Anasayfa » Güneş Doğmadan, Karanlık Kaybolmazdı! HAKK GELMEDEN, BÂTIL YIKILMAZDI!

Güneş Doğmadan, Karanlık Kaybolmazdı! HAKK GELMEDEN, BÂTIL YIKILMAZDI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 177 Görüntüleyen

Güneş Doğmadan, Karanlık Kaybolmazdı!

HAKK GELMEDEN, BÂTIL YIKILMAZDI!

        

Mazlum Kobani teröristine “Temiz Savaşçı Ödülü” verenler düşmanlıklarını açığa vurmuşlardı!

Barış Pınarı Harekâtı nedeniyle Türkiye'ye silah satışını durduran Kanada, ABD'nin desteklediği YPG'li terörist Mazlum Kobani'ye “Temiz Savaşçı Ödülü” (!) vermişti. Bu, Türkiye'ye düşmanlığın bir göstergesiydi. Kanada Savunma Bakanlığı'ndan rezil bir adım gelmişti. Bakanlık, “ömrünü savaşlarda insanlığa hizmet için adayan kişilere” her yıl verdiği “Temiz Savaşçı Ödülü”nü bu yıl terör örgütü YPG'nin de omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) yöneticisi Mazlum Kobani kod adlı Ferhad Abdi Şahin'e vermişti. Kanada Savunma Bakanlığı, terörist Kobani'yi ödülünü alması için Kanada'ya davet etmişti. Bu tavır Türkiye'ye düşmanlık ilanı gibiydi.

ABD, teröristi teröriste emanet ederek Türkiye’yi oyalamaktaydı!

ABD öncülüğündeki işgal koalisyonu Sözcüsü Albay Myles Caggins, Suriye'de cezaevlerinde tutuklu bulunan DEAŞ'lıların, terör örgütü YPG/PKK'nın ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) sorumluluğunda olduğunu söylemişti.

Suriye'deki DEAŞ'lı tutukluların cezaevinden kaçtığı yönündeki iddialara değinen Caggins, “SDG, 10 bin kişinin kaldığı cezaevlerinden sorumlu ve görevlidir. Bazı silahlı kişilerin (DEAŞ'lılar) cezaevinden kaçma çabası olabilir.” demişti. Caggins, Kuzey Suriye'deki operasyonun başlamasıyla çok sayıda DEAŞ'lının bölgeden kaçtığını görmediklerini, ancak SDG aracılığıyla söz konusu tutuklu DEAŞ'lıları takip ettiklerini iddia etmişti. DEAŞ elebaşı Bağdadi'nin güya ölü ele geçirildiği operasyona ilişkin ayrıntı vermekten kaçınan Caggins, Bağdadi'nin öldürülmesinin çok önemli olduğunu belirtmekle yetinmişti. Caggins, ayrıca, Irak'ın talebi üzerine bu ülkede kalmaya devam edeceklerini sözlerine eklemişti. Özetle ABD, teröristi teröriste emanet ederek vahşi kovboy zihniyeti sergilemişti.

Erbakan Hocamız, Erdoğan ve politikaları ile ilgili uyarılarında haklı çıkmışlardı

“Körfez Savaşı bitince Saddam da bitecek, bu bölgede devlet otoritesi çözülecek; PKK, oluşan boşlukta bir devlet kurmak isteyecek. Bölgede PKK’lılar çok büyük silahlarla donatılıp eğitilecek. Sonra Türkiye’den toprak talebine sıra gelecek.” (1992)

“Siyonizm bir timsaha benzer. Üst çenesi ABD (Kapitalizm), alt çenesi Rusya (Sosyalizm), kalbi Avrupa, beyni İsrail (Siyonizm), gövdesi de içimizdeki işbirlikçilerdir.”

Erbakan; ifsat/yıkım projesi olan Siyonizm’e karşı, bir imar/ıslah, medeniyet projesi olan Yeniden Büyük Türkiye, Yeni Bir Dünya, İslam Birliği, D-8 projelerine öncülük etmişti. Nihat Genç’le mülâkatında, Sn. Erdoğan’ın Beşşar Esad’la anlaşıp Suriye ile vizelerin kaldırılmasıyla ilgili sorusuna verdiği cevapta, “Bu AKP’nin büyük bir yanlışıdır. Böylece tüm dünyadaki terörist grupların, CIA ve MOSSAD’ın, FBI ve diğer radikal grupların Türkiye üzerinden Suriye’ye girmesini kolaylaştırma hazırlığıdır. Bu da Suriye’nin karışması, oluk oluk kan akması ve Suriye’nin BOP için bölünüp parçalanması ile sonuçlanır” öngörüsünde bulunmuşlardı. Siyonistler O’nu iyi tanıyorlardı. 1980 ve 1997 müdahaleleriyle, partilerinin kapatılmasını sağladılar. Ariel Şaron, “Necmettin Erbakan Türkiye’de yarım dönem iktidar oldu, bizim planlarımızı 10 yıl aksattı. Eğer bir dönem kalsaydı biz planlarımızı tamamen unutmak zorunda kalacaktık” demişti. Weizman ise, “Laik T.C. Erbakan’dan mutlaka kurtulmalıdır” diyerek korkularını kusmuşlardı.

Beşşar Esad Türkiye’ye zeytin dalı uzatıyordu! Suriye devlet televizyonuna konuşan Beşşar Esad “Komşu ülke olan Türkiye'den bir düşman oluşturmak istemiyorum” mesajı dikkate alınmalıydı!..

Beşşar Esad, ülkesinin nihai hedefinin “ABD askerlerinin aniden çekildiği, YPG/PKK kontrolündeki bölgelerde devlet otoritesinin yeniden kurulması” olduğunu, bu sırada “sahada oluşan yeni gerçekliğe saygı duyulacağını” söylüyordu. Esad, devlet otoritesinin aşama aşama sağlanacağını belirtip “Bu gelişmeyle istediğimiz şeyi tamamen başarmış olmayabiliriz. Ancak yakın gelecekte bu bölgenin tamamen özgürleştirilmesini sağlayacağımızı umuyoruz.” diyordu. Erdoğan ile Putin'in görüşmesiyle varılan uzlaşmaya değinen Esad, “Anlaşmayla YPG'nin sınırdan 30 kilometre güneye çekilmesine karar verilmesinin de Şam'ın hedefine ulaşmasında yardımcı olduğunu” vurguluyordu. ABD Başkanı Donald Trump'ın Suriye'nin doğusundaki petrol kuyularında askerlerini tutmaya devam edeceği açıklamasına da değinen Esad, “Bu, Washington'un aslında sömürgeci bir güç olduğunun göstergesidir” gerçeğini vurguluyordu. 2011'de başlayan iç savaşın başından bu yana Esad yönetimini “gayrimeşru” olarak tanımlayan Ankara için ise Esad, bugüne kadar kullandığı söylemin aksine, “Komşu ülke olan Türkiye'den bir düşman oluşturmak istemiyorum” diyerek bir nevi zeytin dalı uzatıyordu.

2012 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad'ı ziyaret eden Saadet Partisi heyetinde yer alan Doç. Dr. Necmettin Çalışkan, bu ziyarette konuşulanları 28.10.2019 tarihinde TV5’te “Tarihten Yansıyanlar” programında şunları anlatmıştı. Esad'ın Yardımcısı Bayan Attar’ın: “Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ın, dönemin Başbakanı R. T. Erdoğan'a, ‘Biz, sizin vilayetiniz olmak da dahil, her türlü iş birliğine hazırız’ dediğini; ancak, Erdoğan tarafından Esad'la görüşmeye gönderilen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 8 saatlik görüşmesinden sonra ilişkilerin bozuluverdiğini” aktarmıştı.

Bayan Necah el Attar’ın itirafı: “İki konuda Erbakan'ı anlamadık, ikisinde de haklı çıktı!”

Bize Millî Görüş'ün tarihini anlatan bu Bayan: “Biz, Türkiye'nin siyasetini, geçmişini yakından takip etmekteyiz, bugün de Türkiye bizimle etle tırnak gibi ayrılmaz bir parçamız gibidir. Biz Rahmetli Erbakan Hoca'yı da çok iyi takip ve takdir ettik…” itirafında bulunmuşlardı. Esad’ın yardımcısı Bayan Attar: Erbakan’ın 1969 yılında Bağımsızlar Hareketi olarak ortaya çıkışını, ardından Milli Selamet Partisi'nin CHP ile yaptığı koalisyonu, ağır sanayi hamlelerini, daha sonra yaşadığı askeri ihtilal / 1980 darbesini, tekrar yükselişini, 1,5 saat anlatmıştı. Ve şu itirafları anlamlıydı: “Biz Erbakan'ın AKP’nin kuruluşuna tepkisini anlamamıştık. Biz Erbakan'ı hep takdir ve tasvip ettik, sadece 2 yerde yanlış yaptığını zannettik. 1) AKP’nin kuruluşunda çok muhalefet etti. ‘Dedi ki AKP'yi Siyonizm iş başına getirdi.’ Bunlar, Siyonizm'e hizmet edecek. Bu sözü söylediğinde biz çok garip karşıladık. Sonunda gördük ki Erbakan haklıymış. 2) Erbakan'ın Türkiye ile Suriye’nin arasında vizelerin kaldırılmasına tepkisi bizi şaşırtmıştı. Erbakan: “Bunlar Türkiye ile Suriye arasında ilişkileri geliştiriyorlar, vizeyi kaldırıyorlar; çünkü Siyonizm, bunlara böyle emrediyor, bu adımın arkasındaki şeytanlığı anlamıyorlar, onun için kaldırıyorlar demişti. Biz buna çok şaşırmıştık. Ama ne yazık ki Erbakan bunda da haklı çıktı.”

Bu Bayan daha sonra uzmanların ifadelerini ve tespitlerini aktarmıştı:

“Bunlar Türkiye ile Suriye arasında vizeleri kaldırdılar, kapıları açtılar, bununla birlikte tüm terör gruplarının Suriye'nin içerisine girmesini sağladılar. Ve Suriye'nin Emperyalizm tarafından kuşatılması için alt yapı oluşturdular. Erbakan Hocamızın uyarıları ne yazık ki dikkate alınmadı. Ve ülkemizin geldiği nokta şimdi ortadadır. Aziz Erbakan Hocamızın yolundan milim ayrılmayan, O'nun proje ve davasını en iyi anlayan ve savunan Milli Çözüm’ün yıllardır bu uyarıları ve yazıları hâlâ ufuk açıcıdır. Artık AKP zihniyeti tıkanmıştır. Bizler umuyor ve bekliyoruz ki, inşaallah Adil Düzen kesinlikle kurulacaktır. Siyonizm’in kuklaları da bu kutlu sona engel olamayacaktır.”

Deli dana hastası ve Siyonizm’in maşası Trump'ın itirafı: “Biz Suriye'de ve Irak'ta petrolü güvence altına aldık ve amacımıza ulaştık!”

ABD Başkanı Donald Trump, “Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile çok iyi ve verimli ilişkilerimiz var. (Türkiye-Suriye) Sınırını başkaları kontrol etsin. Biz petrolü güvence altına aldık. Petrolü seviyorum. Kürtler (YPG/PKK) ile birlikte çalışıyoruz. Türkiye ile de birlikte çalışıyoruz. Birçok ülke ile çalışıyoruz.” diyerek ağzındaki baklayı çıkarmıştı. Donald Trump, Suriye konusunda: “Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile iyi ilişkilerimiz var” buyurmuşlardı. Trump, Mississippi eyaletine hareket etmeden önce Beyaz Saray’ın bahçesinde gazetecilere açıklamalarda bulunurken, Erdoğan’ın 13 Kasım’da yapılması planlanan Beyaz Saray ziyaretinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine ilişkin, “Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan ile çok iyi ilişkilerimiz vardır. (ABD ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda yaptığı anlaşma) Ateşkes çok iyi uygulanmıştır” açıklamasını yapmıştı. Trump, Suriye’deki ABD askerlerinin evlerine dönmesini istediğini vurgulayarak, “(Türkiye-Suriye) Sınırını bırakın başkaları kontrol etsin. Biz petrolü güvence altına aldık. Petrolü seviyorum. Kürtler (YPG/PKK) ile çalışıyoruz. Türkiye ile çalışıyoruz. Birçok ülke ile çalışıyoruz.” ifadesini kullanmıştı. Kendisi hakkında açılan azil soruşturmasını ise “düzmece” olarak tanımlamıştı.

Bu arada Suriye ve Irak’taki ABD ordusu Aynularab üssüne geri taşınmıştı!

Barış Pınarı Harekâtı sırasında Suriye'nin kuzeyinden çekilen ABD ordusu, Aynularab'ın güneyindeki üssüne yeniden yerleşmeye başlamıştı. ABD ordusunun sevk ettiği 50 kadar zırhlı araç ile çok sayıda Irak plakalı TIR, Suriye'nin kuzeyindeki M4 kara yolundan Aynularab'ın güneyinde yer alan Sırrin beldesine ulaşmıştı. Beldedeki silolar bölgesindeki eski üslerine giden askeri araçlar, buraya taşınmıştı. ABD askerleri, daha önce boşalttıkları ve tahrip ettikleri üssü yeniden kurmak için çalışmaları yoğunlaştırmıştı. AA, az sayıdaki ABD askerinin Sırrin beldesine ulaşarak bekleyişe geçtiğini aktarmıştı. Türkiye sınırına yaklaşık 30 kilometre uzaklıktaki Sırrin'de ve yakınlarındaki Sebit köyünde ABD'nin üsleri vardı.

AKP içindeki kırgınlıklar kırılmalara yol açmıştı!

AKP içinde eleştirileri ile ön plana çıkan İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu istifa haberini sosyal medyadan açıklamış ve istifa kararını Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın talimatıyla aldığını aktarmıştı. Muhalif açıklamaları ve sosyal medyadan yaptığı eleştirilerle bilinen İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, partisinin politikalarına karşı birçok eleştiride bulunmuşlardı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'ın aldığı kararları da eleştirmekten çekinmeyen Yeneroğlu, düzenlediği basın toplantısında şu açıklamaları yapmıştı:

“Sayın Cumhurbaşkanımız MYK üyeliğine beni layık bulmuşlardı. Türkiye’nin önünde olan, itibarını zedeleyen noktalarda kamuoyuyla eleştirilerimi paylaştım. Son iki MYK toplantımıza artık rahatsızlıklarımın karşılık bulmadığı için katılmadım. AKP’nin tekrar çoğulcu, katılımcı olması gerektiğini hatırlattım. Genel sekreterimiz bu görüşlerimi bildiklerini, bu çerçevede MYK toplantısında da konuşulduğunu Sayın Cumhurbaşkanımızın istifa etmem gerektiğini belirttiğini aktardı, ben de ayrıldım.”

Cumhuriyet’in 96. yıldönümü münasebetiyle Anıtkabir Özel Defteri’ni imzalayan Erdoğan'ın mesajı yandaş İslamcıların martavallarına aykırıydı!

“Aziz Atatürk, bugün millet olarak büyük bir heyecanla Cumhuriyetimizin 96. yıl dönümünü kutluyoruz. Bugün, aziz şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, gazilerimize şükranlarımızı sunuyoruz. Milli bekamıza yönelik saldırıların arttığı dönemde, direniş ruhu ile yurt içi ve dışında mücadelemizi kararlılıkla yürütüyoruz. Barış Pınarı Harekâtı’yla terör koridorunu dağıtarak kararlılığımızı bir kez daha tüm dünyaya gösterdik. Ruhun şad olsun.” buyurmuşlardı.

Ayarı ve amacı karanlık Fatih Tezcan ise; Twitter hesabından Yeni Şafak gazetesinin 29 Ekim'e özel hazırlanan manşetini eleştirip, Atatürk için skandal yorumlarda bulunmuşlardı. Sosyal medyada herkesi hedefleştirmesi ile bilinen Fatih Tezcan, twitinde şunları yazmıştı: “Cumhuriyet'i getiriyorum' yalanıyla başa geçtikten sonra Devlet ve Millet düşmanlarına verdiği sözlerin gereği olarak 15 sene Cumhur'dan kaçan, Milletin Egemenliğinden rakı bardaklarına sığınan bir İslâm Düşmanını, 3 kuruş için tepenize oturtmaya değer miydi?” diyerek Erdoğan'ı ve İslamcı yandaşlarını kınamıştı. Mazisi iftiralarla dolu olan Fatih Tezcan'a İYİ Partili Mehmet Aslan, şiddetle karşı çıkmış ve “Ya tutuklanırsınız ya da çöplükten toplanırsınız!” diye uyarmıştı.

Peki, bu ağzı bozuk ve ağacı çürük Fatih Tezcan kim olmaktaydı?

Önce İHH ile özel bağlar kurmayı başaran, Akit Gazetesi’nde provokatif haber ve yorumları yayınlanmaya başlanan… Hatta bir ara şeyhliğe ve mürşitliğe soyunup 2010 yılında HİRA Çalışma Grubu’nu oluşturan, ama kotaramayınca bırakan… Derken bazı odakların parlatmasıyla Arap Baharı fırtınasında Suriye'ye yollanan ve ÖSO’nun yetkili muhabiri gibi davran… Yetmez, bu süreçte Türkiye'den Suriye'ye militan taşıyan… Yoğun yakarmalar ve arka çıkmalar sonucu ÜLKE TV'de kendisine yer açılan ve Ersoy Dede'nin programlarına Turgay Güler’le katılan… 25 Haziran 2016 Bıçak Sırtı Programı’nda eski Fetullahçı Nuh Gönültaş ile tartışıp şov fırsatı yakalayan bu Atatürk küfürcüsü ve ucuz kahramanlık üfürükçüsü Fatih Tezcan orada Reis'e = R. T. Erdoğan Hz.lerine biatını açıklama şerefine ulaşan yalakaydı!..

Cübbeli Ahmet Hoca da; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla sosyal medya hesabından beklenmedik bir paylaşım yapmıştı. Şehitlere rahmet okuyan Cübbeli Ahmet Hoca'nın mesajına bazı takipçilerinin “Cumhuriyet benim bayramım değil” tepkisi göstermesine ise sessiz kalmıştı. Ahmet Mahmut Ünlü 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayınlamıştı: “Vatanımızın küffarın işgalinden kurtarılması neticesinde gerçekleşen Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunun 96. Sene-i devriyesini tebrik eder, dinî ve millî değerlere dayanan kuruluş felsefesine sadakatle payidar olmasını Cenab-ı Mevlâ'dan niyaz ederim. Bu vesileyle vatanımızın halâsında (kurtuluşunda) ve devletimizin teşkilinde (kuruluşunda) emeği geçen tüm şehit ve gazilerimize Yüce Rabbimden ğarka-i ğarîk rahmetler talep ederim.”

30 sene önce “Bizim Atatürk” kitabını yazan, Kemalizm dayatmasını ve Atatürk istismarını boşa çıkarmak için tarihi bilgiler ve belgelerle doğruları açıkladığı için Ahmet Akgül’e karşı çıkan Erdoğan yandaşları ve tarikat yoldaşları acaba gerçekleri görmeye mi başlamışlardı, yoksa hâlâ riyakârlık mı yapmaktalardı?

Mustafa Kemal: “Arkamda bir istibdat rejimi bırakmak istemem” buyurmuşlardı; ama İnönü Kemalizm kılıflı diktatoryayı, Erdoğan ise “Cumhuri Krallığı” (tek adam iktidarını) kurmuşlardı!

Cumhuriyet’in ilk başbakanlarından Ali Fethi Okyar Atatürk'ün demokrasi ve diktatörlük konusundaki yaklaşımını hatıralarında şöyle aktarmıştı:

Fethi Okyar, başbakanlıktan ayrıldıktan sonra uzun yıllar Paris Büyükelçiliği yapmıştı. 1930 yılında Atatürk'ün çağrısı üzerine Türkiye’ye dönüp Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmuşlardı. Partiyi kurma teklifine karşı çekincelerini ifade eden Fethi Okyar özetle, “basın özgürlüğü, eleştiri özgürlüğü, Meclis’te tenkit imkânı gibi konulara tahammül edilip edilemeyeceğini?” sorunca Atatürk'ün cevabı enteresandır: “Bunlara tahammül edeceğiz. Başka çare yoktur. Bugünkü manzaramız aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır, fakat dahil ve hariçte bize dictateur nazariyle bakıyorlar. (…) Hâlbuki ben cumhuriyeti şahsi menfaatim için yapmadım. Hepimiz faniyiz. (Böyle giderse) Ben öldükten sonra arkamda kalacak müessese bir istibdat müessesesidir. Ben ise millete miras olarak istibdat müessesesi bırakmak ve tarihe o surette geçmek istemiyorum. Bütün müşküllere katlanacağız… Asıl mesele; memlekette cumhuriyetin, şahısların hayatına bağlı kalmayarak kökleşmesidir…”[1] Ardından Fethi Okyar’ın, Atatürk’ün önerisiyle bir muhalefet partisi olarak kurduğu Serbest Cumhuriyet Fırkası, kısa sürede geniş bir seçmen kitlesinin desteğini almıştı. Ancak bütün Muhalif çevreler ve fırsatçı ekipler, hemen bu partiye yığılınca, yoğun kalabalıkların katıldığı mitingler, iktidar çevrelerinde tedirginliğe yol açmıştı. Fethi Okyar, bu gerilimi görünce, Atatürk’ün önerisiyle, partiyi kapatmıştı. Böylece iki partili sisteme geçiş ve demokrasiye yönelim girişimleri ikinci kez başarısızlığa uğramıştı. İlk teşebbüs, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele ve Adnan Adıvar gibi Millî Mücadele’nin etkili isimlerince kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’ydı. (1924) Bu fırka bir yıl sonra çıkan Şeyh Sait İsyanı’nın ardından kapatılmıştı. Çünkü Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı girişimlerin odağı halini almıştı.

Atatürk, halkın hür tercihine ve tensibine dayalı gerçek bir demokrasiye geçiş süreci için çırpınırken, maalesef O’nun talihsiz ve şüpheli ölümünden sonra; Atatürk'e yönelik malum ve mel’un İzmir Suikastı’na karışmış ve bir kısmı yurt dışına kaçmış Sabataist Cunta’nın ve Atatürk'ün kapattığı Mason Localarının avucuna alınan İsmet İnönü, uydurulan Kemalizm kılıfı altında tam bir “Milli Şef Diktatoryası” oluşturmuş ve milleti canından bıktırmışlardı… Ve işte Siyonist merkezlerin tertibiyle ve Refah-Yol Başbakanı Erbakan'ı düşürmek niyetiyle tezgâhlanan 28 Şubat senaryolarıyla, kendilerine iktidar yolu açılan, Sn. Erdoğan ise şimdi, “Cumhuri Krallık” denilebilecek bir “tek kişilik iktidar” macerasına kapılmışlardı.

Siyaset; en etkin ve yetkin hizmet alanıdır!

Bilgiç ve muttaki geçinen birçok kişinin: “Bizim siyasetle işimiz olmaz!” deyip küçümsediği, hatta kötülediği bu kurum ve sorumluluk, aslında o kişilerin de tüm milletin de bugününü ve geleceğini etkileyen bir hizmet alanıdır. Kendi siyasi tarihimize baktığımızda, şimdilerde bile övündüğümüz nice icraatın aslında dürüst ve duyarlı politikacıların eseri olduğu anlaşılacaktır. Herkesi üzen, hatta bir yönden travmaya sokan yanlışlıklar da yine bir zamanların tutarsız politik kararlarının sonuçlarıdır. Geçmişte alınan siyasi kararlar yüzünden gülüyor veya endişeleniyor olduğumuz unutulmamalıdır. Muhtemelen -hatta mutlaka- içinde yaşadığımız günlerde alınan kararlar da yarınlarımızı olumlu veya olumsuz etkileyecek konulardır. O kararları bugünün politik kadrolarının tek başlarına veya muhalefetin de desteğiyle aldıklarını da unutmamalıdır.

Birinci Dünya Savaşı’na giriş (1914) büyük bir imparatorluğun sonunu hazırladı. O kararları yabancılar değil, bizden zannedilen birileri almışlardı. (Evet, 3 dönmenin, Enver, Talat ve Cemal’in gaflet ve hıyanetiyle Osmanlı yıkılmıştı.) Dönemin gazeteleri üzerinde yapılan incelemeler sonucu yazılmış tezlerde, o günlerin kalem erbabının ve gazetelerde köşeleri olanların, (çoğu Sabataist dönme yazarların) hem alınan savaş kararını hem de uygulanmasını, sonucun kötü olacağı iyice görülene kadar destekledikleri şaşırtıcıdır. O süreçte pek az gazeteci ve yazar savaş tercihinin yanlışlığını anlamış, bunlardan da ancak birkaçı öngörülerini cesurca paylaşmıştı. Aynı durum 1 Mart 2003 tezkeresi öncesi ve sonrasında da yaşanmıştı? O sırada Meclis’te yer alan milletvekillerinin yarıdan biraz fazlası tezkereye “Evet” oyu kullanmış, bu sonuca Sn. Abdullah Gül ve Sn. Erdoğan bile şaşırmış, medyanın önde gelenleri de “vah vah, tezkere çıkmadı!” diye hayıflanmışlardı. “Evet” oylarının daha fazla çıkmasına rağmen Meclis oylama usulünün bir inceliği sayesinde tezkere reddedilmiş sayılmıştı. Dünya savaşına gidilirken o kararı veren üçlü, (Enver, Talat ve Cemal) sonunda ülkeden kaçmak zorunda kalacaklarını ve gurbet cehenneminde suikastlar sonucu bu dünyadan ayrılacaklarını bilselerdi herhalde farklı davranırlardı. Talat Paşa kaçtıktan sonra yerleştiği Berlin’de, Cemal Paşa Tiflis’te Ermeni komitacılar tarafından suikasta uğramışlardı. Enver Paşa Orta Asya’da Ruslara karşı mücadele veren Basmacı hareketinin başında savaşırken, bugünkü Tacikistan’ın başkenti Düşenbe yakınlarında yaralanıp bu dünyadan ayrılmıştı. Savaşa girme kararında imzaları bulunanlardan Sait Halim Paşa (başbakandı ve aslında sonuna kadar savaşa girmeme taraflısıydı) ile İttihat Terakki Partisi Genel Sekreteri Dr. Bahattin Şakir de uğradıkları suikastlarda hayatlarından olmuşlardı.

“Bu çeşit kararları alan siyasi kadrolar hep başaracaklarını sanarak ve belki de ülke için hayır umarak bunu yaparlar, ancak o kararlardan bazılarının yanlışlığının ülkenin ve insanlarının rahatını kaçıracak sonuçlar doğuracağını hesaba katmazlar…”[2] diyerek bir takım doğru tespitler ve tahliller yapan Bay yazar, Sn. Erdoğan’ı Suriye'ye müdahale kararları konusunda uyarıyor tavrı takınırken, “1915’te ülkemiz politik zemininde yaşanmış bir olayın olumsuz etkileri, bugün ABD’de aleyhimize karar tasarısı olarak karşımıza çıkıveriyor” diyerek ülkemiz aleyhinde üst üste kararlar alan ABD'yi ve Derin Devletini haklı çıkarmaya mı çalışmaktaydı? Oysa 1915 Ermeni Tehciri, Osmanlı'nın sadık ve saygın vatandaşları olan Ermenileri kandırıp-kışkırtıp bazı isyanlara ve katliamlara sürükleyen Sabataist Yahudilerin, ülkenin bütünüyle kendilerine kalmasını amaçlayan Sabataist Yahudi cuntasının (İttihatçı iktidarın) bir planıydı.

Dünya yine karıştırılmıştı!

Trump, Siyonist merkezlerin işine gelecek sersemliklere ve kronik “komiklikler”ine devam ederken, bir yandan da Şili, Bolivya, İspanya, Fransa, Lübnan, Kuveyt, Hong Kong ve diğer kriz bölgelerinde Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da birdenbire ve aynı saatlerde başlayan olaylar hızla yayılmaktaydı.

Sosyal gösterilerde Joker maskesi ilk olarak Beyrut’ta kullanılmış ve bir hafta içinde bazı Arap ülkelerine yayılmıştı. Beyrut yeni Hong Kong’u andırmaktaydı. Beyrut’ta eylemlere katılan gençler, Joker karakterini hem şehrin duvarlarında çiziyorlar hem de yüzlerini palyaço karakterine boyuyorlardı. Beyrut’taki gösterilere Joker maskesiyle katılan bir genç kadın Amerikan “Wired” dergisine konuşurken, “Yüzümü bu şekilde boyamamız karakterle empati kurmamızın sonucudur. Çünkü yüzünü boyamadan önce kimsenin umurunda olmayan insanlardık. Bizi kimse dinlemiyor, ciddiye almıyor, hesaba katmıyordu. Sükûtu hayale uğramış, öfkeli insanlardık. Çıldırma noktasına geldik, çıdam olduk, sonunda olan bu.” Lübnan’da olanların tek açıklaması bu sanılmasındı. Birileri bu öfkeyi hem kışkırttı hem onu kanalize etmeyi başardı. Bunu yapmak için bölgeden, halkın kendi inanç, tarihlerinden başka kahramanlar bulması hiç de zor değildi aslında. Joker dediğiniz şey, “İskambilde benekli dört kâğıt dizisi dışında kendine özgü bir kâğıt olan ve birçok iskambil oyununda her kâğıt yerine geçebilen kart. Gerektiğinde başkasının yerini tutabilen, her zaman böyle işlem gören (kimse, şey).”

New York’tan Madrid’e, Polonya’ya; Roma’dan Bükreş’e, Toronto’ya sisteme karşı yapılan tüm protestolarda karşımızda hep aynı yüz vardı. Maske ilk kez 2008 yılında, ünlü hacker aktivist grup Anonymous’un Scientology tarikatını protesto ettikleri Los Angeles eylemlerinde çıkmıştı. Sisteme karşı çıktıklarını ve dünyayı yönetenleri değil, geri kalan yüzde 99’u temsil ettiklerini söyleyen Anonymous’un başlattığı maske tüm dünyaya yayılmıştı. Bu maske özgürlük savaşçısı, anarşist çizgi roman kahramanı V’nin maskesiydi. “Ünlü çizgi roman yazarı Alan Moore ve çizer David Lloyd’un 1982 tarihli çizgi roman serisi “V for Vendetta”, İngiltere’deki faşist iktidara karşı çıkan ve bütün sisteme karşı tek başına savaş açan, anarşist özgürlük savaşçısı V’nin hikâyesini anlatmaktaydı. 2006’da beyazperdeye uyarlanan “V for Vendetta” filmi hem V’nin devrimci ve isyankâr ruhunu hem de ünlü maskesini popüler yapmıştı. Oysa bunun mucitleri, hikâyede Londra’daki ünlü Parlamento Binası’nı havaya uçurarak en büyük eylemine imza atan V karakterini ve maskesini tasarlarken ilhamlarını çok daha eski bir olaydan ve tarihi bir kişilikten almışlardı: Guy Fawkes! Bu maskeyi gündeme taşıyanların İngiltere ile bir alıp veremediği olmalıydı. Hong Kong’da bu maske var da Lübnan’da neden olmasındı? “Mısır’dan Amerika’ya değin neoliberal kemer sıkma politikalarıyla ve giderek artan bir şekilde otoriter devletlerle karşı karşıya kalan yeni nesil, anarşist ağ oluşturmayı sol popülizmin zengin mirasıyla birleştiren bir direniş hareketi oluşturmuşlardı. Bu fenomenin sarih bir açıklaması olarak Maske ve Bayrak daha iyi bir zamanlamaya sahip olamazdı” diyor Paul Mason, “Post Capitalism ve…” isimli makalesinde, Paolo Gerbaudo’nun “Maske ve Bayrak-Popülizm, Yurttaşçılık ve Küresel Protesto” kitabı ile ilgili olarak. Yeni dünya savaşı sürecini doğru okumak istiyorsanız, din, tarih, mitoloji, kehanet ve sembolleri, astronomi, coğrafya ve astrolojiyi iyi okumanız lazımdı. Jeopolitik ve jeostrateji bu çerçevede anlam ve derinlik kazanırdı. Bu değerleri üreten aklın genetik kodları bu arka planda saklıydı…”[3] diyen yandaş ağabey, neden acaba; BOP senaryolarının da, Erdoğan’ı eşbaşkan yapanların da, Arap Baharı fırtınalarının da, Irak, Yemen, Libya ve Suriye saldırılarının da arkasında hep aynı Siyonist odaklar bulunduğunu, tek ve gerçek çarenin ise Erbakan'ın kutlu projeleri olduğunu, bir türlü yazamamaktaydı!?

Ucuz ve uyuz çıkışlar!

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi, yani Sn. Erdoğan’a akıl verenlerden birisi olan Bülent Arınç, kamuoyunda sürekli konuşulan KHK mağdurlarıyla ilgili, kimilerine göre çok çarpıcı, bize göre ise “çarpıtıcı” açıklamalar yapmıştı. ''KHK bir faciadır'' diyen Arınç, çevresinde birçok KHK mağdurunun olduğunu söyleyerek “onları gördükçe yerin dibine geçiyorum” ifadelerini kullanmıştı. Oysa sorunları çözme makamında, yani iktidarda bulunanların hâlâ şikâyet edip durmaları ve üzüntü beyanları, ya acizlik ve beceriksizlik itirafıydı veya riyakârlıktı. Ağrı’nın Doğubayazıt ilçesinde şehit olan Er Zekeriya Altunok'un FETÖ soruşturması kapsamında meslekten ihraç edilen ve 16 ay cezaevinde yatan eski bir polis memuru olduğu ortaya çıkmıştı. Bu olay sonrası KHK mağdurlarının durumu yeniden gündeme taşınmıştı. Gazeteci Kemal Öztürk’ün Youtube kanalına konuk olan Bülent Arınç, konuyla ilgili çok konuşulacak yorumlar sıralamıştı. Öztürk’ün “KHK sorununu nasıl çözeceğiz?” sorusunu Arınç ''KHK bir faciadır’’ şeklinde yanıtlamıştı. YİK’ten aldığı maaşla eleştirilen Arınç, çevresinde birçok KHK mağduruna rastladığını ve maaşının yarısını onlarla paylaştığını söyleyip riyakârlık yapmıştı. Arınç, sırf KHK meselesine dikkat çekmek için böyle bir şeye başvurduğunu hatırlatmıştı.

“Evime temizlik yapmaya gelen kadın (FET֒cülükten) Daire Başkanlığı’ndan ihraç edilmiş; ben onları gördükçe yerin dibine geçiyorum!” riyakârlığı!

“Aslında onlardan da özür diliyorum. Evime temizlik yapmaya gelen Daire Başkanlığı’ndan ihraç edilmiş bir kadını gördükçe, eşi polis ihraç edilmiş bir başka kadını gördükçe ben yerin dibine geçiyorum. Onlara birkaç kuruş daha fazla vereyim de bir katkım olsun diyorum. Kırıkkale’den yumurta getirip kapı kapı dolaştıran bir Genel Müdür Yardımcısı gördükçe ben felaket görüyorum. Bir benzinliğe gittiğim zaman bir Danıştay üyesinin pompa tuttuğunu gördüğümde acı duyuyorum. Bir lokantada bulaşıkçı olarak çalışan bir Genel Müdür gördüğümde perişan oluyorum. Bütün bunları yaşıyor Türkiye. Kimse bunları savunamaz. Evet, 15 Temmuz’da bir facia yaşandı ve arkasından olağanüstü hâl ilan edildi, bu yüzde yüz doğru. Bu süre içerisinde onlarca kararname çıktı ve 100 binden fazla insanın kamudan ihracına karar verildi. Devletin güvenliğine tehlike oluşturan örgütlerin aidiyeti, mensubiyeti olanlar ihraç edildi… Bu hukuki bir tanımlama değildir, bir tedbir bu. Hukuki tanımlama böyle olmaz. Çünkü bu bir kanaattir, kanaat ise asla delil değildir. Bunu yaparken en çok kamu kurumlarından görüş aldılar. Bu bir idari karardır, yargı kararı değildir. (FET֒cülerin) İçlerinde bunu hak edenler var mıydı? Vardı, ama hepsi değil.”

Bülent Arınç'ın bu sözleri tamamen riyakârlık ve istismarcılık kokuyordu. Dediklerinin bir kısmı doğruydu, ama o bu doğruları yanlış amaçları için gündeme taşıyıp kendi reklamını yapıyordu. Bu samimiyetsizlikte o denli ileri gidiyordu ki; “Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu” üyeliğinden aldığı 30 bin TL maaşının yarısını bu FETÖ'cü mağdurlara dağıttığını söyleyecek kadar cıvıklaşıyordu… Yoksa FETÖ güdümlü yeni bir oluşum kokusu almış da, şimdiden yanaşmaya ve yaranmaya mı çalışıyordu? Hem bu kadar net ve mert bir insan ise, şu anda kaç yerden böyle kaç yüksek maaş aldığını niye yazmıyordu? Bu tavırların ucuz kahramanlıklar ve uyuz kaşınmalar olduğunu anlayan biliyordu.

Türkiye gazetesi yazarı Fuat Uğur, “Almanya'ya firar eden Can Dündar'ın hesabına her ay 80 bin avronun yattığını” ortaya atmıştı. Evet, malum ve mel’un odaklar, kiralık kalemlerine para yağdırıyorlardı.

MİT Tırları davasında serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra Almanya'ya kaçan firari gazeteci Can Dündar hakkında inanılmaz bir iddiada bulunmuşlardı. 12 Eylül döneminde Avrupa'ya kaçan solcuların büyük sıkıntılar çektiğine dikkat çeken Uğur, Can Dündar'ın ise farklı bir hayat sürdüğünü yazmıştı. Fuat Uğur, aldığı “Top Secret bilgiyi” okurlarıyla paylaşmıştı: “Evet, bu bilgiyi aldığımda inanın dudaklarım uçukladı! Ama elime geçen bu Top Secret bilgi, kendisinin satış değerinin hayli yüksek olduğunu kanıtlamaktaydı. Can Dündar’ın banka hesabı Almanya’da Post Bank’ın Berlin’deki şubelerinden birinde bulunmaktaydı. Ve sıkı durun; her ay hesabına 80 bin Avro yatırılmaktaydı. Bunlar çeşitli vakıflardan, gençlik ve kadın merkezlerinden ve bazı ‘bilinmeyen’ kurumlardan aktarılmaktaydı. 80 bin avro bu, boru değil. Yani ayda 520 bin lira. Yılda 6 milyon 240 bin lira.”

Şimdi bu yandaş yazara sormak lazımdı: 1- Bülent Arınç gibi istişare üyeleri, daha başka hangi kurumlardan, hangi uyduruk unvanlarla ve kaç lira maaş alıyordu ve bunların yıllık toplamı ne yekûn tutuyordu? 2- Hangi özel kiralık yandaş yazarlara, ayda 50, hatta 100 bin TL maaşlar yanında, hangi kurumlardan yıllık milyonları bulan imkânlar sağlanıyordu?

Hatırlayacaksınız, Bülent Arınç'ın damadı Ekrem Yeter, FETÖ üyeliği suçlamasıyla 15 yıla kadar hapsinin istendiği davadan beraat edip kurtulmuşlardı. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesindeki karar duruşmasına, tutuksuz sanık Ekrem Yeter ve avukatları katılmıştı. Sn. Yeter, “Benim bu yapıyla hiçbir şekilde ilişkim olmamıştır. Dosyaya sunduğum sosyal medya paylaşımları da bunu kanıtlamaktadır. Vatanını, milletini ve bayrağını seven biriyim, beraatımı talep ediyorum.” şeklinde savunma yapmıştı. Damat Ekrem Yeter'in yargılandığı FETÖ davasından tahliye olması hakkında “Neden tutuklandı diye hesap soracaklarına, neden tahliye edildi diye soruyorlar?” diye serzenişte bulunan Arınç; “Onun tahliyesinden bu kadar çok gocunuyorlar… Adam mı öldürmüş? Hayır, neymiş? FETÖ'ye sempati duymuş. Damadım olmasaydı elbette yine hızlıca tahliye edilirdi. Benim damadım ne suç işlemişti ki onun tahliyesinden bu kadar çok gocunuyorlar. ‘Neden tutuklandı?’ diye hesap soracaklarına, ‘neden tahliye edildi?’ diye soruyorlar? Damadım olduğu için cezaevinde çürümesi mi gerekiyor?” şeklinde çıkışmıştı. Doğru, FETÖ ile mücadelede yanlış ve haksız uygulamaların olduğunu ısrarla ve sıklıkla gündeme taşıdık. Ne var ki, bu tür iddialar muhalefetten geldiğinde doğru olup olmadığına bakılmadan hemen terör yanlısı yaftası vurulmaktaydı. Böylece yapılanlar sanki haklıymış görüntüsü verilmeye çalışılmaktaydı. Ancak, Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Sayın Bülent Arınç katıldığı bir programda vicdan azabı duyduğunu, uygulamadan rahatsız olduğunu dile getirince medyada yankılanmıştı. Sayın Arınç konuşmasında bu mağduriyetlerin en aza indirilmesinin mümkün olduğuna dikkat çekerek, terörist damgası vurularak kamudan ihraç edilenlerin özel sektörde de çalışma imkânı bulamadığını hatırlatmıştı. Kısacası, KHK mağdurlarının sorununu ya kalbinin sesini dinleyerek veya ucuz kahramanlık sergileyerek gündeme taşımıştı. Ancak, bu dile getiriş bir haksızlığı gidermeye yeterli olmayacaktı. Eğer, Sn. Arınç’ın yaptığı da muhalefet liderlerinin yaptığından ibaret kalacaksa, iş çok daha ciddi bir boyuta taşınacaktır. Çünkü özellikle iktidar mensuplarının yaptığı da sıradan vatandaşlar gibi sadece yanlışı söylemekten ibaret kalacaksa maalesef bütün zulüm ve haksızlıklar devam edecek hatta artacaktı. Sorunları çözüm merciinde bulunanların çıkıp özür dileyip durmaları, evet sahtekârlık ve riyakârlıktı!

Esrarengiz uçağın kaçak taşıdıkları!?

Bu uçağın kuyruk numarası; TC-GNC olmaktaydı. Uçağın Genç İnşaat'la ya da Melih Gökçek’in oğlu Osman Gökçek'le bir ilgisi konuşulmaktaydı. Gazeteci Murat Ağırel daha önce bu konuyu yazmıştı. Ardından Murat İde bu konuyu köşesine taşımıştı. Melih Gökçek döneminde Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin çok önemli bir şirketini de satın alan Genç İnşaat’ın, başkentteki ihalelerde kayrıldığı, yani Erdoğan iktidarınca kollandığı yolunda haberler çıkmaktaydı.

Şimdi soralım, TC-GNC numaralı ve Genç İnşaat’la irtibatlı bu uçağın, 3 hafta içinde tam 59 kez Yunanistan'a uçması nasıl yorumlanacaktı?

Bir Yunan iş adamının bu uçağı kiralamış olması zayıf bir olasılıktı. Sabah kahvaltısını Ankara'da, öğle yemeğini Atina'da yiyip, akşam yemeğine İstanbul'a geçiyor olması akla mantığa aykırıydı. Bu zevki sefanın 3 hafta devam etmiş olması da mantık dışıydı. Ama “bu işin altında ne yatmaktadır?” diye merak duyanların iki sorusu vardı:

1- Bu uçakla ne taşınmıştı?

2- Kumar oynamak için mi kullanılmıştı?

Evet, kuşların fısıldadığına göre kumarhanelere de uğranmıştı. Ama kumarhane öyle yemek aralarında gidilecek bir yer sayılmazdı. Oraya gidenler kalmak zorundaydı. Öyle ise bu uçak, Yunanistan'a 3 haftada 59 kez ne taşımıştı? Tahmini olanlar için yorum kapısı açıktı… Bu bilgiler gazetecilere ulaştıysa, Cumhurbaşkanı'na çoktan ulaşmış olması lazımdı!.. Kesin olarak bilemediğimiz şey ise; bu uçağın bagajında taşınan Euro muydu, Dolar mıydı?”[4]

Şimdi merak ediyoruz, Doğrucu Bülent Arınç’ın, bir zamanlar kötü kapıştıkları Melih Gökçeklerin de karıştığı iddia edilen bu uçakla ve taşıdıklarıyla ilgili de konuşacaklar mıydı? Ayrıca iktidar partisinden bir vekilin Masonik kuruluşla devlet arasında köprü görevine soyunduğu ortaya çıkmıştı. Sn. Bülent Arınç’ın herhalde bundan da haberi olmalıydı!

Rotary’nin AKP’li vekili kim oluyordu?

Millî Gazete’nin manşetinden duyurduğu “Rotary Mekteplerde, Nesiller Tehlikede” haberinin yankıları sürüyordu. İktidara yakın kaynaklardan tarafımıza ulaşan bilgilere göre Rotary Kulübü’nün Ankara’da temaslarda bulunmasına aracılık eden, Rotary ile hükümet arasında adeta köprü vazifesi gören, iktidar partisinden bir Milletvekilinin ismi ortaya çıkıyordu. Bu AKP’li vekilin, MEB’deki görüşmede, Rotary yetkililerini Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’la görüştüren isim olduğu anlaşılıyordu. Öyle ki, Bakan Selçuk’un Rotary yetkililerine birebir randevu vermemesine rağmen, söz konusu görüşmenin AKP’li vekilin “randevu kaydıyla” gerçekleştirildiği belirtiliyordu. Nesillerimizi ifsada sürükleyen Masonik kurumlardan Rotary’nin mikroplarını, okullarımızda eğitim gören milyonlarca evladımızın pak zihinlerine bulaştırmaya çalışan bu iktidar vekilinin hangi amaçlar için bu işi yaptığı ve gücünü nereden aldığı merak ediliyordu!

 

 


[1] Fethi Okyar'ın anıları, Türkiye İş Bankası Yayınları 1997, s.98

[2] https://fehmikoru.com/siyaset-hepimizi-ilgilendiriyor-ulkede-iyi-ve-kotu-ne-oluyorsa-hepsi-siyasetin-urunudur

[3] https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/jokerler-masada-30158.html

[4] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/o-ucak-yunanistana-ne-tasidi-53649yy.htm





















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi