Anasayfa » ERBAKAN DAVANIN DERTLİSİYDİ, ERDOĞAN İSE, DÜNYALIK PEŞİNDEDİR!

ERBAKAN DAVANIN DERTLİSİYDİ, ERDOĞAN İSE, DÜNYALIK PEŞİNDEDİR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 161 Görüntüleyen

Torba yasa diye bilinen, devlet imkanlarının ve Milli Kuruluşların yabancılara ve yandaşlara peşkeş çekilmesine fırsat veren düzenlemeler içeren kanun teklifine, son anda özel bir madde ekleyen AKP’liler, acaba hangi rantiye baronlarını ve adamlarını yüz milyonlarca liralık vergi ve faiz borçlarından kurtarıvermişlerdi?.. Ama hem istismarcı dönekler, hem de fırsatçı ve fesatçı çevreler bununla Erbakan’a kıyak geçildiğini söylemekten çekinmemişlerdi. Oysa, önce Hoca, bu konuda zaten haksız ve dayanıksız biçimde mağdur edilmişti ve aynı şekilde ve aynı ölçüde parti parasının usülsüz harcandığı iddiasıyla CHP’nin sadece muhasebe görevlisi sorumlu gösterilmişti. Kaldı ki, bu hususta asıl hesaba çekilmesi gereken, o dönemde partinin ilgili Genel Başkan Yardımcısından Sn. Abdullah Gül ve AKP’ye giden diğer yetkililerdi.

Velhasıl, AKP’lilerin Erbakan’a iyilik etmesi, onların haddine düşmezdi ve buna asla cesaret de edemezlerdi. Çünkü zaten başka meziyet ve marifetlerinden değil, sadece Erbakan hıyanetleri karşılığı, iktidara getirildiklerini hepside bilmekteydi ve Yahudi lobilerini kızdıracak bir harekete girişemezlerdi.

Kendi yandaşlarına ve patronlarına yarasın diye hazırlanan ve son anda yasaya sıkıştırılan bu düzenlemenin “Erbakan’a iyilik” diye lanse edilmesi aslında hem Hoca’yı kötüleyip gözden düşürmeye hem de yaklaşan seçimler öncesi AKP’ye oy devşirmeye yönelik bir cinlik ve hinlikti.

ŞİİR

Gizli açık her şey, geçermiş kayda

Zalimin manevi, sıhhatı yoktur!

Kuş tüyünden yastık, olsa ne fayda

Huzurlu vicdandan, rahatı yoktur!

 

Haçlı AB över, dönek hatipler

Haine yağ çeker, ödlek katipler

Ucuz kahramandır, kolaycı tipler

Münafık fırkanın, Ferhatı yoktur.

 

Bunların boynuna, ferman asmalı:

“Gavur madalyalı, siyon tasmalı”

Bizden sanıyorlar, elin has malı

Nursuzun onurlu, hayatı yoktur!

 

Evet, hak davası olmayanın aşkı, sadakati olmayanın sevdası sahtedir. Bir kişinin veya ekibin aynı anda hem Rahman’a hem de Şeytan’a yaranması mümkün değildir. Mazlumlara ve Müslüman’a yararlı olanlara, gavurların madalya takacağını düşünmek eblehliktir. Amerika’ya tutsak, Avrupa’ya uşak kimselerin, bir de kalkıp İLAHİ AŞKTAN bahsetmeleri, riyakarlık ve sahtekarlığın son sistemidir.

Erbakan cihadın delili, cihad ise aşkın gereğidir. Hakkı ve adaleti hakim kılmanın gayretini çekmek asaletin; Siyonist ve emperyalist düzenin güdümüne girmek ise sefaletin göstergesidir.

Aşk; sevgi ve sevdanın yoğunlaşması ve Hak davanın sadıklarda billurlaşmasıdır.

Aşk; imanın somutlaşması, iddianın kuru laf ve hevesten çıkıp ispatlaşmasıdır.

Aşk; kesrette vahdete, âlemler içinde Rabbe ulaşılmasıdır. Aşk; biat ve itaat zevkinin ve cihat şevkinin doruğa çıkmasıdır. Hoca’nın tabiriyle “insanın cihat delisi” olmasıdır.

Cihat İslam’ın zirve heyecanı, aşk ise cihadın canıdır. Cihat delisi olmayan aşka yabancıdır.

Aşk; Erbakan’ın hayret ve hayranlık uyandıran tavrı, sabır ve sadakati, sağlam ve sarsılmaz tarzıdır.

O bu aşkla tek başına yola çıkmış, Batıl ve barbar sistemleri yıkmak, Hakka dayalı Adil Düzeni kurmak üzere, tüm şeytanilere ve şerli işbirlikçilere karşı kutlu mücadelesini başlatmış ve kırk yıldır geri adım atmamıştır.

Bütün Siyonist merkezlerin, Masonik şebekelerin, süper güçlerin ve sünepe çömezlerin hücumuna maruz kalmış; ama asla yılmamış, yıkılmamış ve yamulmamıştır.

“Kendilerine (Hak yolunda her türlü) yara isabet ettikten sonra (bile) Allah ve Resulünün (cihat, itaat ve sebat çağrısına) icabet edenler; ihsan ve takva sahibi kimseler için ECRÜ AZİM (çok büyük sevap ve rütbeler) vardır.

“Ki bunlar; bazı adamlar kendilerine gelip: ‘Size karşı (en kuvvetli ve tehlikeli insanlar birleşip) toplandılar, artık onlardan korkup sakını!’ dedikleri durumda bile, imanları (Rablerine güven ve zafer duyguları) daha da ziyadeleşen ve “Allah bize yeterlidir; O ne güzel vekil (ve sahiptir) diyenlerdir.”  (Ali İmran: 172–173) Ayetleri Erbakan’ın teslimiyet ve cesaretini ne güzel anlatmaktadır.

Aleyhine üç ihtilal tezgâhlanmış, dört kere partisi kapatılmış, beş kere teşkilatları parçalanıp hıyanete uğramış, onlarca mahkeme açılmış ama yine de sarsılmamış ve zafiyet duygusuna kapılmamıştır. Çünkü O Aşkın adamıdır, Rabbin halifesi makamındadır ve kulluk şuurunda ve sorumluluğundadır.

Ondan öğrendik ki;

Aşk; sevgilinin ve sevdanın uğrunda her türlü kınanma ve karalanmayı göze almak; yar yolunda ar şişesini ve kâr kesesini taşa çalıp kırmaktır.

Aşk; sevdiğinde fani olmak, seni ondan ayıran her şeyi fena saymak, Onun rızası dışında herhangi bir karşılık beklemeyi büyük bir ayıp ve kayıp saymaktır.

Mevlana’nın dediği gibi: Bir âşık, topraktan aşağımıdır ki; toprak bile rahmet rüzgârının tohum saçmasıyla yokluktan başını kaldırır ve her tarafı çimenle çiçekle doldurur.

Keza âşık, nutfe suyundan bayağı mıdır ki; O su bile ‘kün’ (ol) hitabının feyziyle, güneş yanaklı Yusuflar doğurur.

Âşık, havadan daha duyarsız mıdır ki, ‘kün’ emrini alınca kaydettiği görüntü ve resimleri binlerce kilometre ötelere taşıyıp durur.

Âşık, taştan müteşekkil dağdan daha istidatsız mıdır ki, zira O Allah’ın emrini alınca, dünya gemisine direklik ve nice madenlere mahzenlik eder ve yetiştirdiği bitkilerden ne şifalı ilaçlar yoğrulur.

Aşkın mezhebi, yetmiş iki milletten başkadır. Padişahların tahtı, onun yanında bir tahta parçasından ibarettir.

Makam ve menfaate kölelik bir zillettir, efendilik de baş ağrısından ibarettir. Aşk ise, bu iki kayıttan azadedir, hürriyettir.

Hak âşıkları, menzillerini bilen, fakat izlerini kaybeden yiğitlerdir. Her solukta, canlı ve cansız her mahlûkta aşkın sesi yükselir.

Aşkın şehrinde nefsanî ve hayvani akıl, çamura saplanmış merkep gibi debelenir.

Aşk, kalbi istila ederek orayı işgal eylediği zaman, herkesin tapındığı nimet ve güzellikleri dahi, aşığın gözüne çirkin gösterir.

Aşkın hakikati pırlantayı bile insanın gözüne pırasa gibi değersiz hale getirir. ‘La ilahe illallah’ın manası da burada gizlidir.

Âşık, maşukuna ve Mevlası uğruna başını verince, artık beyni ve benliği kalıverir miydi?

Âşıkların kıblesi, sevgilinin güzelliği ve vuslat hasretidir.

Ey Hakkın ve hakikatin âşıkları! İlahi aşk şarabının içilmesi size ganimettir. Siz Hak ile bakisiniz. Beka da sizin içindir.

Ey kalplerinde aşk derdi ve Mevla muhabbeti olmayanlar! Kalkıp dirilin ve aşkın Kâbesine yönelin. İşte hakikat yurdunda Yusuf’un kokusu gelmektedir. Hemen koklayıp, o kokuyu teneffüs edin.

Duman daima odundan çıkar; yoksa parlak ateşten değil. Onun gibi, bir kimse de aşk-ı ilahi ateşi ile yanıp parlak bir kor haline gelir de odunluktan kurtulursa, nurani bir hale bürünecektir.

Hak Âşıklarının Özellikleri

1-         Allah’ın vaadine kesin inanmış, kalpleri tatmin olmuş kimselerdir.

2-         Allah’tan başka kimseden medet ve inayet beklemeyenlerdir.

3-         Şeytana ve şeytan huylu kişilere ve zalim kimselere karşı mert ve metanetlidir.

4-         Mal-mülk devşirmekten ve şan-şöhret peşinden içtinap edenlerdir.

5-         Onlar, bütün yaratıklara karşı sevgi ve merhamet hisleri beslemektedir.

6-         Onlar insanların eziyetlerine karşı dayanıklı ve bağışlayıcı vaziyettedir.

7-         Müslümanların birbiriyle çekiştiği ve düşmanlık ettiği yerlerde nasihat ve uzlaşma metoduna sarılıp, barış için öğüt verenlerdir.

8-         Hakkı söylerken ve yaşarken, halleri mütevaziliktir. Ama hainlere ve zalimlere karşı sert ve çetindir.

9-         Onların manevi sermayesi, hiçbir şeye sahip olmadıklarını, acizlik ve çaresizliklerini bilmektir.

10-       Onlar, bütün zamanlarını temiz geçirme, ibadet ve istikamet üzerinde yürüme gayretindedir.

11-       Sahip oldukları şeyler az da olsa çok da olsa, ferahlıkta da sıkıntıda da, Rab Teâlâ’ya rıza gösterilmekte ve ona şükredilmektedir.

Nükte:

Şemsi Tebrizi Hazretleri nerde bir cenaze görse;

—Ah! Bu cenazenin yerinde ben olsaydım, onun yerine beni defnetselerdi, diye söylenirdi.

Dostları ona:

—Niçin böyle söylüyorsun? Seni yaşmaktan bezdiren bir sıkıntı mı var? Diye sorduklarında onlara:

“Âşık olanlar, maşuklarına bir an önce kavuşmak isterler; benim ölüm temennim, dünyevi sıkıntılardan değil, Rabbime olan kavuşma iştiyakımdandır” derdi. Evet ölümü öldürenler, yani kabri, Rabbine varış kapısı görenler; tek başına süper güçlere meydan okuyan erlerdi!

Allah aşığı, halka karşı ruhen istiğna duyan ve dilenciliğe tenezzül etmeyendir. Fudayl Bin İyad (RA) şunları söylemişti:

“Ben Allah’a muhabbetimden dolayı ibadet ve hizmet ederim; İbadet ve gayret benim lezzetim ve izzetim gibidir. Ey isyankâr ve sahtekâr insan! Gel, Allah’ı sevme lafını bırak! O’na yaraşmayan davranışların, senin bu davanı batıl kılar. Şunu iyi bil; samimi âşık, maşukunun her arzusunu yerine getiren ve O’nu canından üstün tutan kimsedir. O halde, onun hiçbir soluğu boşa gider mi?

Aşık olana Allah yeterlidir, başkasına minnet etmeyecektir. Kul Hakka aşık olursa, Hızır da kula aşık ve yoldaş oluverecektir.

Muhabbet, sevgide ortaklık kabul etmez. Nitekim Yakup (as), oğlu Yusuf’a aşırı meyledince bu hal gayretullaha dokunmuş ve aralarına hasret girmiştir.

Ünsiyet, zikrin devamıyla; marifet, fikrin devamıyla olur. Muhabbet ise marifete tabidir.

Dava diye dünyaya tapınanlar ise, sevgilisini ve helalini pazarlayan reziller gibidir.

Böyleleri sürekli “Allah rızasından ve dava aşkından” bahsettikleri halde, makam ve menfaat karşılığı her türlü kutsalını satan tiyniyetsiz tiplerdir.

Dışları yaldızlı, içleri lağım kişilerin din istismarıyla kazandıkları bütün dünyalıklar onlar için manevi zehir hükmündedir. Ama bunların asıl amacı Hakka değil, halka tapınmak olduğundan, hepsi sadece zahiri kurtarmak peşindedir. Fedakarlık, vefakarlık ve diğerkamlık bunların yabancı oldukları hasletlerdir.

Recep T. Erdoğan’ın Dava Gayreti ve Dost Sevgisi!

Recep Bey, kendisi yerine aday olup kazanan dava arkadaşına şöyle saldırıyordu: “Şerefsiz Alçak… Vurdururum Onu!”

Evet “şerefsiz, alçak ve vurdururum onu!” sözlerini edebilen Başbakanımız Yargının fütursuzca kuşatılmasına tepki koyan ve toplumsal muhalefeti dillendiren milletvekillerinin çıkışlarına “eşkıyalık”  nitelemesinde bulunabiliyordu.

İyi de MHP’ye “şerefsiz”, Kılıçdaroğlu’na alçak ve kendi partili arkadaşı için “Vurdururum onu” tehdidinde bulunmak mı, yoksa bazı milletvekillerinin yaptığı demokratik çağrı mı, daha ağır basıyordu?

Şerefsiz lafının ne zaman edildiğini herkes hatırlıyordu. MHP, “AKP’nin İmralı’da Öcalan’la pazarlık yapıldığını” söylüyordu. Tayyip Erdoğan ise “bunu söylemek şerefsizliktir” diyordu.

Peki bu bir iftira mıydı? Hayır, değildi ve bizzat Tayyip Erdoğan daha sonra bunu dolaylı olarak kendisi de kabulleniyor, yani Öcalan’ın devletle (MİT’le ) görüştüğünü kabul ediyordu.

Peki MİT gibi bir kurum referandum öncesinde Başbakan’a sormaksızın Öcalan’la görüşebilir miydi? Asla ve kat’a mümkün görülmüyordu; (aksi halde bu ülkeyi Recep Bey değil başkaları yönetiyordu!)

Başbakan: “Vurdururum onu!” ifadesini kime karşı ve neden kullanıyordu?

Bu sözün onlarca şahidi var ki başta, Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltük canlı tanıklardır.

Ben bu olayı şimdi Numan Kurtulmuş ile beraber politika yapan eski RP’li milletvekili avukat Şeref Malkoç’dan dinlemiş ve iki yıl önce bana anlatılanları kendisine atfen yansıtmıştım. İlginçtir neredeyse her yazımıza dava açan Tayyip Erdoğan bu aktardıklarımız için ne dava açmış ne de bir düzeltme yollamıştı.

Gelin şimdi Şeref Malkoç’un bize aktardığı bu hadiseyi bir kere daha hatırlatalım.

Yıl:1991’in Kasım ayı. Recep Tayyip Erdoğan bu tarihte yapılan genel seçimde RP-MHP-IDP ittifakında İstanbul Eyüp bölgesinden Milletvekili adayı liste başıdır.

Seçim biter ve sayıma başlanır. Tayyip Erdoğan ilk sayımda parti tercihine göre mebus seçildiğini düşünerek peşin peşin kutlamaları kabul etmeye başlamıştır. Ancak ilerleyen saatlerde ilginç bir gelişme yaşanır.

O seçimlerde ilk kez uygulanan milletvekili tercihi sistemine göre yine RP-MHP-IDP listesinden arka sıralardan aday olan Milli Görüş  kökenli ve Rize’li Mustafa Baş birinci sıradaki Tayyip Erdoğan’ı tercih oylarıyla aşmış ve Erdoğan’ın yerine o milletvekilliğini kazanmıştır!

Tayyip Erdoğan bu sonuç üzerine zıvanadan çıkmış ve tercih oyu ile önüne geçen Mustafa Baş’ı hışımla arayıp tehditler savurmaktadır. Canını ve yakınlarını kurtarma telaşına kapılan Mustafa Baş Ankara’ya kaçarak ve durumu parti kurmaylarına aktarmıştır.

 

Hırsı dinmeyen Erdoğan’ın bir gurup adamı ile RP Genel Merkezini basıp aynen şöyle bağırmaktadır:

– “Derhal Mustafa Baş’ı istifa ettireceksiniz. Milletvekilliği benim hakkım. Yoksa onu vurdururum!..”

Parti kurmayları Erdoğan’ın tehditleri karşısında Mustafa Baş’ı tedbir olsun diye hemen bir süre saklanması için Hollanda’ya yollamıştır. (Aynı Mustafa Baş, daha sonra Recep Beyle AKP’de siyaset yapmaktan utanmamıştır.)

İnanmayan açsın telefonu, Şevket Kazan’a ya da Şeref Malkoç’a sorsun; ya da Mustafa Baş seçilir seçilmez Avrupa’ya çıktı mı, çıkmadı mı ve ne zaman döndü, devletin kayıtlarına baksın.

Bitmedi, yahu bu Tayyip Erdoğan, 1989’daki mahalli genel seçimlerinde Beyoğlu Seçim Kurulunda görevli hakime hakaret edip ve hapsi boylamamış mıydı?

İsteyen  Erdoğan’ın siciline baksın, hakime hakaretten sabıkası var ve kısa bir süre Bayrampaşa Cezaevinde yatmıştır ki, onun cezasını erteletip hapisten çıkaran da Adalet eski Bakanı RP’li Şevket Kazan’dır.

Şimdi bu Tayyip Erdoğan ona buna eşkıya derken, acaba aynaya mı bakmaktaydı?”[1]

Bunlarla Erbakan’ı karşılaştırmak güneşle ateşböceğini kıyaslamak gibidir. Deccalizme meydan okuyanla, Siyonist Lobilerden madalya alanlar bir midir?

 

 

 

 


[1] Sabahattin Önkibar – Yeniçağ Gazetesi / 02 02 2011

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mart-ozel-2011/erbakan-davanin-dert

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi