Anasayfa » BAŞBAKANIN TUTARSIZLIKLARI VE İSLAM SÜFYANI

BAŞBAKANIN TUTARSIZLIKLARI VE İSLAM SÜFYANI

Yazar: yonetici
0 Yorum 173 Görüntüleyen

BAŞBAKANIN TUTARSIZLIKLARI VE İSLAM SÜFYANI

Yalan pek çok kötülüğün kılıfı ve nice zulmün kaynağı büyük bir günah olduğu için dinimizde şiddetle yasaklanmış; hatta hadisi şeriflerde “Yalan konuşmak, va’dinden caymak (sözünü tutmamak) ve emanete hıyanette bulunmak (yönetimle ilgili görev ve yetkileri kötüye kullanmak), münafıklık sayılmıştır. Özellikle amirlerin, âlimlerin ve ticaret ehlinin yalan söyleyip halkı avutması daha ağır bir suç olarak haram kılınmış ve Hz. Peygamber Efendimiz “Bizi aldatan bizden değildir!” buyurmuşlardır. “Öyle ise iğrenç bir pislik olan putlara (ve tağutlara tapınmaktan) sakının ve yalan söz söylemekten de (kesinlikle) kaçının” (Hac: 30 son kısım) ayetinde Cenabı Hak yalancılıkla puta tapıcılığı bir tutmuşlardır. Yalanı bir sığınma aracı ve zorlukları kolaylaştırıcı sananları da Kur’an: “Ey iman edenler, Allah’tan korkun (kendinize çeki düzen verin) ve (her konuda) doğru söz söyleyin. Ki (Allah) amellerinizi ıslah etsin ve günahlarınızı bağışlayıp (kötülüklerinizi gidersin)” (Ahzab: 70-71) şeklinde uyarmıştır.

Hz. Peygamber Efendimiz: “(Ey Resulüm!) Seninle birlikte (küfür ve kötülükten gerçekten) tövbe edenlerle beraber, emrolunduğun gibi dosdoğru davranın. Ve (sakın) azıtıp (haddinizi aşmayın)” (Hud: 112) ayetinin geçtiği “Hud suresi beni sarsıp ihtiyarlattı!” buyurmuşlardır.

“Ey iman edenler, yapmayacağınız (ve tam aksine davranacağınız) şeyleri niçin söylersiniz? (Böyle)Yapmayacağınız (ve üzerinde duramayacağınız) şeyi söylemeniz Allah katında onun gazabını (artırmak) bakımından büyük bir suç ve sorumluluk teşkil etmektedir.” (Saff: 2-3) ayetlerinin ikazları asla unutulmamalıdır.

Bütün bunlara rağmen, üstelik dindar bilinen Sn. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, her başı sıkıştıkça yalana başvurması ve verdiği sözlerin tam aksine davranması kafaları karıştırmaktadır. Ve yandaş yalakaları bile bu masiyetlere hikmet ve mazeret uydurmaktan bıkmışlardır.

İşte Erdoğan’ın bazı tutarsız beyanları!

Önce; “Terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız, biz buyuz. Bunlarla görüştüğümüzü söyleyenler, bu alçakça iftirada bulunanlar şerefsizdir” buyurdu, sonra devlet ve hükümet olarak terörist başıyla masaya oturuldu, hatta onun sekreteri ve posta eri gibi, Kandil’e mektupları taşınır oldu.

 Önce; TBMM tutanaklarına geçtiği şekilde; “benim milletimin dili tektir, o resmi dil Türkçedir” diye konuştu; sonra Ben ne tek dil dedim, ne tek din dedim, hiçbir yerde böyle bir ifadem yok, bunlar yalan makinesi”sözleriyle geri adım atıp kendini savundu.

Önce; “NATO’nun ne işi var Libya’da? Böyle saçmalık olabilir mi yahu? Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez” diye duyurdu; sonra barbar Haçlılarla bir olup Libya’yı vurdu ve AKP’nin resmi internet sitesinde yazdığı gibi: “NATO, Libya’nın Libyalılara ait olduğunu tespit ve tescil için oraya gitmelidir” şeklinde bahaneler uyduruldu.

Önce;“NATO’dan Patriot talebimiz olmadı, iddialar tamamen asılsız, savunma icra konseyinin başkanı benim, karar verici biziz, benim bundan haberimin olması lazım, benim böyle bir şeyden haberim yok, herhalde sağır duymaz uydurur cinsinden bir haber” diyerek gazetecileri susturdu; ama sonrasında, acaba hangi mahfiller Ona: Türkiye NATO toprağıdır. Patriotlar Adana, Gaziantep, Kahramanmaraş’a yerleştirilecek” itiraflarını kusturdu?

Önce; Malatya Kürecik’teki füze kalkanının kontrolü için:“Komuta kesinlikle bize verilmeli, aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” diye hava atıp durdu; sonra, “Buranın komuta sisteminin tamamıyla NATO’da olması gerektiğini söyledik” diyerek kendi aklınca herkesi uyuttu!

Önce; “Biz, geniş Ortadoğu projesinin eş başkanlarından bir tanesiyiz” “Şu anda Amerika’nın da düşündüğü Büyük Ortadoğu Projesi var ya, genişletilmiş Ortadoğu projesi, yani bu proje içerisinde Diyarbakır yıldız olabilir”  diyerek işbirliğini ortaya koydu; sonra “Ellerine bir kâğıt almışlar dolaşıyorlar, Amerika’nın projesidir diyorlar, bunu ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar”şeklinde hakaretler savurdu!.

 Önce; miting kürsüsünden “içerde sanal tehditler, dışarıda düşman ürettiler, milleti korkuttular, Türkiye’nin üç tarafı denizle, dört tarafı düşmanla çevrili dediler, biz ne yaptık, bu anlayışı yıktık, Esad kardeşimle oturduk, iki dost, iki kardeş olduk” şeklinde havalar savurdu. Sonra; “Suriye giderek artan bir tehdit oluşturmaktadır, ülkemiz bu tehdidi her geçen gün biraz daha fazla ve yakından hissetmektedir şeklinde savaş çığırtkanlığı tutturdu! 

Önce; “demokratikleşme paketinde anadilde eğitimin önü açılıyor mu?” diye sorulunca, “hayır, yok, özel okullarda da yok, neyi getirir götürür kimse düşünmüyor, biz ülkemizi bölecek konular üzerinde adım atamayız, güzelim ülkemize yazık edersiniz, anadilde eğitimin önünü açarsanız, resmi dili zedelersiniz” diye savuşturdu, sonra; “Özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açıyoruz, özel kurs imkânı getirmiştik, seçmeli ders olarak öğretilmesinin önünü açmıştık, şimdi de özel okullarda mümkün hale getiriyoruz”diyerek milleti avuttu!..

Şimdi merak edip soruyoruz ve elbette doğru ve doyurucu yanıtlarını bekliyoruz:

1.  Sn. Başbakan, bu oldukça hayati konularda, kasten ve bilerek yalan söylüyor ve halkımızı avutup oyalamaya mı çalışıyordu?

2.  Yoksa, önce samimiyetle konuşuyor, doğru söylüyor; ama sonradan haksız ve yanlış işler yapmaya mecbur kalıyor ve geri adım atmak ve yalana sığınmak zorunda mı bırakılıyordu?

3.  Sn. Başbakanın önceden ilgisi ve bilgisi bulunmayan, kendisinin imani ve vicdani kanaatiyle de uyuşmayan; üstelik ülkemizin ve milletimizin aleyhine olan bir takım yanlış ve yararsız kararları almaya ve önceki sözlerini yalayıp yalama olmaya mecbur ve mahkûm eden mahfiller ve merkezler mi bulunuyordu?

4. Eğer bu sonuncusu doğru ise, Türkiye’yi gerçekte perde gerisinde kimler yönetiyordu ve “Demokratik seçimler” bu gizli diktatörlüğe kılıf mı yapılıyordu?

İslam Kahramanı Sanılan “Deccali Süfyan”ın sıfatları!

İslamlar içinde merkez-i hükümet-i Hilafet olan Osmanlının varisi Türkiye’de ortaya çıkarak dindarlık rolüyle din tahribatı yapan, ülkeyi Avrupa’ya, Milleti Hıristiyan ahlakına ve kurumlarına bağlamaya çalışan ve siyasi şöhreti olan bir şahıstır. İslam düşmanlarının Müslüman ülkeleri işgal etmesine sebep ve destek olacak ve bu karışıklıktan istifade ederek demokrasiyi kutsallaştırıp İslam’ın özünü bozacak ve Müslümanların dini gayretini yozlaştıracaktır. Ayrıca şeytani zekâvetiyle birçok din adamını kendine hizmet ettirip etrafında fetvacı olarak yararlanacak, Üniversite öğretim elemanlarına da dünyalık imkânlar sağlayıp reklamını yaptıracaktır. (Bak: Şualar-585)Ama ne var ki akılları ve vicdanları kararmış ve deccalın kendilerine sağladığı imkânlarla dünyaya dalmış yarı bilgin “Ulema-i Sû” (kötü ve menfaat düşkünü ilim adamları) lakabını hak etmiş kimseler tarafından onun bu tahribatı “dine hizmet” olarak halka anlatılır. Hatta bir kısım meddahlar onu “mehdi” olarak takdime çalışır. Hz. Ali (ra) İslam deccalına “Süfyan” namını takmış ve kendisinden kaynaklanan bütün rivayetlerde bu İslam deccalına karşı ümmeti uyarmıştır.

İslam Deccal’inin (Süfyan) “eli delik olacak” yani israf ve borç ekonomisi uygulayacaktır.

Hz. Peygamber (SAV) Süfyan’ın tanınması için bazı alametlerini sıralamışlardır. Mesela hadiste; “âhir zamanın mühim şahıslarından olan Süfyan’ın eli delinecek” buyrulmaktadır. Bu gibi rivayetlerde de yine benzetme yapılmıştır. Çünkü atalarımız israf ile elinde mal durmayan kişiler için “filan adamın eli deliktir” ifadesini kullanmışlardır. Demek “Süfyan” denilen o dehşetli şahıs, çok müsrif olacak ve insanları israfa, (lüks yaşama ve faizli bankacılığa) teşvik edecektir. İsraf edenler de, onun (faizli banka kredisi tuzağına ve ülke borç batağına) kapılacaktır. Hz. Peygamber (s.a.v) ahir zamanda gelecek ümmetini, onun tuzağından korumak için, bu özelliğini hatırlatmıştır. (Şualar, 583)

 O Süfyan devlet imkânlarını kendi şahsına ve yandaşlarına kullandığı ve kadrolaştığı için rivayetlerde “Ahir zamanda gelecek olan Süfyan’ın eli delik olacak” (Hâkim, Müstedrek, 4:520; Aliyyu’l-Muttaki, Kenzu’l-Ummal, 11:125) şeklinde yorumlanmıştır.

Süfyan İslami bir hizmet ve hizip arasından ayrılıp ortaya çıkacaktır.

Rivayetlerde “Süfyani’nin Horasan taraflarından zuhur edeceği kayıtlıdır” Bediüzzaman bu konuda şöyle bir açıklama yapmaktadır: “Bunun bir tevili şudur ki: Türkler, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadolu’yu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyanî Deccal’in onların içinde zuhur edeceğine işaret olunmaktadır” (5. Şua).

Başka bir hadiste geçen “Bütün şark ülkelerini dolaşacak.” (Kıyamet Alametleri,168) cümlesi de Süfyan fitnesinin ve öğretisinin bütün ümmete yayılacağına ve Onun bir kurtarıcı kahraman sanılacağına işaret sayılmıştır.

Bediüzzaman bir hadisi açıklarken şunları anlatmıştır: “(Onun) başka padişahlar gibi; ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanatı olmadığı halde, (şeytani)  zekâvetiyle ve siyasî tecrübe ve desisesiyle o mevkii kazanır, hilekâr ve riyakâr tavrıyla çok âlimlerin akıllarını teshir (etkileyip kendi hedefine hizmetçi) eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri (öğretim üyelerini) kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden (Mecburi din dersine son veren) maarifi rehber edip tâmimine şiddetle çalışır, demektir” (Şualar, s. 461)

Süfyan tiyniyetli kişiler; faizi yaygınlaştırdığı, zinayı ceza almaktan çıkardığı, domuzu kesimlik hayvan saydığı, Kur’an’ın kısas (idam) hükmünü kaldırdığı, İslam birliğinin ve Adil Düzenin önünü tıkamaya ve Haçlı Birliğine katılmaya çalıştığı halde, dünya çıkarını ve rahatını önceleyen kimselerce İslam kahramanı sanılacak ve alkışlanacaktır. Oysa Süfyan’ın asıl amacı, Mehdiyet hareketini dağıtmak, İslami şuuru dejenere edip bozmak ve dindarlık görüntüsüyle Müslümanları avutup uyuşturmaktır.

Süfyanilerin desteklediği çetelerin ve terörist birliklerin, “insanları acımasızca katledecekleri, öldürülen kimselerin karınlarını deşeceklerini” şeklindeki rivayetler; ABD’nin ve işbirlikçi yönetimlerin kışkırttığı, Suriye Muhalefeti içindeki sapık Vehhabi-Selefi itikatlı El-Kaide militanlarının vahşet ve rezaletlerini hatırlatmaktadır. 

Süfyani’nin ortaya çıkışı birçok rivayette anlatılmış ve Melheme-i Kübra’nın (Tarihi büyük hesaplaşmanın) zuhur alametlerinden olduğu vurgulanmıştır. Süfyani kuru kahramanlık adına savaş çığırtkanlığı yapacak ve çok sayıda masum insanın kanının akıtılmasına sebep olacaktır. Irakta, Libya’da ve Suriye’deki karışıklık ve katliamlarda barbar Batılı güçlere arka çıkacağı anlaşılmaktadır.

Süfyani’nin, Recep ayında ortaya çıkacağının, Irak ve Suriye’deki kanlı çatışmaları kışkırtacağının bildirilmesi de önemli bir ayrıntıdır.

Bediüzzaman İstismarı ve gerçeklerin saptırılması!

Müminlerin birlik ve dirliğini, ümmetin vahdet ve şevketini temin edecek:

·       İslam Birleşmiş Milletler Teşkilatı

·       İslam Ortak Pazarı

·       İslam Dinarı

·       İslam Savunma Paktı,

·       Ve, ortak İslam bilimsel araştırma ve yardımlaşma programı

gibi oluşumların mutlaka gerekliliğini, bunların ayrıntılı plan ve projelerini dahi bilmeyen kişi ve kesimlerin “İttihadı İslam” hevesleri ve “Türk İslam Birliği” hedefleri, sadece hamasi ve hayali bir slogandır ve istismar amaçlıdır. Küfrün ve zulmün, bütün dehşet ve vahşetiyle hâkimiyetine ve İslam âleminin perişaniyetine rağmen, Bediüzzaman Hz.lerini hala “Beklenen Büyük Mehdi” sanma saflığı ve saplantısı da, sadece kuru zan ve kuruntulardır. Hâlbuki zan ve kanaat başkadır, hakikat ve vukuat (oluşan mevcut durum) başkadır.

“Onların (bu konuda doğru ve geçerli) hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zan ve tahminle yalan-yanlış konuşup duruyorlar” (Zuhruf: 20) ayetinin uyarılarına kulak asmalıdır.

Bediüzzaman’ın eserlerinde yüzlerce sayfa içinde anlattığı bilgiler ve gerçekler, Kendisinin Hz. Mehdi olmadığını delilleriyle birlikte ortaya koymaktadır. Buna rağmen bazıları “Bediüzzaman’ın beklenen Mehdiyet vazifesini yapıp tamamladığını ve dünyanın huzur ve refaha ulaştığını” söyleyecek kadar olayı çarpıtmaktadır. Oysa: 

  1. Bediüzzaman “Hz. Mehdi’nin seyyidlerden çıkacağını; kendisinin ise seyyid değil Kürt olduklarını” (Emirdağ Lâhikası, s. 266)(Tenvir, Şualar, s. 365) (Münazarat, s.84; Tarihçe-i Hayat, s.228; Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.18);
  2. “Kendisinin Hz. Mehdi’nin bir  öncü komutanı ve pişdarı (hazırlık yapıcısı) konumunda bulunduklarını”(Barla Lâhikası, s. 162);
  3. “Eserleri ve hizmetleri ile Hz. Mehdi’ye zemin hazırladığını”(Sikke-i Tasdik-ı Gaybî, s. 189);
  4. “Hz. Mehdi’nin kendi yaşadığı dönemden bir asır sonra çıkacağını”(Kastamonu Lâhikası, s.57)
  5. “Hz. Mehdi geldiğinde kendisinin vefat etmiş olacağını”(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 172)
  6. “Kendisinin ve Risale-i Nur’un Mehdi sanılmasının bir hata ve karıştırmaya (iltibas) sayıldığını”(Emirdağ Lahikası, s. 266) açıklayarak Mehdi olmadığını  anlatmıştır.
  7. “Hz. Mehdi’nin siyaset, saltanat ve diyanet aleminde üç büyük vazifeyi bir arada yerine getirip” Adil bir Düzeni uygulayacağını (Şualar, s. 456), (Şualar, s. 590), (Emirdağ Lahikası, s. 259-260) belirtmiştir; ancak kendisi bu üç görevi bir arada yapamamıştır ve hele Hz. Mehdiye ait olan SİYASET (parti ile hizmet ve hükümet) işlerinden mümkün mertebe uzak kalmış, ama siyasete bulaştığı dönemlerde ise; Sultan Abdülhamit Han’a istibdatla suçlayıp sataşmak, mason ve dönme hainlerin güdümündeki İttihat ve Terakki Partisine arka çıkmak, “namaz kılmayan merduttur!” diye birilerini şiddetle kınarken, hayatı boyunca bir Cuma namazına gittiği bile tespit edilememiş olan diğer birilerini “İslam kahramanı” diye haddinden fazla yüceltip alkışlamak gibi hata ve tezatlardan da kurtulamamıştır..
  8. Üstat “Hz. Mehdi’nin “materyalizm, ateizm ve Darwinizm, Kominizm, Kapitalizm gibi temeli Allah’ı inkar etme üzerine kurulmuş olan dinsiz akımları “tam anlamıyla” etkisiz hale getirerek insanların imanını kurtaracağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9), (Emirdağ Lahikası, s. 259) söylemiştir; ancak bu dinsiz akımların ortadan kalkması Bediüzzaman hayattayken “tam anlamıyla” başarılamamıştır.
  9. “Hz. Mehdi’nin, “Peygamberimiz (sav)’in halifesi ve tüm Müslümanların fikri ve fiili lideri” ünvanını taşıyarak İslam ahlakının esaslarını yeniden canlandıracağını”(Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)açıklamıştır; ancak kendisi tüm inananların halifesi (dini ve dünyevi lideri) vasfını taşımamıştır.

10. “Hz. Mehdi’nin tüm dünyaya barış, adalet ve hakkaniyet sağlayacağını ve İslam alemi üzerindeki zulmü kaldıracağını” (Emirdağ Lahikası, s. 259), (Mektubat, s. 411-412), (Mektubat, s. 440), (Şualar, s. 456) bildirmiş; ancak bu durum Bediüzzaman hayattayken oluşmamıştır.

11. “Hz. Mehdi’nin ‘Müceddid-i Ekber’ yani ‘en büyük müceddid’ vasfını taşıyacağını” (Tılsımlar Mecmuası, s. 168) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman bu ünvana sahip olmamış, Kur’an ve Sünnet kaynaklı ve asrımızın ihtiyaçlarını karşılayıcı, ilmi ve İslami bir düzen taslağı ortaya koymamıştır.

12. “Hz. Mehdi’nin tüm mezhepleri kaldıracağını ve “en büyük müçtehid” (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderi) olarak içtihad yapacağını (Tılsımlar Mecmuası, s. 168), (Mektubat, s. 411-412) belirtmiştirancak Bediüzzaman mezhepleri kaldırmamış, amelde Şafi mezhebine bağlı kalmıştır. (Emirdağ Lahikası, s. 38), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s.202), (Büyük Tarihçe-İ Hayat, s. 206) (Emirdağ Lahikası, s.573)

13. “Hz. Mehdi’nin İslam Birliği’ni sağlayacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) yazmıştır; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde tüm dünya Müslümanlarını ortak bir çatı altında toplayarak İslam Birliği’ni kuramamıştır.

14. “Hz. Mehdi’nin, tüm İslam alimlerinin, Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelen seyyidlerin ve tüm Müslümanların desteğini alacağını” (Emirdağ Lahikası, s. 260) açıklamıştır; ancak Bediüzzaman yaşadığı dönemde böyle geniş bir kesimin desteğini bulamamıştır. 

15. “Hz. Mehdi’nin “üç büyük vazifesini” yerine getirirken çok büyük bir maddi güç ve hakimiyet sahibi olacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, sf. 9) (ve orduyu arkasına alacağını) defalarca vurgulamış; ancak Bediüzzaman böyle büyük bir maddi kuvvet ve hakimiyete kavuşamamıştır.

16. “Hz. Mehdi’nin Hıristiyanların samimi ve ruhani tabakasıyla irtibat ve ittifak  yapacağını” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) bildirmiştir; ancak Bediüzzaman’a böyle bir girişim nasip olmamıştır.

17. “Hz. Mehdi’nin Hz. İsa’yla birlikte namaz kılacaklarını” (Şualar, s. 493) belirtmiştir; ancak Bediüzzaman yaşadığı süre içerisinde Hz. İsa’yla birlikte olmamış ve beraber namaz kılmamıştır.

18. “Hz. Mehdi’nin Kur’an ahkamını ve İslam ahlakını tüm dünyaya yerleştireceğini ve bütün insanları doğru yola sevk edeceğini” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9) (Mektubat, s. 473) söylemiştir; ancak Kur’an ahkamının ve İslam ahlakının dünya hakimiyetine Bediüzzaman hayattayken ulaşılamamıştır.

19. “Hz. Mehdi’nin, Hz. İsa ile birlikte Süfyaniyet ve Deccaliyet’in fikir sistemini ve zulüm düzenini etkisiz hale getireceklerini” açıklamıştır; ancak Bediüzzaman Hz. İsa ile biraraya gelip buluşmamış, Siyonist ve emrperyalist zalimlerin batıl düşünceleri ve barbar düzenleri yıkılıp ortadan kaldırılamamıştır.

Bediüzzaman’ın sözleri açıktır; tüm bunların “batıni tefsir” adı altında farklı şekillerde yorumlanması gerektiği mantığı, Bediüzzaman’ın beyanlarına aykırıdır.

Bir kimsenin Hz. Mehdi olabileceğinden bahsedebilmek için Bediüzzaman’ın yukarıda sayılan sözlerindeki tüm özelliklerin “tek bir şahıs” üzerinde görülmesi lazımdır. Evet Bediüzzaman hayatını İman esaslarının ve İslam ahlakının tebliğine adamış, bu doğrultuda çok büyük ve şerefli bir mücadele başlatmış ve bu uğurda nice saldırı ve sıkıntılara katlanmış büyük bir zattır. Ancak Hz. Mehdi’nin haber verilen özelliklerine sahip olmamış, dünya çapındaki büyük İnkilap ve iktidara ulaşamamıştır. Maalesef bu gerçek, zaman zaman çeşitli şekillerde tevil edilmeye çalışılmakta; Bediüzzaman’ın sözlerine gerçek anlamlarının dışında birtakım yorumlar eklenerek farklı düşünceler gündeme taşınmaktadır. Hatta bu yanlış bakış açısı o dereceye varmaktadır ki, Bediüzzaman’a büyük bir sevgi ve saygı duyan kimseler dahi, Onun söylediklerinin anlaşılabilmesi için “risalelerdeki ifadelerin yeterli olmayacağını” ortaya atmaktadır. Onun sözlerini, yalnızca özel sırlara vakıf, özel tefsir gücü olan, özel yeteneklere ve hislere sahip bazı özel kişilerin “batıni tefsir” yaparak anlayabileceği savunulmaktadır. Oysa bu gibi iddialar, böylesine değerli bir müceddidin kaleme aldığı risalelerin tümünü şüpheli hale getirecek son derece tehlikeli safsatalardır.

“Bediüzzaman Hz. leri böyle bir tefsir anlayışına gidilecek olunursa, bunun nasıl suiistimale açık hale geleceğini ve bu yolla risalelerde anlatılan hakikatlerin nasıl aslından uzaklaşıp değişeceğini” şöyle hatırlatmıştır:

Nur’un metni, izaha ihtiyacı olsaya satırın üstünde, ya kenarda hâşiyecikler (açıklamalar) yazılsa daha münasiptir (uygundur). Çünkü metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih (düzeltme) lazım gelir. Hem SU-İ İSTİ’MALE KAPI AÇILIR, MUARIZLAR(bu durumdan) istifade (ve istismar) ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik (hakikati araştırıp inceleyip bulan) müdakkik (inceden inceye tetkik eden, en ufak gizli şeyleri bile görmeye çalışan) olmaz, YANLIŞ MANA VERİR, BİR KELİME İLAVE EDER, EHEMMİYETLİ BİR HAKİKATI KAYBETMEYE SEBEB OLUR. Ben tashihatımda (düzeltmelerimde) böyle zararlı ilaveleri çok gördüm… (Emirdağ Lâhikası Elyazma, s. 661)

Yaşadığı yüzyılın müceddidi olan böyle mübarek bir şahsın, tüm dünya Müslümanlarını yakından ilgilendiren Mehdiyet konusundaki önemli açıklamalarının da batıni tefsir adı altında yanlış yorumlanması son derece sakıncalıdır. Böyle bir bakış açısı, Risalelerin orijinal halinden uzaklaşmasına ve Müslümanların yanlış yollara kaydırılmasına neden olacaktır.

Osman Eren’in Rüyası – 13 Ekim 2013

Sayın Hocam bir rüyayı paylaşacağım. Bu rüyayı da paylaşmak zorundayım, ne olur hocam beni yanlış anlamayın.

Hocam ben 1972’den beri bir Allah dostu arıyorum. Dost olarak da sizi buldum, sizinle de her şeyimi paylaşmak istiyorum.

Şimdi rüyama geçiyorum. Hocam Elazığ Hankendi Beldesinin yanında Göl köyü bulunuyor, o köyde göllü Mustafa Baba diye bir muhterem hocamız vardı. Sağlığında birkaç kez o Hocamızın ziyaretine gitmiştim. Onun sohbetini ve tavsiyelerini dinlemiştim. Hocam rüyamda Mustafa Baba vefat etmiş ve ben onun taziyesine gidiyorum. Yalnız ben on başı rütbesinde askeri kıyafet giymişim kuşanmışım, arabayı ben kullanıyorum yanımda kimse yok, ben yalnız gidiyorum. Cezaevinin yol ayrımına elli metre kala oradaki kavşakta büyük bir kalabalık görüyorum. Herhalde trafik kazası olmuş diyerek geri dönmek istiyorum ve zaten vakit geç oldu yarın giderim, o kalabalığa girmeyeyim diyorum.  O anda kalabalığın içinde uzun boylu cübbeli fesli bir zatın eliyle koluyla hiddetli hiddetli bir şeyler söylediğini fark ediyorum. Kendi kendime  “bu kaza işi değil, burada olup bitenleri görmem lazım!” düşüncesiyle arabayı sağa çekiyor ve orada bırakıp karşı yola geçiyorum. Kalabalığa yaklaşınca iki sağda iki solda dört tane asker beni durdurup silahlarını uzatıyor ve “on başı nereye gidiyorsun? Kime gidiyorsun?” diye sorup durduruyor. Ama bunlar gözlerin hiç görmediği farklı askerler oluyor. Ben “Selamun Aleyküm arkadaşlar bu kalabalık nedir, bu zatı muhterem kimdir?” Deyince “bu zat Mehdi Resuldür, biz de onun askerleriyiz” yanıtını alıyorum. Ben onlara dönerek “benim bildiğim kadar bir rivayete göre, Mehdi Resul Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın kendisidir!” diyorum ve askerlere: “o zat belki iki cihanın serveri olabilir, ne olur beni bırakın, onun şu ayaklarının izine elimi yüzümü süreyim!” diye bağırıp feryada başlıyorum ve ona doğru yaklaşıyorum. Bu esnada o zat sağına doğru az bir dönüyor ve sakalının dörtte birini görüyorum. O zat yüksek sesle “o onbaşıyı bırakın gelsin!” diye emir veriyor. O anda, önceki rüyamda yılanın başına parmağını koyan zatın aynısı olduğunu fark ediyorum. Ona doğru yaklaşmak isterken çok heybetli ve yüksek general rütbeli bir komutan, elini göğsüme koyuyor ve “artık buradan ileriye izin yok, gidemezsin!” diye uyarıyor. Ancak ben ağlayıp yalvarmaya başlayınca, o zat dönüp bir dosya uzatarak  “al on başı, al on başı, bunu cezaevi müdürüne götür” diye talimat veriyor. (bunun üzerine cezaevi müdürü denen zatın ondan da yüksek bir zat olduğunu anlayıp heyecanlanıyorum) Ben hemen çantayı kapıp cezaevine yöneliyorum. Elini göğsüme koyan komutan sol elini uzatıp şu kapıdan gireceksin diyor ve görevliler önümü açıyor ve ben kapıya doğru koşuyorum. Cezaevi kapısı kendiliğinden açılıveriyor ve çok gizemli ve görkemli bir koridorda ilerlerken önümde bir kapı görüp içeri bakınca Hocam sizi görüyorum. O arada çantayı açınca çok müzeyyen ve müstesna bir Kur’an’ı Kerim ve yanında bir mühür olduğunu görüyorum. Kapının hemen sağında camilerde vaiz kürsüsüne benzer yüksek ve heybetli bir kürsüde siz oturmuş bir şeyler yazıyorsunuz.  Beni fark edince “Hoş geldin kardeşim, Hocam da zaten seni bekliyor”  diye seviniyorsunuz. O sırada diğer kapı açılıyor ve bana haydi içeri gir diyorsunuz. İçeri girince Erbakan Hocamızı tarifi mümkün olmayan güzellik ve özellikte bir sultan köşkünde oturuyor görünce hayret ve hürmetle hemen koşup o çantayı kendilerine takdim ediyorum. Hocam gözümün içine bakıyor ve “on başı demek çanta sana mı düştü? Öyle ise gazan mübarek olsun” diyor. Ve çantayı açıp mührü alarak ilgili dosyaları tek tek mühürleyip bana uzatıyor. Kendi kendime bu kadar ağır dosyaları nasıl taşıdığıma hayret ediyorum ve çok hafif olduğunu görüp hepsini tekrar kucaklayıp geri dönüyorum. O esnada hocam sağına bakınca ben de o yöne dönüyorum ve benim doktor olan oğlum Samet’in önlüğünü giymiş boynunda dinleme cihazı olduğu halde geldiğine şaşırıyorum. Samet’e  “sen burada ne arıyorsun ne zaman geldin oğlum?” diye sorunca “beni Haydar Baba görevlendirdi, ben Erbakan Hocanın sağlığı ile ilgileniyorum” diyor. Erbakan Hocam bize “haydi Samet’le bu dosyaları götürüp yılanın başına parmağını koyan zata verin. O zata söyleyin ki “ Allah’a küfredip şirk koşanlar, Allah’a isyan ve itiraza kalkışanlar ve Peygambere, elçilere savaş açanlar bir de Beşar Eset gibi zulümkârlık yapanlar hariç herkes serbesttir”. O anda ortalığı çok güzel bir koku sarıyor. Hocamın arkasındaki duvar hariç cezaevinin tamamı yıkılıp her yer dümdüz oluyor. Hiç toz toprak olmadan her yer gül gülistana dönüşüyor. O anda herkesin secdeye kapandığını görünce “Haydi oğlum ne duruyorsun, diyerek biz de şükür secdesine kapanıyoruz. Yarabbi, sen mekândan münezzehsin, Senin eşin ortağın yoktur. Yaradansın, İlahsın, Rabsın! Diye dua ediyorum. Ve o halde uyanıyorum ki sabah ezanı okunuyor.

İsmet Sezgin’in Rüyası

Rüyamda üç adet altın yaldızlı tablo üst üste asılı duruyor.  Bunlar madalya misali Ahmet Akgül Hocama hediye ediliyor. Veya Ahmet Hocam bize veriyor. Aynı gün Nevzat’ın bürosuna gidip Ahmet Hocamla beraber Kur’an meali okurken bu tabloların Hocamızın arkasında duvarda asılı olduğunu gördüm ve hayretler içinde kaldım. Birinci tabloda “Allah” ve “Muhammed” (SAV), ikinci tabloda “Bismillahirrahmanirrahim”, üçüncü tabloda ise, kelime-i tevhit “Lailaheillallah-Muhammedür-resülullah” yazıyordu.

https://www.millicozum.com/mc/aralik-2013/basbakanin-tutarsizliklari-ve-islam-sufyani

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi