Anasayfa » TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ VE ERBAKAN’IN GÖLGESİ AHMET AKGÜL HOCAMIZ’IN GEBZE, ANKARA VE KONYA KONFERANS NOTLARI

TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ VE ERBAKAN’IN GÖLGESİ AHMET AKGÜL HOCAMIZ’IN GEBZE, ANKARA VE KONYA KONFERANS NOTLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 57 Görüntüleyen

Maalesef, ülkemiz ve
milletimiz belki de tarihin en sinsi ve tehlikeli bir sürecini yaşamakta,
parçalanma ve dağılma aşamasına dayanmış bulunmaktadır. Rahmetli Erbakan Hoca’nın
ifadesiyle
 “Artık toprak
ayaklarımızın altından kaymaya başlamıştı”
 Bir ruh için beden ne ise, bir millet için de vatan aynı konumdadır. Vatanı
işgal edilen veya bölünüp başka güçlerin güdümüne giren bir toplum:
 Hürriyet ve huzurunu, namus ve onurunu ve haysiyetli millet şuurunu
kaybetmiş olacaktır.

* Bugün İsrail’i
kurmak ve siyonizmin Dünya hakimiyeti hedefine kavuşmak üzere BOP
istikametinde.

* Böylesine yabancı ve
Türkiye’yi de yıkıcı bir projede, dış odaklarca Başbakanımıza verilen
eşbaşkanlık sayesinde:

1-     Irak fiilen üçe parçalanmıştır.

2-     Libya NATO tahribatıyla ikiye ayrılmıştır.

3-     Şimdi Suriye dağıtılmak üzere hedef tahtasındadır.

4-     Daha önce Keşmir bölgesi kopartılan Pakistan’dan, bu sefer Peştunistanı da
koparıp, Afganistan’a bağlama hesapları yapılmaktadır.

5-     Ardından Afganistan Peştunlarıyla, Pakistan Peştunları birleştirilip yeni
bir kukla devlet kurulması amaçlanmaktadır. Yani Afganistan da şeriatçı Taliban
bölgesiyle, demokratik Karzai bölgesi olarak parçalanmaya hazırlanmaktadır.

6-     Daha sonra İran’a saldırılıp Kürtler; Azeriler, Farisiler ve Arap Şiiler
diye dörde ayrılacaktır.

7-     Bütün bunların ardından “Güneydoğu özerk Kürdistan’ı, AB’ye katılım
sürecinde pilot bölge Marmara özel dükalığı, Tarihi ve turistik amaçlı
Karadeniz Pontus mirası” olarak, sıra Türkiye’nin parçalanmasına gelip
dayanacaktır.

ABD’nin kukla başkanı
ve Siyonist Yahudi lobilerinin kahyası Obama ile, Suriye’ye müdahale konusunu
görüşmek üzere Güney Kore’nin başkenti Seul’e giderken, recep T. Erdoğan’ın
 “Suriye’yi oturup seyredemeyiz. Üstümüze düşen görevi yerine getireceğiz.” Sözleri gayet açıktır. Yani Suriye’ye askeri müdahale edip parçalanmasını
kolaylaştırma ihalesi AKP iktidarının üzerinde kalmıştır. Bu nedenle:

Bremen mızıkacıları,
hep bir ağızdan: “zorba ve diktatör Esad devrilsin, Suriye’ye demokrasi
getirilsin” sloganları atmaktadır.

Aynı mutfaktan
beslendikleri ve aynı odaklarca şişirildikleri belli olan figüranlar hep bir
ağızdan
 “Türkiye çabuk
yetişsin ve Suriye’ye barış ve demokrasi getirsin.”
 Diye çığlık atmakta ve kamuoyunu bu yönde şartlandırmaktaydı.

Hatırlayınız:

* İslam İşbirliği
Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu Amerika temaslarından sonra BM
Genel Merkezindeki basın toplantısında:
 “Suriye meselesinin
Türkiyesiz çözümü imkansızdır.”
 Diyerek AKP hükümetini
askeri müdahaleye kışkırtmaktaydı. (Bak: 24 Mart 2012 / Milli Gazete)

* BBP Genel Başkanı
Mustafa Destici
 “Türkiye’nin tek
başına Suriye’ye müdahalesi doğru olmaz, BM’in yardımı alınmalıdır.”
 Diyerek yeşil ışık yakmakta, ama BM kılıfını sarmaktaydı.

* Aynı toplantıda IHH
Başkanı Bülent Yıldırım
 “Akan kanın
durdurulması ve Suriye’de huzurun sağlanması için gereken her şey
yapılmalıdır.”
 Sözleriyle Suriye
saldırısı için Siyonist NATO ve BM maşası iktidara mazeret kazandırmaktaydı.

* Anayasa mahkemesi
eski raportörü Osman Can;
 “Taraflar biri birine
üstünlük sağlamaya çalıştıkça, değişim sürecinden uzaklaşılıyor.”
 Diyerek PKK ile AKP’yi, daha doğrusu T.C ile eşkıya şebekesini aynı kefeye
koymakta ve “mevcut anayasa Kürt meselesini yok saymaktadır. Sorunlarımızın
nedeni baskıcı devlet aygıtıdır ve kırmızı çizgiler saplantısıdır.” Sözleriyle
“özerk Kürdistana mazeret ve meşruiyet uydurmaktaydı.

* AKP’nin fikir
babalarından Kürtçü-bölücü Kemal Burkay’ın partisi HAKPAR
 “Kuzey Irak’ta Bağımsız Kürdistan’ın ilanını hasretle beklendiğini” vurgulamaktaydı.

* AKP iktidarı
Suriye’deki Türk vatandaşlarına “geri dönün” çağrısı yaparak, saldırının yakın
olduğunu hatırlatmaktaydı.

* CIA başkanı ve
Süleymaniye’de askerlerimizin başına çuval geçirme kahramanı(!) Petraus, Suriye
saldırısının planlarını anlatmak üzere Ankara’ya gelip Başbakan’la baş başa
görüşüp, ardından Barzani’ye koşmaktaydı.

Oysa Suriye’de iç
savaş çıkartıp böylece bir dış müdahaleye zemin ve gerekçe oluşturmak üzere,
muhalefeti kışkırtmak için bu ülkeye yollanan ve yakalanan 49 Türk
istihbaratçının 7’sinin zaten MOSSAD bağlantısı ortaya çıkmıştı.

Türkiye’yi yıkma
tezgâhı şöyle planlanmıştı:

1-     Türkiye, ABD ve AB’nin zorlamasıyla Halep dahil Suriye’nin kuzeyine asker
sokacaktı.

2-     Şii-Sünni kamplaşmasıyla İran da Türkiye sınırına askeri yığınak yapacaktı.

3-     İsrail, Türkiye üzerinden, İran’a hava saldırıları başlatacaktı.

4-     Bunun üzerine İRAN, Malatya Kürecik radar üssü ve füze savunma kalkanı
nedeniyle,
 “Türkiye’yi İsrail’e yardım etmekle” suçlayacak ve füzelerle bazı şehirlerimizi vuracaktı.

5-     Bu arada Rusya ve İran da kendisini satmasıyla devrilen Esad rejiminden
sonra, muhalefetteki ajanları vasıtasıyla Suriye’yi de kontrolüne alan ve
parçalayan Batılı güçler, bu sefer Türk askerini işgalcilikle suçlayacak ve
derhal Suriye’den çıkması için kampanya başlatacaktı.

6-     Suriye kürdistanının kurulup Türkiye’nin parçalanması amaçlandığını sezen
halkımızın baskısı üzerine Ordu ABD’yi dinlemeyince…

* “Kürtlere demokratik
özerklik tanımıyor.

* Kendi halkına ve
PKK’ya aşırı güç kullanıyor.

* Suriye ve İran’a
karşı Batı birliğinin değil, kendisinin çıkarlarını kolluyor.”
 Gibi gerekçelerle Türkiye NATO’dan çıkarılacak ve savaş açılacaktı.

7-     6 Nisan 1946 da solcu ve Kemalist İnönü iktidarında Amerikan Mıssouri savaş
gemisi gövde gösterisi için İstanbul’a geldiğinde,
 “Milletimiz Arapça anlamıyor” diye Ezan’a izin
vermeyen İsmet paşa’nın, camilere“Welcom Missouri”
 diye mahyalar astırması gibi; AKP iktidarı da “Türkiye’ye ileri
demokrasi’yi getirmek ve bizi AB ile bütünleştirmek için” geldiklerini
söylediği ABD ve NATO askerlerini, yandaşlarına
 “Hoş Geldin”sloganlarıyla
karşılatmaya kalkışınca, Milli bir düreniş ve değişim süreci yaşanacak ve Türk
ordusu bölgedeki ABD birliklerine ve İsrail hedeflerine
 “yıldırım hücumları” başlatacaktı.

 

Şimdi konferansımızın
can alıcı sorusunu soralım ve konuyu toparlayalım: Peki sonuç ne olacaktı ve
Türkiye bu kaostan nasıl kurtulacaktı?

Rahmetli Erbakan Hoca
sohbet, seminer ve konferanslarında:

* Haksızlık ve
ahlaksızlık üzerine kurulan Siyonist ve emperyalist dünya düzeninin, öyle
barışa ve adalete çağırmakla veya hoşgörü edebiyatıyla düzeltilemeyeceğini…

* Bunların, tahribi çok
ürkütücü nükleer füzelerine ve etkili silah sistemlerine güvenip, dünyayı
tehdit ederek barbarlıklarını yürüttüklerini…

* Bu nedenle,
Batılıların bu Şeytani güçlerini etkisiz bırakacak, yeni ve yüksek
teknolojilere sahip olmak gerektiğini ve Allah’ın izniyle bunları başarıp,
ilgili ve yetkili makamlara teslim ettiklerini defalarca anlatmıştı.

* Bütün zalim ve Batıl
güçlerin elinde bulunan: ●Nükleer başlıklı füzelerini, ●Uçak gemilerini,
●İnsansız hava gereçlerini, ●Savaş kontrol merkezlerini

a)Çalışmaz hale
getirecek ve çok ucuza mal edilecek teknolojik böcekleri

b)Silah mekanizmalarını
çürütecek metalik virüsleri

c)Fırlatılan füzeleri
havada iken yakalayıp tersine çevirecek elektromanyetik sistemleri:

1-Planlayıp
yaptıklarını, 2-Bunları seri üretime hazırladıklarını, 3-Proje aşamasından
deneme safhasına kadar, hangi süreçlerden geçtiğini gösteren video kayıtlarını
4-Ve bunların Kahraman Ordumuzun özel yetkili birimlerine aktarıldığını
özellikle vurgulamıştı.

Bu müjdeler, aynı
zamanda; ülke ve bölge şartlarının olgunlaşması durumunda, süper şeytani
güçlerin burnunun kırılacağı bir tarihi hesaplaşmanın yaşanacağının da ihbarı
ve ihtarıydı.

 

İsra: 4-7

4-(Biz Ezeli kader
programında ve Kur’an da, İsrailoğullarıyla ilgili şu gerçeği bildik, haber ve
hüküm verdik ki: Gerçekten siz yer(yüzün) de iki defa (çok yaygın ve yıkıcı)
bir fesat çıkaracak (güce erişecek) ve büyük bir azgınlıkla kibirlenip
yükseleceksiniz.”

5- Nitekim ilk vaid
geldiği zaman, güç ve şiddet sahibi kullarımızı üzerinize gönderdik de (sizi)
araştırıp (buldular ve yıkıma uğrattılar)

6- Sonra onlara karşı
size tekrar ‘imkan ve iktidar verdik’, (vereceğiz) servet ve öz evlatlarınızdan
oluşan (gizli cemiyetle) sizi destekledik, (destekleyeceğiz) (hükümet ve
cemaatleri) çoğunlukla size hizmetkar hale getirdik. (getireceğiz)

7- (Bu durumda) Eğer
iyilik ve adalet ederseniz, kendinize iyilik edersiniz, eğer kötülük ve zulme
yönelirseniz, bu da elbette aleyhinizedir. (Derken, büyük haksızlıklarınız ve
fesatlıklarınız nedeniyle) ahir dönemdeki (cezalandırma) vaadiniz geldiği
zaman, birincisinde girdikleri gibi, yine mescide (Kudüs ve İsrail’e) girip ele
geçirdiklerini ‘mahvu perişan etsinler ve sizi çok kötü duruma düşürüp
yüzlerinizi yere eğdirsinler’ (diye mü’min kullarımızı yine üstünüze
göndereceğiz.)

Ordusu aciz bırakılan
bir toplum aziz olamazdı! İşte TSK’ya yönelik psikolojik ve asimetrik savaş,
bunun için başlatılmıştı.

Türkiye’de; sistemli,
sürekli ve dış destekli bir ordu düşmanlığı ve TSK’yı karalama ve aciz bırakma
kampanyası yürütülüyordu. AKP’nin iktidara taşınmasının ve hala iktidarda
tutulmasının asıl nedenlerinden birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu
anlaşılıyordu.

Güneydoğu’daki her
katliam ve kanlı olay sonrası yandaş medyada hemen PKK’yı koruyup kollama
çabası öne çıkıyordu. Bütün vahşet ve cinayetlerin ardından “bu işi, TSK’nın
yaptığı” algısı yaratılmaya çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu bile anlaşılmadan
BDP yöneticilerinin verdiği mesajlar ve PKK’yı yardım sevenler derneği gibi
göstermeye çalışanlar ağız birliği içinde, “PKK’yı aklamaya” uğraşıyor ve
TSK’ya sataşıyordu. Türkiye’de kasıtlı bir psikolojik harekat süreci sonunda,
devletin ve özellikle de TSK’nın terör örgütü gibi algılanmasını
kolaylaştıracak bir psikolojik ortam oluşturuluyordu.

ABD’nin yeni TSK
planı:

a.    Asker sayısı azaltılarak 250 bine indirilecek

b.    Zorunlu askerlik daraltılıp, ordunun yüzde 80’i paralı (profesyonel) hale
getirilecek

c.    Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanı’na bağlanıp havası söndürülecek.

d.    Milli duruşlu subayların bir kısmı davalarla tasfiye edilecek.

e.    Diğerleri yüksek ikramiyelerle özendirilip emekli olmaları istenecek.

f.     Kalan subaylar sözleşmeli pozisyona geçirilecek.

g.    Bütün subayların terfi ve tayinini, uysallığına göre hükümet
belirleyecekti.

İşte Rahmetli Erbakan,
İslam dünyasına ve insanlığa bu Siyonist şebekeyi tanıttığı ve Onun şeytani düzenini
bozacak tedbirleri aldığı için, sağlığında da, vefatından sonra da bütün
şerlilerin ve hainlerin hedefi yapılmıştı.

21 Şubat 2012 Konya
Programıyla ilgili canlı yayın görüntüleri ve münafık iftiracının o TV
konuşması da bunun bir devamıydı:

Bir katılımcı soruyor: 11
Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda
 “Erbakan
Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya
ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti”
 diyorsunuz.
Burada ise Erbakan’ın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız
ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?

İftiracı Başının cevabı: “O
söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de gerçektir…”

Farklı bir katılımcı sesleniyor: “O
söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?”

İftiracı: Evet! (hemen
lafını değiştirip bağırarak)… Hayır! Hoca değil…
 Ama,
Hoca’nın çocukları zimmetine geçirdi!
 diye
iye kıvırıyor ve kinini kusuyor!

Daha sonra canlı yayın
kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler
tarafından zorla salondan çıkartılıyordu. Ve tabi bu iftiracı, bu sözleriyle ve
binlerce Milli Görüşçü önünde:

“Erbakan Hoca’nın
cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin
miras olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakan’ın da bunların
üzerine yattığını”
 açıkça ilan ve iftira ediyordu… Yani “Hoca
bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti”
demeye getiriyordu.

* Bu tür münafıklar
tarihin her döneminde görülüyordu.

* Amerika’da yaşayan
Yahudi asıllı Saffet Bayramaşık, Siyonist lobilerce Erbakan Hocaya
gönderiliyor, “Masonluk ve İsrail aleyhtarlığından vazgeçmemesi ve aslen Yahudi
olan ama zahiren Müslüman-mücahit tanınan beş kişiyi teşkilata sokup, yüksek
görevlere kabul etmemesi” halinde partisinin kapatılacağı söyleniyor, kabul
edilmeyince ertesi gün Milli Nizam’a kapatma davası açılıyordu… Ama ne olduysa
Selamet Partisine 12 Eylüle kadar dokunulmuyordu. Ve tabii bu tavizlerden
Erbakan Hoca karlı çıkıyor ve tarihi atılımlarına fırsat buluyordu.

Şimdi şunları sormak
lazımdı:

1- İftiracı’nın
iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne
yapmasaydı, bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise,
babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli
babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O halde “bu mallara el konulmasın ve
cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi
üzerine alması” bile Erbakan için oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış
sayılmaz mıydı?

2- Hoca, hâşâ bu denli
duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?

3- “Nasıl olsa
çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler” diye düşünmüşse ve iddialara göre
şimdi çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının
bile karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz
davranacak kadar saf mıydı?

4- Tamamen iftira
olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hoca’nın suizan altında bırakılıp
camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise,
 Oğuzhan
Asiltürk
 sağda solda fesat çıkarıp kin kusacağına,
elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki
yollara niye başvurmazdı?

5- Haydi O yalan
uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları
susturacak girişimleri bir türlü başlatmazdı?

6- Ve Türkiye’deki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüş’e sızdırdıkları has
adamı olan Oğuzhan’ın yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan
gelip gündeme taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı
suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli
olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet
Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile
yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakan’ı zora sokardı, ama Milli
Görüş’teki kendi ajanları da deşifre olacaktı!

7- Şimdi iman, iz’an
ve insaf ehli söylesin: Bu aslı bozuk münafıklar, özel ve yabancılara kapalı
bir mekanda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve
milyonların izlediği tv ekranlarında, Erbakan Hoca’ya ve çocuklarına iftira mı
atmaktaydı? Hoca’yı töhmet altında bırakan iddiaları yetmezmiş gibi, Oğuzhan
Asiltürk’ün Erbakan’ın çocukları biribirine karşı kışkırtıp mahkemelik
olmalarına ve medya malzemesi yapılmalarına yol açan bu Oğuzhan Asiltürk, Milli
Görüş’e karşı nasıl derin bir kin taşımaktaydı?

20 Mart 2012 tarihinde
ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Genel Başkanın “üstadım” diye iltifat
yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan
malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili,
kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı hatta
haklı çıkarıcı tutarsız tavırları… Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak
kaçamak yanıtları.” Tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan
gönüldeşlerimizi hayal kırıklığına uğratmaktaydı.Hayret ki hayret, bir etiket
uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne
diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.

Nur Suresi:

11 – Doğrusu, uydurulmuş
bir yalanla ve iftirayla gelenler, içinizden sizinle birlikte davranan bir
ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine
o sizin için bir hayırdır. (çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve
ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir
ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise daha büyük bir azab
vardır.

 12 –Onu
işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi vicdanları adına
hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır”
demeleri beklenirdi!?

 13 – (Bu asılsız
ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört
şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar
Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.

 14 – Eğer Allah’ın
dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine
daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı
size büyük bir azab dokunuverirdi.

30 Aralık 2004 tarihli
wikileaks belgelerinde ve tutuklu iken esrarengiz biçimde ölüveren Kaşif
Kozanoğlu’nun cezaevi not defterinde İsviçre bankalarındaki 800 milyon doları
bulunduğu iddia edilen dindar kahramanın, bunca parayı nereden kotardığını
sormayan AKİT’in şarlatan yazarları “cihat parasını koruyor” kılıfıyla,
rahmetli Hocanın 3-5 milyon liralık mal varlığının dedikodusunu yapıyordu.
 Oysa AKP yalakası ve din istismarcısı bu sahte İslamcılar:

1.    Recep T. Erdoğan’ın Milli Görüş gömleğini niye çıkardığını?

2.    Boynuna Yahudi Lobilerince niye cesaret madalyası takıldığını?

3.    Sn. Başbakan’ın Irak ve Libya’dan sonra, şimdi Suriye ve nihayet İran ve
Türkiye’nin parçalanmasını amaçlayan BOP’a, kimler tarafından ve neyin
karşılığı eşbaşkan atandığını?

4.    Irak, Libya ve Suriye işgallerine ve vahşetlerine, hangi gerekçe ile AKP’ye
taşeronluk yaptırıldığını?

5.    Zinanın, kumarın, domuz eti ve yağının, hangi mazeret ve mecburiyetle
serbest bırakıldığını?

6.    Ahlaki ve ailevi tahribat konusunda, AKP döneminde niye patlama
yaşandığını?

7.    AB ve ABD’nin güdümündeki bir dünya düzeni içinde, kahramanlık rolü
oynamanın ve İslamı siyonizmin aracı haline sokmanın Kur’an daki karşılığını?

8.    Ülkemizde tarım ve hayvancılığın nasıl batırıldığını ve tüm fabrika ve
stratejik kurumlarımızın nasıl yabancılara satıldığını?

Bir tek sefer olsun,
ciddiyet ve cesaretle sorgulamış olsalardı; belki Rahmetli Hocayla ilgili
tenkit ve tahriklerinde de samimi olduklarına kanaat getirebilirdik. Ama hep
“cerahata konan ve goncadan uzak duran karasinek” misali, Erbakan’ın
faziletlerini bile tenkit, ama Erdoğan’ın acziyetlerini bile tebrik ederseniz,
elbette siz itimat ve itibar edilmez durumuna düşersiniz…

Hoca’nın 148 kilo altın
değerinde mal varlığı kalmıştır.

Rahmetli Erbakan’ın
çocukları arasında dava konusu olan mal varlığı tartışması 18 yıldır
Türkiye’nin gündemine taşınmaktaydı. Oysa Hocamız, 1994 yılında liderlerin mal
varlığı tartışmasının yaşandığı süreçte düzenlediği basın toplantısında mal
varlığını tek tek açıklamıştı. Erbakan, o günkü açıklamasında, söz konusu mal
varlığını sanayicilik ve öğretim üyeliği döneminde kazandığı gelirlerin
birikimiyle ve miras suretiyle elde ettiğini, bunların 148 kilo altına karşılık
geldiğini vurgulamıştı. İşte 1994’teki Erbakan’ın mal varlığı;

1.    İstanbul Halıcılar caddesi’ndeki iki daire (babadan miras) Sinop’ta 21
parça arsa ve tarla (anneden miras)

2.    Ankara’da Güven Sokak’ta aynı apartmanda 130 ve 160 metrekare iki daire

3.    Kazan’da yazlık kooperatifte arsa

4.    İzmit Bahçecik’te kooperatifte 2 parsel

5.    Balıkesir Altınoluk’ta 3 parsel (parsellerden birinde prefabrik ev,
diğerinin üzerinde iki bahçe evi)

6.    Ankara Balgat’ta iki arsa üzerine yapılan ev

7.    3 Adet otomobil (Opel Vectra marka ve 1993 model Mercedes 200 ve Mercedes
300)

8.    Nakit olarak 421 bin dolar, 532 bin İsviçre Frangı, 611 bin mark.

Bugün, hem doğrudan
çocuklarına intikal eden, hem de tedbir olarak başka kişiler üzerinde
gösterilen toplam mal varlığı da; Zaten ancak 148 kilo altın karşılığı olan 15
milyon TL. civarındadır.

Erbakan’ın Bosnalı
mazlumlara yardımları:

Onbeş yıl kadar önce,
Almanya’ya gelen şimdiki RTÜK Başkanı Prof. Davut Dursun ve AKP milletvekili
Prof. İrfan Gündüz’ün,
 “Erbakan’ı ve Türkiye’deki parti
davasını bırakın ve kendi geleceğinizi kurmaya bakın”
 şeklindeki milli görüş bağlılarını Hoca’ya karşı kışkırttıklarını görünce,
fesatlıklarını ve haksızlıklarını yüzlerine vurup susturmuştuk. İşte orada
bunlara kapılan ve
 “Erbakan bizim gönderdiğimiz paralarla
Bosna kahramanlığı yapıyor.”
 Diyen bazı bölge başkanlarına
sormuştuk:

   Söyleyin bakalım, bugüne kadar, Bosna ‘ya yardım amaçlı, toplam kaç lira
yolladınız.

   “Üç (3) milyon mark’tan fazladır.

   Peki, bu parayla bir salça fabrikası bile kurulabilir mi?

   Elbette hayır…

   Oysa Bosnalı Müslümanlar, hem beş yıl sürekli savaşmış, tarım ve sanatla
uğraşamamış, ama bütün yaşama ve savunma ihtiyaçlarının karşılanması yanında,
1-Tank ve zırhlı araç tamir fabrikası. 2-Mermi ve mühimmat fabrikası. 3-Uçak
savar füze fabrikası kurmuşlardı.

   Bunların maliyeti yüz milyonlarca dolardı. Ve önemli kısmını Erbakan Hoca
ayarlamıştı.Sizin 3-5 milyon markınız Bosnalıların bir yıllık ekmek şeker
parası bile olmazdı.

·        Mustafa Tahhan’ın itirafları:

2012 yılında
İstanbul’da yapılan “Erbakan’ı anma” toplantısına katılan Dünya gençlik
teşkilatı eski başkanı Mustafa Tahhan:

“Ben size, Erbakan
Hoca’nın Bosna halkına ve İzzet Begoviç’e sağladığı çok büyük yardımları
anlatsam hayretler içinde kalırsınız.”
 Anlamındaki Arapça
sözlerini, partiyi kuşatan münafıkların tembihlediği kişi, ısrarlı uyarılara
rağmen bu önemli gerçeği maalesef Türkçe tercüme etmeyip atlamıştı.

Erbakan hoca’nın hangi
ülkelerden hangi ağır makineleri nasıl temin edip, Bosna’ya hangi yöntemlerle
ulaştırdığını İstanbul eski İl başkanı Osman Yumakoğulları’ndan dinlemek
lazımdı.

Erbakan’ın Kaddafi
üzerinden Çeçenistan’a sahip çıkması:

1996’da Trablus’ta
tertiplenen
 ve tüm dünyadan 600’den fazla yüksek
ilim ve gönül ehlinin katılımıyla gerçekleşen “TASAVVUFİ AHLAK VE MANEVİ
KALKINMA” konferansına katılmak ve bildiri sunmak üzere bizi Libya’ya gönderen
Erbakan Hoca, O sırada ambargolar yüzünden perişanlık çeken Kaddafi eliyle,
Çeçenistan mücahitlerine çok önemli miktarda yardım gönderilmesini ayarlamıştı.

Ve şunları hatırlatmıştı;

1-     Mazlum ve Müslüman Çeçen halkının meşru haklarını savunmalarına yardımcı
olmak bir iman ve insanlık vazifemizdir.

2-     CIA ve MOSAD’ın bölgeyi karıştırmak ve Türkiye’yi zora sokmak niyetiyle,
TALİBAN’cı ve VEHHABİ görünümlü kişiler eliyle yaptırmaya çalıştığı
provakasyonlara ise gelmemelidir.

3-     Makul şartlar oluşursa, Rusya ile Çeçen mücahitlerinin anlaşıp uyuşmasına
destek verilmelidir.

Daha sonra 28 Şubat
kışkırtmasına hazırlık amacıyla, D-8 oluşumu için yaptığı Libya ziyaretinde,
Kaddafi’nin kışkırtılıp Erbakan’a karşı saygısız davranışlarını da yine CIA
destekli Türkiye masonları ve dışişleri elemanları tezgahlamıştı. (Bak. Ergün
Diler. Takvim Gazetesi – 28 Şubat 2012)

Kaddafi’nin kulağına
1995’te Malta‘da Mossad ajanlarınca, katledilen Filistinli liderlerden Fethi
Şikaki suikastinde Erbakan’ın hükümet ortağı olan Tansu Çiller’in de parmağı
olduğu yalanı fısıldamıştı.

Şimdi BOSNA,
ÇEÇENİSTAN, FİLİSTİN, Türki Cumhuriyetler ve Çin Sincan bölgesi gibi milli
direniş hareketlerine yüzmilyonlarca dolarlık yardımları sağlayan, üstelik asla
bunların reklamını yapmayan ve siyasi rantına tenezzül buyurmayan bir Zatın,
şimdi üç beş milyonluk bina ve arsaya tenezzül edeceğini söylemek, ahmaklıktan
öte alçaklıktır.

Siyonizmi ve
emperyalizmi tanımadan yeterli tedbir alınamazdı.

Dünyamız artık
küreselleşmiş, yani aynı merkezlerden yönetilir hale gelmiştir. Görüntülü
iletişim araçları ve internet bağlantılarıyla sadece devletler, şirketler ve
örgütler değil, çok uzaktaki fertler bile kolaylıkla birbirine ulaşmakta,
anlaşmakta ve ortak projelerini geliştirip yürütebilmektedir. Bu son sistem
teknolojik imkânlar, insanlığa önemli fırsatlar sunduğu gibi, büyük tehdit ve
tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Rotary ve Lions benzeri Masonik
organizeler ve küresel merkezlerin güdümündeki sivil örgütlenmeler vasıtasıyla,
farklı din, düşünce ve kavimden bütün insan topluluklarını kontrol eden ve
çeşitli kesimleri, ele geçirdiği reisleri, liderleri, şeyhleri üzerinden
yönlendiren SİYONİST odaklar, CIA, MOSSAD, CFR ve Bilderberg gibi etkin
kuruluşlarla HÜKÜMETLERE, MUHALEFETE ve ülkelerdeki medyaya, yargı sistemine,
polise ve silahlı kuvvetlere de tesir edip tetiklemektedir.

* Yani ülke ve bölge
politikalarını etkileyecek, halkların eğilim ve tercihlerini değiştirip
dönüştürecek ölçekteki kurumlar arası sertleşme ve restleşmelerin, cemaatle
Hükümet didişmesinin öyle basit rekabet ve bahanelerle meydana geldiğini
düşünmek ve küresel güçlerin bölgesel ve evrensel projelerini ve stratejilerini
göz ardı etmek, sonunda bilmeden onlara figüranlık etmekten başka sonuç
vermeyecektir.

Bugün yeryüzündeki:
Kökenleri, kültürleri, tarihi birikimleri, dinleri ve mezhepleri birbirinden
oldukça farklı milyarlarca insanın:

* Meşrubat olarak
neleri içeceğine

* Hamburger ve cips
olarak ne yiyeceğine

* Ayakkabıdan
pantolona, mayosundan kabanına kadar erkek-kadın herkesin ne giyeceğine

* Hangi hastalığın
hangi ilaçlarla tedavi edileceğine

* Hangi şarkıların
dinlenip, hangi filmlerin, hangi çizgi filimlerin, hangi porno rezaletlerin
izleneceğine

* Hangi markaların
reklâm edilip hangi firmaların iflas edeceğine

karar veren 13 (on üç)
Yahudi ailesini, yani Siyonizm gerçeğini
 ve bunların
güdümündeki ABD ve AB’nin kuruluş ve işleyiş biçimini bilmeden, Türkiye’mizdeki
ve bölgemizdeki gelişme ve çekişmelerin perde arkasındaki gerçek nedenlerini
fark etmemiz ve milli siyaset ve stratejiler üretmemiz hayaldir. Böyle bir
dünya düzeni içerisinde, milliyetçilik taslamanız da, sosyalistlik yapmanız da,
İslamcılık oynamanız da, kendinizi ve çevrenizi kandırmaktan öteye
geçmeyecektir. İşte canlı örnek: 12 Eylül darbesine, solcular karşı, sağcılar
karşı, İslamcılar karşı, ulusalcılar karşı, masonlar karşı, sabataycılar karşı…

Allah Allah!.. Ya 12 Eylül ABD’yi
aldatarak yapılmış, sonuçları milli olan bir harekettir… Veya bu müdahillerin
hepsi Millicidir!?

* Bakınız 300
milyonluk ABD’deki Yahudi nüfusunun sadece 3 milyon olduğu söylenir, yani yüzde
birdir. Ancak Amerikan tarihinde ve günümüzdeki Devlet Başkanı, Bakan, Vali ve
Belediye Başkanı, CIA ve FBI Başkanı, Kuvvet Komutanı ve Genelkurmay Başkanı,
IMF ve Federal Reserve (Amerikan Merkez Bankası) Başkanı, en büyük ve uluslar
arası bin (1000) büyük holdingin sahibi ve başkanı, büyük medya patronları,
yüksek yargı ve bürokratik makamları işgal eden Yahudi ve Yahudi dönmesi
kişilerin diğer ABD vatandaşlarının en az yüz katı olduğu görülecektir.

* Şimdi nüfusun yüzde
birini teşkil eden bir kesim, ülke yönetiminde, üst düzey mevkilerde, şirket ve
holdinglerde diğerlerinin tam yüz misli oranda etkin ve yetkin bulunuyorsa,
bunu sadece tesadüfle veya Yahudilerin üstün yetenek ve gayretiyle izah etmek
safdilliktir. İşin gerçeği, nice yüzyıllar boyu süregelen ve din olarak
Kabalist düşüncelerle şekillenen bir Siyonist Yahudi organizesi, ABD’nin fikri
ve fiili DERİN DEVLETİDİR.

* Yahudiler olağanüstü
kabiliyet ve meziyetlere sahip olduklarından değil, ama inanç haline
getirdikleri şeytani emelleri uğrunda; sürekli, sistemli, organizeli,
disiplinli ve her türlü esbaba riayetli biçimde ve nesilden nesile geçen gizli
ve kirli öğretiler sayesinde, binlerce yıl sonra bile olsa dünyaya hâkimiyet
hedefine, resmen değil ama fikren ve fiilen erişmişlerdir. Ancak bu onların
yenilmez ve asla baş edilmez oldukları anlamına gelmemektedir. Bu birkaç bin
sene içerisinde, mesela Türkler ve özellikle de İslamiyet’le birlikte en az beş
tane dünya çapında imparatorluk kurabilmiştir ve işte Anadolu Selçuklu ve
Osmanlı varisi Türkiye Cumhuriyeti bin yıldır devam etmektedir. Ama Yahudilerin
4 bin sene sonra ancak kurabildikleri İsrail’dir, onunda akıbeti bellidir.

Bu çağdaş Firavunluk
Düzeni, şöyle ayarlanmıştı:

* 6 milyar insanın her
biri küresel tefecilere, Rockefellerin başında bulunduğu 300 Yahudi ailesine
her yıl 1200 dolar- toplan 7 trilyon dolar, faiz vergi ve rüşvet ödemek
zorundaydı.

* Herhangi bir ülkede
rasgele bir marketten alınan her eşyanın üçte biri gizli faiz olarak
Siyonistlerin kasasına akmaktaydı.

* Her uçak biletinin %
10 IATA eliyle, her gemi biletinin % 9’u LOYD vasıtasıyla, her para
transferinin % 1’i sömürü tekeline aktarılmaktaydı.

* Her 10-20-50 yıldaki
büyük krizler, milli servet ve şirketlerin, Siyonist Yahudilerin eline
geçmesiyle sonuçlanmaktaydı.

* Bugün Avrupa’daki
krizlerin arkasında da Bilderberg, CFR, Triterial komisyon ve Goldman sachs
gibi küresel Yahudi kuruluşları vardı.

A-    Yeni Yunanistan Başbakanı Lukas, triterial komisyon üyesi- Yahudi
kökenliydi

B-    Yeni İtalyan Başbakanı Mario Monti aynı kuruluşun üyesi- Yahudi kökenliydi

C-    Estonya Devlet Başkanı Toomas Hendrik aynı kuruluşun üyesiydi.

D- Dünya Bankası Başkanı, Robert B. Zoellick aynı Siyonist kuruluşun üyesi ve
Yahudiydi

E- Bunların hepsi ve dahi bizim meşhur Kemal Derviş’imiz ABD, Yahudi sermayeli
Goldman Sachs Bankın hizmet görevlileriydi…

Bunların hepsini
tesadüflerle izah etmek akıl karı değildir. İşte bu gerçekleri dile getirdiği
ve “Havuz sistemi, D-8’ler” gibi milli tedbirler geliştirdiği için Erbakan
Hükümeti 28 Şubat tertibiyle devrilmiştir.

Son pişmanlık!

Şimdi 28 Şubat
sürecindeki, saldırı ve soytarılıklarından pişmanlık duyarak; “keşke Milli
Görüş ve Erbakan’ı doğru tanısaydık! Keşke o günler yaşanmasaydı! Milli
Görüş’ün emperyalizmle mücadelesi iyi anlaşılsaydı” diyen Osman Özbek yine de
Fetullahçılardan tutarlıydı.

Ali Ünal’ın Kargaları
Bile Güldüren F. Gülen Savunması

Sonraki yıllarda
cemaat yazarları, takiyye ve kıvırma sanatının her türünü kullanarak 28 Şubat
ayıbından aklanmaya uğraşıyordu. Örneğin Ali Ünal, 3 Temmuz 2006 tarihli
Zaman’da, isim vermeden Milli Çözüm Dergisinin bir sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
“28 Şubat’ta ordu yanlısı bir tavır takınan Fethullah Gülen, neden şimdi
Şemdinli ve birbiri sıra patlak veren çeteler hadisesinde özgürlükçü bir tavır
ortaya koyuyor?” diye soruluyordu. Oysa bu iki tavır arasında Hocaefendi’nin
bir çelişkisi bulunmuyordu. Darbelere her zaman karşı olmuş olan Hocaefendi, 28
Şubat sürecinde Erbakan’ın uyumsuz hareketlerinin darbe sebebi teşkil edeceğini
gördüğü için, muhtemel bir müdahaleyi önlemek maksadıyla hükümetin çekilmesini
istiyordu.”

Yani Fetullah Gülen,
darbe olmasın diye
 Erbakan’a karşı TSK’yı
destekleyip 28 Şubat’a arka çıkıyormuş!… Vay anasını be, Fetullah Gülen meğer
ne kadar ince ve derin düşünüyormuş!

Peki, Fetullahcılara
dokunan niye yanıyordu? Hatta bazı bakanlar, işadamları, yazarlar ve
Milletvekilleri niye Recep T. Erdoğan’ın değil de Fetullah’ın tarafında yer
alıyordu? Çünkü ABD’nin ve Yahudi lobilerinin, Başbakandan ziyade Fetullah’ın
arkasında olduğunu herkes biliyordu. Yani herkes cemaat bahanesiyle Amerikan
tanrısına tapınıyordu.

Atatürk’ü dinsizlikle
suçlayanlar “Askere Din Kitabı”nı okumalıdır.

Cumhuriyetin ilk
yıllarında hazırlanan, dönemin GKB. Mareşal Fevzi Çakmak tarafından övgülü bir
önsözü yazılan ve Diyanet İşleri Başkanlarından büyük alim Ahmet Hamdi Akseki
Hocamızca hazırlanan, “ASKERE DİN KİTABI”; Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı
sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur. Çünkü
Atatürk imansız ve İslamsız bir milletin ayakta kalamayacağını ve hele
maneviyatsız bir askerin düşmanla savaşamayacağını, vatanını ve halkını
hakkıyla savunamayacağını bilecek kadar akıllı, inançlı ve şuurludur.

Ahmaklık; Çelişkilerin
Farkına Varmamaktır!

AKP’nin 4+4+4 diye
gündeme getirdiği ve haftalarca kamuoyunu meşgul ettiği, yeni eğitim sistemi
tartışmasıyla, asıl amaç:

1.Sözde “İmam –
Hatiplerin orta kısmını açacağız” bahanesiyle, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
dersini mecburi olmaktan çıkarmak

2.İleride Özerk
Kürdistan’ın resmi eğitim dili yapılmasına yasal zemin hazırlamak üzere “Kürtçeyi
seçmeli ders” olarak okutmaya başlamak

3.“Dindar AKP’ye karşı,
kindar CHP’nin laiklik kavgası” ile toplum oyalanırken, BOP çerçevesinde Irak
ve Libya gibi parçalanmaya hazırlanan Suriye müdahalesini meşrulaştırmak.

4.BDP’lilerin ve
Suriyeli muhaliflerin itiraf ettikleri üzere, Suriye’de bir Kürdistan bölgesi
oluşturmak.

5.Ve nihayet,
Barzani’nin açıkladığı gibi, Türkiye’de de federatif Kürdistan’ı kurduktan
sonra; Suriye, Irak, İran ve Türkiye parçalarını birleştirip BÜYÜK Kürdistan
hedefine ulaşmaktır.

İnsana verilen AKIL; “şunlar doğru ise şunlar da doğrudur, bunlar yanlış ise bunlar da
yanlıştır”
 şeklinde bir mukayese ve muhakeme
(karşılaştırma ve uygun karar alma) hassasıdır. İyilikle kötülükleri, adaletle
zulümleri, yararlı şeylerle zarar verenleri, güzellikle çirkinlikleri
birbirinden ayıramayan, temyiz ve doğru tercih yeteneği bulunmayan insan,
Kur’an’a göre aynı hayvan ayarındadır.

Her şeye rağmen tarihi
hesaplaşma kaçınılmazdır ve bu sefer tarihi kötüler değil, iyiler yazacaktır.
Aziz Hocamız’ın: “ya dünyaya hükmedeceksiniz veya bir kasabayı bile
değiştiremezsiniz.” 
Vasiyeti yerini alacak ve Adil Düzen mutlaka
kurulacaktır.

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mayis-2012/turkiyenin-gelecegi-ve-e

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi