İran nükleer santrale yakıt doldurmaya başladı
Üretime bir adım kaldı
Rusya'nın İran'ın Buşehir kentinde inşa ettiği nükleer santralde ilk elektrik üretimi için yakıt dolumuna başlanmıştı. Moskova'nın zenginleştirilmiş uranyumu Ağustos ayında yakıt odasına getirmesinin ardından reaktör merkezine yüklemeler hızlanmıştı. İran'ın ilk nükleer santralinin 2011 başında elektrik üretebileceği açıklanmıştı.
AKP köşeye sıkışmıştı
1 Mart Tezkeresi'ne; “Müslüman Türkiye Müslümanlara silah çekmez” diye karşı çıkılmıştı. BM’nin İran’a yaptırım kararına çekimser kalması Erdoğan'ı Ortadoğu'da kahraman yapmıştı. Peki, şimdi Müslüman Türkiye, Müslüman İran'a doğru füzeleri nasıl doğrultacaktı? Bu tavrını Ortadoğu sokaklarına ve Müslüman halklara nasıl anlatacaktı?
NATO kapsamında caydırıcı/savunma amaçlı füze kalkanlarının Türkiye'ye yerleştirilmesi Türkiye’nin esir alınmasıdır. Teklifin sahibi ABD öncülüğünde NATO konuyu, 19-20 Kasım'da Lizbon'da yapılan ve ittifakın önümüzdeki 10 yıllık “savunma konsepti”nin kararlaştırılacağı zirvesine taşımıştır. Konseptin bu bölümü NATO'yu İran'ın olası nükleer saldırısından korumak için planlanmıştır. Bu konuda Türkiye tam anlamıyla köşeye sıkışmıştır:
Bu teklifi kabul ederse, Recep Tayyip Erdoğan'ın Ortadoğu sokaklarındaki imajı kararacak, etmezse; NATO'ya ortak savunma taahhüdü vermiş Türkiye kuruluşun 10 yıllık konseptinden ayrı düşmüş olacaktır. Bu durum Türkiye'nin fiilen NATO'dan çıkması anlamını taşır. Ahmet Davutoğlu “Biz çevremizdeki hiçbir komşumuzdan bir tehdit algılaması içinde değiliz. NATO'ya dönük de bir tehdit algılaması veya tehdit oluşturduğu kanaatinde değiliz” dese de bu sızlanmayı kimse ciddiye almamıştır. Mesele Türkiye'nin kendi durumu ve çıkarları değil, NATO'ya yönelik tehdit algılamasını nasıl kavradığıdır. Üstelik Davutoğlu'nun görüşüne Suudi Arabistan, Mısır, Körfez ülkeleri gibi Ortadoğu ülkeleri de katılmamaktadır. Görünen o ki Recep Bey ve AKP’si, ABD ve Yahudi Lobilerine verdikleri gizli taahhütleri yerine getirmek zorundadır ve tabi kendi sonunu hazırlayacaktır.
ABD’nin İran operasyonuna son hazırlıkları ve Füze Kalkanı Projesinin amacı
ABD’nin füze kalkanı projesinin Türkiye’nin önüne getirilmesi, Türkiye’nin Asya ve İslam coğrafyasıyla arasına fesat sokma amacını taşımaktadır. Ama aynı zamanda yakın vadeli hedefleri de vardır. Proje, Yahudi Lobileri güdümlü AB’nin İran hedefleri açısından önem taşımaktadır.
Kuzey Irak’taki kukla yapının, devlet olabilmesi ve BOP içindeki misyonunu yerine getirebilmesi, ancak Türkiye’ye doğru genişlemesini gerçekleştirmesiyle mümkün olacaktır. Bu da Türkiye-İran-Suriye arasındaki mevcut mutabakatın bozulmasıyla sağlanacaktır.
Hükümetin referandum sonrasındaki Kürt açılımı atağı da, esas olarak bu doğrultudadır. Barzani ile görüşmeler de, Abdullah Öcalan ile görüşmeler de, Suriye ile görüşmeler de bu konuyla alakalıdır.
Füze kalkanının işte tam bu ortamda Türkiye’nin önüne getirilmesi enteresandır. Böylece Türkiye; İran, Çin ve Rusya ile düşman hale sokulacaktır.
İşbirlikçi AKP’nin Siyonist Lobilerine diyet borcu vardı!
Dünya Siyonist dergisi Kivunim’de, 1982’nin Şubat ayında sessiz sedasız bir makale yayınlanmıştı. Konu “1980’lerde İsrail İçin Strateji” başlığını taşımaktaydı.
Bu makalenin yazarı; Yahudi bir diplomat olan Oded Yinon, destekleyicisi ise Siyonist düşünce önderlerinden biri olan İsrael Shakak’tı.[1]
Makalede ele alınan temel strateji ile bugün Türkiye’de tanık olduğumuz “Alevi-Sünni” ve “Türk-Kürt” kışkırtmalarının, demokrasi ve insan hakları adına yapılan “Kürtçülük” tartışmalarının temelindeki etnik-dini ayrıştırma stratejisi bire bir aynıydı.
Bu makalenin önsözü İsrael Shakak tarafından yazılmıştı. Bölge hakkındaki ana fikri açık, net ve kısaydı:
“Bu yazı, benim fikrime göre, şu anki Siyonist rejimin (Sharon ve Eitan’ın) Orta Doğu için doğru ve detaylı planını yansıtmaktadır, bu plan tüm bölgenin küçük eyaletlere/bölgelere bölünmesi ve mevcut tüm Arap bölgelerinin yok edilmesi amacına dayanır.”
Siyonist Shakak bu girişiyle aslında uygulaması istenen stratejinin temel özelliğini de ortaya koymakta; bölgeyi etnik köken, dini mezhep temelinde ayrıştırma niyetlerini açığa vurmaktaydı.
Oded Yınon, planının ilerleyen bölümlerinde ayrıntılara girerek, Irak’ın neden parçalanması gerektiğini de anlatmıştı:
“Bir taraftan petrol zengini olan, ancak diğer taraftan parçalanmış bir ülke olan Irak’ın, İsrail’in hedeflerine aday olması kaçınılmazdır. Bizim için Irak’ın parçalanması, Suriye’nin dağıtılmasından bile daha önemli sayılmaktadır. Çünkü Irak Suriye’den daha güçlü durumdadır.
Kısa vadede İsrail’in en büyük tehdidi şimdilik Irak’tır. Bir Irak-İran savaşı Irak’ı parçalayacak ve bize karşı geniş bir cephede çatışma fırsatı bırakmadan çökmesine sebep olacaktır. Araplar arasındaki her türlü çatışma kısa vadede bize yardımcı olacak, Suriye ve Lübnan’da olduğu gibi önemli bir hedef olan Irak’ın parçalanması için yolu kısaltacaktır. Osmanlı döneminde Suriye’de olduğu gibi Irak’ta da etnik/dini bazda bölgelere bölünme mümkündür ve faydalıdır. Üç büyük şehir etrafında üç (veya daha fazla) eyalet var olacaktır: Basra, Bağdat ve Musul ve güneydeki Şii bölgeler Sünni ve Kürt kuzeyden ayrılacaktır.
Mevcut İran-Irak çatışmasının kutuplaşmayı derinleştirmesi olasıdır.”
İsrail bu plan ile ortaya koyduğu “Beka Stratejisi ve varlığını sürdürme endişesi” içerisinde nükleer silahların yeri ilk plandadır ve bu silahlar İsrail’in en büyük korkusudur. Bu korku Oded Yınon’un satırlarına da yansımıştır;
“Nükleer ve konvansiyonel silahların gücü, miktarı, hassasiyetleri ve kaliteleri bir kaç yıl içinde dünyamızın çoğunu alt üst edebilecek güçtedir ve buna karşı durabilmek için İsrail olarak kendimizi konumlandırmamız gerekmektedir. Bu Batı dünyasının ve bizim varoluşumuza karşı ana tehdittir.”
İsrail’in korkulu rüyası!
Günümüzde İran’ın uranyum zenginleştirme çabaları, İsrail tarafından bir nükleer silah elde etme arayışı olarak algılanmakta ve İsrail bunu hayati tehdit olarak okumaktaydı. Bildiğimiz kadarıyla Ortadoğu’da nükleer silah sahibi tek ülke vardı, o da; İsrail olmaktaydı. Bu bölgede İran’ın da nükleer silah sahibi olma gayretleri İsrail’i korkutmaktaydı. Bu korkuyu yenebilmek için de İsrail, İran’ın bu yöndeki çalışmalarını ne pahasına olursa olsun, engelleme kararındaydı. Nükleer başlıklı füze taşıyan İsrail gemilerinin İran körfezine yakın bölgelere gönderilmesi, Akdeniz’de yüzlerce uçağın katıldığı İsrail tatbikatlarının gerçekleştirilmesi, hep bu çabanın sonuçlarıydı.
ABD’nin İran’a karşı “askeri seçenek her zaman masa üstündedir” açıklamasını da bu çerçeve içinde görmek ve İsrail’in korkuları temelinde değerlendirmek lazımdı.
ABD’nin bu açıklaması nettir ve İran’a şu mesajı vermektedir; “Nükleer silah yaparsan, seni vururum.” Neden? İsrail’in güvenliği ve emperyalizmin geleceği için, bu şarttı!
Bu bağlamda Yahudi düşünürler, Türkiye’nin etnik yapısını da araştırmaktan geri kalmamıştı.
İsrail planında Türkiye için yapılmış analizler yine etnik ve dinsel temelli hazırlıklardı. Bu Siyonist düşünürler Müslüman coğrafyadaki etnik farklılıkları, “en zayıf nokta” olarak görmüş ve planlarını da bu temele oturtmuşlardı. Bu görüş maalesef Irak için başarılıydı; ama Türkiye’de bu planın uygulanması, çok daha büyük tahribatlar yapacaktı. Evet, geçmişte benzeri kışkırtmalar yapılmış, şükür başarılı olamamıştı, ama şimdi durum çok farklıydı. Siyonist stratejistlerin ve Erdoğan siyasetinin, tüm gerçekler ortada iken, açılım adı altında ülkemizdeki etnik farklıkları gündeme taşınması bu çerçevede oldukça kuşku uyandırıcıydı. Peki, Erdoğan siyaseti bunu biliyor mudur? Elbette farkındaydı!.
Önce Yahudiler ne düşünmüş bizim için, birlikte okuyalım;
“Bu gün sadece Irak bölünmüş olsa da, diğer Müslüman devletler de benzer bir durumla karşı karşıyadırlar. İran nüfusunun yarısı Farsça konuşan bir gruptandır ve diğer yarısı da etnik olarak Türk bir gruptan oluşmaktadır. (Not: Burada Nurettin Veren’in, Fetullah Gülen’in kendisine: “İran’daki Azeri Türkleri kışkırtma görevi verdiğini” itiraf etmesi hatırlanmalıdır. M.Ç.)
Türkiye’nin nüfusu Türk-Sünni Müslüman bir çoğunluk (%50 civarı) ve iki büyük azınlıktan oluşmaktadır: 12 milyon Şii Alevi ve 6 milyon Sünni Kürt vardır. Afganistan’da 5 milyon Şii, nüfusun üçte birine yakındır. Sünni Pakistan’da 15 milyon Şii, devletin varlığı için tehdit sayılmaktadır. Fas’tan Hindistan’a ve Somali’den Türkiye’ye uzanan ulusal etnik azınlık resmi, istikrarın yokluğuna ve tüm bölgenin hızlı bir şekilde dejenere olmasına müsait bulunmaktadır. Bu tablo ekonomik tabloya eklendiğinde tüm bölgenin nasıl ciddi kışkırtmalara karşı koyamayacak kâğıttan bir kule şeklinde inşa edildiğini ortaya koymaktadır.”
Oded Yinon’un yazdığı, İsrael Shahak’ın sahip çıktığı, maalesef gözden kaçırılan ve ülkemiz gündemine hiç taşınmayan bu plan, İsrail’in yeni sınırlarını da çizmiş olmaktadır:
“Gelecekteki tüm politik durumlar ve askeri hücumlar; açıkça bilinmelidir ki, çözüm ancak İsrail’in Ürdün nehrine ve ötesine kadar olan bölgede var olması ve Arapların buna katlanması halinde sağlanacaktır. Bu içinde bulunduğumuz çağda ve içine yakında girecek olduğumuz nükleer çağda var olmak için ihtiyacımızdır. Artık Yahudi nüfusunun dörtte üçünün nükleer bir dönemde büyük bir tehlike yaratan ve yoğun bir şekilde yerleşilmiş olan kıyı şeridinde yaşaması imkânsızdır.”
Bu Şeytani amaç, Erdoğan’ın Ak siyasetinin görmezden geldiği bu kara plan, Büyük İsrail’i; dünya Yahudileri için tek kutsal hedef olarak sunmaktadır:
“Dünyada yaşanacak hızlı değişimler dünya Yahudiliğinde de değişikliklere sebep olacaktır ve bu durumda İsrail sadece son çare değil tek varoluş imkânı sağlayacaktır… Amerika Yahudilerinin ve Avrupa ve Latin Amerika’daki cemaatlerin, bugünkü halleri ile gelecekte var olacaklarını varsayamayız. “
Büyük İsrail planı!
Haçlı ya da Bizans emperyalizmin desteğini de alarak, “vaat edilmiş topraklar” da bir Yahudi devletinin kurulması fikri, geçmişi yüzyıllara dayanan bir proje konumundadır..
Bu fikir, İngiltere’nin, 1917 Balfour Deklarasyonuyla, Birinci Dünya savaşı sonunda Filistin’de bir Yahudi Devleti’nin kurulacağını açıklamasıyla hayata geçirilmiş bulunmaktadır.
Açıklamayı yapan İngiltere olmasına karşın, projeyi Amerika uygulamış ve 1948’de İsrail devletinin kurulmasıyla adımını Ortadoğu’ya atmıştır. İsrail ABD için önemlidir, çünkü bir yanda “Nil’den Fırat’a kutsal toprakları” ele geçirmeyi düşleyen bir İsrail emperyalizmin Ortadoğu bekçiliğini yapacaktır; öte yanda ise İran ve Irak’ı tarihsel bir öç için hedef seçmiş bir İsrail vardır.
Nedir bu öç?
MÖ. 500’lü yıllarda İsrail’in ilk devleti olan Yahuda’yı yıkan Babil bugünkü Irak’tır. Ardından Yahuda’yı vuran ise Persler’dir, yani bugünkü İran’dır. Günümüz Orta Doğu coğrafyasına baktığınızda, binlerce yıl önce Yahuda’yı vuranlar, şimdi, İsrail’in hedefindeki ülkelerin başındadır; Babil yıkılmıştır, Persler ise sıradadır. Bu nedenle İsrail, ABD’nin bölgedeki projelerinin asıl kaynağıdır. İran’ın hizaya sokulmasından sonra, son ve asıl hedef Türkiye olacaktır.
Ancak, İsrail kurulduğu günden bugüne bir türlü varlığını güvence altına alamamış ve olası savaşların beşiği olmaktan kurtulamamıştır. Buna karşın projede Bizans’ın (Haçlı Batının) çıkarlarını koruyacak bir İsrail’in yaşaması, büyümesi ve sağlam müttefikler bulması planlanmıştır.
Peki, bu nasıl yapılacaktı?
Enerji havzalarını ele geçirmeyi amaçlayan ABD, 1991 Körfez savaşıyla silahlı güçlerini Ortadoğu’ya taşıdı. 2002’de Afganistan’ı, 2003’te de Irak’ı işgal altına aldı.
ABD’nin projedeki hedeflerine ulaşabilmesi, yine de, o kadar kolay değildi; bir yanda bölgesel bir güç olan Türkiye, öte yanda İran ve peşi sıra nükleer güç sahibi olan Pakistan vardı. ABD’nin çıkarlarını koruyabilmesi için bu güçlerin zayıflatılması, parçalanması ve bu ülkelerin yerine ABD’nin sözünü dinleyecek küçük ve zayıf yönetimlerin iş başına gelmesi lazımdı ama bu iş nasıl başarılacaktı?
Üstelik olası nükleer gücü ve desteklediği radikal İslami guruplarıyla İsrail’e tehdit oluşturan bir İran meselesi vardı.
Bu Haçlı Orduları (NATO) nasıl bir strateji uygulamalıydı ki, hem İsrail varlığını güçlenerek korumalı, hem bölge ülkeleri parçalanıp İran tehdit olmaktan çıkmalıydı?
İşte bu aşamada İsrail, yani “Yahuda’nın Çocukları” devreye girdi ve Siyonist plan uygulamaya başlandı, ama işbirlikçi siyaset ve bürokrasi bu ihaneti halkımızdan sakladı.
Yahuda (İsrail) planı açıktır. Müslüman ülkeleri etnik ve dini farklılıklar temelinde ayrıştırıp parçalamaktır.
Peki, Recep T. Erdoğan’ın, AKP ve yandaşlarının yürüttüğü siyaset ne maksatlıdır?
Cevabı açık ve net; ülkemizi etnik ve dini temelde ayrıştırmaktır; bunun kılıfı ise demokratik açılımlardır![2]
Bütün bu itiraf ve ifadeler, Siyonist güçlerin ve işbirlikçi hainlerin ERBAKAN KORKULARININ VE MİLLİ GÖRÜŞ’ÜN İKTİDAR OLMA KUŞKULARININ nedenini de açığa vurmaktadır. Çünkü Erbakan Hoca ve Milli Görüş Davası dışında:
- Siyonist İsrail’in ve Yahudi güdümlü emperyalist ABD ve AB’nin, bölgemizdeki Şeytani planlarını ve Türkiye’mizi parçalama hesaplarını
- Bu amaçlar doğrultusunda AKP hükümetini ve muhalefeti nasıl kurgulayıp kullandıklarını
- Daha önceki Irak-İran savaşının, ardından Irak’ı işgal senaryolarının ve kukla Kürdistan’ın kurulmasının; şimdi de Füze Kalkanı Projesinin bizim topraklarımıza konuşlandırılıp muhtemel İran saldırısında Türkiye ile İran’ı kapıştırma planlarının
- Açılım safsatalarıyla, ülkemizin birliğini ve milletimizin dirliğini bozma oyunlarının
- Hem perde arkasını, hem taşeron piyonlarını çok iyi bilen;
Bu tahribatlara karşı gerekli tedbirleri ve yeterli projeleri gerçekleştiren ve uygulama cesaret ve dirayeti gösteren başka bir lider ve parti bulunmamaktadır..
Bu noktada, işbirlikçi piyonların akılları yatmasa ve kafaları basmasa da, Siyonist patronların ve Şeytani odakların asıl kuşkuları:
“Kutlu zuhur öncesi, bütün suçu ve sorumluluğu, davamızı temel esas ve amaçlarından koparmaya çalışanlara ait olan; iki aşamalı son bir tasfiye (saflaştırıp sağlamlaştırma) planıyla, parti içindeki malum ve marazlı ekip tarafından uzun zamandır özenle yetiştirilip, teşkilatın tepe noktalarına yerleştirilen 100 (yüz) kadar kişinin Numan’la birlikte ve tereyağından kıl çeker gibi ayrılıp gitmelerini sağlayarak ve bu yüzden kimilerini hüngür hüngür ağlatarak; arta kalanları ise sandık listesi benzeri alt alta yazıp harmanlayarak, hareketin bütün kontrolünü fiilen ele alan Erbakan, acaba Türkiye’deki ve bölge ülkelerindeki dengelerle nasıl oynayıp değiştirecek ve Siyonistlerin yıllar, hatta asırlar boyunca ve milyarlarca dolar masrafla hazırladıkları sinsi projeleri, nasıl kendi aleyhlerine çevirecekti?” sorularıydı!..
Yani “Melheme-i Kübra”, Rahmanilerle Şeytaniler arasındaki tarihi hesaplaşmanın; “Lahm-et” kökünden; “kasları kemiklerden ayıracak ve nice zalimlerin kırılmasına ve devre dışı bırakılmasına yol açacak” anlamındaki büyük savaşın (Haçlı Siyonist kaynaklara göre; ARMEGEDDON olayının) nasıl patlayacağı ve sonuçlanacağı, “Yahuda’nın çocuklarının” korkulu rüyasıydı!.
[1] Israel Shahak Kudüs’te bulunan Hebrew Üniversitesinde organik kimya profesörüdür ve İsrail insan hakları ve medeni haklar birliğinin yönetim kurulu başkanıdır. Shahak yazıları adında bir yazı yayınlanmıştır, bunlar İbrani basınından bazı makalelerin derlemesidir ve kendisi de birçok makale ve kitabın yazarıdır, bunlardan biri de Yahudi devletinde Yahudi olmayan isimli kitaptır. Son kitabı ise İsrail’in küresel rolü: Baskı için Silahlar’dır, AAUG tarafından 1982 yılında basılmıştır. Israel Shahak: (1933-2001)
[2] Bak: Erdal Sarızeybek / acikistihbarat.com / 25.10.2010