İsrail’e horozlananlar Diplomat mı, yoksa “diplomalı at” mı?
Sina yarımadasındaki devriye askerlerine ateş açıp dört tanesini öldüren İsrail’e Mısır, hemen ve sert bir ültimatom vermiş, bunun üzerine 24 saat geçmeden İsrail Mısır’dan resmen özür dilemiş ve tazminat ödeyeceğini belirtmişti.
Ama AKP iktidarının ve Dışişleri kadrolarının dişlerini defalarca saydıkları ve bunları hesaba katmadıkları için, mavi Marmara katliamında dokuz insanımızı, hem de uluslar arası sularda kahpece katletmelerine rağmen bir özür dilemeye bile tenezzül etmemişlerdi. Bunun üzerine yandaş ve yalaka medya tarafından kahramanlık gibi takdim edilen beş ana maddelik yaptırım kararı ise tek kelime ile gülünç düşmekteydi ve “dağ fare doğurdu” cinsindendi.
Neymiş:
1- İsrail’le diplomatik ikinci katip düzeyinde olacakmış… (yani resmen ve fiilen irtibat koparılmıyor.)
2- Askeri anlaşmalar askıya alınacakmış… (yani iptal edilmiyor)
3- Akdenizdeki gemiler Türkiye’nin güvencesinde olacakmış… (yani Akdeniz’de en uzun sahile sahip bulunduğumuz ve bölgenin en güçlü devleti olduğumuz halde, şimdiye kadar bu görevin İsrail tarafından yürütüldüğü itiraf ediliyor.)
4- Gazze ablukası BM kuruluna taşınacakmış… (oysa BM. Mavi Marmara raporunda bu ablukayı zaten haklı görüyor.)
5- Mavi Marmaraya yönelik saldırı mağdurlarına sahip çıkılacakmış… (peh peh peh.! kendi akıllarınca İsrail’e gözdağı veriliyor ve Türk kamuoyunun havası alınıyor.)
Şimdi azgın ve saldırgan Siyonistleri hizaya getirmek üzere, tedbir ve yaptırım diye, “Gazze ablukasını BM kuruluna taşımakla” tehdit eden şu AKP iktidarına ve Davutoğlu’nun kurmaylarına sormak lazım:
“Ya hu, sanki Siyonistler yazmış gibi açıklanan şu BM raporunda, İsrail’in Gazze ablukası haklı ve Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gönüllüleri suçlu sayıldığı ve üstelik Doğu Akdeniz’in bütün hâkimiyeti İsrail’e bırakıldığı halde, siz kalkıp İsrail’i BM’ye şikayet etmekle, kendinizi mi yoksa milletimizi mi aldatıyorsunuz?
Bu içi kof yaptırım ve horozlanmaların, tam bu süreçte, İsrail’in güvenliğini ve geleceğini korumak adına, İran’a karşı Türkiye’de konuşlandırılacak olan Füze savunma sistemlerine yönelik muhtemel tepkileri törpülemek ve dikkatleri suni kriz senaryolarına çekmek üzere gündeme taşındığını kimse anlamıyor mu sanıyorsunuz?
Herkes biliyor ki, İsrail, Amerika ve Avrupa’nın sayesinde şımarıp kuduruyor! Siz ABD ve AB’ye yaranmak için can atarken, İsrail’e ciddi ve gerçekçi bir tavır koyamayacağınıza, ahmaklar dışında herkesin aklı yatıyor, kimi kandırıyorsunuz?
Sabataist ve Mason İttihatcı Cemal Paşa’nın torunu Hasan Cemal; “Bundan böyle iki ülke birbirinin canını acıtmak için elinden geleni yapacak. Bu açıdan İsrail’in de eli uzundur. Türkiye’nin Amerika’yla ilişkilerini bozmak, Amerikan Kongresi’nde 1915 dahil Türkiye’yi ilgilendiren meseleleri kurcalamak, Kürt sorunu ve PKK konusunu azdırmak gibi manevra alanları vardır. İsrail Türkiye’nin canını acıtabilir.[1]
Diyerek aba altından sopa gösteriyor ve genlerinin gereği, İsrail hesabına Türkiye’yi uyarıyordu. Hasan Cemal bu sözleriyle, aynı zamanda, PKK ve Kürt sorununu kışkırtan ve Türkiye’ye karşı kullananların başında İsrail geldiğini de dolaylı biçimde itiraf ediyordu.
Hem BM’nin böyle bir rapor yayınlaması, AKP Türkiye’sini ciddiye almadığını açıkça gösteriyordu. Öyle ya, Belçika ve Romanya gibi gavurların bile kabul etmediği Füze Savunma Sistemlerini; Türkiye’yi İran’ın, hatta Çin ve Rusya’nın “Mecburi Hedefi” haline getirecek şekilde kendi ülkesine yerleştiren, üstelik komuta merkezi Almanya’da bulunacağından, asla müdahale fırsatı bile verilmeyen bir AKP iktidarını, bu kof kabadayılıklarını kim ve niye ciddiye alsındı…
Somali Sahtekarlığı ve Mazlumların İstismarı!.
Somali kan kusuyor bütün dünya susuyor, AKP ise ABD’ye taşeronluk adına yardımseverlik istismarı yapıyordu! ABD, Somali’yi Irak yapmaya hazırlanıyordu
ABD’nin soğuk savaş sonrasında tüm işgal girişimleri için kullandığı El-Kaide bahanesi bu kez de mazlum Afrikalılar için kullanılıyordu. Ortadoğu’daki kıskacı daha da daraltmak ve bölgede yükselen İslami dalganın etkisini kırmak amacıyla geniş çaplı bir işgal hareketine hazırlanan ABD, kendisiyle işbirliği yapmayan diğer Afrika ülkelerini de tehdit ediyor, BM ve AB’nin desteğini arkasına alan ABD, Afrika işgalinin startını veriyordu.
Somali’de özellikle son yıllarda yükselen İslami dalga dolayısıyla endişe kapılan ABD, Afrika işlerinden sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Jendayi Frazer’i Kenya Somali ve Etiyopya’yı kapsayan bir tura çıkarıyordu. ABD Dışişleri Sözcüsü Sean McCormack, “el-kaide dâhil aşırlık yanlısı örgütlerle bağlantısı olan Somali’deki İslamcı harekete mensup herhangi bir liderin Somali’den kaçması bizi endişelendiriyor. Somali’nin ve Afrika boynuzu’nun kıyılarında varlık göstererek bu kişilerin deniz yoluyla kaçmasını önlemeye çalışıyoruz” diyerek, Somali kıyılarındaki ABD donanmasının takviye edileceği sinyallerini veriyordu. ABD’li sözcü: “hem el-kaide’ye darbe vurmak, hem de Sudan, Darfur, Etiyopya, Eritre ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde sorunların aşılmasını kolaylaştıracak stratejik bir kazanım elde etmek istedikleri” yalanını dile getiriyordu.
Birleşmiş Milletler, 15 yıldır Batılıların çıkardığı bir istikrarsızlık içinde bulunan Somali’de iki yıl önce geçici bir hükümet kurmuştu. Bu hükümet, kabileler arası düşmanlığı sona erdirememiş ve ülkede hakimiyeti sağlayamamıştı. Başkent Mogadişu’yu kontrol eden “İslami Mahkemeler Birliği,” daha sonra ülkenin büyük kısmını kontrol altına alıyordu.
Somali hükümeti ve Etiyopya ABD güdümlü hareket ediyordu.
2004 yılında BM tarafından kurulan Somali geçici hükümetinin başına geçen ABD kuklası Abdullahi Yusuf, Etiyopya’nın önemli bir müttefiki sayılıyordu. Etiyopya’dan bağımsızlığını kazanan Eritre’nin ise, İslami Mahkemeleri Birliği’ne destek vermek amacıyla kendi askerlerini ülkeye sevk ettiği öne sürüyordu. Bu iddialara göre, Somali’de Etiyopya’nın sekiz bin, Eritre’nin ise iki bin askeri bulunuyordu.
Somali’nin güneyi ile Etiyopya arasında resmi ve uluslararası bir sınır değil, idari bir hat bulunuyor, sınırın iki tarafındaki aşiretler arasındaki akrabalık nedeniyle Etiyopya’nın çarpışmalara müdahalesi krizin bölgesel bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz kılıyordu.
Abizaid şimdi de Somali’deki savaşı başlatıyordu!
ABD’nin Irak ordularını komuta eden General John Abizaid, o sırada Etiyopya’ya gidiyor ve birkaç gün sonra Etiyopya ordusu ABD ile birlikte saldırıya geçiyordu. Ne ilginç değil mi? Somali’deki savaşla Lübnan ve Irak krizleri birbirini andırıyordu.
Böylece Orta Asya ve Ortadoğu’dan sonra üçüncü bir cephe açılıyordu. Afganistan, Irak, Lübnan ve Filistin’den sonra beşinci iş savaş, en az Yemen, Basra Körfezi ve Doğu Akdeniz kadar önemli olan bir başka coğrafya’da, Doğu Afrika’da, Afrika Boynuzu olarak nitelenen Somali’de başlatılıyordu. 11 Eylül’den hemen sonra Cibuti’de askeri üsler kuran Kızıldeniz’i abluka altına alan ABD, yine İslamcılar, yine terör, yine El Kaide argümanını bahane ederek bir ülkeyi daha işgal ediyordu. Ama bu sefer doğrudan değil, Somali’nin sınır komşusu Etiyopya askerleriyle bu işi yapıyordu. ABD tarafından eğitilen, silahlandırılan, finanse edilen Etiyopya askerleri Somali topraklarını işgal ediyor, havadan bombalıyor, ABD donanması da denizden kuşatıyordu. Bu süreçte ABD’nin hatırına, Somali’ye sahip çıkmayan Recep T. Erdoğan, daha sonra camilerden topladığı ramazan fitreleriyle, Somali’ye sözde yardıma koşuyor ve ABD işgalini kolaylaştırmaya çalışıyordu. Çünkü BOP’un eşbaşkanıydı ve 27 İslam ülkesinin parçalanıp sömürülmesi projesinde kâhyalık görevi bulunuyordu. Kendi itiraflarıyla: “Ilımlı İslamcı ve Haçlı Papalık misyonunun parçası olan Fetullahcı okullar ise, Afrika’nın her köşesinde Amerikan hakimiyetine ve kapitalizmin yerleşmesine zemin hazırlıyordu.
AKP’lilerin Hidayeti Nasıl Kararıyordu?
Konya Milli çözüm ekibinden bir kardeşimiz, Üniversiteyi Konya’da okuyan Elazığ’lı Mü… Geç… isimli, önceleri koyu Milli Görüşçü bir gencimize bayram tebriki münasebetiyle:
“Zalimleri desteklemeyin. Haçlı Emperyalistleri ve Siyonist Yahudileri dost edinip, onların himayesine ve hükmüne girmeyin”
Mealindeki ayetleri, cep telefonuna gönderiyorlar… Onun cevaben gönderdiği mesaj, AKP’lilerin ruh halini yansıtıyor ve rahmetli Erbakan Hoca’nın “Bunların hidayeti kararmış” sözünü hatırlatıyordu:
“Ben Saadet partili olmaktan vazgeçtim. Artık AK parti üyesiyim.”
Şimdi Kur’anı Kerim’den bir ayet okununca: “Ben artık Saadet partili değilim, AK parti üyesiyim” yanıtını vermek ne anlama geliyordu? Herhalde bunlar:
· Böyle ayet hadislerle, Milli Görüşçüler oyalanıp avunsun, biz AKP’liler “reel politik gerçeklere” inanıyoruz!..
· Biz AKP’liler, artık Kur’an ayetlerini ölçü ve örnek almıyoruz!…
o Uzun yıllar, ayet ve hadislere göre düşünüp davrandığımız dönemlere acıyoruz, pişmanlık duyuyoruz ve geçmişimizi inkar edip vazgeçiyoruz! anlamını taşıyordu.
Yani bu sözler: “Ey Milli Görüşçüler ve özellikle Milli Çözümcüler!
Siz İslam birlikçi, biz ise ABD’ci ve AB’ciyiz!
Siz Millici, biz işbirlikçiyiz!
Siz “önce ahlak ve maneviyat” düşünceli, biz “zinayı suç olmaktan çıkaran” zihniyetliyiz.
Siz Adil Düzenci, yerli ve milli sanayici; biz AKP’liler ise, faizci, rantiyeci ve İMF’ciyiz” gerçeğinin itirafı oluyordu.
Fakir ve iç savaşlarla harap olmuş Somali halkı perişanlık içinde kıvranıyordu. İslamcı gruplar, savaş ağaları ve terör örgütlerine rağmen ülkenin büyük bölümünü ele geçiriyordu. Çatışmalar sırasında ABD, İslamcılara karşı terör gruplarına açıkça finans ve silah desteği veriyor ve örtülü operasyonlarla bu çatışmada yerini alıyor, ama başarılı olamıyor, İslamcılar Mogadişu’yu ele geçiriyordu…
Daha önce İslamcılara karşıt grupları destekleyen ABD, bu sefer kendi eğittiği, finanse edip silahlandırdığı 15 bin kişilik Etiyopya ordusuyla Somali’yi işgal ediyordu. Peki nedir bu savaşın gerekçesi?
ABD, 1993 yılında Somali’ye binlerce askerin katıldığı kanlı bir operasyon düzenliyor, ama korkunç bir fiyasko yaşıyordu. Bu operasyon için “Black Hawk Down” adında bir film bile çevriliyordu. Beş ABD firması Somali topraklarının üçte ikisini petrol ve doğalgaz sondajları için fiilen işgal etmiş bulunuyordu. İşte Operasyon, bu şirketlerin çıkarlarını güvence altına almak için yapılıyordu.
Somali, tıpkı Yemen gibi, enerji güvenliği için kritik bir konumda yer alıyordu. Başkalarının kontrolüne geçerse ABD’nin Afrika-Ortadoğu bağlantısı tehlikeye giriyordu. 11 Eylül’den bu yana Afrika Boynuzu’nu askeri muhasara altına alan ABD ve müttefikleri, El Kaide ve terörle mücadele adı altında Kızıldeniz’i adeta işgal ediyordu. ABD’nin Afganistan’ı işgal gerekçesi neyse, Libya’ya müdahale gerekçesi neyse, Somali’yi kontrol etme gerekçesi de oydu… Ve işte Recep T. Erdoğan, yardımseverlik kılıfı altında ABD’ye taşeronluk yapıyordu.
O sırada ABD’nin Irak ordularını komuta eden General John Abizaid, Etiyopya’ya gidiyordu. Birkaç gün sonra Etiyopya ordusu ABD ile birlikte saldırıya geçiyordu. Ne ilginç değil mi? Tam da Çin Devlet Başkanı Hu Jintao’nun Kenya, Sudan ve Etiyopya’ya gidip enerji anlaşmaları yapmasından sonra bunlar yaşanıyordu.
ABD’nin Recep Erdoğan’ı olan Afrika kökenli Barak Obama’nın yuları Yahudi Lobilerinin elinde bulunuyordu
Türkiye’ye geldiğinde: “Ben de Amerika’daki pek çok ailede görüleceği gibi Müslüman kökenli kişilerden biriyim” diyerek Müslüman milletimize yaranmaya çalışan Barak Obama, aslında Amerika’nın Recep T. Erdoğan’ı konumunda bulunuyordu.
Barak’tan barış umanlar, yanılıyordu!
Yeni ABD başkanı (Yahudi Lobilerin Kuklası) Barak Obama ile aynı adı taşıyan yüzsüz Siyonist İsrail’in eski Savunma Bakanı Ehud Barak, ülkesinin, “İran’ın nükleer silah edinme çabalarını sürdürdüğüne inandığını” söylüyordu. Barak, dört ülkeyi kapsayan Orta Doğu gezisi kapsamında İsrail’e gelen ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’la görüşmeden sonra açıklama yaparak: İran’ın bir taraftan görüşmeler yoluyla dünyayı aldatmaya devam ederken, diğer taraftan da nükleer silah edinme çabalarını sürdürdüğünü ve İsrail’in bundan şüphesi olmadığını” ifade ediyordu. Barak, “Hür dünya liderlerinin de, gelecekle ilgili kararlarında dikkate alınması gereken bu tür gelişmelerin farkında olduklarına inandığını” ve alacakları tedbir girişimlerine destek çıkacaklarını belirtiyordu. Ehud Barak, İsrail’in İran konusundaki tutumuyla ilgili olarak da, “Daha önce de defalarca söylediğimiz gibi, İran’ın nükleer tehdidi karşısında hiçbir seçeneği göz ardı etmiyoruz” diyor ve diğer ülkelere de İran’a karşı her türlü tedbire hazır olmaları önerisinde bulunuyor, yani hem İran’ı hem de yandaşlarını açıkça tehdit ediyordu. Ve zaten Obama’nın Dış Bakanı kancık Clinton: “İsrail’in kendini savunma ve muhtemel tehditleri ortadan kaldırma hakkı bulunduğunu” vurguluyor, İsrail’in terörist başı Netanyahu ise “İran hizaya sokulmadan İsrail’in huzura kavuşmayacağını” söylüyordu.
Irak’taki Amerikan neo-con katliamı Moğol istilasına bile rahmet okutuyordu!
Tam o sırada Uluslararası Bağdat Sempozyumu için İstanbul’da bir araya gelen bilim adamları, Bağdat’ın içinde bulunduğu vahim durumdan kurtarılması için insanlığa çağrı yapıyordu.
Sempozyumun açılışında konuşan M.Ü. Rektörü Prof. Dr. Necla Pur, “Bu sempozyum herkes gibi beni de hüzünlendirip düşündürüyor. Dünyanın lideri olan sözde kültürün, paranın, her şeyin tek lideri olan ABD tarafından Bağdat’ın bugünkü haline getirilmesi, Moğollarca gördüğü istiladan çok daha ağır ve çok daha vahimdir” itirafında bulunuyordu.
Ve işte böyle bir süreçte, Siyonist katil Ehud Barak’la aynı soyadı taşıyan (Yahudi annesinden dolayı) Barak Obama Amerika’da başkan seçiliyordu. Hüseyin Barak Obama’nın, Annesinin kendisi daha bebek iken boşadığı Kenyalı zenci Müslüman babasından ötürü, İslam ve Afrikalı kökenini siyonistler istismar ediyordu. Oysa Yahudi merkezler için: kullandıkları, kirlenip yıpranınca da kağıt mendil gibi buruşturup atacakları kişilerin; siyah ve beyaz olmalarının, Müslüman veya Hıristiyan olmalarının hiç fark etmediği düşünülmeden, zavallı milyarlar bedava bayram ediyordu!
Ortaokul yıllarımızda Elazığ Başaran Kur’an kursunda özel ders aldığımız, sonra Medine-i Münevverede Kur’an-ı Kerim Kıraat üstatlığı yapan, iki gözü ama olmasına rağmen ilk, orta, lise ve üniversiteyi bitirip diploma alan Hafız Mustafa Albayrak Hocaefendi ilk eşinden ayrıldıktan sonra, oradaki bir zenci hanımla evleniyordu. Ziyaretine giden eski talebeleri:
“Hocam affınıza sığınarak ve haddimizi aşarak merakımızdan soruyoruz, önceki beyaz eşiniz mi, şimdiki siyah eşiniz mi daha güzel?” şeklinde bir şaka yapıyorlar. Mustafa Hocanın yanıtı bize, Yahudi Lobilerini hatırlatıyordu:
“Oğlum ben, sadece hizmet ve hürmetlerine, sadakat ve teslimiyetlerine bakıyorum. Çünkü kör olduğumdan, zaten güzel çirkin seçemiyorum!..” diyordu.
Obama, Sadece “maşa”lık yapıyordu.
Babası Hüseyin Obama Kenyalı, Luo Kabilesi üyesi bir zenci ve Müslümanlardan biliniyordu. Misyoner bursu ile Amerika’ya okumaya geliyor, burada beyaz bir Amerikalı (Yahudi asıllı) Hıristiyan bir kadınla evleniyor ve Oğluna Barak Hüseyin adını veriyordu. Çocukları çok küçükken karısı tarafından terk edilen Hüseyin Kenya’ya dönüyor, Obama’yı Yahudi asıllı sözde Hıristiyan annesi ve annesinin ailesi yetiştiriyor ve bu yüzden Hıristiyanlığı seçiyordu. Obama, “Amerika’da devrim” “zenci Lider” “Müslüman başkan” ambalajıyla, ezilen dünyaya sevimli gösterilmeye çalışılıyor ve bu sayede Amerika’nın kaybettiği prestiji tekrar kazanması hedefleniyordu. Oysa, Obama’nın, Müslüman ve mazlum Afrika’nın fethi için özel olarak seçildiği sırıtıyordu. Ve tabi esas hedef, BOP dayatmasıyla Afrika’nın Orta Asya’nın ve İslam Dünyasının kontrol altına alınması oluyordu.
Obama’nın, kendisinin bile unuttuğu Kenya ayağı ve baba tarafı karanlık ilişkileriyle biliniyordu!
Müslümanlığın Kuzey Afrika’da yayılması şöyle oluyordu.
İslam Peygamberi ve insanlığın kurtuluş rehberi Hz. Muhammed (SAV) Mekke’deki baskılar yüzünden 615 tarihinde damadı Osman bin Affan başkanlığında 11 erkek 4 kadın Müslüman Habeşistan’a yollamıştı. Habeş kralı Necaşi Eshame onları iyi karşılamış. Afrika böylece Medine’den önce İslam ile tanışmıştı. 639’da Müslüman Arap Ordusu’nun Mısır’ı almasıyla ve ticaret yoluyla İslam, Afrika’nın kuzeyinde yayılmaya başlamıştı. Araplar da yerli kadınlarla evlenip nesilleri karışmıştı. Bu yüzden Kenya’da bu nesilden siyah, beyaz ve melez bebekler doğmaktaydı. Melez olayı Amerika’dan çok önce Afrika’da yaygınlaşmıştı. Arapça ile yerli diller karışarak Arapça “sahil” anlamına gelen ve Obama ailesinin de konuştuğu Svahili dili ortaya çıkmıştı.
Obama ailesi Luo Kabilesine bağlıydı. Obama ailesi, Afrika’nın en büyük tatlı su gölü olan Victoria Gölü çevresinde yaşayan Luo kabilesine mensuplardı. Luo Kabilesi, bugün Sudan, Uganda, Kongo, Kenya, Tanzanya’ya yayılmış bulunan köklü bir kabile konumundaydı. Kenya’nın yüzde 13’ü Luo kabilesine bağlıydı. Luo’ların büyük çoğunluğu Hıristiyan, çok azıda Müslüman olmuşlardı.
Luo ve Kikuyu kabileleri niye çatışıyordu?
Luolar, Kenya’nın en büyük etnik grubu Kikuyular ile sürekli çatışıyorlardı. Luolar, içlerinde Müslümanlar da bulunan Kikuyular’a düşmandılar, ama nedense Somali’deki siyah renkli Yahudi kabilesi Yabirsler ile çok sıcak ilişkileri vardı. Luolar ile Yabirsler dinsel farklılık olmasına rağmen kız alıp veriyorlardı! Luo kabilesiyle yahudi Yabirsler’in ilişkisi eskiye dayanmaktaydı. Yabirsler Hz. Davud döneminde Somali’ye gelip Luolar ile ilişki kurmuşlardı.
Hıristiyan Luo Kabilesi, Yahudi Yabirs’lerle birlikte Amerikalılara zenci köle avlaması için yardımcı oluyordu.
Batı basınında son dönemde yayımlanan haberlere göre, Luolar Afrikalıları Yahudi Yabirsler aracılığıyla köle olarak Amerikalılara satmışlardı! Yani beraber köle ticareti yapmışlardı. Ve bu yüzden Luo Kabilesi, Batı ile oldukça iyi ilişkiler kurmuşlardı. Bu yüzden Afrika kabileleri Luolar’dan pek hoşlanmazlardı.
Barak Hüseyin Obama’nın babası misyoner bursu ile ABD’ye gidip okuyordu.
İşte Obama’nın babasının Amerikalı misyonerin bursuyla ABD’ye gitmesi bu kirli ilişkiye dayanıyordu. Seçim çalışmaları sırasında Obama hakkında sürekli, “Obama hiç köle olmadı” denilmesinin altında da bu yatıyordu. Bu propaganda ilginçti; sanki Afrika’da yakalanıp Amerika’ya köle olarak getirilmek ayıptı, ama Amerikalılarla işbirliği yapıp başkalarını köle diye satmak şeref sayılıyordu.
Kikuyu iktidarı Batı karşıtı ve bağımsızlıkçı olduğu için dışlanıyordu!
Kenya’nın yüzde 13’ünü Obama’nın kabilesi Luolar, yüzde 22’sini Kikuyular oluşturuyordu. Kenya bağımsızlığını kazandığından beri, Batı’nın “totaliter” olarak değerlendirdiği Kikuyular iktidarda bulunuyordu. Biraz da Sovyetler Birliği’nin desteği ile kısmen bağımsız bir duruş sergileniyordu.
Kenya’da Yahudi Soros darbesi gerçekleşiyordu.
27 Kasım 2007 seçimlerinde Kikuyu’ların adayı Mwai Kibaki, Luo’ların adayı ise Raila Odinga olmuştu. Odinga, Barak Obama’nın kuzeni sayılıyordu. Ama Devlet Başkanlığını Kikuyular kazanıyor, Obama ailesi kaybediyordu. Ancak Sırbistan, Gürcistan ve Ukrayna’da olanlar Kenya’da da tezgâhlanıyordu. Luolar seçime hile karıştırıldığı gerekçesiyle ayaklanıyordu. Ayaklanan Luoların başında, Barak Obama’nın kuzeni olan Turuncu Demokratik Hareketi lideri Odinga yer alıyordu. Odinga’nın arkasında ABD vardı, para yardımı ise Yahudi Soros’tan geliyordu. Luolar ile Kikiyuların çatışması sonucu bin kişi ölüyor, 200 bin kişi yerinden yurdundan oluyordu. Sonunda Kîbaki Devlet Başkanı, Odinga Başbakan yapılarak çatışmalara son veriliyordu.
Aynı Soros, ABD seçimlerinde de Obama’yı destekliyordu. Obama ile Odinga artık Kenya’da Turuncu devrimi tamamlamaya çalışıyordu. Soros desteği ile seçilen Obama ile yine Soros desteğinde Kenya Başbakanlığı koltuğuna oturtulan Odinga, şimdi el ele verip Kenya Devlet Başkanlığını da ele geçirerek Turuncu Soros Devrimi’ni tamamlamak, Kenya’yı kayıtsız şartsız ABD’ye bağlamak için hazırlık yapıyordu.
Hedef olarak Afrika’nın işgali amaçlanıyordu.
Hedef Afrika’ydı, bunun için de ilk hedef Kenya ve Somali seçiliyordu. Nasıl Orta Doğu petrolleri için yapılan Büyük Ortadoğu Projesi’nde ilk hedef Kuzey Irak ve ardından Büyük Kürdistan ise, Afrika Petrolleri için de ilk hedef Kenya ve Somali oluyordu. Afrika petrolleri ABD için çok önemli sayılıyordu. Çünkü uzun zamandır Çin, sağlam zeminlere basan bir Afrika politikası uyguluyordu. Çin’de geçen sene Afrika ülkelerinin katıldığı bir toplantı yapılıyordu. Çin, Afrika’da kalkınma projelerine yardım ediyor, batı gibi sömürü şartları içermeyen bu yardımlardan Afrika ülkeleri çok etkileniyordu. Örneğin Batı’nın “katil” ilan etiği Sudan yönetimi, Çin ile sıkı işbirliği içinde bulunuyor ve Çin, Sudan’dan petrol alıyordu. (Eğer Sudan, Batı sömürüsüne boyun eğse idi, şimdi “katil” değil, “teröristlere karşı savaşan kahraman” olarak el üstünde tutulacaktı). Özetle ABD’nin amacı, yükselen Çin etkisini (ve İslam’a dönüş sürecini) kırmak ve Afrika’yı denetim altına almaktı. İşte Recep Bey bu maksatla Somali’ye sadaka götürmeye başlamıştı.
Tayyibi Afrika yollarına bunlar düşürüyordu
Irak’ta işler kötüleştikçe, Amerika Petrol ve Enerji İşleri Dairesi, 2015 ve sonrası için bir plan yaptı. Bu plana göre şu anda ABD’nin petrol ihtiyacının %7 sini karşılayan Afrika, ilk fırsatta bu oran %10’a, 2015’de %20’ye, daha sonra %50’ye çıkaracaktı. Bunun için de Afrika’da Avrupa etkisi ve bilhassa Çin etkisi kırılmalıydı. ABD, ilk iş olarak Afrikalı Müslümanları kazanmak için BOP Eşbaşkanı Tayyip Bey’i görevlendirip o bölgeye yollamıştı. Gazetelerimizin, yazarlarımızın “Konsolosluğumuz bile olmayan ülkelerde başbakanın ne işi olur ki?” sorularının cevabı işte bunun altında yatmaktaydı. Fetullah okulları zaten zemini hazırlamak, ABD muhibleri yetiştirmek için çoktan oradaydı. ABD, 2000 yılında 10 milyar dolar olan Afrika kalkınma yardım bütçesini 2006’da 23 milyar dolara çıkardığını ve AİDS mücadelesi için ayrıca 30 milyar dolar ek ödenek ayırdığını açıklamıştı. Ve tabi bunlar sadece lafta kalacak, ABD bu paraları, işbirlikçi yandaşlarına aktaracağı cüzi miktarlar dışında, söz verdiği yerlere göndermekten aciz kalacaktı. Çünkü kendisi dış borç batağı ve iflas krizi içinde çırpınmataydı.
Africom : “ABD Afrika Komuta Birimi” siyonizme hizmet veriyordu.
Bu planın tabii ki silahsız yürümesi imkansızdı. ABD, Afrika için bir komuta birimi kurdu: İşte Africom bu amaçlıydı. Africom karargahı için, Atlas Okyanusu’na kıyısı olan Liberya seçilip hazırlandı. İlerde Afrika’da kurulacak askeri üsler, bu komuta merkezine bağlanacaktı. Benin, Tanzanya, Ruanda, Gana, Liberya ve Somali gibi zengin maden ve enerji kaynakları olan ülkeler böylece kontrol altına alınacaktı.
Tanzanya: “ABD petrol hırsızı” diyordu.
Bu niyetlere ilk uyanan Tanzanya, Buş’u “Petrol hırsızı” diye karşılamıştı. Siyonist Hardley’in Amerika’nın Afrika ilgisini “Afrika’ya şefkat” olarak yutturmaya çalışması böylece boşa çıkmıştı. Tanzanya gibi zengin petrol rezervleri olan Benin, Liberya ve Somali aydınları ise malum yöntemlerle susturulmuş ve muhalefet bastırılmıştı.
Ve işte Obama Afrika’nın işgali için seçilip, ABD’ye “Kukla Başkan” yapılmıştı. Afrika’da Buş’un bir türlü oluşturamadığı sempatinin üstelik antipatiye dönmesine karşı bulunan panzehir Obama’ydı. “Amerika’nın Afrikalı Başkanı” muhabbeti ile göz boyama yoluyla Afrika’nın Obama ile fethi sağlanacaktı. Yeni dönemde yeni hedef Afrika ve tabi Asya’ydı ve bunun için Obama ve Erdoğan gibi maşalara ihtiyaç vardı.
Ve Recep T. Erdoğan ailesi ve avanesiyle, ABD’nin gizli işgali altındaki Somali’de aç ve biilaç insanlara, Erbakan Hoca’nın tabiriyle “göstermelik pansuman tedbirler” cinsinden sadaka dağıtıp Amerika’nın işini kolaylaştırırken, Afrika’nın başka bölgelerinde ve Fildişi sahilinde görevli sözde BM Barış elçisi rütbeli askerler ise birer ekmek ve çikolata karşılığı 11-14 yaşındaki yoksul kızlara cinsel tecavüzde bulunmaktaydı.[2]
Ancak, şu nokta gözden kaçırılmaktaydı. Siyonist güdümlü Amerika’nın bir hesabı varsa, elbette Allah’ın da bir hesabı vardı. Bakalım, Obama’yı Şeytani cephe mi, insani cephe mi daha çok kullanacaktı!?
Eski ABD Büyükelçisi Wilson net konuşuyordu: “Obama sadece bir figür yerindedir; Bush ile zeka düzeyleri aynı seviyededir”
ABD’nin yeni Başkanı Obama’yla ‘dünya cennet olacak’ beklentilerini yorumlayan Washington’un eski Ankara Büyükelçisi Wilson, “Politikalarımız ulusal çıkarlara dayanır, başkana göre değişmez” diyordu. Böylece “Obama’yla Amerika değişecek, dünyaya barış ve adalet gelecek” tartışmalarına noktayı koyuyordu. Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu’na konuşan Wilson, Barack Obama’nın yeni başkan olmasını değerlendirirken; Ülkesine dönmesinden 10 gün kadar önce: “ABD’de iktidardaki partiler değişebilir. Ama geriye dönüp baktığınızda var olan politikaların yüzde 95’inin değişmeden sürdürüldüğünü görürsünüz” ifadesini kullanıyordu.
Önceliklerin zaman zaman değişebileceğini dile getiren Wilson: “Yani gündemin bir numaralı konusu, o günün koşullarına göre ikinci sıraya düşebilir. Hedeflerde yeni düzenlemeler yapılabilir. Ama genelde fazla bir sapma olmaz. Çünkü ülkelerin dış politikaları ulusal çıkarlara dayanır. Bazen seçim kampanyalarında geçici ve cezbedici söylemler kullanılabilir. Ama dediğim gibi pek çok konu konsensüse dayanır” diyerek gafil şakşakçıların gözünü açıyor, yani “Türkiye’nin Obama’dan çekeceği var!” demeye getirip, tehdit ediyordu.
Bir Afrika’lı düşünürün şu itirafları oldukça anlamlı ve çarpıcıydı:
“Barbar Batılılar (Avrupalı ve Amerikalılar) Afrika’ya rahipler ve yardımseverler eşliğinde ilk geldiklerinde, onların İncilleri ve Kiliseleri, bizim ise ormanlarımız, verimli topraklarımız ve zengin maden yataklarımız vardı. Ama şimdi, onların fabrikaları, tarım alanları ve maden ocakları bulunmaktaydı, bizim ise elimizde sadece İncilimiz ve kilisemiz kalmıştı.”
Evet Avrupalılar ve Amerikalılar Afrika’ya, onların zenginlik kaynaklarını sömürmek ve halkını köleleştirmek için dadanmışlardı. Onlara Hıristiyanlığı aşılamaları, manevi ve ahlaki bir duyarlılıkla değil, sadece sömürge amaçlıydı, Çünkü Afrika’da Hıristiyanlaştırdıkları insanları, hem Müslümanlara hem de diğer yerli halklara karşı casusluk ve fesatlık aracı olarak kullanacak, bunları kışkırtarak sürekli iç savaşlar çıkaracak ve böylece Afrika ülkelerini ve hükümetlerini daha rahat kontrollerinde tutacaklardı. İşte yakın bir geçmişte Sudan’ın Darfur bölgesindeki Hıristiyan kabileleri kışkırtan ABD, AB ve İsrail’in sonunda bu ülkeyi parçaladığı unutulmamalıydı.
Oysa “güneyden-kuzeye baştan sonuna kadar bu ülkeyi yani Sudan’ı kat eden Nil Nehri ile bu kıtanın en geniş ve verimli toprakları sulanıp ziraat yapılsa, yer altı ve yerüstü kaynakları ülkelerin kendi halkı için kullanılsa, “Afrika’daki açlık” ve açlığın sebebiyet verdiği “perişanlık” son bulacaktı… Ama zalim ve vahşi Batı buna da fırsat vermiyor, bu ülkeleri başka şeylerle ve iç çekişmelerle meşgul ediyordu!..
Ülkelerin ekonomik durumu değerlendirilirken “gelişmiş ve geri kalmış ülkeler” ayırımı yapılıyordu. Bu ayırımda Kara Kıta Afrika ülkelerine kara bir talih yani “geri kalmışlık” düşüyor, Afrika ülkelerinin tamamı açlık ve perişanlık içinde kıvranıyordu. Aslında dünyada “gelişmiş ve geri kalmış ülkeler” değil, Batılılar gibi “zalim, sömürgeci ve işgalci ülkeler” ile özellikle Afrika kıtasında olduğu gibi “zulmedilmiş, köleleştirilmiş ve ezilip perişan edilmiş ülkeler” bulunuyordu.
Siyonist güdümlü Emperyalist Haçlı dünyasının “kuvvet ve vahşet medeniyeti” çağında, güçlü olan ve bunu hak sebebi sayan Batılılar, yüzyıllardan beri zayıf Afrika ülkelerinin bütün maddî ve manevî kaynaklarını doyumsuzca soyup sömürmüşler, bunu yaparken de yüz milyonlarca Afrikalıyı acımasızca öldürmüşlerdi. Sadece 100 (yüz) milyon Afrikalı, Avrupalı katillerin Amerika’ya 10 (on) milyon Afrikalı köle götürülmesi için katledilmişti. Üstelik bu bir son değil, sadece başlangıç gibidir, çünkü benzeri katliamlar hala sürdürülmekteydi. Mazlum Kara Kıta Afrika haritasına genel bir bakış yapıldığında, tek tek her ülkede Batılı sömürgecilerin sebebiyet verdiği zulüm, sömürü, katliam ve vahşet tarihi hemen hatıra gelecektir. Batılı bir düşünürün itiraf edip dediği gibi: “Geçen bin yıllık zaman açısından Batı, tarihin en büyük canisidir.”
Evet “tarihin en büyük canisi Batı dünyası” bu sorunların baş müsebbibi olarak, hala sömürüp zulmetme zihniyetini koruyorken; Şimdi taktik değiştirip, Obama gibi zenci kökenlileri ve Recep T. Erdoğan gibi ılımlı işbirlikçileri kullanmaya karar vermiştir.
Afrika tarihinde Türkler hep hayırla anılıyordu!
Yaşayan nesiller İstanbul’un Asya ve Avrupa kıtalarını birleştirdiğini söyler ama, her nedense Osmanlı ecdadımızın üç kıtayı, yani Asya, Avrupa ve Afrika’yı birleştirdiğini bilmemektedir.
Oysa, Türklerin Afrika açılımları bundan 1140 yıl önce başlayıvermiştir. Tolunoğlu Ahmet Bey, Kuzey Afrika’da Tolunoğlu Türk Devleti’ni kurduğunda, tarih M.S. 15 Eylül 868’i göstermekteydi, yani tam 11,5 yüzyıl öncesiydi. Tolunoğulları’ndan sonra sırasıyla İhşîdîler, Eyyûbîler, Memlükler ve en sonunda Osmanlılar Afrika’ya huzur ve barış getirmişti.
Müslüman Türkler bugünkü Batılıların yaptığı gibi Afrika’da aslâ Firavunvari sömürgeciliğe girişmemişler, tam aksine Osmanlılar en zayıf döneminde bile Batı emperyalizminin sömürgecileriyle mücadele etmişlerdir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin 18. asrın sonundan itibaren zayıflaması üzerine, Batılı sömürgeci güçler karşısında Afrika’yı koruması imkânsız hale gelmiştir. Bunu fırsat bilen Batılı sömürgeciler 19. ve 20. asır boyunca Afrika’yı insafsızca işgal edip sömürmüşlerdir. Bu sömürü maalesef hâlen acımasızca sürdürmekte, AKP ise bunlara destek vermektedir.
Sonuç:
Sömürünün, zulmün ve her türlü terörün kaynağı ve uygulayıcısı olan Batı (Avrupa ve Amerika) ve özellikle Siyonist Yahudi Lobilerinin güdümüne girdikten sonra; başta Afrika olmak üzere, tüm mazlum ve Müslüman ülkeleri, karıştırıp zayıflatmaya ve kendilerine mecbur ve mahkum duruma sokmaya çalışmaktadır. Sudan Yönetiminin, milli çıkarlarını korumak niyetiyle, insani ve İslami bir gayretle direnmesi, emperyalist güçleri çileden çıkarmış ve maalesef sonunda bu ülkeyi parçalamışlardır. “Uluslararası Kuruluş” dedikleri Siyonizm kuklası oluşumlar eliyle, Milli haysiyet ve cesaret sahibi liderleri karalama kampanyası da bu maksatlıdır.
Tabi bütün bunlar, 57. T.C. Hükümetinin Efsane Başbakanı Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın tarihi D-8 girişiminin ve İslam Birliğinin ne denli gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmaktadır. Evet, İnsanlık önce Osmanlı’nın, şimdi de Erbakan’ın yokluğunun acısını yaşamaktadır. Ama İnşaallah AKP gibi Fecri Kazipler yakında yerini Fecri Sadık’a bırakacak, Adil Düzen ve Yeni Bir Dünya mutlaka kurulacaktır.
[1] Milliyet / 03 09 2011 / Sh:19 – İsrail’le ilişkiler
[2] Milliyet / 03 09 2011 / Sh. 28
http://www.millicozum.com/mc/ekim-2011/batili-guclerin-ve-isbirl