Korona salgını, Erdoğan iktidarının
BOYASINI DÖKÜP FOYASINI ORTAYA ÇIKARMIŞTI!
AKP iktidarının 18. yılında, son bir yıl içerisinde vadesi gelen ve faizi ile birlikte ödenmesi gereken 174 milyar dolar borcumuz vardı. Toplam dış borcumuz ise 1 trilyon doları aşmıştı. Ancak ödemeyip çevrilmeye kalkılsa dolar bazında %8-9 faizi kabul etmek lazımdı.
Dünyadaki bütün para kaynaklarını kontrol eden ülke Amerika'yı da avucuna alan Siyonist sermaye odaklarıydı. Amerika: Rezervlerinizde tuttuğunuz Amerikan tahvili varsa getirin, gerekirse iki katı nakit doları size vereyim açıklamasını yapmıştı. İyi de Türkiye, Rusya'dan S-400 füzesi alması ve Halkbank davası nedeniyle Amerika bize yaptırım uygulayacak, paramızı ödemeyecek diye rezervlerindeki bütün Amerikan tahvillerini zaten satmıştı. Şöyle ki; bundan 5 yıl önce rezervinde 80 milyar dolarlık Amerikan tahvili tutan Türkiye'nin portföyü 2,7 milyar dolara kadar inmiş durumdaydı. Diğer bir seçenek ise Amerika ile takas yapmaktı. Onlara Türk Lirası verip karşılığında Amerikan doları almaktı. Şartı; Nisan 2020de kurulacağı söylenen S-400'leri unutmaktı
O da olmazsa IMF'nin kapısı çalınacaktı!
Erdoğan Meclis açılış konuşmasında; IMF defterini tekrar açılmamak üzere, Mayıs 2013'te kapattığımızın altını çizerek ifade etmek istiyorum diyerek bu işin dönüşünün olmayacağını vurgulamıştı, ama bu bir palavraydı. Bu kadar net konuştuktan sonra gidip de Türkiye'nin anlaşma yapmayacağını sananlar aldanmaktaydı. Şöyle ki önce S-400lerden sonra Halkbank meselesinden geri adım atmak lazımdı. Yandaş medya bunlara şimdiden uygun kılıf hazırlamaya bile başlamıştı.
Korona virüsle mücadele bir noktaya varınca, sosyal izolasyon gevşetilmeye başlanacaktı. Ardından bitkisel hayata giren ekonominin tekrar canlılığa kavuşması için uğraşılacaktı. Ee, bunun için piyasalara para bulunması lazımdı. Peki, nasıl olacaktı? IMF'nin; iktidarın asla kabul edemeyeceği şartlarının yanında, bir de ABD Kongresi'nin S-400lerle ilgili aldığı bağlayıcı kararı vardı. Bu sırada haber sitelerinde: Türkiye Mart 2020de FEDe başvurdu diye önemli bir haber yer almıştı.
Korona virüs salgını nedeniyle IMFye kredi başvurusunda bulunan 90 ülke arasına dahil olmayan Türkiye, dolar ihtiyacı için ABD Merkez Bankası'na (FED) başvuru yapmıştı. Bu durum IMFye ve Siyonist sermayeye sığınmanın başka bir kılıfıydı. Bloomberg, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) dolar ihtiyacını karşılamak için takas hattına (swap line) dahil olmak üzere ABD Merkez Bankası'na (FED) başvurulduğunu yazmıştı. Henüz takas hattındaki ülkeler arasına Türkiye katılmamıştı. Çünkü FED ilk olarak Avrupa, Japonya, Kanada, İsviçre ve İngiltere Merkez bankaları ile takas hattı kurmuş, daha sonra 19 Mart'ta Singapur, Güney Kore, Brezilya, İsveç, Avustralya, Yeni Zelanda, Meksika, Norveç ve Danimarka Merkez bankalarını da bu hatta katmıştı. İktidar kulislerinden yansıdığına göre, Tayyip Erdoğan ile Trump arasında en son yapılan telefon görüşmesinde konunun gündeme geldiği anlaşılmaktaydı. Anlaşılan FED, Türkiye'nin talebini olumlu karşılamıştı.
Davutoğlunun saptama ve itirafları!..
Bugün Erdoğan iktidarında Türkiye'de) Kurumlar ve makamlar arası bir iletişimsizlik ve maalesef güvensizlik sorunu vardır. Bir konuda kararı kim alıyor, hesabı kimden sorulacak ve sonuçlarına kim katlanacak? Belli değildir. Sn. İçişleri Bakanının, bu kadar devlet ve siyaset tecrübesinden sonra ani bir istifa kararı aldığını sanmıyorum. Aksine düşünüp taşınarak bir karar aldığına inanıyorum. Maalesef bugün makamlar arası iletişimde ciddi bir sıkıntı yaşanmaktadır. Böyle bir karar alınmadan, Cumhurbaşkanı ile koordine edilmemiş olması yanlıştır. Makamlar arasındaki iletişimsizlikteki en önemli sebeplerden birisi, makamların içinin boşaltılmış olmasıdır. Türkiye'de en ciddi kararların, çoğu zaman o kararın birinci muhatapları olan Bakanlar tarafından değil, dar bir kadro tarafından alındığı bir süreç yaşanmaktadır. Bunun sebebi de Türkiye'de maalesef son 4 yıl içerisinde, düşük profilli Bakanlar ve göze batmayan devlet yöneticileri istenmektedir. Sadece Erdoğan gibi bir yüksek profil olması ve herkesin o yüksek profil altında, sadece o yüksek profilin prestiji ve imajı için çalışması istenmektedir. Sn. İçişleri Bakanı gibi, siyaseten de iddialı bir Bakanın, kendisi ile ilgili bir konuda böyle bir karar alması bir erdem olarak görülebilir. Çünkü nihai sorumluluğu üzerine almıştır. Ama yaptığı açıklama ile bu sorumluluğunun gerçek adreslerini de, dolaylı olarak ortaya koymuşlardır. Ama burada beni esas üzen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin teamüllerine büyük darbe olarak gördüğüm hususu şudur: Bir Bakan, üst amiri olan, Cumhurbaşkanına danışmadan istifa kararını açıklayamaz. O makama saygısı varsa, istifa kararını açıklamadan önce Cumhurbaşkanıyla görüşmesi lazımdır. Ben kamuoyu karşısına çıkıp: Bu şartlarda arkadaşları yanımda göremediğim için ve arkamdan birtakım siyasi oyunlar çevrildiği için istifa ediyorum, ayrılıyorum! demeden önce Sn. Cumhurbaşkanı ile görüştüm. Ve: Ben ayrılıyorum dedim. Sn. Cumhurbaşkanı önüme hazineler yığsaydı yine de kalmazdım. Çünkü ilkelerimle makam arasında tercih etmek gerektiğinde (ben ilkelerime bağlı kalırım)… Hatırlayınız; yolsuzluklarla mücadele, şeffaflık, imar yasası Bugün, ekonomik krizin arkasında bunlar vardır. Biz ayrıldığımızda bütçe açığı toplamda 23 milyardı. Oysa geçen sene 98 milyar bütçe açığı vardı. Yani 2016 ile bugün arasındaki ekonomi 180 derece aksi istikamette kaymıştı.
Şimdi, nihayet, bir devlet kriziyle karşı karşıyaydık. Bir daha böyle bir olay yaşandığı zaman nasıl tavır alınacaktı? Belli değil. Çünkü Sn. Soylunun istifası ikinci Bakan krizi olmaktaydı. Zaten Tweetimde Türkiye'de Bakanlıkların içi boşaltıldı! derken bunu anlatmaya çalıştım. Şu anda Bakanlar, yukarıda sadece bir figür konumundadır. Onun altında Cumhurbaşkanının atadığı Bakan yardımcıları var, müsteşar yok. O zaman, bu düzenlemeler yapılırken: Müsteşarlığı muhafaza edin diye neredeyse yalvardım. Müsteşarlık kaldırılarak kurumsal hafıza yok edildi. Bakan yardımcılarının çoğu siyasal nitelikli Bakan yardımcılarıdır, dolayısıyla her birisinin Bakan olma hevesi ve düşüncesi vardır. Bakanı bypass ederek Sn. Cumhurbaşkanına doğrudan erişimleri vardır. Bu durumda Bakan hem sorumlu konumdadır, ama bir taraftan da Cumhurbaşkanı danışmanlarının ve Beştepe'deki kurulların baskısı altındadır. Onların talepleri bir yandan baskı yapmakta, altta da kendi bakan yardımcıları ile koordinasyon sıkıntısı yaşanmaktadır. Böyle devlet yönetilmez, tıkanma kaçınılmazdır…
Bizden her yıl asgari 300 lira, işsizlik parası kesiliyor. İşsizlik Sigortası Fonundaki paramız, tam 130 milyar idi. Kötü gün için biriktirdiğimiz bu parayı işsizler ordusu yerine hazineye aktarıp talan etmeseydiniz, biz bize yeterdik!
Evet, son 4 yıl içerisinde ekonomi çok kötü yönetilmiştir ve hâlâ kötü yönetilmektedir. Korona virüs dolayısıyla alınan tedbirlerin ise hepsi noktasaldır, yüzeyseldir. Hiçbir sistematik yönü yoktur. Ben Başbakanlığı bıraktığım 2016 Mayısında TÜFE enflasyonu %3,2 civarındaydı. ÜFE enflasyon %5,6 civarındaydı. Şimdi enflasyon %13lere dayanmıştır. Ama gerçek enflasyon, hissedilen enflasyon çok daha yüksek rakamlardadır. 2015'te bütçe açığı 23 milyardı. 2016'da, 26 milyardı. Faiz dışı bütçe açığı 7 milyar civarındaydı. Şu anda geçen senenin (2019un) bütçe açığı 98 milyar Türk lirasıdır. Faiz dışı olan bütçe açığı ise 30 milyar civarındadır. Bu paralar nereye harcanmıştır? Bu bütçe açıklarına yol açan para; israftır. Birtakım yandaş şirketlere kaynak aktarımı, yapılmaktadır. Üstelik bu bütçe açığı olurken, İmar Barışı adı altında ayrıca kaynak toplanmıştır. Normal bütçe gelirlerinin dışında kaynaklar bir seferliğine toplanmıştır. Buna rağmen 98 milyar Türk lirası bütçe açığını, Erdoğan iktidarının halkımıza izah etmesi lazımdır. Çünkü bütçe açıkları bu kadar artmışsa, bir kaynak israfı vardır. İşsizlik fonundaki para 130 milyar nereye, nasıl harcanmıştır? Evet, çok kötü bir ekonomi yönetimi vardır. Gerçekleri konuşmak durumundayız. Devletin üst hiyerarşisinde akrabalık ilişkisi olmaz! Çünkü o zaman hesap soramaz duruma gelip tıkanırsınız. Maalesef bugün, Hazine ve Maliye Bakanı'ndan kimse hesap soramıyor. Bakanların hepsi eşit sayılıyor, ama bir Bakan, bir adım daha önde gidiyor. Zaten o yüzden de Sn. Soyluyla Sn. Albayrak arasındaki bir rekabetten bahsediliyor. Ben görevdeyken, benim ayrılmamdan bu aktörlerin çoğu menfaat umdukları için, hepsi bana karşı ortak hareket başlattılar. Ama bunların tamamı şu anda birbirleriyle mücadele ediyorlar.
Bir devlet, kendisi israf içindeyken, halktan para isteyemez. Böyle bir hakkı yoktur. Biz Bize Yeteriz Kampanyasından toplanan toplam kaynağın 1,5 milyar olduğunu, Cumhurbaşkanı açıkladı. Yahu bu nasıl bir mantıktır? Enflasyonla uğraşması gereken Merkez Bankası, 100 milyon lira bağışta bulunuyor. Merkez Bankası'nın görevi bağışta bulunmak değildir. Zaten sen devlet kurmuşsun, otur enflasyonla uğraş. Türkiye'de enflasyon yüzde 13, dünyada yüzde 1, yüzde 2lerde. Dünya resesyon, yani durgunluk yaşıyor. Türkiye stagflasyon yaşıyor, yani durgunlukla enflasyon iç içe. Cumhurbaşkanına yaranmak için, Merkez Bankası 100 milyon lirayı bir cebinden diğer cebine aktarıyor. Şirketler büyük rakamlar açıkladı, ama hepsi bunları vergiden düşürecekler, çünkü vergi muafiyetine sahipler. O zaman ne demek bu? O şirketlerden vergi olarak alacağımız parayı bağış olarak alıyoruz. Geriye, samimiyetle SMS üzerinden para gönderen vatandaşlarımız var, o da sadece 40 milyon civarındadır.
Şimdi, bütün bunları toplasak ne olacak? İşte bütün bu yanlışlıklara rağmen 1,5 milyar toplandı. Oysa Erdoğanın açıkladığı paket 100 milyardır; yani yüzde 1,5ini bile bulmamıştır. Türkiye'nin bütçesi 1 trilyona yaklaşıyor; 900 milyar civarında, yani binde iki Bununla uğraşmak yerine, bütçeyi yeniden ayarlamalıdır. Stratejik yatırımlar dışındaki gereksiz yatırımları durdurmalıdır. Hazine garantili köprü geçişlerini, şirketlerle oturun; Kardeşim, ülke zor durumda. Bu fakir halk bile SMS ile 10 lira 20 lira yolluyor. Siz buradan zaten yeteri kadar (nemalandınız, şimdilik yeter… demek lazımdır.) Böyle yapılmazsa, o zaman halkta şu kanaat uyanıyor: Buradan (yeni hastane yatırımlarından) da yine bazı inşaat şirketlerine kaynak mı aktarılacaktı? Ben de bu sorulara katılmaktayım.[1] diyen Sn. Ahmet Davutoğlu da, 2016 Mayısında istifa edip ayrılırken, aynen Süleyman Soylu gibi, Sn. Erdoğan'a bağlılığını, saygınlığını ve sonuna kadar AKP'ye vefalı davranacağını… açıklamıştı. Evet, şimdiki siteminde, söylemlerinde ve tespitlerinde haklıydı Ama bütün bunları istifa edip ayrılırken açıklamalıydı. Sıkışınca kaçtı… Baskıyı görünce kaytardı! ithamlarına muhatap olmamalıydı. Erdoğan iktidarının ekonomik politikaları ve tahribatları konusunda birtakım doğru saptamalar yapan Ahmet Davutoğlu'nun; Ülkenin bu kaostan nasıl kurtarılacağı? sorularına ise ciddi, gerçekçi ve hele milli ve yerli hiçbir yanıtının bulunmaması ise dikkatlerden kaçmamıştı. Sn. Erdoğan'ın kendilerinin güdümündeki ŞEHİR ÜNİVERSİTESİni, birtakım yolsuzluklar ve hukuksuzluklar yapıldığı gerekçesiyle kapatmasına oldukça içerleyen Ahmet Davutoğlu'na, (tabi hem de Sn. Erdoğan'a) sormak lazımdı:
Bütün bunları birlikte becerirken aranızdaki makam-çıkar ilişkileri kardeşlik idiyse, şimdi ters düşünce mi kalleşlik olmaya başlamıştı!?
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan'ın Sn. Erdoğan'la atışmaları Ve Erdoğan'ın onlarla ilgili çıkışları; aynen Yahudi ve Hristiyanların birbirlerine sataşmalarını hatırlatmıştı. Yani her iki taraf da birbirleri hakkında doğruları konuşmaktaydı!..
Yahudiler: Hristiyanlar hiçbir (hakikatli) şey (hayırlı ve yararlı bir temel) üzerinde değillerdir demektedirler. (Bunun gibi) Hristiyanlar da: Yahudiler hiçbir (hakikatli) şey (doğru ve değerli bir temel) üzerinde değillerdir demektedirler. Oysa onlar (Allahın gönderdiği) kitabı okudukları halde (her iki taraf da bâtıl ve bozuk bir yol üzerinde bulunduklarını görmemektedirler). Bilmeyen (ve akıl erdirmeyen cahiller de bugün) onların söylediklerinin benzerini tekrar etmektedirler. Artık Allah, kıyamet günü (ihtilaf edip) anlaşmazlığa düştükleri şeyde aralarında hüküm verecektir.
(Elinde imkân ve iktidar olduğu halde) Allah'ın mescitlerinde O'nun isminin anılmasına (ve Kurani hüküm ve hakikatlerin konuşulmasına) engel olan ve bunların (Hakk nizamı kurmaya ve korumaya uğraşan yapıların) yıkılmasına çalışandan daha zalim kim olabilir? (Oysa) Onlara (yakışan, mescitlerin) içlerine korkarak girmekten başkası değildir. (Mescitleri ve İslami prensipleri engelleyen zalimler ve bunları destekleyen hainler var ya!) Dünyada bir aşağılanma, ahirette ise büyük bir azap onlar içindir (ve bunu hak etmişlerdir). (Bakara: 113-114)
Evet, ne AKP ve Erdoğan'ın partisi, ne de Davutoğlu ve Babacan'ın (ve diğer muhalefet) partileri, maalesef hak ve hayır üzerinde sayılmazlardı. Üstelik dindar kahraman rolü ile iktidara taşınan Erdoğan'a, Cumhuriyet tarihimizdeki en korkunç ahlâk ve maneviyat tahribatını yaptırmışlardı. Milli Çözüm Dergisi gibi; faizin, fuhşun, kumarın ve devleti soymanın yanlışlığını ve haksızlığını yazıp konuşanlara ise akıl almaz baskılar uygulanmaktaydı.
Erdoğan iktidarının ekonomik ve ahlâki sarsıntısı ve siyasi iflas sancıları!..
AKP çatısı altında yaşanan Süleyman Soylunun istifa olayını ve sonrasında yaşanan durumları anlayan çıkmamıştı. Hep birlikte yaşadığımız bu olaydan sonra AKP cenahında çok meşhur olan şu sözleri hatırlatmak lazımdı: Hiçbir şey olmasa bile, muhakkak bir şey olmuştu!
…..
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYIN