Anasayfa » İsrail Sn. Recep T. Erdoğan İktidarından KORKUYOR MU, KOLTUK MU ÇIKIYOR?

İsrail Sn. Recep T. Erdoğan İktidarından KORKUYOR MU, KOLTUK MU ÇIKIYOR?

Yazar: yonetici
0 Yorum 151 Görüntüleyen

Bütün dünyada “Gizli İsrail” olarak bilinen Güney Afrika ziyareti dönüşünde, kendisine sitem eden İsrailli diplomatı haşladığı konuşma sorulduğunda Sn. Recep T. Erdoğan’ın: “Evet, İsrailli görevli güzel bir pas verdi, biz de golümüzü attık” anlamındaki yanıtı, aslında her şeyi ortaya koymakta, nasıl bir senaryo hazırlandığını ve kimlerin rolünü nasıl oynadığını açığa vurmaktaydı. Sn. Başbakan’ın önceden hazırlanmış kâğıda ve cama bakmadan böyle ani durumlarda ve doğal ortamlardaki konuşmaları ve boş bulunmaları, Onun gerçek niyetini ve mahiyetini daha net olarak yansıtmaktaydı.

 

 

Güneri Civaoğlu’nun şu itirafları gizlenen gerçeklere ayna tutmaktaydı:

 

 

Washington‘un kalp sesi denebilecek birinden -ki ben bu yazıda onu “bir bilen” diye anacağım- ilginç şeyler dinledim. (Anlaşılan ABD’yi yönlendiren Yahudi Lobilerinin çok önemli bir ismi. M.Ç.)

 

 

Satırbaşlarıyla yansıtıyorum:

 

 

·         Amerikan yönetimi, Başbakan Erdoğan’a son 10 yılda hiç olmadığı kadar yakınlık duyuyor.

 

 

·         Amerikan dış politikasının doruklarında Erdoğan için “en güvenilen lider” değerlendirmesi yapılıyor.

 

 

·         Erdoğan’ın, İsrail politikasına doğrudan destek elbette verilmiyor. Musevilerin Amerika’daki gücü ve özellikle son yıllarda Obama’nın etrafını kuşatmış oldukları dikkate alınırsa zaten açıktan destek mümkün ve münasip görülmüyor. Ancak… “Erdoğan’ın İsrail’e karşı çıkışları onları için için memnun ediyor.”

 

 

·         İsrail yönetiminin ABD’ye diklenmesi karşısında Erdoğan’ın tavırları Washington’dakilerin “yüreklerine su serpiyor ve işlerini kolaylaştırıyor.”

 

 

·         Başbakan Erdoğan akıllı oynuyor. Füze kalkanına Malatya’da üs vermiş olması ABD için büyük stratejik önem taşıyor. Üstelik kalkanın İsrail’i de korumaya alması nedeniyle, Washington’dakilerin, Musevi lobisindekilere karşı elleri kuvvetleniyor. “Bir ayağı Malatya’da olan füze kalkanı, İsrail’i de koruyor.

 

 

·         Başbakan Erdoğan’ın, Suriye’deki Esad rejimine karşı kreşendo ( kasıtlı ve planlı olarak) tırmanan sertleşmesi de Washington’dan “alkış alıyor.”

 

 

Daha yakın zamanlara kadar kardeş gibi görüntüler verdiği Esad’ı Erdoğan’ın şimdilerde köşeye sıkıştırmak politikası, Washington-Ankara çizgisindeki bazı kopuklukları onarıyor.”[1]

 

 

Evet, Sn. Erdoğan İsrail’e efeleniyor, ama namluyu Suriye’ye doğrultuyordu! Oysa aslında sivil ve siyasi PKK olan BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ne kadar İsrail karşıtı ise, Recep T. Erdoğan da işte o kadar İsrail karşıtıydı!

 

 

Sn. Başbakan İsrail’in baskısıyla Gazze’ye gitme planından geri adım atmıştı

 

 

Başbakan Erdoğan, Mısır, Tunus ve Libya’yı kapsayan 3 günlük geziye çıkarken, çok istediği halde şimdilik Gazze’ye gitmeyeceğini açıklamıştı. Ayrıca Tahrir Meydanı’nda konuşma yapmaktan da tahrik doğurabileceği endişesiyle vazgeçtiğini belirtmek zorunda bırakılmıştı.

 

 

Başbakan Tayip Erdoğan’nın bu gezisinden İsrail oldukça memnun kalmıştı

 

 

İsrailli uzmanlar, geziyi “Mısır’ın İran yerine Erdoğanlı Türkiye’ye yaklaşması lehimize” şeklinde yorumlamıştı.

 

 

Erdoğan’ın Mısır, Tunus, Libya gezisine ABD ve İsrail’in büyük önem verdiği gözden kaçmamıştı. Mübarek’in devrilmesinden sonra ABD, Mısır’daki Halk hareketini kontrol altına alabilme amacındaydı. ABD “Arap sokaklarında Erdoğan’ı parlatma planı” çerçevesinde, gezilere sokak desteğinin sağlanmasını ve bu görüntülerin dünya basınında yer almasını sağlamıştı.

 

 

Sn. Başbakan’ın İsrail’e atıp tutması rol icabı bir kamuflajdı

 

 

BDP eşbaşkanı Selahattin Demirtaş bile Birgün gazetesine verdiği röportajda:

 

 

“İsrail, altın tepsi ile gelse kabul etmeyiz” şeklinde hava atmaktaydı. Oysa PKK’nın ABD ve İsrail güdümünde olduğunu bilmeyen kalmamıştı.

 

 

“İsrail, Türkiye ile sorunlarından kaynaklı Kürtlere vaatlerde bulunsa, altın tepsi ile olanaklar sunsa biz bunu ret eder, ezilmeyi tercih ederiz.

 

 

Biz kendi kardeşlik bağlarımızı uluslar arası çıkarlara satacak bir hareket değiliz. Öyle olsaydık bugün 30 defa Kürdistan kurulmuştu.

 

 

Biz halk olarak AKP’ye şans verdik. Statükoya teslim olmaması için uyarılarda bulunduk. Ama AKP’nin kendisi artık statüko oldu.

 

 

Liberaller askeri vesayet sisteminin gerilediğine inandıkları için AKP’ye desteklerini sürdürüyor. Ama bunun boş bir hayal olduğunu görecekler” diyen sivil PKK-BDP eşbaşkanı da, Sn. Erdoğan gibi sadece verilen rolü oynamaktaydı.

 

 

ABD ve İsrail’in talimatıyla hem AKP hem BDP Apo’yu muhatap alarak PKK’ya meşruiyet kazandırma telaşındaydı

 

 

Yalaka medyası, Tayyip Erdoğan’ın imdadına koşmuş ve Abdullah Öcalan ile masaya oturan hükümeti, MİT-PKK görüşmesi diye aklamaya çalışmıştı.

 

 

Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, hep bir ağızdan Hakan Fidan’dan “MİT Müsteşarı” diye söz ediyorlardı. Oysa Oslo’da PKK ile görüşmeler yürüten ve İmralı’da Abdullah Öcalan ile müzakerelerde bulunan Hakan Fidan, o zaman MİT Müsteşarı değil, fakat Başbakanlık Müsteşar Yardımcısıydı. Zaten ortaya dökülen kayıtlarda da, Hakan Fidan, Başbakan makamını işgal eden Tayyip Erdoğan adına görüştüğünü ve onu temsil ettiğini defalarca vurgulamıştı. Dahası, Hakan Fidan, Tayyip Erdoğan’ın Abdullah Öcalan ile yüzde 90-95 aynı vizyona sahip olduğunu belirtmekten de sakınmamıştı.

 

 

Yeni Anayasayı tartışmışlardı!

 

 

Görüşmenin tarafları kadar içeriği de karartılmıştı. Bu görüşmeler, yalan diktasının göstermek istediği gibi, PKK’nın silah bırakması için yapılmamıştı. Hatta Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı, PKK’ye çözümden sonra silahlı gücünü koruma güvencesi veriyordu.

 

 

Gündemleri ve konuşulanlar çok açıktı. Bu görüşmelerde, Türkiye’nin yeni anayasası tartışılmış, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik tertipler konuşulmuş, PKK’nin silahlı eylemlerine özgürlük alanları açılmıştı.

 

 

Bu arada Barzani İran’a karşı İsrail ile anlaşmıştı

 

 

Bu arada; İsrail Ordusu, Irak’ın kuzeyinde askeri etkinliğini artırmaktaydı. İran’ın İngilizce yayın yapan devlet televizyonu Press TV’nin haberine göre, Barzani yönetimi ile İsrail, bölgede insansız uçak konuşlandırılması için anlaşmaya varmıştı. Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi ile İsrail arasındaki anlaşmaya göre, İsrail Irak’ın kuzeyine 6 insansız uçak konuşlandıracaktı. Uçaklardan dört tanesi Kerkük’teki Halidiye Hava üssüne (Khalidiyah airbase) yerleştirilecek, diğer ikisi ise Musul havaalanına konuşlanacaktı. Habere göre, uçakların yanında İsrail bir de bölgeye yeni askeri ekipmanlar taşıyacaktı. Aynı habere göre Mossad ajanları ve İsrailli askeri danışmanlar da Musul’a yollanmıştı. Özel iletişim aletleri ile donatılmış bu ajanlar, Irak’ın kuzeyinde, sözde Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin askerlerini eğiteceği açıklanmıştı.

 

 

Kürt gençlerini İsrail eğitip okutacaktı!

 

 

Barzani, karşılık olarak Iraklı Kürt öğrencilerin İsrail Üniversitelerinde eğitim göreceğini açıklayarak, anlaşmayı doğrulamıştı. Habere göre, Barzani, anlaşmayı İsrail ile diplomatik bağı olmayan Irak merkezi hükümetinin onayını almadan yapmıştı.

 

 

Tam böyle bir sırada Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın, ABD’nin Ankara Büyükelçisi’ne rapor verdiği iddialarıyla ilgili yazılar kafaları karıştırmıştı. Kılıç, ulusal bir gazetede, Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak 29 Ocak 2010 günü ABD’nin Ankara Büyükelçisine yaptığı ziyaret sırasında cereyan eden konuşmaların, mahkeme kararları hakkında Büyükelçiye ”bilgi verme”, ”arz etme”, ”sunum yapma”, ”rapor verme” gibi sözcükler kullanılarak yer aldığını belirterek, ”gerçeği hiç bir şekilde yansıtmayan tanımlamalarla kamuoyunun yanıltıldığını” açıklamıştı. ABD’nin Ankara Büyükelçiliği’ne, Mahkeme Başkanı olarak yaptığı ziyaretin, ABD Büyükelçisi’nin daha önce Anayasa Mahkemesini ziyaretine karşılık olarak gerçekleştirdiği bir iadeyi ziyaret olduğunu vurgulamıştı.

 

 

Bütün bunlar tartışılırken Ankara’daki CIA merkezi Wikileaks’te çıkmıştı

 

 

Ankara’daki 35 kişilik CIA-Pentagon ekibince kurulan “gizli hücre” Wikileaks belgesiyle de ispatlanmıştı. Washington Post, bu gizli hücreyi ABD’nin PKK’ya karşı kurduğu “İstihbarat hücresi” diye yutturmaya çalışmıştı.

 

 

Sn. Başbakan İsrail’e zahiren kafa tutarken, gerçekte İsrail’le ticaret de, işbirliği de tıkırındaydı

 

 

Türkiye ile İsrail arasından yaşanan kontrollü gerginliğin sebepleri bir bir açığa çıkmaktaydı. İran’ın dini lideri Hamaney’in askeri danışmanı Orgenaral Safevi’nin “Türkiye ile İsrail’in perde arkasından her türlü yardımlaşmayı sürdürüyor” açıklaması, ortaya çıkan bilgilerle doğruluk kazanmıştı.

 

 

Adeta bir “siyasi rant” malzemesine dönüşen ve periyodik olarak devreye sokulan “İsrail ile kriz” numaraları, göründüğünün aksine bambaşka bir gerçekliği içinde barındırmaktaydı. Kamuoyu önünde verilmeye çalışılan sorunlu ve gergin ilişkiler manzarası, meselenin iç yüzüne girildiğinde bambaşka bir boyut kazanmaktaydı. İran’ın dini lideri Hamaney’in askeri danışmanı Orgeneral Safevi, Türkiye’nin son dönemdeki politikasını “siyasi poz” ve “göstermelik” olarak değerlendirip “Ankara İsrail’le perde arkasında ilişkilerini yürütmeye devam ediyor” derken, iki ülke arasındaki ticaret hacminin geçen yıla göre artması ve kaçak göçmenler konusunda Türk makamlarının İsrail’e yardımı da bu savı doğrulamaktaydı.

 

 

İsrail’i Türkiye besleyip doyurmaktaydı

 

 

Türkiye ile İsrail arasında yaşandığı söylenen yüksek tansiyon ve neredeyse savaş ilanına kadar giden tehdit vari açıklamalar, iki ülke arasındaki işbirliğine ve ticarete canlılık kazandırmıştı. İsrail İhracat Enstitüsü tarafından açıklanan rakamlara göre iki ülkenin dış ticaret hacmi 2011’de 2,8 milyar dolara ulaşmıştı. Geçen senenin aynı dönemine göre yüzde 26’lık bir artış söz konusu olurken, İsrail’den Türkiye’ye ihracatın en büyük kalemini kimyasallar oluşturmaktaydı. İsrail’in Türkiye’ye olan ihracatının yüzde 52’sini oluşturan kimyasalları, makine, metal, mineraller, kâğıt ve mukavva, tekstil ve tarım ürünleri izliyordu.

 

 

İsrail’in Türkiye’ye sattığı ürünlerin çoğunu hammaddeler oluştururken, bu durum Türkiye’nin ithalata dayalı büyüme resmini de ortaya koyuyordu. Türkiye’den İsrail’e yapılan ihracat ise yüzde 23 artıyor ve Türkiye, böylelikle İsrail’in 8. büyük ithal pazarı haline geliyordu. Ticaret verileri İsrail-Türkiye ilişkilerinin tam gaz devam ettiğini söylerken, iki ülke arasındaki işbirliğine bir örnek de, İsrail İçişleri Bakanlığı’nın açıklamasıyla ortaya çıkıyordu.

 

 

Türkiye’den İsrail’e lojistik destek sağlanmaktaydı

 

 

Yapılan açıklamada, 97 Fildişi Sahilli göçmenin Türk makamlarıyla işbirliği neticesinde İsrail’e kaçak girmek üzereyken yakalandığı belirtiliyordu. Kendilerini Hıristiyan hacılar olarak tanıtan grubun, Türkiye üzerinden İsrail’e turist vizesiyle kaçak giriş yapmak istedikleri, ancak İsrail İçişleri Bakanlığı’nın istihbarat ve yardım talep ettiği Türk makamlarının devreye girmesiyle kaçak göçmenlerin engellendikleri kaydediliyordu.

 

 

Tahran maskeleri düşürüp herkesin ayarını ortaya çıkarmıştı

 

 

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı Orgeneral Yahya Rahim Safevi, Türkiye ile İsrail’in perde arkasından görüşmelere devam ettiğini açıklıyordu. Orgeneral Safevi, “Türkiye’nin Siyonistlere karşı çıkışları siyasi bir gösteri. Türkler Siyonist rejimle ilişkilerini perde arkasında yürütmeye devam ediyor” şeklinde konuşmuştu. İsrail’den gelen bu rakamlar da Türkiye İsrail arasındaki derin ilişkileri doğruluyordu.

 

 

Sahi, Sn. Erdoğan Yahudi cesaret ödülünü niye iade etmiyordu?

 

 

“AKP Hükümeti’nin, aniden İsrail karşıtı sert bir tutum takınmasıyla bu ülkeyi İran’a karşı korumak üzere planlanan füze savunma sisteminin Türkiye’ye yerleştirilme zamanlaması arasındaki paralellik dikkat çekiyordu.

 

 

“Uluslar arası alanda sözü dinlenmeyen, teklifleri kabul görmeyen AKP zihniyetinin iç politikada mevzi kaybetmemek ve füze kalkanı projesinin kurulma tartışmalarını önlemek adına sahte bir İsrail düşmanlığına tevessül ettiği izlenimi sırıtıyordu. Anlaşılan AKP, füze savunma sisteminin kurulmasıyla ilgili sürecin gölgelenmesini sağlamak ve bu kapsamda gündem değiştirmek adına İsrail kartını ileri sürüyordu.

 

 

Siyonist ödülü alan 10 kişiden tek Müslüman, Erdoğan oluyordu!?

 

 

Tayyip Erdoğan, 26-30 Ocak 2004 tarihleri arasında Amerika’ya gidiyor, ziyaretinin ilk gününde HSBC Bânk’ın New York’taki merkezinde Musevi lobisinin önde gelen kuruluşu olan Amerikan Musevi Kongresi’nden (AJC) “cesaret ödülü” alıyordu. Aynı mekânda Erdoğan’ın onuruna yemek veriliyor, Başbakan, ödülünü aldıktan sonra şöyle konuşuyordu: “Türkiye ve İsrail arasında her zaman var olan dostluk, karşılıklı anlayış ve güven temelindeki ilişkilerin son dönemde kazandığı ivmenin altını memnuniyetle çizmek isterim.” AJC tarafından bugüne kadar 10 kişi ödüle layık görülüyor, bunlar arasında İsrailli veya Musevi olmayan tek isim Tayip Erdoğan oluyordu.

 

 

AKP yalakası ve İsrail’in gönüllü avukatı Doğu Ergil şunları yazıyordu:

 

 

“Bu karara Türkiye’nin kızması doğal. Ama sonuç değişmiyor; Ortadoğu’da ve dünyada siyasal dengeleri bozacak kadar güçlü değiliz. Üstelik ülkenin birbirlerini besleyen sorunları var: Örneğin, sorunlu olduğu Güney Kıbrıs Cumhuriyeti ile İsrail Doğu Akdeniz’de birlikte petrol ve doğalgaz aramaya hazırlanıyorlar. Bu durumdan rahatsızlığını belirten Türkiye’ye Yunanistan da karşı çıktı. Bir anda karşımızda Kıbrıs-İsrail-Yunanistan ittifakını gördük.

 

 

Özür konusu dile getirildiğinde “Siz de yüz binlerce Ermeni’yi kırdınız, önce siz özür dileyin” diyorlar. “Niye Gazze’yi işgal ediyorsunuz” sorusuna yanıtları “Siz neden Kıbrıs’ı işgal ettiniz” oluyor. Bir de güvenlik nedeniyle koca bir orduyu Kürt illerinde seferber halde tutarken onlar da Hamas saldırılarını neden birer terör eylemi olarak görmediğimize hayret ettiklerini dile getiriyorlar.

 

 

Çok yakın zamana kadar, Arap diktatörleri kendilerinin yol açtıkları tüm sorunları gözden saklamak amacıyla İsrail’in acımasızlığını, Arapları ezdiğini, Filistin özelinde anlatırlardı. Diktatörleri tek tek düşüyor. Arap ülkelerinin iç sorunlarının sadece küçük bir bölümünün İsrail’le ilişkili olduğu anlaşılıyor. Yani Arap siyasetinde halkın ağırlığı arttıkça İsrail düşmanlığı da artacak beklentisi çok gerçekçi değil. O nedenle Türkiye, Arap baharı sonrasında ortaya çıkacağı varsayılan İsrail karşıtlığına bel bağlamamalı.” diyerek hem kendisinin hem de AKP’nin ayarını ortaya koyuyordu.

 

 

Hatta AKP hayranı İslamcı Ahmet Taşgetiren bile okurlarının havasını almak niyetiyle

 

 

“Ortadoğu’da, bundan sonraki gelişmeleri yönlendirmek üzere BOP’takine benzer, türü yeni bir eş başkanlık mı başlatılıyor” sorusunu yöneltiyor ve Ahmet Davutoğlu, bu konuya açıklık getiriyordu:

 

 

Onun verdiği bilgiye göre söz konusu edilen eş başkanlık, bölgedeki gelişmeleri Amerika ile birlikte yönlendirmek için değil, BM bünyesinde gerçekleştirilecek olan “terör”le ilgili bir forumda birlikte yer almak niteliğinde.”[2] Diyerek BOP eşbaşkanlığını itiraf ediyordu.

 

 

İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman‘ın Yedioth Ahronot gazetesine sızdırılan “C Planı”nda  “PKK kartı”nı konuşması, dostları dâhil bütün güçlerin PKK’yı kimlerin kullandığını açığa vuruyordu. PKK’nın, ABD ve İsrail’in kartı olduğunu gizlemek sadece Siyonistlerin işine yarıyordu. PKK, bir milli kurtuluş örgütü iddiasındadır. Oysa dünya tarihine bakalım, emperyalizme karşı savaşan hiçbir örgüt, devrim mücadelesi veren hiçbir parti, şunun bunun elinde “kart” olmamıştır. Bugün hiç kimse Irak, Afganistan veya Filistin’in kurtuluş örgütlerinden “kart” diye söz etmeye kalkışmamaktadır.

 

 

Bugün Ön Asya’da Türkiye, İran, Irak ve Suriye gibi Mazlum Ülkeleri hedef alan savaşlar, ABD ve İsrail planıdır. Zaten Abdullah Öcalan da, bunu çok iyi bilmekte ve sık sık açıkça söylemektedir. PKK’nın sırrı da buradadır. Bu denklemi 1970’li yıllarda İsmail Beşikçi gizlemeden saklamadan açıklamıştı. Türkiye’yi, İran’ı ve Arap ülkelerini hedef alan Kürt örgütlerinin ABD ve İsrail’e sarılmalarını en geçerli politika olarak savunmaktadır. O zamanlar ABD ve İsrail dostluğu, sol örgütler arasında en büyük utançtı. Barzaniler, hep “ABD ve İsrail kartı” oldukları için “cahş” diye anılmıştı.

 

 

“Küçük İsrail”in Diyarbakır’a genişletilmesi süreci işliyordu

 

 

ABD, 1991’de Irak işgaliyle “Kürdistan”ı kurdu. 2003 yılındaki Körfez Savaşı ise, Türkiye’yi bölmeyi amaçlamıştı.

 

 

1,5 milyon Iraklının kanı dökülerek kurulan devlet, “Kürdistan” değil, fakat Küçük İsrail olacaktı. Şimdi o Küçük İsrail’i Diyarbakır ve Akdeniz kıyısına doğru genişletme planı uygulanmaktaydı. Bu planın piyonu olmak, kişiyi ne kadar kahraman, ne kadar hain yapar, herkesin düşünmesi lazımdı.

 

 

ABD, Müslümanlara Tayyip’i pazarlıyordu

 

 

Başbakan Erdoğan’ın Mısır gezisine siyasi çevrelerin yorumu; “ABD, Müslüman ülkelere AKP modelini dayatıyor” şeklindeydi ve Geziden İsrail de memnundu.

 

 

Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya’yı kapsayan gezisine ABD ve İsrail’in büyük önem verdiği gözleniyordu. Mısır’da ABD ile yakın ilişkisi olan Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra ABD, Mısır’daki halk hareketini kontrol altına alabilmek için büyük çaba harcıyordu. Erdoğan’ın gezisi de bu çabanın bir parçası olarak değerlendiriliyordu. Gezinin ABD açısından bir diğer amacı da Mısır’da AKP türü bir güç yaratmak oluyordu.

 

 

Erdoğan’ı parlatma planı yürütülüyordu

 

 

ABD kendisine mesafeli duran “Müslüman Kardeşler”e de el atmıştı. Müslüman Kardeşler örgütünden 4 parti ortaya çıkmıştı. Bunlardan birisinin adı da Adalet ve Kalkınmaydı. Bu partinin güçlenmesi ve diğer küçük grupların toparlanması için Türkiye’nin maddi ve manevi desteğinin sağlanması lazımdı.

 

 

ABD, Arap sokaklarında “Erdoğan’ı parlatma planı”nı sürdürüyordu. Bunu gerçekleştirmek için de Erdoğan’ın gezilerine azami destek veriyordu. Bu gezilere sokak desteğinin sağlanmasına ve destek görüntülerinin dünya basınında yer almasına büyük önem veriyordu.

 

 

Obama-Erdoğan görüşmesinin perde arkası: Özerklik ilanı yakın mıydı?

 

 

Tayyip Erdoğan, BM toplantısına katılmak üzere ABD’ye gidip, Obama’yla 90 dakika süren bir görüşme yapmıştı. Basına, Erdoğan’ın Türkiye’ye dönünce Suriye konusundaki yaptırımlara başlayacağı yansımıştı. ABD’nin BOP’u dikkate alındığında, bu planın uygulanacağı şüphesiz. Peki, ABD’nin talepleri sadece bununla mı sınırlıydı? BOP’un uygulanabilmesi için en kritik adım olan “Türkiye’nin parçalanması” süreci nasıl tezgâhlanmıştı?

 

 

Açılım süreci, PKK’nın “özerklik” talebiyle yeni aşamaya dayanmıştı. Basına yansıyan Hükümet-PKK görüşmesinden anlaşıldığı üzere, 2010 yılında anlaşma sağlanmıştı. AKP iktidarı PKK’nın özerklik talebine razıydı. ABD Başkanı Obama’nın, Erdoğan’la yaptığı görüşmede, sürecin hızlandırılmasını istediği anlaşılmıştı.

 

 

Planın aşamaları

 

 

Basına sızan bilgilere göre özerkliğin kabul görmesi için “PKK’nın küçültüleceği” propagandası kullanılacaktı. ABD’nin planına göre, Kandil’dekilerin yarısı Peşmerge’ye katılacak, yarısı da Türkiye’ye gelerek siyasete atılacaktı. Bunun karşılığında da Erdoğan tarihi bir konuşma yaparak, özerkliğe geçildiğini duyuracaktı. Öncelikle 3 pilot ilde (Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep) uygulanacak, daha sonra bu, Bölge Kalkınma Ajanslarının bulunduğu 22 bölgeye yayılacaktı. Ardından şu süreç başlayacaktı:

 

 

·         Devlet, Kürtçe eğitim yapacak. Kürt üniversitelerine kredi yoluyla destek sağlanacaktı.

 

 

·         PKK, yerel yönetimler, özel şirketler ve koruculuk sistemiyle güvenlik örgütlenmesini gerçekleştirip oturtacaktı.

 

 

·         Toprak ağalarının keyfi olarak işlettikleri hazine arazilerinin tapuları, 2/B Yasası’nın kabulüyle kendilerine sunulacaktı.

 

 

PKK Anayasası ve Öcalan’a af hazırlığı

 

 

Yukarıda sayılan aşamalar gerçekleşirken, sürece uygun bir Anayasa değişikliği de hazırlanacaktı. Bu aşama, Meclis Başkanı’nın girişimleriyle başlatılmıştı. TBMM Başkanı Çiçek, 19 Eylül’de, 24 anayasa profesörü ile bir araya toplanmıştı. Bu görüşmede bazı hukukçular, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemeyen ilk 3 maddesine de dokunulabileceğini savunmuşlardı. Son aşama olarak, Öcalan’a af/ev hapsi sağlanacaktı. Ev hapsi planı için hedeflenen tarih 2012 olacaktı. “Ev hapsi”, bu aşamaya kadar pazarlık konusu olarak kullanılacaktı.

 

 

Başbakan’ın BM eleştirisinin perde arkası

 

 

Başbakan Erdoğan Birleşmiş Milletler ile ilgili olarak yaptığı son değerlendirmesinde “Daimi üyelerin kölesi gibiyiz” diyerek hava atmıştı. Bu tespit ne kadar haklı ve yerinde bir tespit ise bir o kadar da açıklanması hayli gecikmiş ve eksik kalmış bir saptamaydı. Çünkü sadece “Daimi üyelerin kölesi” değiliz! Aynı zamanda Dünya Bankası’nın kölesiyiz! IMF’in kölesiyiz! NATO’nun kölesiyiz! Avrupa Birliği’nin kölesiyiz! Dolar’ın kölesiyiz! Euro’nun kölesiyiz!

 

 

Yıllar önce Erbakan hocamızın liderliğindeki Milli Görüş bu tespitleri yapmış ve yeni bir dünya düzeninin kurulması için kolları sıvamıştı! Ama Onun yolunu Siyonistler, Sn. Recep T. Erdoğan takozuyla tıkamıştı. Şimdi Sn. Erdoğan acaba pişman olup yeniden Milli Görüş’e dönüş mü yapmıştı, yoksa halkımızı ve İslam dünyasını avutmak için yine hava mı atmaktaydı?

 

 

Kâğıttan kaplan mı, en kahraman Rıdvan mı?

 

 

BM’nin Mavi Marmara raporunu “yok hükmünde” kabul eden AKP Türkiyesi, küresel şebekenin bir diğer önemli kurumu olan NATO ile ise gayet uyumlu çalışıyordu. Geçen sene, veto hakkı olduğu halde İsrail’in OECD üyeliğine ses çıkarmayan Türkiye, yeri geldiğinde gerekeni yapmayıp haklı olduğu bir meselede bile tutarlı davranamıyordu. Ancak, söz konusu NATO olunca hemen Anglo-Amerikan ittifakıyla bir oluyor ve Libya meselesindeki gibi hemen göreve soyunuyordu. Küresel kurumlara bu derece bağlı olan Türkiye’nin BM raporunu “yok” sayması da kulağa hiç ama hiç inandırıcı gelmiyordu.

 

 

Kamuoyunun gazını almak, yüreğini soğutmak adına “Gazze ablukasını Lahey Adalet Divanı’na götürmek” de fuzuli bir uğraş gibi duruyordu. Çünkü gazetelerde çıkan bir habere göre Lahey Adalet Divanı’nı hâlihazırda ne Türkiye, ne de İsrail tanıyor ve BM üyesi devletler açısından da bu divanın kararlarının hiçbir bağlayıcılığı bulunmuyordu. Sert tedbir kabilinden ağızları doldura doldura söylenen bu önlemlerin pratikte bir faydası olmayacağı da açıkça görülüyordu. Maksadın ortalığı gürültüye getirip dikkatleri dağıtmak ve iç siyasette prim yapmak olduğu şüphesi ağırlık kazanıyordu.”[3]

 

 

 

 

 

 

 


 

[1] 06.10.2011 / Milliyet

 

 

[2] 13.09.2011 / Bugün

 

 

[3] Burak Kıllıoğlu / Milli Gazete

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/aralik-2011/israil-sn-recep-t-erdog

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi