2011 – MAYIS 2011 |
AK Parti’nin sivil anayasa taslağını hazırlayan Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Prof. Dr. Serap Yazıcı’nın da aralarında bulunduğu toplam 22 akademisyen ve kanaat önderini bir araya getiren çalışmanın konu başlıkları ve ana hatları şöyleydi:
“Yeni anayasa devlet değil, birey odaklı felsefeyle hazırlanmalı. İdeoloji bakımından tarafsız olmalı. Vatandaşlık, ‘Türklük’ kavramına yer verilmeden, vatandaşlık bağı devletle birey arasındaki anayasal bir ilişki olarak tanımlanmalı.”
“Türkiye’deki laiklik anlayışı, müdahaleci karakteriyle Batı tipi laiklikten ayrışıyor. Üniversite öğrencilerinin, milletvekillerinin, öğretim üyelerinin ve belli kurallar dahilinde kamu görevlilerinin başörtüsü kullanmalarına engel bir gerekçe bulunmuyor.”
“Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay kaldırılmalı. Genelkurmay, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. Savunma harcamaları Sayıştay tarafından etkin bir şekilde denetlenmeli. Yüksek komuta kademesini sivil otorite atamalı.”
“Yeni anayasada parlamenter sistem benimsenmelidir. Cumhurbaşkanı, bugün parlamenter sistemin özelliklerine uygun olmayan bir biçimde geniş yetkilere sahiptir; bu yetkiler sınırlandırılmalıdır. Cumhurbaşkanının rolünün parlamenter sisteme uyarlanması çerçevesinde, Devlet Denetleme Kurulu kaldırılmalıdır.”
“Demokrasinin yerel düzeyde güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, yerel yönetimlerin etkinlik ve verimliliğini artıracağı gibi, özellikle Güneydoğu’ya hâkim olan Kürt sorununun ve diğer kimlik sorunlarının çözümüne katkı sağlayabilecektir. Yerelleşmenin artırılması koşuluyla üniter yapının güncel ihtiyaçlara cevap verebilmesi mümkün olsa da üniter devlet ilkesinin esnetilmesi ile ortaya çıkan bölgeli devlet yapısı da tartışılabilir.”
Türkiye’ye BATI TİPİ LAİKLİK getirilmeliymiş!?
Türkiye’deki laiklik anlayışı, müdahaleci karakteri ve devletin dinlere, mezheplere ve inançsızlığa eşit mesafede konumlanmamış olması dolayısıyla Batı tipi laiklikten ayrışmaktadır. Bu kapsamda 1982 Anayasası’nın din ve vicdan özgürlüğünün kötüye kullanılması yasağını düzenleyen 24. maddesinin son fıkrası, dini inancın her türlü sosyal görünümünü yasaklamaya müsait olması nedeniyle yeni anayasada yer almamalıdır. Bu hükmün yerine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 9. maddesinde yer alan inanç özgürlüğüne ilişkin sınırlama nedenleri kabul edilebilir.
Nüfus kâğıtlarında din hanesi bulunmamalıdır. Bunun uygulamada gerçekleşmesi için Anayasa’daki mevcut hükmün doğru olarak yorumlanması yeterli olduğu halde, yasama ve yargı organları tarafından bu şekilde yorumlanmamaktadır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığına ve yapısına ilişkin görüşler farklılık göstermekle birlikte, katılımcıların tamamı Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut konumunu, laiklik ilkesine ve din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.
Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin ilköğretim okullarında zorunlu ders olarak yer alması hükmü yeni anayasada yer almamalıdır.
Ulus kavramı hukuki nitelik taşımadığından, Anayasa’da “Türk milleti” veya milliyetçiliğe atıf yapan ifadeler ve etnik çağrışımı olan vurgular yer almamalıdır.
Anadilinde eğitim ve anadilin öğrenimi konularında adım atılması için gerekli toplumsal ve pedagojik (öğretmen yetiştirilmesi, müfredat hazırlanması vb.) altyapının oluşturulmasına ilişkin tedbirler alınmalıdır.
Kuvvetli bir kimlik boyutu da bulunan temsilde adalet sorununun giderilebilmesi için yüzde 10’luk seçim barajının düşürülmesi gerekmektedir. (BDP’yi güçlendirmek ve federatif bölünmeyi gerçekleştirmek için)
Savunma harcamalarına sıkı denetim ve kesinti gerekliymiş!
Başkanlık sistemine geçiş, idarenin ve yürütme organının yapısının bu sisteme uyarlanmasını gerektirmektedir. Bu, kapsamlı ve yıllar alacak bir süreçtir. Yeni anayasa, parlamenter sistemi benimsemelidir.
Milli Güvenlik Kurulu, anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı, yeniden yapılandırılmalı, üye kompozisyonu değiştirilmeli ve görev alanı net çizgilerle belirlenmelidir.
Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalıdır.
Savunma harcamalarının denetimi Sayıştay tarafından etkin bir biçimde yerine getirilmelidir.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve Askeri Yargıtay kaldırılmalıdır. Askeri mahkemelerin görevleri sadece disiplin suçları ve münhasıran askerlik görev ve hizmetleriyle ilgili suçlarla sınırlandırılmalıdır.
Yüksek komuta kademesine atamalar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin göstereceği belli sayıda aday arasından sivil otorite tarafından gerçekleştirilmelidir. Katılımcıların bir kısmı, Yüksek Askerî Şûra’nın anayasal bir organ olmaktan çıkarılmasını önermiştir.
YÖK yerine, üniversiteler arası planlama ve koordinasyondan sorumlu yeni bir yapı kurulmalıdır. Akademik özgürlükler ve üniversitelerin özerkliği güvence altına alınmalıdır.
KAMUDA BAŞÖRTÜSÜ sınırlı sahada takılabilirmiş!
“Yeni anayasa, başörtüsü ile ilgili görüş ayrılıklarının çözüme kavuşturulmasında bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Üniversite öğrencilerinin, milletvekillerinin, öğretim üyelerinin ve belli kurallar dâhilinde kamu görevlilerinin başörtüsü kullanmalarına engel bir gerekçe bulunmuyor. Bununla birlikte hâkim, savcı, polis, asker gibi devletin egemenlik yetkisini doğrudan kullanan ve tarafsızlığın öne çıktığı meslekleri icra eden kamu görevlilerinin; çocukların etkiye açık olmaları nedeniyle okulöncesi eğitim, ilk ve ortaöğretimde görev yapan eğitimcilerin; reşit olmamaları sebebiyle üniversite öncesi eğitim alan öğrencilerin din veya inancı belli eden simgeler taşıması uygun değil.” (Yani gerçekle başörtüsü zulmü ve yasağı devam edecek, görünüşte mesele halledilmiş gösterilip AKP’nin devleti tahribine dolaylı destek verilecek.)
TÜSİAD’ın Anayasa tanıtım toplantısının soru-cevap bölümünde söz alan Boyner Holding Yönetim Kurulu Başkanı Cem Boyner demokratikleşme adımlarını engellemek için öne sürülen statükocu söyleme atıf yaparak: “Evrensel doğrular, ilkeler tamam da hocam, bunlar bize uyar mı? Diyenlere kulak verilmemelidir. Türkiye’de İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca kendi dillerinde eğitim veren okullar var, ama Kürtlere yok. Kim onlar? Kendi vatandaşın. Bireyin hak ve özgürlükleri devletin bölünmesinden önemlidir” Diyecek kadar küstahlaşmış ve Fetullahçı Zaman Gazetesi Onun bu tavrına sahip çıkmıştı. [1]
Daha önce “Mason Localarını kapatan Atatürk’ten intikam alacağız” diyen ve AKP’yi hararetle destekleyen Yahudi-Mason İshak Alaton, Cem Boyner’in yaptığı konuşmanın ardından ayağa kalkarak Boyner’in yanına gidip onu öperek tebrik etmişti.
AKP’nin emriyle TÜSİAD’dan eyalet modeli teklifi!
İnsanlarımızın özgürlüğü ülkenin bölünmesi ve hatta devleti kendisinden bile daha önemli imiş!
Kim diyor bunu? Cem Boyner! TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in kocası ve suflörü. 1995 genel seçiminde yüzde yarım bile oy alamayan bu adam şimdi AKP ile el ele vererek bölünmeye taşeronluk yapıyordu.
Hayır, Cem Boyner yukarıda sunduğumuz ifadeleri ulu orta etmiyor, TÜSİAD’ın yeni Anayasa toplantısında dile getiriyordu. Ve o toplantıda Anayasamızda yer alan ve de değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek olan maddelere karşı hücum emri veriliyordu.
Oysa o maddeler ülkenin bayrağı, dili, başkenti ve ülkenin milletiyle bölünmez bütünlüğünün sigortası sayılıyordu. Hem bu TÜSİAD değil midir, Tayyip Erdoğan’ın referandum sürecinde “Bitaraf olan bertaraf olur” tehdidine sus-pus olan! Dün pısan ve tarafsız olmayı bile savunamayan TÜSİAD şimdi ne oldu de ülkeyi topyekûn sarsacak bir projenin altına giriyordu! Küresel odaklar ve Recep Erdoğan öyle istiyor diye mi TÜSİAD’çılar galeyana geliyordu?
Evet, her şey açık ve net, TÜSİAD, küresel güçlerin ve AKP’nin taşeronluğunu yapıyor ve federatif sistem için zemin inşa ediyordu. Öyle olmasaydı AKP’nin, TÜSİAD’ın yaptığı bu densizliğe karşı kıyameti koparması gerekiyordu.
Oysa AKP “sükût ikrardan gelir” cinsinden suskundu!
Bu suskunluk, Türkçenin tek dil, Türk bayrağının tek bayrak, Ankara’nın başkent olmasına isyan anlamı taşıyordu! Bunları açıktan dile getiremeyenler, TÜSİAD’a söyletiyordu! Hayır, öyle değilse neden feveran edilmiyor, TÜSİAD’a haddi bildirilmiyordu?” diye soranlar haksız mıydı?
TÜSİAD bir sivil toplum kuruluşuydu. Parası da olduğu için 22 akademisyen ve uzmana “Anayasa değişikliği” hazırlatıyordu. Bu çalışmayı açıklayan TÜSİAD; İkinci Cumhuriyet taleplerine ve bölünme heveslilerine rahmet okutacak bir yaklaşım sergiliyordu. Eşi TÜSİAD başkanı olarak, bölünmenin reçetelerini verirken, Cem Boyner de “İnsanların özgürlüğü ve mutluluğu ülkenin bölünmesinden önemlidir” diyordu. Ülke bölünürse insanlar daha mı mutlu olurdu? Oysa Türkiye, devleti ve milletiyle bölünmez bütün olduğu sürece, güçlü Türkiye’dir. Devleti ve milletiyle bölünen bir ülke olursak, gücümüz kalır mı sanılıyordu?
Türkiye, Orta Doğu ülkelerinde, diğer İslam ülkelerinde oynanan oyunlara açık hale getirilmeye mi çalışılıyordu?
Türkiye sömürüye peşkeş çekilmekteydi
Düşük kur, açık pazar olarak Türkiye ekonomik sömürüye peşkeş çekiliyordu. Bu peşkeşte birçok sanayici, üretimini bırakıp, düşük kurla ithalat yapıyor, dış borç alıyordu. Bankalarını yabancıya satıyordu. Bunların ve bu nedenle ortaya çıkan cari açığın maliyetine bu toplum katlanıyordu. TÜSİAD’çıların ve AKP iktidarının ekonomiyi yabancı tutsaklığına sokmaları yetmiyor muydu? Şimdi de ülkesi parçalanmış ve ordusu zayıflatılmış bir Türkiye isteniyordu!
Boyner Türk milletine kızgındı. Kuyruk acısı vardı. Zira kendisi Can Paker, Etyen Mahçupyan, Kemal Derviş gibi isimlerle 1994 yılında “Yeni Demokrasi Hareketi” adıyla bir parti kurmuşlardı. Kurulduğundan itibaren medyadan büyük destek gören YDH bu ilgiye rağmen katıldığı 1995 Genel Seçimleri’nde büyük bir hezimete uğramıştı. Aldığı %0.48’lik oy oranından sonra, parti 1997 yılında feshedilip kapatılmıştı.
TÜSİAD’ın yaptığı Siyonist planın bir parçasıydı. Önce, Nevruz nedeniyle bir BDP milletvekili polise taşlar fırlatmış, Sonra başka bir BDP milletvekili polise tokat atmıştı. Meclis Başkanı Şahin ve Başbakan Erdoğan olaya sözde sert çıkmışlardı. Ancak bu tepkilerin milleti aldatmak için yapıldığı açıktı. Çünkü Başbakan isterse, Meclis bu iki milletvekilinin dokunulmazlığını hemen kaldırırdı. Anayasanın 83’üncü maddesine göre, Meclis karar alırsa, bu iki milletvekili tutuklanır ve yargılanırdı. Bireysel özgürlüğün en yüksek düzeyde olduğu ülke Amerika’ydı. ABD’de polise karşı gelmek çok büyük suç sayılırdı. Özgürlüğü bahane ederek devleti zayıflatmak yalnızca Türkiye’de oynanan bir cambazlıktı.
Bu başlangıçtan sonra, TÜSİAD ikinci aşamayı getiriyordu. Anayasada yer alan laik devlet ve bölünmez devletin kaldırılmasını istiyordu. Ordu’yu yeniden dizayn ediyordu. Bu devlet ve bu devletin polisi olmazsa, TÜSİAD’çıları kim koruyacaktı? Devlet milletten ayrı bir organizasyon değildir. Milletin oluşturduğu bir organizasyondur. Polise tokat atmak, millete karşı bir suçtur. AKP, TÜSİAD ve polise tokat atanlar sosyal dengeleri bozmuştur. Bu dengelerin bozulması, aynen deprem enerjisinde olduğu gibi negatif enerji birikimine neden oluyordu.[2]
TÜSİAD’ın hazırladığı 50 sayfalık öneriye göre, ‘Türk Milleti’ kavramı kaldırılmalıymış!
TÜSİAD tarafından yapılan 50 sayfalık çalışmada ele alınan bazı öneriler şöyle:
—Yeni anayasada parlamenter sistem benimsenmelidir. Cumhurbaşkanı bugün parlamenter sistemin özelliklerine uygun olmayan bir biçimde geniş yetkilere sahiptir; bu yetkiler sınırlandırılmalıdır.
—Demokrasinin yerel düzeyde güçlendirilmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım, yerel yönetimlerin etkinlik ve verimliliğini arttıracağı gibi, özellikle Güneydoğu’ya hâkim olan Kürt sorununun ve diğer kimlik sorunlarının çözümüne katkı sağlayabilecektir.
—Nüfus kâğıtlarında din hanesi bulunmamalıdır.
—Din kültürü ve ahlak bilgi dersinin ilköğretim okullarında zorunlu ders olarak yer alması hükmü yeni anayasada yer almamalıdır.
—Ulus kavramı hukuki nitelik taşımadığından, anayasa’da “Türk Millet” veya milliyetçiliğe atıf yapan ifadeler ve etnik çağrışımı olan vurgular yer almamalıdır.
—Ana dilinde eğitim ve ana dilin öğrenimi konularında adım atılması için gerekli toplumsal ve pedagojik (öğretmen yetiştirilmesi, müfredat hazırlanması vb.) alt yapının oluşturulmasına ilişkin tedbirler alınmalıdır.
Genelkurmay MSB’ye bağlanmalıymış!
—Kuvvetli bir kimlik boyutu da bulunan temsilde adalet sorunun giderilebilmesi için %10’luk seçim barajının düşürülmesi gerekmektedir.
—Milli Güvenlik Kurulu, anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı, yeniden yapılandırılmalıdır.
—Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na (MSB) bağlanmalıdır.
—Savunma harcamalarının denetimi Sayıştay tarafından etkin bir biçimde yerine getirilmelidir.
—Yüksek komuta kademesinde atamalar Türk Silahlı Kuvvetlerinin göstereceği belli sayıda aday arasından sivil otorite tarafından gerçekleştirilmelidir.
—Cumhurbaşkanı rolünün parlamenter sisteme uyarlanması çerçevesinde, Devlet Denetleme Kurulu kaldırılmalıdır.
—Yüksek Öğretim Kurulu yerine, üniversiteler arası planlama ve koordinasyondan sorumlu yeni bir yapı kurulmalıdır.
Zaman Gazetesinin TÜSİAD desteği!
1950 doğumlu olan Brian Currin, Güney Afrikalı bir avukat ve ‘uzlaşma’ uzmanıymış.
TÜSİAD’ın davetlisi olarak Türkiye’ye çağrılmış. TÜSİAD’ın gerçekleştireceği “Yeni Anayasa” oturumunda konuşma yapan Brian Currin, adlı Yahudi ve Mason şu anda dünyanın en ünlü arabulucusu sayılmaktaymış. Güney Afrika’da siyahlara yönelik ırkçı uygulamalar karşısında Mandela’dan yana tavır almışmış. Daha sonra Hakikat ve Uzlaşma komisyonlarının kuruluşuna katılmış. Güney Afrika’da edindiği tecrübeyi, dünyanın çeşitli yerlerindeki sorunları çözmek için kullanmaya başlamış. Ruanda, Sri Lanka, Malavi, Namibya, Ortadoğu ve Kuzey İrlanda’daki politik sorunlarda arabulucu olarak görev yapmış ve tamamında İsrail’in lehine sonuçlar çıkarmış… Brian Currin, hâlen ETA’yla İspanya arasında ‘bağımsız arabulucu’ olarak çalışmaktaymış. İşte bu meşhur Siyonist Currin, yaşadığı tecrübeleri ve barış süreçlerini, Fetullahçı Zaman’a anlatmış.
Türkiye’yi yakından tanıyorsunuz, terörün çözümü için bir öneriniz var mı?
“Türkiye’de bu sorun çözülmek isteniyorsa her iki tarafın da önce şunu öğrenmesi gerek: Başka bir seçenek yok! Sadece barış konuşulmalı. PKK bomba atmaktan, şiddet kullanmaktan vazgeçmeli. Devlet de öyle silahı terk etmeli. Maalesef bu böyle olmuyor her zaman. Her iki taraf da şunu anlamıyor: Bu durum böyle devam ettiği sürece, ekonomi sıkıntıya giriyor, ülke zarar ediyor. Geniş düşünmüyorlar. Bunun bir ülke meselesi olduğunu görmek gerekir.”[3]
Evet, TÜSİAD davetlisi Yahudi uzlaşma uzmanı açıkça PKK ile devleti aynı kefeye koyuyor ve karşılıklı silahları bırakmalarını ve Federatif Kürdistan’ı kurmalarını öneriyor, Zaman Gazetesi de buna sahip çıkıyordu.
http://www.millicozum.com/mc/mayis-2011/tusiad-anayasa-taslagi-s