Anasayfa » TÜRKİYE’NİN SURİYE MÜDAHALESİ VE AHİR ZAMAN

TÜRKİYE’NİN SURİYE MÜDAHALESİ VE AHİR ZAMAN

Yazar: yonetici
0 Yorum 71 Görüntüleyen

BOP (22 İslam ülkesini parçalayıp etkisiz kılma ve Büyük İsrail’e zemin hazırlama) çerçevesinde manipüle edilen Arap Devrimlerinin sonunda Türkiye’ye ulaşacağını ve Kürtlerin bu ayaklanma için hazırlanıp kışkırtıldığını daha o günlerde yazmıştık. Hem zaten Libya ve şimdi Suriye’de, “özgürlük için ayaklanan halkları silahla bastırmaya çalışan yönetimlere müdahaleyi meşru gören” NATO ve BM’nin aynı gerekçe ile ve “Kürtlerin özerklik taleplerini zorbalıkla bastırıyor” diye Türkiye’ye tavır almaları durumunda, bugün ABD’ye taşeronluk ve BOP’a eşbaşkanlık yapanların hiçbir meşru müdafaa(!) mazeretlerinin kalmayacağını unuttuklarını hatırlatmıştık.

 

Özellikle Recep T. Erdoğan’ın ünlü Amerikalı TV sunucusu Charlie Rose’a verdiği röportaj sırasında “Hamas’ı, bir terör örgütü olarak görmediğini” söylemesi ucuz kahramanlık ve seçmene selam cinsinden olsa da, buradaki Siyonist sinirlere yine de dokunmaktaydı. Erdoğan’a yanıt olarak “Terör taktiklerini kullanan Hamas özgürlük için mücadele eden bir örgüt ise, o zaman PKK ne oluyor?” sorusu ABD’nin Türkiye’ye yönelik hesaplarının kodlarını barındırmaktaydı. Şimdi AKP yönetimi, ABD’nin tuzağına kapılarak, “Tampon güvenlik bölgesi” oluşturacağı gerekçesiyle Suriye’ye resmen müdahaleye hazırlanmaktaydı. Peki ülkemizin güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği ve gerektiği halde, aynı tampon bölge Kuzey Irak’ta niye oluşturulmamıştı?

 

Öte yandan, yeni bir Gazze filosunun yola çıkmak üzere olduğuna ilişkin haberler de -filoya dahil olacağı belirtilen İHH’dan dolayı- dikkatleri yine Türkiye üzerinde yoğunlaştırmış bulunmakta ve ABD Temsilciler Meclisi’nden 36 milletvekilinin Erdoğan’a filoyu engellemesi için talimat gibi bir çağrıda bulunması ise bu konuda duyulan hassasiyeti ortaya koymaktadır.

 

AKP Hükümetini ve Türkiye Cumhuriyetini tehdit eden Abdullah Öcalan, anlaşma olmaması halinde çıkacak savaşta iktidarın 3 ay bile dayanamayacağını açıklamıştır:

 

İmralı’da ömür boyu hapis cezası çeken PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan, önemli bir sürece girildiğini belirterek, “15 Haziran’dan sonra süreç ya büyük bir anlaşmaya, ya da büyük bir savaşa evrilecektir. Eğer büyük bir savaş çıkarsa hükümet 3 ay bile dayanamaz” tehdidinde bulunmaktadır.

 

Abdullah Öcalan’ın avukatları ile yaptığı görüşmenin notları örgüte yakın internet sitelerinde yayınlanmıştır. Türkiye’de, MHP ve CHP’nin temsil ettiği milliyetçi- ulusalcı blok ile AKP’nin temsil ettiği İslamcı- Türkçü blok bulunduğunu ileri süren Öcalan şöyle konuşmaktadır:

 

“Bizim geliştirdiğimiz üçüncü blok milliyetçilik, dincilik, etnikçilik, mezhepçilik değil demokratik toplumsalcılığı esas alan demokratik ulus bloğudur. Bahsettiğim iki bloğun yanında üçüncü bir blok, üçüncü bir yoldur. Yıllardır bu bloktan bahsediyorum, ‘Apodur söyler, genel geçer şeylerdir’ denildi, ciddiye alınmadı, gereği yapılmadı. Oysa zamanında bu hayata geçirilmiş olsaydı şimdi iktidar ortağı olunurdu. Sanırım CHP, şimdilerde yeni yeni burada yaptığımız görüşmelerin önemini farketmiş görünüyor. Tekrar söylüyorum, burada heyetle görüşmelerimiz kapsamlıdır, derinliklidir. Ben bu sürece demokratik anayasal çözüm süreci demiştim. Eğer hükümet bu çözüm sürecine gelmezse, büyük bir savaş çıkarsa üç ay bile dayanamaz.”

 

Bunlardan daha vahimi, Milliyet’ten Aslı Aydıntaşbaş, AKP iktidar döneminde, devletin sadece APO ile değil, Kandil’deki terörist başı Murat Karayılan’la da sürekli görüşüldüğünü açıklamıştır!

 

Öcalan’ın: “ABD’yi uyarıyorum, ben Şeyh Sait değilim!” çıkışları!

 

Önemli bir süreçten geçildiğini söyleyen Öcalan, 15 Haziran’dan sonra eğer anlaşma olursa, Kürtlerin tarihteki ilk büyük anlaşması olacağını vurgulamıştır:

 

“Bu yaz çok önemlidir, bazı ilkleri yaşayacağımız tarihi önemde olan bir yaza gireceğiz. 18 yıldır frenliyordum, deyim yerindeyse savaşı soğutuyordum. ABD’yi uyarıyorum. ABD de bilsin ki devir değişti, Kürtler eski Kürtler değildir, ben de Şeyh Sait değilim. Kürtlerin özgürlük mücadelesini artık hiçbir güç engelleyemez.”

 

“Heyetle görüşmelerim ciddi görüşmelerdir” vurgulaması!

 

İmralı’da devleti temsil eden heyet ile görüşmelerine de değinen Abdullah Öcalan, heyetin ciddi olduğunu, heyette devletin ciddi kurumlarının temsilcileri olduğunu, devlete etki edebilecek güçte bir heyet olduğunu ama henüz devlete, siyasi partilere, topluma etki etmediklerini söyleyen Öcalan şunları açıklamıştır:

 

“Burada yaptığım görüşmeler nitelikli görüşmelerdir, anlamlı görüşmelerdir. Ciddi görüşmelerdir. Benimle görüşmeye gelen heyet, görüşmenin ciddiyetinin farkında, her geçen gün daha da farkına varıyor diyebilirim. Bu konuda ihtiyatlı davranmak istiyorum, önümü görmek istiyorum. Önceki deneyimler var, tek taraflı adımlar atmak istemiyorum. Geçmiş deneyimler beni böyle davranmak zorunda bıraktırıyor. Her türlü olasılığı değerlendirme, göz önünde bulundurma zorunda olduğumu biliyorum.”

 

“Hem kırda hem şehirde topyekün bir halk savaşı gelişebilir. Bunun da sonuçları çok ağır olur. Böyle halk savaşı sokaklarda, şehirlerde her yerde olur, hatta iç savaş olabilir, demiştim. Tekrar söylüyorum iç savaş olursa bundan yalnızca Kürtler etkilenmez, herkes etkilenir. Zerre kadar onuru olan her Kürdün bir saat bile beklemeye tahammülü kalmaz. Kürtlere açık açık söylüyorum. Böyle bir durumda da burada beni ölmüş bilsinler, burada pratik önderlik yapamam. Daha bir aydan fazla zaman var”

 

Öcalan, İmralı’da devlet adına konuşan birileriyle pazarlık masasında şunları kusmaktadır:

 

“Buradaki görüşmeler elbette önemlidir, heyet ciddidir. Heyette devletin ciddi kurumlarının temsilcileri vardır. Devlete etki edebilecek güçte bir heyettir. Heyetin devlete, siyasi partilere, topluma etki edecek nüfuzu vardır. Ama henüz devlete, siyasi partilere, topluma etki etmemiştir.” diyen Öcalan’ın ısrarla 15 Haziran’ı işaret etmesi çok anlamlıdır. İktidar odaklarının, dışarıdakileri ve dağdakileri evcilleştirme çabasına karşılık bu hıyanet girişiminin maalesef güneydoğuyu tamamen tuttuğunu ve çok ciddi toplumsal bir tabana sahip olduğunu artık anlamak ve uyanmak zamanıdır.

 

Ve maalesef: “Ben, 15 Haziran’dan sonra ‘ya büyük anlaşma olur ya da topyekûn büyük bir savaş olabilir, kıyamet kopar” diyen APO’nun, Mısır isyanını simgesi olan Tahrir göndermesini henüz pek az kişi kavramış durumdadır. Oysa masonik medyamızın Türkiye’ye göstermediği (veya çarpıtarak verdiği) fotoğraf kareleri Tahrir’in kat be kat ötesinde bir tehlike manzarasıdır… Kendilerine muhatap aldıkları ve kapalı kapılar ardında pazarlık yaptıkları eşkıya başı sonunda:

 

“Ben bu sürece demokratik anayasal çözüm süreci demiştim. Eğer hükümet bu çözüm sürecine gelmezse, büyük bir savaş çıkarsa üç ay bile dayanamaz.”!? Şeklinde tehditler yağdırmaktaydı.

 

AKP Libya’dan sonra Suriye’yi de satmış, “sıfır sorun” politikası yerini “kısır döngüye” bırakmıştı!

 

ABD’nin yarı resmi ve Yahudi lobileri gazetesi New York Times; Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Esad hükümetinin protestoculara yaptığı sert müdahaleyi kınayarak, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın istifasını istemeye bir adım daha yaklaştıklarını yazmıştı.

 

Bu haber çarpıcıydı, çünkü Obama yönetimi Esad rejimini defalarca uyarmış, Suriye’nin üst düzey üç güvenlik yetkilisine sembolik yaptırımlar uygulamış ancak Esad’ın görevini terk etmesi gibi daha sert girişimlerde bulunmamıştı.

 

Artık Washington’un sabrının tükenmeye başladığı, Clinton’ın, Suriye’de yaşanan yüzlerce ölüm, adaletsiz gözaltılar, işkence ve tıbbi yardımın engellenmesi gibi olaylara değinerek, “Suriye’nin büyük insan hakları ihlallerinden sorumlu tutulması için ek adımlar atılacağını” açıklamasından anlaşılmaktaydı.

 

Kendini her Cuma daha fazla bağırarak ifade etmeye çalışan Suriye halkı, sadece Esad rejimini sıkıştırmakla kalmamakta AKP’nin tutarsız siyasetini ve Türkiye’nin geleceğini de etkileyen bir pozisyon almaktaydı.

 

Bir zamanlar, ABD’nin Irak işgaline destek veren AKP’yi şiddetle eleştiren, eski ANAP’lı H. Celal Güzel, karısı AKP’den milletvekili adayı yapılınca, şimdi “Türkiye Suriye’yi işgal edip Beşşar Esat’tan kurtarsın!” çağrısı yapacak kadar alçalmıştı ve bir Amerikan projesini yansıtan şu satırları kusmaktaydı:

 

“Bu durumda Suriye konusunda Türkiye’nin çok fazla tercih imkânı yoktur. Şöyle ki:

 

1. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan, evvelâ vakit kaybedilmeden Beşar Esad ile görüşmeli; bu görüşmede Esad’tan, halka karşı şiddet kullanmaktan vazgeçmesi, Baas yönetimini tasfiye etmesi ve demokratik seçimlere gitmesi, kesin bir dille istenmelidir. Aksi takdirde vukua gelmesi muhtemel olaylar bütün açıklığıyla anlatılmalıdır.

 

2. Türkiye, Irak’ın işgali sırasında pasif kalmış ve bu hatâsını çok pahalı şekilde ödemiştir. Suriye konusunda da aynı hatâyı tekrarlamamak lâzımdır.

 

3. Bu arada, Libya’nın durumu farklıdır. Lâkin Libya’daki BM ve NATO destekli harekâtlarda dahi müttefiklerin Müslüman halk üzerinde gereken ihtimamı göstermediği ortaya çıkmıştır.

 

4. Suriye’de Baasçı şiddetin devamı hâlinde, gene Libya’da olduğu gibi çeşitli ülkelerin Suriye’ye müdahil olacağı açıktır.

 

5. Bizim seyirci kaldığımız Irak’ın işgali sırasında, bin yıllık komşumuz ve kardeşimiz Müslüman Irak halkından 1 milyonunun öldürüldüğü, Irak’ın yakılıp yıkıldığı ve milli servetinin nasıl yağmalandığı bilinen durumlardır.

 

6. Suriye Türkleri’nin can güvenliği ve durum böyle devam ederse kısa zamanda çok sayıda Suriyeli’nin Türkiye’ye sığınacağının bilinmesi bile Türkiye ’nin müdahalesi için yeterli sebepler oluşturmaktadır.

 

Sonuç olarak: Bu defa Suriye’ye karşı operasyonu, herkesi karıştırarak bir NATO operasyonu olarak yapmaya lüzum yoktur. Türkiye’nin bu müdahalesi, Suriye halkı tarafından da iyi karşılanır. Demokratik güçler hâkimiyet sağladıktan sonra süreç tamamlanır.”

 

Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınanların da itirafıyla, “yabancı provakatör ajanların kışkırttığı ve Mossad destekli organ mafyasının ölüm saçtığı” cehennemden kaçanları, Suriye sınırları içerisinde oluşturulacak ve Türk askerince korunacak bir tampon güvenlik bölgesi hazırlığı da, Suriye’ye müdahalenin kılıfı olacak ve başımızı resmen belaya sokacaktı.

 

PKK Devlet Hazırlığında, AKP General Avındaydı!

 

Güneydoğunun hali ortada, PKK artık en temel olgu! BDP, bu coğrafyaya bir Başbakan yetmez diyor.
Dahası, açıktan özerklik ve iki ayrı irade çağrısını yapıyor. Sivil itaatsizlik adıyla, beraber yaşamaya meydan okuyor. Yol kesiyor, kepenk indiriyor, terör estiriyor. Ama en önemlisi Güneydoğu’da devletin yerini alıyor ve sanki, Güneydoğu’da devletle PKK yer değiştirmiş görünüyor! Artık yargılamaları bile örgüt, yani PKK yapıyor. Bu fotoğrafın açılımı, yeni bir devlet kurmak için isyan öncesi tablodur ve zaten aynı şeyi Öcalan’dan diğerlerine bütün PKK güruhu açıktan söylüyor!

 

De Facto Özerklik

 

Kürtçülük hareketinin önemli isimlerinden Orhan Miroğlu Taraf’ta 12 Haziran sonrası “de facto özerklik” ilan etmeye hazırlanan BDP’yi uyaran bir yazı kaleme almıştı.

 

“Türkiye’deki siyasi sürecin olgunluğuna ve şartlara bakılmaksızın, Diyarbakır’ın merkezinde olduğu yeni bir statü talep etmek elbette Kürt sorununda her şeyin yeniden düşünülmesini beraberinde getirecek ve siyasi sonuçları, kısa sürede Türkiye’nin kürt sorununu uluslararası bir sorun haline getirmeye yetecektir. Bu ise Kıbrıs, Kosava, Filistin benzeri, “uluslar arası çözüm planları”na davetiye çıkaran bir yabancı müdahalenin Türkiye’deki iki halkı birlikte yaşayamaz duruma düşürmesi demektir.

 

AKP Bu Kafayla Giderse 6 Ay İçinde Şunlar Olacaktı!

 

1- Seçim sonrası Hakkâri-Cizre hattında intifada ilan edilecek!

 

2- Bütün Güneydoğu’da sivil itaatsızlık eylemleri yaygınlaştırılacak ve peş peşe bazı valilikler işgal edilip PKK çaputları çekilecek!

 

3- BDP’li belediyelerden Türk bayrakları indirilecek.

 

4- K.Irak’a göç kampanyaları düzenlenecek!

 

5- Valiliklere, karakollara ve askeri birliklere kitlesel saldırılar tertiplenecek.

 

6- Meydanlarda on binler ölüm oruçlarına başlayıp Batı Medyasının ilgisi çekilecek.

 

7- Güneydoğuya paralel olarak metropollerde destek eylemleri yürütülecek.

 

8- Turizm merkezleri ile büyük şehirlerde kitlesel katliamlara girişilecek.

 

9- İktidardaki AKP bu dehşet gelişmelerin hemen sonrasında Abdullah Öcalan’la yapılan müzakerenin anlaşma ile sonuçlandığını ilan edecek.

 

10- Hemen bir genel af çıkarılacak ve Öcalan dışarı çıkarılıp siyaset yapma hakkı verilecek.

 

11- Yeni Anayasa Öcalan ve Tayyip Erdoğan’ın ortak eseri olarak düzenlenecek.

 

12- Yeni Anayasada Türkiye Cumhuriyetinin adı değişip “Anadolu Federal Cumhuriyeti” denilecek.

 

13- Türk bayrağı değişecek ve yeni bayrak benimsenecek.

 

14- Kürtçe devletin ikinci resmi dili olarak ilan edilecek.

 

15- Kürtçe eğitime resmen geçilecek.

 

16- Fedaratif sistemine geçilip büyük Kürdistan hayaline hız verilecek.

 

17- Güneydoğu’daki bu gelişmeler Orta Anadolu, Ege, Akdeniz, Marmara, Karadeniz illeri ve metropollerini karıştıracak ve de sokaklarda etnik insan avları toplumu canından bezdirecek.

 

18- Tayyip Erdoğan düzeni bozuyorlar diye açıktan Türk kökenlilerin avına ve katliamına start verecek!

 

19- Büyük illerde kitlesel tutuklamalarla Milli düşünceli kesimler sindirilecek.

 

20- Türkiye bu süreçte Yugoslavya misali bir kargaşaya itilecek!

 

21- Ülkedeki kaos iç savaşa dönüşecek ve Birleşmiş Milletler bu duruma müdahale edecek.

 

22- Türk Ordusunu dışlayacak olan NATO sözde kargaşayı önlemek adına Anadolu’ya asker indirecek.

 

23- Tam bu süreçte Kürtler Türkiye’den ayrılmak için referandum isteyecek.

 

24- Referandum sonucu ile Kürtler Türkiye’den resmen ayrılıp bağımsız hale gelecek ve büyük Kürdistan’ın Akdeniz’e açılması hayali gerçekleşecek!

 

25- Bütün bu gelişmelere paralel olarak aynı zaman diliminde sıcak para Türkiye’yi terk edeceğinden, döviz patlayınca ülke ekonomisi çökecek ve Türkiye Yunanistan misali iflasa sürüklenecek.

 

26- ABD ve AB artık, Tayyip Erdoğan’ın işi bittiğinden onu harcayıp hedefe yerleştirecek ve bütün sorumluluğu ona yükleyip, Şah’tan, Kaddafi’den ve Esat’tan bile beter hale getirecek![1] Saptama ve uyarıları, bazılarının zan ve iddia ettiği gibi “Kurgu senaryoları veya korku rüyaları” değil, acı gerçeklerin ve alçaltıcı geleceğin fotoğrafıydı.

 

Bu arada Ekonomik verileri toz pembe gösteren yabancı sermaye, çok ciddi kargaşa ve kaos ortamı sezmiş olacak ki, sıcak paralarını alıp Türkiye’den kaçmaya başlamıştır.

 

Çünkü yabancı yatırımcı 50 milyar TL’sini Türkiye’den çekip çıkarmıştır. Bunun nedeni asla basit olamazdı. Çünkü, savaşlar başlatan, soykırımlar yaptıran “paradan” söz ediyoruz. Peki yabancı sermayeyi ürküten hangi şartlardı?

 

İşte olasılıklar

 

1-) Türkiye’deki cari açık inanılmaz boyuttadır ve Türkiye kendi iç ekonomik ve mali sorunları nedeniyle ekonomik krize girecektir. Bu büyük olasılıkla seçimlerden sonra olacaktır. Ancak ben pek fazla bu olasılığı gerçeğe yakın görmüyorum. Çünkü uzmanlara göre, cari açık Türkiye’de borçlanabilme kapasitesiyle paralel yürümektedir, cari açık yüksektir ancak ciddi bir politika ile önlenebilir. Bu olasılık, kaçan 50 milyar TL için yalnızca bir bahane olabilir.

 

2-) Seçimlerden sonra, 2011 sonuna doğru, dış güçlerin yönlendirme ve istihbarat operasyonları sonucu, Türkiye iç savaşa girebilir. Hatta büyük olasılıkla sene sonuna doğru Suriye olayları inanılmaz boyutlara ulaşacak, belki Suriye, Sistem müttefikleri tarafından vurulacaktır ve aynı zamanlarda da Türkiye’de bir iç savaş çıkartılacaktır. (Türk-Kürt değil, ülkenin bölünmesi isteyen toplu kalkışma hareketine giren bölücü güçler ve onları destekleyen Kürt kökenliler ile devlet-meşru müdafaa yapan halk biribirine saldırtılacaktır)

 

Burada sanki bir başlangıç yapılmak ve bölücü kesime güven ve motivasyon sağlanmak istenir gibi, T.C. Başbakanı’nın konvoyuna saldırı düzenlenmiştir. Artık bölücü-yıkıcı-isyankar söylemler alenidir ve had safhadadır Ayrıca AB’li bürokratların, istihbaratçıların hazırladığı “2011 Türkiye İç Savaşı” senaryoları, yıllar öncesinden ortaya çıkmıştır. (2005 yılında)

 

3-) Suriye’deki olaylar beklemediğimiz boyutlara ulaşabilir, bunun yanı sıra İran’da da önlemez olaylar çıkabilir ve sınırımızda, belki de bizi de içine alacak bir biçimde karışıklık, savaş çıkabilir.

 

Sonuçta ilginç biçimde kaçan 50 milyar TL (33 milyar USD) ve %10’luk pay vardır ve Borsadan yabancı çıkışı hızlanmıştır.

 

Yabancılar bir riski-tehlikeyi görmüş ve Türkiye piyasasından kaçmaya başlamıştır. Bunun nedeninin Türkiye için olumlu sonuç çıkarmayacağı açıktır. Çünkü kimse durduk yere, kolay para kazanma mekânından ayrılmayacaktır.[2]

 

Bu arada BM’nin Mavi Marmara Katliamı konusunda, “İsrail’in Türkiye’den özür dilemesine gerek olmadığı, çünkü meşru müdafaa hakkını kullandığı” şeklindeki kararı ve yine Beşşar Esad’ın, eski arkadaşı ve madalya taktığı Recep T. Erdoğan Hükümetinin Suriye’ye yönelik bir saldırıda Amerikan amigoluğuna kalkışması üzerine 1000 (bin) kadar silahlı PKK militanını, Güneydoğumuzu karıştırmak üzere ülkesine taşıyıp barındırdığı haberleri de dikkate alınarak bu yazı okunmalıdır.[3]

 

Ahir Zaman Hadiselerine ve Türkiye merkezli Saadet Devrimine işaret eden hadisler:

 

İbni Hacer’in; “El Kavlül Muhtasar Fi Alametil Mehdiyil Müntazar” (Beklenen Mehdinin Alametleri) adlı kitabında:

 

Hz. Ali’den rivayet edilen şu hadisi şerifin, Üsame Bin Ladin’e işaret ettiğini savunanlar vardır:

 

“Mehdi(nin kesin zafer ve galibiyetin)den önce, Horasan’ın doğu bölgesinde Haşimi (Arap) bir gencin 5 bin civarında askeri bulunacak, savaşacak, (ama) mağlup olacak. Bundan sonra Küme muhitine çekilip saklanacak, ardından yakalanıp katledilecek.”[4]

 

Bu haberde geçen “Horasan’ın Doğu Muhiti”: İran’ın doğu coğrafyasını, Afganistan’ı, Tacikistan’ı ve Pakistan’ın bir kısmını içine almakta ve bugün Taliban ve Bin Ladin güçlerinin etki alanına işaret olunmaktadır.

 

Yine Hz. Ali’den rivayet edilen konuyla ilgili diğer meşhur bir hadisi şerifte:

 

“Talikan’a (Afganistan’a) yazık oldu. Orada altın ve gümüş dışında Allah’ın başka kıymetli madenleri bulunmaktadır. Ve onlar (Afganlı Müslümanlar) Mehdi(yet hareketi)nin yardımcılarıdır” buyrulmaktadır.

 

Yukarıdaki hadisten, bugün ortaya çıkarılan çok kıymetli mücevher ve uranyum yatakları, verimli ve stratejik toprakları yüzünden Afganistan’ın önce Ruslar sonra Amerikalılar tarafından işgale uğrayıp talan edileceği anlaşılmaktadır.

 

Bu hadisi şerifteki en önemli haber; bazı ilim erbabınca Bin Ladin’e işaret olunduğu söylenen Arap-Haşimi gencin ölümünden kısa bir müddet sonra, “Şuayb Bin Salih Temimi” olarak belirtilen, Hz. Mehdi’nin sadık talebesi ve takipçisi olan şahsiyetin, O’nun izinden yürüyerek Kudüs’ü tekrar fethedeceği ve Siyonist-Emperyalist güçleri yeneceği şeklindeki müjdeler olmaktadır.

 

İmam Suyuti’nin “Zuhurul Mehdi ve Deccal” kitabında ve Davudi Antaki’nin “Sırrıl Mahşer” kitabında zikredilen:

 

“Ahir zamanda Mehdi’nin zuhuru ve hükümranlığından önce, Keşmir eyaleti yüzünden Pakistan ve Hindistan arasında, her iki ülkeyi de mahvu perişan edecek büyük bir savaşın çıkacağını” haber veren hadisi şerifte de Siyonist ve emperyalist güçlerin (Deccalizmin) bu iki ülkeyi vuruşturma planlarını ortaya koymaktadır.

 

Mısır ve Suriye ayaklanmaları ve devlet başkanlarının katledilmesi!

 

Hem İbni Hacer’in, “Beklenen Mehdi’nin Alametleri” kitabında, hem İmam Suyuti’nin “Mehdi ve Deccalin Zuhuru” kitabında:

 

“Hz. Mehdi’nin (veya talebesi ve takipçisinin, ya da O’nun tabisi olan Hz. İsa Mesih’in) kesin huruç ve zuhurundan (büyük galibiyet ve hâkimiyet çıkışından) birkaç ay önce, Mısır ve Suriye devlet başkanlarının (Diktatör Meliklerinin) makamlarından indirilip öldürüleceğini”[5] haber veren hadisi şerif:

 

a) Hem Tunus’ta başlayıp, Mısır, Libya, Yemen, Suriye ve Bahreyn’i karıştıran Arap halk devrimlerinin yaşanacağına

 

b) Hem bu devrimleri, Deccal güçlerinin (Siyonist İsrail, ABD ve AB’nin) BOP çerçevesinde İslam ülkelerini parçalamaya ve daha rahat kontrol edecekleri sözde demokratik düzenlemelere yol açmaya çalışılacağına

 

c) Ama bütün bunlardan, sonuçta mağdur Müslümanların kârlı çıkacağına ve Deccalizmin hezimete uğrayacağına

 

d) Suriye ve Mısır diktatörlerinin yıkılıp öldürülmesinden birkaç ay sonra, üç basamaklı Mehdiyet devriminin son aşaması olan; Batılı Barbar güçlerin büyük hezimeti, İsrail’in çökertilmesi ve müminlerin kesin zaferi neticesi insanlığın huzura kavuşacağına işaret ve beşaret buyurmaktadır.

 

Elbette, bu tür gaybi (gelecekle ilgili) hadis rivayetlerinin hem sıhhat (doğruluk ve kesinlik) derecesi, hem de tevil ve tefsiri karışıktır. Ancak çok büyük hadiselerin yaşandığı ve yaklaştığı dönemlerde, çok küçük alamet ve işaretler bile, oldukça önem kazanmakta ve özlerinde mutlu müjdeler barındırmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 


 

[1] Yeniçağ / Sabahattin Önkibar / 04 06 2011

[2] 50 Milyar TL ve Türkiye’de İç Savaş / Tevfik Bir-Blog / 12.05.2011

[3] Türkiye Gazetesi / 14 Mayıs 2011

[4] Kur’an’da gizlenen Tarihler. Serkan Tekin. Nokta yy. 1. Baskı. Sh. 291

[5] A.g.e. sh. 296

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/temmuz-2011/turkiyenin-suriye-mudah

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi