Yalan ve Palavra Üzerine Kurulan: AKP SALTANATININ “SOSYAL TUFANI” YAKINDIR!
Dünyamızdaki tabii hayatın hoyratça tahribatı, hızla artan ahlaki yozlaşmalar ve zulüm-sömürü çarkları yüzünden doğal tufanların (deprem, tsunami ve kasırga benzeri felaket olaylarının) çoğalması gibi; Hak davasına ve halkına rağmen iktidar hırsıyla işbirlikçiliğe razı olan AKPnin; ekonomik, siyasi ve ahlaki yıkım icraatları nedeniyle başına gelebilecek bir SOSYAL TUFAN oldukça yakındır ve bu sünnetullah = İlahi adalet kuralları icabıdır.
Bazı ulusalcıların ve ırkçıların dolaylı AKP yandaşlığı!
AKP iktidarını ve Sn. Erdoğanı, başarıyla yaptığı ve hiç sakınmadığı Din istismarcılığı ile değil de, doğrudan Dincilik ve İslamcılıkla suçlayan ve bunların bozuk icraatları ve tahribatları bahanesiyle, her fırsatta ve dolaylı laflarla bizzat İslama saldıran bazı ulusalcıların ve ırkçıların asıl korkuları; aklı, vicdanı, bilimsel doğruları ve Kuranı esas alan birAdil Düzen kurulmasıdır. Böylesine olumlu ve onurlu bir düzeni bu iktidarın ve Sn. Erdoğanın kuramayacağını, hatta zaten bu kutlu amaca çok yaklaşan Rahmetli Erbakana hıyanet karşılığı iktidara ve şimdi Başkanlığa taşındığını da bu marazlı çevreler çok iyi bilip durmaktadır. Ancak bunlardan kimileri gaflet ve cehaletle, kimileri bilinçle ve istemle, ama hepsi; kararmış vicdanlarına sinmiş Din düşmanlığı sebebiyle, Dine sarıldığı ve İslam nizamına hazırlandığı bahanesiyle Sn. Erdoğana sataştıkça, ona mazeret ve meşruiyet kazandırmaktadır ve bu yaklaşım dindar halkımızı AKPnin tuzağına/toruna sürmekten başka işe yaramamaktadır. Şimdi bu iktidarı ve Sn. Erdoğanı;ABD Yahudi Lobilerinin, Rothchildlerin, Rockefellerin ve İsrailin Siyonist ve emperyalist emellerine hizmet etmeklesuçlayanlar; ABD ve ABnin güdümüne girdi diye sataşanlara sormak lazımdı: Yahu bu ithamlarınızda samimi iseniz ve gerçekten bu dış merkezlerin ve işbirlikçilerinin hıyanetlerine tepkili iseniz: Rahmetli Ecevit ve Demirel dahil, bütün sağcı ve solcu partilerin ve liderlerinin ve şu anda CHP gibi muhalefetin de aynı mahfillerin güdümünde ve hizmetinde olduklarını bilmiyor olamazsınız; öyle ise niye onları saygı ile anıyor da Erdoğana hışımla saldırıyorsunuz? Din istismarına ve İslamın siyasette ve devlet yönetiminde bir araç olarak kullanılmasına karşı çıkmanız doğru ve doğal bir yaklaşımdır, ama net şekilde ve mertçe söyleyin; Kuranın sarih (açık) ayetlerinin ve Hz. Resulüllahın sahih (gerçek) hadislerinin her konudaki buyruklarına razı mısınız, haydi siz inanmasanız bile (ki o da bir tercih hakkıdır) bunlara inanan müminlerin İlahi ve Nebevi emirleri özgürce uygulamasına hazır mısınız? Hiç sağa sola kıvırmayın ve nifak (iki yüzlülük) tavrıyla kıvranmayın!.. Bu nedenle tekrar belirtiyoruz ki, sizlerin asıl kuşku ve düşmanlığınız AKP iktidarına ve Sn. Erdoğana değil, bizzat İslamadır.. Yoksa AKPnin de, bu bozuk düzenin de ve sizlerin de, arkanızda hep aynı odakların bulunduğunu ve aynı nefsi hırslar ve dünyevi hesaplar peşinde koştuğunuzu içinizdeki saftirikler hariç- bilmeyeniniz kalmamıştır. Bunun için açıkça söylüyoruz ki; 1- Aklı selimin, 2- Müsbet bilimin, 3- Vicdani kanaatin, 4- Tarihi deneyim ve birikimin, 5- İlahi Dinin (Kur'an-ı Kerim'in ve hadisi şeriflerin) hepsinin ittifakla; hayırlı, yararlı, iyi, güzel ve gerekli bulduğu şeyleri DOĞRU Ama bu beş temel ölçünün ittifakla; kötü, çirkin ve zararlı bulduğu şeyleri de YANLIŞ kabul ederek, yani doğrulara dayanarak ve yanlışlardan sakınarak hazırlanan birAdil Düzen'e düşmanlık şeytanlık damarıdır.
Afişe olmuş yalanlar ve sahte sloganları
Sn. Cumhurbaşkanının, Başbakanın ve Bakanların 16 Nisan referandum kampanyasında bütün mahfillerini ve hayır kampanyası yürütenleriyalan söylemekle suçlamışlardı. Oysa bu tavır kendi palavralarını pazarlama amaçlıydı. Referandum ile değiştirilmek istenen yeni Anayasanın nelere yol açabileceğine ilişkin eleştirileri çürütmeye yönelik açıklamalar yerine, kısaca yalan deyip geçiyorlardı. Çünkü kendileri de gayet iyi biliyor ki söylenenler doğru saptamalardı. Tam tersine, AKPnin afişlerde, ilanlarda ve reklamlarda kullandığı sloganlar yalandı, yanlıştı ve gerçekleri örtmeye, perdelemeye yönelik yakıştırmalardı. Örneğin; AKPnin kampanya afişlerinde ve gazetelerde yayımlanan ilanlarından birinde şöyle bir slogan vardı:
Güçlü ve yetkili Meclis kuruluyor. Kanunları sadece Meclis yapıyor.
Bu iddia, Türkiyenin yıllardır nasıl yönetildiğini bilmeyen bir uzaylı dışında hiç kimsenin inanmayacağı ve ciddiye almayacağı bir çarpıtmaydı. Çünkü zaten bu ülkede, kanunları Meclisten başka kimse çıkarmamıştı. Darbelerin geçiş dönemleri bir kenara bırakılırsa, bütün kanunlar Mecliste yapılmıştı. Herhangi bir kurum ya da kişi kanun yapmamıştı, yapamazdı. Bunlar böyle diyerek, aslında bir gerçeği örtmeye çalışıyorlardı, o da Cumhurbaşkanının, kanun çıkarılmasına ihtiyaç duymadan kararnameler yoluyla ülkeyi idare etme yolu açılmaktaydı. Referandumda evet oyu çıkarsa değişecek 104. Madde ile Cumhurbaşkanına şöyle bir yetki sağlanmıştı: Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisine ilişkin konularda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarabilir. Bu kararnamenin hükümsüz hale gelebilmesi ancak Meclisten aynı konuda farklı bir kanun çıkarılmasıyla mümkün olacaktı. Daha önce yürütme alanına ilişkin böyle düzenlemeler, Meclisin çıkardığı kanunlar tarafından yapılıyordu, şimdi bu işi bir kişi yapacaktı. Hatta Cumhurbaşkanı olağanüstü hal ilan etmeye gerek görürse de kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vardı.
AKPnin ilan ve afişlerinde sloganlardan biri de şöyle yazılmıştı:
Milletin hem Meclisi, hem hükümeti seçmesi için evet.
Oysa böyle bir şey referanduma sunulan değişikliklerin hiçbir yerinde bulunmamaktaydı, yani tam bir aldatmacaydı. Çünkü bu yeni sistemle, Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanını seçecek, hükümeti oluşturma Cumhurbaşkanının elinde olacaktı. Hatta, Cumhurbaşkanı yardımcılarını, ki bunların sayısı belli değil, ve bakanları Cumhurbaşkanı kendisi atayacak, ve bunlar Meclisin onayına tabi tutulmayacaktı. Üstelik Meclis bu atamalara karışamadığı gibi, bakanları ve Cumhurbaşkanı yardımcılarını denetleme, gensoru ile düşürme yetkisi bile elinden alınmaktaydı. Zaten Başkanlık sisteminde bizim bugüne kadar bildiğimiz anlamda bir hükümet de olmazdı. Yürütme gücü bir tek kişide toplanacaktı, yetki de sorumluluk da onda olacaktı. Parlamenter sistemin Bakanlar Kurulunda olduğu gibi ortak bir sorumluluk taşımayacaktı. Her biri tek tek sadece Cumhurbaşkanına karşı sorumlu tutulacaktı. Bu nedenle bu kişilere ABDde bakan değil, sekreter diyorlardı. Ve zaten Anayasa değişikliği metninin hiçbir yerinde hükümet ya da Bakanlar Kurulu gibi ibareler de bulunmamaktaydı [1]
AKPlilerin en büyük yalanlarından birisi de: EVET afişlerinde Erbakan Hocanın resimlerinin kullanılması ve Aziz hatırasının istismara kalkışılmasıydı!
Daha önce hıyanet ettikleri ve davasına vefasızlık gösterdikleri Erbakan Hocanın fotoğraflarını basıp EVET propagandası yapmak, ancak utanma duygusunu kökten yitirenlerin yapacağı bir sahtekârlıktı. Bu istismar ve iftiralara Kayseride rastlanmıştı. Referanduma sayılı günler kala Erbakan Hocamızın fotoğraflarıyla afiş yapıp, Kayseri caddelerinde Evet kampanyası yürütülmesine Saadet Partisi de haklı olarak karşı çıkmıştı. Milli Gazeteye konuşan Saadet Partisi Kayseri il Başkanı Mahmut Arıkan, kimin tarafından yaptırıldığı ve asıldığı belli olmayan afişler için YSKya şikâyette bulunduklarını açıklamıştı.
Amerika ve Avrupa Başkanlığa Hayır deyip karşı çıkıyor iddiaları da palavraydı!
İngiliz Timestan evet çağrısı yapılmıştı
Çünkü İngilterede yayınlanan ve küresel sermayenin güdümünde bulunan The Times yazarı Roger Boyes, gazetenin 12 Nisan 2017 Çarşamba günkü sayısında yayınlanan makalede referandumdan evet sonucu çıkmasının Ortadoğu için de olumlu bir gelişme olacağını yazmıştı. Ortadoğunun daha güçlü bir Erdoğana ihtiyacı var başlıklı makalesinde referandumdan evet sonucu çıkmasının Türkiyedeki muhalifleri üzeceğini ama Ortadoğu için iyi olacağını hatırlatmıştı. Boyese göre, Batının Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğanla iyi ilişkiler kurması lazımdı. Ve bunun yolu da Kürtlere özgürlük sağlamaktı.Türkiyenin kabadayı sultanı Recep T. Erdoğan hakkında daha fazla endişelenmeli miyiz? sorusuyla başlayan yazıda muhaliflerin, referandumdan evet çıkması durumunda Erdoğanın yetkilerini istismara kalkışacağını ve medyaya yönelik baskıları artıracağını, hayır çıkması durumunda da olağanüstü hali sonsuza kadar uzatacağını konuştuklarını aktarmıştı.
Roger Boyes yazıda şu görüşleri vurgulamıştı:Buna rağmen bugün Ortadoğunun ihtiyacı olan şey, anayasal sınırları içinde hareket eden daha güçlü bir Erdoğandır. Erdoğan hiçbir zaman ABnin veya Türkiyenin şehirli liberallerinin seveceği türden bir demokrat olmayacaktır. Ama Singapuru bir nesil içinde üçüncü dünyadan birinci dünyaya taşımayı başaran Lee Kuan Yew gibi bir otokrat olması yararlıdır. Erdoğan 1. döneminde, Arap Baharında ülkelere örnek gösterilen bir modelin lideri konumundaydı. Erdoğan 2. döneminde ise derin devlet endişesi ve Suriyedeki gelişmeler nedeniyle kimseye güvenmeyen bir otokrata dönüşmüş durumdaydı. Türkiyedeki arkadaşlarım saflığımla dalga geçse de Pazar günkü referandumu kazanması durumunda Erdoğan 3. dönemini görebileceğimizi düşünüyorum. Esad rejiminin son yıllarında başkanlık yapan ve sürekli arkasını kollamak zorunda olmayan güçlü bir Türk lideri tam da ihtiyaç duyduğumuz bir gelişme sayılmalıdır.
Hollanda ve Almanyadaki bazı huysuz, lüzumsuz ve soysuz kışkırtmaların ise Evet oylarını artırmaya yönelik şovlar olduğu zaten sırıtmaktaydı ve hedefine ulaşmıştı.
Sayın Erdoğan 16 Temmuz gecesi, saat yarım civarlarında CNN Türke telefon üstünden bağlanarak yaptığı konuşmada: Yalnız şunu özellikle söylemek istiyorum ki: Bir defa bu ülke demokratik parlamenter sisteme inanmış bir ülkedir. Duyuyor musunuz?buyurmuşlardı. Yani sıkıştığında TBMMyi temel alan sistemi savunan Erdoğan, ardından kendisine bu fırsatları sağlayan bu Meclisi göstermelik konuma taşımak için çırpınmaktaydı diye kınayanlar haklıydı. Çünkü Türkiyedeki parlamenter sistemin yerine başkanlık adı altında tek adama dayalı ilkel bir sistemin getirilmesini ABD-Yahudi Lobileri planlamıştı. Sn. Erdoğan 22 Eylül 2016da ABDye gidip New Yorkta Siyonist liderlele görüştükten sonra Başkanlık propagandası hız kazanmıştı.
2006 yılında Yahudi asıllı CIA görevlisi Paul Bernard Henze, Amerikan Başkanı George W. Busha sunduğu raporda Türkiye hakkında şunları yazmıştı:
Türkiyenin bu şekliyle ABD politikalarının yanında bulunacağından emin bulunamayız Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar Hükümeti ikna ettiğimizde meclis, meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza çıkıyor Eğer ABD çıkarları, Türkiyede federal devlet kurulmasını gerektiriyorsa; mutlaka yargı, ordu, meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmesi gerekiyor. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır Eğer o kişi, ABD çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse; o yapıyı yıkmak da ABD için sorun olmaz!.. İşte bu belge açıkça gösteriyor ki başkanlık projesi, Amerikan planıdır.
Yeni Anayasanın Eyalet sistemine ve bölge özerkliklerine kapı açtığı kuşkularını yalansayanların kendileri eğer kısır akıllı değillerse, mutlaka art maksatlıydı. Çünkü değiştirilen 123. maddesi: Kamu tüzel kişiliği kanunla ve Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenir.. şeklinde yazılmıştı. Belediyeler de Tüzel Kişilik kapsamındaydı. Yarın Sn. Cumhurbaşkanı tek başına çıkardığı bir kararname ile, Güneydoğudaki belediyeler, hatta özel bir statü ile ABye katılımı konuşulan İstanbul Belediyesine, bölgesel özerklik verilmek suretiyle, yıllardır dayatılan federasyona geçiş hazırlığına kılıf uydurulamayacağının bir garantisi var mıydı?
Milli Gazeteden Sn. İshak Beyazayın tespitleri oldukça anlamlıydı.
İstanbula neden bu kadar çok yatırım yapılmaktadır? Oysa aynı oranda Anadolunun kalkınması üzerinde durulmamaktadır. İstanbul belediye başkanı iken, İstanbul için farklı düşünen Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan; başbakan ve Cumhurbaşkanı olunca neden düşüncesini değiştirdi ve en çok yatırımı İstanbula yapmıştır? Bunun izlerini sürerken araştırmam beni 2001 yılına götürdü ve karşıma bir Türk olan Ayla Bakallının ABDdeki lobi şirketi çıktı. Ayla Bakallı uzun yıllar önce ABDye yerleşmiş ve orada öğretim görevlisi olarak çalışan bir hanımdır. Sadece öğretim göreviyle yetinmemiş ve kendi adıyla anılan bir lobi şirketi kurmuşlardır. Kurduğu bu şirket CFRnin yani ABD Dış İlişkiler Konseyinin denetiminde çalışmaktadır. Bu şirket Abromowitz tarafından gönderilen memorandumla önem kazanmaktadır. Memorandum: Kısaca açıklarsak uyarı yazısı, diplomatik nota, muhtıra anlamındadır. Ayla Bakallı bu uyarı yazısında şunları hatırlatmıştı;
Mr. Recep Tayip Erdoğan,
Sizin küreselleşme ile demokrasi ilişkilerini bağdaştırma yönündeki adımlarınız, Türkiyeye kriz sırasında destek olan uluslararası güçler tarafından da olumlu karşılanmıştır. Ankara, küreselleşmenin gerekliliğini anlamak ve dünyada geçerli olan kurallara uyum sağlamak zorundadır. Ankara şunu da anlamalıdır ki, uygun gördüğü kuralları uygulayıp, kendi çıkarlarına uymayanları reddetmesi imkânsızdır, buna fırsat tanınmayacaktır. Küreselleşmenin bir adı da şehirleşme ve bölgeselleşme (yani küçük parçalara bölünme) olmaktadır. Ankara, yerel yönetimlere otonomi (Özerklik) vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya (Siyonist odaklar) bütün hükümetlerden bunu istemektedir (gereğini yapmak lazımdır). Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız
Belgede dünya kelimesiyle kastedilen, uluslararası güç odaklarıdır. Yani ABD veya Avrupa değil, dünya hükümeti kurmaya çalışan Siyonist yapıdır. Ankara kelimesinden de Genelkurmay anlaşılmalıdır. Şeklindeki izahlar tutarlıdır. Bu uyarı yazısında; Küreselleşmeye kayıtsız şartsız boyun eğeceksiniz! Küreselleşme, şehir devletleri dönemi demektir. Etnik nüfusa göre, kendi ülkeni otonom (özerk) şehir devletlerine dönüştürmelisin. Bu devletlerin kendi askeri ve polis güçlerini kurmalarına izin vermelisin. uyarıları açıktır. Bu küreselleşmenin şehir devletleri planı yatırımların nedeni bu olabilir mi?
Dünyanın bölüşülmesi amacıyla, insan yerleşim birimlerinde yaşam kalitesinin arttırılmasına yönelik projeyi Güney Afrika Cumhuriyetinin Johannesburg şehrinde, organizasyon komitesi adına açılış konuşmasını Ayla Bakallı sunmuşlardır. İstanbul-Johannesburg kardeş şehir olması için Ağustos 2015 tarihinde görüşmeler yapılmıştır. ABD dış politika sürecinin önemli unsurlarından birini de lobiler oluşturduğuna göre, İstanbula yapılan yatırımların nedeni daha iyi anlaşılmaktadır.
AKP ile İsrail, Suriye saldırısına aynı tepkide bulunmuşlardı!
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, ABDnin Suriyenin hava üssünü vurmasıyla ilgili olarak Esed rejiminin kimyasal ve konvansiyonel silahlarla işlediği savaş suçlarına karşı atılmış somut bir adım olarak bunu olumlu bulduğumuzu burada Hataydan ifade etmek istiyorum. Yeterli mi? Ben bunu yeterli görmüyorum buyurmuşlardı. Sanki kimyasal silahlarla öldürmekle Tomahawk füzeleriyle katletmenin çok farkı vardı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ da ABDnin Suriye operasyonu konusunda ABDnin Suriye rejimine karşı gösterdiği doğru bir tavırdır. Bunun artarak devam etmesi gerekiyor diyecek kadar sapıtmıştı. ABDnin Suriye hava saldırısına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu,Yerinde buluyoruz ve destekliyoruz diye sahip çıkmış, Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise; Suriyedeki üssün vurulması olumlu ve anlamlıdır açıklamasını yapmıştı. Avrupa Birliği Bakanı Ömer Çelik de hava operasyonunuGecikmiş müdahale olarak alkışlamıştı.
İsrailin istihbarattan sorumlu bakanı ve İsrail kabinesinin savunma kurulu üyesi Yisrael Katz, İsrailden olumlu karşılık bulan saldırının faili ABD için, Sadece dünyanın bir numaralı süper gücünün yapabileceği şeyler vardır. ABD, artık Ortadoğudaki bölgesel liderliği fazlasıyla geri almıştır ifadelerini kullanmıştı.[2]
ABD yandaşlığı AKPyi de karıştırmıştı
AKP İktidarının, ABD ve İsrailin Suriye saldırılarına destek olması ve operasyona hazırızmesajı AKP yöneticilerinde görüş ayrılıklarını ortaya çıkarmıştı. Sarayda bazı danışmanların İtimat ve itibarımızı kaybediyoruz ne yapacağımızı bilmiyoruzdiyerek çaresizliklerini dile getirdikleri anlaşılmıştı.ABDli yetkililerin peş peşe Türkiye ziyareti sonrasında ABD Suriyedeki faaliyetlerini hızlandırırken en son kimyasal silah provokasyonu ile Şam yönetiminin elindeki havaalanını vurmuşlardı. Bir CIA-MOSSAD yapımı olan provokasyon sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğanın ABDye Esad yönetimine müdahale çağrısı yapması, ve biz hazırız mesajı vermesi AKPde ve danışmanları arasında tartışmaya yol açmıştı. Erdoğanın ABD-İsrail planına destek vermesi ile ilgili olarak danışmanları arasında da görüş ayrılığı ortaya çıkmıştı. Bazı danışmanlar 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABDnin olduğunu vurgulayarak, Suriyede ABDye destek vermeyi intihar olarak yorumlamıştı.
Güvenlik gerekçesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğanın kuşatıldığını ve farklı görüş savunan isimlerin Erdoğanla temasının engellendiğini savunan yakın çevresindeki isimler de bazı danışmanların Erdoğanı yanlış yönlendirdiğini ifade ediyorlar. Geçmişte Erdoğanla telefonla görüşen ve sık sık bir araya gelen ama son dönemde ona ulaşmakta sıkıntı çeken bir AKPli, Erdoğan başkanlık sisteminden sonra Suriye konusunda tuzağa düşürülmeye çalışılıyor. İçinde bulunduğu sıkıntı kullanılarak istediklerini yaptırıyorlar. Geçmişte FETÖnün etkin olduğu dönemde yaşananların bir benzeri yaşanıyor değerlendirmesinde bulunmuşlardı.
ABDnin Erdoğana Zarraf şantajı mıydı?
Erdoğanın Rusyanın da tepkisine yol açacak çıkışını değerlendiren AKPli bir akademisyen şunları aktarmıştı:
Rusya krizi bir şekilde atlatıldı. Bu bize ders olmalıydı. Ama son dönemlerde yine yanlış işler başladı. Hafta başında Batılı bir ülkenin diplomatlarıyla görüştüm. ABDde devam eden Zarrab davasını, Halkbank Genel Müdür Yardımcısının ABDde tutuklanmasını hatırlattı. Cumhurbaşkanının sıkıştığı için ABDye taviz verdiğini anlattı. Cumhurbaşkanımızın korkudan böyle davrandığını imaya çalıştı. Bu algı AKP tabanında da yayılmaktaydı. Şu anda halkoylamasına çok az bir süre kaldı. Herkes son kozlarını oynamaktaydı. Bu kargaşada belki çok öne çıkmadı. Ama bu olay 20 gün önce yaşansaydı 16 Nisan için çoktan havlu atmış olacaktık.
AKPye yakın yazarlar da tepki koymuşlardı
ABDnin Suriyede Şam yönetimine ait hava üssünü vurmasının ardından AKP hükümetinden saldırıya yönelik gelen açıklamalara iktidar gazetelerinden bazı köşe yazarları da tepki koymuşlardı. Bu yazarlardan bazıları şunlardı:
Taner Korkmaz-Yeni Şafak:
Daha geçen ay Amerikan uçakları Halep, Rakka ve Musulda çoğu çocuk beş yüzden fazla masumu katletmediler mi? 16 Mart 2017de Halepin Etarib ilçesine bağlı Cine köyündeki Hazreti Ömer Camisi yatsı namazı sırasında taammüden bombalandı; yetmişten fazla masum Müslüman, Trumpın talimatıyla katledildi!
İbrahim Karagül-Yeni Şafak:
Aylar önce Suriye savaşı dünya savaşına dönüşmeden başlıklı bir yazıda bu ihtimale dikkat çekerek, Türkiyenin olaya bakışını değiştirmesinin zorunluluğuna dikkat çekmeye çalıştım. Endişem; olayı, Esedin devrilmesi parantezine sıkıştırıp büyük oyunu, yeni harita planlarını, Batının ve Doğunun merkez güçler arasındaki güç mücadelesini görememe ihtimalimizdi. Bazı şeyleri görüyor olsak da, birilerinin bizi belli parantezlere sıkıştırmaya çalışması korkusuydu. (Karagül bir gün önceki yazısında da Suriyedeki gelişmelere karşı temkinli olunması gerektiğini söylemişti.)
Özlem Albayrak- Yenişafak:
Doğrusu, ben de Trumpın, pek çok analizde tespit edildiği gibi, iç kamuoyunda kendisine yönelmiş olan Rusyayla ilişki şaibesini ortadan kaldırmak için İdlibe kimyasal silah atan askeri üssü vurduğunu düşünüyorum.
Ergün Diler- Takvim :
Suriyeyi gördünüz! Kimyasal silahlarla çocuklar öldürülüyor! Bunu yapan Esada karşı olan güç! Aynı zamanda Rusyaya! Kim olabilir bu! Rothscildler Bir taşla birden fazla kuş vurmak bunların işi, becerisi
Ülkemizin bu kadar İÇ VE DIŞ SORUNU varken ve de SURİYE musibeti vesilesiyle SAVAŞ kapımıza dayanmışken, bu referandum neyin nesi olmaktaydı? SURİYE başta olmak üzere, bu kadar olaylar oluyorken, bizim yöneticilerimiz referandumla oyalan(dırıl)ıyorlarsa; ben bu duruma intihar ve TUZAK demek zorundayım tespitleri haklıydı.
Üstat Süleyman Karagüllenin Erdoğanla ilgili şu hayret ve yanılgıları anlamlıydı!
Benim 60 senedir yaptığım hesaplarla olayları açıklıyorum, ama bugün Erdoğanın neden bunu bu kadar canla başla savunduğunu henüz anlayamadım. Bahçelinin de bunu neden ortaya koyduğunu ve kimin adına bunu yaptığını kavrayamadım. (Oysa bize göre, Erdoğanın iktidar ve saltanat hırsıyla Amerikanın tuzağına takılması; Cenabı Hakkın hayrül makirin olarak ona tuzak hazırlamasıdır.) Kuran ve sosyolojik bilgime göre bunları açıklayamıyorum. Bu sebeple kendi usulümden ve bilgimden kuşkulanmaya başladım. Türkiyedeki yoğun propagandayı AK Parti adına Sermaye yapmaktaydı. Sermaye benzer oyunu ABDde oynamıştı. Trump aleyhinde propaganda yapmış böylece onu iktidara taşımıştı. Şimdi ona istediklerini yaptırmaktaydı. Türkiyede eğer halk Evet verirse, Sermaye derin bir nefes alacak, Yolunu buldum, aksini savunurum, istediğim sonucu cebime koyarım diyerek sömürü saltanatını sürdürmüş olacaktı. Sermaye kendi mekrince karşı taktiği bulmuştu; istemediğini savunmak, sonunda istediğinin olmasını sağlamak ABDdeki başkanlık seçiminde Cumhuriyetçileri iktidar edemeyince Demokrat kesildi ve kendisine karşı imiş gibi davranan Trumpın iktidar olmasını sağladı. Maalesef iktidarın bir hastalığı vardır. Bu şekilde iktidar edilen kendisi oldum zanneder ve hatta kendisini iktidar edenlere kafa tutar, ama onlara hizmetkârlık yapar! Trumpın ve Erdoğanın durumu budur. Ama unutulmasın ki: Sonunda Allahın dediği olur.
Üretime dayalı Milli Ekonominin yerini, tüketime ve faizli dış borç ipoteğine dayalı sömürge ekonomisi almıştı!
Ekonomik büyümenin, milli geliri yükseltmenin yolu üretmekten geçer gerçeğini AKPliler büyümenin, milli geliri artırmanın yolu en kestirme olarak istatistiklere takla attırmaktan geçer çünkü istatistikleri, verileri istediğiniz gibi eğip bükerek, çekip uzatarak her türlü sonucu alabilmenin mümkün olduğunu ispatladılar. Bunun böyle olduğunu bir gecede 3e katlanan milli gelirde yaşadık. Birisi de çıkıp bir anda milli gelir 3 bin 500 dolardan 10 bin dolara nasıl çıkar diye sormadı. Daha doğrusu birçok kimse bunu hatırlattı, ancak bu soru ısrarla yanıtsız bırakıldı. 5 sene gibi bir sürede milli geliri 3e katlamanın, yıllık yüzde 35-40 büyüme gibi akıl, mantık ve matematik dışı bir durum olduğu bile dikkatlerden kaçırıldı. Ve böyle bir büyümenin yaşanmadığı da konuşulamadı. Bu akıldışı durum (daha doğrusu hesap oyunu) gerçek olarak kabul ediliyor ve üzerine de vaatler, nutuklar kurgulanıyor. Hâlbuki matematik diye bir gerçek var, hayatın gerçekleri var, insanların deneyimleri var. Bu söylenen milli gelir artışı (kağıt üstünde değil de) gerçekten olmuş olsaydı, bu kadar kredi ve kredi kartı borçlusu olmazdı. Geliri artmış olan bir kimse, mantıken maddi olarak rahatlamıştır ve gidip de bankaya borçlanması akıl dışıydı [3]
Yaygınlaşan HASTANEler özel (küresel) sermayenin katmerli kâr kapısıydı!
Henüz kendi yerli aşısını bile yapamayan AKP iktidarı, Şehir Hastanelerini bile dolaylı biçimde özel sermayenin istifadesine sunmuşlar ve %71 müşteri garantisi sağlamışlardı. Çoğu dışarıdan alınan, yan etkileri ve tahrip kapasitesi çok yüksek ilaçlar ve reklamlarla yaygınlaştırılan hazır yiyecek ve meşrubatlar yanında ahlaki ve ailevi yozlaşmalar çeşitli hastalıkları azdırırken, kurulan hastaneler, bunların ihtiyacı olan teknolojik gereçler de yine yurt dışından satın alınmaktaydı. Dış borç 700 milyar doları aşmış, artık Ziraat ve Halk Bankaları ipotek alınmış ve 500 tonluk altın rezervimizin 460 tonu İngiltereye rehin bırakılmıştı.
Ahlaki ve ailevi tahribat korkunç boyutlara ulaşmıştı!
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Üyesi Prof. Dr. Ayşegül Akbay, Türkiyedeki fuhuş sektörü ile ilgili çarpıcı veriler paylaşmıştı. Ona göre, Türkiyede güncel seks çalışanı sayısı 150 bini aşmıştı. Toplam resmi tescilli seks işçilerinin sayısı 15 bin, vesika bekleyen hayat kadını sayısı 30 bin kadardı ve hayat kadınlarının yaş ortalaması 15-40 arasındaydı. Bunun yanında fuhuş pazarında namusunu satanların toplam sayısının 400 binden fazla olduğu konuşulmaktaydı. Prof. Akbay, Milliyet'ten Ayşegül Kahvecioğlu'na şunları aktarmıştı:
“Genelev olan illerde, toplam kayıtlı kadın sayısı 2 bin 661 olarak belirlenmiş durumdaydı. Fakat, Ankara Ticaret Odasının 2004 tarihli bir raporuna göre, toplam hayat kadını sayısı 100 bin kadardı. Faaliyet gösteren 56 genelevdeki 3 bin kayıtlı kadının dışında, toplam tescilli seks işçilerinin sayısı 15 bin, vesika bekleyen hayat kadını sayısı 30 bini bulmaktaydı ve hayat kadınlarının yaş ortalaması 15-40 arasındaydı. Ama bu rakamlar 12 yıl öncesine ait bulunmaktaydı ve 2004ten sonrası için ciddi bir çalışma yapılmamıştı. Dünya genelinde, 42 milyonun üzerinde seks işçisi var sayılmaktaydı. Basit bir hesapla, Türkiyenin dünya nüfusuna oranına bakarak, Türkiyede güncel seks çalışanı sayısının 150 bini aştığı anlaşılmaktaydı. Yani, kayıtlı bir seks işçi başına 9 kayıtsız kişi, seks sektöründe çalışmaktaydı. Zorla fuhuşa sürüklenen kurbanların öykülerini medyadaki reality showlardan izliyoruz. Fuhuşa itilen kızlar neredeyse 13-14 yaş alt sınırındaydı.. Suriyeli göçmenlerin içinde bulundukları kötü koşullar sebebiyle fuhuşa alet oldukları ortaya çıkmıştı. Göçmen seks işçilerinin durumu, yerlilerden çok daha kötü ve sorun şimdilik askıdaydı.”
Seks işçisi denilerek fahişeliğin ve rezaletin masumlaştırılmaya hatta meşrulaştırılmaya çalışılması, AKP iktidarında hızla artmış ve AB dayatması serbestlik kanunlarıyla, ahlaki ve ailevi yapımız yıkılmaya başlanmıştı.
Bunca hakaret ve tahribata rağmen Mevlüt Çavuşoğlunun hâlâ 16 Nisandan sonra AB ile kaldığımız yerden devam edeceğiz sözleri tam bir kölelik mantığını yansıtmaktaydı.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlunun: Avrupa Birliği ile de 1990'lı yıllarda imzalanan Gümrük Birliği anlaşmasını güncelleştirmek için müzakerelere başladık. Üç tur müzakereler yapıldı ve 16 Nisan'dan sonra AB ile kaldığımız yerden devam edeceğiz”sözleri tam bir skandaldı. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Antalya İşadamları Derneğinin (ANTİAD) toplantısında yaptığı açıklamada Avrupa Birliğine ilişkin mide bulandırıcı açıklamalar yapmıştı. Serbest ticaret anlaşmaları imzalamamız gerektiğini belirten Çavuşoğlu, Avrupa Birliği ile de 1990'lı yıllarda imzalanan Gümrük Birliği anlaşmasını güncelleştirmek için müzakerelere başladık. Üç tur müzakereler yapıldı ve 16 Nisan'dan sonra AB ile kaldığımız yerden devam edeceğiz. Her iki tarafın da bu konuda kararlılığı var. AB kendi kurullarından müzakereler için karar çıkardı. Günümüz ekonomik anlayışını yansıtmıyor, bunu güncellememiz lazım diyecek kadar ayarsızlaşmıştı.
[1] Bak: 11.04.2017, Afişler gerçeği yansıtmıyor, Mehmet Y. Yılmaz
[2] Bak: 08.04.2017, Milli Gazete
[3] burakkillioglu@milligazete.com.tr