Hakan Albayrak'ın Kafa karışıklığı ve HAÇLI İSLAMCILARIN
MUSTAFA KEMAL GICIKLIĞI
15 yıldır her türlü fırsat, imkân ve iktidar ellerinde olmasına rağmen, AB'ye girme uğruna, milletimizi ahlaken bozmayı ve ülkemizi parçalamayı amaçlayan Haçlı Batı'nın dayattığı uyum yasalarını Meclisten geçirmekten, faizi, fuhşu ve kumarı bu şartlarda caiz hale getirip, toplumun iman ve ahlakını çürütmekten, İsraille normalleşme anlaşması imzalayıp Siyonist işgaline ve vahşetine meşruiyet üretmekten başka İslam'a ve insanlığa yarayışlı, Kur'an'la ve vicdanla bağdaşır hiçbir ciddi ve gerçekçi adım atmayanlara ve bunları hararetle alkışlayan yandaş yazar ve yorumcu takımına Haçlı İslamcı kavramından daha uygun bir tanım bulamadım.
Karar” Gazetesi Yazarı ve hızlı AKP yandaşı Hakan Albayrak 03.09.2016 tarihli yazısına “Cumhuriyet 15 Temmuz'da Kuruldu” başlığını atmış ve şunları zırvalamıştı:
“İsmet İnönü, hatıratında hiç utanmadan kendisi anlatıyor: İkinci İnönü Savaşları sırasında bir grup subaya İçinde bulunduğumuz vaziyeti bilesiniz. Bundan başka, subay olarak da yerinizi bilmelisiniz. Padişah düşmanınızdır. Yedi düvel düşmanınızdır. Bana bakın, kimse işitmesin, millet düşmanınızdır diye nasihatte bulunmuş![1] Kendimizi kandırmayalım; 29 Ekim 1923te ilan edilen cumhuriyet, millete düşman nazarıyla bakan ve öyle muamele eden bir rejimdi. Cumhurun hassasiyetlerini zerre kadar paylaşmayan ve dahî aşağılayan, efkâr-ı umumiye metelik vermeyen bir diktatörlüktü kurulan. Vay sen Atatürkün kurduğu cumhuriyete nasıl diktatörlük dersin? diye itiraz edecek olursanız, geçmiş olsun, bizzat Mustafa Kemal de öyle diyordu. Ama Fransızca. Şöyle: Bugünkü manzaramız (Sene 1930H.A.) aşağı yukarı bir dictature manzarasıdır. Vakıa bir meclis vardır. Fakat dahilde ve hariçte bize dictature nazarıyla bakıyorlar…[2] Not: Bizim Haçlı İslamcıların Atatürk aleyhine kaynak gösterdikleri kitabın Kemalist CHP'nin ortağı İş Bankası tarafından yayınlanmış olması bir tesadüf sanılmasındı!?)
Sahici bir cumhuriyet ve demokrasi için mücadele veren AKP iktidarına -dolayısıyla AKPnin arkasındaki cumhura- da haddini bildirmek istediler. Bu maksatla Sarıkız ve Ayışığı gibi askeri darbe tezgâhları kurdular. 27 Nisan 2007deki TSK muhtırası ile hükümeti resmen ve alenen tehdit de ettiler. Ama gizli planları da açık tehditleri de kendi aleyhlerine döndü. Nihayet, bütün güçlerini ve cesaretlerini toplayıp, 15 Temmuz 2016 gecesi FETÖnün koordinasyonunda ihtilâle kalkıştılar… Ve koyun sürüsü zannettikleri milletin kıyamıyla hadlerini bildiler!… 15 Temmuzu cumhuriyet bayramı olarak kutlasak yeridir. Türkiye, o gece cumhuriyet oldu. Demokrasi, o gece sahicilik kazandı. Yaşadığımız şu günler, 15 Temmuzda bizzat cumhur tarafından ilan edilen hakiki cumhuriyetin müesseselerini inşa günleridir. Hakiki cumhuriyetin en önemli müesseselerinden biri, askeri darbe ihtimalini tümüyle ortadan kaldıracak derecede caydırıcı bir polis teşkilatı olsa gerek. Zırhlı askerî birliklerin başkentten uzaklaştırılması gibi tedbirler yetmez; polisin en ağır silahlarla teçhiz edilmesi ve anti darbe eğitimlerinden geçirilmesi de lazım.”
Hayret, yıllardır Siyonist Yahudi Lobileri ve Haçlı Avrupa Birliği de aynı şeyleri, yani Türkiye'de polisin güçlendirilip, askerin pasifize edilmesi gerektiğini dayatmaktaydı!? Tabi“malum odaklara kiralanmıştır” değil ama, “boş ve kof saplantılara kapılmıştır”hüsnü zannıyla Sn. Hakan Albayrak'a peşinen vurgulayalım; Siz yani AKP zihniyeti,Devlet değil, Milli ve yerli bir Şirket bile kuramazsınız, ispatı mı, işte 15 yıldır başaramadınız!…
Şimdi bu zavallı zırvacılara hatırlatmak lazımdı:
Mustafa Kemal size göre diktatör gibi davransa da hiç değilse onurlu, milli şuurlu ve dik duruşlu bir şahsiyetti. Sizin gibi AB kuyruğunda Milli haysiyetini taviz vermemiş, Haçlı Gâvurlara karşı Şanlı Kurtuluş Savaşı'nı yönetmişti. Libya'nın işgalden kurtuluşu için ta oralara gidip İtalyanlarla mücadeleye girişmiş, sizin gibi Haçlı sürüleriyle birlikte Libya'yı bombalayacak kadar basitleşmemişti. Filistin'de bir Yahudi devleti kurulması girişimlerine resmen müdahale edip 13 yıl geciktirmiş, sizin gibi Dindar Kahraman rolüyle İsrail'le normalleşme anlaşması imzalayıp Siyonist işgaline ve vahşetine meşruiyet kazandıracak kadar hainleşmemişti. Üstelik Atatürk Devleti İttihat ve Terakki cuntalarından temizlemeye gayret etmişti. Çünkü Padişahlar ve Halifeler zaten 50 yıldır, İttihatçı Masonların elinde, resmen yetkili ama fiilen etkisiz bir günah keçisi haline getirilmişlerdi.
Atatürk bu vatanı düşmanlardan temizlemiş, Türkiye'yi kurtarabilmiş, ama size göre Musul'a ve 12 Ada'ya sahiplik edememişti, öyle mi… Şimdi Dünyaya meydan okuyan bir lideriniz, muktedir ve metin bir hükümetiniz var; hazır 15 Temmuz Cumhuriyetini kurmuşken haydi meydan sizin, şu 12 Ada'dan en küçüğünü geri alın, Aziz Vatanımıza katın da görelim… En azından zatıâliniz gibi cesur ve mağrur İslamcı yazar takımı, şöyle bir girişime öncülük etsin, Ege'deki en küçük adayı geri alma kampanyasıyla Kahraman AKP iktidarını ve Başkomutanı cesaretlendirsin de, aferin diyelim… Ne oldu, niye tırstınız, balonunuzun bir iğnelik canı varmış, bari idrak ettiniz mi?
Hem madem bu Atatürk diktatör ve zalim biriydi.. Din ve millet düşmanı idi… Her türlü küfür ve kötülüğü bu memlekete O yerleştirmişti… O halde 15 Temmuz Zaferi'nin başkomutanı ve yeni Cumhuriyetin Devlet Başkanı Sn. Recep T. Erdoğan, meşhur ve muhteşem Yenikapı Mitinginde, neden Mustafa Kemal'in vecize ve vasiyetiyle millete seslenmişti? Ardından 30 Ağustos'ta Anıtkabir'e çıkıp böyle bir diktatörün huzurunda neden hazırola geçmiş ve“O'nun izinde, kutlu hedeflerine erişme” sözleri vermişti?
Veya size göre Sn. Cumhurbaşkanı inanmadığı ve vicdanı yatmadığı halde birtakım mazeret ve mecburiyetler karşısında siyasi takiyye icabı böyle hareket etmişse; hani 15 yılda bütün engelleri devirmişti? Hani herkesi ve her kesimi hizaya getirmişti? Hani bırakın Türkiye'yi, Dünyanın bile lideriydi? Yok eğer Sn. Erdoğan kendi istek ve iradesi ve vicdani kanaati gereği bunları dile getirdiyse, o takdirde sizin gibi uyuz İslamcılar ve ucuz istismarcılar, Mustafa Kemal'e yönelik bu tür hamaset ve hakaretlerle başta Cumhurbaşkanı ve iktidarın başını belaya sokacağınızın ve işlerini zorlaştıracağınızın farkında bile olmayacak kadar ebleh kişiler misiniz? Bir Farisice beytinde ne diyor hikmet ehli şair:
“Ebleh olacağıma razıyım eşek olaydım.
Zira hiç değilse, sorumlu tutulmazdım!”
Hem sizin gibi gaflet, cehalet, hatta dalalet ehlinin en büyük iddianız ve dayanağınız:“Şer'i kanunları ilga edip Medeni kanunları getirdiği için” Mustafa Kemal'e küfretmek ve sövmektesiniz… Ama aynı Haçlı AB'nin bütün dayatma kanunlarını ve uyum yasalarını 15 yıldır neredeyse her ay Meclis'ten takır takır geçiren AKP iktidarını ve elebaşlarını mü'min kahramanlar diye övmektesiniz!.. İşte bu çifte standart münafıklığın en belirgin özelliğidir.
Bu arada 29 Eylül Muhtarlar toplantısında Sn. Cumhurbaşkanı Türkiye Cumhuriyetimizin tapusu ve tescili sayılan LOZAN anlaşması için; Onu bize zafer diye yutturmuşlardı, oysa Lozan bir hezimet sayılırdı; taş atsanız kavuşacak yakınlıktaki adalarımız Yunanistana bırakılmıştı! şeklinde ifadeler dile getirmişlerdi. Şimdi yüksek müsamaha ve müsaadelerine sığınarak; öyle ise Sn. Cumhurbaşkanının şu teklifimize sevinmesi ve derhal gereğini yerine getirmesi beklenirdi: Madem o zaif ve çaresiz dönemimizde bazı dirayetsiz ve cesaretsiz yöneticiler Lozan dayatması nedeniyle Egedeki 12 adamızı ve Musul topraklarımızı yabancılara vermişlerdi, öyle ise şimdi Zat-ı Alinizin Kudretli yönetiminde ve Başkomutanlık önderliğinde ve her bakımdan çok güçlü bulunduğumuz böyle bir süreçte, gafil ve hain yöneticilerin peşkeş çektiği Ege Adalarımızı ve Musuldaki haklarımızı, hatta Sultan Abdülhamitin özel mülkiyeti olduğu halde Siyonsit İsraile terkedilen vatan topraklarımızı geri almak için derhal harekete geçmenizi ve seferberlik ilan etmenizi engelleyen hiçbir bahane gösterilemezdi ve emin olunuz bu Aziz Millet te peşinizden gelirdi!
Oysa Sn. Cumhurbaşkanı Lozan'ın 90'ıncı yıldönümünde “Kahraman ordumuzun ve aziz milletimizin milli mücadeleyle cephede yazdığı destanın masa başında tescili olan Lozan Barış Antlaşması, diplomatik bir zafer niteliği taşımaktadır” dedikten sonra “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” ve antlaşmanın mimarı olan devlet adamlarını rahmet ve şükranla andığını bildirmişti. Ve yine iki ay önce de Lozan'ın 93. yıldönümünde “Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir” demişti. Şimdi bu çelişkinin sebebi neydi? Herhalde Üstat Kadir Mısıroğlu telefon edip uyarınca düzelttimdemeyecekti!.. Kaldı ki Kadir Mısıroğlu gibi ucuz ve huysuz şarlatanlar, önce Cennetmekan Abdülhamit Hana ahlaksızca saldıran ve iftiralar atan şu Adnan Oktar masoncuğuna bir yanıt versinlerdi..
Aynı Karar Gazetesinde, İskender Öksüzler ve Etyen Mahçupyanlarla birlikte saf tutmak, ahmaklık mıydı, münafıklık mıydı?
Atatürke diktatör deyip, Sn. Recep T. Erdoğanı Milli kahraman gösterme gayretindeki Bay Hakan Albayrak, Atatürkü Türkçülüğün simgesi sayan İskender Öksüzlerle ve eski Fetullahçı yeni fırsatçı Etyen Mahçupyanlarla aynı Karar Gazetesinde, yani aynı hedefler istikametinde nasıl saf tutmuşlardı? Örneğin İskender Öksüz, Türkiye Cumhuriyetinin temel taşının Nihal Atsız Türkçülüğü olduğunu, Atatürkün de bu zihniyet ve istikametin banisi bulunduğunu, bir zamanlar sosyalistliğe, şimdi ise ümmetçiliğe, Türkçülüğü yozlaştırmak için uyulduğunu hem de bilimsel(!) bir hava içinde anlatmaktaydı.[3] Bay İskender Öksüz Türkçülükle nasıl ırkçı ve kafatasçı bir yaklaşımı savunduğunu makalesinin son paragrafının üstündeki şu cümle ile açığa vurmaktaydı: Şimdi siyasi ümmetçiliğe davranıyorlar
Bu bay Profun asıl sıkıntısı ve takıntısı Ümmetçilik olmaktaydı. Oysa Ümmet; son ve Hak Din İslamın Peygamberi Hz. Muhammed Aleyhisselama iman eden farklı köken ve kültürden bütün müminlerin ortak adıydı ve müminlerin kardeş olduklarını bizzat Kuran buyurmaktaydı. (Hücurat: 10. ayet) Bay Öksüz, hem ümmetçiliğin başına uyduruk bir siyasi yaftasını takıp haklı itirazlardan kurtulacağını sanmaktaydı. Hem de; a) Ümmetçilikle ve İslami hüküm ve hedeflerle, sadece istismar ve suiistimal dışında hiçbir alakası bulunmayan, b) Rahmetli Erbakanın D-8 ve İslam Birliği projelerini akamete uğratmak üzere Milli Görüşten kaytarmak karşılığı iktidara taşınan ve zaten her türlü hakaret ve hıyanetlerine rağmen Haçlı Ümmet Örgütü ve Hıristiyan Kulübü olan ABnin kapısından ayrılmayan şu AKPyi İslam Ümmetçisi sayarak, bir nevi ona meşruiyet ve makbuliyet kazandırmaktaydı. Oysa her ikisi de yanlış bir yakıştırmacaydı ve aslında Ümmet karşıtlığına ve mertçe açığa vurulamayan İslam (şeriatı) düşmanlığına kahbece bir kılıf yapılmaktaydı.
Evet Rahmetullah İbni Haldun (ki Ona Haldun demek bir cehalet yansımasıdır, çünkü Haldun Babasının adıdır); Devletlerin teşekkülünde Asabiyenin, yani aynı kökene-kavme mensubiyetin ve müspet milliyetçiliğin çok önemli bir rol oynadığı yönündeki tespiti haklıdır. Ancak bunu dini dışlamak veya sadece yedek lastik ve aksesuar olarak kullanmak şeklinde anlamak ve uygulamak tam bir safsata ve sahtekârlıktır. Ve hele Atatürkü böylesine ırkçı ve basma kalıpçı bir düşüncenin-sistemin banisi ve temsilcisi saymak ise, Mustafa Kemal üzerinden kendi mantıksızlığını meşrulaştırma çabasıydı. Tekrar Hakan Albayraka dönelim; Siz Atatürkü diktatör ve tabi din düşmanı, Karar Gazetesinde yoldaşınız İskender Öksüz ise Türkçülüğün kurucusu ve Cumhuriyet değerlerinin ebedi koruyucusu saymaktaydı! Yoksa ortak amacınız; AB heveslisi ve İsrail işbirlikçisi AKPye mazeret ve meşruiyet kazandırmak mıydı?
Evet, sizlerin bu çifte standart tavrınız, hem safsatadır, hem saplantıdır, hem de yanılgıdır
Saplantı: kişinin, etkisinden kendini kurtaramadığı yersiz ve tutarsız saçmalıklardır, sabit fikirli olmaktır. Belli konularda yararsız ve mantıksız önyargılara saplanıp kalmaktır. Çünkü saplantı bilincin takılıp kaldığı ve bir türlü kurtulamadığı yanlış tasavvur ve tasarımlardır. Böylesi çifte standartlı saplantı ve takıntılar aynı zamanda psikolojik bir rahatsızlıktır. Belirli düşünceleri, hisleri ve davranış biçimlerini tekrarlamaktan, onlara yoğunlaşmaktan uzak duramama, anlamsız ya da yararsız olduğunun bilinmesine rağmen onları sürekli konuşmaktan ve gündeme taşımaktan kendini alıkoyamama tavrıdır.
15 yıl boyunca tek başına iktidar oldukları ve her türlü imkâna sahip bulundukları halde, bu toplumu faiz belasından ve Siyonist sermayenin sömürü kölesi olmaktan kurtarmak adına hiçbir adım atmayarak, Kur'an ayetlerine göre “Allah ve Peygamberle savaşan…” (Bakara: 279) üstelik bu ayıbını kapatma ve ara sıra isyan eden vicdanlarını bastırma adına yandaş İlahiyatçı Proflar ve tarikatçı mollalarca “Darul harpte faiz caizdir” fetvaları uyduran.. Ama, madem bu düzen “Darül harp”tir, şeytani ve tağuti bir sistemdir, o halde hazır bunca fırsat elinizde iken niye düzeltip değiştirmiyorve Adil Düzen'e geçmek için hiçbir adım atmıyorsunuz? diye soranlara ise “Bunlar Milli Görüş'ün marjinal kalıntıları” deyip burun kıvıran.. Ve yine Kur'an'ın “En rezil ahlaksızlık ve en adi sapkınlık” olarak nitelediği eşcinselliğin timsali olmuş insanlarla hem de iftar sofralarında poz verip sonrada dindarlık taslayan bu tıynetsiz tipler, Atatürk'ü kâfir saymakla, bütün bu günahlarının ve sorumluluklarının kefaretini ödeyeceklerini sanmaktadır. Üstelik bu AB'ci ve faizi İslamcılar, kendilerini çok akıllı ve farklı görme saplantısı ve gururu içinde, küresel zalimlerle işbirliği sayesinde demokratik zaferler kazandıklarını bile unutmaktadır.
Kaldı ki bu 15 Temmuz darbe kalkışmasında ve sonrasında yaşanan bazı kahramanlıkların, hangi senaryolar ve pazarlıklar üzerine kurgulandığı… Ve bu hazırlıkların yandaş yazarlara bile kaba hatlarıyla aylar öncesinden nasıl aktarıldığı 11 Mart 2016 tarihli Star Gazetesinde Ahmet Kekeç'in şu saptama ve uyarılarından açıkça anlaşılmaktadır ve hele bekleyin daha ne kof kahramanlıkların deşifre olmasıyla ortalık nasıl kokuşacaktır!
“Bu kavgada ABD, Türkiyeyi şekillendirmek için kullandığı, devletin her hücresine sızmayı başarmış en önemli aletini kaybetmek üzere. Çünkü Erdoğan, var gücüyle Cemaatin bütün kadrolarını devletten tasfiye etmeye çalışıyor. Dokunamadığı tek kurum, TSK. Size garip gelecek ama son aylarda tırmanan terör olayları ile TSKdaki Cemaatçiler arasında dolaylı bir bağ var…. Paralel yapıya yönelik operasyonlar Cemaati sıkıştırmış durumda. ABD derin devletinin en önemli maşası olan Cemaati kurtarabilecek tek çare darbe gibi görünüyor. Türkiyeyi darbe ortamına sürükleyebilecek tek unsur ise PKK… Cemaatin fazla zamanı kalmadı. Ne yapacaksa YAŞ kararları öncesi, Ağustos ayına kadar yapacak. Diğer yandan ülkede şehit cenazeleri ile birlikte her türlü terör olayının tırmanması ile birlikte hükümetin de Ağustos ayını bekleyecek zamanı kalmadı. Önümüzdeki dönemde TSK içinde ciddi bir Cemaat tasfiyesi beklenmeli. Çünkü tırmanan terörü dizginlemenin yolu buradan geçiyor…”
Mantık marazı ve vicdan bastırılması!
Vicdan yanılgıları, kişilerin olaylar ve insanlar hakkında akli ve İslami gerçeklere aykırı olarak kurgulayıp kapıldıkları saplantı ve safsatalardır. Bu vicdan yanılgıları mantık maskesi takılmış önyargılardır ve tabi maskenin arkasındaki tutarlı ve inançlı bir kavram değil kavram görünümündeki yanılgılardır. Aslında bunlar birer vicdan bastırmadır ve mantık marazıdır. Bu mantık marazları aynı olayla ilgili gerçek kavramları gölgeleyip bulanıklaştırır, bu nedenle oldukça tehlikeli ve tahripçi şekiller alır. Oysa bir konuda hiçbir doğru kurala ve kavrama ve bilgiye sahip olmamak, o konuda vicdan yanılgısına ve kavram kargaşasına sahip olmaktan çok daha yararlıdır. Birden çok problemin aynı anda ve tekdüze yolla çözülmeye kalkışılması durumunda veya uzun yıllar taklitçi bir imanla savundukları gerçeklere aykırı bir gidişatı savunmak zorunda kaldıklarında, bu vicdan bastırma yanılgısı ve mantık marazı devreye sokulmaktadır. Aslında her türlü melanetini Atatürkçülüğe sığınarak savunmaya çalışanlarla ve yine her türlü meymenetsizliğini Atatürk'e sataşarak savuşturmaya uğraşanlar aynı mantık marazının ve aynı cahiliye inancının mensuplarıdır.
İşte Kur'an'ı ve İslam'ın temel kurallarını değil, kendi marazlı mantığını şaşmaz ölçüsanan ve kardeşim Necati'nin çarpıcı tespitiyle “Önce ateş edip sonra nişan alan” ve tabi sürekli karavana sıkan Elazizcilerin, bir zamanlar “Fetoş” diye hakaretler yağdırdıkları, güçlenmeye başlayınca “Milli Derin Devletin Etkili Kadroları” diye yağcılığa başladıkları Fethullah Gülen münafığı, şimdi ABD'li yetkililere: “Ne olur, beni Türkiye'ye vermemenizi rica ediyorum. Aksi halde size hizmet edecek insan bulmakta zorlanacağınızı hatırlatıyorum. Bırakın, aynen Molla Mustafa Barzani gibi sizin kucağınızda can vermek istiyorum!”[4] şeklindeki haysiyetsiz sözlerle yalvarmaktaydı.
Ve yine bir zamanlar en ağır ithamlarla suçlayıp saldırdıkları, sonra FETÖ üste çıkınca bu sefer “Ergenekon'un maşası saydıkları” ama 15 Temmuz darbesinin savuşturulmasından sonra tekrar “Erbakan'ın İsrail'i yıkmak için hazırladığı kahraman sadıkları” olarak övmeye başladıkları AKP'nin kof kurmayları, “İsrail'le normalleşme – yani zulümlerine rıza gösterme” anlaşmasını imzalayıp, Siyonist vahşetlerine meşruiyet kazandırmak suretiyle, Aziz Erbakan'ın “işbirlikçilik- teslimiyetçilik” tanımlarına resmiyet kazandırmışlardı.
Bu Atatürk takıntısı ve gıcıklığı maalesef halâ Milli Görüş'te kalanlar arasında da yaygındır. Bu yanlış ve yararsız saplantı ise kesinlikle Erbakan Hoca'dan değil, dini ve milli bir gayretle bu davaya katılanların taşıdığı “kalıtımsal” bir yanılgıdır. Çünkü Erbakan Hoca'nın en özel sohbetlerinde bile, hatta dolaylı ve imalı şekilde de olsa, Mustafa Kemal aleyhine konuştuğuna ve tavır aldığına rastlanmamıştır. Çünkü Erbakan, her türlü küfür ve kötülüğün kaynağı ve çağımızda şeytanın teşkilatlanmış takımı olan Siyonist programı ve patronlarını hedef almış, bunları fikren ve fiilen etkisiz kılacak projelere yoğunlaşmış, sosyal ve siyasal felaketlerin sonuçlarından ziyade sebepleri ile uğraşmış; bu nedenle piyonlarla ve pespaye politikalarla fırsatlarını harcamaya ve nefsini israfa (Zümer: 53) tenezzül buyurmamıştır. O, Hakka hizmetkârlık ve Kur'an'a tercümanlık yaptığı için ve yaptığı ölçüde izzet ve hürmet kazanmıştır. Ancak özellikle Atatürk'ün şüpheli ve şaibeli ölümünden sonra uydurulan ve dayatılan Kemalizm döneminde, Müslümanların Ezan'ına, Kur'an'ına, türbanına, namazına, niyazına… Velhasıl iman ve İslam kokusu aldıkları her türlü düşünce ve davranışına haksızca ve ahlaksızca sataşan ve bütün bu baskı ve barbarlıkları Atatürk adına yaptıklarını savunan Mason Sebataist takımına karşı duyulan haklı kin ve öfke, yanlış bir hedefe yönlendirilip Mustafa Kemal düşmanlığı şeklinde kalıplaşmıştır. Ama daha sonraları, bu hedefi saptırılan yanlış saplantılar, bazı ucuz ve uyuz İslamcılarca istismar edilmeye ve her türlü sapkınlık ve münafıklıkları“Atatürk düşmanlığı kılıfı” ile örtülmeye ve vicdani dürtüleri törpülenmeye çalışılmıştır. Yani mağdur ve mazlum Müslümanlar, Şeytan'a ve Süfyan'a buğuz ettiklerini sanırkenHaçlı İslamcı şarlatanların tuzağına düşüp basit bir istismar aracı yapıldıklarının farkına varamamışlardır. Ve tabi unutulmasın ki, bizim asıl amacımız, Atatürk'ün Allah katındaki gerçek durumu ve O'nun asla bilemeyeceğiniz gizli konumu değil, nasıl bir Atatürk algısının millete ve memlekete yararlı olacağıdır…
Haçlı İslamcılar Kur'anı; her konuda mutlaka uyacakları ve uygulayacakları ilahi başvuru kaynağı yapmamışlardır; Onlar için Kur'an; haksızlık ve yanlışlıklarına kılıf bulmak üzere gerekçe aradıkları bir istismar aracıdır!
Önce bir gerçeği vurgulamamız lazımdı. Şimdi bütün kepazelikleri ve kirli ilişkileri açığa çıkan ve yandaş yazar ve yorumcularca ağız dolusu küfürler savrulan Fetullah Gülencilerle, bu AKP'ciler arasında inanç ve ahlak bakımından bir fark olduğunu sananlar aldanmaktaydı. Hatırlayınız, en üst tavanından en dürüst tabanına şu AKP'lilerin tamamı bir iki sene öncesine kadar, Fetullah Gülen'in hareketini hararetle destekleyen ve“ne istedilerse, emir telakki edip veren” insanlardı. Allah korudu, FETÖ şebekesi 15 Temmuz hıyanet girişiminden başarılı çıksalardı, şimdi küfür ve hakaretler yağdıran yalaka yazar ve yandaşlar hepsi birden ve canu gönülden Feto'ya hürmet ve hizmet yarışına başlayacak, bütün hıyanetlerine kim bilir ne kerametler uyduracaklardı. 40 yıl öncesinden beri bu Fetullah şebekesinin aslını, amacını ve perde arkasını yazdığımız ve uyardığımız için, AKP yetkililerince ne saldırılara ve iftiralara uğramıştık. Yani hem Cemaat hem İktidar; aynı mantık marazına, aynı vicdan zaafına, aynı din istismarcılığına ve aynı münafıklık sanatına müptela olmuşlardı; tek farklılıkları, makam ve menfaat çatışması ve iktidar kavgasıydı. Hem zaten her iki tarafı da Erbakan tehlikesini(!) uzaklaştırmak amacıyla aynı Siyonist odaklar reklam edip demokratik(!) seçimlerle iktidara taşımış ve dünya çapında CIA'nın yan kuruluşları olarak teşkilatlanmalarını sağlamışlardı.
Gelelim konumuza; hem Cemaat hem AKP iktidarı için, Kur'an-ı Kerim, her konuda nelere uyacaklarını ve nelerden sakınacaklarını anlamak ve ona göre davranmak üzere, devamlı başvurdukları, dünyevi ve uhrevi saadeti onda aradıkları, asla vazgeçilmez ve itiraz edilmez Allah'ın Kitabı değil; sadece bir takım hıyanet ve rezaletlerine mazeret kılıfı bulmak, hitabet ve edebiyatlarına malzeme yapmak üzere, ara sıra ihtiyaç duydukları bir istismar vasıtasıydı.
İnsanlık tarihi boyunca gözlemlenen ve gizlenemeyen iki gerçek vardı:
1- Hangi dine mensup olurlarsa olsunlar insanların çoğunluğu maalesef cahiliye mantığına bağlıydı ve çeşitli şekillerde şirk koşarak ve ilahi buyrukları kendi nefsi duyguları doğrultusunda yozlaştırıp yamuklaştırarak uygularlardı..
2- Ve bu insanların yine tamamına yakını, kendi seviye ve statüsünde rol yaparlardı, yani riyakâr ve sahtekâr bir tavır takınırlardı, böylece yeryüzünde büyükçe bir maskeli balo yaşanırdı.
Hâlbuki önsüz, sonsuz ve kusursuz Yüce Yaratıcı'nın, insanlara “aynı anda” değişik ve çelişkili dinler göndermesi akla ve vicdana aykırıdır. Çünkü bu durumda iki ihtimal vardır:
1- Ya, kusursuz Yaratıcı vardır ve O kullarına adalet ve saadet reçetesi olmak üzere sadece tek bir Hak Din yollamıştır.
2- Veya kusursuz yaratıcı diye bir şey -hâşâ- bulunmamaktadır ve dinler insanların uydurmasıdır.
Şimdi Vicdan ve iz'an terazisinde tartmak üzere soruyorum: Fetullahçıların yaklaşımlarıyla ve bu Millete yaşattıklarıyla İSLAM arasında, sadece istismar ve suiistimal dışında bir bağlantı var mıydı? Ama bütün teşkilatlarını ve tahribatlarını DİN adına yapmış ve yakıştırmışlardı. Ve yine, 15 yıldır bütün hakaretlerine, ötelemelerine ve ertelemelerine rağmen hala Haçlı AB kapısında bekleyen, haksızlık ve ahlaksızlık temelli Haçlı uyum yasalarını ilahi emir gibi hepsini Meclis'ten geçiren, hatta İsrail'le işbirliğinden bile çekinmeyen ve Siyonist Yalon'un “Bu Erdoğan çok cesur birisidir!” iltifatını hak eden bir zihniyetle İslamiyet ne denli bağdaşırdı? İslam bunların hayat yasası ve imtihan esası mıydı, yoksa sadece istismar vasıtası mıydı?
“Allah için sevmenin ve yine Allah için buğzetmenin” bir icabı ve yansıması da; hangi hadiseye ve ne ölçüde sahiplenmek gerektiğini doğru şekilde ortaya koymaktı!
Kurban Bayramı iznine gelen yeğenim Harun Akgül, ziyaretine gittiği sevdiğimiz ve önemsediğimiz tarikat ehli bir kardeşimizin: “Şu TSK'ya, bizim yetiştirdiğimiz sağlam elli kişi sokabilirsem, gözüm arkada ölmeyeceğim” sözlerini aktarınca, üzüldüğümü hatırlatmıştım. Çünkü iyi niyetle de söylenmiş olsa bu cümlede 5 tane şirkvardı:
1- Bu kardeşimiz ihtiyaç duyulan ıslah ve İnkılâbı Allah'tan değil de, Ordu'dan bekliyordu. Evet, Ordu çok önemli ve etkili bir kurumdu. Ama hidayet ve inayet yalnız Cenabı Hakk'ın elinde bulunuyordu.
2- Ordu'nun ıslahını ve istikamet bulmasını da, Kur'an'ın hidayeti ile değil de, elli kahramanın gayretiyle olacağını sanıyor ve aldanıyordu. Kaldı ki, cahiliye döneminde Mekke Site sistemindeki gayri nizami, gayri resmi, ama tespitli, tescilli ve eğitimli sivil ordunun iki komutanına işaret ederek; Hz. Peygamber Efendimiz: “Ya Rabbi iki Ömer'den birisinin hidayetiyle İslam'ı te'yid ve takviye buyur!” (Not Ebu Cehil'in de ismi Amr'dır) duasıyla, bazı süreçlerde ordunun ıslahının okuldan ve tabandan değil “tavan”dan yapılacağına dikkat çekiyordu. Ve asıl önemlisi, bizim ordumuz “ele geçirilecek” değil, desteklenip güçlendirilecek ve parazitleri temizlenecek, bağımsızlığımızın garantisi Milli bir kurumdu.
3- 50 kişinin başarısını ise, kendi özel tasavvufi eğitiminden geçmelerine bağlıyor, bir nevi kendi Tarikat ve marifetini kutsuyor, böylece gizli ve sinsi bir şirke düşüyordu.
4- 50 kişi değil, bizzat Feto'nun Ordu'ya 50 bin kişiyi yerleştirdiği ve süper güç sayılan ABD destekli çok özel eğitim ve beyin ütüleme süreçlerinden geçirdiği halde, nasıl bir hezimete uğradıklarını görüp gerekli dersi çıkaramadığından, yani zahiri sebepleri aşıp hakiki müsebbibe ulaşamadığından, halâ esbab şirkinde bocalıyordu. Üstelik Hak dava şuurundan ve İslami cihat ruhundan uzaklaştırıp, AKP'nin bütün günahlarına ve tahribatlarına sebep oldukları binlerce kişinin sorumluluğunu, nedense hiç hesaba katmıyordu.
5- Elbette Ülkemizin ve Milletimizin başına büyük felaketler saracak bir hıyanet girişiminden ucuz kurtulduğumuz için şükretmemiz gerekiyordu. Ancak sanki ülkemizde ve yeryüzünde sefalet ve rezaletlerin asıl kaynağı olan Batıl sistem – faizci düzen yıkılmış da yerine akla, Ku'ran'a, vicdana ve ahlaka uygun bir Saadet medeniyeti kurulmuş gibi bayram etmek de, çok derin bir gafleti ve şirk alametini yansıtıyordu.
Evet, Dini tarikatlar ve cemaatler, İslam'ın fikren ve fiilen yaşandığı doğal ve sosyal oluşumlardı. Bunlara düşmanlık, doğrudan İslam'a savaş açmaktı. Şeriat ve hakikat çerçevesindeki tarikat ve cemaatler Ümmet coğrafyasına hayat suyu taşıyan akarsular ve kanallar konumundaydı; bunların kurutulması Ümmetin susuz kalması sonucunu doğuracaktı.
Ancak kasten veya gafletle bu kanallara kirli ve zehirli atıkların katılması ihtimali de her zaman vardı ve çok dikkatli olunmalıydı. İşte FETÖ bunun en açık ve acı bir örneği olarak ortadaydı. Hatırlayınız; Ceyhan Nehri'ndeki atık suyun içme suyuna karışması sonucunda Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinde “mikrobiyal kirlenme” sebebiyle 60 bin kişi zehirlenip hastanelere kaldırılmıştı. Hastaların tedavisi için herhalde virüsün yok edilmesi lazımdı. Fakat virüsün, devlet yetkililerinin tedbirsizliği yüzünden bulaştığı da unutulmamalıydı. Siz Ceyhan Nehri'nin kanalizasyon olarak kullanılmasına seyirci kalır, gerekli alt yapıyı kurmazsanız ve yeterli tedbiri almazsanız toplumun zehirlenmesi kaçınılmazdı.[5] Bunu önlemek, yani Dini cemaat ve tarikatları disiplinize edip denetlemek; Hakka ve halka hizmet amacı güden hayırda yarış kurumları haline getirmek için de Adil Düzen'deki Ahlaki Sistem'in devreye sokulması şarttı. İşte görüyorsunuz, bazı malum çevreler ve kişiler; FETÖ'yü dini bir cemaat olarak sunmak, “cemaatlerin Türkiye için ne kadar tehlikeli olduğu” algısı oluşturmak amacıyla, aslında cemaatler ve tarikatlar üzerinden İslam'ı ve Müslümanları karalama kampanyasına başlamışlardır. Bütün bunların çaresi cemaat ve tarikatların mutlaka ıslahı ve otokontrol sisteminin kurulmasıydı. Bu yönde ciddi ve samimi bir gayreti olmayanlar, hatta böyle bir gaye bile taşımayanlar kof hayaller ve boş heveslerle nereye varacaklardı?
[1] Kaynak: İnönünün hatıraları: Milli Mücadele, Ulus, 17 Mayıs 1968
[2] Kaynak: Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyarın Anıları: Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye, Ankara: İş Bankası, 1997
[3] (Bak. Türkiye Cumhuriyetinin Temel Taşı Karar Gazetesi 03.05.2016)
[4] Bak: PYD'li Yarbay, 04.09.2016,Takvim, Ergün Diler
[5] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/feto-virusu-nereden-yayildi-39627yy.htm