Erbakan Devrimi Devam Ediyor:TARİHİ DEVRAN YAKINDIR!
Erbakan herkesi, kendi ayarında ve diyarında idare
ediyor, kabiliyet ve kapasitesine göre değerlendiriyordu
Bazı etkili kanaat önderleriyle ve bürokraside yetkili
dost şahsiyetlerle irtibat ve istişareler konusunda, Hocanın kardeşi ve
güvenilen kişi sıfatıyla önemli ve özel hizmetlerde kendisinden yararlanılan;
ama parti teşkilatlarında ve yan kuruluşlarda resmi görev verilmeyip, hususi ve
samimi dairede tutulan Muhterem Kemalettin Erbakan, niçin vitrine
çıkarılmadığı ve siyasi-resmi makamlardan uzak bırakıldığı? sorusuna şöyle
ilginç, hatta bazılarını itici ve incitici bir yanıt vermişti:
Efendim, bugüne kadar en merkezde olmanıza rağmen
isminiz hiç ön plana çıkmadı. Sizi birçok Milli Görüşçü dahi simaen bile
tanımaz bunun sebebi nedir?
Çocukluğumuzda 1943 senesinde Fatih Camiine devama
başladık. Fatih Camiinde çok muhterem bir zat var idi, Gümülcineli Mustafa
Efendi, çok güzel menkıbeler anlatırdı. O menkıbelerden bir tanesi sorunuza
güzel bir cevap olacaktır sanırım.
Bir gün Harun Reşid kardeşi (olarak bilinen, ama
manevi nasihatçi olarak görevlendirildiği bilinmesin diye mecnun rolü üstlenen
Behlül Dana)ya, sen de insanların içerisine gir ve bir takım vazifeler al,
diye telkinde bulunmuş (manevi) kardeşi ise sürekli oyalayıp duruyormuş. Ancak
Harun Reşid fazla sıkıştırınca, kardeşi peki o zaman, ben bir yerlere
danışayım, sana öyle cevap vereyim buyurmuş. Harun Reşid onu takip ettirmiş,
gidin bakın bakalım kime danışacak diye meraklanıyormuş. Kısa bir süre sonra
kardeşi Harun Reşidin yanına gelmiş ve ben danıştım, (resmi ve yetkili görev)
kabul etmiyorum deyince Harun Reşid, takip ettirdiği için, sen sadece
tuvalete gittin geldin, başka yere uğramadın ki, kime danıştın diye sormuş
Manevi kardeşi (Behlül Dana): tuvalete dökülenlere sordum ve şu cevabı aldım;
insanların içine girmeden çok kıymetli, çok lezzetli şeylerdik, ama insanların
içine girip çıktıktan sonra bu hale geldik!?
Bu nedenle vicdani ayarı ve ahlaki duyarlılıkları
yozlaşmış insanların arasına karışır ve sorumluluk alırsam bozulmaktan
korkuyorum. O batakta temiz kalma kabiliyetini de kendimde göremiyorum
yanıtını alan Harun Reşit, ona hak verip derin derin düşünmeye koyulmuş
[1]
Ama Erbakan gibi seçkin şahsiyetler; nefsü emmaresinin
ve bozuk sistemlerin batağına kapılmış kalabalıkları, bu girdaptan kurtarıp
yeniden huzur ve selamete çıkarmak üzere o karanlık dehlizlere atılan, ama
üzerine sıçratılan çamurlara rağmen özü tertemiz berrak ve yüzü ak-pak kalan
hidayet rehberi kılınmış insanlardır. Peki, milyonları etkileyip hayra
yönlendiren Erbakan kendi yakınlarına ve yıllarca yanında kalanlara niye tesir
edememiştir? İşte yanıtı Hocanın mıknatıs örneğinde gizlidir:
Erbakan Hocamız, bir gazeteciyle sohbet etmektedir.
Konu Milli Görüşte yaşanan fesatlıklarla ilgilidir. Gazeteci, ayrılıkları
savunur tarzda konuşunca şöyle bir diyalog gelişir:
Erbakan: Sen
zeki çocuksun, seni severim biliyorsun.
Gazeteci: Sağ
olun Hocam
Erbakan: Ama
bakıyorum da Siyonizmin mıknatısı seni de kendine çekmeye başlamış.
Gazeteci: Hocam
bir şey sorabilir miyim?
Erbakan: Tabii
buyur?
Gazeteci: Bu
Siyonizmin mıknatısı nasıl bir mıknatıstır ki; taa Amerikadan, İsrailden
bizi çekiyor da, sizin mıknatıs bu kadar yakından çekemiyor.
Erbakan: Çünkü bizim mıknatıs tahtaları çekmez!
Sn. Kemalettin Erbakan Beyefendi, bu röportajına
yansıttığı duygu ve saptamalarıyla, Hocanın çevresini kuşatan yakın kadroların
gerçek fıtratını ve fırsatçılığını, sevdiği ve önemsediği bazı kişileri niye bu
tezgâhın dışında tutmaya çalıştığını da ortaya koymaktaydı. Hatta Rahmetli
Hocamızın vefatı öncesi hastanede, yoğun bakımda can çekiştiği bir süreçte,
sağlığında parti mensuplarını ve sadık dava hizmetkârlarını Erbakandan uzak
tutmaya çalışan Oğuzhan Asiltürk ve Yasin Hatipoğlu gibi kurmayların(!), doktorların
ve yakınlarının bütün uyarılarına rağmen, her gün üç-beş heyeti, güya teşkilat
sorunlarını görüştürme bahanesiyle Hocanın yanına sokup saatlerce ve aşırı
derecede nasıl yorduklarını, sanki bir an evvel ölümünü hızlandırmak istiyor
gibi davrandıklarını, Hocamızın da baş-göz işaretiyle bu işkenceye nasıl
katlandığını ve usandığını aktaran küçük kardeşi Kemalettin Bey Bu
azaptan ve hıyanet girdabından biran evvel kurtulması niyetiyle, ağabeyinin
ölümünü temenni edecek kadar vicdanının daraldığını itiraf etmekten
sakınmamıştı.
Erbakan, Gerçeklerin dili ve selametin (kurtuluş
reçetesinin) delili oluyordu!
Dönemin Sovyetler Birliği Ankara Büyükelçisi Albert
Çernişev, Erbakandan Adil Düzenin kendilerine anlatılmasını rica ediyor,
Hocamız ise Rusyadan gelen Profesör, diplomat ve üst düzey bürokratlardan
oluşan bir heyete, üç ayrı bölüm halinde Ekonomik, İlmi, Ahlaki ve Siyasi Adil
Düzen Esaslarını aktarıyordu. İşte dünyayı, ancak bu sistem kurtarır!
diyerek, hayret ve memnuniyetini dile getiren Çernişev Erbakana dönüp:
Her sosyal ve ekonomik sistemin dayandığı bir kültür
kökeni vardır. Bize anlattığınız ve hayran kaldığımız bu ADİL DÜZEN hangi
temellerden kaynaklanıp besleniyor? diye
sorunca, Hocamız:
Bak Sovyetler dağılıyor, komünizm iflas ediyor. Şimdi
siz neyi aramaya koyulmuşsunuz? deyince
Çernişev:
Biz hakikati, doğru olanı arıyoruz! yanıtını veriyordu. Bunun üzerine Hocamız:
Yüce Allah, bu muhteşem kâinatla beraber, mükemmel
kanun ve nizamlar da yaratmıştır. İşte bu ilahi doğal ve sosyal kuralların
hepsi birden Haktır, gerçek ve gerekli olandır
Bizim Adil Düzen
programlarımız da bu mutlak doğrulara ve doğal kurallara dayanmaktadır açıklamasını yapıyor, Çernişev ve Rus bilim heyeti saygıyla
karşılıyordu.
Ama bunun yanında Türkiyede Prof. Dr. Necmettin
Erbakan üzerine ilk ve tek doktora tezini hazırlayan Dr. Işıl Arpacı Hanım
Hocanın Milli pozisyonunu, tarihi vizyonunu, İslami ve insani misyonunu bir
tek röportajda çözebiliyordu:
Dr. Işıl Arpacı, ‘Türk Siyasal Yaşamına Etkileri
Bakımından İslamcılık ve Necmettin Erbakan’ konulu tezini, neden konu olarak
Erbakanı seçtiğini, Erbakanı diğer liderlerden ayıran özellikleri, Erbakanı
tanıma ve tanışma sürecini, Erbakandan neler öğrendiğini, en çok hangi
yönünden etkilendiğini, Erbakanın vefatını ilk duyduğundaki duygu ve
tepkilerini şöyle anlatıyordu:
Neden Erbakan?
Esasında Necmettin Erbakanı çalışma fikri,
başlangıçta aklımda hiç olmayan bir şeydi. 2007 yılında doktora tezi için
belirlenen ilk konu, Necmettin Erbakan, Bülent Ecevit ve Süleyman Demirelin
karşılaştırmalı incelenmesini kapsıyordu. Okumalar ve literatür araştırmasına
yoğunlaşınca, Ecevit ve Demirel hakkında yazılmış çok sayıda teze rağmen,
Necmettin Erbakanı doğrudan konu alan bir tez olmadığını gördüm. Ek olarak
Erbakanın Demirelden farklı olarak oluşturduğu bir dünya görüşünün olması, bu
dünya görüşünün Ecevitin oluşturduğu siyasal duruştan da (ortanın solu
örneğinde olduğu gibi) farklı olması ve hala yaşıyor olması tek başına
Erbakanı çalışmak için nesnel nedenlerim olarak belirdi. Öznel olarak da
Necmettin Erbakan, benim hiç tanımadığım bir dünyayı ve dünya görüşünü temsil
ediyordu. Necmettin Erbakanı benim için ilginç yapan; farklı
sosyo-ekonomik-politik çevrelerden çok farklı insanlar için Erbakanın; ya akan
suları durduracak kadar çok sevilen bir lideri, ya da yağan yağmuru ondan
bilecek kadar tepki uyandıran bir siyasetçiyi temsil etmesiydi. Kimle
konuşursanız konuşun, herkesin kafasında bir Erbakan profili var fakat hepsi
birbirinden farklı. Erbakanın kim olduğu, ne yapmak istediği, nereden gelip
nereye gittiği, insanların siyasal yelpazede kendini konumlandırdıkları yere
göre değişen kocaman bir boşluk. Ancak daha önemlisi ve benim için asıl merak
uyandıran Erbakanın tüm parti kapatmalara, siyasi yasaklara rağmen inatla
siyasette kalabilmesi, kitleleri peşinden götürebilmesi ve elbette bunu nasıl
becerebildiğiydi?
Tezden önce Erbakan hakkında; insanlara İslami bir
yaşam biçimi dayatan, bunun için inatla yeni parti kuran, yavaş konuşan bir
siyasetçi olduğu gibi öznel yargılarım olduğunu belirtmeliyim. Hatta antipatik
bulduğumu bile söyleyebilirim. Tabii bunun en önemli nedeni, 28 Şubat sürecini
herhangi bir zarar almadan atlatmış, sistemle en ufak bir sıkıntı yaşamamış
biri olmam. Önceki rastgele okumalarımda elime geçen ve özellikle RPnin
yükselişe geçtiği döneme ilişkin çalışmaların da etkisini inkâr edemem. Hatta
ilginç gelebilir, Necmettin Erbakanı Noel babaya benzeten yabancı bir
çalışmaya bile rastlamıştım. İtiraf etmeliyim ki, geçmişe dönük en büyük hatam
siyasal ezberlerimi bozmak konusundaki direncim oldu. Erbakan ile ilgili
okumaya başladıktan yaklaşık 7-8 ay kadar sonra, acı verici de olsa bu
direncimi kırmayı becerdim.
Aslında Milli Görüşün içinde ya da yakınında
olmayınca, Necmettin Erbakanı ve Milli Görüşü anlama şansınız çok az oluyor.
Toplumsal siyasette oluşan görünmez kutuplaşmayı çok daha iyi anlıyorsunuz
ortada durunca. Önemli boyutta diğerlerini anlamama üzerine kurulu bir
kutuplaşma bu. Çok beylik bir cümle olacak ama, toplum olarak siyasal aklımız
ne yazık ki takım tutar gibi çalışıyor. Tabii böyle bir aklın yaratılmasında
medyanın katkılarını da yadsımamak gerekiyor. Eğer Erbakanı sadece basından
takip ediyorsanız bile, Erbakan hakkında olumlu bir geribildirim oluşturmanız
çok zor. 28 Şubat sürecini bir yana bırakın, çocuklarının düğünü hakkında
yazılanlar, kayıp trilyon davası ve hatta yakınlarda Numan Kurtulmuşun Saadet
Partisinden ayrılma sürecinde yazıp çizilenler bile insanların kafasında
Erbakan ile ilgili negatif etki yaratmak için yeterli. Umuyorum bir gün bir
iletişimci çıkar ve basının Erbakanı neden ve nasıl manipüle ettiğini inceler.
Kesin bir yargı olarak sunmak istemem fakat Erbakan ve
Milli Görüş hakkında sunulan yaygın düşüncenin siyasal konjonktürle ilgisi
olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Özellikle vefatından sonra, Erbakan ile
ilgili estirilen pozitif rüzgârın, yine değişen siyasal konjonktürden bağımsız
olduğunu düşünmek çok zor.
Tezinizi hazırlarken teknik olarak tanıdığınız Erbakan
hakkındaki düşünceleriniz?
Necmettin Erbakanı çalışmak, hele de benim gibi
tamamen konunun dışında biriyseniz, dipsiz bir kuyuya düşmekten farksız hale
geliyor. Erbakanı anlamak için, Erbakanı okumak, dinlemek yetmiyor. Kendi
deyimiyle kuşdiliyle konuşmak durumunda kalan bir lider Erbakan. Siyaset
biliminde kullandığımız Batılı literatüre ilişkin kavramlarla anlayamıyorsunuz,
tanımlayamıyorsunuz Erbakanı. Zira tüm siyasal yapılanmayı, söylemi, verdiği
tepkileri, kullandığı kavramları İslamı referans alarak oluşturmuş; İslami
terminolojiyi siyasal alana büyük bir ustalıkla tercüme etmiş.
Bu açıdan, kısaca Necmettin Erbakanın yaptığına,
genel kabul gören tanımlamanın aksine siyasal İslamcılıkdemek yerine İslami
siyasetdemenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bunu iki nedene
dayandırmak mümkün. İlk olarak ve teorik bağlamda Necmettin Erbakanın siyasal
uygulamalarının kökeni, İslam düşüncesinin Sünni kaynaklarından besleniyor.
Parti teşkilatlanmasından, yönetim biçimine, aldığı kararlara kadar her konuda
referansı Sünni siyasal anlayış. Bu yüzden siyasal tavrı çatışmacılıktan uzak.
Burada Gümüşhanevi Dergahının, özellikle Abdülaziz Bekkine ve M. Zahit
Kotkunun etkisini de görmek gerekiyor. İkinci olarak, ben teorik olarak
siyasal İslamcılık ya da siyasal İslamı, soğuk savaş sonrası Batılı siyaset
tarafından üretilmiş yapay bir kavram olarak değerlendiriyorum. Bir ön kabul
olarak modern dünyanın siyasal gerekliliklerinin dışında kalan fakat içeriği
tam olarak belirlenmemiş, İslamı referans olan her tür düşünceyi kapsayan
ancak yöntemi en baştan şiddet ve terörle eşleştirilmiş, her tür Müslüman
siyasal eylemliliğini açıklamak üzere sunulan bir kavram bence siyasal
İslamcılık.
Bir de bence en önemlisi, Erbakanın kafasındaki
siyasal anlayışın temelini, Hak-Batıl mücadelesinin oluşturması. Bu nedenle
Erbakan, siyaset yaptığı alanı sadece Türkiye olarak değil tüm dünya olarak
değerlendiriyor. Dünyanın her neresinde hakla batılın mücadelesi varsa, Erbakan
kendisini hakkın temsilcisi olarak batıla karşı konumlandırıyor. Dolayısıyla
okuduğunuz, izlediğiniz ve sadece Türkiyede siyaset yapan Erbakanın dışında,
bir de dünya için kafa yoran bir Erbakan var.
Erbakanın vefatını duyduğunuz anda neler hissettiniz?
İnanmadım. Kaç yerden teyit ettiğimi hatırlamıyorum.
Sonrası kocaman bir boşluk duygusu
. Tezimi teslim edeceğim güne kadar, 27
Şubat 2011i yazmadım ben. Her ölüm üzücüdür fakat sanıyorum Necmettin
Erbakanın vefatı, verdiği üzüntü kadar ders verici de oldu. Vefatının
üzerinden saatler geçmeden, siyasal mirasını paylaşanlar, yaşarken ardından
onca şey söyleyip sonra ona methiyeler dizenler
kızıyorsunuz. Ama yine de 28
Şubattan bir gün önce vefat etmiş olması çok anlamlıdır bence ya da bu anlamı
ben yüklüyorum, bilemiyorum. Kocaman, mücadele dolu bir yaşama tanıklık
ediyorsunuz. Buraya kadar kızıyorsunuz, beğeniyorsunuz fakat en kötüsü o
yaşamın bitişine de tanık olmak. Tarifi yok bunun.
Erbakanda sizi en çok etkileyen özellik ne oldu?
Aslında akademik çalışma yaparken çalıştığınız konudan
etkilenme lüksünüz yoktur zira bu çalışmaya zarar verir. Fakat sanıyorum şimdi
söylemenin bir zararı olmaz: tek kelimeyle mücadeleciliği. Tezi yazarken,
sürekli ben olsam ne yapardım diye sordum kendime. Çoğu zaman verdiğim yanıt,
bırakırdım oldu. Bıraksaydı, Necmettin Erbakan olur muydu? Sanırım hayır.
Mücadeleciliği çok etkileyici, ben bunu sadece kendi adına ve iktidar hırsı
için yaptığını düşünmüyorum. Örneğin 12 Eylülün siyasi yasaklarının ardından
Ecevitin yanına gidiyor, parti kurup siyasete geri dönmesini istiyor; son
dönemlerinde, hastanede yatarken, kendi hazırladığı seçim afişleri vardır.
Ülkesine, insanlara ve oluşturduğu ideolojiye karşı hissettiği sorumluluk
duygusundan kaynaklanıyor bence mücadeleciliği. Kenara çekilip sadece akil
adam olmak gibi bir beklentiye karşılık, yapacağı şeylerin olduğuna inanması,
çaba harcaması ve bunu son anına kadar hiç bırakmaması
[2]
Milli Çözüm Dergisinin yazılarından ve Erbakanla
ilgili yayınlarından etkilenen Japonyanın önemli bir düşünce kuruluşunun
İstanbul temsilcisi Dergimizi arayıp görüşmek ve Japonyada konferans verdirmek
istediklerini aktarmışlardı. Daha sonra Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin
Erbakanı ve Erbakanın dünya siyasetine yön verici atılımlarını dikkatle
izleyen ülkelerin başında gelen Japonyanın günlük 10 Milyon tirajlı YOMİURİ
SHIMBUN gazetesi 1997 yılından bu yana yayınladığı 20. Yüzyıla Bakış isimli
yorum-Analiz dizisinde Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakanın
görüşlerine, yorumlarına ve bilgilerine yer vermeyi kararlaştırmıştı.
Bizzat İstanbul Büro şefi Mr. Koji Sakurai tarafından
yazılı olarak Erbakan Hocaya ulaştırılan röportaj teklifi Erbakan tarafından
kabul edildiğinde YOMİURİ SHIMBUM gazetesi İstanbul büro şefi yapacağı
söyleşiden dolayı oldukça mutluydu.
Koji Sakurai İslâm âleminde ve tüm dünya devletlerinde
ilgiyle izlenen bir bilim ve siyaset adamının fikirlerini, görüşlerini, yorum
ve eleştirilerini Japon halkına ulaştırabilmenin heyecanıyla 05.09.2000
tarihinde geldi Altınoluk Beldesine, Erbakan Hocanın yazlığına.
Günlük 10 Milyon tirajlı YUMİURİ SHIMBUM gazetesinin
Röportaj teklifinde şu satırlar yer almaktaydı:
Ekselansları Necmettin Erbakan
YUMİURİ SIMBUM Gazetesi 1997 yılından beri 20.
Yüzyıla Bakış isimli bir yorum / analiz dizisi yayınlıyor. Bu çerçevede
sizinle geçtiğimiz 100 yılı tahlil eden, devrimleri, savaşları, endüstriyi,
bilimi, felsefeyi ve yaşam sitilini içeren çok geniş ve kapsamlı bir görüşme
yapılması istenmektedir.
20. yüzyılın tarihi olaylarını takip etmek ve gelecek
nesillere aydınlatıcı mesajlar vermek için bir program hazırlıyoruz. Zatı
âlinizin görüş ve yorumlarını önemsiyoruz ve öğrenmek istiyoruz diyerek
yaptıkları uzun röportajın bir özetini şöyle sunmuşlardı:
Erbakana göre: 20. Asrın Özet Yorumu
Önce bir defa yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar şu
gerçekleri açıkça ortaya koymuştur. 20. asır yeryüzündeki insanların
istedikleri manada barış, huzur, saadet ve sükûn asrı olmamıştır. Birçok
huzursuzluklar, savaşlar olmuştur. İnsanlar istedikleri saadete
kavuşamamışlardır. Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar gösteriyor ki,
insanlar saadet ve huzur aradıkları 20. asırda hüsrana uğratılmışlar,
yanılmışlardır. İçinde bulunduğumuz asırda, yukarıda yapmış olduğumuz
açıklamalar şu gerçekleri ortaya koyuyor: İnsanlar bu asırda tahakküm ve
diktadan hayır gelmeyeceğini görmüşler, baskıdan hayır gelmeyeceğini
öğrenmişlerdir. Bütün bunların sonucunda insan hakları, demokrasi ve hürriyete
özlem duymuşlardır.
İkinci olarak; insanlar bu asırda ümit olarak ortaya
atılan ve fakat sadece gözyaşı, ıstırap ve kan getiren materyalizmin iflâsını
görmüş ve yaşamışlardır. Bundan başka üçüncü olarak; 20. asır boyunca İslâmı
düşman görüp ortadan kaldırmak isteyenler bunu başaramamış ve bunun mümkün
olmadığını anlayarak bir arada yaşamayı öğrenmek mecburiyetinde kalmışlardır.
Dördüncü olarak; sömürü yapmak mümkündür bunu
görmüşler ancak bu insanlara saadet getirmemiş, milletlerde gerginliği
arttırmıştır.
Beşinci olarak; bu asırda insanlık çifte standarttan
fayda gelmeyeceğini, saadet için adaletin gerektiğini ve aynı zamanda
tekebbürden faydalar sağlanamayacağını, saadet için eşitlik olması lâzım
geldiğini ve çatışma değil, tahakküm değil, diyalogun esas alınması gerektiğini
acı tecrübelerle tekrar tekrar yaşayarak görmüşler ve anlamışlardır. Ve nihayet
Altıncı olarak; 20. asırda insanlar çevreyi daha iyi tanımış ve
bilgilenmişlerdir. Bu asra girerken çevreyi sınırsız, istediği gibi istismar
edilebilir olarak düşünüyorlardı. Fakat bu asırda bir yanda endüstri, bir yanda
hava kirliliği, diğer yandan ormanların tahribatı ve bunun sonucu doğal
dengenin bozulması meydana geldi. Doğal dengenin bozulması karşısında insanların
örgütlenerek Çevreyi düşmanlardan korumak lâzımdır fikrinin oluşması ve
gelecek nesillere korunmuş bir çevre bırakılması bilincinin yerleşmesi 20.
asrın insanlara kazandırdığı en önemli şuurlanmadır, çevre aşkıdır.
İşte şimdi bu gerçekler açısından baktığımız zaman
sonuç şudur ki, 20. asır tam bir deneme, ders alma asrı olmuştur. Bu asırda
insanlık bütün gücünü, menfileri, olmaması lâzım gelenleri, yapılmaması icap
edenleri gerçekleştirmek istemiş, elinden gelen her türlü gayreti göstermiş
fakat bunların sonunda hüsrana uğramış ve menfilerle bir saadete
ulaşılamayacağını açık bir şekilde göstermiştir. Şimdi artık bu denemelerden
sonra 21. asra girdiğimizde hiç kimsenin ders almamış durumda olmaması gerekir.
Yani bir insan halâ baskı ve Faşizmden sonuç alınır, hayır gelir zannederse çok
yanılır ve 20. asırdan ders almamış olur. 20. asır baskı ve faşizmin değil,
Demokrasi ve Hürriyetin ancak insanlara saadet getireceğini göstermiştir, Aynı
şekilde İslâmı ortadan kaldırmak zihniyetinin de insanlara saadet
getirmeyeceği, ne İslâmı, nede başka bir topluluğu ortadan kaldırmak doğru bir
yol değildir. Saadet bir arada yaşamak ve işbirliğindedir. İşte 20. asır baştan
sona bu dersle doludur.
Sözün burasında bir defa daha tekrar ediyorum. 21.
asra girdikten sonra hâlâ bu fikirlerin saplantısı içinde olanlar varsa, onlar
20. asırdan ders almalıdırlar ve bu sapık fikirlerden vazgeçmelidirler. Aynı
şekilde 20. asır sömürüden saadet ve huzur gelmeyeceğini, ekonomide işbirliği
ve adil şekilde münasebetlerin kurulmasından saadet geleceğini açık bir şekilde
gösteren sayısız derslerle doludur. 20. asrın bu kadar açık derslerinden sonra
21. asra girildiğinde hâlâ çifte standarttan, tahakkümden ve tekebbürden sonuç
alınacağını zannedenler varsa bunlar yanılmaktadırlar. Kendilerini bir an evvel
düzeltmeleri lâzım gelir. 20. asır onun için gerekli dersleri fazlasıyla ihtiva
etmiştir. Ve nihayet 20. asırdaki bunca acı denemelerden sonra hâlâ 21. asırda
insanlar çevreyi sınırsız zannederlerse ve hoyrat bir şekilde bunu kullanmaya
kalkarlarsa bunun sadece kendi nesillerine değil, gelecek nesillere de yapacağı
en büyük haksızlık olduğunu idrak etmelidirler. Bunu idrak etmeyen insanlar
mutlaka 20. asrı yakinen tanımalıdırlar.
Sonuç olarak 20. asır; insanların saadeti için D-8lerin
bayrağındaki 6 tane yıldızın gösterdiği yolda yürümek gerektiğinin baştan sona
kadar delilleriyle ispat edildiği bir asır olmuştur. Bundan dolayıdır ki, 20.
asrın 21. asra en önemli hediyesi D-8ler hareketidir.
Erbakan Hoca Mısırdaki mazlum müminlerin
mahkemelerini bile bizzat takip ediyor ve sahip çıkıyordu
Bizim liderimiz bizi düşünmüş sizi göndermiş idam
etseler de gam yemeyiz.
1995 te bir akşam hocamızın özel kalem müdürü
telefonla aradı. Hoca sizi bekliyor dedi. Ben de Meclisten Genel Merkeze geldim.
Hoca bize özetle Müslüman Kardeşler teşkilatının üst düzey yöneticilerinin üç
yıl önce Amel (işçi) Partisinden seçimlere katılmak istemeleri üzerine
tutuklanarak idam talebiyle yargılandıklarını ve bizim de onları mahkemede
savunmamamızı istedi. (Tabi bu arada, Mısır mahkemesinde nasıl savunma
yapılması gerektiğini de öğretmişti) Ertesi günü havaalanında tarifeli uçak
beklerken Hocamın Özel Kalem Müdürü bize bu iş için özel bir uçak kiraladığını
ve uçağa binmemizi istedi. 6 kişilik bir jet uçağı idi, uçağa bindik bir pilot
üç milletvekili Kahireye geldik. Çıkışta bizi karşılamak üzere Hasan el
Bennanın oğlu Avukat Seyfülislam el Benna ve El Ezher Üniversitesinde okuyan
üç Türk öğrenci bekliyordu. Ertesi gün sabah bizi otelden aldılar, duruşmanın
yapılacağı Askeri mahkemeye götürdüler. Orada duruşma başlamadan önce
tutukluları getirdiler büyük arabaların içinde aslan kafeslerine benzer
kafeslerde idiler. Raylı bir bölmenin dışı yine parmaklıklı idi. Tutukluların
kafesleri bu raylar üzerinden mahkeme salonuna getirildi. Ben yanlarına gittim
aramızda bir metre mesafeden fazla boşluk vardı. Onlara bizi
Türkiyeden Necmettin Erbakan gönderdi, sizi mahkemede savunacağız bizler onun
milletvekilleriyiz dedim. Bu sözlerimi Türk öğrencilerden biri
Arapçaya tercüme etti. Birden büyük bir ağlama sesi duyuldu. Hepsi ağlıyordu.
Bir şeyler söylüyorlardı. Niçin ağlıyorlar ne söylüyorlar? diye sordum bana
dedi ki: Bunlar sevinçten ağlıyorlar. Diyorlar ki bundan sonra bizi
idam etseler gam yemeyiz. Bizim liderimiz İslam Davasının rehberi Aziz Erbakan
Hocamız bizi düşünmüş bize sizleri göndermiş. Bugün bizim bayram günümüzdür
karar ne olursa olsun artık umurumuzda değil dedi. Onların
ağlaması beni de hislendirdi ve onlarla birlikte ağlamaya başladım. Sonra mahkeme
heyeti geldi. Bizler dilekçemizi verdik Türkiyeden geldiğimizi baroya kayıtlı
avukatlar olduğumuzu sanıkların vekâletlerini bilahare alacağımızı mahkemede
savunma avukatları olarak kabulümüzü istedik. Mahkeme heyeti Mısır hukuk
fakültelerinden birinden mezun olmadığımızı ve Mısırda baroya kayıtlı
olmadığımızı ayrıca Mısır vatandaşı olmamamızdan dolayı talebimizi reddetti. Bu
kez ben o günlerde almış olduğum Uluslararası Af Örgütünün üye kartını
mahkemeye sundum. Duruşmaya gözlemci sıfatıyla kabulümüzü istedim. Tercümanlar
tercüme ettiler. Mahkeme üye kartıma baktı sonunda gözlemci olarak bizi
mahkemeye kabul ettiler ve duruşma başladı. Sonunda duruşma bitti ve mahkeme
heyeti odalarına çekilirken ben yerimden fırladım son üye içeriye girerken
yetiştim. Kapıyı kapatırken ayağımı kapının arasına koydum bana memnu memnu
dedi. Ben de yanıma gelen Türk öğrenciye Bu hâkime söyle bu yargılama dünyanın
hiçbir yerinde olmamaktadır. Siz sivil şahısları sivil suçları askeri mahkemede
yargılıyorsunuz ortaya konulan deliler de geçersizdir. Bir binaya giren herkesi
idamla yargılıyorsunuz. Ancak binanın önüne bir levha dikmemişsiniz bu kapıdan
giren idam edilir diye söylediklerimi çevirmesini söyledim. Bu arada gürültüye
diğer hâkimlerde geldiler. Bende bunları dedikten sonra eğer bu hususta
görüşmezsek önümüzdeki duruşmaya en az on avukatla ve insan haklan
örgütleriyle, af örgütüyle katılacağımızı bu konuda Mısırın adalet sistemini,
adil yargılama haklarını ihlal ettiğini tüm dünyaya duyuracağız dedim.
Sözlerim tercüme edilince mahkeme heyeti başkanı bize şimdi gidin yarın buraya
gelin görüşelim dedi. Biz de mahkeme binasından ayrıldık. İkinci gün tekrar
mahkeme binasına geldik. Mahkeme başkanının odasında oturduk hâkimler gelmişti.
Bu konuda daha önce bu şahısların sivil mahkemede yargılanıp beraat ettiklerini
bildiğimizi kendilerine anlattık. Onlara yeni teklifimizin bu tutukluların
yattıkları süre de göz önünde tutularak kendilerine üç yılı geçmemek üzere ceza
verilsin ve tamamı tahliye edilsin teklifine onlar da olumlu baktılar. Bir
sonraki duruşmada bu kararı vereceklerini ifade ettiler. Biz de Ankaraya
döndük. Durumu hocamıza anlattık memnun oldu mahkemeyi takip etmemizi istedi.
Bir sonraki duruşmada her birine dediğimiz gibi tutukluluk süreleri kadar ceza vererek
salıverildiklerini öğrendik.[3]
Erbakanın Türk Cumhuriyetlerini ziyaret notları:
Türk Cumhuriyetlerinin yeni yeni bağımsızlıklarını
kazandığı bir dönem
Yıl; 1992.
Milli Görüş lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Refah
Partisi Genel Başkanı olarak kalabalık bir işadamı, milletvekilleri,
gazeteciler ve yabancıların bulunduğu bir heyetle Türk Cumhuriyetlerine sefere
çıktı. Heyette kimler yok ki; O dönem Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan,
bugünün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğandan tutun da milletvekilleri Zeki
Ergezen, Lütfi Esengün, Ömer Ekinci, Şinasi Yavuza, genellikle İstanbul
çevresindeki iş adamlarından yapancı misafirlere kadar… Erbakanın Milli
Görüşü anlatmak için yola çıktığı Orta Asya seferi esasen ilginç bir
yolculuktu.
Erbakanın Azerbaycandan sonraki hedefi
Kırgızistandı.
Erbakan, dönemin Kırgız Başbakan Yardımcısı
Erkibayevle bir araya geldi. Ve aralarındaki diyalog dinlenmeye değerdi;
Erbakan: Hayat
iman ve cihattır. İslam Birliği kurulacaktır. Komünizm ve kapitalizm insanlara
mutluluk getirmekten uzaktır. Onun için gelin Adil Düzeni kuralım. Yeni Dünya
Düzeni Siyonist Planın bir parçasıdır. ABD bütün dünyayı kendisine köle yapmak
istiyor. Müslümanlığı yok etmek istiyor.
Erkibayev: Biz
devlet olarak bu meselelerle uğraşmıyoruz. Bir ilmi toplantıda bunları
anlatabilirsiniz.
Erbakan: Bunların
konuşulmasından mı korkuyorsunuz?
Son durak Türkmenistan!
Erbakan burada da Türkmenistan Meclis Başkanı Muradof
Sehatnibeçoviçle bir araya geldi. Türkmenistan Demokratik Partisi Birinci
Sekreteri Oncuk Masayev ile de görüştü. Milli Görüş lideri Prof. Necmettin
Erbakanın çıktığı Türk Cumhuriyetleri gezisi bu şekilde geçti. Erbakanın tüm
görüşmelerde gündeme getirdiği Asya Kalkınma Fonu ile Asya Sosyal Kalkınma Fonu
ise tutanaklara girdi. O yıllarda bu ülkelerin ziyaret edilmesi ve birtakım
önerilerde bulunulması çok çok önemliydi ve Erbakan da üzerine düşeni
fazlasıyla yerine getirdi.
Erbakanın Türk Cumhuriyetleri gezisine İslam
ülkelerinden davet edilen bilim ve devlet adamları:
Eşref Muhammed, Halim Gaffar, Ahmet Fettuh Abdulhadi,
Enver Hasan Şahata, Mithat Ahmet El Haddat, A. Muh. Ebul Vefa Abdulgaffar, Amr.
Mehdi Salih, Tahir Muhammed Şerkez, Abdullah Ahmet Cubran, Mustafa Tahhan,
Sabri Anuşe, Hamidi Rahim Tur, Muhammed Haşim, Ahmet Kemal, Dr. Tevfik El Şawi,
Süleyman Nasır Basahel, Kamil Selam Daks, İmam Hasan Baturcu, Dr. Muhammed
Jamjum, Mazim Muhammed Baturcu, İsmet Hasan Baturcu, Muhammed Suphi Tatari, Yasin
Abdullah Kadi, Usame Muhammed Halvani, Abdurrahman Ba Fadli, Ömer Salih El
Amudi, Seyyit Hamit Jameel, Dr. Y. Ahmet Khairy A. Rahman, Dr. Mahmoud Badr
Abdel Baset, Zübeyr Muhammed Kadı, Dr. Muhammed Ömer Zübeyr, Mahmut Muhammed
Baturcu, Süleyman Racihi, Süleyman Harici, Suud Hafız, Macit Osman, Zeyd El
Şebibi, Prof. Dr. Tevfik Kuseyr.[4]
Rahmetli Rauf Denktaşın itirafı: Kıbrısı Erbakan
Kurtardı
Büyük katliamlar altındaki Kıbrısa Barış Harekâtı
kararını vererek Kıbrısı kurtaran Erbakandır. Barış harekâtının 22. yılında
Başbakan olarak Adada bulunması bizim için büyük bahtiyarlıktır.
İslam Dünyasının Lideri hicretinin ikinci yılında
Erbakanı anma toplantısında tanıdıkları Hocalarını anlatmışlardı.
Konuşmacıların yaptıkları yorumlar, yoğun duygusal atmosferlerin oluşmasına yol
açmıştı. Sempozyuma, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejatta bir mesaj yollamıştı.
Ahmedinejad D-8lerin öncüsü ve mimarıydı
Erbakanı, D-8lerin öncüsü ve mimarı olarak
nitelendiren Ahmedinejat, Erbakanın bütün hayatını adalet ve refah üzerine
oturtulan, Adil Bir Dünyanın kurulmasına adadığını hatırlatmıştı. Kuşkusuz
Merhum Erbakan çağdaş Türk tarihinde Türkiye halkının izzeti ve refahı için
derin kalıcı izler bırakmış bir şahsiyettir. Kendi siyasi ve itikadi
ideallerini izlerken gösterdiği azim ve kararlılığı, çalışkanlığı ve istikrarlı
tutumu, Merhum Erbakanın geride iyi bir nam bırakmasına, isminin sürekli
olarak iyilikle anılmasına neden olmuştur. Merhum Erbakan, gerginlik,
ayrımcılık ve çatışmalardan uzakta ve hep ileriye doğru adımlar atan küresel
çapta bir adalet toplumuna ulaşmak hedefiyle, ortak çalışma ve dayanışma
anlayışı içerisinde uluslararası düzen üzerinde olumlu etkiler bırakacak bir
teşkilatın, yani üyelerini İslam dünyasının önde gelen ülkelerinin oluşturduğu
D-8 Grubunun öncüsü ve mimarıydı. Erbakanın temelini İslam inancından alan
adalet ve insan severliğe olan yaklaşımı, kendisini emperyalist ve Siyonist
mihraklarla sürekli bir mücadeleye sevk ettiğini bildiren Ahmedinejad, merhum
Erbakanın bölge halklarının sevgi ve sempatisini kazanmasının en önemli
nedenini bu düşünce ve yaklaşım oluşturmaktadır Diyen Ahmedinejat, ancak Onun
projeleriyle İslam dünyasının ve insanlığın huzura kavuşacağını vurgulamıştı.
Kemal Hatip: Filistin onun en önemli davasıydı
Filistin İslami Hareket Başkan Yardımcısı Kemal Hatip:
Filistin davası onun en önemli davasıydı. O şunu çok iyi biliyordu, ümmetin
onuru Kudüsten geçiyordu. Kudüs işgal altındayken ümmetin onuru da işgal
altındadır. Erbakan, aynı zamanda ümmetin şeyhi idi. ABD Başkanı Barack Obama,
İsraili ziyaret ederek Mescidi Aksaya gelecek. Siyonist İsrail, Obamadan
önemli mesajlar bekliyor. Ancak biz buradan haykırıyoruz; Mescidi Aksa 144 bin
metrekarelik alanı ile taşı ile kapıları ile 7 kat semaya kadar
Müslümanlarındır. Yahudilerin bir karış bile hakkı yoktur. Ancak bunu
rüyalarında görürler. İnşallah yakın bir zamanda Filistin İslam hilafetinin
Başkenti olacaktır
Kudüse iki parti feda etmiş lider konumundaydı!
Peki; Filistin davası ve HAMASın mücadelesi, sadece
Kudüsün kurtarılması mücadelesi değil aynı zamanda Siyonizmin bütün dünyayı
köle yapmasına karşı İslam âlemi ve insanlığın kurtuluşu mücadelesidir diyerek
gizli açık Filistin davasına bir ömür en büyük desteği veren Erbakana
karşın… Erbakan çağımızın Abdülhamitidir. Dünya Müslümanları Siyonizmi
ondan öğrendi. Filistin davasına en çok o sahip çıktı. Hayatı boyunca Siyonist
İsrail işgaline karşı insanları uyardı ve İslam dünyasını birleştirmenin, tek
çatı altında toplamanın yolunu öğretti. Onu hiçbir zaman unutmayacağız diyen
HAMAS Lideri Halid Meşal, Liderlerin Hocasını Kudüsün Bayraktarı ilan
ederken kalbinde taşıdığı heyecana ne demeli?
Filistinin Hamisi Erbakandı!
Hamdavi: Düşüncelerini ve ideallerini hayata
geçirmeye çalışmalıyız
Bu oturumda konuşan Fas Tevhid ve Islah Hareketi Genel
Başkanı Muhammed Hamdavi, şunları kaydetti; Necmettin Erbakan, ümmetin bütün
dertleriyle dertlenen değerli bir şahsiyetti. Bütün ömrünü ümmetine, insanlığa
hizmete adamıştı. Bu yolda çok engellere baskılara hapislere maruz kaldı ama en
önemli özelliği asla yılmadı, asla vazgeçmedi. En büyük ideali İslam dünyasının
birleşmesiydi. Bu yolda da ciddi mesafeler kat etti. D-8 bunun örneğidir. Bundan
sonra bize düşen Erbakanın düşüncelerini, ideallerini, hayallerini hayata
geçirmek için çalışmaktır
Masri: D-8in fiili babasıydı
Lübnan Cemaat-i İslami Başkanı İbrahim Masri,
Erbakanı şu cümlelerle anlattı: D-8in fiili babasıydı. D-8 şu anda ihmal
ediliyor. Bunu tekrar canlandırmamız gerekiyor. Müslümanların dertleri ile
dertlenen bir insandı. İslam dünyasını daha iyi bir noktaya getirmek için
mücadele etti. Bu yolda engellerle karşılaşsa da canlılığını hiçbir zaman
kaybetmedi. Almanyada edindiği bilgi ve tecrübesi ile Türkiyede ağır sanayide
ve harp sanayisinde büyük adımlar attı
Ali Çavuş: Gerçek bir ilim erbabı ve örnek bir devlet
adamıydı
Sudan Müslüman Kardeşler Başkanı Ali Çavuş, Erbakanı
ümmeti ıslah etme çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Ömer Bin Hattab ilk
ıslahçıydı. Hasan el-Benna tebliğ ve metotçuydu. Erbakan ise bir devlet
adamıydı.
Devletin önemini biliyordu. Buradaki sıkıntıdan dolayı
devlet yapısı üzerine yönelerek parti kurdu ve hükümet liderliği yaptı. İlme ve
bilimsel çalışmalara büyük önem verirdi. İnsani yardımları ihmal etmezdi
Gulam: Hudeybiyeyi çağımızda ilk uygulayan lider
konumundaydı
Moritanya Tawassoul Partisi Genel Başkan Yardımcısı
Muhammed Gulam: Erbakanın İslam projesinde karmaşa ve çatışmadan uzak bir metodu
görmekteyiz. Allahın bu ümmete bir hediyesi olan Erbakanın metodunu ben Hz.
Yusuf deneyimi diyorum.
Hudeybiye anlaşmasının fıkhını anlayan değerli bir
şahsiyetti. Hudeybiye sadece Erbakan döneminde uygulandı. Modern devletle
Hudeybiye anlaşması imzalamıştır. 1970li yıllarda Erbakanın iktidar deneyimi
olmasaydı bugün birçok İslam ülkesinde bu ağır laikliğe karşı deneyim
kazanamazdık. İslam tarihini çok iyi biliyordu.
İslam Birliğini oluşturacak çekirdekleri bir araya
getirerek bu amaca hizmet etmiştir. Bu hilafetin bir başka anlamıydı. Kişiliği
ve vakur duruşu ile ümmete ciddi katkılarda bulundu.
Gazze Hükümeti Başbakanı Haniyyenin temsilcisi olarak
sempozyuma katılan Gazze Hükümeti Eski Sağlık Bakanı Dr. Besim Naimi, Size
Esir Mescid-i Aksadan selam getiriyorum diyerek söz aldı. Naimi, Her
Filistinli Erbakanı seviyor. Biz Filistinliler Erbakana Filistinin Hamisi
sıfatını verdik. Eğer Türkiye çok değerli bir insanı kaybettiyse Türkiyeden
sonra bu değerli insanı kaybeden ikinci ülke Filistindir. Filistin halkı adına
konuşmak büyük sorumluluktur. Erbakanın ne anlama geldiğini anlatmak çok zor
bizim için. Erbakanın yaptıkları sıradan değildir. Siyonizme karşı Filistini
savunmak için yaptıkları bir ekoldür. Erbakan, ümmetin kendi uygarlık rolünü
tekrardan kazanmak için geçtiğimiz yüzyılın ortalarında ciddi çalışmalar yaptı.
İslam hilafetinin son devletinin yıkılmasından sonra bunu yapmak her yiğidin
harcı değildir. Kendisi tek başına bu yükü üstlendi dedi.
İslamın parlayan yıldızıydı
Moritanya Alim Yetiştirme Kurumu Başkanı Hasan Deddo
ise konuşmasında Erbakanın yaptığı icraatların sonsuza kadar yaşayacağının
altını çizerek, 1974 yılında tanıdım kendisini. Bu şahsiyet çevremizde
tanınmaya başlandı. Kendisinden büyük oranda istifade ettik kendisinin engin
görüşlerinden faydalandık ve Moritanyaya 1990 yılında gelmişti ve Müslümanlara
çok katkısı olmuştu. Erbakan, ümmetin kendi kendini değiştirmesi için
uğraşıyordu. Ve gençlere önem veriyordu. Ve birçok gencimiz bizim ülkemizde
Avrupaya gitmeye ve orada iyi bir hayata sahip olmaları ve kendileri ve
aileleri için yaşamayı arzulamaktaydı. Bu bizim dönemle bilinen bir durumdu
ancak Necmettin Erbakan gibi zatlar sadece kendini ve kendi ailelerini düşünen
insanlar değil, bu şekilde davranmamakta bütün ömürlerini ümmeti için
harcamaktadırlar dedi. O İslamın parlayan ve sönmeyecek olan yıldızıydı!
İki ABD seyahati, Farrakhan ve Erbakan!
1991 ve 94te Refah Partisi Genel Başkanı ve
2000lerde Türkiyenin siyasi yasaklı lideri olarak Erbakan, her ırktan
toplamda 7 milyon Müslümanın yaşadığı Amerika Birleşik Devletlerini tam üç
kez ziyaret etti. ICNA ve ISNA diye Kuzey ve Güney Amerika Müslüman
birliklerini, özellikle iki partili Amerikan seçimlerinde ortak hareket
etmeleri noktasında çeşitli temaslarda bulundu.
90lı yıllar, aynı zamanda PKK terör örgütünün
Türkiyenin canını çok acıttığı yıllardı. Çekiç Güçün, PKKya yardım ettiğini
o zaman ki Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş bile açıklamıştı. Aynı 1995li
tarihlerde, Erbakan Hocanın, Natifon of İslam (İslam Milleti) diye bilinen
siyahî Amerikan Müslümanların Lideri Louis Farrakhanı Türkiyeye davet edip
Ankarada görüşmesi Türk basınında olay olmuştu. Vay efendim, Erbakan
Amerikada sakıncalı ilan edilen bir hareket önderi ile nasıl görüşürdü.
Halbuki Batıda ve bütün İslam dünyasında rejim muhalifi diye bilinen onlarca
hareket ve liderleri o ülkelerin başına getirmek, hile rejimleri ve köle
düzenlerinin Adil Düzenlere evrilmesiydi zaten inananların önderinin işi.. İşte
Mısır, işte Fas, işte Tunus, işte Filistin, işte Pakistan.. Kalanlar da
sırasını bekliyor..
Hoş Batılı dostların!, PKK elebaşları ile kırmızı
hat kurmaları, hatta eğitim vermeleri sanki diplomatik ilişki gibiydi o
yıllarda adeta. Bakmayın şimdi ağız değiştirmelerine. Erbakan Hocanın bu
görüşmesinden sonra, 16 Ekim 1995 yılında Million Man March olarak bilinen 1
milyon Afro-Amerikalının ırk ayrımcılığına karşı Beyaz Sarayın önündeki ünlü
protesto yürüyüşü dünya gündemine bomba gibi düştü. Beyaz Sarayın önünde canlı
yayın yapan Amerikan televizyonları, böyle büyük çaplı bir yürüyüşün
Erbakan-Farrakhan görüşmesinden sonra vuku bulmasının tesadüf olmayacağını
belirtiyorlardı.
Sonrasında Refahyol Hükümetinin Başbakanı Erbakan,
Çekiç Güçün süresini uzatmayarak okyanus ötesine gönderiyordu. Zaten Çekiç
Güç, Amerika açısından da başarısızdı. Onca desteğe ve diplomatik teamüllere
bomba koymalara rağmen Kuzey Irakta, İsrailin Kürt devletini kurmayı
başaramamıştı(!) Eh, PKK da 2000lerin ortalarına kadar sessizliğe gömülmüştü
adeta!
Erbakandan Aliyanın Bosnası için silah fabrikası
1992de Sırp maşasıyla başlayan Bosnadaki Haçlı
katliamına karşı, İslam âleminde ilk önce Erbakanın Türkiyesi harekete geçti.
İslam Âleminin Mücahit Lideri, Bosna için Türkiyenin ilk insani yardım vakfı
olan İHHyı kurarak bölgeye gönderdi. Bosnalı Müslümanların ihtiyaçlarını
gidermek için de Avrupa Milli Görüş teşkilatları, Milli Gençlik Vakfı gibi
kurumlarını seferber etti.
Bosna ordusunun savunma ihtiyacını karşılamak için
Saraybosnadaki yağ fabrikasını roket ve silah atölyeleri olarak dönüştürmeyi
başardı. Bu yardımlara vefa amacıyla Bosna ordusu tarafından Saraybosna
kuşatmasını yarmayı başaran özel birliğe MGV adı verildi. Birçok Boşnak
komutan ise yapılan yardımlar nedeniyle silahlarının üzerine MGV ismini
kazımıştı. Avrupadaki Milli Görüş teşkilatları, Bosnadan göç etmek zorunda
kalan mültecilere evlerini açarak, gözleri önündeki drama tepkisiz kalan
dünyaya inat, örnek bir İslam kardeşliği tablosu sundu. Aliyanın Partisi
SDAya (Demokratik Eylem Partisi) siyasi teşkilatlanma, seçim çalışmaları
konusunda Erbakan Hocanın ekipleri eliyle eğitimler verip yönlendirdiğine
bütün Bosna yönetimi şahittir. Zaten, SDA yöneticileri de ülkesinde seçimleri
bu çabaların da desteğiyle kazandığını açıklamışlardı.
Doğu ve Batı Arasında İslam adlı eseriyle gerçekten
de bilgeliğini, mücadele dolu yaşantısıyla da ispat etmiş olan rahmetli İzzetbegoviç,
Bosna-Hersekin lideriydi. Bugün olanca Haçlı kinlerine rağmen Avrupanın
ortasında Müslüman Boşnak milleti ve bir Müslüman devlet var ise, bunun banisi
de Liderlerin Hocası olan Erbakan değil midir? Öyle olmasaydı şayet Aliya,
Bosnayı İslam Âleminin Liderine teslim eder miydi hiç?
Erbakanın talebeleri!
Karakış zemherinin iyice bastırdığı karlı bir akşamdı.
Mahalleden benim gibi on yedilerinde iki kardeş birden önümü kesti! Haftaya
bizimle Kırklar Camiinde bir sohbete davet ediyoruz! O kış boyu süren
sohbetler sonunda bir tıfıl olarak kendimi Anadolunun şirin ilinin en büyük
istasyon meydanında bulacağımı nereden bilebilirdim ki! 1989 Martında, şehrin
en büyük meydanında o beyaz yüzlü bilgeyi Mücahit Erbakan diye karşılarken bu
kadar heyecanlanacağımı nasıl tahmin edebilirdim? Meğerse asırlardır İlahi nura
susamış gönüllere, İslamı bir saadet nizamı olarak sunacak olana duyulan
hasretin ortak heyecanıymış
Gençliğin heyecanı değilmiş bizimkisi. O ilk kez
gördüğümüz bilge mücahit; Moroda Selamet Haşimiden, Fasta, oğluna
Necmettin adını koyan Saadeddin Osmanîye, Kafkaslarda Şeyh Şamilin
torunları Cevher Dudayevden, Mısırda İhvanın liderleri Muhammed Mehdi Akif,
Muhammed Bediiye kadar
İskoçya Norwichte Abdulkadir Es-Sufiden (Ian Dallas)
Afrika Sudanda Hasan Turabi, Ömer El Beşire varıncaya dek… Almanyada
doktora arkadaşı iken daha sonra Endonezyanın Cumhurbaşkanı olan Yusuf
Habibiden, Ortadoğunun büyük İslam âlimi Yusuf Kardaviye, El Ezher
şeyhlerinden (rektör), Tunus İslami Nahdadan Raşid Gannuşiye kadar
gönüllerde, ruhlarda bambaşka bir heyecanın ismiymiş Necmud-din.. Dünyanın
heyecanı demekmiş
Hani diyordu ya, Sizden bir tek heyecan istiyorum diye
Muazzam inkılâbın doğum sancıları
Maksadımız; dünya çapında yaşanan büyük değişime dair
yüreklere, beyinlere bir kıvılcım çakmak. İTÜden mezuniyet arkadaşlarının
ifadesiyle derya Necmettin, ümmetin inanan liderlerinin arzusuyla Hoca,
Müslüman gönüllerin şehadetiyle de Mücahit Erbakana dair kimin ne orijinal
bilgisi, hatırası, özellikle de bir kısmının ismini zikredebildiğimiz Dünya
İslami Hareketlerinin ve Liderlerinin Mücahit Erbakan Hocayla olan her türlü
ilişkilerinin, Erbakan Hocadan gördükleri maddi ve manevi desteklerin, eğitim
ve yönlendirmelerin yıl be yıl ortaya çıkmasıdır Hak mücadelenin destanının
yazılmasıdır
Gayretlerin artırılması
Hak gelince Batıl zail olur gerçeğinin zihinlere,
gönüllere daha kolay nakşedilmesi
Yeni Bir Dünyanın nasıl oluştuğunun gerçek
tarihinin böylece şekillenmesi… Bu kifayetsiz cümleler, şu ahir zamanda
yaşanan Büyük Milli Görüş İnkılâbının mahiyetine dair ufacık bir kapı
aralamaya vesile olursa eğer, büyük bir misyona hizmet etmiş olacaktır
inşallah. Bütün bu sayılan isim ve olayları yaratan, kuvvet ve kudretin mutlak
sahibi yüce Allahtan temennimiz, bu büyük inkılâba bir satır ile de olsa
hizmet edebilmektir…
Muhyiddini Arabîden Konyaya gelen zafer muştuları!
Çünkü tarihin en kırılgan ve önemli dönüm noktasında,
dünyanın en stratejik coğrafyasında, yalana teslim olmuş insanlığın geleceği,
dünya ve ahiret saadeti için Liderlerin Liderinin yaptıklarını ve amaçlarını
anlamaya bağlıdır. İsterseniz sözü asırlar öncesine ve hikmet kutbu
şahsiyetlere bırakalım: Erbakan Hocanın gerçekte neyi temsil ettiğine Selçuklu
payitahtı Konyada zikrettiği şu mealdeki sözleri, Erbakan kimdir, Milli Görüş
nedir sorusunun zamana bırakılmış yanıtı sayılmalıdır:
Milli Görüş, bütün insanlığın kurtuluş hareketidir.
Bundan asırlar önce Muhittin İbni Arabi Hazretleri de, insanlığın karanlığa
mahkum olduğu bir zamanda İkinci Kurtuluş Hareketinin Konyadan başlayacağını
müjdelemiştir. (Birinci Kurtuluş, Kâinatın
Efendisi (S.A.V.) ile başlayan ve 11 asır devam eden İslamın Aydınlığı
Dönemidir) EN DOĞRUSUNU ALLAH BİLİR…
Bak: takvimhaber.com, Erkan İlyas Helvacı
4 Mart 2013, takvimhaber.com
Fethullah Erbaş, 4 Mart 2013, Milli Gazete
Adnan Öksüz, Milli Gazete
http://www.millicozum.com/mc/haziran-2013/erbakan-devrimi-devam-