civaoğlu’na duvardaki bir haritada Irak’ın kuzeyi ve Türkiye’yi de içine alan bölgeye elini koyarak, ‘Burada bir Kürdistan kuracağız.’ diyordu.

Daha 2006’nın Eylül ayında Roma NATO Savunma Koleji’nde Orta Doğu’daki son gelişmeler hakkında bir brifing veren ABD’li albayın kullandığı harita, Türkiye’den 18 ili de içine alan bir Kürdistan ihtiva etmiyor muydu? Bu haritayı gören Türk subayları topluca salonu terk edip durumu Ankara’ya bildirmiyor muydu? Sonra bu NATO halkın ‘Çekiç Güç’ olarak adlandırdığı kılıf altında PKK’ya yardım ve yataklık etmiyor muydu? Bunları dile getiren Eşref Bitlis’in içinde bulunduğu helikopteri Irak’ın kuzeyinde düşürmeye kalkmamışlar mıydı? Çekiç Güç helikopterleri Cudi ve civarında PKK militanlarına malzeme atarken yakalanmadı mı ve Çekiç Güç komutanları PKK üst yöneticileri ile toplantılar yaparken Eşref Bitlis tarafından basılmadı mı? (Ve Çekiç Gücü, bölgeyi terk etmeye mecbur bırakan Erbakan’ın Refah-Yol iktidarına 28 Şubat tezgâhı kurulmadı mı? N.G )

Ve yine Richard Holbrooke: ‘Türkiye’nin Irak’ın kuzeyine girmesini önlemek için bölgeye NATO gücü yerleşmelidir’ diyen bir raporu 2006 yılında kaleme almamış mıydı? Türk milletinin ‘Çuvalcı General’ olarak asla unutamayacağı o uğursuz hadisenin komutanı General Ray Odierno da, ‘Irak’ın kuzeyine NATO gücü‘ çağırmamış mıydı? NATO’nun BM şemsiyesi altında girdiği Irak’ta bir milyon Müslüman’ı katlettiği, Barzani ve çetelerine Irak’ın kuzeyinde Türk tapu ve nüfus idarelerini talan ettirdiği, Mehmetçiğin başına çuval geçirdiği; aynı NATO askerlerinin Afganistan’da her gün onlarca Müslüman sivilleri katledip parmak ve kulaklarından koleksiyonlar dizdiği ortaya çıkmamış mıydı? Irak’ın kuzeyine yerleşecek NATO gücü, acaba silahlarının namlularını Bağdat’a mı, Barzani’ye mi, PKK’ya mı yoksa Türkiye’ye mi doğrultacaktı?

Haberiniz olsun, NATO’nun Irak’ın kuzeyine konuşlanması da ‘Güney Kürdistan’ı korumak amaçlıdır ve ‘Güney Kürdistan’ın’ bir de Kuzeyi vardır, orası da ‘Türkiye topraklarıdır. 50 yıllık NATO haritaları ortadadır. Ve Türkiye’nin hangi meselesi NATO ve BM’ye bırakılmışsa, ‘Musul ve Kerkük’ mes’elesi, ‘Kıbrıs mes’elesi’ gibi olmuştur; haklarımız ve topraklarımız elimizden alınmıştır.”[2]

Sun’i Sorunlar Üretilmektedir.

 

Günümüzde her şeyin pazarlaması yapıldığı gibi, sorunlar da pazarlanıyor. Sanal sorunlar üretiliyor ve/veya ikincil (tali) sorunlar esas sorunlarmış gibi politika piyasasına sürülüyor. Dikkatleri başka noktalara toplamak, esas sorunları gizli tutmak, güçlü çevrelere hoş görünüp yaranmak, kamuoyuna bazı istekleri yutturmak için sorun pazarlaması yapılıyor. Böylece, aslında sorun olmayan ya da ikincil öneme sahip sorunlar, esas sorunlarmış gibi gündemi kaplıyor. İşte suni Kürt sorunları da bunların başında geliyor.

Nitekim ABD’nin Irak’tan asker azaltma kararı ile eş zamanlı olarak Kürt sorunu (!) alevlendirildi, “Türkiye’nin en önemli sorunu” olarak yetkili ağızlardan ifade edilmeye başlanıldı. Emperyal güçler, bu bölgede kendi güdümlerinde bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Böylece bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaklar! Yani istedikleri zaman; Türkü, Kürdü ve Arabı birbiriyle vuruşturarak; petrolün başında rahatlarına bakacak ve İsrail’in güvenliğini sağlayacaklar!

Bunu da Sevr’den,  hatta öncesinden beri saklamıyorlar. Ancak tam bağımsız bir Kürt devletini yaratmak sıkıntılı görülüyor. Kuzey Irak’ı kapsayacak bir Türk–Kürt federasyonu daha ucuz ve uygun bulunuyor. Ülkede bunun ortamını yaratmaya, kiralık yazar-yorumcuları eliyle üstü kapalı işlemeye çalışıyorlar.”[3]

Çünkü biliyorlar ki, bu vatan tekin değil. Türk milleti sıradan bir millet değil. Potansiyel coğrafyası ve manasıyla aziz ve azimli bir milleti parçalamak için çok sinsi ve sistemli projeler yürütülüyor. Çünkü bu millet, sadece mazlum Müslüman milletlerin değil, mazlum Hıristiyan milletlerin ve diğer ezilenlerin de hakiki ve samimi bir savunucusu ve koruyucusudur. Eğer bu tarihsel misyonundan mahrum edilirse; sırf mazlum Müslümanlar değil, mazlum Hıristiyanlar da, bu tarihi koruyucularından mahrum ve yoksun kalacaktır.

Kürtçe; Hukuk, Siyaset ve Bilim Dili Olmaya müsait değildir. 

KCK davasında yargılananlar, savunmalarını Kürtçe yapmayı talep etmekteydi: “Bu talep samimi mi? Daha doğrusu şöyle soralım: Talepte bulunanlar uygulayabilirler mi?

“Buyurunuz savunmanızı Kürtçe yapınız!” dense, KCK davasında yargılanan yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu, savunmasını beşinci dakikaya varmadan Türkçeye çevirecektir. Çünkü bu yurttaşlarımızın hukuk ve siyaset dilleri Kürtçeden önce Türkçedir. Günlük basit hayat, Kürtçenin şu veya bu lehçesiyle yürütülebilir. Ancak Kürtçe, yargılama dili olarak yetersizdir. Kürtçe olarak basit bir cinayet veya yaralama olayını anlatabilirsiniz. Ama hukuk ve yargı bu değil ki! Bu insanlarımızın, Ceza, Ticaret, Borçlar, Şirketler vb hukuk dilini Kürtçe olarak kullanmaları mümkün değildi. Siyasal görüşlerini de Kürtçe olarak dile getiremezlerdi. Böylesine gelişmiş bir Kürtçe yok idi. Kaldı ki, savunma yalnız konuşarak yapılmaz; yazacak ve mahkemeye vereceksiniz. Kürtçe yazmayı acaba Kürtlerimizin yüzde kaçı bilmekteydi? Avukatlarınızın da sizin yazdığınızı anlaması gerekirdi. Hatta kaç yurttaşımız Kürtçe dilekçe yazabilirdi?

Diyelim yargılanan Kürtlerimizden biri Kürtçeyi çok iyi biliyor, hukuki ve siyasi konulara da fazla girmeden konuşacak. Peki diğer yargılanan arkadaşları onun ne dediğini anlayabilecek miydi? Hayır,  ancak Türkçeye çevrilirse anlayabilirdi. Çünkü Türkiye Kürtlerinin ortak anlaşma dili, Kürtçe değil, Türkçedir.

“Varto’nun Hürriyet Mahallesi Muhtarı Niyazi Bingöl bile, ‘Biz Varto’nun diğer mahallelerinden hemşerilerimizle Türkçe anlaşabiliyoruz. Çünkü konuştuğumuz Kürtçeler birbirini tutmuyor.’ demekteydi.

Tunceli Mazgirt’in birbirine 10 km uzaklıktaki iki köyünden insanları bir araya getirin, bir köy Zazaca konuşur, diğeri Kırmanci. Dilleri birbirlerini anlayamayacak kadar farklıdır ve ancak Türkçe anlaşabilirlerdi.

Elazığ Baskil’den veya Malatya Gerger den bir Kürt vatandaşa sorunuz:

‘Diyarbakır’ın Kürtçesini anlayabilir misin?’

‘Hayır!’

‘Peki, size yakın, Tunceli’nin Kürtçesini anlayabilir misin?’

‘Çoğu Zazaca konuşur, anlamam.’ diyeceklerdi.

“1990 yılında Diyarbakır Cezaevi’nde kaldım. O zaman Cezaevi mevcudu, hatırladığıma göre 600’e yakındı… Cezaevi’nde yer yer Kürtçe konuşulurdu, ama ortak dil Türkçe idi. Çünkü ilçe cezaevi değil, çeşitli illerin Kürtleri var; Türkler de var. Siyasi dilde ise kesinlikle Türkçe kullanılırdı.

Bütün Kürtleri kapsayan bir Kürtçenin niçin gelişmediği ayrı bir meseledir. Tarihsel nedenleri tartışılabilir. Ama zamanı geriye döndüremezsiniz. Kürtçenin herhangi bir lehçesinin yargılama, eğitim, ekonomi, bilim ve çağdaş kültür için yetersiz olmasının nedenleri de bellidir. Kürtçe elbette isteyene öğretilebilir; araştırılabilir; geliştirilmesi için çaba yürütülebilir. Ama bir gerçek var: Kürtçeyle çağdaş hayata cevap veren eğitim ve yargı yapılması mümkün değildir. Eğer yapılabilseydi, Bekaa’da yapılırdı, oysa oradaki ortak dil yine Türkçe idi.

Kürtleri ve Kürtçeyi istismar eden Amerikalı ve Avrupalı, soyut olarak ‘Ana dille eğitim’ diye tutturuyor. Batı güdümündeki Kürt örgütlerinin de böyle talepleri gözleniyor. Bu, bir mızıkçılıktır. Kendilerinin de uygulamadığı ve uygulamayacağı bir talebi, sürekli gündemde tutuyor ve ‘Zemheri ayında ahlât ağacından kiraz isterim’ demeye benziyor. Oysa, Hukuk dili olarak gelişmiş bir Kürtçemiz yok. Kürtçe savunma yapabilecek Kürdümüz ve avukatımız yok. Yapılacak Kürtçe savunmaları bırakalım bütün yurttaşlarımızı, bütün Kürtlerin anlaması bile mümkün değil.[4]

Ana Dil Nedir? Ne Değildir?

Deniyor ki, ‘TC, Kürtçe yargılama ve Kürtçe eğitim yapmaya izin vermelidir!” Peki, Bekaa’da eğitimi ve yargılamayı Türkçe yaptıran da TC miydi? “Samimi ve dürüst olalım. Bekaa’yı da görüp yaşayanlar söylüyor: Abdullah Öcalan da sık sık belirtir, PKK’nin Bekaa kampında eğitim ve yargılama dili Kürtçe değil, Türkçedir.    “Bekaa kampının mevcudu 600 kişiydi. Bu kadar az sayıda insan arasındaki ortak dil bile Kürtçe olamıyorsa, milyonlarca Kürdün yargılama ve eğitim dili nasıl Kürtçe olabilirdi?

PKK Kongrelerine katılanların sayısı, yayın organlarına göre, yüz delegeyi geçmezdi. PKK’nin Başkanlık Konseyi ise, 10 kişinin altındadır. Oralarda da konuşmaların Türkçe yapıldığı bilinen bir gerçekti.

Meclis’teki BDP Grubu 20 milletvekilinden ibaretti. Kürtçe eğitim dili olsun diyorlar. Önce BDP TBMM Grup Toplantısını Kürtçe yapsın da görelim, ama beceremezlerdi. Etnik anlamda Türk olanları bir kenara bırakalım, BDP’nin Kürt milletvekilleri içinde de Kürtçeyi bilmeyen veya az bilenler vardı. Bilenlerin de dilleri farklıydı, anlaşmaları mümkün değildi.

Bekaa’yı ziyaret edenlere Öcalan şunları söylemişti:

‘Türkçe meramımı daha iyi dile getireceğime inancım tamdır. (…) Haliyle Türkçemiz kuvvetlidir. Ben tamamen Türkçe düşünme ve eylem gücümü geliştiriyorum. Kürtçe ise ikinci planda kalan eylem ve düşünce gücüdür. Hatta şunu söyleyebilirim; birinci zarf Türkçe, ikinci zarf Kürtçedir…’ ‘Görüyorsunuz beni, bütünüyle Türkçe sistemiyle düşünüyorum… Kişisel planda Türk kültürü içinde yaşamak benim için kolaylık sağlar. Ben yaşamımı daha çok Kürtçeyle değil, Türkçeyle götürüyorum. Kürtçeyle belki de çok zor olacak.’

Abdullah Öcalan, yalnız bize değil, diğer gazetecilere de, ‘Ne Kürtçesi ben rüyamı bile Türkçe görüyorum’ demişti.

İşte size yeni bir ana dil tanımı! Ana dil, rüyada konuştuğunuz dildir.

Televizyon programcısı olsam, Varto’nun Alevi ve Sünni mahallelerinden yurttaşlarımızı çağırır ve açık oturum yaparım. Bakalım Vartolu Kürtlerimiz hangi dille anlaşacaklar. Bütün televizyonlara öneriyorum, BDP Genel Başkanı’nı ve milletvekillerinden kura çekerek dördünü çağırınız, bir açık oturum düzenleyiniz. Ancak açık oturumun dili Kürtçe olsun. Beş on dakika içinde Türkçeye döneceklerdir. (Kaldı ki,) Anadil, anamızın memesinden emdiğimiz dil değildir; anadil en iyi bildiğimiz, en iyi anlaştığımız dildir. Kürtlerimizin yüzde 95’inin en iyi bildiği ve en kolay anlaştığı ve kendisini geliştirebileceği, çağdaş iletişim ve öğrenim ihtiyacını karşılayabileceği dil, Türkçedir. Türkçe yalnız bütün yurttaşlarımız arasında değil, değişik yörelerden Kürt kökenli yurttaşlarımız arasındaki anlaşma aracıdır… “ABD ve AB emperyalistlerinin keyfi için, toplumları olmayacak taleplerle kandırmak mümkün mü ve nereye kadar? Toplumların zihin tutulmaları geçicidir. Tarihsel süreçler böylesi zorlamaları uzun süre taşımaz.”[5]

Orta-Doğu’nun değişik yörelerine dağılmış olan Kürt adı verilen toplulukların konuştukları dile alışagelindiği üzere Kürtçe denmektedir. Bu tanımlama ile adeta bütün Kürt adı verilen toplulukların ortak bir kültür unsuru olabilecek bir Kürtçe akla gelmektedir. Ancak gerçek bu değildir. Bölgede ne kadar Kürt adı altında birleştirilmeye çalışılan topluluk varsa bir o kadar da farklı Kürtçe vardır demek yerindedir. Kürt konusunda en önemli kaynak konumunda olan “Şerefname” bile Kürt denilen toplulukları konuştukları diyalektlere göre dört ana gruba ayırmıştır: Kurmanç, Lor, Kelhur, Goran.[6]

Evliya Çelebi on altı kadar ayrı Kürtce diyalektlerden söz edip bunlar arasındaki anlaşamamazlığı ‘birbirlerine elfazları ve lehçei mahsusaları mugayirdir, kim nicesi birbirlerinin kelimatların tercüman ile anlarlar.’ ifadesi ile net bir şekilde belirtmektedir.[7] Evliya Çelebi’nin üçyüz yıl kadar önce ortaya koyduğu bu gerçeği, kendisini açıkça Pankürdist olarak ilan eden Mehrdad R. İzady; ‘İran’daki Kirmanşahlı bir Kürd’ün, Irak’taki Erbil’li, Suriye’deki Afrin’li veya Türkiye’deki Diyarbakırlı bir başka Kürd ile anlaşması için, basit bir selamlaşmadan sonra üçüncü bir dili kullanması gerekmektedir…’[8] şeklinde kabullenmiştir.”[9]

Anadili Talebinin Temelsizliği!

Önceki gün Kürt kökenli bir aydınla sohbet ederken çok ilginç bir şey söyledi: “Kürtlerin anadili konuşma talebi artık doğru bir talep değildir. Çünkü Kürtçe artık anadili değil nene dili olmuş vaziyettedir” “Nene” derken  “nine”yi, “büyükanne”yi kastediyordu.

“Çünkü” dedi, “Artık anneler de çocuklar da Kürtçe konuşmuyordu, konuşanlarda birbirlerini anlamıyordu. Bölgedeki eğitim olanaklarının artmasıyla ve özellikle de özel televizyonların bölgede rahatça izlenebilir olmasıyla birlikte  “Kürt coğrafyası” olarak adlandırılan Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da, geçmişteki söylemlerin artık geçerli olmadığını düşünüyordu.

“Eskiden  ‘Türkçe bilmiyorum. Kürtçe biliyorum’ demek doğruydu. “Bize bir dili dayatamazsınız” demenin haklılık payı bulunurdu. Ama artık öyle değil, dayatma falan yoktu. Türkçe kültürel olarak bölgeye girmiş ve egemen olmuştu. Devlet zoruyla değil, televizyonlarla, yayınlarla, Anadolu coğrafyasının dili Türkçe olmuştu. Bugün artık anneler de, çocuklar da Türkçe’yi Kürtçe’den iyi konuşuyordu.”

Bu tespit beni şaşırttı. Biraz daha deştim.

“Bugün artık Kürtçe anadili değil, nene dili oldu. İki kuşak öncesi konuşurdu. Yeni nesiller artık Kürtçe bilmiyor, öğrenmiyor, öğrenme ihtiyacı hissetmiyordu. Bak PKK’nın televizyonunda bile Türkçe program sayısı, Kürtçe program sayısını geçiyordu. Çünkü daha geniş kitleye hitap ediyor.”…diyordu.

“Böyle giderse, önümüzdeki dönemlerde bölünme tehdidi ve arzusu, Türkiye’nin başka bölgelerinden gelebilir.”[10]

(Nitekim) Messoud Fany, Kürtçe konusunda şu tespitlerde bulunmaktadır: “Kürt dili de, Kürt halkı gibi, Türkçe’nin özellikle Osmanlı Türkçesi’nin ilk sırayı teşkil ettiği bir karışım arz etmektedir… Kürtçe grameri çok basit olup, Farsça gramere benzemektedir. Bununla birlikte her iki dil arasında lexicologique (sözlük bilgisi), syntaxique (söz dizimi) ve morphologique (şekil bilgisi) bakımlarından birçok farklılıklar olup, Kürtçe telaffuzlar çok sert ve Farsça’dan daha az ahenklidir. Kürtçe bir göçebe dili sınırını aşamamış, bunun yanında azçok biri diğerinden farklı birçok lehçe meydana gelmiştir. Özellikle Küçük Asya’da Kürtler şivelerini hep Türkçe kelimelerle zenginleştirmişlerdir… Kürtçe bugün halkının etnik karakteri kadar çeşitlilik arzeden özelliklere sahiptir.”[11]

M. Fany’yi doğrulayan bir kabullenme de Mehrdad R. İzady’den gelmektedir: “Standart Kürt dili yaratılmak için gerekli devlet mekanizmasından yoksun olan ve standart milli bir dil yaratma çabaları başarısız olan Kürtler, çok sayıda diyalekt konuşmaya devam etmektedirler.[12] A. M. Mentaşaşvili de lehçe, şive ve ağızlardaki farklılığa dikkat çekerek ortak bir edebiyat dilinin kurulmasının imkansızlığını belirtmektedir.[13]

Günümüzdeki birtakım politik çabalar  ”Kürtçe”  adı altında, sınırları Türkiye–İran–Irak ve Suriye’de geniş bir bölgeyi ihtiva eden topraklar üzerinde yaşayan konglemera özelliğindeki toplulukları bir millet haline getirme amacıyla, bu toplulukların ortaklaşa konuşabildikleri, yazabildikleri, anlayabildikleri bir dil yaratma gayretlerinden başka bir şey değildir. Maalesef TRT Şeş bile bu sinsi hedefe hizmet etmektedir. Minorsky, B. Nikitine, Messoud Fany, Hassan Arfa, Martinus von Bruinessen vb. konuyla ilgili çalışmalar yapan bilim adamlarının ortaya koydukları gerçekler bu politikalara ters düşmektedir. “Tek bir Kürtçe” gayretlerine rağmen bölgede görülen çok sayıda diyalektler içinde en önemlilerini şu şekilde özetlenebilir:

1.Kırmançi veya Kurmanci (Türkiye)

2.Zazaca veya Dımli (Türkiye)

3.Sorani (İran ve Irak)

4.Gorani (İran)

5.Badinani (Irak)

Yukarıda zikredilen diyalektlerin her biri kendi içlerinde yeniden daha küçük konuşma gruplarına ayrılmaktadır. Bir köyde konuşulan diyalekt ile komşu köyde konuşulan diyalekt arasında çoğu defa farklıdır. Bölgenin coğrafi şartları, konuşma çeşitlerini birbirlerinden büyük ayrılıklar gösteren bir biçimde ayrıştırmıştır. Her bir konuşma çeşidi fonetik ve morfolojik bakımdan ancak kendi içlerinde ortak noktalar ihtiva eden diyalektler grubu oluşturmaktadır. Her birinin sadece, bir bölgede veya komşu bölgelerde çok dar bir alanda kendi içinde anlaşabildiği saptanmıştır.

Yöre halkının itiraf ettikleri!

“Burada Pülümür, Nazımiye, Ovacık, Hozat, merkez, kısmen Mazgirt, Zazaca konuşur. Biz buna Kırmanç / Kırmançki deriz. Kürtçeye ise Kurmanç / Kurmançi tabir ederiz. Kırmanç’ı Dersim dışında Erzurum Aşkale ve Hınıs, Muş Varto, Erzincan, Sivas Zara ve Divriği konuşmaktadır.” Kırmanç’ın bir adı da; Dımılki olmaktadır. Ayrıca Bingöl’ün  % 90’ı, Elazığ’ın Palu, Diyarbakır’ın Ergani, Dicle, Çüngüş, Çermik, Hani ilçeleri ağırlıklı olarak Zazacadır. Yalnız, bunlar ile Dersim Zazacası arasında ağız farkı vardır;  % 90’ını anlarız. Ama Kurmanç’ı (Kürtçeyi) % 80 anlamıyoruz.”

Yusuf Cengiz anlatıyor: “Bu yıl Tunceli Üniversitesi’nde talep üzerine birer saatlik Zazaca ve Kürtçe seçimlik ders kondu. Bazı Kürt öğrenciler, ‘Zazaca, Kürtçenin bir lehçesi; bizi bölemezsiniz’ diye basın açıklaması yaptı.” Aynı şeyi Boztuğ da söyleyecek: “Bazı öğrenciler ‘Zazaca diye dil yoktur!’ diye protesto ettiler.”…

12 Mayıs 2010 tarihli Gündem gazetesinde Demokratik Yurtsever Gençlik’in açıklaması: “Kürtçe bir dildir ve onun Kurmança, Soranca, Goranca ve Zazaca olmak üzere ana 4 lehçesi bulunmaktadır…“…

(Kürdoloji konusunda önemli çalışmaları olan) Martin van Bruinessen dahi: “Gramerleri benziyor ama Zazaca Kürtçeden farklıdır. Ermenice, Zazaca, Kürtçe burada beraber gelişti. Dersimliler bu üç dili konuşanların yaşadığı yerdi; birbirlerini etkilediler…” demektedir.

Özetle, ana diller tabii seyrinde bırakılmalı, sun’i / yapay müdahalelerden kaçınmalıdır. Çünkü onlar birer realite olup, bizim gerçeklerimizdir. Tarihten bugünlere nasıl gelmişlerse, geleceğe de aynı şekilde gidecekleri muhakkaktır. Mahalli dilleri resmi müdahalelerle tabii mecralarından çıkartarak; onları Resmi ve müşterek dilimiz Türkçeye ortak olacak bir düzeye getirmeye çalışmak; Türkiye’nin temellerine dinamit yerleştirmekten farksızdır. Zira bir milletin oluşmasındaki harçta en büyük pay; inanç ve amaç birliğinden sonra, orta direk konumundaki müşterek dil olmaktadır. Nasıl ki orta direği yıkılan bir çadır çökmeye mahkûmsa, müşterek dili zayıflayan bir millet de haliyle parçalanıp dağılacaktır.

Türk Bir Irk Değil, Millettir!

İnsanın milliyetini; ortak inanç ve amaç değerlerinden sonra konuştuğu dil tayin eder. Kökeni ne olursa olsun, o kimse konuştuğu dilin ait olduğu millet ismiyle anılır. Yani müşterek dilin sahibi olan millet adıyla vasıflanır. Yoksa bu verilen sıfat onun kavmini inkâr manası taşımaz ve taşımamalıdır. Keza mensup olduğu kavmin dilini de reddetmekte elbette yanlıştır ve haksızlıktır. Ancak millet oluşun kendisine kazandırdığı müşterek vasfın en önemli unsurlarından birisinin de ortak dil olduğu asla unutulmamalıdır.

İşte, “Türkiye’de tek bir millet vardır” derken, ortak inanç ve amaç birliği yanında herkesin müşterek dil olarak Türkçeyi bilip konuştuklarını kastediyoruz. Çünkü millet doğuştan ziyade bir oluşumdur. Yani, bir kimse aslen Türk olmasa da, Türkçe konuşuyorsa, aynı milli ve manevi değerleri sahipleniyorsa o, Türk milletinden sayılır. Ama maalesef Kürt kökenli Müslüman halkımızın davasını güttüklerini iddia edenler, bir kaşık suda fırtına koparmaktadır. Özellikle, madde ve manada kaynaştığımız kardeşlerimiz,  “Ana dilde eğitim!”  yaftasıyla; zamanla ayrışmayla sonuçlanacak ve hatta belki de bölünmeye yol açacak dönüşü olmayan bir mecraya ve tehlikeli bir maceraya kışkırtılmaktadır.

En az bin yılı geride bırakarak, millet olmayı başarmış olan Türkleri, Kürtleri ve başka kökenleri, bin yıl öncesine döndürme gayreti, onları çağların gerisine çekmek anlamı taşır. Şaşarım ben onların akılsız aklına! Çünkü nehri tersine akıtmak isteyenlerin belli ki, akıllarından zoru vardır!

Bireysel hak, haktır. Türkiye’de hemen herkes bu haklara sahip kılınmalıdır. Eksikler varsa onlar da olanaklar nispetinde tamamlanmalıdır. Fakat resmi haklar devletin tasarrufundadır. Devleti ayakta tutacak ve milli birliğimizi koruyacak unsurlara hep birlikte sahip çıkılmalıdır. Bu devlet yıkılırsa, Türkler kadar Kürtler de bu enkazın altında kalacak, pişman ve perişan olacaklardır.[14]  

 

 

 

 

 


[1] (Bak: wikipedi Sözlük)

[2] Hasan Demir, Yeniçağ, 6 Ekim 2010, s.6

[3] Öztin Akgüç, 17 Ekim 2010

[4] Aydınlık, 24 Ekim 2010, s.4-5

[5] www.doguperincek.info’dan

[6] Şeref Han, Şerefname, s.22

[7] Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. IV., Varak: 219 a.

[8] Mehrdad R. İzady. A Concise Handbook, s. 186.

[9] Her Yönüyle Kürt Dosyası, Prof. Dr. Abdulhaluk M. Çay, Genişletilmiş 8. Baskı İstanbul – Temmuz 2010, s. 168,170

[10] Fatih Altaylı, Haber Türk, 24 Ekim 2010, s17

[11] Messoud Fany, La Nation Kurde…,s. 85 – 86.

[12] A Concise Handbook The Kurds, p. 167

[13] Bk. Dünden Bugüne Kürtler, Çev. Ayşe Hacıhasanoğlu, İstanbul 2004, s.82

[14] (Muhsin Bozkurt-Gebze)

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/subat-2011/kurtce-asiret-dilidir-de

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi