Maalesef, ülkemiz ve
milletimiz belki de tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini yaşamakta,
parçalanma ve dağılma aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan Hocanın
ifadesiyle Artık toprak
ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştı Bir ruh için beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı
işgal edilen veya bölünüp başka güçlerin güdümüne giren bir toplum: Hürriyet ve huzurunu, namus ve onurunu ve haysiyetli millet şuurunu
kaybetmiş olacaktır.
* Bugün İsraili
kurmak ve siyonizmin Dünya hakimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP
istikametinde.
* Böylesine yabancı ve
Türkiyeyi de yıkıcı bir projede, dış odaklarca Başbakanımıza verilen
eşbaşkanlık sayesinde:
1- Irak fiilen üçe parçalanmıştır.
2- Libya NATO tahribatıyla ikiye ayrılmıştır.
3- Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef tahtasındadır.
4- Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan Pakistandan, bu sefer Peştunistanı da
koparıp, Afganistana bağlama hesapları yapılmaktadır.
5- Ardından Afganistan Peştunlarıyla, Pakistan Peştunları birleştirilip yeni
bir kukla devlet kurulması amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban
bölgesiyle, demokratik Karzai bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.
6- Daha sonra İrana saldırılıp Kürtler; Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler
diye dörde ayrılacaktır.
7- Bütün bunların ardından Güneydoğu özerk Kürdistanı, ABye katılım
sürecinde pilot bölge Marmara özel dükalığı, Tarihi ve turistik amaçlı
Karadeniz Pontus mirası olarak, sıra Türkiyenin parçalanmasına gelip
dayanacaktır.
ABDnin kukla başkanı
ve Siyonist Yahudi lobilerinin kahyası Obama ile, Suriyeye müdahale konusunu
görüşmek üzere Güney Korenin başkenti Seule giderken, recep T. Erdoğanın Suriyeyi oturup seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz. Sözleri gayet açıktır. Yani Suriyeye askeri müdahale edip parçalanmasını
kolaylaştırma ihalesi AKP iktidarının üzerinde kalmıştır. Bu nedenle:
Bremen mızıkacıları,
hep bir ağızdan: zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriyeye demokrasi
getirilsin sloganları atmaktadır.
Aynı mutfaktan
beslendikleri ve aynı odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir
ağızdan Türkiye çabuk
yetişsin ve Suriyeye barış ve demokrasi getirsin. Diye çığlık atmakta ve kamuoyunu bu yönde şartlandırmaktaydı.
Hatırlayınız:
* İslam İşbirliği
Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM
Genel Merkezindeki basın toplantısında: Suriye meselesinin
Türkiyesiz çözümü imkansızdır. Diyerek AKP hükümetini
askeri müdahaleye kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)
* BBP Genel Başkanı
Mustafa Destici Türkiyenin tek
başına Suriyeye müdahalesi doğru olmaz, BMin yardımı alınmalıdır. Diyerek yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.
* Aynı toplantıda IHH
Başkanı Bülent Yıldırım Akan kanın
durdurulması ve Suriyede huzurun sağlanması için gereken her şey
yapılmalıdır. Sözleriyle Suriye
saldırısı için Siyonist NATO ve BM maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.
* Anayasa mahkemesi
eski raportörü Osman Can; Taraflar biri birine
üstünlük sağlamaya çalıştıkça, değişim sürecinden uzaklaşılıyor. Diyerek PKK ile AKPyi, daha doğrusu T.C ile eşkıya şebekesini aynı kefeye
koymakta ve mevcut anayasa Kürt meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın
nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve kırmızı çizgiler saplantısıdır. Sözleriyle
özerk Kürdistana mazeret ve meşruiyet uydurmaktaydı.
* AKPnin fikir
babalarından Kürtçü-bölücü Kemal Burkayın partisi HAKPAR Kuzey Irakta Bağımsız Kürdistanın ilanını hasretle beklendiğini vurgulamaktaydı.
* AKP iktidarı
Suriyedeki Türk vatandaşlarına geri dönün çağrısı yaparak, saldırının yakın
olduğunu hatırlatmaktaydı.
* CIA başkanı ve
Süleymaniyede askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye
saldırısının planlarını anlatmak üzere Ankaraya gelip Başbakanla baş başa
görüşüp, ardından Barzaniye koşmaktaydı.
Oysa Suriyede iç
savaş çıkartıp böylece bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere,
muhalefeti kışkırtmak için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk
istihbaratçının 7sinin zaten MOSSAD bağlantısı ortaya çıkmıştı.
Türkiyeyi yıkma
tezgâhı şöyle planlanmıştı:
1- Türkiye, ABD ve ABnin zorlamasıyla Halep dahil Suriyenin kuzeyine asker
sokacaktı.
2- Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye sınırına askeri yığınak yapacaktı.
3- İsrail, Türkiye üzerinden, İrana hava saldırıları başlatacaktı.
4- Bunun üzerine İRAN, Malatya Kürecik radar üssü ve füze savunma kalkanı
nedeniyle, Türkiyeyi İsraile yardım etmekle suçlayacak ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.
5- Bu arada Rusya ve İran da kendisini satmasıyla devrilen Esad rejiminden
sonra, muhalefetteki ajanları vasıtasıyla Suriyeyi de kontrolüne alan ve
parçalayan Batılı güçler, bu sefer Türk askerini işgalcilikle suçlayacak ve
derhal Suriyeden çıkması için kampanya başlatacaktı.
6- Suriye kürdistanının kurulup Türkiyenin parçalanması amaçlandığını sezen
halkımızın baskısı üzerine Ordu ABDyi dinlemeyince
* Kürtlere demokratik
özerklik tanımıyor.
* Kendi halkına ve
PKKya aşırı güç kullanıyor.
* Suriye ve İrana
karşı Batı birliğinin değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor. Gibi gerekçelerle Türkiye NATOdan çıkarılacak ve savaş açılacaktı.
7- 6 Nisan 1946 da solcu ve Kemalist İnönü iktidarında Amerikan Mıssouri savaş
gemisi gövde gösterisi için İstanbula geldiğinde, Milletimiz Arapça anlamıyor diye Ezana izin
vermeyen İsmet paşanın, camilereWelcom Missouri diye mahyalar astırması gibi; AKP iktidarı da Türkiyeye ileri
demokrasiyi getirmek ve bizi AB ile bütünleştirmek için geldiklerini
söylediği ABD ve NATO askerlerini, yandaşlarına Hoş Geldinsloganlarıyla
karşılatmaya kalkışınca, Milli bir düreniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk
ordusu bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail hedeflerine yıldırım hücumları başlatacaktı.
Şimdi konferansımızın
can alıcı sorusunu soralım ve konuyu toparlayalım: Peki sonuç ne olacaktı ve
Türkiye bu kaostan nasıl kurtulacaktı?
Rahmetli Erbakan Hoca
sohbet, seminer ve konferanslarında:
* Haksızlık ve
ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist dünya düzeninin, öyle
barışa ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini
* Bunların, tahribi çok
ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı
tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini
* Bu nedenle,
Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek
teknolojilere sahip olmak gerektiğini ve Allahın izniyle bunları başarıp,
ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini defalarca anlatmıştı.
* Bütün zalim ve Batıl
güçlerin elinde bulunan: ●Nükleer başlıklı füzelerini, ●Uçak gemilerini,
●İnsansız hava gereçlerini, ●Savaş kontrol merkezlerini
a)Çalışmaz hale
getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri
b)Silah mekanizmalarını
çürütecek metalik virüsleri
c)Fırlatılan füzeleri
havada iken yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:
1-Planlayıp
yaptıklarını, 2-Bunları seri üretime hazırladıklarını, 3-Proje aşamasından
deneme safhasına kadar, hangi süreçlerden geçtiğini gösteren video kayıtlarını
4-Ve bunların Kahraman Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını
özellikle vurgulamıştı.
Bu müjdeler, aynı
zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani
güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı
ve ihtarıydı.
İsra: 4-7
4-(Biz Ezeli kader
programında ve Kuran da, İsrailoğullarıyla ilgili şu gerçeği bildik, haber ve
hüküm verdik ki: Gerçekten siz yer(yüzün) de iki defa (çok yaygın ve yıkıcı)
bir fesat çıkaracak (güce erişecek) ve büyük bir azgınlıkla kibirlenip
yükseleceksiniz.
5- Nitekim ilk vaid
geldiği zaman, güç ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi)
araştırıp (buldular ve yıkıma uğrattılar)
6- Sonra onlara karşı
size tekrar ‘imkan ve iktidar verdik’, (vereceğiz) servet ve öz evlatlarınızdan
oluşan (gizli cemiyetle) sizi destekledik, (destekleyeceğiz) (hükümet ve
cemaatleri) çoğunlukla size hizmetkar hale getirdik. (getireceğiz)
7- (Bu durumda) Eğer
iyilik ve adalet ederseniz, kendinize iyilik edersiniz, eğer kötülük ve zulme
yönelirseniz, bu da elbette aleyhinizedir. (Derken, büyük haksızlıklarınız ve
fesatlıklarınız nedeniyle) ahir dönemdeki (cezalandırma) vaadiniz geldiği
zaman, birincisinde girdikleri gibi, yine mescide (Kudüs ve İsraile) girip ele
geçirdiklerini ‘mahvu perişan etsinler ve sizi çok kötü duruma düşürüp
yüzlerinizi yere eğdirsinler’ (diye mümin kullarımızı yine üstünüze
göndereceğiz.)
Ordusu aciz bırakılan
bir toplum aziz olamazdı! İşte TSKya yönelik psikolojik ve asimetrik savaş,
bunun için başlatılmıştı.
Türkiyede; sistemli,
sürekli ve dış destekli bir ordu düşmanlığı ve TSKyı karalama ve aciz bırakma
kampanyası yürütülüyordu. AKPnin iktidara taşınmasının ve hala iktidarda
tutulmasının asıl nedenlerinden birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu
anlaşılıyordu.
Güneydoğudaki her
katliam ve kanlı olay sonrası yandaş medyada hemen PKKyı koruyup kollama
çabası öne çıkıyordu. Bütün vahşet ve cinayetlerin ardından bu işi, TSKnın
yaptığı algısı yaratılmaya çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu bile anlaşılmadan
BDP yöneticilerinin verdiği mesajlar ve PKKyı yardım sevenler derneği gibi
göstermeye çalışanlar ağız birliği içinde, PKKyı aklamaya uğraşıyor ve
TSKya sataşıyordu. Türkiyede kasıtlı bir psikolojik harekat süreci sonunda,
devletin ve özellikle de TSKnın terör örgütü gibi algılanmasını
kolaylaştıracak bir psikolojik ortam oluşturuluyordu.
ABDnin yeni TSK
planı:
a. Asker sayısı azaltılarak 250 bine indirilecek
b. Zorunlu askerlik daraltılıp, ordunun yüzde 80i paralı (profesyonel) hale
getirilecek
c. Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanına bağlanıp havası söndürülecek.
d. Milli duruşlu subayların bir kısmı davalarla tasfiye edilecek.
e. Diğerleri yüksek ikramiyelerle özendirilip emekli olmaları istenecek.
f. Kalan subaylar sözleşmeli pozisyona geçirilecek.
g. Bütün subayların terfi ve tayinini, uysallığına göre hükümet
belirleyecekti.
İşte Rahmetli Erbakan,
İslam dünyasına ve insanlığa bu Siyonist şebekeyi tanıttığı ve Onun şeytani düzenini
bozacak tedbirleri aldığı için, sağlığında da, vefatından sonra da bütün
şerlilerin ve hainlerin hedefi yapılmıştı.
21 Şubat 2012 Konya
Programıyla ilgili canlı yayın görüntüleri ve münafık iftiracının o TV
konuşması da bunun bir devamıydı:
Bir katılımcı soruyor: 11
Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda Erbakan
Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya
ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti diyorsunuz.
Burada ise Erbakanın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız
ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?
İftiracı Başının cevabı: O
söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de gerçektir
Farklı bir katılımcı sesleniyor: O
söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?
İftiracı: Evet! (hemen
lafını değiştirip bağırarak)
Hayır! Hoca değil
Ama,
Hocanın çocukları zimmetine geçirdi! diye
iye kıvırıyor ve kinini kusuyor!
Daha sonra canlı yayın
kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler
tarafından zorla salondan çıkartılıyordu. Ve tabi bu iftiracı, bu sözleriyle ve
binlerce Milli Görüşçü önünde:
Erbakan Hocanın
cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin
miras olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakanın da bunların
üzerine yattığını açıkça ilan ve iftira ediyordu
Yani Hoca
bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti
demeye getiriyordu.
* Bu tür münafıklar
tarihin her döneminde görülüyordu.
* Amerikada yaşayan
Yahudi asıllı Saffet Bayramaşık, Siyonist lobilerce Erbakan Hocaya
gönderiliyor, Masonluk ve İsrail aleyhtarlığından vazgeçmemesi ve aslen Yahudi
olan ama zahiren Müslüman-mücahit tanınan beş kişiyi teşkilata sokup, yüksek
görevlere kabul etmemesi halinde partisinin kapatılacağı söyleniyor, kabul
edilmeyince ertesi gün Milli Nizama kapatma davası açılıyordu
Ama ne olduysa
Selamet Partisine 12 Eylüle kadar dokunulmuyordu. Ve tabii bu tavizlerden
Erbakan Hoca karlı çıkıyor ve tarihi atılımlarına fırsat buluyordu.
Şimdi şunları sormak
lazımdı:
1- İftiracının
iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne
yapmasaydı, bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise,
babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli
babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O halde bu mallara el konulmasın ve
cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi
üzerine alması bile Erbakan için oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış
sayılmaz mıydı?
2- Hoca, hâşâ bu denli
duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?
3- Nasıl olsa
çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler diye düşünmüşse ve iddialara göre
şimdi çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının
bile karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz
davranacak kadar saf mıydı?
4- Tamamen iftira
olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hocanın suizan altında bırakılıp
camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan
Asiltürk sağda solda fesat çıkarıp kin kusacağına,
elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki
yollara niye başvurmazdı?
5- Haydi O yalan
uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları
susturacak girişimleri bir türlü başlatmazdı?
6- Ve Türkiyedeki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüşe sızdırdıkları has
adamı olan Oğuzhanın yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan
gelip gündeme taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı
suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli
olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet
Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile
yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakanı zora sokardı, ama Milli
Görüşteki kendi ajanları da deşifre olacaktı!
7- Şimdi iman, izan
ve insaf ehli söylesin: Bu aslı bozuk münafıklar, özel ve yabancılara kapalı
bir mekanda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve
milyonların izlediği tv ekranlarında, Erbakan Hocaya ve çocuklarına iftira mı
atmaktaydı? Hocayı töhmet altında bırakan iddiaları yetmezmiş gibi, Oğuzhan
Asiltürkün Erbakanın çocukları biribirine karşı kışkırtıp mahkemelik
olmalarına ve medya malzemesi yapılmalarına yol açan bu Oğuzhan Asiltürk, Milli
Görüşe karşı nasıl derin bir kin taşımaktaydı?
20 Mart 2012 tarihinde
ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Genel Başkanın üstadım diye iltifat
yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; cihat paralarıyla alınan
malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakanın çocuklarıyla ilgili,
kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürkü aklayıcı hatta
haklı çıkarıcı tutarsız tavırları
Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak
kaçamak yanıtları. Tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan
gönüldeşlerimizi hayal kırıklığına uğratmaktaydı.Hayret ki hayret, bir etiket
uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne
diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.
Nur Suresi:
11 – Doğrusu, uydurulmuş
bir yalanla ve iftirayla gelenler, içinizden sizinle birlikte davranan bir
ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine
o sizin için bir hayırdır. (çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve
ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir
ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise daha büyük bir azab
vardır.
12 Onu
işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi vicdanları adına
hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır”
demeleri beklenirdi!?
13 – (Bu asılsız
ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört
şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar
Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.
14 – Eğer Allah’ın
dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine
daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı
size büyük bir azab dokunuverirdi.
30 Aralık 2004 tarihli
wikileaks belgelerinde ve tutuklu iken esrarengiz biçimde ölüveren Kaşif
Kozanoğlunun cezaevi not defterinde İsviçre bankalarındaki 800 milyon doları
bulunduğu iddia edilen dindar kahramanın, bunca parayı nereden kotardığını
sormayan AKİTin şarlatan yazarları cihat parasını koruyor kılıfıyla,
rahmetli Hocanın 3-5 milyon liralık mal varlığının dedikodusunu yapıyordu. Oysa AKP yalakası ve din istismarcısı bu sahte İslamcılar:
1. Recep T. Erdoğanın Milli Görüş gömleğini niye çıkardığını?
2. Boynuna Yahudi Lobilerince niye cesaret madalyası takıldığını?
3. Sn. Başbakanın Irak ve Libyadan sonra, şimdi Suriye ve nihayet İran ve
Türkiyenin parçalanmasını amaçlayan BOPa, kimler tarafından ve neyin
karşılığı eşbaşkan atandığını?
4. Irak, Libya ve Suriye işgallerine ve vahşetlerine, hangi gerekçe ile AKPye
taşeronluk yaptırıldığını?
5. Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının, hangi mazeret ve mecburiyetle
serbest bırakıldığını?
6. Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda, AKP döneminde niye patlama
yaşandığını?
7. AB ve ABDnin güdümündeki bir dünya düzeni içinde, kahramanlık rolü
oynamanın ve İslamı siyonizmin aracı haline sokmanın Kuran daki karşılığını?
8. Ülkemizde tarım ve hayvancılığın nasıl batırıldığını ve tüm fabrika ve
stratejik kurumlarımızın nasıl yabancılara satıldığını?
Bir tek sefer olsun,
ciddiyet ve cesaretle sorgulamış olsalardı; belki Rahmetli Hocayla ilgili
tenkit ve tahriklerinde de samimi olduklarına kanaat getirebilirdik. Ama hep
cerahata konan ve goncadan uzak duran karasinek misali, Erbakanın
faziletlerini bile tenkit, ama Erdoğanın acziyetlerini bile tebrik ederseniz,
elbette siz itimat ve itibar edilmez durumuna düşersiniz
Hocanın 148 kilo altın
değerinde mal varlığı kalmıştır.
Rahmetli Erbakanın
çocukları arasında dava konusu olan mal varlığı tartışması 18 yıldır
Türkiyenin gündemine taşınmaktaydı. Oysa Hocamız, 1994 yılında liderlerin mal
varlığı tartışmasının yaşandığı süreçte düzenlediği basın toplantısında mal
varlığını tek tek açıklamıştı. Erbakan, o günkü açıklamasında, söz konusu mal
varlığını sanayicilik ve öğretim üyeliği döneminde kazandığı gelirlerin
birikimiyle ve miras suretiyle elde ettiğini, bunların 148 kilo altına karşılık
geldiğini vurgulamıştı. İşte 1994teki Erbakanın mal varlığı;
1. İstanbul Halıcılar caddesindeki iki daire (babadan miras) Sinopta 21
parça arsa ve tarla (anneden miras)
2. Ankarada Güven Sokakta aynı apartmanda 130 ve 160 metrekare iki daire
3. Kazanda yazlık kooperatifte arsa
4. İzmit Bahçecikte kooperatifte 2 parsel
5. Balıkesir Altınolukta 3 parsel (parsellerden birinde prefabrik ev,
diğerinin üzerinde iki bahçe evi)
6. Ankara Balgatta iki arsa üzerine yapılan ev
7. 3 Adet otomobil (Opel Vectra marka ve 1993 model Mercedes 200 ve Mercedes
300)
8. Nakit olarak 421 bin dolar, 532 bin İsviçre Frangı, 611 bin mark.
Bugün, hem doğrudan
çocuklarına intikal eden, hem de tedbir olarak başka kişiler üzerinde
gösterilen toplam mal varlığı da; Zaten ancak 148 kilo altın karşılığı olan 15
milyon TL. civarındadır.
Erbakanın Bosnalı
mazlumlara yardımları:
Onbeş yıl kadar önce,
Almanyaya gelen şimdiki RTÜK Başkanı Prof. Davut Dursun ve AKP milletvekili
Prof. İrfan Gündüzün, Erbakanı ve Türkiyedeki parti
davasını bırakın ve kendi geleceğinizi kurmaya bakın şeklindeki milli görüş bağlılarını Hocaya karşı kışkırttıklarını görünce,
fesatlıklarını ve haksızlıklarını yüzlerine vurup susturmuştuk. İşte orada
bunlara kapılan ve Erbakan bizim gönderdiğimiz paralarla
Bosna kahramanlığı yapıyor. Diyen bazı bölge başkanlarına
sormuştuk:
– Söyleyin bakalım, bugüne kadar, Bosna ya yardım amaçlı, toplam kaç lira
yolladınız.
– Üç (3) milyon marktan fazladır.
– Peki, bu parayla bir salça fabrikası bile kurulabilir mi?
– Elbette hayır
– Oysa Bosnalı Müslümanlar, hem beş yıl sürekli savaşmış, tarım ve sanatla
uğraşamamış, ama bütün yaşama ve savunma ihtiyaçlarının karşılanması yanında,
1-Tank ve zırhlı araç tamir fabrikası. 2-Mermi ve mühimmat fabrikası. 3-Uçak
savar füze fabrikası kurmuşlardı.
– Bunların maliyeti yüz milyonlarca dolardı. Ve önemli kısmını Erbakan Hoca
ayarlamıştı.Sizin 3-5 milyon markınız Bosnalıların bir yıllık ekmek şeker
parası bile olmazdı.
· Mustafa Tahhanın itirafları:
2012 yılında
İstanbulda yapılan Erbakanı anma toplantısına katılan Dünya gençlik
teşkilatı eski başkanı Mustafa Tahhan:
Ben size, Erbakan
Hocanın Bosna halkına ve İzzet Begoviçe sağladığı çok büyük yardımları
anlatsam hayretler içinde kalırsınız. Anlamındaki Arapça
sözlerini, partiyi kuşatan münafıkların tembihlediği kişi, ısrarlı uyarılara
rağmen bu önemli gerçeği maalesef Türkçe tercüme etmeyip atlamıştı.
Erbakan hocanın hangi
ülkelerden hangi ağır makineleri nasıl temin edip, Bosnaya hangi yöntemlerle
ulaştırdığını İstanbul eski İl başkanı Osman Yumakoğullarından dinlemek
lazımdı.
Erbakanın Kaddafi
üzerinden Çeçenistana sahip çıkması:
1996da Trablusta
tertiplenen ve tüm dünyadan 600den fazla yüksek
ilim ve gönül ehlinin katılımıyla gerçekleşen TASAVVUFİ AHLAK VE MANEVİ
KALKINMA konferansına katılmak ve bildiri sunmak üzere bizi Libyaya gönderen
Erbakan Hoca, O sırada ambargolar yüzünden perişanlık çeken Kaddafi eliyle,
Çeçenistan mücahitlerine çok önemli miktarda yardım gönderilmesini ayarlamıştı.
Ve şunları hatırlatmıştı;
1- Mazlum ve Müslüman Çeçen halkının meşru haklarını savunmalarına yardımcı
olmak bir iman ve insanlık vazifemizdir.
2- CIA ve MOSADın bölgeyi karıştırmak ve Türkiyeyi zora sokmak niyetiyle,
TALİBANcı ve VEHHABİ görünümlü kişiler eliyle yaptırmaya çalıştığı
provakasyonlara ise gelmemelidir.
3- Makul şartlar oluşursa, Rusya ile Çeçen mücahitlerinin anlaşıp uyuşmasına
destek verilmelidir.
Daha sonra 28 Şubat
kışkırtmasına hazırlık amacıyla, D-8 oluşumu için yaptığı Libya ziyaretinde,
Kaddafinin kışkırtılıp Erbakana karşı saygısız davranışlarını da yine CIA
destekli Türkiye masonları ve dışişleri elemanları tezgahlamıştı. (Bak. Ergün
Diler. Takvim Gazetesi 28 Şubat 2012)
Kaddafinin kulağına
1995te Maltada Mossad ajanlarınca, katledilen Filistinli liderlerden Fethi
Şikaki suikastinde Erbakanın hükümet ortağı olan Tansu Çillerin de parmağı
olduğu yalanı fısıldamıştı.
Şimdi BOSNA,
ÇEÇENİSTAN, FİLİSTİN, Türki Cumhuriyetler ve Çin Sincan bölgesi gibi milli
direniş hareketlerine yüzmilyonlarca dolarlık yardımları sağlayan, üstelik asla
bunların reklamını yapmayan ve siyasi rantına tenezzül buyurmayan bir Zatın,
şimdi üç beş milyonluk bina ve arsaya tenezzül edeceğini söylemek, ahmaklıktan
öte alçaklıktır.
Siyonizmi ve
emperyalizmi tanımadan yeterli tedbir alınamazdı.
Dünyamız artık
küreselleşmiş, yani aynı merkezlerden yönetilir hale gelmiştir. Görüntülü
iletişim araçları ve internet bağlantılarıyla sadece devletler, şirketler ve
örgütler değil, çok uzaktaki fertler bile kolaylıkla birbirine ulaşmakta,
anlaşmakta ve ortak projelerini geliştirip yürütebilmektedir. Bu son sistem
teknolojik imkânlar, insanlığa önemli fırsatlar sunduğu gibi, büyük tehdit ve
tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Rotary ve Lions benzeri Masonik
organizeler ve küresel merkezlerin güdümündeki sivil örgütlenmeler vasıtasıyla,
farklı din, düşünce ve kavimden bütün insan topluluklarını kontrol eden ve
çeşitli kesimleri, ele geçirdiği reisleri, liderleri, şeyhleri üzerinden
yönlendiren SİYONİST odaklar, CIA, MOSSAD, CFR ve Bilderberg gibi etkin
kuruluşlarla HÜKÜMETLERE, MUHALEFETE ve ülkelerdeki medyaya, yargı sistemine,
polise ve silahlı kuvvetlere de tesir edip tetiklemektedir.
* Yani ülke ve bölge
politikalarını etkileyecek, halkların eğilim ve tercihlerini değiştirip
dönüştürecek ölçekteki kurumlar arası sertleşme ve restleşmelerin, cemaatle
Hükümet didişmesinin öyle basit rekabet ve bahanelerle meydana geldiğini
düşünmek ve küresel güçlerin bölgesel ve evrensel projelerini ve stratejilerini
göz ardı etmek, sonunda bilmeden onlara figüranlık etmekten başka sonuç
vermeyecektir.
Bugün yeryüzündeki:
Kökenleri, kültürleri, tarihi birikimleri, dinleri ve mezhepleri birbirinden
oldukça farklı milyarlarca insanın:
* Meşrubat olarak
neleri içeceğine
* Hamburger ve cips
olarak ne yiyeceğine
* Ayakkabıdan
pantolona, mayosundan kabanına kadar erkek-kadın herkesin ne giyeceğine
* Hangi hastalığın
hangi ilaçlarla tedavi edileceğine
* Hangi şarkıların
dinlenip, hangi filmlerin, hangi çizgi filimlerin, hangi porno rezaletlerin
izleneceğine
* Hangi markaların
reklâm edilip hangi firmaların iflas edeceğine
karar veren 13 (on üç)
Yahudi ailesini, yani Siyonizm gerçeğini ve bunların
güdümündeki ABD ve ABnin kuruluş ve işleyiş biçimini bilmeden, Türkiyemizdeki
ve bölgemizdeki gelişme ve çekişmelerin perde arkasındaki gerçek nedenlerini
fark etmemiz ve milli siyaset ve stratejiler üretmemiz hayaldir. Böyle bir
dünya düzeni içerisinde, milliyetçilik taslamanız da, sosyalistlik yapmanız da,
İslamcılık oynamanız da, kendinizi ve çevrenizi kandırmaktan öteye
geçmeyecektir. İşte canlı örnek: 12 Eylül darbesine, solcular karşı, sağcılar
karşı, İslamcılar karşı, ulusalcılar karşı, masonlar karşı, sabataycılar karşı
Allah Allah!.. Ya 12 Eylül ABDyi
aldatarak yapılmış, sonuçları milli olan bir harekettir
Veya bu müdahillerin
hepsi Millicidir!?
* Bakınız 300
milyonluk ABDdeki Yahudi nüfusunun sadece 3 milyon olduğu söylenir, yani yüzde
birdir. Ancak Amerikan tarihinde ve günümüzdeki Devlet Başkanı, Bakan, Vali ve
Belediye Başkanı, CIA ve FBI Başkanı, Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı,
IMF ve Federal Reserve (Amerikan Merkez Bankası) Başkanı, en büyük ve uluslar
arası bin (1000) büyük holdingin sahibi ve başkanı, büyük medya patronları,
yüksek yargı ve bürokratik makamları işgal eden Yahudi ve Yahudi dönmesi
kişilerin diğer ABD vatandaşlarının en az yüz katı olduğu görülecektir.
* Şimdi nüfusun yüzde
birini teşkil eden bir kesim, ülke yönetiminde, üst düzey mevkilerde, şirket ve
holdinglerde diğerlerinin tam yüz misli oranda etkin ve yetkin bulunuyorsa,
bunu sadece tesadüfle veya Yahudilerin üstün yetenek ve gayretiyle izah etmek
safdilliktir. İşin gerçeği, nice yüzyıllar boyu süregelen ve din olarak
Kabalist düşüncelerle şekillenen bir Siyonist Yahudi organizesi, ABDnin fikri
ve fiili DERİN DEVLETİDİR.
* Yahudiler olağanüstü
kabiliyet ve meziyetlere sahip olduklarından değil, ama inanç haline
getirdikleri şeytani emelleri uğrunda; sürekli, sistemli, organizeli,
disiplinli ve her türlü esbaba riayetli biçimde ve nesilden nesile geçen gizli
ve kirli öğretiler sayesinde, binlerce yıl sonra bile olsa dünyaya hâkimiyet
hedefine, resmen değil ama fikren ve fiilen erişmişlerdir. Ancak bu onların
yenilmez ve asla baş edilmez oldukları anlamına gelmemektedir. Bu birkaç bin
sene içerisinde, mesela Türkler ve özellikle de İslamiyetle birlikte en az beş
tane dünya çapında imparatorluk kurabilmiştir ve işte Anadolu Selçuklu ve
Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti bin yıldır devam etmektedir. Ama Yahudilerin
4 bin sene sonra ancak kurabildikleri İsraildir, onunda akıbeti bellidir.
Bu çağdaş Firavunluk
Düzeni, şöyle ayarlanmıştı:
* 6 milyar insanın her
biri küresel tefecilere, Rockefellerin başında bulunduğu 300 Yahudi ailesine
her yıl 1200 dolar- toplan 7 trilyon dolar, faiz vergi ve rüşvet ödemek
zorundaydı.
* Herhangi bir ülkede
rasgele bir marketten alınan her eşyanın üçte biri gizli faiz olarak
Siyonistlerin kasasına akmaktaydı.
* Her uçak biletinin %
10 IATA eliyle, her gemi biletinin % 9u LOYD vasıtasıyla, her para
transferinin % 1i sömürü tekeline aktarılmaktaydı.
* Her 10-20-50 yıldaki
büyük krizler, milli servet ve şirketlerin, Siyonist Yahudilerin eline
geçmesiyle sonuçlanmaktaydı.
* Bugün Avrupadaki
krizlerin arkasında da Bilderberg, CFR, Triterial komisyon ve Goldman sachs
gibi küresel Yahudi kuruluşları vardı.
A- Yeni Yunanistan Başbakanı Lukas, triterial komisyon üyesi- Yahudi
kökenliydi
B- Yeni İtalyan Başbakanı Mario Monti aynı kuruluşun üyesi- Yahudi kökenliydi
C- Estonya Devlet Başkanı Toomas Hendrik aynı kuruluşun üyesiydi.
D- Dünya Bankası Başkanı, Robert B. Zoellick aynı Siyonist kuruluşun üyesi ve
Yahudiydi
E- Bunların hepsi ve dahi bizim meşhur Kemal Dervişimiz ABD, Yahudi sermayeli
Goldman Sachs Bankın hizmet görevlileriydi
Bunların hepsini
tesadüflerle izah etmek akıl karı değildir. İşte bu gerçekleri dile getirdiği
ve Havuz sistemi, D-8ler gibi milli tedbirler geliştirdiği için Erbakan
Hükümeti 28 Şubat tertibiyle devrilmiştir.
Son pişmanlık!
Şimdi 28 Şubat
sürecindeki, saldırı ve soytarılıklarından pişmanlık duyarak; keşke Milli
Görüş ve Erbakanı doğru tanısaydık! Keşke o günler yaşanmasaydı! Milli
Görüşün emperyalizmle mücadelesi iyi anlaşılsaydı diyen Osman Özbek yine de
Fetullahçılardan tutarlıydı.
Ali Ünalın Kargaları
Bile Güldüren F. Gülen Savunması
Sonraki yıllarda
cemaat yazarları, takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak 28 Şubat
ayıbından aklanmaya uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, 3 Temmuz 2006 tarihli
Zamanda, isim vermeden Milli Çözüm Dergisinin bir sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
28 Şubatta ordu yanlısı bir tavır takınan Fethullah Gülen, neden şimdi
Şemdinli ve birbiri sıra patlak veren çeteler hadisesinde özgürlükçü bir tavır
ortaya koyuyor? diye soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hocaefendinin
bir çelişkisi bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hocaefendi, 28
Şubat sürecinde Erbakanın uyumsuz hareketlerinin darbe sebebi teşkil edeceğini
gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi önlemek maksadıyla hükümetin çekilmesini
istiyordu.
Yani Fetullah Gülen,
darbe olmasın diye Erbakana karşı TSKyı
destekleyip 28 Şubata arka çıkıyormuş!… Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer
ne kadar ince ve derin düşünüyormuş!
Peki, Fetullahcılara
dokunan niye yanıyordu? Hatta bazı bakanlar, işadamları, yazarlar ve
Milletvekilleri niye Recep T. Erdoğanın değil de Fetullahın tarafında yer
alıyordu? Çünkü ABDnin ve Yahudi lobilerinin, Başbakandan ziyade Fetullahın
arkasında olduğunu herkes biliyordu. Yani herkes cemaat bahanesiyle Amerikan
tanrısına tapınıyordu.
Atatürkü dinsizlikle
suçlayanlar Askere Din Kitabını okumalıdır.
Cumhuriyetin ilk
yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir
önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük alim Ahmet Hamdi Akseki
Hocamızca hazırlanan, ASKERE DİN KİTABI; Atatürkün Cumhurbaşkanlığı
sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü
Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele
maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını
hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur.
Ahmaklık; Çelişkilerin
Farkına Varmamaktır!
AKPnin 4+4+4 diye
gündeme getirdiği ve haftalarca kamuoyunu meşgul ettiği, yeni eğitim sistemi
tartışmasıyla, asıl amaç:
1.Sözde İmam
Hatiplerin orta kısmını açacağız bahanesiyle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersini mecburi olmaktan çıkarmak
2.İleride Özerk
Kürdistanın resmi eğitim dili yapılmasına yasal zemin hazırlamak üzere Kürtçeyi
seçmeli ders olarak okutmaya başlamak
3.Dindar AKPye karşı,
kindar CHPnin laiklik kavgası ile toplum oyalanırken, BOP çerçevesinde Irak
ve Libya gibi parçalanmaya hazırlanan Suriye müdahalesini meşrulaştırmak.
4.BDPlilerin ve
Suriyeli muhaliflerin itiraf ettikleri üzere, Suriyede bir Kürdistan bölgesi
oluşturmak.
5.Ve nihayet,
Barzaninin açıkladığı gibi, Türkiyede de federatif Kürdistanı kurduktan
sonra; Suriye, Irak, İran ve Türkiye parçalarını birleştirip BÜYÜK Kürdistan
hedefine ulaşmaktır.
İnsana verilen AKIL; şunlar doğru ise şunlar da doğrudur, bunlar yanlış ise bunlar da
yanlıştır şeklinde bir mukayese ve muhakeme
(karşılaştırma ve uygun karar alma) hassasıdır. İyilikle kötülükleri, adaletle
zulümleri, yararlı şeylerle zarar verenleri, güzellikle çirkinlikleri
birbirinden ayıramayan, temyiz ve doğru tercih yeteneği bulunmayan insan,
Kurana göre aynı hayvan ayarındadır.
Her şeye rağmen tarihi
hesaplaşma kaçınılmazdır ve bu sefer tarihi kötüler değil, iyiler yazacaktır.
Aziz Hocamızın: ya dünyaya hükmedeceksiniz veya bir kasabayı bile
değiştiremezsiniz. Vasiyeti yerini alacak ve Adil Düzen mutlaka
kurulacaktır.
http://www.millicozum.com/mc/mayis-2012/turkiyenin-gelecegi-ve-e