Anasayfa » Ahlâki ve Ailevi Yozlaştırma, Küresel Sermaye Diktatörlüğünün Bir Planıydı ve ERDOĞAN İKTİDARI BUNLARIN EN GÖZDE ORTAĞI MIYDI!?

Ahlâki ve Ailevi Yozlaştırma, Küresel Sermaye Diktatörlüğünün Bir Planıydı ve ERDOĞAN İKTİDARI BUNLARIN EN GÖZDE ORTAĞI MIYDI!?

Yazar: yonetici
0 Yorum 159 Görüntüleyen
 

Ahlâki ve Ailevi Yozlaştırma,

Küresel Sermaye Diktatörlüğünün Bir Planıydı ve

ERDOĞAN İKTİDARI BUNLARIN EN GÖZDE ORTAĞI MIYDI!?

        

        

Dünyayı daha rahat sömürmek ve Siyonist saltanatlarını sürdürmek için, toplumları tam özgür(!) ve demokrat(!) köleler haline getirmek isteyen malum ve mel’un çevreler; ahlâki ve ailevi temelleri yıkıp yozlaştırmanın ve her türlü cinsi sapkınlığı meşrulaştırıp yaygınlaştırmanın şeytani planlarını yapmışlar ve bunları medya marifetiyle ve iş birlikçi iktidarlar eliyle pazarlayıp piyasasını oluşturmuşlardır. İşte AKP iktidarının imzaladığı ve LGBT’lilere resmiyet ve serbestiyet kazandırdığı İstanbul Sözleşmesi de bunun bir parçasıdır.

Dünyada bağlantıları en güçlü isimlerden biri olarak öne çıkan ve Pedofili (Sübyancılık: Küçük yaştaki kız ve oğlan çocuklarına yönelik cinsi sapıklık.) taciri olarak tanınan ABD’li milyarder iş adamı Jeffrey Epstein’in, tutuklanmasının ve intihar edip bu dünyadan ayrılmasının arkasında da bu şeytanlık yatmaktaydı. Derin ABD’nin kara kutusu olarak da bilinen Epstein’in karanlık irtibatlarının ortaya çıkmasından korkan kişiler ve çevreler tarafından öldürüldüğü ve intihar süsü verildiği konuşulurken, ölümünden iki gün önce vasiyetini imzalaması da kafa karıştırıcıydı! Amerikan medyasında, Jeffrey Epstein’in New York’ta tutulduğu cezaevinde intihar etmeden iki gün önce, bir vasiyet imzaladığına ilişkin haberler yer alıyordu. Aralarında reşit olmayan kız ve erkek çocuklarının da bulunduğu çok sayıda kişiye cinsel tacizde bulunmak ve seks amaçlı insan kaçakçılığı yapmakla suçlanan Amerikalı milyarder Jeffrey Epstein, sadece “hakkındaki kadın ticareti suçlamalarından yargılanmayı” bekliyordu.

Adli tabip, 10 Ağustos 2019 günü hücresinde ölü bulunan 66 yaşındaki eski bankerin, kendini asarak intihar ettiği sonucunu açıklıyordu. Associated Press (AP) haber ajansı, Epstein’in servetinin mahkeme tarafından yapılan tespitlere göre 577 milyon doları aştığını bildiriyordu. Fakat bu servetin kime kalacağı bilinmiyordu. İlk olarak New York Post gazetesinde yer alan haberlere göre, eski bankerin ölümünden iki gün önce imzaladığı vasiyet gereğince bu servet bir vakfa devrediliyordu. Bu vasiyetnameye göre, sapık Epstein’in serveti “1953 Vakfı”na gidiyordu.

Jeffry Epstein’in Mal Varlığını Aktardığı “The 1953 Trust” İsimli Vakfın Perde Arkası

Epstein’in 10 Ağustos 2019’daki hapishane intiharından sadece iki gün önce imzaladığı vasiyetname ile; düzinelerce mağdura tazminat ödenmesini zorlaştırabilecek bir fona, 577 milyon dolardan fazla değerdeki varlıklarını aktarıyordu. Çocuk cinsel istismarı mağdurlarını temsil eden Avukat Jennifer Freeman, “Bu, Epstein’in kirli sistemi manipüle etmenin son hareketi, hatta ölümü de böyle esrarengiz!” şeklinde açıklama yapıyordu.[1] Jeffrey Epstein, ayarladığı 10-15 yaş arası çocukları, önce Siyonist Yahudi baronlara sunuyor, sonra da diğer patronlara ve siyasi kodamanlara pazarlıyordu.

1953 isimli vakıf; faaliyetleri, yapısı ve yararlanıcılarının bilgileri kamuya kapalı paravan bir vakıf özelliği taşıyordu. Mal varlığının devredildiği kişilerin listesi, buradaki vesayet mahkemesi dosyalarında gizli tutuluyordu. Burada asıl önemli olan ise vakfın yeri, ABD’ye bağlı Virgin Adalarının en büyük adalarından St. Thomas Adası… Off-shore hesapları, kara para aklama ve vergi cenneti olmakla meşhur adalardan olması yanında, dikkat çeken diğer husus ise vakfın ismi oluyordu. Kimilerine göre doğum yılı olsa da adayla ilgili en çok dikkat çeken şey, Rockefeller’in adadaki varlığı ve hâkimiyetiydi. David Rockefeller’in ağabeyi Laurance Rockefeller, 1953’te bu adaya yerleşiyor ve 8000 dönüm alana sahip oluyordu. Buradaki bankaların da çoğu, Rockefeller ailesine ait bulunuyordu. Siyonizm için ezoterik ifade ve rakamlar önemli olduğu bilindiğine göre bu tarihe gönderme yapılmış olabileceği konuşuluyordu.

Virgin Adaları; bir ABD bölgesi olup ancak bir devlet olmadığı için, çok özel bir yasal sisteme ve mükemmel bir altyapıya ve erişilebilirliğe sahip bulunuyordu. ABD bayrağı altında vergisiz bir varlık sunabilen tek yargı alanı burası oluyordu. Örneğin, ABD İç Gelir Kanunu; ABD Virgin Adaları’nın vergi kanunu olarak uygulanıyor, ancak vergi muafiyeti ve teşvik programlarına izin veren ve Rockefeller’e hizmet eden birkaç önemli istisna göze çarpıyordu. Yaklaşık 23 bin kişinin yaşadığı “Britanya Virgin Adaları”nda ise yasal düzenlemeler çerçevesinde kurumsal gelir vergisi ödenmezken, sadece kâğıt üzerinde kurulan şirketler üzerinden işlem yapılabiliyordu. Uluslararası yatırımcılar “paravan şirketler” üzerinden varlıklarını bu adalara rahatlıkla aktarabiliyordu. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) 2013 verilerine göre, Britanya Virgin Adaları en çok doğrudan yatırımın (FDI) yapıldığı 4’üncü, aynı zamanda en çok doğrudan yatırım yapan 6’ncı ülke konumunda sayılıyordu. Bu da yaklaşık 153 kilometrekare yüz ölçümü olan adaların para akışında “transit ülke” durumunda olduğunu gösteriyordu. Jeffry Epstein’in 1 milyar dolara yakın varlığının aktarıldığı, Rockefeller’in “1953 Vakfı”, bütün dünyadaki LGBT’leri destekleyen fonlara da pay ayırıyordu.

Jeffry Epstein’in Bağlantıları ve Mal Varlığı!

Epstein, 1982’de süper zenginler ve özellikle süper Yahudi milyarderleri için danışmanlık şirketi kuruyor ve 1 milyar dolara yakın serveti olan şahıs ve ailelerin servetine servet katacak projelere aracılık ediyordu. Kaynaklarda 1982’de Amerika’da milyar doları olan 13 kişi olduğu söyleniyor,[2] yani Siyonist çetenin Amerika şubesi olan aileler, en başta da Rockefeller ilk sırada bulunuyordu. Dahası bu şirketler enteresan bir şekilde “power of attorney” yani vekâlet ve temsil yetkisini bu adama teslim ediyor ve Epstein “bu firmaların paralarını istediği gibi yönetiyor” görünüyor, ancak bir günah keçisi olarak kullanıldığını fark etmiyordu. 2001-2005 yılları arasında FBI araştırması ile 14-15 yaşlarında kız çocuklarını (10-12 yaşlardan bile söz ediliyor) istismar eden bu Amerikalı milyoner, -haddini aşmaya başlayınca- gözden çıkarılıyor ve harcanıyordu. ABD Anayasasının onayladığı bir anlaşmada “mevcut ve potansiyel tüm suç ortaklarının, suçlamadan muaf tutulması” maddesi yer alıyordu. Zamanın Miami savcısı; “Sen suçunu kabul et, karşılığında da bu davayı kapatalım, bu işle ilişkili diğer isimleri araştırmayalım.” diyor ve Epstein bu teklifi kabul ediyordu. Yani Epstein’in malikânesinde 11-14 yaşında kızları istismar etmiş olsa bile, bu anlaşma dâhilinde suçlama getirilemiyordu.

Bu Epstein, ABD’nin Adnan Oktar’ı olarak anılıyordu. ABD’de varlıklı ve siyasi figürleri kontrol etmek için MOSSAD adına çalıştığı söyleniyordu. Bir vakitler bir yerlere gelebilmek için bunun tedrisatından geçip, partisinde ve genelevinde arz-ı endam eylemek gerekli olduğu iddia ediliyordu. New York’taki devasa evinde, bir adada yaptırdığı malikânesinde ve medyanın “Lolita Express” adını verdiği uçağında ağırladığı önemli misafirlerine; 18 yaşından küçük kızlar ayarladığı, ev partilerini gizli kameralarla kayda aldırdığı ve bunları şantaj amaçlı kullandığı belirtiliyordu. Epstein’in New York malikânesi misafirleri arasında Bill Clinton, Woody Allen, Prens Edward (Prens Charles’in kardeşi), Suudi Prensler ve Donald Trump da bulunuyordu. Ayrıca Bill Clinton’ın; üçü Başkanlık döneminden sonra olmak üzere, Lolita Express uçağıyla toplam 26 uçuş yaptığı anlaşılıyordu. Bill Gates, Elon Musk, yapay zekânın babası olarak bilinen ve yapay zekâ çalışmalarıyla meşhur MIT Media Lab’ın kurucu üyesi Marvin Minsky, yine MIT Media Lab’ın kurucu direktörü Joi Ito, Linkedln kurucusu Reid Hoffman… Ayrıca her ne kadar Bill Gates inkâr etse de Bill Gates’in evinde mühendis olarak çalışan 51 yaşındaki Rick Allen Jones Seattle’ın Ballard semtindeki evinde, 6.000’den fazla çocuk pornografisi görüntüsü olduğu tespit ediliyordu. Anlaşılan o ki Epstein, küresel Siyonist ve satanist çetenin cinsel sapkınlıklarını tatmin etmek için insan trafiğini yöneten, bu çete adına şantaj görevini icra eden kişi oluyor ve tehlikeli olmaya başlayınca hem intihar süsü verilerek öldürülüyor, hem de milyar dolarlık serveti Rockefeller’in vakfına aktarılıyordu!?

“Jeffrey Epstein, Ehud Barak, MOSSAD ve tuhaf bağlantılar” başlığı altında;

“Amerika’da patlak veren çocuk pedofili, (sübyancılık, yani erkek ve kız çocuklara sarkıntılık faili) Jeffrey Epstein ve onun tuhaf bağlantılarını deşifre etmişti. Bazı yazarlarımız Amerikan ve İngiliz medyasından derlediklerimin çok kısa özetlerini vermişti. Derinlere indikçe öyle bağlantılara rastlanmıştı ki, akıl alacak gibi değildi. Epstein’in cezaevinde intihar süsü verilen ölümü ve garip bağlantıları aslında işin içinde başka şeyler olduğunun göstergesiydi. Jeffrey Epstein, Silikon Vadisi’ndeki teknoloji devlerinin sahipleri ve tepe yöneticilerine yakın birisiydi. Hedonist ve haz delisi olmuş tipler, bu Epstein denen çocuk tacirinin Latin Amerika, Afrika, Ukrayna, Belarus ve Avrupa’dan getirdiği yaşı reşit olmayan küçük kızları ve oğlan çocuklarını istismar etmekteydi. MOSSAD’la bağlantılı olan Epstein küçük kızları ve erkek çocukları kullanan bu devasa isimleri belli ki videoya çekmişti. Bunun karşılığında onlardan büyük paralar devşirmekteydi. Sadece para alsa iyi. Aynı zamanda ağa düşen bu kişilere şantaj yaparak, onların teknoloji şirketlerine de istediklerini yaptırabilmekteydi.

Epstein’in yakın bağlantılı olduğu isimler kimlerdi dersiniz? Google kurucularından Sergey Brin, Facebook’un sahibi Mark Zuckerberg, Tesla CEO’su, Microsoft’un sahibi Bill Gates ve LinkedIn kurucularından Reid Hoffman gibilerdi. İşte bu isimlerle yakın bağlantısı olan Epstein’in ahlâksızlık halkasına bir bakmak gerekirdi. Epstein’in en yakın arkadaşlarından biri, eski İsrail Başbakanı Ehud Barak’tı. Barak geçmişte, İsrail askerî istihbaratının da başkanıydı. Peki Ehud Barak şu an ne işle uğraşmaktaydı? Carbyne911 ya da kısa adıyla Carbyne teknoloji şirketinin başkanıydı. Bu şirket özellikle Amerika’da kitle saldırılarının önüne geçmek için acil arama ve bireysel tanıma programları hazırlamaktaydı. Amerikan medyasında yazılanlara göre Carbyne sosyal medyayı da sıkı takip edip, Filistinlileri izleyerek yapılacak bireysel eylemlerin önüne geçmeye çalışmaktaydı. Bu Siyonist Carbyne sadece bir teknoloji firması sanılmasındı. İsrail askerî istihbarat birimi Unit 8200’le yakın teması vardı. Bu birimde yetişen çoğu eleman teknolojiyi iyi bildiği için, belli yaşlara geldikten sonra ayrılıp Microsoft, Google ve Facebook’ta çalışmaya başlıyorlardı. İzleme yapan Unit 8200 ve Carbyne şirketleri, teknoloji devlerine geçen eski elemanlar sayesinde, bu devasa sosyal medya araçlarının yazılımlarına bir “back door (arka kapı)” açıyorlardı. Açtıkları bu arka kapılarla Facebook, Twitter ve Instagram gibi yerlerde İsrail’i boykot eden ya da eleştiren kim varsa adım adım izliyorlardı. (Tracking yapıyorlardı.) Benjamin Netanyahu bir söyleşisinde, Unit 8200’ün bu yaptığını açıklayarak sır olmaktan çıkarmıştı.

Şimdi, Epstein çocuk pazarlamacılığından kazandıklarıyla burada ne yapıyordu? Carbyne ve onun sıkı bağlantılı olduğu İsrail askerî istihbarat birimi Unit 8200’ü fonluyordu. Epstein bu paraları da uçağına alıp küçük çocukları istismar eden dünya çapındaki şöhretlere ya da zenginlere şantaj yaparak elde ediyordu. Carbyne’i fonlayanlardan biri Epstein’in yakın arkadaşı Peter Thiel sayılıyordu. Peki Thiel kim oluyordu? 2016 Başkanlık seçimlerinde, Trump için en büyük bağışı yapan kişi oluyordu. Ayrıca aynı Carbyne gibi kitle katliamı yapacak kişileri, eyleme geçmeden önce tespit edecek sistemler geliştiren Palantir şirketinin sahibi oluyordu. Thiel’in şirketi Palantir “suç öncesi yazılımı (precrime software)” geliştiriyor ve bunu birçok Amerikan eyaletinde uyguluyordu. Kiminle? Tabi ki Carbyne şirketiyle birlikte yapıyordu. Palantir şirketinin bir merkezi de Tel Aviv’de bulunuyordu. Peter Thiel, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile de yakın arkadaşlık kuruyordu. “Suç öncesi” kavramı bizde pek bilinmiyordu ama yakın zamanda adı daha çok duyulacağa benziyordu. Daha önce Carbyne’de görev alan Trae Stephens, şimdi Palantir şirketinde çalışıyordu. Stephens Trump’ın kampanyasında da çalışıyordu. Ama daha önemlisi İç Güvenlik (Homeland Security) Başkanı Michael Chertoff’un emrinde hizmet veriyordu. Çocuk taciri Jeffrey Epstein’in tuhaf bağlantıları bunlarla bitmiyordu. Epstein’in kız arkadaşı ve uçakla küçük kız taşıma hizmetini beraber yaptığı kişi Ghislaine Maxwell oluyordu. Epstein’in sır küplerinden biri olan Ghislane Maxwell’in babası Robert Maxwell İngiltere’de bir medya imparatoruydu. İsrail istihbaratı MOSSAD ve CIA’le yakın iş birliği yaptığı biliniyordu. Robert Maxwell, 1991’de Atlantik Okyanusu’nda lüks bir yattan düşüp ölüyordu ve bu ölümü gizemini hâlâ koruyordu. Ghislane Maxwell, Tesla CEO’su Elon Musk’a yakın birisi olarak tanınıyordu. Farklı ülkelerden kız ve erkek çocukları kaçırıp, seks kölesi olarak süper zenginlere pazarlayan uluslararası pezevenk Epstein’in, yakın ilişki içinde olduklarından birinin de Victoria’s Secret iç çamaşırlarının sahibi iş adamı Leslie Wexner olduğu biliniyordu. Milyarder Wexner Carbyne şirketine ciddi miktarda bağışlar yapıyordu. Pedofili işine bulaşmıştı ve Epstein’in uçağıyla adalara seyahatin müptelası kişiler arasında bulunuyordu. Daha yazacak çok şey var ama özetle: Bu soysuz Epstein, Ehud Barak ve kız arkadaşı Ghislane Maxwell üzerinden MOSSAD’a çalışıyordu. Teknoloji devlerini, küçük kız istismarları üzerinden İsrail’e mahkûm hale getiriyordu. Carbyne ve Unit 8200’e, ağına düşürdükleri üzerinden büyük bağışlar yaptırıyordu. Amerikan şirketlerine yazılımlar üzerinden “back door (arka kapı)” açtırıyor ve İsrail bunların hepsini izliyordu. Ancak bazı Amerikan sırları İsrail’e geçince, daha doğrusu hangi Siyonist Yahudi baronların körpe çocuklarla sapkın ilişkileri deşifre edilince; CIA devreye giriyor ve Epstein cezaevinde öldürülüyordu.” diyen Türkiye Gazetesi Yazarı Cem Küçük’e sormak lazımdı: Bu duyarlı tavrınız takdire şayandı… Ancak aynı Siyonist sermayedarların ve sömürücü küresel baronların, Sn. Erdoğan iktidarının imzaladığı, yandaş yazar ve yorumcu takımının, hem de CHP’li ve HDP’li karşıtlarıyla kol kola ve aynı ağızla savundukları İstanbul Sözleşmesi’ne ve LGBT ahlâk teröristlerine de hararetle sahip çıktıklarını niye gündeme taşımazdınız?

Siyonist Spekülatör Soros’un fonladığı, İngilizlerin kolladığı LGBT sapkınlarını kışkırtarak; ABD, Türkiye’de kaos çıkartmaya çalışmaktaydı!

“Eşcinselliğe karşı olanları öylesine çirkin göstereceğiz ki, sıradan bir Amerikalı bile onlardan ayrı durmak isteyecek!” İnsanın kanını donduran bu sözleri eşcinsel sapkınlığın önde gelen savunucularından, yaklaşık 30 yıl önce, Amerika’ya eşcinselliğin yerleştirilmesi için izlenmesi gereken taktik ve stratejileri anlatan Marshall K. Kirk ile Erastes Pill kullanmışlardı. Bu sapkınlara göre ilk gündem maddesi, eşcinseller ve eşcinsellikle ilgili olarak halkın duyarsızlaştırılmasıydı. Bunun için takip edilmesi önerilen yöntem ve aşamalar şunlardı:

a- Eşcinseller ve eşcinsellik hakkında olabildiğince yüksek sesle ve olabildiğince sık konuşmak ve konuyu gündemde tutmak: Eşcinsellikle ilgili yeni ortaya çıkan duyarlılıkları yozlaştırmanın ve uyuşturmanın yolu, pek çok insanın doğal ve destekleyici şekilde konu hakkında konuşmalarını sağlamaktı. Halkın duyarsızlaştırılması için de; eşcinselliğe coşkulu bir şekilde sahip çıkmak yerine, “doğal bir insan hakkı” diye tekrarlamak lazımdı. Böylelikle bu ahlâksız davranışlar, bir süre sonra normal karşılanmaya başlanacaktı.

b- Eşcinselleri agresif meydan okuyucular olarak değil, mağdurlar olarak tanıtmak: Halkı yatıştırmak için yapılan herhangi bir kampanyada, eşcinseller korunmaya ihtiyacı olan mağdurlar olarak çalışılmalıydı; böylece bir sürü ahmak bunların koruyuculuğunu üstlenmeye meyilli olacaklardı.

c- Koruyuculara haklı bir neden bulmak: Eşcinselleri toplum kurbanları gibi gösteren ve heteroseksüelleri (karşı cinsi tercih edenleri) onların koruyucusu olmaya teşvik eden bir medya kampanyası, kendilerine ait yeni bakış açılarını ileri sürüp açıklayanlar için işi kolaylaştırmak lazımdı. Böylece az sayıdaki heteroseksüel kadın ve daha az sayıdaki heteroseksüel erkek, eşcinselliği cesaretle savunmaya kalkışacaklardı. Bunların pek çoğu uyartılmış koruyucu dürtüsünü, daha ziyade bir takım hukuk veya adalet ilkesiyle ve toplumda uyumlu ve adil muamele isteğiyle bağdaştırılacaklardı.

d- Eşcinselliği doğal ve normal gibi sunmak: Bir eşcinsel mağdurun, heteroseksüellere sempatik gösterilmesi için, bu kişilerin sıradan bir insan gibi tasvir edilmesi lazımdı. Ancak kampanyaya eklenecek ilave bir tema daha girişken ve neşeli olmalıydı. Giderek artan ve son zamanlarda eşcinsel erkek ve kadınlara baskı kuran kötü medyayı dengelemek için kampanyanın, eşcinselleri toplumun önemli ve üstün kişileri olarak göstermesi daha faydalıydı.

e- Mağdur (kurban) duruma düşürenlere karalama kampanyası başlatmak: Eşcinsel haklarıyla ilgili medya kampanyasının ilerleyen aşamalarında, diğer eşcinsel reklâmlar sıradan hale geldikten çok sonra, geri kalan muhaliflere karşı sertleşme dönemi başlatılmalı, sözlerini sakınmadan, pervasızca konuşmaları sağlanmalıydı.

f- Fonlama konusunda ısrarcı olmak: Bu maksatlı her büyük kampanya, aylarca ve hatta yıllarca eşi benzeri görülmemiş harcamalar yapılmasını gerekli kılardı; böylece eşsiz bir para toplama kampanyası oluşturulmalıydı.

Bu sinsi süreçlerin ve denenen şeytani yöntemlerin, ABD’de ve AB ülkelerinde tuttuğu açıktı.

26 Haziran 2015’te ABD Yüksek Mahkemesi, eşcinsellerin ülkenin her yerinde evlenme hakkı bulunduğuna 4’e karşı 5 oyla karar açıklamıştı. Eşcinsellerin ABD’deki yaklaşık 20 yıllık mücadelesinin sonucu olan kararı, mahkeme önünde bekleyen eşcinsel hakları savunucuları sevinçle karşılamıştı. 50 ABD eyaletinden sadece 37’sinde serbest olan eşcinsel evliliği, bu kararla ABD’nin genelinde serbest kalmıştı. Türkiye’de de yukarıda sıralanan taktik ve stratejilerin uygulandığı, hatta buna maalesef bazı diplomatik misyonlarca sahip çıkıldığı ortadaydı. Hatta Adnan Oktar sapığının kapatılan A9 TV Yapımcısı ve Yorumcusu Ayşegül Hüma Babuna’nın; ABD Ankara Büyükelçiliğine, sözde gökkuşağı renklerinden oluşan LGBT armasının asıldığı bilgi ve görselini içeren paylaşımları bir tesadüf sanılmasındı. Hatırlarsanız 14 Haziran 2016’da ABD’nin Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırı sonrası Ankara’nın ABD Büyükelçiliği’ne ve İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu’na Lezbiyen, Gay, Biseksüel ve Trans (LGBT) hareketinin simgesi olan “gökkuşağı arması” asılmıştı… Başkonsolos Yahudi Charles Hunter, “Bu trajedinin kurbanları anısına ve LGBT topluluğu ile dünyada eşitlik ve haysiyet değerlerini savunan herkesle dayanışma içinde gökkuşağı bayrağını asıyoruz” buyurmuşlardı… Bir yıl sonra 21 Haziran 2017’de ABD’nin Ankara Büyükelçiliği tarafından Amerika’nın Orlando kentinde eşcinsellerin gittiği gece kulübüne düzenlenen ve 49 kişinin öldüğü saldırının yıl dönümünde yine elçilik binasına LGBT arması asılmıştı. Sapkınlığı koruyan gelenek bu yıl da bozulmamıştı.

ABD’nin Yeni Ankara Büyükelçisi, Siyonist Yahudi David Satterfield de bu kirli ve çetrefilli ahlâksızlık şebekesinin baş mimarlarından birisi sayılmaktaydı!

ABD’nin eşcinsel sapkınlığı koruyan ve kollayan tavrı, 2018’de de Türkiye’deki diplomatik misyonlarına LGBT arması asılmakla yaşatılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakının başarısı ile sonuçlanan 24 Haziran seçimleri ertesine denk gelen bu görüntüye çeşitli anlamlar yükleyenler vardı. Dünyada ve ülkemizde büyük çoğunluk tarafından ahlâksızlık olarak nitelendirilen ve LGBT kısaltması ile bilinen “Lezbiyen Gay Biseksüel ve Transgender” mensupları tarafından seçilerek bayraklaştırılan renkli bezin, devasa ölçülerde Başkent Ankara’daki ABD Büyükelçiliği duvarına asılmasının sebebinin “Orlando katliamının yıldönümü” olduğu açıklanmıştı. Ama bu bir kamuflajdı. Böylesi saldırılar ve katliamlar elbette insanlık dışıydı. Ama maalesef bunlar sadece bir istismar aracıydı, amaç her türlü ahlâksızlığın ve sapıklığın yaygınlaştırılmasıydı. Bu katliam, Terör Örgütü IŞİD tarafından üstlenilse de; aslında saldırıyı gerçekleştiren şahsın dünya çapında faaliyet gösteren ABD’li bir özel güvenlik şirketinin mensubu olduğu ortaya çıkmıştı. Yani bu katliamı CIA ve MOSSAD yaptırmıştı!

110’dan fazla ülkede faaliyet gösteren, 620 bin çalışanı bulunan bu güvenlik şirketinin sözcülüğünü ise bir süre önce ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi olarak atanan David Satterfield, Dışişlerindeki görevi ile birlikte yürüten adamdı. Araştırmacı yazar Serdar Bozdoğan’a göre; ABD istihbarat birimleri Gladyo yapılanmasını (Ahtapotun Kolları–Octopus Arms) perdelemek için, gökkuşağı renklerini içeren LGBT armasını kullanmaktaydı. Ankara’daki ABD Büyükelçiliğine asılan LGBT armasındaki yeşil rengin ABD bayrağı ile yan yana gelmesi ise; Octopus Arms çatısı altındaki yeşil renk ile temsil edilen Gladyo departmanının harekete geçeceği anlamını taşımaktaydı. Yeşil renk ile sembolize edilen birim, Türkiye gibi İslam ülkelerinde dini cemaat ve gruplara sızmış örgüt mensuplarının eylem yapması mesajıydı.

LGBT’yi Soros Yahudi fonları destekliyor, İngiliz Gâvurları ise koruyorlardı!

Örgütlenme özgürlüğünün suiistimali olan ve Soros Fonları tarafından finanse edilen LGBT dernekleri, “sapkınlığın görünür olması ve provokasyon” amacıyla sık sık yürüyüşler düzenliyorlardı. İngiliz Yahudilerinin, dünya çapında eşcinsellik sapkınlığının koruyuculuğuna soyundukları ortaya çıkmıştı. Birleşik Krallık, diğer ülkelere, özellikle Asya ülkelerine meşhur eşcinsellerini göndererek, sözde eşcinsellik haklarının savunuculuğunu yapmaktaydı. Bu çerçevede dünyaca ünlü sanatçı Elton John, Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le görüşerek, Rusya’daki eşcinsel haklarını konuşmak niyetinde olduğunu açıklamıştı. İngilizler, eşcinsellik üzerinden Türkiye’de de faal konumdaydı ve insan kaynaklarını, LGBT kıtalarından devşiriyorlardı. İngiltere Başkonsolosu Leigh Turner, Haziran 2014’te İstanbul’da da düzenlenen “Onur Yürüyüşleri” ve LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel, trans) mücadelesine destek veren bir yazı kaleme almış, Birleşik Krallık’ın eşcinsellerin yanında olduğunu vurgulamıştı. “İngilizlerden neyim eksik” diye düşünen ABD İstanbul Konsolosu Charles Hunter de, “Eşcinselim ve LGBTİ’nin onur haftasında ben de yürüyeceğim” demekten sakınmamıştı. Rakamlar resmi olarak bilinmese de Türkiye’ye yılda yaklaşık 300 bin LGBT turistin geldiği konuşulmaktaydı. Lezbiyen ve gay turizm pazarı konusunda araştırmaları ile tanınan Spartacus şirketinin raporuna göre, Türkiye; gay turizmi olarak adlandırılan gay, lezbiyen, biseksüel ve transgender bireylere yönelik turizm konusunda, 138 ülke arasında 90’ıncı sıradaydı. Evet, artık anlaşılan ve kesinlik kazanan şeytani amaçları, Türkiye’nin ahlâki genleri ile oynamaktı.[3]

Erdoğan’ın ve aile vakıflarının samimiyetsiz tavırları!

Her zaman olduğu gibi Müslüman halkımız; kendinden bildiği şahıslardan, bilhassa iktidardan, en başta da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bu konudaki korku ve endişelerini giderecek bir açıklama beklemekte haklıydı. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul Sözleşmesi nas değildir, feshedilebilir” çıkışı, Müslüman halkımızı bir an umutlandırsa da maalesef ailesi dâhil yakın çevresinin böyle düşünmediğine şahit olması, hayal kırıklığına yol açmıştı. Kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın Başkan Yardımcısı olduğu KADEM bile ikili oynamakta ve sonuçta bu sözleşmeyi savunmaktaydı.

Ne hikmetse; AKP’li kadınlar, bilhassa MKYK kadın üyeleri İstanbul Sözleşmesi’nden Müslüman halkın anladığını anlamamaktaydı. Hatta sözleşmeye karşı gelen din kardeşlerine saldırmakta ve mağdur edebiyatı yapmaktalardı. Daha da kötüsü, uzun uzun hikâyelerle din kardeşlerini gericilikle itham edenler bile çıkmaktaydı. Buna inanmayanlar, Ayşe Böhürler’in Yeni Şafak’ta 13 Temmuz 2019 tarihli “Başınıza İstanbul Sözleşmesi Kadar Taş Düşsün!” makalesini okumalıydı. Bu konuda Cumhurbaşkanı halkımızı avutup oyalarken, AKP’nin en üst karar organı olan Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK); İstanbul Sözleşmesi’ni kadına karşı ve aile içi şiddeti önlemede en önemli araç olarak sunmakta, hatta AKP’nin en önemli icraatı saymakta “Sözleşmede sorun yok, uygulama hataları çözülür” yalanına sığınmaktaydı. Devamında ise uygulamadan kaynaklanan bazı sorunların sözleşmeye yamandığını, bazı grupların sözleşmeyi çarpıtarak algı operasyonu yapmaya çalıştığını savunmaktaydı. Milletimizden, Müslüman düşünürlerden, avukat ve aktivistlerden gelen feryad-ı figan ve uyarılara rağmen, korkunç derecede artış gösteren şiddet, cinayet, taciz, istismar, boşanma istatistiklerine rağmen, hâlâ; Türkiye’de kadın ve çocukların istismardan korunması için önemli adımlar atıldığını ve İstanbul Sözleşmesi’nin bu amaçla imzalandığını söylemekten utanılmamaktaydı.

“Zinacı, Kumarcı ve Ribacı” Dindar ve Kahraman(!) İktidarın Manevi Yıkım İcraatları!

Erdoğan iktidarının AB’ye kabul edilme aşkına, zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkardığını, 24 Eylül 2004 tarihli Sabah gazetesi manşetten aktarmıştı. Bundan 14 yıl sonra, partisinin grup toplantısında çocuk istismarı konusunda konuşan Cumhurbaşkanı’nın: “Bu bir özeleştiridir; onu söylemek zorundayım… Bu konuda bir yanlışımız oldu, çünkü zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle (bunların önü açıldı…) Bu tâcizler vesâire (çoğaldı…) Bunları belki de aynı kapsam içerisinde değerlendirmemiz lâzım” sözleri üzerine yeniden “zina yasağı” tartışmaları başlatılmıştı. (Gazeteler, 20.02.2018)

Oysa bu çıkışlar, Sn. Erdoğan’ın her konuda yaptığı gibi, halkı avutmaya ve tepkileri savuşturmaya yönelik politik palavralardı. Ve halkımızın artık anlaması lazımdı: AKP iktidarı, Loto, Toto, Piyango, Kazı Kazan, At Yarışı, İt Yarışı… ile tam bir KUMARCIYDI… Bunlar resmen ve alenen ZİNACIYDI! Bunlar, Allah’la ve Resulüllah’la savaşacak kadar FAİZCİ (RİBA)CIYDI… Şimdi Erdoğan’ın eşcinsellik sapkınlığını azdıracak ve aile yuvamızı yıkacak İstanbul Sözleşmesi’ne “Yav, kutsal metin değil ya, olmazsa değiştiririz…” çıkışları da samimiyetten uzaktır. Aslında 1926 tarihli, 765 sayılı eski Türk Cezâ Kanunu’nun (TCK) 440. maddesinde kadınlar, 441. maddesinde de erkekler için “zina suçu” yer almaktaydı. Ne var ki AB’nin dayatması ve Erdoğan iktidarının talimatıyla Anayasa Mahkemesi’nin başta “âdâbı umûmiye ve nizâmı âile aleyhinde cürümler”e dair bu iki madde olmak üzere, 144. maddeye kadar zinayı suç olarak tanımlayan hükümlerinin iptaliyle yürürlükten kaldırması üzerine ortaya yasal boşluk çıkmıştı.

İşte buna karşı 2004’te “TCK reformu” görüşülürken kamuoyundan gelen bütün çağrılara ve ikazlara, hatta bazı AKP’li vekillerin bile karşı çıkmalarına rağmen, “AB’ye tam üyelik müzâkerelerine geçişi etkileyebileceği” düşüncesiyle, önce Meclis komisyonunda görüşülen “zinayı yasaklama çalışmaları” yine toplumu uyutma ve unutturma hesaplı bir ara gündemden kaldırılmıştı. Ancak, bu konuda daha önce verdiği bütün sözlerin ve sert çıkışların aksine, “TCK’yı 6 Ekim’den önce zina maddesi olmaksızın çıkartacağız” diyen Erdoğan, AB mercilerine; zinanın milletin inanç, ahlâk ve kültür yapısına aykırı olduğunu, AB ile “müzâkere ön şartı” ve engeli olmayacağını demokratik bir dirençle iletmek yerine, Eylül 2004’te gittiği Brüksel’den telefonla “zinayı suç sayan ibârenin yasa metninden çıkarılması” direktifini vermekten utanmamış, sakınmamıştı. O denli ki, Avrupa Parlamentosu Başkanı ile ortak basın toplantısında ve bütün medyanın önünde “zinanın suç sayılması”yla ilgili olarak, “Bizden sonra ne olur onu bilmem, ama biz iktidardayken (zinanın yasak sayılması) bir daha gündeme gelmez” teminatını vermiş olmaktaydı. (Sabah, 24.09.2004)

Özetle, AKP hükümetinin hazırlayıp 26 Eylül 2004’te iktidar oylarıyla Meclis’ten geçirilen ve 12 Ekim 2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak Haziran 2005’te yürürlüğe giren, TCK’nın 227. maddesiyle Türkiye’de zinanın yasalarda suç olmaktan çıkarılmasıyla fuhuş bir nevi “yasal” hale getirilmiş durumdaydı. İşte öteden beri yandaş medya da bu husustaki itirazların aksine, Cumhurbaşkanı’nın “Bu bir özeleştiridir; onu söylemek zorundayım, bu konuda (zinanın suç sayılmamasında) bir yanlışımız oldu” özeleştirisi, bu gerçeğin ikrarı ve itirafıydı.

Zaten AKP iktidarında zinanın suç olmaktan çıkarılmasının toplumdaki vahim ahlâki yıkım ve yozlaşmalarda büyük payı bulunduğu, Emniyet birimlerinin operasyonlarıyla ve hazırlanan raporlarla bizzat iktidar mensuplarınca açıkça gündeme taşınmaktaydı. Zira 1926’dan beri zinayı suç sayan söz konusu hükümlerin yeni TCK’ya sokulmamasıyla zina resmen suç olmaktan çıkmış, herhangi bir şikâyette Türk Cezâ Yasası’nda böyle bir suç olmadığı için arama yapamama ve polisin hâkimden arama izni alamama durumu ile karşı karşıya kalınmıştı. (Millî Gazete, 06.06.2015) Bu çerçevede daha 2014’te dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği rakamlara göre, 2002-2010 yılları arasında fuhuş suçları yüzde 220, ırza geçme ve çocuklara cinsel tâciz suçlarının yüzde 125 oranında arttığı; fuhuş suçundan 2002 yılında 2669 kişi hakkında dava açılırken, bu sayının 2007 yılında 4494’e, 2010 yılı sonu itibariyle de 8409’a ulaştığı açıklamasıyla kesinlik kazanmıştı. (Gazeteler, 23.03.2014)

Bakan’ın, “Cinsel saldırı ve çocuk istismarları suçlarından 2002 yılında 16 bin 43 sanık hakkında dava açılmışken, bu sayı 2007 yılı sonu itibariyle 19 bin 162’ye ve 2010 yılı sonu itibariyle de 35 bin 760’a ulaşarak, yaklaşık yüzde 125’lik bir artış yaşandı”[4] sözleri, ahlâki ve ailevi yıkımın fotoğrafıydı. Ve zina suçlarının kat kat arttığı, yüzde 790’a vardığı bu dehşetli gidişatı durdurmak yerine, Erdoğan iktidarının bir de kalkıp LGBT’lilere resmiyet ve serbestiyet kazandıran ve sosyal dejenerasyonu hızlandıran İstanbul Sözleşmesi’ni imzalaması, fikren ve fiilen; Dine, Millete, ahlâki ve manevi değerlere ve ailevi temellere savaş açmaktır ve her halde belalarını bulacakları vakit de yakındı.

Hayret! Bu Korkunç Ahlâki ve Ailevi Tahribatta, AKP İktidarıyla Sözde Muhalefet Grupları Kol Kolaydı!

Hem zinayı suç olmaktan çıkaran kanun maddeleri Meclis’ten geçirilirken… Hem LGBT’lilere resmiyet ve serbestiyet sağlayan İstanbul Sözleşmesi imzalanırken, İktidar partisiyle Muhalefet partilerinin aynı safta durması, hiçbir itiraz ve tartışma yaşanmaması da artık halkımızın gözünü açmalıydı… Başka hususlarda horoz dövüşü yapan ve birbirine sataşan şu CHP ile HDP, nasıl oluyor da, ahlâki ve ailevi tahribatların önünü açan İstanbul Sözleşmesi gibi konularda AKP ve MHP ile aynı tavrı takınıyorlardı? Şu CHP ve HDP’nin ve bunların destekçisi kalemşörlerin, LGBT’lilere resmiyet ve serbestiyet konusunda AKP’lilerle ve sözde İslamcı kesimlerle aynı davulu çalmaları; bunların hepsinin aynı küresel odakların piyonları olduklarının bir ispatıydı.

Cumhuriyet gazetesinin şımarık ve İslam’a kini kabarık yazarı Enver Aysever; başta Ekrem İmamoğlu, diğer CHP’li Belediye Başkanlarına, “gericilik…” dediği İslamiyet’le ve “gerici…” dediği mü’minlerle Mücadele etme çağrısı yapmakta, alenen halkın bir kesimini diğer kesimine karşı kışkırtmaktaydı. Elbette Din istismarcılarına, tarikat ve cemaat kılıflı sinsi ve gizli yapılanmalara karşı tedbirler alınmalıydı. Ancak bütün Müslümanlara “Dinci gerici!..” diye sataşan ve İslam kokusu aldığı her şeye ve herkese salyasını akıtarak saldıran soysuzların, asıl düşmanlıkları AKP iktidarına ve din istismarına değil, bizzat Kur’an’a ve İslam’a karşıydı. Oysa İslam bu milletin ortak mayasıydı, bu devletin kuruluşunu sağlayan Şanlı Kurtuluş Savaşımızın kimyasıydı. Dine düşmanlıkla, Devlete ve Millete düşmanlık aynı kapıya çıkardı.

Gericiliğe ilkesel olarak karşı çıkarsanız, risk ortadan kalkar. Siyasal İslamcı ne denli “liberal” parıltılı cümleler kursa da, kendini ele verir. Kolayca “ateist” kılığına giren bu kişiler, söz konusu “devrimcilik” olunca gizlenemezler. Fetullahçılarla defalarca bunu sınadık. Bize tarikatları “sivil toplum kuruluşu” diye satmaya çalıştıkları tartışmaları anımsayın. Zaman gazetesinde, Samanyolu’nda neler yazıldı, söylendi; belleğinizi yoklayın. Menzilciler diğeri kadar usta değil veya gizlenme gereği duymuyorlar. Görünür olmak “güç gösterisi” anlamına da geliyor. Bir tür dokunulmazlıkları olduğunu, imtiyazlı hallerinin altını çiziyorlar. Siyasal İslamcılar simgeleri de iyi kullanır. Şehrin göbeğinde koca hastane açıyor Menzilciler, şeyhleri gelince, bilimci sandığımız tipler (hekimler) gerçeğine dönüyor. İbretlik tabloydu bu. Meseleyi daha iyi anlatmak olanaklı değildir. Eskişehir’de Menzil’e ve devlete direnen köylüler tarihi görev yapıyor. Ciddiyetle destek olmak gerek.

Henüz ortada METÖ (Menzil Terör örgütü) yok. Ancak tutulan yol öyle gösteriyor ki, boşluğa talip olan bir tarikat bu. Fetullahçılardan açılan görevlere(!) Menzilciler geliyor. İlerici, aydınlanmacı kimse için fark nedir söyler misiniz? Bunu şunun için söylüyorum, sıkça yineledim, eğer ideolojik kavga vermezseniz, sonuçta hep kazanan “gericilik” olur. Göz kamaştıran sandık sonuçları, belli süre mutlu eden koltuk gücü hızla kaybolur, eskir. Özellikle yerel yönetimlerde görev yapanlar; okul öncesi eğitim, çocuk ve kadın hakları konusunda katı tutum takınmalı. Elbette çevre ve hayvan meselesi de öncelikli. Ancak gericilerin turnusolü kadın meselesidir… Buna karşı koruma kalkanı ilkesel, siyasal net tavırdır. Erdoğan inatla: “Hizmet makamı” diyor, “devri sabık yaratmayın” anımsatması yapıyor. Niye? Kendi siyasal hareketini biliyor da ondan. Eğer ideolojik ısrar olursa nasıl sonuçlar alınacağını da görüyor. Başta CHP belediyeleri olmak üzere, tüm muhalif yapıların buna dikkat etmesi gerekir. Saray’a selam çakarak ömürleri uzamaz. Ama dirençli, adil, ilerici tutum takınırlarsa “halk” yanlarında olacaktır.

Bizim seçmenimizin (CHP’ye oy verenlerin) sadakati yoktur, “ne aldım, ne veriyorum” diye bakar. Yazık ki böyle! Bu ölçüye göre “Halk Ekmek” de önemli, çocuk tiyatrosu da! Evde sağlık uygulaması kadar, şehrin operasını da dert etmek gerekir. Diyeceğim, “yakında seçim var, herkesi memnun edelim” anlayışı doğru yol değildir. İnsanları tarikatların kucağından kurtarmak için büyük fırsat yakalandı. Bunu tüm ülkede, tutarlılıkla uygulamak gerekir. Yineleyeceğim; gericilikle girilecek tek ilişki “mücadeledir!” (16.09.2019)[5] diyen Enver Aysever’e sormak lazımdı: Ey bütün Müslümanlara “Dinci!..” diyerek, kendi ayarınca hakarete yeltenen töresiz ve terbiyesiz kişi! Birileri de kalkıp sana “Hadi oradan, densiz ve dengesiz fitne!” dese bundan hoşlanır mısın? Ey tüm inananlara, haksızca ve ahlâksızca “Gerici!..” diye küfreden, ama bizzat kendileri, hem de AKP ile birlikte “Gerilerinden geçinen…” LGBT’lileri sahiplenerek, ülkemizdeki ahlâki ve ailevi tahribata bayram eden kişi! Birileri de kalkıp sana “Ey fesatçı ve fırsatçı sünepe, kendine gel!” dese, bundan hoşlanır mısın? CHP’li Belediye Başkanlarını, İslam’a bağlı kesimleri kastederek: “Gericilikle ve gericilerle topyekûn mücadeleye çağırmakla” hangi şeytani odaklara figüranlık yaptığının farkında mısın?

 

 

https://www.millicozum.com/mc/duyurular/ahlaki-ve-ailevi-yozlastirma-kuresel-sermaye-diktatorlugunun-bir-planiydi-ve

 

 

 

 


[1] (https://www.japantimes.co.jp/news/2019/08/22/world/crime-legal-world/577-million-locked-trust-fund-jeffrey-epstein)

[2] (https://hypertextbook.com/facts/2005/MichelleLee.shtml)

[3] https://www.dikgazete.com/soros-un-fonladigi-ingilizlerin-kolladigilgbt-sapkinlarinikiskirtarakabd-turkiye-de-kaos-mu-hedefliyor-makale,714.html

[4] https://www.yeniasya.com.tr/cevher-ilhan/zinanin-suc-olmaktan-cikarilmasi

[5] (http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1581713/Siyasal_islam)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi