Anasayfa » TÜRKÇÜLÜK VE MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARI

TÜRKÇÜLÜK VE MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 145 Görüntüleyen


TÜRKÇÜLÜK VE MİLLİYETÇİLİK TARTIŞMALARI


“Türk Milleti”: Necip Türk kavminin yüksek inancı, insani amaçları ve kahramanlık damarıyla; Anadolu’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki, Ortadoğu’daki farklı köken ve kültürdeki insanları, İslamiyet mayası, adalet kimyası ve devlet-medeniyet DNA’sıyla meczedip bütünleştirdiği ve bütün dünyanın böyle bilip tarif ettiği, tarihi ve tabii gerçekliğin ifadesidir. Türk Milleti kavramı; Kürtleri, Çerkezleri, göçmenleri asla inkâr ve istihfaf (hafife alma) değildir; hatta hepsini barındıran ve onurlandıran bir tariftir. Anadolu coğrafyasını Türkiye, saydığımız asil ve aziz toplulukları Türk Milleti yapan bu şanlı ve şanslı kavmin varlığını ve kurucu rehberlik payını inkâr etmek, hem kaderin taksimine itiraz gafleti, hem de fiili birlik ve dirliğimizi dinamitleme girişimidir. Bunun yanında İslam’ı dışlayan veya “Türklüğün aksesuarı” gibi yaklaşan kesimler de, hem milletimize, hem de yüce dinimize karşı en büyük kötülüğü işlemektedir. Üstelik bu satırları yazan kardeşinizin bir tarafı ZAZA kökenlidir.

Fikirleri ve felsefesi çok tartışılan ve zaman zaman yine gündeme taşınan Nihal Atsız’ın Türkçülük anlayışını, inanç dünyasını, karakter yapısını; ciddi ve gerçekçi bir araştırmayla, üstelik net bir tavırla ortaya koyan, böylece hem Nihal Atsız’ın hem de düşünce tarzının daha iyi anlaşılmasına kolaylık sağlayan bir kitaba “Son Türkçü Atsız” isminin koyulmasını anlamlı bulmamıştım. Acaba Onun Türkçülük anlayışı akla, mantığa, vicdana, İslam’a ve bilimsel dayanaklara aykırı bulunduğu için mi, Milliyetçi kesimlerce terk edilmişti ve bu yüzden Nihal Atsız’la bu akım sona ermişti? Yoksa halkımızın Milliyetçilik damarı tamamen kuruyuvermişti de bu nedenle mi yeni Nihal Atsız’lar yetişmemişti? Sorusuna kapı aralandığı kanaatine varmıştım. Bu ikincisini kabullenmek topyekün Milletimize haksızlık ve hakaret sayılacaktır. Hiçbir insanın her görüşü iyi veya her yönü kötü değildir; Nihal Atsız da Türk Milletinin bağımsızlık ve bekası, devletimizin güçlenip kalkınması, bilinçli, bilgili ve sağlıklı nesiller hazırlanması hususunda belki samimi gayretler ve gayeler taşımıştır. Ancak bu hedeflere nasıl ulaşılacağı konusundaki düşünce ve yöntemleri aklıselime, bilimsel verilere, tarihi ve sosyolojik gerçeklere, ortak vicdani kanaatlere ve tabi İslami prensiplere aykırıdır.

Böylesi şahsiyetlerin İslam’a, Kur’an’a ve Şeriata bu denli karşı olmalarının bir nedeni de; maalesef Kur’an’ı yanlış yorumlayan, Resulullah’ı yanlış tanıtan; aklıselime, müspet bilime, doğal yaşam prensiplerine ve çağdaş gereksinimlere aykırı fetvaları ve taklitçi uygulamaları din diye dayatan yobaz kişilerin ve bağnaz kesimlerin tavrıdır. Oysa asırlar öncesi şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda Kur’an’dan ve Sünnetten çıkarılan ve Şeriat kitaplarında yer alan kuralları, yüzlerce kat gelişmiş ve değişmiş olan bugünkü standartlara uydurmaya çalışmak boşuna bir çabadır. İnsanda hayranlık uyandıran ve çok kompleks bir yapıda yaratılan hücrelerden, genlerden gezegenlere, milyarlarca canlı türlerinden galaksilere, oldukça mükemmel tabiatın ve muhteşem kainatın kör tesadüfler sonucu kendiliğinden oluşamayacağını düşünen her akıl sahibi, sonsuz kudret ve rahmet sahibi Allah’ın varlığını elbette inkara kalkışmayacaktır. Ancak, insanı farklı ve faziletli kılan Yüce Allah’ın, herhalde bir dini, düzeni, prensipleri, elçileri ve emirleri olduğu da muhakkaktır. Birbirleriyle daha kolay tanışmaları, dayanışmaları ve farklı meziyet ve marifetlerinden yararlanmaları için değişik kavim ve kabileler şeklinde yarattığı insanlardan bazısını diğerlerinden üstün ve ayrıcalıklı kılması ve bir toplumun kendilerini başkalarını hor görmeye ve sömürmeye layık bulması; Allah’ın adaletine aykırıdır ve böyle düşünmek zaten ırkçılıktır. Mustafa Kemal’in yüzlerce şiir içinden özellikle ve bilinçli bir tercihle Milli marş olarak seçtiği İstiklal Marşımızın şairi merhum Akif’in müspet milliyetçilik anlayışı haklı ve kaynaştırıcı iken, İslam’ı dışlayan ve suçlayan Türkçülük yaklaşımı, milli ve manevi dinamikleri kısırlaştırıcı ve bünyemizdeki diğer kavim ve kökenleri kışkırtıcıdır.

Unutmayalım ki önemli ve kıymetli şeylerin taklidi üretilir, her zaman gerekli ve geçerli olan değerler istismar edilir.

 • İSLAMİYET, çok değerli ve gerekli İlahi ve evrensel bir müessesedir; bu nedenle istismar edilir. Günümüzde: 1- Ilımlaştırarak 2- Katılaştırarak din istismarı sürdürülmektedir. Bazı ılımlı-Protestan cemaatleri ve tarikatları da, El Kaide tipi radikal anarşi örgütlerini de aslında aynı odaklar besleyip yönlendirir.

• Müsbet MİLLİYETCİLİK de; oldukça önemlidir ve bir toplumun nefsi yerindedir. Her insanın nefsi; kendi haklarını ve çıkarlarını savunmak, tehdit ve tecavüzlere karşı haysiyet ve hürriyetini korumak için elbette gereklidir. Ama sapıtıp azgınlaşırsa nefis insanın başına bela getirir. Kendi şerefine ve ailesine sahip çıkmayanlara “NEFİSSİZ” denir. Bunun gibi Milliyetçilikte bir toplumun izzeti nefsidir, haysiyet ve hürriyetini koruma refleksidir. Milliyetçilik iki türlü istismar edilir:

1- Irkçılık yaparak ve İslam’dan soyutlaştırıp yozlaştırarak nefret ettirilir. Oysa İslam Aziz Milletimizin birlik mayası, dirlik kimyası ve hatta devlet ve Medeniyet DNA’sı yerindedir.

2- Müsbet milliyetçiliğin ve tarih boyunca bizi dünyaya şerefle tanıtıcı meşhur ve meşru sıfatımız olan Türk kimliğinin, kasıtlı ve ısrarlı bir tavırla ırkçılık gibi gösterilmesi ise, ikinci bir tehlikedir.

• Ve MUSTAFA KEMAL; şanlı Kurtuluş ve yeniden kuruluş Mücadelemizin öncü şahsiyeti; tarihi direniş ve talihli diriliş hamlemizin simgesidir; bu nedenle iki türlü istismar edilir:

1- Kimileri Onu tabulaştırıp, putlaştırıp, hatta bazen tanrılaştırıp; kendi dinsiz ve Darwinist ideolojilerine ve masonik hedeflerine Atatürk’ü alet ve toplumu nefret ettirmektedir.

2- Ama kimileri de, Atatürk’ü din düşmanı gösterip, halkımıza onun rejiminden kurtaracaklarını vaad edip; emperyalizm ve Siyonizm uşaklıklarına sahte dindarlıklarını bir kılıf olarak geçirmektedir.

Oysa Atatürk İslam’a değil, yozlaşmış bazı kurallara ve koflaşmış kurumlara karşı birisidir.“Şeriat” diye on üç asır öncesi Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Osmanlı döneminin şartları ve ihtiyaçları için Kur’an ve Sünnetten çıkarılan fetvaları bu güne aynen uygulamaya kalkışmak divaneliktir ve mümkün değildir. Ancak: Aklı Selimin, Müsbet bilimin, vicdani tatmin ve kanaatin, tarihi birikimin, Kur’an’ı Kerim’in ve Peygamber öğretilerinin, hepsinin ortaklaşa gerekli, güzel ve yararlı bulduğu doğruları esas alarak ve bunlara aykırı yanlışlardan sakınarak, çağımızın ihtiyaçlarına ve Milli yapımıza uygun adil bir düzen kurmamız; böylece Din ile Devleti karıştırmak değil, ama barıştırmamız ve geçmişimizle geleceğimizi uzlaştırmamız önemlidir.

Mustafa Kemal’in samimi inancının, Allah’a bağlılığının ve Kur’an’a saygısının resmi tescilli belgesi İstiklal Marşımızdır. Çünkü “Bu Ezanlar ki, şahadetleri dinin temeli, Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli” dizelerini barındıran Mehmet Akif’in şiirini, yüzlerce şiir arasından özelikle ve bilinçle seçmiştir. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşımızdaki “kahraman ırkıma bir gül”dizelerindeki ifadeleri asla ırkçılık kasıtlı değil, Türklerin kahramanlık damarını vurgulamak ve kamçılamak içindir. Çünkü Akif’in ırkçılığı reddedip lanetleyen şu mısraları onun müspet milliyetçilik kanaatinin belgesidir:

 

“Hani, milliyetin İSLAM idi… Kavmiyet ne?

Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine…

“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeraitte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

 

Arabın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e, yahud Kürt’e;

Acemin Çinliye rüchanı varmış? Nerde!

Müslümanlıkta “anasır” (ırkçılık)mı olur muş? Ne gezer!

Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber”[1]

 

Tarih bir milletin ortak beyni ve birikimidir. Geniş bir hendeği atlamak için hızlanmak üzere biraz geriye gidildiği gibi, yeni ve Milli atılımlar için de tarihimizden hız ve heyecan almamız ve geleceği geçmişin üzerine kurmamız gerekir. Bu nedenle özellikle yakın geçmişimizdeki, örneğin Sultan Vahdettin’le Mustafa Kemal gibi şahsiyetleri düşman gösterip boğuşturmak yerine, onları uyuşturmak ve kutlu gelecek inşasına uygun yorumlamak daha hayırlı ve yararlı bir düşüncedir. Yoksa bir tarafın birisini hain, karışı tarafın diğerini kâfir saydığı ve kamplaştığı bir toplum, mutlu ve güçlü ortak bir gelecek nasıl inşa edecektir?

Ben şimdi Nihal Atsız’ın şahsi hayatı ve hatırası değil, fikir ve felsefe yapısı üzerinde durmak istiyorum.

Açık İnkârcılığı ve Katı İslam Karşıtlığı

Nihal Atsız, “Kur’an’ın Allah kelamı değil, Muhammed’in kendi talimatı olduğunu”savunmaktadır. Yani ona göre Hz. Muhammed “Ben Peygamberim” diye ortaya çıkıp halkı aldatan, haşa bir sahtekâr konumundadır.

Atsız Mecmua'nın 12. sayısında yayınlanan “Aynı Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz” adlı makalesinde “Dilimize önce Allah girerek Tanrı’yı kovdu. Arkasından 'Muhammed' geldi” diyerek derin kinini göstermektedir.[2] Yine Atsız Mecmua'nın 17. sayısında çıkan “Çanakkale Savaşı” adlı makalesinde, gençliğin bir gemiyle eğlenip içerek Çanakkale’ye gitmesini eleştirir ve Türk gençliğine şöyle seslenir: “Sen Arap Muhammed'in mezarını artık bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? Sen kâbene, rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın yollarda vaktiyle Çanakkale'de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin?”[3] (sh: 530)

Önce; “Kur’an’ın Muhammed’in talimatı” olduğunu söylemek Hz. Peygamberin kendi kafasından kurguladığı şeylerle, bunlar Allah kelamı diye insanları aldattığını iddia etmektir. Ki bu Onu -haşa- yalancılık ve sahtekârlıkla ithamla eşdeğerdir. Ve zaten o günün müşriklerinden günümüzün Haçlı müsteşriklerine kadar bütün kâfirlerin ortak iftirası: “Kur’an’ı Hz. Muhammed’in kendisi hazırlayıp, Allah bana vahyediyor diye halkı peşine takmasıdır.”

“De ki: ben ancak sizin gibi bir beşerim. Sadece bana, sizin İlahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor” (Fussilet: 6) “Sahibiniz (Peygamberiniz olan Hz. Muhammed AS. Asla Haktan) sapmadı ve azgınlaşmadı. O kendi kafasından ve havasından konuşmaz. O(nun söyledikleri) ancak (Allah tarafından) vahyolunan bir vahiydir” (Necm: 2-3-4)gibi yüze yakın ayetin ve yüzlerce hadisin haber verdiği gibi, Kur’an’ı Kerim, Hz. Peygamber Efendimizin kendi kurgu ve kuruntuları değil, bizzat Allah’ın vahyettiği gerçeklerdir. İmanın ve İslam’ın bu en temel hakikatini inkâr edip “Kur’an Muhammed’in talimatıdır” diyen birisi, bu açık inkarından sonra bir de kalkıp “İslam Türk’ün ve Turan’ın dinidir” demesi, inanmadığı İslam’ı istismar etme, aksesuar olarak değerlendirme ve halka hoş görünme niyetiyledir.

Maalesef şu soruların yanıtı bir türlü verilmemektedir: İslam dışı bir Türkçülük düşüncesinin: Hukuki kuralları, iktisadi esasları, siyasi (devlet ve hükümet sistemiyle ilgili) kanunları var mıdır, varsa nelerdir? Oturup bir “Türklük anayasası” yapılabilir mi? Haçlı Batıdan kopya edilen kanun, kural ve kurumlara biraz da İslam sosu ekleyerek uydurulup uygulanacak bir düzenle bu millet nereye varabilir?

Asrısaadetten günümüze Milyarlarca Müslümanın, milyonlarca evliya ve ulemanın: “Hz. Muhammed’in kendi uydurduğu söz ve hükümlere Allah kelamı diye aldanıp kapıldıklarını ve böyle bir yalanın ve sahtekarlığın peşine takıldıklarını” iddia edecek kadar sapıtanların, bu millete ve insanlık alemine verecekleri hiçbir şey olmadığı kesindir.

Hayat felsefemiz; Vahşi hayvanlar ve düşmanlarla dolu ormanlık bir alanda ve gece karanlığında, kurtuluş yolunu bulmak için: İman ışığımız, Kur’an haritamız, akıl pusulamız, Resulüllah rehberimiz, Müsbet milliyetçilik ise gayretimiz ve direncimiz yerindedir. Yüce Yaratıcımızın buyruklarına uyarak Onun rızasını aramak, ölüm sonrası sonsuzluk hayatına hazırlanmak; Ülkemize, milletimize ve devletimize sahip çıkıp hizmet sunmak amacıyla yaşamak ve insanlığın hayrına fedakârlıkta bulunmak yegâne hedefimizdir.

Aydınlık’ın karanlık kafalarından Özdemir İnce’nin “Kur’an’da değişiklik yapılmıştır” iması ve iftirası!

25 Ekim 2013 tarihli yazısında “Tanrı sözü (Allah Kelamı) olduğu için değişmez yasa olarak kabul edilen din kurallarının toplum ve bireyin beynini ve yüreğini taşlaştırdığını kabul etmeden laik olmak mümkün değildir. Böyle bir kutsal kurallar toplamının geçerli olduğu toplumda zaten demokrasinin “D”si bile hayat bulamaz” diyerek Dini Kurallara uydukları için bütün Müslümanlara “beyni ve yüreği taşlaşmış” şeklinde aşağılayıp hakaret yağdıran Özdemir İnce sapkını “İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’ın vahiy yoluyla indiği ve Allah’ın kelamının hiç değişmediği, sadece bir iddiadır. Kur’an, Hz. Muhammed’in ölümünden yıllarca sonra derlenmiş ve kitaplaşmıştır. Bu süreçte her şey mümkündür” diyerek, Kur’an’ın Hz. Peygamberden sonra değiştirildiğini iddia edecek kadar kafirleşip saldırıyordu!

Şimdi asıl soru şuydu: Bu ulusalcı dönmelerle, bazı ırkçı Türkçülere: “Kur’an’ı Hz. Muhammed’in uydurduğu veya Ondan sonra bozulduğu” şeklindeki ortak kanaatleri hangi şeytanlar öğretiyordu?

Yavuz Bülent Bakiler, “Atsız Şamanist miydi?” başlıklı yazısında aynı konuya değinmiştir: “Sırrı Yüksel Cebeci'nin bir yazısı, bazı kafaları karıştırdı. Cebeci’ye göre Nihal Atsız ile Alparslan Türkeş'in arasının açılması, Atsız'ın, Türk'ün milli dini olarak Şamanizm’i kabul etmesinden doğdu. Atsız'ın Şamanizm’i karşısında Türkeş İslam'ı benimsiyordu. (sh: 531-532)

Nihal Atsız, “İslamiyet’in Türkleri gerilettiğine ve körlettiğine” inanmaktadır!

“Türklere milli mazisini unutturan önce Manihaizm, sonra da İslamiyet olmuştur. Gök Türklerden sonra 745'te Türkeli'nin başına geçip dokuz Oğuz-On Uygur ve kısaca Uygur denen Türklerin üçüncü kağanı Alp Külüg Bilge Bögü Kağan (759-780), 763'te Manihaizmi resmi din diye kabul etti. Onuncu yüzyılda kabul olunan İslamiyet de Milli maziye aynı darbeyi vurmuştur. Hem bu seferki darbe birincisinden daha yaman olmuş, maziyi unutmak faciası halk tabakasına kadar bulaşmıştır. (sh: 538)

Hele Türklerin İslamiyet’ten sonra büyük devlet kurabildikleri iddiası ise sadece gülünçtür. Çin seddinden Avrupa ortasına kadar uzanan büyük ve şanlı Hun Devleti yedi yüzyıl sürmüş; Çin'den Doğu ve Batı Roma'dan haraç almıştır. Basit bir barbar topluluğu ne bu kadar uzun yaşayabilir, ne de bu büyük ve medeni devletleri vergiye bağlayabilirdi. (sh: 543)

Tarihi gerçek şudur ki: Türkler Müslümanlık sayesinde değil, Müslümanlık Türkler sayesinde yükselmiş ve yaşamıştır. (sh: 544)

Türklük bakımından komünizmle nurculuğun hiçbir farkı yoktur. İkisi de Türk Milletini ve kültürünü yok etmek için uğraşmaktadırlar biri Arapçılık davasıdır. Bunun farkında olmayan binlerce şuursuz Türk bu iki düşman ülkünün kucağına kurtarıcı diye atılmaktadır. Kıbrıs’ta Türkleri yok etmek için çalışan Rumlara Müslüman Mısır'ın silah yardımı yaptığı radyo tarafından resmen açıklanmıştır. Buna rağmen hala İslam kardeşliği ve İslam birliği kuruntusu peşinde koşan beyinsizler varsa, gerçek Türkler, o gibilerin kasıtlı veya kasıtsız millet haini olduğunu bilmelidir.

 

• Millet ve vatan haini olmak için mutlaka askeri sırları çalarak para ile düşmana satmak icab etmez. Kendi milletinin düşmanlarına yani Araplara hayranlık beslemek, onların davasını gütmek, kendi kültür ve mazisini inkâr etmek de hainliktir.” (sh: 545) diyecek kadar İslam’a derin bir kin ve nefret taşımaktadır.

 

Yahudi karşıtlığındaki aşırılığı ve çelişkili tavırları:

 

1925 yılında İsmet İnönü, Türk Ocağı temsilcilerine yaptığı konuşmada şöyle der: “Görevimiz Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız.”

 

Necmettin (sadak) 16 Eylül 1925 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan yazısında şunları söyler: “Türkiye’de yaşamak ve hayatlarını kazanmak isteyenler, dinleri ve ırkları ne olursa olsun, Türk gibi düşünmek, Türk gibi konuşmak ve Türk gibi yaşamak zorundadırlar.”[4]  (sh: 283)

 

• “Yahudiler Lozan Antlaşması'nın kendilerine tanınan hakları düzenleyen 42. maddesindeki haklardan vazgeçerler. Bunun üzerine Bursa, Yakacık, Yalova ve Alemdağ'a kadar serbestçe dolaşmalarına izin verilir. Azınlıklar buralara sadece yazları gidebilirler ve sürekli ikamet edemezler, taşınmaz edinemezlerdi. Bir süre sonra da yeni Medeni Kanun kabul edilir. 1 Ağustos 1926'da Hahamhane'de 80 kişiyle bir toplantı yapılarak 42. maddeden feragat konusu görüşülür. Önemli bir ayrıntıdır ki, toplantı Türkçe yapılır ama toplantıya katılanlardan bir kısmı Türkçeyi bilmediklerinden İspanyolca ve Fransızca konuşurlar.

 

• 1927'de Elza Niyego cinayetinden sonra Yahudilere karşılık tekrar yükselmeye başlar. Cinayet şudur: Abdülhamit'in eski emir subayı olan evli ve 42 yaşındaki Osman Ragıp, 22 yaşında bir Yahudi kızı olan Elza Niyego'ya âşık olur. Osman Ragıp kıza evlenme teklif eder ama kız kabul etmez. Kızı öldüreceğini söyler. Kızın ailesi şikâyet eder. Bir ay hapiste yatar. Osman Ragıp hapisten çıkınca 17 Ağustos 1927 tarihinde Elza'nın yolunu kesip, boğazını keserek öldürür. Yahudiler olaya tepki gösterirler. Ancak tepkiler giderek gövde gösterilerine dönüşür. Sokaklarda Türklere hakaret eden sloganlar atılır. Kin gösterisi sergilenir. Cenazede Türklere hakaretlere devam edilir. Bunun üzerine resmi makamlar Yahudilere bazı tedbirler uygulamaya karar verirler. Gösteri yapan bazı Yahudiler gözaltına alınırlar. Yahudilerin taşkınlıkları ve hakaretleri karşısında Türkler de tepki gösterirler. Edirne Uzunköprü'de Yahudilere ait evler taşlanır. İzmir'de olaylar olur. Bu olaylardan dolayı Rumlara, Ermenilere uygulanan serbest dolaşma yasağı 29 Ağustos 1927'den itibaren tekrar Yahudilere de uygulanmaya başlanır. Ancak bir süre sonra kaldırılır. Elza Niyago olayları tekrar Türkleşme ve Türkçe konuşma konularını öne çıkarır. (sh: 284)

Oysa bütün kanunlara, siyasi ve toplumsal olaylara, propagandalara rağmen biz Kırgız'ı kardeş, Yahudi'yi de köpek Çıfıt olarak tanıyoruz. Çünkü Kırgız’ın damarındaki kanın kendi damarımızdaki kan olduğunu, Yahudi’nin ise bize düşmanlıkla yoğrulduğunu biliyor, seziyoruz…

“Buradaki Yahudi de her yerde tanıdığımız Yahudi'dir. Sinsi, zelil, korkak, fakat fırsat düşkünü Yahudi… Kuvvetli olduğumuz zaman karşımızda k.pekçe yaltaklanan, bozgun çağlarımızda küstahlaşıp düşmanlarımızla birleşen tarihin bu hain ve p.ç milletini artık aramızda yurttaş olarak görmek istemiyoruz… Kurtuluş Savaşında Bursa'ya Yunanlılar girerken kocaman bir Yunan bayrağıyla onları karşılayan fakat Türkler Bursa’yı geri alırken aynı bayrağı ordumuzun ayakları altına seren bu vatansız Yahudi'dir… Yahudi şimdiye kadar hiçbir kötülük görmediği Türk'e düşmandır. Çünkü onun mayası Yahudilik, yani kahpeliktir. Türkeline [Türkiye'ye] 'eroin'i dost(!) bir milletin genelkurmayı sokuyor, onun Türkiye'deki komisyonculuğunu da Ermeni ve özellikle Yahudi vatandaşlar yapmıyor mu?..[5] (sh: 295-296)” diyerek katı ve aşırı bir Yahudi düşmanlığı sergileyen Nihal Atsız’ın, Türkçülük akımının Yahudi üstatlarını ve çıraklarını aklamaya çalışması, onun çelişkili tavrını yansıtmaktadır.

“Gökalp'in Yahudi asıllı Durkheim'den bazı sosyal fikirler almış olması onun Yahudi istismarcılığına alet olduğunu göstermez. Her bilgin, her filozof, her fikir adamı, hatta her peygamber kendisinden önce gelenlerden bazı unsurlar alır. Nitekim İslam Peygamberi de daha öncekilerden bazı şeyler almış ve onların devamı olduğunu söylemiştir”

“Bir de Moiz Kohen adında bir Yahudi’nin Gökalp'in etkisinde kalarak 'Turan' adlı bir kitap yazması vardır ki bu da Ziya Gökalp'in etki gücünü gösterir. Nitekim yine bir Yahudi olan Halide Edip de Ziya Gökalp'in etkisinde kalarak 'Yeni Turan' diye bir roman yazmıştır” (sh: 549) (Not: Atsız gerçeği çarpıtıyor, çünkü aslında Ziya Gökalp Moiz Kohen’lerin etkisindedir.)

Nihal Atsız’a göre “İslam Türklüğün esası değil, aksesuarı ve istismar aracıdır.”

“Hiç Şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı haline gelen bu din on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak için mutlaka Müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bugünkü Türkler arasında birkaç yüz bin Şamani, birkaç yüz bin Hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk (Karayımlar) de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. (sh: 535)

• Dini taassubun dünyanın her köşesinde yerini müsamahaya bıraktığı günümüzde bile Hıristiyan, Şamani ve Musevi Türkler, hatta Şii-Alevi Türkleri bizden saymayacak kadar gözü dönmüş sözde aydın mutaassıplar aramızda hiç de az değildir. (sh: 541)

 

Niçin Milletler Yahudilere Düşman olmuşlardır?

 • Burada esas şunu sormak gerekir: Neden tüm dünya, tarih boyunca Yahudilerden şikâyetçi olmuş, onları ülkelerinden kovmuş ve istememişlerdir? Yani Yahudiler, içinde yaşadıkları ülkelerde ne yapmışlardır ki onlardan böylesine nefret edilmiş ve yok edilmek istenilmiştir? Bence esas bu soruya cevap verilmesi gerekir! Çünkü antisemitizmin cevabı bu soruya makul, objektif ve gerçeklere uygun verilecek cevaptadır. Aksi takdirde, bu tür soruları reddederek, öyle oldu, şöyle oldu diye acındırmalar ile sorun çözülmez; gerisi ezberden başka şey değildir! (sh: 301) sorusu, aslında gerçek sorunları da, çözüm yollarını da içinde barındırmaktadır.

 

İslam’dan ve Kur’ani kurallardan kaynaklanan Bediüzzaman düşmanlığı

“Türkçülük insanlara hiçbir vaatte bulunmuyor, maddi veya manevi bir şey vermiyor. Yalnız istiyor. Fedakârlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet vaadinde bulunuyor. Ebedi saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler vaad ediyor… Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar doğaldır ki Nurculuğu seçecektir. Nitekim bunu kendileri de söylüyor 'Türkçülük mezara kadar… Ondan sonra ne olacak?' diyor… Tabii ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak. (sh: 571) sözleriyle Nihal Atsız Bediüzzaman’ın şahsında İslam’a ve Kur’an inancına saldırmaktadır.

Bediüzzaman’ın: “Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beş yüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. İlahi hikmet denilen âlem makinesinin düzeni ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilahi hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir genel ve milli cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslam ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla dengeyi ve genel uyumu koruyunuz” sözlerini Nihal Atsız şöyle çarpıtmaktadır:

“Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemi ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, yorumu yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açlıktan sonra onun bir İslamcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur… (sh: 571-572) Oysa “Milli bir cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi İslam ve Osmanlı şevket Güneşinin mevkibinde (yani yörüngesinde, Türkiye’nin kontrol ve güdümünde) parlak bir yıldız gibi…” ifadeleri; İslamiyet’e, Osmanlı Devletine ve bunların varisi Türkiye Cumhuriyetine Kürtlerin tabi olması gerektiğini vurgulamaktadır.

“Siz Türk ve Müslüman mısınız? Türk’seniz, hangi sebeple cahil bir Kürt’ün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda ‘Türkçe de dil mi?’ diyen ahmaklar, resmi dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Evet sizin göreviniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye’yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriatı Anayasa ve Medeni Kanun durumuna getirerek, evlenmeyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslamiyet’ten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız” (sh: 573) sözleri maalesef ırkçı yaklaşımlı kışkırtmalardır. “Kur’an’ın Allah kelamı değil, Muhammed’in talimatı” olduğunu söyleyenlerin, bir de kalkıp “Bediüzzaman kendisine vahiy gelmiş gibi davranıp şirke düşmektedir” iddiaları tam bir tutarsızlıktır.

Hâlbuki Üstat Bediüzzaman Hz.leri “…Türklerin hakiki bir vatandaşı ve eskiden beri cihad arkadaşı olan Kürtlerin milliyetini kaldırıp…”[6] ifadesinde “milleti” din yerine değil, kavim karşılığı kullanmıştır.

Ve yine:

“Bahusus bazıların milli gururları Hz. Ömer’in (ra) darbeleriyle dehşetli yaralandığından… Onun için Yahudi gibi zeki ve dessas (sinsi ve siyasetçi) bir kısım ve münafıklar (Müslüman görünüp, ırkçılık damarlarını tahrik ederek) o halet-i ictimaiyeden istifade ettiler”[7]ifadelerinde ise milliyeti din karşılığı değil, kavmiyetçilik anlamında kullanmıştır.

Ve yine Bediüzzaman:

“(Batı dünyası) Her taraftan ellerini uzatan dindaşlarının hayat damarlarına kuvvet vermeye (dünyanın her yerindeki Hıristiyan ve Yahudileri gözetmeye ve misyonerlik faaliyetlerini yürütmeye); ama İslamların en can alıcı hayat damarlarını (ekonomik, askeri ve ahlaki güç ve imkânlarını) kesmeye çalışıyor… (Hala) görülmüyor mu ki: en hürriyetperver (demokrasi havarisi) maskesini giyen (İngiliz ve Amerika) ellerini uzatıp arıyor, nerde bir Hıristiyan bulsa (sahip çıkıp) hayat veriyor… İşte Habeş(istan’da) Sudan(da)… İşte Lübnan’da… İşte Arnavutluk’ta işte Kürt ve Ermeniler (arasında), işte Türk ve Rumlar (arasında): nerede ve ne kadar gizli açık Hıristiyan ve Yahudi varsa, batılılar sadece onlara destek verip sahip çıkıyor ve Müslümanlara karşı kışkırtıp kullanıyor.” (Sünuhat, 7 yıl önce yazılan bir risalenin zeyli, 2. Sebep) tespitleriyle, Yahudi ve Hıristiyanların sadece kendi dindaş ve yandaşlarına yardım ettiklerini, hatta Kürtler ve Türkler içinde de gizli Yahudi ve Hıristiyanların mevcudiyetini açıkça ifade etmektedir.

Menfi ve şeytani kavmiyetçiliğe ve özellikle “Kürtçülüğe ve bölücülüğe” şiddetle karşı olan Bediüzzaman, şunları söylemektedir:

“(Ey Kürt Kardeşlerim!) Emin olunuz, biz Kürtler başka (ırklara) benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki: (Bizim) içtimai (sosyal ve siyasal) hayatımız (hürriyetimiz ve rahatımız, ancak ve sadece) Türk (kardeş)lerimizin hayat ve saadetinden neşet eder. (Türklerden ayrı bir devlet ve bağımsız bir hükümet arzusu, Kürtlerin felaketi demektir.)” (Münazarat)

Buna rağmen Bediüzzaman’ı Kürtçülüğe ve bölücülüğe alet etmek isteyenler, sadece sahtekârlık etmektedir. Hatta Bediüzzaman; İttihat ve Terakkicilerin (ve cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal’in) Türkleri ve Kürtleri tek millet şeklinde ilan etmelerini ve bu siyasetlerini övmekte ve “iyi ki mecz edip birleştirdiniz” demektedir. (münazarat)

Irk üstünlüğüne dayanan ve İslam’dan uzak duran kavmiyetçilik düşüncesinin Türk milletini yozlaştırmak ve Batılılara köle yapmak için kışkırtıldığını söyleyen Bediüzzaman:

“(Dünyanın) Neresinde Türk taifesi varsa, Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler, Türklükten dahi çıkmışlardır. Macarlar gibi” “Ey Türk kardeş!… Sen, bilhassa dikkat et! Senin milletin İslamiyet’le (öylesine) imtizaç edip (kaynaşmış ki), ondan (Türk Milliyetçiliğinin İslam’dan ve Kur’an’dan) ayrılması asla mümkün değildir. Şayet ayrılmaya kalkıştığında, mahvu perişan olacaksın demektir.”[8] sözleriyle milletimizi ikaz ve irşat etmektedir.

İstiklal Şairimiz merhum Mehmet Akif’ten uyarlanan:

“Hani, milletin İslam idi; kavmiyetçilik nedir?

Irkçılık yapanların hıncı, bilesin ki dinedir!..

Türk, Kürt, Arab diye ayırmak, var mı İslam’da yeri?

Fesatçılık olur vallahi, ırkı sürmek ileri..

Arab’ın Türk’e, Laz’ın Kürd’e, üstünlüğü, ne haber,

Küfür diye lanetliyor, öğren, Hazreti Peygamber”

Dizeleri ne kadar yerindedir…

Nihal Atsız’ın çelişen Amerikan gıcıklığı ve NATO yandaşlığı!

Birleşik Amerika hakkında: “Siyasi ahlakları sıfırdır. Hem demokrasi havarisi geçinir, bütün milletlerin demokrat olmasını ister, Zenci devletlerinde seçim yaptırmak için yırtınır, faşizm ve komünizme karşı cephe alır, hem de kendi vatandaşları olan, savaşlarda Amerika için kan akıtıp, Olimpiyatlarda birincilikler sağlayan Zencilere köle muamelesi yapar… Amerika'da olup da başka yerde olmayan şeyler yalnız rezaletle cıvıklıktır. Neden böyle? Çünkü henüz millet olamadılar. Amerika büyük değil, iridir. Avrupa’dan giden maceracı, serseri, katil, hırsız güruhu ile bu güruhun kadın ihtiyacı için ithal olunan malum seviyedeki dişilerin neslinden geldikleri için böyledirler. Onları parlak gösteren şey sonsuz servetlerdir. Bu servetle dünyanın en büyük ve en iyi bilginlerini, uzmanlarını kendi memleketlerine toplayabiliyorlar. (sh: 590)

. Birkaç günde başarabileceğimiz Kıbrıs çözümüne engel olarak onu cihan çapında bir mesele haline getiren, binlerce Türk'ün acı ve sefalet çekmesine sebep olan ve kendisi de bir çözüm yolu bulamayan Amerika bizim dostumuz mu? (sh: 591) diye soran ve sorgulayan Nihal Atsız’ın NATO taraftarlığı kafaları karıştırmaktadır.

NATO’ya Hayır. Peki Sonra?

“Çoğu üniversiteli olan bir takım gençlerin aylardan beri şuraya buraya kireçle ve büyük harflerle 'NATO'ya Hayır' diye yazdıkları görülmektedir… Diyelim ki gençler yüzde yüz doğru düşünüyor… NATO’ya girmek yanlıştır. Çıkalım ve NATO'nun verdiği silahları geri göndererek üsleri, rampaları, alanları ortadan kaldıralım. Bununla komünizmin [Rusya'nın] Türkiye üzerindeki kötü niyetleri ve ihtirası dinecek mi? Moskof'un Türk'e düşmanlığı sırf Amerikan casus uçağı ve NATO rampaları yüzünden midir? Deli Petro zamanında ortada Amerika bile yoktu ama Moskof düşmanlığı vardı. Türk-Rus savaşlarının hepsine Moskoflar birer bahane bulmuşlardır. Bir zamanlar Türkiye’deki Hıristiyanların koruyucusu ve kurtarıcısı rolünde idiler. Bir zamanlar Boğazların kendileri için hayati değerini öne sürdüler. Şimdi de Amerika'nın Türkiye'deki üsleri birer bahane oldu… Rusların Türkiye’ye karşı tutumlarının sebebi tesis ve rampa meselesi değil, Türk-Amerikan ittifakıdır. (sh: 593) sözleriyle, Rusya ve komünizm tehdidine karşı ABD ve NATO ile ittifakı haklı gören Nihal Atsız’ın aynı gerekçelerle Amerika ve Avrupa’ya sarılan Nurcuları ve bazı tarikatçıları suçlayıp saldırmaya ne hakkı vardı?

İslam ve Şeriat düşmanı komünist Yaşar Kemallerle Irkçı Nihal Atsız’ın samimi yakınlığı! Yaşar Kemal’i Anlayan Tek Adam’mış!?

Atsız'ın oğlu, 1975-81 yılları arası Yaşar Kemal ile sıkı ahbap olmuş. Yaşar Kemal, Yağmur Atsız'ın Köln'deki evinde kalırmış. Yaşar Kemal Atsız’ın ölümünden birkaç yıl sonra Yağmur Atsız'a, Atsız'la ahbap olduklarını şöyle anlatmış:

“Biliyor musun ben senin babanla da rakı içerdim… Hem de öyle ağım şahım yerlerde değil, ikindi üzerleri zaman zaman Sirkeci’deki meyhanelerde buluşup rakılar ve laflardık. Sonra o Karaköy’den karşıya geçerdi… Benim İnce Memed’i okumuş ve çok hoşuna gitmiş. Ben bu gençle tanışmak istiyorum demiş. Götürüp tanıştırdılar. Birbirimizden hoşlandık. O tabii ki benim Komünist olduğumu biliyordu. Bende onun Turancı olduğunu. Ama yine de iyi anlaştık. Zaten öyle olmasa buluşup rakı içmemiz mümkün mü?.. Çok şey konuşurduk ama o Türkmenleri merak ederdi. Anlatırdım. Ben de sık sık Turancılık hakkında sorardım.” (sh: 607) şimdi insan düşünmeden edemiyor; acaba kafatasçı ırkçıların ve ulusalcı solcuların ortak paydası: İslami kurallara düşmanlık mıydı?

Sadece Müslüman oldukları ve İslami kurallara uydukları için gizli Osmanlı düşmanlığı: “Sultan Vahdettin – Kara Kağan – Hain Başkan!”

“Bin yıl geçiyor. Gene kötü günler geliyor. Yine bir Kara Kağan, yine küçük adamlar, yine el dalkavukları… ve tarih: 30 Ekim 1918. Osmanlı mütareke imzalıyor. Delegemiz İngilizler güvence verdi diyor. Kara Kağan Vahdettin İngilizler dostumuz diyor. Anlamıyorlar. Ertesi gün Musul işgal ediliyor. Niyet belli oluyor… Türkiye altı ay işgal ediliyor… Türkler hakarete uğruyor… Yedi düvel Türk’e karşı birleşiyor; hepsi Türkler geldikleri yere gitsinler diyor… Türk vatanını Ermenilere, Rumlara, Kürtlere verelim diyorlar… Sömürgenin adı manda oluyor… (sh: 613)”

Vahyi inkâr edenler- masallara sarılıyor!

(Çin Başkenti Sıganfu’da tutsak edilen 40 Türk kahramanın destansı öyküsü anlatılıyor.)

Bir yanda Mete, Bilge Kağan, Atatürk; diğer yanda Tonyukuk, Akçura, Gökalp, Atsız var. Ama hepsinin ortak noktası ve esas olan, Türk milletidir. Dünyaya ve tarihe böyle bakmak gerekir. Aksi takdirde her zaman zarar görmeye ve kaybetmeye mahkûm oluruz. (sh: 14) cümlelerinde İslam’la özdeşleştiği için mi 630 yıllık şanlı Osmanlı medeniyeti sanki yok sayılmaktadır?

Biz, tarihi şahsiyetleri ve hadiseleri; inancımız ve ihtiyacımız, ortak amaçlarımız ve milli çıkarlarımız doğrultusunda yorumlamanın, toplum barışı ve Adil bir gelecek inşası için daha yararlı olacağına inanıyoruz.

Nihal Atsız ve takipçilerinin, şeriat diye Kur’ani kurallara ve İslami esaslara şiddetle ve nefretle karşı çıkmalarına ve bu yüzden Osmanlıya bile gizli bir kin tutmalarına rağmen; Barbar Batılı dedikleri Avrupa ve Amerika’dan kopya edilen Haçlı gâvurların kanun ve nizamlarına “Türk Hukuku” diye sahiplenip saygı duymalarındaki tezat ve tutarsızlık her haliyle sırıtmaktadır. Nihal Atsız’ın Türkçülük anlayışının, milletimizin fıtratına, hayat tarzına ve benimseyip özümsediği İslami duyarlılıklara asla uymadığı açıktır. Bu yaklaşım ve yakıştırmalarla hiçbir yere varılamayacağı zaten bu yüzden taban ve taraftar bulamadığı ortadadır.

Atatürk’ün söylediği, Nihal Atsız’ın da bazen istismar niyetiyle tekrar ettiği: “İslam milletimizin tabii dinidir” tespiti iyi anlamak lazımdır. Çünkü İslam Fıtrat (insan doğasına en uygun) Din konumundadır. Bütün mevcudatı ve insanı yaratan Yüce Allah (c.c.), Onun ihtiyaçlarına ve doğru hayat tarzına en uygun kuralları elbette en iyi kendisi bilip koyacaktır. Bu nedenle “Vücudumuz Türk, ruhumuz İslam” deyimi uygun bir algıdır.

Biz görüşlerimizi, gerçeklerimizi ve tarafgirliğimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve“Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz:

1-Aklı Selim 2-Müsbet ilim 3-Tarihi deneyim ve birikim 4-Vicdani kanaat ve tatmin 5-İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam sünneti)

İşte bu beş temel ölçünün ittifakla:

“Yararlı, hayırlı gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri doğru; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri yanlış biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müsbet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alametidir.

Bir insanın kendi ırkını (kavmini, kabilesini, mensubiyetini, ailesini) sevmesi ve sahiplenmesi fıtridir (yaratılış özelliklerindendir), güzeldir, gereklidir, değerlidir. Ve dinen de caiz ve münasiptir. İnsanların kendi özel geleneklerini, örf ve adetlerini, dil ve kültürlerini benimsemesi ve tercih etmesi tabiidir. Bu nedenle cemiyetteki Milliyetçilik, fertlerdeki nefis gibidir. Her insana nefis, kendi benliğini oluşturmak, haklarına sahip çıkıp savunmak ve saldırılara karşı kendisini korumak için verilmiştir ve gereklidir. Bu durum Türkler için olduğu kadar Kürtler ve diğer kavimler için de geçerlidir. Ancak, şayet bu nefsi dizginlemez, haksız ve ahlaksız isteklerine boyun eğersek, bu sefer bizim felaket ve rezalet sebebimizdir. Bir toplumun, nefsi sayılan Milliyetçilik de böyledir; kendilerini başkalarından farklı ve faziletli zannetmeye, dini, ilmi ve insani değerlerin üstünde görmeye yönelirse, işte bu ırkçılık haline gelir ve tehlikelidir. Kaldı ki hiç kimsenin doğarken ailesini, kavim ve kabilesini seçme hakkı kendisine verilmemiştir. Bu sadece Allah’ın bir tayini ve taksimidir. Hâşâ bazılarını üstün ve ayrıcalıklı, bir kısmını da düşük ve aşağılık yaratmış olmasını düşünmek bile, Allah’a iftira etmektir. İslam hiçbir beşeri ideolojinin ve ırkçılık felsefesinin aksesuarı ve kafatasçı Türkçülüğün jelatinli pazarlama kılıfı değildir. İslam herkesten ve her şeyden yücedir, her kavim ve her girişim İslam’a hizmet ettiği kadar kıymetlidir.

Tarihe yön vermiş, büyük medeniyetler meydana getirmiş ve 1300 yıldır, İslam’ın gönüllü bayraktarı olma şerefini hak etmiş Türk kavminden olmayı, yüce Rabbimin takdiri kadar, taltifi de biliriz. Haçlı Batılılar nazarında, Türklükle İslam’ı mezcedip kaynaştıran ve aynı anlamda kullandıran aziz ceddimize layık olma gayretindeyiz. Kur’an’a inanan, Müslüman olduğunu savunan hiç kimsenin, bundan başka türlü düşüneceği kanaatinde değiliz. Mustafa Kemal’in “Türk Milleti” kavramıyla da, ırkçılık yaptığını değil, çok farklı kavim ve kesimlerden, İslam potasında kaynaşmış bir toplumu amaçladığını bilmekteyiz. Yani biz insanları kavimlerine, kökenlerine, renklerine, dillerine ve kültürlerine göre değil, imanlarına, İslam’a bağlılıklarına, güzel ahlaklarına, insanlık onurlarına, vatanına ve topluma yararlarına göre değerlendirip önem veririz. Şimdi anayasadan “Türk Milleti” kavramını çıkarmaya yeltenenlerin de, “ılımlı İslam” diye yüce dinimizi dejenere edip “Protestan Müslüman” tipi oluşturmak isteyenlerin de hep aynı Siyonist güçlerce desteklendiğini görmekteyiz. Ama Moiz Kohen Yahudi Hahamının Munis Tekinalp takma ismiyle yazdığı ve aziz milletimizi İslam’dan koparmak için yaptığı TÜRKÇÜLÜK kafasıyla bu tahribatların önlenemeyeceğinin de bilincindeyiz.

Ülkemizde ve aziz milletimiz üzerinde Türk ırkçılığının da, Kürt ayrımcılığının da hep Yahudi dönmelerince başlatılmış olması bir tesadüf sanılmamalıdır.

Örneğin Munis (Kohen) Tekinalp Türkçülüğün kurucularındandır. Namı diğer “Moiz Kohen” Osmanlı’nın Serez beldesinde bir hahamın oğlu olarak 1883’te doğmuşlardır. Selanik’te sıkı bir hahamlık eğitimi almıştır. Koyu bir Sultan Abdülhamit düşmanıdır. Selanik’te çıkan Asır gazetesinde yazılar yazmış, aynı gazetenin genel yayın yönetmenliğini yapmıştır. İttihat ve Terakki Partisi’ne katılmış, 1907 yılında masonluk faaliyetlerine başlamıştır. 1909 yılında Hamburg’da düzenlenen Dünya Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak giden insandır. 1920 yılında Hakimiyeti- Milliye gazetesinde “Kahrolsun Şeriat, Mustafa Kemal Paşa Türk Peygamberidir” diyecek kadar küstahlaşmış, Hz. Ali’ye “Sen İlahsın!” diyen İbni Sebe Yahudisinin yerini almıştır. Moiz Kohen’e göre,“Türkler İslam’ı bırakmalı ve eski Şaman inanışına dönüş yapmalıdır” Bunu söylerken Yahudilerin de Türklerin İslam öncesi halini çok benimsediğini yazmıştır. Kohen’in “Kahrolsun Şeriat” sözleri bugün daha cılız olsa da, yakın zamana kadar bazı katı ulusalcılar ve Kemalist takımınca sıkça kullanılan bir slogandır. Bir de “Araplar bizi sırtımızdan hançerledi” bahanesiyle Türkçü Moiz Kohen İslam düşmanlığına Arap karşıtlığı kılıfı sarmıştır. Kohen, Türkiye’de Arap düşmanlığı yaparken, meslektaşı ve dindaşı ve İsmet İnönü’nün Lozan’daki özel danışmanı Yahudi Hahamı Haim Nahum da Mısır’da Arapları Türklere karşı kışkırtmaktaydı.

Uzun yıllar Türk Dil Kurumu’nda çalışan “Türk Ruhu” kitabının yazarı, Ziya Gökalp’in akıl hocası ve CHP kayıtlısı olan Munis Tekinalp, yani Moiz Kohen, 1956 yılında emekli olduktan sonra Fransa’nın Nice şehrine yerleşince, her nedense “Öldüğümde sakın beni Türkiye’de defnetmeyin” vasiyetinde bulunmuşlardı. 1961 yılında vasiyetine uygun bir şekilde Fransa’da (Gizli Yahudilerin gömüldüğü bir kilise mezarlığına) bırakılmıştı.

Şimdi Soralım:

Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi Yahudi sapıkların, Şamanizm’e ve Siyonizm’e uyarladığı, İslam düşmanlığına kılıf yapılan TÜRKÇÜLÜK ideolojisinin:

•Kendine özgü ekonomik esasları var mıdır, varsa nelerden oluşmaktadır? Örneğin FAİZ uygulanacak mıdır, vergi nelerden ve hangi ölçülerle alınacaktır?

•Bu Türkçülüğün kendine ait Hukuk nizamı ve temel anayasa kuralları var mıdır, varsa hangi kaidelere dayanmaktadır?

•Bu Türkçülüğün, ahlaki ve ailevi yapısında; içecek, yiyecek ve giyecek konusunda, orijinal prensipleri var mıdır ve nerelerden kaynaklanır?

•Bu Türkçülüğün; siyaset (yönetim) kanunları ve devletin asli kurumları hangi şartlara ve standartlara göre ayarlanmaktadır?

•Bu Türkçülüğün, eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında gözetilecek temel esasları ve programları var mıdır, neye göre belirlenmiş olacaktır?

İslam dışı kafatasçı Türk veya Kürt ırkçılarının bu sorulara verecekleri bir tek doğru ve doyurucu yanıtları yoktur. Çünkü Türk, Kürt vb. sadece bir ırktır, kendilerine ait bazı gelenek ve görenekleri dışında, özel ve orijinal hukuk nizamları ve sistem kavramları bulunmamaktadır. Oysa, Avrupa’dan kopya edilen, barbar Batılı değerleri taklit yoluyla şekillenen kurum ve kurallar esas alınarak, biraz Kapitalizm, biraz sosyalizm, biraz Osmanlı geleneği karıştırılıp üzerine de biraz İslam sosu katılarak, maalesef Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi hain Yahudilerce uydurulan ve hiçbir ilmi temeli bulunmayan kuruntular yerine, İslami değerler ve tarihi birikimlerle şekillenen müspet bir Milliyetçilik elbette daha tutarlı ve kucaklayıcı olacaktır.

Şu AKP döneminde maalesef;

a-İslam Dinini istismar edip ılımlaştırma ve yozlaştırma girişimlerine hız verilmiştir.

b-Müsbet Türk Milliyetçiliğini ise inkâr edip, Milli duygu ve duyarlılıklarımızı soysuzlaştırma yolu benimsenmiştir. Hatta Öyle ki “TC”den gıcık alan ve kaldırmaya çalışan resmi ve sivil WC’ciler türemiştir. Bu ülkede Türkler, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Zazalar, Göçmenler ve diğer kökenler; bunların hepsi ayrı kavim olabilir, ama aynı millettir. Resmi ve ortak dilleri Türkçedir, Türkiye Cumhuriyeti hepimizin devletidir ve hepimizin ortak haysiyet ve hürriyet garantimizdir.

Mustafa Kemal Türk Milliyetçiliğini, ırkçı bir anlayış ve yaklaşımdan uzak, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir zihniyetle ve zaten fikren ve fiilen dünyada öyle bilinen haliyle özümseyip resmileştirilmiştir. Ancak ondan sonraki süreçte, Türkçülük yeniden ittihatçıların mason kanadı gibi, ırkçı ve dışlayıcı bir mecraya evrilmiştir.

Şu tarihi ve tescilli gerçek de asla unutulmasın ki, Müslüman olmayan veya sonradan İslam’dan çıkan Türkler, Türklüklerini de, Türkçeyi de muhafaza edememişler (istisnai örnekler dışında) başka kavimler ve kültürler içerisinde eriyip gitmişlerdir. Hatta Ehli Sünnet istikametinden (Sünnilikten) koparılıp, geçmişte Şiilik, günümüzde Vehhabilik, El-Kaide’cilik, İranlı Ali Şeriati’cilik gibi aykırı mezheplere kayan Türklerin bile, tarihte Osmanlı Devletine, şimdi de Türkiye Cumhuriyetine düşman hale getirildikleri görülecektir. Mustafa Kemal’in şimdi kaldırılmaya çalışılan Diyanet İşleri Başkanlığını kurarken, İslam’ın ehli Sünnet çizgisini ve Maturidi’lik düşünce sistemini tercih etmesi boşuna değildir.

“(İslam’ı ve Kur’ani esasları gereksiz ve geçersiz sayıp) İnkâr edenler (hangi kavim ve görüşten olursa olsun onlar) birbirlerinin velileri (ve şeytani düşüncelerin destekleyicileri)dir. (Ey Mü’minler) eğer siz böyle hareket etmez (Hak ve hayır üzerinde birbirinizi desteklemezseniz) yeryüzünde (ve ülkenizde) fitne ve hezimet meydana gelecek ve büyük bir fesatçılık ve bozgunculuk alıp yürüyecektir” (Enfal: 73)

Ayetinin yanında; tüm akli, ilmi, vicdani ve tarihi göstergelerin gereği olarak; Milletimizin birlik ve dirliğine, Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin güçlenerek devam etmesine, varlığımızın ve ayakta kalmamızın sigortası olan silahlı Kuvvetlerimize yönelik tahrip ve tertiplere karşı el ve gönül birliği yapmamız, kof saplantı ve safsatalar uğruna inatlaşmayı bırakmamız, işte Milliyetçiliğin ta kendisidir.

Yahudi ve Hıristiyanlar, Budistler ve Moon’lar AKP iktidarı ve Fetullahcıların elebaşları (iyi niyetli taraftarları değil) hepsi birden, yukarıdaki ayetin belirttiği gibi, “faizci kapitalizmin ve Siyonist emperyalizmin” hâkimiyeti için kenetleşip birbirlerini kolladıkları ve çok çirkin bir din istismarı yaptıkları bir süreçte, bizlerin hala kof kuruntular, boş ve batıl kavramlar için didişmemiz, dış güçlerin ve işbirlikçilerin ekmeğine yağ sürmek değil midir? Asıl Milliyetçilik; Milleti, memleketi ve devleti uğrunda ve bu kurum ve kavramların oluşmasının asıl mayası olan İslam odaklı ve herkesin temel insan haklarına saygılı yaklaşımlarla kendi parti, dernek ve ideolojik taassubunu terk edebilmektir.

Tekrar belirtelim ki: “Türk Milleti”: Necip Türk kavminin yüksek inancı, insani amaçları ve kahramanlık damarıyla; Anadolu’daki, Balkanlar’daki, Kafkaslar’daki, Ortadoğu’daki farklı köken ve kültürdeki insanları, İslamiyet mayası, adalet kimyası ve devlet-medeniyet DNA’sıyla meczedip bütünleştirdiği ve bütün dünyanın böyle bilip tarif ettiği, tarihi ve tabii gerçekliğin ifadesidir. Türk Milleti kavramı; Kürtleri, Çerkezleri, göçmenleri asla inkâr ve istihfa (hafife alma) değildir. Anadolu coğrafyasını Türkiye, saydığımız asil ve aziz toplulukları Türk Milleti yapan bu şanlı ve şanslı kavmin varlığını ve kurucu rehberlik payını inkâr etmek, hem kaderin taksimine itiraz gafleti, hem de fiili birlik ve dirliğimizi dinamitleme girişimidir. Bunun yanında İslam’ı dışlayan veya “Türklüğün aksesuarı” gibi yaklaşan kesimler de, hem milletimize, hem de yüce dinimize karşı en büyük kötülüğü işlemektedir. Üstelik bu satırları yazan kardeşinizin bir tarafı ZAZA kökenlidir.

 


[1] (Safahat. 3. Kitap: Hakkın Sesleri-Üç beyinsiz kafanın (ittihatçı masonların) derdine, 3 milyon halle-Sh. 189 / Ravza Yay. İST. 2007)

[2] Atsız, “Aynı Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz”, Atsız Mecmua, 1932, Sayı:12

[3] Atsız, “Çanakkale Savaşı”, Atsız Mecmua, 1932, Sayı: 17

[4] 1925 Yılında böyle yazan Necmettin Sadak, 1944’te Irkçılık-Turancılık davası sırasında Falih Rıfkı Atay ve diğerleri ile birlikte Türkçülere saldıran makaleler yazar.

[5] Atsız, Çanakkale’ye Yürüyüş-Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferleri sh:9-10

[6] 29. Mektup 6. kısmın zeyli

[7] 15. Mektup 2. makam

[8] 26. Mektup 4. Mesele









BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi