Maalesef, ülkemiz ve milletimiz belki de tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini yaşamakta, parçalanma ve dağılma aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan Hocanın ifadesiyle Artık toprak ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştır. Bir ruh için beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı işgal edilen veya bölünüp başka güçlerin güdümüne giren bir toplum: Hürriyet ve huzurunu, namus ve onurunu ve haysiyetli millet şuurunu kaybetmiş olacaktır.
Bugün İsraili kurmak ve Siyonizmin Dünya hâkimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP istikametinde ve maalesef böylesine yabancı ve Türkiyeyi de yıkıcı bir projede, dış odaklarca bir dönem Türkiyeye verildiği söylenen eşbaşkanlık sayesinde:
1- Irak fiilen üçe parçalanmıştır.
2- Libya NATO tahribatıyla ikiye ayrılmıştır.
3- Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef tahtasındadır.
4- Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan Pakistandan, bu sefer Peştunistanı da koparıp, Afganistana bağlama hesapları yapılmaktadır.
5- Ardından Afganistan Peştunlarıyla, Pakistan Peştunları birleştirilip yeni bir kukla devlet kurulması amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban bölgesiyle, demokratik Karzai bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.
6- Daha sonra İrana saldırılıp Kürtler; Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler diye dörde ayrılacaktır.
7- Bütün bunların ardından Güneydoğu Özerk Kürdistanı, ABye katılım sürecinde pilot bölge Marmara Özel Dükalığı, Tarihi ve turistik amaçlı Karadeniz Pontus mirası olarak, sıra Türkiyenin parçalanmasına gelip dayanacaktır.
ABDnin kukla başkanı ve Siyonist Yahudi lobilerinin kâhyası Obama ile Suriyeye müdahale konusunu görüşmek üzere Güney Korenin başkenti Seule giderken, Suriyeyi oturup seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz diyen sorumluların sözleri gayet açıktır. Yani Suriyeye askeri müdahale edip parçalanmasını kolaylaştırma ihalesi bunların üzerinde kalmıştır. Bu nedenle: Bremen mızıkacıları, hep bir ağızdan: Zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriyeye demokrasi getirilsin sloganları atarak gaflet politikalarına mazeret uydurulmaktadır. Aynı mutfaktan beslendikleri ve aynı odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir ağızdan Türkiye çabuk yetişsin ve Suriyeye barış ve demokrasi getirsin diye çığlık atmakta ve kamuoyunu bu yönde şartlandırmaktadır.
Hatırlayınız:
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM Genel Merkezindeki basın toplantısında: Suriye meselesinin Türkiyesiz çözümü imkânsızdır diyerek AKP hükümetini askeri müdahaleye kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)
BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Türkiyenin tek başına Suriyeye müdahalesi doğru olmaz, BMnin yardımı alınmalıdır diyerek yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.
Aynı toplantıda İHH Başkanı Bülent Yıldırım Akan kanın durdurulması ve Suriyede huzurun sağlanması için gereken her şey yapılmalıdır sözleriyle Suriye saldırısı için Siyonist NATO ve BM maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.
Anayasa mahkemesi eski raportörü Osman Can; Taraflar biri birine üstünlük sağlamaya çalıştıkça, değişim sürecinden uzaklaşılıyor diyerek PKK ile AKPyi, daha doğrusu T.C ile eşkıya şebekesini aynı kefeye koymakta ve mevcut anayasa Kürt meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve kırmızı çizgiler saplantısıdır sözleriyle Özerk Kürdistana mazeret ve meşruiyet uydurmaktaydı.
AKPnin fikir babalarından Kürtçü-bölücü Kemal Burkayın partisi HAKPAR Kuzey Irakta Bağımsız Kürdistanın ilanını hasretle beklendiğini vurgulamaktaydı.
AKP iktidarı Suriyedeki Türk vatandaşlarına geri dönün çağrısı yaparak, saldırının yakın olduğunu hatırlatmaktaydı.
CIA başkanı ve Süleymaniyede askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye saldırısının planlarını anlatmak üzere Ankaraya gelip Başbakanla baş başa görüşüp, ardından Barzaniye koşmaktaydı. Oysa Suriyede iç savaş çıkartıp böylece bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere, muhalefeti kışkırtmak için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk istihbaratçının 7sinin zaten MOSSAD bağlantısı ortaya çıkmıştı.
Türkiyeyi yıkma tezgâhı şöyle planlanmıştı:
1- Türkiye, ABD ve ABnin zorlamasıyla Halep dâhil Suriyenin kuzeyine asker sokacaktı.
2- Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye sınırına askeri yığınak yapacaktı.
3- İsrail, Türkiye üzerinden, İrana hava saldırıları başlatacaktı.
4- Bunun üzerine İran, Malatya Kürecik radar üssü ve füze savunma kalkanı nedeniyle, Türkiyeyi İsraile yardım etmekle suçlayacak ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.
5- Bu arada Rusya ve İranın da kendisini satmasıyla devrilen Esad rejiminden sonra, muhalefetteki ajanları vasıtasıyla Suriyeyi de kontrolüne alan ve parçalayan Batılı güçler, bu sefer Türk askerini işgalcilikle suçlayacak ve derhâl Suriyeden çıkması için kampanya başlatacaktı.
6- Suriye Kürdistanının kurulup Türkiyenin parçalanması amaçlandığını sezen halkımızın baskısı üzerine Ordu ABDyi dinlemeyince: Kürtlere demokratik özerklik tanımıyor. Kendi halkına ve PKKya aşırı güç kullanıyor. Suriye ve İrana karşı Batı birliğinin değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor gibi gerekçelerle belki de Türkiye NATOdan çıkarılacak ve savaş açılacaktı.
7- 6 Nisan 1946da katı laik ve Kemalist bilinenlerin iktidarında Amerikan Missouri savaş gemisi gövde gösterisi için İstanbula geldiğinde, Milletimiz Arapça anlamıyor diye Ezana izin vermeyen başbakanların, tutup camilere Welcome Missouri diye mahyalar astırması gibi; AKP iktidarı da Türkiyeye ileri demokrasiyi getirmek ve bizi AB ile bütünleştirmek için geldiklerini söylediği ABD ve NATO askerlerini, yandaşlarına Hoş Geldin sloganlarıyla karşılatmaya kalkışınca, o zaman bağımsızlık ve bekamız hatırına elbette Milli bir direniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk ordusu bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail hedeflerine yıldırım hücumları başlatacaktı.
Şimdi asıl can alıcı sorumuzu soralım ve konuyu toparlayalım: Peki sonuç ne olacaktı ve Türkiye bu kaostan nasıl kurtulacaktı?
Rahmetli Erbakan Hoca sohbet, seminer ve konferanslarında:
Haksızlık ve ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist dünya düzeninin, öyle barışa ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini
Bunların, tahribi çok ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini
Bu nedenle, Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek teknolojilere sahip olmak gerektiğini ve Allahın izniyle bunları başarıp, ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini defalarca anlatmıştı.
Bütün zalim ve Batıl güçlerin elinde bulunan: Nükleer başlıklı füzelerini, Uçak gemilerini, İnsansız hava gereçlerini, Savaş kontrol merkezlerini;
a) Çalışmaz hale getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri,
b) Silah mekanizmalarını çürütecek metalik virüsleri,
c) Fırlatılan füzeleri havada iken yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:
1-Planlayıp yaptıklarını, 2-Bunları seri üretime hazırladıklarını, 3-Proje aşamasından deneme safhasına kadar, hangi süreçlerden geçtiğini gösteren video kayıtlarını 4-Ve bunların Kahraman Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını özellikle vurgulamıştı. Bu müjdeler, aynı zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı ve ihtarıydı.
Şu ayetler dikkatle okunmalı ve ona göre tedbirler alınmalıydı:
4- Biz Kitapta (Levhi Mahfuzda -kader programında-, olacakları önceden bildiğimizden)İsrailoğullarına şu hükmü verdik: Muhakkak siz yer(yüzün)de iki defa (çok yaygın ve azgın bir fesat)bozgunculuk çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir kibirleniş-yükselişle böbürlenip şımaracaksınız. (Ekonomik, askeri ve siyasi gücü ele geçirecek ve bölgeye hükümran olacaksınız. Ne var ki bununla şımaracak haksızlığa ve ahlaksızlığa başlayacaksınız).
5- Nitekim (bunlardan) ilk vaid (birinci azgınlığınızı cezalandırma vakti) geldiği zaman güç ve şiddet sahibi kullarımızı (İslam kaynaklarında Buhdunnasr, batılılarca Nabukadnezar denen komutanı ve ordularını) üzerinize gönderdik de sizi evlerin aralarına kadar girip araştırıp(buldular, yurtlarınızı ve zulüm saltanatlarınızı yıktılar). Bu yerine getirilmesi gereken bir sözdü(ve tarihte aynen gerçekleşmiş bulunmaktaydı.)
6- Sonra onlara karşı size tekrar güç ve kuvvet sağladık-sağlayacağız, size mallar ve çocuklarla destek çıktık-çıkacağız, (karşılıksız Dolar ve masonik organizasyonlarla Siyonist sömürü saltanatını kuracaksınız) ve topluluk olarak sizi sayıca çok kıldık-kılacağız. (BM ve NATOyu güdümünüze alıp söz sahibi olacaksınız).
7- İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik ve adalet yaparsanız kendi menfaatinize olacaktır. Yok, eğer kötülük ve zülüm yaparsanız, o da kendi aleyhinize sonuçlar doğuracaktır. (Ama siz maalesef yine zülüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlaksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünyayı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapıklık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, yine size öyle (Mümin ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki)yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Hz. Ömer döneminde Kudüsü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescidi (Aksaya) girsinler ve ele geçirdikleri (hain ve katilleri ve melanet merkezlerini)mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allahın vadi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!). (İsra: 4-7)
Ordusu aciz bırakılan bir toplum aziz olamazdı. İşte TSKya yönelik psikolojik ve asimetrik savaş, bunun için başlatılmıştı!
Türkiyede; sistemli, sürekli ve dış destekli bir ordu düşmanlığı ve TSKyı karalama ve aciz bırakma kampanyası yürütülüyordu. AKPnin iktidara taşınmasının ve halâ iktidarda tutulmasının asıl nedenlerinden birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu anlaşılıyordu. Güneydoğudaki her katliam ve kanlı olay sonrası yandaş medyada hemen PKKyı koruyup kollama çabası öne çıkıyordu. Bütün vahşet ve cinayetlerin ardından bu işi, TSKnın yaptığı algısı yaratılmaya çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu bile anlaşılmadan BDP yöneticilerinin verdiği mesajlar ve PKKyı yardım sevenler derneği gibi göstermeye çalışanlar ağız birliği içinde, PKKyı aklamaya uğraşıyor ve TSKya sataşıyordu. Türkiyede kasıtlı bir psikolojik harekât süreci sonunda, devletin ve özellikle de TSKnın terör örgütü gibi algılanmasını kolaylaştıracak bir psikolojik ortam oluşturuluyordu.
ABDnin yeni TSK planı:
a) Asker sayısı azaltılarak 250 bine indirilecekti.
b) Zorunlu askerlik daraltılıp, ordunun yüzde 80i paralı (profesyonel) hale getirilecekti.
c) Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanına bağlanıp havası söndürülecekti.
d) Milli duruşlu subayların bir kısmı davalarla tasfiye edilecekti.
e) Diğerleri yüksek ikramiyelerle özendirilip emekli olmaları istenecekti.
f) Kalan subaylar sözleşmeli pozisyona geçirilecekti.
g) Bütün subayların terfi ve tayinini, uysallığına göre hükümet belirleyecekti.
İşte Rahmetli Erbakan, İslam dünyasına ve insanlığa bu Siyonist şebekeyi tanıttığı ve Onun şeytani düzenini bozacak tedbirleri aldığı için, sağlığında da, vefatından sonra da bütün şerlilerin ve hainlerin hedefi yapılmıştı. Ve zaten E. GKB İlker Başbuğ dâhil pek çok şahsın itirafıyla: Maalesef solcu-sağcı bütün Başbakanları ve Cumhurbaşkanlarını kandırıp kullandıkları halde, FETÖ fitnesine alet olmayan ve bu şer şebekesine mesafeli duran tek lider Erbakan Hocaydı 21 Şubat 2012 Konya Programında Erbakan Hocaya iftira atan adamlar da, aynı odaklarca ve aynı maksatlarla içimize sokulmuşlardı.
Bir katılımcı soruyordu:11 Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıdaErbakan Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydettidiyorsunuz. Burada ise Erbakanın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?
YİK (Yüzsüz İftira Kurulu) Başkanı Oğuzhan Asiltürkün cevabı:O söylediğim de gerçekti, bu söylediğim de gerçektir
Farklı bir katılımcı sesleniyor:O söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?
İftiracı: Evet!(hemen lafını değiştirip bağırarak) Hayır! Hoca değil Ama, Hocanın çocukları zimmetine geçirdi! diye kıvırıyor ve kinini kusuyordu!
Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler tarafından zorla salondan çıkartılıyordu. Ve tabi bu iftiracı, bu sözleriyle ve binlerce Milli Görüşçü önünde: Erbakan Hocanın cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakanın da bunların üzerine yattığınıaçıkça ilan ve iftira ediyordu Yani Hoca bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti demeye getiriyordu. Ve zaten bu tür münafıklar tarihin her döneminde görülüyordu. Amerikada yaşayan Yahudi asıllı Saffet Bayramaşık, Siyonist lobilerce Erbakan Hocaya gönderiliyor,Masonluk ve İsrail aleyhtarlığından vazgeçmemesi ve aslen Yahudi olan ama zahiren Müslüman-mücahit tanınan beş kişiyi teşkilata sokup, yüksek görevlere kabul etmemesihalinde partisinin kapatılacağı söyleniyor, kabul edilmeyince ertesi gün Milli Nizama kapatma davası açılıyordu Ama ne olduysa Selamet Partisine 12 Eylüle kadar dokunulmuyordu. Ve tabii bu tavizlerden Erbakan Hoca kârlı çıkıyor ve tarihi atılımlarına fırsat buluyordu.
Şimdi şunları sormak lazımdı:
1- İftiracının iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı, bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O halde bu mallara el konulmasın ve cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine alması bile Erbakan için oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?
2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?
3- Nasıl olsa çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak kadar saf mıydı?
4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hocanın suizan altında bırakılıp camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda solda fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki yollara niye başvurmazdı?
5- Haydi o yalan uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak girişimleri bir türlü başlatmazdı?
6-Ve Türkiyedeki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüşe sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhanın yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakanı zora sokardı, ama Milli Görüşteki kendi ajanları da deşifre olacaktı!
7- Şimdi iman, izan ve insaf ehli söylesin: Bu aslı bozuk münafıklar, özel ve yabancılara kapalı bir mekânda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği TV ekranlarında, Erbakan Hocaya ve çocuklarına iftira mı atmaktaydı? Hocayı töhmet altında bırakan iddiaları yetmezmiş gibi, Oğuzhan Asiltürkün Erbakanın çocuklarını biribirine karşı kışkırtıp mahkemelik olmalarına ve medya malzemesi yapılmalarına yol açan bu Oğuzhan Asiltürk, Milli Görüşe karşı nasıl derin bir kin taşımaktaydı?
20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Genel Başkanın üstadım diye iltifat yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; cihat paralarıyla alınan malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakanın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürkü aklayıcı hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak yanıtları. Tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan gönüldaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmaktaydı. Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.
Nur Suresinin şu ayetleri iftiracıların ayarını ortaya koymaktaydı:
11- (Hz. Peygamberin eşine) Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve ağır (zina) iftirayla gelenler, sizin içinizden sizinle birlikte davranan bir ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen ise daha büyük bir azabı hak etmiştir.
12- Onu (masum kadın ve erkeğe iftira suçunu)işittiğiniz zaman, erkek mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri (vicdanları) adına hayırlı bir zanda bulunup: Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır demeleri gerekmez miydi?
13- (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört şahit getirmeleri lazım gelirdi. Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.
14- Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.
30 Aralık 2004 tarihli WikiLeaks belgelerinde ve tutuklu iken esrarengiz biçimde ölüveren Kaşif Kozanoğlunun cezaevi not defterinde İsviçre bankalarındaki 800 milyon doları bulunduğu iddia edilen dindar kahramanın, bunca parayı nereden kotardığını sormayan AKİTin şarlatan yazarları cihat parasını koruyor kılıfıyla, rahmetli Hocanın 3-5 milyon liralık mal varlığının dedikodusunu yapıyordu. Oysa iktidar yalakası ve din istismarcısı bu sahte İslamcılar:
1- Bunların Milli Görüş gömleğini niye çıkardığını?
2- Boyunlarına Yahudi Lobilerince niye cesaret madalyası takıldığını?
3- Sn. Başbakanın Irak ve Libyadan sonra, şimdi Suriye ve nihayet İran ve Türkiyenin parçalanmasını amaçlayan BOPa, kimler tarafından ve neyin karşılığı eşbaşkan atandığını?
4- Irak, Libya ve Suriye işgallerine ve vahşetlerine, hangi gerekçe ile AKPye taşeronluk yaptırıldığını?
5- Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının, hangi mazeret ve mecburiyetle serbest bırakıldığını?
6- Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda, AKP döneminde niye patlama yaşandığını?
7- AB ve ABDnin güdümündeki bir dünya düzeni içinde, kahramanlık rolü oynamanın ve İslamı Siyonizmin aracı haline sokmanın Kurandaki karşılığını?
8- Ülkemizde tarım ve hayvancılığın nasıl batırıldığını ve tüm fabrika ve stratejik kurumlarımızın nasıl yabancılara satıldığını? Evet bir tek sefer olsun, ciddiyet ve cesaretle sorgulamış olsalardı; belki Rahmetli Hocayla ilgili tenkit ve tahriklerinde de samimi olduklarına kanaat getirebilirdik. Ama hep cerahata konan ve goncadan uzak duran karasinek misali, Erbakanın faziletlerini bile tenkit, ama Erdoğanın acziyetlerini bile tebrik ederseniz, elbette siz itimat ve itibar edilmez durumuna düşersiniz
Erbakanın Bosnalı mazlumlara yardımları:
On beş yıl kadar önce, Almanyaya gelen sonradan AKP tarafından RTÜK Başkanlığına getirilen Prof. Davut Dursun ve AKP milletvekili Prof. İrfan Gündüzün,Erbakanı ve Türkiyedeki parti davasını bırakın ve kendi geleceğinizi kurmaya bakınşeklindeki milli görüş bağlılarını Hocaya karşı kışkırttıklarını görünce, fesatlıklarını ve haksızlıklarını yüzlerine vurup susturmuştuk. İşte orada bunlara kapılan ve Erbakan bizim gönderdiğimiz paralarla Bosna kahramanlığı yapıyor diyen bazı bölge başkanlarına sormuştuk:
– Söyleyin bakalım, bugüne kadar, Bosna ya yardım amaçlı, toplam kaç lira yolladınız?
– Üç (3) milyon Marktan fazladır.
– Peki, bu parayla bir salça fabrikası bile kurulabilir mi?
– Elbette hayır
– Oysa Bosnalı Müslümanlar, hem beş yıl sürekli savaşmış, tarım ve sanatla uğraşamamış, ama bütün yaşama ve savunma ihtiyaçlarının karşılanması yanında, 1-Tank ve zırhlı araç tamir fabrikası. 2-Mermi ve mühimmat fabrikası. 3-Uçak savar füze fabrikası kurmuşlardı. Bunların maliyeti yüz milyonlarca dolardı. Ve önemli kısmını Erbakan Hoca ayarlamıştı. Sizin 3-5 milyon markınız Bosnalıların bir yıllık ekmek şeker parası bile olmazdı!
Mustafa Tahhanın itirafları:
2012 yılında İstanbulda yapılan Erbakanı anma toplantısına katılan Dünya Gençlik Teşkilatı eski Başkanı Mustafa Tahhan: Ben size, Erbakan Hocanın Bosna halkına ve İzzet Begoviçe sağladığı çok büyük yardımları anlatsam hayretler içinde kalırsınız anlamındaki Arapça sözlerini, partiyi kuşatan münafıkların tembihlediği kişi, ısrarlı uyarılara rağmen bu önemli gerçeği maalesef Türkçe tercüme etmeyip atlamıştı. Erbakan Hocanın hangi ülkelerden hangi ağır makineleri nasıl temin edip, Bosnaya hangi yöntemlerle ulaştırdığını İstanbul eski İl başkanı Rahmetli Osman Yumakoğullarından dinlemek lazımdı.
Erbakanın Kaddafi üzerinden Çeçenistana sahip çıkması:
1996da Trablusta tertiplenen ve tüm dünyadan 600den fazla yüksek ilim ve gönül ehlinin katılımıyla gerçekleşen TASAVVUFİ AHLAK VE MANEVİ KALKINMA konferansına katılmak ve bildiri sunmak üzere bizi Libyaya gönderen Erbakan Hoca, o sırada ambargolar yüzünden perişanlık çeken Kaddafi eliyle, Çeçenistan mücahitlerine çok önemli miktarda yardım gönderilmesini ayarlamıştı ve şunları hatırlatmıştı;
1- Mazlum ve Müslüman Çeçen halkının meşru haklarını savunmalarına yardımcı olmak bir iman ve insanlık vazifemizdir.
2- CIA ve MOSSADın bölgeyi karıştırmak ve Türkiyeyi zora sokmak niyetiyle, TALİBANcı ve VEHHABİ görünümlü kişiler eliyle yaptırmaya çalıştığı provakasyonlara ise gelmemelidir.
3- Makul şartlar oluşursa, Rusya ile Çeçen mücahitlerinin anlaşıp uyuşmasına destek verilmelidir.
Daha sonra 28 Şubat kışkırtmasına hazırlık amacıyla, D-8 oluşumu için yaptığı Libya ziyaretinde, Kaddafinin kışkırtılıp Erbakana karşı saygısız davranışlarını da yine CIA destekli Türkiye masonları ve dışişleri elemanları tezgâhlamıştı. (Bak. Ergün Diler. Takvim Gazetesi 28 Şubat 2012) Kaddafinin kulağına 1995te Maltada MOSSAD ajanlarınca, katledilen Filistinli liderlerden Fethi Şikaki suikastında Erbakanın hükümet ortağı olan Tansu Çillerin de parmağı olduğu yalanı fısıldanmıştı. Şimdi BOSNA, ÇEÇENİSTAN, FİLİSTİN, Türki Cumhuriyetler ve Çin Sincan bölgesi gibi milli direniş hareketlerine yüz milyonlarca dolarlık yardımları sağlayan, üstelik asla bunların reklamını yapmayan ve siyasi rantına tenezzül buyurmayan bir Zatın, kalkıp üç beş milyonluk bina ve arsaya tenezzül edeceğini söylemek, ahmaklıktan öte alçaklıktır.
Siyonizmi ve emperyalizmi tanımadan yeterli tedbir alınamazdı.
Dünyamız artık küreselleşmiş, yani aynı merkezlerden yönetilir hale gelmiştir. Görüntülü iletişim araçları ve internet bağlantılarıyla sadece devletler, şirketler ve örgütler değil, çok uzaktaki fertler bile kolaylıkla birbirine ulaşmakta, anlaşmakta ve ortak projelerini geliştirip yürütebilmektedir. Bu son sistem teknolojik imkânlar, insanlığa önemli fırsatlar sunduğu gibi, büyük tehdit ve tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Rotary ve Lions benzeri Masonik organizeler ve küresel merkezlerin güdümündeki sivil örgütlenmeler vasıtasıyla, farklı din, düşünce ve kavimden bütün insan topluluklarını kontrol eden ve çeşitli kesimleri, ele geçirdiği reisleri, liderleri, şeyhleri üzerinden yönlendiren SİYONİST odaklar, CIA, MOSSAD, CFR ve Bilderberg gibi etkin kuruluşlarla HÜKÜMETLERE, MUHALEFETE ve ülkelerdeki medyaya, yargı sistemine, polise ve silahlı kuvvetlere de tesir edip tetiklemektedir. Yani ülke ve bölge politikalarını etkileyecek, halkların eğilim ve tercihlerini değiştirip dönüştürecek ölçekteki kurumlar arası sertleşme ve restleşmelerin, cemaatle Hükümet didişmesinin öyle basit rekabet ve bahanelerle meydana geldiğini düşünmek ve küresel güçlerin bölgesel ve evrensel projelerini ve stratejilerini göz ardı etmek, sonunda bilmeden onlara figüranlık etmekten başka sonuç vermeyecektir.
Bugün yeryüzündeki: Kökenleri, kültürleri, tarihi birikimleri, dinleri ve mezhepleri birbirinden oldukça farklı milyarlarca insanın:
Meşrubat olarak neleri içeceğine,
Hamburger ve cips olarak ne yiyeceğine,
Ayakkabıdan pantolona, mayosundan kabanına kadar erkek-kadın herkesin ne giyeceğine,
Hangi hastalığın hangi ilaçlarla tedavi edileceğine,
Hangi şarkıların dinlenip, hangi filmlerin, hangi çizgi filmlerin, hangi porno rezaletlerin izleneceğine,
Hangi markaların reklâm edilip hangi firmaların iflas edeceğine karar veren 13 (on üç) Yahudi ailesini, yani Siyonizm gerçeğini ve bunların güdümündeki ABD ve ABnin kuruluş ve işleyiş biçimini bilmeden, Türkiyemizdeki ve bölgemizdeki gelişme ve çekişmelerin perde arkasındaki gerçek nedenlerini fark etmemiz ve milli siyaset ve stratejiler üretmemiz hayaldir. Böyle bir dünya düzeni içerisinde, milliyetçilik taslamanız da, sosyalistlik yapmanız da, İslamcılık oynamanız da, kendinizi ve çevrenizi kandırmaktan öteye geçmeyecektir. İşte canlı örnek: 12 Eylül darbesine, solcular karşı, sağcılar karşı, İslamcılar karşı, ulusalcılar karşı, masonlar karşı, sabataycılar karşıdır Öyle ise, ya 12 Eylül ABDyi aldatarak yapılmış, sonuçları milli olan bir harekettir Veya bu müdahillerin hepsi Millicidir!?
Bakınız 300 milyonluk ABDdeki Yahudi nüfusunun sadece 3 milyon olduğu söylenir, yani yüzde birdir. Ancak Amerikan tarihinde ve günümüzdeki Devlet Başkanı, Bakan, Vali ve Belediye Başkanı, CIA ve FBI Başkanı, Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı, IMF ve Federal Reserve (Amerikan Merkez Bankası) Başkanı, en büyük ve uluslararası bin (1000) büyük holdingin sahibi ve başkanı, büyük medya patronları, yüksek yargı ve bürokratik makamları işgal eden Yahudi ve Yahudi dönmesi kişilerin diğer ABD vatandaşlarının en az yüz katı olduğu görülecektir.
Şimdi nüfusun yüzde birini teşkil eden bir kesim, ülke yönetiminde, üst düzey mevkilerde, şirket ve holdinglerde diğerlerinin tam yüz misli oranda etkin ve yetkin bulunuyorsa, bunu sadece tesadüfle veya Yahudilerin üstün yetenek ve gayretiyle izah etmek safdilliktir. İşin gerçeği, nice yüzyıllar boyu süregelen ve din olarak Kabalist düşüncelerle şekillenen bir Siyonist Yahudi organizesi, ABDnin fikri ve fiili DERİN DEVLETİDİR.
Yahudiler olağanüstü kabiliyet ve meziyetlere sahip olduklarından değil, ama inanç haline getirdikleri şeytani emelleri uğrunda; sürekli, sistemli, organizeli, disiplinli ve her türlü esbaba riayetli biçimde ve nesilden nesile geçen gizli ve kirli öğretiler sayesinde, binlerce yıl sonra bile olsa dünyaya hâkimiyet hedefine, resmen değil ama fikren ve fiilen erişmişlerdir. Ancak bu onların yenilmez ve asla baş edilmez oldukları anlamına gelmemektedir. Bu birkaç bin sene içerisinde, mesela Türkler ve özellikle de İslamiyetle birlikte en az beş tane dünya çapında imparatorluk kurabilmiştir ve işte Anadolu Selçuklu ve Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti bin yıldır devam etmektedir. Ama Yahudilerin 4 bin sene sonra ancak kurabildikleri İsraildir, onun da akıbeti bellidir.
Bu çağdaş Firavunluk Düzeni, şöyle ayarlanmıştı:
6 milyar insanın her biri küresel tefecilere, Rockefellerin başında bulunduğu 300 Yahudi ailesine her yıl 1200 dolar-toplam 7 trilyon dolar, faiz vergi ve rüşvet ödemek zorundaydı.
Herhangi bir ülkede rastgele bir marketten alınan her eşyanın üçte biri gizli faiz olarak Siyonistlerin kasasına akmaktaydı.
Her uçak biletinin %10 IATA eliyle, her gemi biletinin %9u LOYD vasıtasıyla, her para transferinin %1i sömürü tekeline aktarılmaktaydı.
Her 10-20-50 yıldaki büyük krizler, milli servet ve şirketlerin, Siyonist Yahudilerin eline geçmesiyle sonuçlanmaktaydı.
Bugün Avrupadaki krizlerin arkasında da Bilderberg, CFR, Triterial komisyon ve Goldman Sachs gibi küresel Yahudi kuruluşları vardı.
O dönemde:
A- Yeni Yunanistan Başbakanı Lukas, Triterial komisyon üyesi- Yahudi kökenliydi.
B- Yeni İtalyan Başbakanı Mario Monti aynı kuruluşun üyesi- Yahudi kökenliydi.
C- Estonya Devlet Başkanı Toomas Hendrik aynı kuruluşun üyesiydi.
D- Dünya Bankası Başkanı, Robert B. Zoellick aynı Siyonist kuruluşun üyesi ve Yahudiydi.
E- Ve dahi bizim meşhur Kemal Dervişimiz ABD, Yahudi sermayeli Goldman Sachs Bankın hizmet görevlileriydi Bunların hepsini tesadüflerle izah etmek akıl kârı değildir. İşte bu gerçekleri dile getirdiği ve Havuz sistemi, D-8ler gibi milli tedbirler geliştirdiği için Erbakan Hükümeti 28 Şubat darbesiyle ama asıl ABD Siyonist Lobilerinin tertibiyle devrilmiştir. Erbakan Hoca kendisini, partisini ve hükümetini feda etmiş Türkiyemize ve Silahlı Kuvvetlerimize zarar verilmesine müsaade etmemiştir.
Şimdi 28 Şubat sürecindeki, saldırı ve soytarılıklarından pişmanlık duyarak; Keşke Milli Görüş ve Erbakanı doğru tanısaydık! Keşke o günler yaşanmasaydı! Milli Görüşün emperyalizmle mücadelesi iyi anlaşılsaydı diyen Osman Özbek yine de Fetullahçılardan daha tutarlıydı. İşte Ali Ünalın Kargaları Bile Güldüren F. Gülen Savunması:
Sonraki yıllarda cemaat yazarları, takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak 28 Şubat ayıbından aklanmaya uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, 3 Temmuz 2006 tarihli Zamanda, isim vermeden Milli Çözüm Dergisinin bir sorusunu şöyle yanıtlıyordu: 28 Şubatta ordu yanlısı bir tavır takınan Fetullah Gülen, neden şimdi Şemdinli ve birbiri sıra patlak veren çeteler hadisesinde özgürlükçü bir tavır ortaya koyuyor? diye soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hocaefendinin bir çelişkisi bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hocaefendi, 28 Şubat sürecinde Erbakanın uyumsuz hareketlerinin darbe sebebi teşkil edeceğini gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi önlemek maksadıyla hükümetin çekilmesini istiyordu. Yani Fetullah Gülen, darbe olmasın diye Erbakana karşı TSKyı destekleyip 28 Şubata arka çıkıyormuş!… Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer ne kadar ince ve derin düşünüyormuş!
Peki, bir dönem şu Fetullahçılara dokunan niye yanıyordu? Hatta bazı bakanlar, işadamları, yazarlar ve Milletvekilleri niye Recep T. Erdoğanın değil de Fetullahın tarafında yer alıyordu? Çünkü ABDnin ve Yahudi lobilerinin, Başbakandan ziyade Fetullahın arkasında olduğunu herkes biliyordu. Yani herkes cemaat bahanesiyle Amerikan tanrısına tapınıyordu.
Atatürkü dinsizlikle suçlayanlar Askere Din Kitabını okumalıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük âlim Ahmet Hamdi Akseki Hocamızca hazırlanan, ASKERE DİN KİTABI; Atatürkün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur. Atatürkü hem Devrim simsarcılarının hem de Din istismarcılarınınelinden kurtarmak da boynumuzun borcudur.
Ahmaklık; Çelişkilerin Farkına Varmamaktır! Bunların 4+4+4 diye gündeme getirdiği ve haftalarca kamuoyunu meşgul ettiği, yeni eğitim sistemi tartışmasıyla, asıl amaçladığı şunlardır:
1- Sözde İmam Hatiplerin orta kısmını açacağız bahanesiyle, Kenan Paşanın en hayırlı icraatlarından Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini mecburi olmaktan çıkarmak,
2- İleride Özerk Kürdistanın resmi eğitim dili yapılmasına yasal zemin hazırlamak üzere Kürtçeyi seçmeli ders olarak okutmaya başlamak,
3- Dindar AKPye karşı, kindar CHPnin laiklik kavgası ile toplum oyalanırken, BOP çerçevesinde Irak ve Libya gibi parçalanmaya hazırlanan Suriye müdahalesini meşrulaştırmak,
4- BDPlilerin ve Suriyeli muhaliflerin itiraf ettikleri ve stratejik müttefikimiz(!) ABDnin resmen sahiplendiği üzere, Suriyede bir Kürdistan bölgesi oluşturmak.
5- Ve nihayet, Barzaninin açıkladığı gibi, Türkiyede de federatif Kürdistanı kurduktan sonra; Suriye, Irak, İran ve Türkiye parçalarını birleştirip BÜYÜK KÜRDİSTAN hedefine (daha doğrusu BÜYÜK İSRAİL hayaline) ulaşmaktır.
İnsana verilen AKIL; Şunlar doğru ise şunlar da doğrudur, bunlar yanlış ise bunlar da yanlıştır şeklinde bir mukayese ve muhakeme (karşılaştırma ve uygun karar alma) hassasıdır. İyilikle kötülükleri, adaletle zulümleri, yararlı şeylerle zarar verenleri, güzellikle çirkinlikleri birbirinden ayıramayan, temyiz ve doğru tercih yeteneği bulunmayan insan, Kurana göre basit ve fasit bir varlıktır. Her şeye rağmen tarihi hesaplaşma kaçınılmazdır ve bu sefer tarihi kötüler değil, iyiler yazacaktır. Aziz Hocamızın: Ya dünyaya hükmedeceksiniz veya bir kasabayı bile değiştiremezsiniz vasiyeti yerini alacak ve Adil Düzen mutlaka kurulacaktır. Ve böylece Türkiye yeni bir medeniyet merkezi ve mimarı olarak Mustafa Kemalin hedeflerine ve hayallerine erişmiş olacaktır.