Anasayfa » TRUMP'IN AKDENİZ YIĞINAĞI VE İSRAİL HİZMETKÂRLIĞI

TRUMP'IN AKDENİZ YIĞINAĞI VE İSRAİL HİZMETKÂRLIĞI

Yazar: yonetici
0 Yorum 80 Görüntüleyen


TRUMP'IN
AKDENİZ YIĞINAĞI VE İSRAİL HİZMETKÂRLIĞI


“Trump'ın gelişiyle dünyanın pek çok yerinde sancılar başlamıştı. Oysa seçilerek gelen, hatta ve hatta medya desteği olmadan gelen bir isimdi… Trump'ın savaşı PARA üzerinden olacaktı. DOLAR, fethedilmesi gereken en önemli kale konumundaydı. Trump bunun için yola çıkmıştı. Onu iten güç de buranın alınmasını istiyordu. Kavga bu temelde gidiyordu. Ve giderek de alevleniyordu.” diyen Ergün Diler, Trump’ı “Siyonist sömürü sermayesiyle savaşan bir kahraman ve bozuk dünya düzenini değiştirecek adam” gibi tanıtıp gerçekleri çarpıtmaktaydı.

Çok uzun bir konu, ancak kısaca değinmekte fayda var. FED, yani Amerikan Merkez Bankası, Yahudi sermaye baronlarınca oluşturulan bir yapıdır. İlk Maliye Bakanı Alexander Hamilton, bir merkez bankasının varlığının gerekli olduğunu açıklayıp, 1791 yılında First Bank of the United States'i kurmuşlardı. Bu banka, çok büyük yararlar sağlamasına rağmen, imtiyazları yenilenmediğinden 1811 yılında dağılmıştı. Pes etmedi. Yıllar sonra Second Bank of the United States kurulmuş o da başarılı olamamıştı. Sonunda 12 bölgede var olan FED'in temelleri atılmıştı. 1913'te kurulan FED'i oluşturan yapının sahipleri bankaları elinde tutan Siyonist Sermaye baronlarıydı. Yani FED aslında Küresel Yahudi şirketlerin, banka sahiplerinin oluşturduğu bir yapıydı. Dünyanın en büyük merkez bankası, Amerikan Devletinin değil, özel Yahudi şirketlerin ortaklaşa kurdukları bir sömürü aracıydı. Yani FED, en güçlü özel bankaydı. 8 ailenin yönetiminde olan banka, ABD yönetimi ile ortak çalışırdı. Yapısı ise çok enteresandı. Dünyada hiçbir merkez bankasında olmayan özellikler taşırdı. 8 ailenin (Rockefeller ailesi, Rothschild ailesi, Goldman ailesi, Lehman ailesi, Kuhn ailesi, Warburg ailesi, Moses ailesi, Lazard ailesi) ortak olduğu FED, dünyadaki para sistemini kontrolüne almıştı. Bu aileler, doğrudan emri FED'e vermek yerine bankalarıyla bu sistemi kontrol etmeye başlamıştı. NM Rothschild of London, Rothschild Bank of Berlin, Warburgs Bank of Hamburg, Lehman Brothers of New York (Barclay Bank), Warburgs Bank of Amsterdam, Kuhn Loeb Bank of New York, Lazard Brothers of Paris, J.P. Morgan Chase Bank of New York, Goldman Sachs of New York ve The Israel Moses Seifs Bank of Italy Merkez Bankası'nın tüm yönetiminde etkin konumdaydı. FED'in aldığı her kararı bu 10 banka, BM'ye üye tüm ülkelere empoze edip dayatırdı. Bu 10 bankanın ilginç bir özelliği daha vardı. Dünyanın en küçük ülkeleri Monaco veya Tuvalu'da bir banka, finans sisteminde şube açtığı anda bu 10 banka ile çalışmak zorundaydı. Küresel sistemdeki doları kontrol etmek bu 10 bankanın elinde bulunmaktaydı. Bu arada, bu 10 bankanın yönetimi FED tarafından atanırdı. FED yönetiminde görev alanlar da bu bankalarda görev yapmışlardı. İşte Ergün Diler’e göre Trump bu yönetimi ele geçirme çabasındaydı. Küresel anlamda karar veren 7 kişilik kurulu Trump kendi güdümüne almaya çalıştığı için hedef yapılmıştı!?

FED'den Trump'ın baskısıyla istifa edenler varmış… Hep Trump kaybetmiyor, bilmediğimiz önemli yerlerde mevzi kazanmaktaymış… Nisan'da gücüne güç katacakmış… 3 üyeyi o atayacakmış… İşte o saatten sonra FED'in alacağı tavır önem kazanacakmış… Ya anlaşacaklarmış ya savaşı tırmandıracaklarmış… Trump bir şekilde bu ailelerin yönettiği FED'i almak için yola çıkmışmış. Dolar'a tam olarak Amerikan Devleti hükmetmek amacındaymış. Dolar'ın değerinin ne olacağına, faizin nasıl toplanacağına, ne kadar para basılıp basılmayacağına, artık Yahudi Bankerler değil de Amerikan Devleti kendi karar alacakmış. Bu yüzden Trump’ın önü kesilmeye çalışılmaktaymış.

Ergün Diler gibileri bu safsata ve saptırmalarla, Türkiye’yi yöneten AKP iktidarını, yüksek bürokratları ve Tabi Sn. Erdoğan’ı, Trump’ın sinsi ve Siyonist projelerine katkı sunmaya ve yanında yer almaya uğraşmaktaydı. Oysa ABD Derin devleti sayılan Yahudi Lobileri “Yeni tosunla eski oyunu” sürdürme şeytanlığındaydı. Çünkü Donald Trump küstahı, bütün danışmanları ve yardımcıları ve en yakın adamları tamamen Siyonist Yahudilerden oluşmaktaydı. Trump eliyle 3. Dünya Savaşını başlatacak ve Büyük İsrail’i kurmaya çalışacak olan Siyonist Baronlar, bütün suçu ve sorumluluğu Trump’ın çılgınlığına bağlayacaklardı!

Trump'ın Danışmanı: “Ortadoğu’da ve Çin Adalarında Savaş Kaçınılmazdır!”

Trump'ın danışmanı Bannon'ın, 1 yıl önce “Tartışmalı adaların bulunduğu Güney Çin Denizi’nde ve Ortadoğu’da, gelecek 5 ya da 10 yıl içerisinde kesinlikle savaşa gireceğiz” dediği ortaya çıkmıştı. ABD Başkanı Donald Trump’ın 7 Müslüman ülkeye vize yasağı getirmesi kararının arkasındaki isim olan Steve Bannon’ın, 1 yıl önce “Tartışmalı adaların bulunduğu Güney Çin Denizi’nde ve Ortadoğu’da, gelecek 5 ya da 10 yıl içerisinde kesinlikle savaşa gireceğiz” sözlerini sarf ettiği anlaşılmıştı. Beyaz Saray’ın stratejilerden sorumlu başdanışmanı konumundaki Bannon, aynı zamanda aşırı sağcı internet portalı Breitbart’ın da eski yöneticisiyken verdiği bir demeçte, ABD’nin Ortadoğu’da da ‘büyük bir savaşın’ içinde yer alacağını açıklamıştı.

ABD-Türkiye Arasında El Bab ve Rakka Mutabakatı

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki ilk telefon görüşmesinde, “teröre karşı mücadeleye bağlılık” ve “iki ülke arasında müttefiklik” mesajları paylaşılmıştı. Kaynaklar, CIA Direktörü Mike Pompeo’nun ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştireceğini ve PYD ve Gülen örgütü başta olmak üzere gündem maddelerini istişare edeceğini duyurmuşlardı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump, Rakka’ya birlikte müdahale konusunda anlaşmışlardı.

ABD Askerleri Bulgaristan'daydı!

Bulgaristan Savunma Bakanlığı'nın duyurusuna göre, ülkeye ulaşan ABD askerlerine, tanklar, silahlı vasıtalar ve ekipman desteği sağlanmıştı. Birliklerin tamamı Bulgaristan'a ulaşmış durumdaydı. Karadeniz'in doğusunda bulunan ve ABD ve Bulgaristan'ın birlikte yönettiği Novo Selo askeri üssüne gelen birliklerin, ABD'nin Doğu Avrupa ülkeleriyle işbirliğinin sürdüğünü, Moskova'ya gösterme amacı taşıdığı vurgulansa da asıl amacın Akdeniz’deki bir çatışmaya destek sağlamak olduğu konuşulmaktaydı. Bulgaristan Savunma Bakanlığı, 120 ABD askerinin hali hazırda üs'te bulunduğunu, 80 tankın ve yüzlerce silahlı savaş aracının daha askeri üsse ulaşacağını açıklamıştı. Askeri birlikler, aralarında Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya ve Romanya'nın da bulunduğu ülkeler arasında rotasyon yaparak konuşlanacaktı. Ocak ayında Polonya'ya 2700 askerin konuşlanması, Rusya'ya yönelik bir tehdit olarak yorumlanmış ve Kremlin'in tepkisine yol açmıştı. Bu arada ABD Doğu Akdeniz’deki savaş yığınaklarını olağanüstü şekilde artırmaktaydı.

Yandaş Yeni Şafak Yazarı İbrahim Karagül, Hürriyet gazetesinin “Karargâh Rahatsız” başlığı ile verdiği mesaj için: “Biraz korkakça görünse de aslında bir tür muhtıra özleminin, vesayet umudunun hala devam ettiğinin kanıtıdır.” Yorumunu yapmıştı. “Son derece tehlikeli, öfke uyandıran bu sinsice girişimin, 16 Nisan referandumundan hemen önce ortaya çıkması dikkat çekicidir. Özellikle 15 Temmuz gibi bir acıdan, o aşağılık işgal ve iç savaş girişiminden sonra hala böyle cümleler kurabiliyor oluşları, son dört yıldır ardı ardına gelen çokuluslu müdahalelerin ön hazırlıklarını düşündürmektedir. Bu ürkek, utangaç mesaj kime verilmektedir? Türkiye'de hala millete karşı, milletin iradesine ve kararlarına karşı, eski geleneklerin bazı çevrelerde devam ettiğinin, imtiyazlı dar iktidar alanlarının korunması için çareler düşünüldüğünün, bir takım hesaplar yapıldığının, bu hesapların bu tür başlıklarla hissettirildiğinin, belli çevrelere utangaç mesajlar verildiğinin, umut pompalandığının göstergesidir… Bugüne kadar hemen her demokrasi dışı girişimi alkışlayan bu çevrelerin, AKP iktidara geldiği günden bu yana içeriden ve dışarıdan gelen müdahalelerin hepsine açık ya da örtülü destek verdiği artık bir kamuoyu kanaatidir. 28 Şubat'ta hükümet yıkan Aydın Doğan ve içinde bulunduğu iktidar çevresi, yine Doğan grubu yayınları üzerinden 7 Haziran seçimlerinde de böyle bir iç politik dizayn girişiminin ana üssü haline gelmişti… Aydın Doğan'ın Demirtaş projesi, Türkiye'nin çektiği sıkıntılar; “Karargâh Rahatsız” başlığını görür görmez, 7 Haziran öncesi HDP ve Selahattin Demirtaş üzerinden yürüttükleri, AKP'yi tek başına iktidar olamayacak hale getirmeyi amaçlayan ve başarılı da oldukları o proje geldi aklıma. Türkiye'yi büyük sıkıntıya sokan 7 Haziran sonrası siyasi belirsizlik tamamen Doğan grubu üzerinden servis edilmişti. HDP'ye destek, PKK'nın da Güneydoğu'daki hareket alanını genişletmiş, kampanya AB ülkelerinin desteğiyle yürütülmekteydi. Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'ye karşı oluşturulan terör koridoru da bu kampanya ile aynı projeydi. Güneydoğu'da teröre karşı verilen ağır mücadele ve hemen arkasında başlatılan Fırat Kalkanı harekatıyla projeler kesintiye uğratılabildi.” Saptamalarında kısmen doğruluk payı da vardı. Ama AKP iktidarının 15 yıllık icraatları ve tahribatları ortada iken ve Türkiye ABD’nin stratejik müttefiklikten de öte “gizli sömürgesi ve 52. Eyaleti” yapılmaya çalışılırken, geleceğimizi ve güvenliğimizi cidden ve alenen tehdit eden bu talihsiz gelişmelere karşı çıkan herkesi PKK yandaşlığıyla suçlamak, tek kelime ile saçmalıktır.

AKP iktidarı, “yeni bir rejim” sloganı ve kılıfı altında Kürdistan’ın kurulması ve ülkenin parçalanmasıyla sonuçlanacak girişimlerin cesaret ve cüretini nereden almıştı?

Evet, bunun bir “cüret” olduğunu kendileri de hazırladıkları tanıtım filminde“Geleceğe cüret et” sloganıyla ortaya koymuşlardı. “AKP kafasının Türkiye'ye nasıl bir gelecek hazırladığı, bugüne kadar yaptıklarından anlaşılmaktadır. Bir taraftan, Türkiye’nin elinde hiçbir ekonomik değer kalmasın diye “varlık fonu” adı altında “ipotek fonu” kurarken, diğer taraftan daha vahim bir hazırlık yapılmaktadır.” Tespitleri haksız mıydı, iftira mıydı?

Bakınız, Anayasa değişikliklerini yazanlardan biri olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Balçiçek İlter'e bu reform sürecinin daha yeni başladığını belirterek Kürt politikası, Türkiye'nin yeni siyasal sistem ihtiyacı içerisinde bir yere sahiptir ve 'yeni anayasal sistemin bir boyutudur.' Türkiye'ye özgü 'başkanlık modeli', üniter yapı içerisinde 'adem-i merkeziyetçiliğin geliştirileceği'bir esasa dayandığından 'Kürtlerin yaşadığı bölgeler' de dahil olmak üzere tüm Türkiye bakımından güçlü 'yerel-bütünleştirici merkez yapısı'nı kurmak hedeftir.'Dışlayıcı ve baskıcı Türk Milleti’nden 'kapsayıcı ve özgürleştirici Türkiye Milleti’ne geçiş sürecinde Kürt sorununun kalıcı çözümünün gerçekleşeceği bir siyasal realite söz konusudur.” İtirafında bulunmuşlardı. Yani ABD, AB ve İsrail’in arzuları (daha doğrusu talimatları) doğrultusunda, Özerk Kürdistan’ın kurulmasına ve Kıbrıs’ın parça parça elimizden çıkarılmasına zemin hazırlanmaktaydı.

ABD Filistin'i Tanıma Konusunda Geri Adım Atmıştı!

Amerikalıların Başkanı Donald Trump ile İsrail İşgal Yönetimi Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun görüşmesinden bir gün önce Beyaz Saray’dan bir üst düzey yetkili, Washington’un 'iki devlete dayalı olmasa bile' sözde barışı destekleyeceklerini vurgulamıştı. Adının açıklanmaması kaydıyla Reuters’e konuşan yetkili, asıl amacın 'barış' olduğunu, iki devlet formatında olup olmamasına bakmaksızın eğer taraflar bir çözüm konusunda anlaşırsa, başka formatta da çözümü destekleyeceklerini açıklamıştı. Yetkili, ABD'nin bu konuda bir dayatmaya yanaşmayacaklarını yani İsrail’in çıkarlarını koruyacaklarını hatırlatmıştı. “Batı Şeria'yı ilhak edelim” çıkışları başlamıştı!

Trump-Netanyahu görüşmesinden önce İsrail Devlet Başkanı Reuven Rivlin’ de dikkat çekici bir açıklama yapmıştı. Rivlin Batı Şeria’nın tamamının İsrail’e ilhak edilmesi ve oradaki Filistinlilere İsrail vatandaşlığı verilmesi” gerektiğini açıklamıştı!

İsrail – ABD Gizli Buluşması!

MOSSAD Başkanı Yossi Kohen ile ABD Başkanı Donald Trump'ın danışmanlarının gizlice görüştüğü ortaya çıkmıştı. İsrail İstihbarat Servisi MOSSAD Başkanı Yossi Kohen’in, ABD Başkanı Donald Trump’ın üst düzey danışmanları ile ABD'nin başkenti Washington’da gizlice görüştüğü anlaşılmıştı. İsrail’in Haaretz gazetesinin haberine göre, Kohen ile Trump’ın üst düzey danışmanları arasında Washington'da gizlice gerçekleşen görüşmede İsrail Ulusal Güvenlik Danışmanı Yaakov Negel de yer alırken, söz konusu görüşmede Tel Aviv ile yeni ABD yönetimi arasında siyasi koordinasyonun devamlılığı ele alınmıştı. Temasın, Başkan Trump’ın görevi devralışının ikinci gününde gerçekleştirildiğine dikkat çekilen haberde, söz konusu görüşmede İsrail-Filistin sorununun yanı sıra İran ve Suriye’deki durumun da ele alındığı da vurgulanmıştı.

Amerika’nın Yeni Kralının: “İran Bir Numaralı Terörist Devlet” Küstahlığı!

ABD Başkanı Donald Trump İran'ı 'bir numaralı terörist devlet' olarak tanıtmış, önceki yönetimin Tahran'la imzaladığı anlaşmayı “Hayatımda imzalandığını gördüğüm en kötü anlaşma” diye karşı çıkmıştı. Fox News televizyonu sunucusu Bill O'Reilly'e konuşan Trump: “Şunu söyleyebilirim, ülkemiz onların umurunda değil. Onlar bir numaralı terörist devlet. Her tarafa para ve silah gönderiyorlar ifadelerini kullanmış ve küstahlaşmıştı. “İran, Ülkemize saygılı davranmamaktadır. “Şimdi artık hep beraberiz” deselerdi anlardım ve anlaşmaya bağlı kalırdım ama tam tersini yapmışlardır. Cesaretlendiler ki uçaklarımızı takip ediyorlar, küçük botları ile gemilerimizin etrafında dönüyorlar ve giderek şımarıyorlar” diyen Trump İran’a gözdağı vermeye başlamıştı.

İran Devrim Muhafızları Terör Listesine Alınmaya Çalışılmaktaydı!

Trump yönetimi, İran Devrim Muhafızları'nı 'terör örgütü' ilan etmeye hazırlanmaktaydı. Reuters'e konuşan bir ABD'li yetkili, Trump'ın nükleer anlaşmayı iptal etmek yerine, ek yaptırımlar uygulayabileceğini de vurgulamıştı. ABD’li yetkililer, Donald Trump yönetiminin İran Devrim Muhafızları’nın “terör listesi”ne girmesine yol açabilecek bir teklifi değerlendirdiğini açıklamıştı. Oysa İran Devrim Muhafızları, Tahran'ın en güçlü güvenlik yapılanmasıydı. İslam Devrimi'nden sonra kurulan bu yapı, ülkenin ekonomisinde ve siyasetinde de büyük nüfuza sahip bulunmaktaydı. Tahran’ın füze testinden sonra ABD Hazinesi Bakanlığı, İran bağlantılı 13 kişi ve 12 kuruluşu yaptırım listesine almıştı. Beyaz Saray, bu adımın “bir başlangıç” olduğunu açıklamıştı.

İran'ın Füze Denemesine Amerika'dan Uyarı!

Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn, İran'ın balistik füze denemesinin hem bölgeye hem de ABD'ye tehdit teşkil ettiğini savunup “İran'ı resmen uyarıyoruz” tehdidini savurmuşlardı. ABD, balistik füze denemesi yaptığını açıklayan İran'ı uyarmak için 'Beyaz Saray kurallarını' yıkmıştı. Beyaz Saray Sözcüsü Sean Spicer alışılmadık bir adımla günlük basın brifingine ara verip sözü Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Flynn'e bırakmıştı. Göreve resmen başladığı 20 Ocak'tan bu yana yaptığı bu ilk açıklamalarda İran ve Yemen'deki Husileri hedef alan Flynn, İngilizcede 'resmen uyarmak-bildirmek' anlamına gelen 'put on notice' fiilini kullanarak “İran'ı resmen uyarıyoruz” tehdidinde bulunmuşlardı.

İran'dan Amerika'ya Misilleme Kararı

ABD'nin getirdiği vize sınırlamasının ardından İran misilleme kararı almış ve ABD vatandaşlarının ülkeye girişini yasaklayacağını açıklamıştı. İran Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada, “İran, vatandaşlarının haklarını korumak için ABD'nin İran vatandaşlarına yönelik hakaret içerikli sınırlamaları kaldırılana kadar mütekabiliyet esasına göre hareket edecektir.” İfadesi yer almıştı.

ABD’de Siyonist Liderlerin Trump Heyecanı!

Evet, 20 Ocak 2017’de Donald Trump’un ABD Başkanlığı’nı devralması ile birlikte dünya yeni bir döneme girmişti. Daha doğrusu eski dönem yeni gündemlerle sürdürülecekti. Seçim kampanyası boyunca nasıl bir politika izleyeceğinin sinyallerini veren Trump, bir yandan Amerika'nın iç sorunlarıyla ilgileneceği vurgusunu yaparken diğer yandan dış politika adına 2 başlığa özellikle değinmekteydi. Bunlardan birisi Trans Pasifik’teki Çin etkinliği, diğeri ise Kudüs’ün İsrail için gelecekteki yeriydi. 20 Ocak’ta görevi devralan Trump kendisine karşı yapılan protestolardan dolayı ne kadar keyifsiz olsa da Siyonist kanaat önderleri, Trump’un Başkan olmasından o kadar memnun gibiydi. Bu durum Başkanlık Devir Merasimi’nde de gözlenmişti. Amerika'da Cumhuriyetçi kanadın ve Siyonist işgal yerleşkelerinin en büyük finansörlerinden biri olan Sheldon Adelson ve eşi Miriam Adelson da Trump’un Başkanlık Merasimi’ne özel olarak teşrif etmiş; Trump’un konuşmasının ardından eşi ve kendisi hemen tebriklerini iletmişlerdi. Ve tabi davetliler sadece Adelson ve eşi ile de sınırlı değildi.

Trump'ın başkanlık töreninde hazır bulunan diğer Siyonist Yahudiler şunlardı:

– Batı Şeria Siyonist İşgal Yerleşkesi Sorumlusu ve ayrıca Yesha Konseyi BaşkanıOded Revivi,

– Batı Şeria Maaleh Adumim Bölgesi İşgal Yerleşkesi Birimi Sorumlusu Benny Kasriel,

– Batı Şeria Samaria Bölgesi İşgal Yerleşkesi Birimi Konsey Üyesi Yossi Dagan,

– Likud’un(aşırı sağ Siyonist koalisyon) Benjamin Netanyahu Kanadı Parlamenteri ve ayrıca Mescid-i Aksa alanında 3. Tapınak çalışmaları yürüten hareketin üyesi Yehuda Glick. 

Trump İsrailin işgal politikalarını normal saymaktaydı.

BM Güvenlik Konseyi’nin geçen ay yeniden onaylanan 2334 sayılı kararına göreişgalci Siyonist yerleşim tutumu tamamen kanunsuz bir girişimdi. Bu karar birçok ABD Kongre üyesini ümitsizliğe itmişti. Cumhuriyetçilerin tamamı ve Demokratların çoğunluğu karara itiraz etmesine karşın Trump-Netanyahu kanadı kararın kabul edilemez olduğunun altını çizmişlerdi.

ABD’nin Yeni Kralı ve İsrailin hizmetkârı Donald Trump yapılmıştı!

Vice News’e göre Likud Parlamenteri ve Batı Şeria İşgal Yerleşikecisi Yehuda Glick, Missouri merkezli Evanjelist bir organizasyon olan HaYovel’in üyesiydi. HaYovel ABD’de bulunan ve Hristiyan gönüllüleri işgal topraklarına yaptığı geziler ile götüren bir vakıf olarak bilinmekteydi. Doğrusu bu projelerin birçoğu Batı Şeria’da bulunan işgalcileri desteklemek amaçlı sözde İsrail’in “Judea ve Samaria” bölgelerine düzenlenen moral gezileriydi. 

HaYovel Organizasyonu’nun Başkanı Tommy Waller, Trump’un başkanlığa gelişinde çalışan ekibin, yerleşimci varlığını bildiğini ve bu durumdan oldukça mutlu olduklarını yine Vice News’e verdiği demeçte dile getiriyordu. HaYovel’in diğer dikkat çeken çalışması ise Luke Hilton adlı yapımcıya hazırlattığı propaganda içeren kısa filmiydi. Kısa filmde işgalci rejime karşı olan BDS(boykot-sürgün-yaptırım) hareketi hedef alınıyordu; özellikle filmde yer alan “Eğer gerçekten İsrail’i boykot etmek istiyorsanız, İncil’i ve Tanrıyı reddetmek mükemmel bir başlangıç olacaktır” ifadesi dikkat çekiyordu. İsrail karşıtı Hristiyanlar, HaYovel tarafından din dışı ilan ediliyor ve Tanrısızlıkla itham ediliyordu. Tüm verilerin ışığında HaYovel’in Siyonist yerleşimciler ile ABD’deki Evanjelist Hristiyanların arasındaki yakın ilişkileri temsil eden bir organizasyon olarak gözüküyordu. Trump’un Başkanlık Merasimi’nden 1 gün önce Glick ve Siyonist Parlamenter Sharren Haskel Washington Kilisesi’nde yaptıkları konuşmalarda Trump için yeni ABD kralı ifadesini kullanıyordu.

Siyonistler açık davranmaya başlamıştı:

Siyonistlerin Trump’ın başkan olmasını heyecanla karşılamasının elbette geçerli nedenleri vardı. Çerçeveyi biraz genişletip Siyonizm’i hem tarihsel hem de idealler boyutunda ele alırsak ilk evinin İngiltere olduğunu ve İşgalci Rejim’in bu dönemde temellerinin atıldığını (Balfour Deklarasyonu, Camp David) sonrasında ABD’nin 1776 yılında bağımsızlığını ilan etmesi ile ABD’ye taşınma süreci yaşanmıştı. Ardından ABD’deki döneminde ise Ortadoğu’yu İşgalci Rejim için demokrasi ile terbiye etme çalışmalarını (Büyük ritüel 11 Eylül, Irak İşgali, Afganistan İşgali) başlamıştı. İngiltere’de vahşi kapitalist yapıyla hükmeden Siyonizm 80’lerde adını Neoliberal tutum olarak koyduğu sürece geçiş yapmış ve kabuk değişimine uğramıştı. Sovyetlerin çöküşü ile birlikte bu yaklaşım olgunlaştı ve “İslam’ın İslam ile savaşı” projesine başlandı. Şimdi ise daha adının koyulmadığı yeni bir döneme geçiş yapılmakta, bu dönem artık Neoliberal yaklaşımlar yerini daha aleni hamlelere bırakmaktaydı. Kartların yeniden karıldığı bu dönem artık açık oynanacak olan oyuna hazırlık aşamasıydı. Bu dönem; ABD’nin süper gücünü Siyonist İsrail’e devredeceği bir süreç olarak okunmalıydı.

Trump'ın Etrafındaki Siyonist Baronlar Şunlardı

Kendisine temel hedef olarak İslam âlemini seçen Donald Trump'ın yakın çalışma ekibinde birçok Siyonist isim bulunmaktaydı. ABD Başkanı Donald Trump görevine başladığı günden bu yana gerek eylemleri gerekse de söylemleri ile Müslümanları hedef almaktaydı. En büyük vaadi “Amerika'nın Tel Aviv elçiliğini Kudüs'e taşımak” olan Trump'ın yakın çalışma ekibinde birbirinden tehlikeli isimler vardı. Yakın çalışma ekibinde çok sayıda Siyonist isim bulunan Trump, başta Filistin olmak üzere Ortadoğu ve İslam coğrafyasına yönelik politikasını belirlerken bu isimlerin yönlendirmeleriyle hareket edeceği anlaşılmıştı.

Amerika Başkanı Donald Trump'ın etrafındaki Siyonist isimler şunlardı:

JASON GREENBLATT

Greenblatt,19 yıldır Trump için emlak avukatlığı yapmaktaydı. Trump'ın İsrail danışmanları olarak atayacağını söylediği iki Yahudi avukattan birisi olmaktaydı. Bir Ortodoks Yahudisi olan ve Yeshiva Üniversitesi'nden mezun olan Greenblatt, 1980'lerin ortalarında Yeshiva'da eğitim almış ve orada silahlı koruma görevi yapmıştı. ABD İsrail Kamu İşleri Komisyonu'nu, Musevi devleti hakkında bilgi sahibi olmak için ana kaynaklarından biri olarak tanıtmış ve Trump'ın Mart ayında yıllık konferansta yaptığı konuşmanın taslağını hazırlamıştı. “İki devletli ama İsrail eksenli” çözümü desteklediğini söyleyen Greenblatt, Trump'ın barış inşasına daha açık ve net bir tavırla yaklaşacağını açıklamıştı. Greenblatt İsrail Ordu Radyosuna verdiği demeçte:“Trump, Yahudi yerleşim yerlerini barış için bir engel olarak görmüyor.” Yorumunu yapmıştı.

DAVİD FRIEDMAN 

Trump, İsrail danışmanı olarak 57 yaşındaki Friedman'ı atamıştı. New York'ta bulunan Kasowitz hukuk bürosunun iflas uzmanı ve ortağı Friedman, başkanın uzun zamandır danışman olarak seçmeyi düşündüğü bir avukattı. Muhafazakâr bir hahamın oğluydu, ailesinin Cumhuriyetçi başkan adaylarıyla bağları olan bir geçmişi vardı. Friedman, New York'taki Woodmere'de yaşamaktaydı ve Kudüs'ün Talbiya semtinde özel bir ev yaptırmıştı. Friedman, Batı Şeria'nın İsrail’e eklenmesinin Siyonist Yahudi devleti statüsüne zarar vermeyeceğini de açıklamıştı.

JARED KUSHNER

Kushner 36 yaşında ve New York'un en tanınmış emlak ailesinin bir ferdiydi, ayrıca 2009'dan beri Trump'ın kızı Ivanka ile evliydi. Başkanlık seçimi kampanyasında özellikle İsrail açısından çok önemli bir rol üstlenmişti. Geçen sene kayınpederi için İsrail'e bir gezi planlamasına yardım etmişti. Damat Kushner, Manhattan'ın Yukarı Doğu Yakasında eşiyle ve üç çocuğu ile yaşayan bir Ortodoks Yahudisiydi. 2006'da 25 yaşındayken Observer gazetesini satın alıvermişti. İki yıl sonra-babasının vergi kaçırma, yasadışı kampanya bağışları ve tanıkların değiştirilmesi için hapishaneye gönderilmesinden dört yıl sonra- babasının şirketi Kushner Properties'in CEO'su seçilmişti. Fortune dergisi, 2015 yılında Kushner'i 40 yaş altı en etkili 40 kişi listesinde göstermişti. Bu liste iş dünyasındaki en etkili gençlerin yıllık sıralamasını içermekteydi.

IVANKA TRUMP

Trump'ın kızı olan Ivanka 35 yaşında bir Ortodoks Yahudisi ve babasının kampanyasında görev almıştı. Moda ve yaşam tarzı markası olan Ivanka Trump Koleksiyonunun kurucusu ve babasının şirketi olan Trump Organizasyon'un geliştirme ve satın alma birimlerinin başkan yardımcısı olarak çalışmaktaydı. Mart ayında üçüncü çocuğunu doğuran Ivanka, Kushner'le birlikte Doğu Yakası Ortodoks sinagogu Kehilath Jeshurun'a gidiyor ve ailesini “oldukça dindar” olarak nitelendiriyordu. 2014 yılında, Fortune dergisindeki 40 yaş altı en başarılı 40 kişi listesinde yer alıyordu.

BORIS EPSHTEYN

Epshteyn 34 yaşındaydı ve The New York Times’e göre Cumhuriyetçi bir siyaset stratejisti olarak tanınıyordu. New York merkezli bir yatırım bankacısı ve finans avukatı olan Epshteyn, Sen'in iletişim yardımcısı olarak çalışıyordu. John McCain'in 2008'deki başkanlık kampanyasında Arizona senatörünün arkadaşı olan Alaska Gov'a yardımcı oluyordu. Daha önce Moskova'da yaşayan Epshteyn, 1993 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne taşınıyordu. Moskova'ya yatırımı teşvik eden bir panel düzenleyen bir Rus konuşmacı, “Rusya ile ilişkileri düzeltmek üzere Epshteyn Trump’ı yönlendirebilir.” ifadelerini kullanıyor, Trump ise Vladimir Putin ile olan ilişkileri geliştirme arzusunu dile getiriyordu. TV sunucuları onu “çok mücadeleci” ve “yıpratıcı” olarak nitelendiriyordu. 

STEPHEN MILLER

30 yaşındaki Miller, Trump'ın kampanyasında önemli bir rol oynayan, mitinglerde kalabalığı coşturan adamdı. Başkanlık seçimlerinin Ulusal Cumhuriyetçiler Kongresi’nde kabul edilen konuşması da dahil olmak üzere bütün konuşmaları o hazırlamıştı. Miller kendisini “pratik bir Yahudi” olarak tanıtmaktaydı. Trump'ın menajeri The Wall Street Journal'e verdiği demeçte Miller’i “Kampanyadaki en önemli insanlardan birisi.” saymıştı. Daha önce yedi yıl boyunca Sen'in yardımcısı olarak çalıştı. Miller, Güney Kaliforniya'da liberal bir Yahudi ailesinde büyümüş olmasına rağmen erken yaşta muhafazakâr görüşlere kaymıştı.

STEVEN MNUCHIN

Eski bir Goldman Sachs yöneticisi olan Mnuchin, kampanya sırasında Trump'ın ulusal finans başkanı olarak çalışmıştı. Trump ve Mnuchin 15 yıllık arkadaşlardı ve Trump'ın kampanya finansmanından önce de Mnuchin danışman olarak görev yapmıştı. New York Times'ın Manhattan'ın en seçkin “en etkili aileleri”nden biri olarak tanımladığı Mnuchin ve babası, Goldman Sachs'ın sahibi olarak zengin bir aileyi yönetiyordu. Mnuchin daha genç yaşındayken,”Avatar” ve “Black Swan” gibi Hollywood filmleri üzerine çalışan eğlence şirketi RatPac-Dune Entertainment'i kurmuştu. Bazıları, Trump ve Mnuchin'in olağandışı ve şaşırtıcı şekilde bir araya geldiklerini düşünüyordu çünkü emlak devi GoldmanSachs ile sürekli rekabet halinde bulunuyordu. Oysa bu durum Siyonist Yahudilerin klasik danışıklı dövüş oyunuydu.

LEWIS EISENBERG

Granite Capital International Group'un özel sermaye şefi olan Eisenberg, Cumhuriyetçi Ulusal Komite'nin finans başkanı olarak görev yapıyor ve Trump'ın seçimine destek veren gruplara büyük katkı sağlıyordu. Mnuchin'e destek olarak fonları yükseltmeye çalışan Eisenberg New Jersey'de büyüdü. Eisenberg, Dünya Ticaret Merkezi'ndeki  terörist saldırıları sırasında New York Limanı ve New Jersey Liman Başkanlığı görevini yürütüyordu. Eisenberg, Trump hakkında JTA'ya verdiği demeçte “O, İsrail için güçlü bir koruyucu, adalet ve düzenin güçlü savunucusu ve çok hevesli bir aday” ifadelerini kullanıyordu.

MICHAEL GLASSNER

Glassner, Cumhuriyetçi Başkanlık kampanyalarına aşina bir adamdı, çünkü Trump, geçen yıl onu Ulusal Siyasi Direktör olarak göreve atamıştı. McCain’in 2008 yılındaki kampanyası için başkan yardımcılığı operasyonları direktörü olarak görev yapmıştı ve 2000 yılında Iowa'da George W. Bush'un kampanyasını yürütmüştü. Ayrıca eski bir başkan adayı olan Palin ve Senatör BobDole ile birlikte de çalışmıştı. Trump'ın Yahudi danışmanlarının çoğunda olduğu gibi Glassner da İsrail'e destek verdiğini açık sözlülükle dile getiriyordu. Trump'ın kampanyasına katılmadan önce Siyonist lobi AIPAC'in Güneybatı Bölgesi'nin siyasi direktörü olarak çalışıyordu. Ayrıca Eisenberg Liman Başkanlığı yaparken Eisenberg'in kıdemli danışmanı olarak görev yapıyordu.

Trump ve Ekibinin İslam’a Bakışı

ABD Başkanı Donald Trump, İslam'ın Bir Din olduğuna İnanmıyordu!

Son derece net olan bu soru bir radyo söyleşisinde Trump'ın yardımcılarından Sebastian Gorka'ya sorulmuştu. “Mesele İslam'ın bir din olup olmaması değil. Mesele İslami terörizm. Bu tehdit konusunda dürüst olmalıyız. Bu konuyu Obama yönetiminin yaptığı gibi gözardı edemeyiz” diyen Gorka konuyu çarpıtıyordu. Sıklıkla “İslami terörizme” karşı uyarılarda bulunan Donald Trump, bu terimi kullanmayı reddeden eski Başkan Barack Obama'nın tam tersi bir çizgi izliyordu. Trump, Obama ve Hillary Clinton'u Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) kurucusu olmakla suçluyor, Irak'ta ölen bir ABD askerinin ailesiyle laf dalaşına giriyor, Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanması ve ülkedeki Müslümanların da yakından takibe alınması gerektiğini söylüyordu. Muhalifleri, bunların Trump'un politikalarının merkezinde yatan İslam karşıtı mizacı gösterdiğini söylüyordu.

İslamofobi Hiç Bu Kadar Canlı, Güçlü ve Etkili Olmamıştı

Detroit Üniversitesi Profesörü Khaled Baydoun, “2016 başkanlık kampanyası, başından sonuna kadar, İslamofobinin hiçbir zaman olmadığı derecede canlı, güçlü ve etkili olduğunu gösterdi” diyor ve ekliyordu: “İslam'ı günah keçisi ilan etmesi ve Müslümanları kötülemesi sadece bir kampanya mesajı olmanın ötesinde Donald Trump için seçimi kazanma stratejisiydi.” Oysa Trump, 2015'te“Müslümanları çok seviyorum. Bence mükemmel insanlar” diyordu. 2016 da ise:“İslam'ın bizden nefret ettiğini düşünüyorum” diyordu. Bu Çelişkilerin ana sebebi, Trump’ın çevresindeki koyu Siyonistler oluyordu.

Bir tarafta Trump'ın Müslüman karşıtı söylemine katılan ve sesi daha gür çıkan danışmanları bulunuyordu. Bunlar arasında Eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, üst düzey danışmanı Steve Bannon ve Adalet Bakanı Adayı Jeff Sessions yer alıyordu.Örneğin Flynn, İslam'ı “din olma kisvesi ardına gizlenmiş siyasi bir ideoloji”olarak tanımlıyordu. Gorka'ya geçen hafta söyleşide o sorunun sorulmasının nedeni de Flynn'in bu açıklaması oluyordu. Hızını alamayan küstah Yahudi Michael Flynn İslam'ı“kötü niyetli bir tümöre” benzetiyor, Twitter hesabında da Müslümanlar'dan korkmanın rasyonel bir şey olduğunu yazıyordu. Bizdeki Ergün Diler ise bu Michael Flynn Yahudisini “barışçı ve yatıştırıcı bir melek” gibi göstermeye çalışıyordu.

Trump'ın kampanyasında görev almadan önce sağcı bir internet sitesi olan Breitbart'ı yöneten Steve Bannon ise İslam'ı “dünyadaki en radikal din” olarak tanımlıyor ve ülkedeki Müslümanların “ABD'de beşinci kol faaliyeti yürüttüğünü” söylüyordu. Trump'ın göçmen politikalarının mimarı kabul edilen Jeff Sessions ise daha sinsi bir eleştiri getiriyor ve: “Ortada İslam içinde çok etkili olmadığını umduğum zehirli bir ideoloji bulunuyor. Bunlar hayatın her safhasında Kur’an’ın uygulanmasını istiyor. Müslümanların çoğunun bu vahşi ve cihatçı yaklaşıma katılmadığını düşünüyorum.” diyordu.

Trump’ın Vize Yasağı, Müslümanları Hedef Aldığının Kanıtı Oluyordu

Donald Trump döneminde Beyaz Saray'ın Müslümanlara karşı tutumu, akademik bir ilgi alanından ibaret görülmüyordu. Trump karşıtları, nüfuslarının büyük çoğunluğu Müslüman olan 7 ülkeye karşı uygulanan seyahat yasağına karşı açtıkları davalarda; Trump ve kabinesindeki diğer isimlerin düşmanca söyleminin, yasağın anayasaya aykırı bir şekilde Müslümanları hedef aldığının kanıtı olduğu gerçeğini öne sürüyordu. Oysa önceki başkanlar, bir yandan Müslüman uluslara karşı savaşlar yürütürken diğer yandan da bunu dengelemek için İslam'la hiçbir sorunları olmadığını söylüyordu.

ABD'nin 43. başkanı George Bush, 11 Eylül 2001'de New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelik saldırının ardından “Terör, İslam'ın gerçek yüzü değildir. İslam'ın bununla alakası yok, İslam barış dinidir” diyor, sonrasında ise ABD Müslüman ülkeler Afganistan ve Irak'ı işgal ediyordu. Bush'un halefi Barack Obama da benzer yorumlar yapıyor, “Kendimizi, bizimle aynı şeyleri arzulayan, düzen, barış ve refah isteyen ve Müslümanların yüzde 99,9’unu oluşturan insanlarla birlikte konumlandırmamız lazım”diyor, ama aynı Obama sadece 2016 yılında Suriye, Irak, Afganistan, Libya, Yemen, Somali ve Pakistan gibi Müslüman ülkelere 26 binden fazla bomba atılmasını emrediyordu. Seleflerinin aksine Donald Trump, İslam düşmanlığını her fırsatta açığa vuruyordu.

Trump’ın: “Suriye'de Güvenli Bölgeler Kuracağım” Tuzağı!

Amerikalıların Yeni Başkanı D. Trump, “Suriye'de güvenli bölgeler kuracağını”açıklamıştı. Trump'ın bu konuda hazırladığı karar metninin taslağı medyaya sızmıştı. Taslakta, Suriye'ye komşu ülkelerde de güvenli bölgeler kurulabileceği vurgulanmaktaydı. ABC televizyonuna verdiği röportajda Trump, “Suriye'de halk için mutlaka güvenli bölgeler kuracağım” ifadelerini kullanmıştı. Konuşmasında Suriyeli mülteciler konusunda Avrupa'nın büyük bir hata yaptığını söyleyen Trump, milyonlarca mültecinin Almanya ve diğer ülkelere gitmelerine izin verilmesinin yanlışlığını anlatmıştı. Oysa bu tam bir yalandı, çünkü milyonlarca Suriyeli mülteci Avrupa’ya değil Türkiye’ye yığılmıştı. Trump'ın Suriye'de güvenli bölgeler kurulması konusundaki karar taslağının ayrıntıları, ABD Başkanının bu açıklamalarından birkaç saat önce medyaya sızmıştı. “Yabancıların Terörist Saldırılarından Ülkeyi Korumak” başlıklı taslağın altıncı maddesinde“Suriye halkının korunması için güvenli bölgeler oluşturulması” önerileri yer almıştı. Taslak metinde ABD Savunma Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığının, Suriye'de ve komşu ülkelerde güvenli bölgeler oluşturulması için 3 ay içinde bir plan hazırlaması üzerinde durulmaktaydı. Taslakta güvenli bölge kurulması istenen komşu ülkelerin isimleri ise nedense yazılmamıştı.

Bu girişimlerin “Güvenlik Bölgesi” kılıfı altında Suriye ve Irak üzerinde hatta Türkiye’de oluşturulacak alanlarda PKK ve PYD’yi koruma altına alma ve onlara özerlik sağlama amacı taşıdığı açıktı. Bu planın diğer bir amacı da Türkiye’nin oluşturmaya kalkıştığı “Güvenlik Koridoru” nu boşa çıkarmak ve 2. İsrail olacak Birleşik Kürdistan’a zemin hazırlamaktı.

15 Temmuz öncesinde illegal grupların ordunun içine sızması nasıl anlaşılamadı, farkına varılmadı? Bir ordu bu kadar savunmasız nasıl bırakılmıştı? Kaç kişi FETÖ kılıflı CIA Darbe Kalkışmasında İstanbul'daki işadamlarının 15 Temmuz’da aldığı rolü bilip durmaktadır? Kaç kişi kimin kime nasıl yardım ettiğini anlamıştır? Kaç kişi yapılan hayati servislerden haberdardır? hiç bilinmeyen telefon kayıtlarında kim kimlerle neler konuşmuş ve hangi pazarlıklar yapılmıştır? Niye sormuyorsunuz; peki iktidar bunların ne kadarının farkındadır, ne kadarını ve niçin saklamaktadır? “Günü geldiğinde şaşıracaksınız! Öyle isimler çıkacak ki küçük dilinizi yutacaksınız. Kimin bizi ve devletimizi kandırdığını görünce şoke olacaksınız” diyen yalaka yazar, hava mı atmaktaydı, yoksa Milleti ve hükümeti aldattığı için kaçmaya mı hazırlanmaktaydı?

“Trump'a her gün çekil ve git mesajı veriliyor. Ama onu getiren karşı güç öne itiyor. Çünkü Trump ABD'nin geleceğini temsil ediyor. Bu nedenle karşısına dikilenler saldırıp duruyor. Kavga çok büyük ve Türkiye’nin konumu giderek hayati ve belirleyici önem kazanıyor. Bakınız Amerika Irak'a iki kez, Afganistan'a bir kez müdahaleye kalkıştı. Ordularıyla vahşice daldı. Ama kalamadı. Çok güçlü olmalarına rağmen kalamazlardı. Yapıları buna müsait değildi. Ama Türk Ordusu girse kalırdı, dönmezdi. Ama ABD ordusu kalma başarısı gösteremezdi…” sözleri açıkça, “ABD yerine İslam Ülkelerini biz işgal edelim, Müslüman kimliğimizle onları avutup Siyonizm’e hizmet verelim”mesajıydı!

Amerika’nın bu işgallerinin elbette sebepleri vardı ve uygun planları da hazırdı! Çünkü ne Irak'a ne de Afganistan'a boşuna gitmemişleri, küresel bir planı uygulamak için görevliydiler. Bugünü anlamak için de o operasyonları iyi analiz etmek gerekir. Amerika'ya indiğinizde bambaşka bir ülkedir, İngiltere'ye, Rusya'ya, Türkiye'ye, Fransa'ya benzemez… Pek çok ülkede bir millet vardır ve bu insanların oluşturduğu devleti görürsünüz! Oysa Amerika’da durum tam tersidir! Farklı insanların bir araya geldiği ama devletin bunları bir bütün olarak tuttuğu yapıyı fark edersiniz! Devlet, asıl örgütlenmedir. Refah, güvenlik ve ideallerle herkesi bir arada tutan devlet sistemidir. Devlet orada her şeydir… Bireyi öne çıkaran, yapıyı ayakta tutan güçlü devlet modelidir… Amerika'nın gücüne bakın! Bütün önemli noktalarda orduları, gemileri, silahları bulunuyordu. Ayrıca kullanmaktan çekinmedikleri Dolar’ı vardır. 100'e yakın ülkede üs'leri var. Binlerce personel dünyanın çeşitli yerlerinde… Bütün bu operasyonlar sonuçta para ile yapılıyordu. Bir de kontrol etmek istedikleri ülkelere ciddi maddi yardım gönderiliyordu ve sonunda Amerikan Devleti'ne hatırı sayılır bir fatura çıkıyordu. Washington ve CIA yıllarca bunu dışarıdan sağlıyordu. Mesela Türkiye'de MİT'in maaşlarını ödediği dönemler oluyordu! Askerlere yardım ettiği dönemler yaşanıyordu! Bunun gibi başka ülkelerde de operasyonları sıralanıyordu. İşte bütün bunları başta Çin'in ve Arap ülkelerinin (Türkiye’nin ve diğer yarı sömürgelerinin) dolarları ile yapıyordu. Yani kendilerini güvende hissetsinler diye bunların paralarını Amerika'ya getiriyor, tasarruflarını Amerikalılara veriyor, onlar da koruyacakları para ile dünyayı kontrol ediyordu. Ortada kocaman bir Şeytani sömürü sistemi yatıyordu ve bunu en güzel şekilde Erbakan anlatıyor ve bu şeytani çarka “Amerika’nın 3 kağıt oyunu” diyordu.

Yabancılar kazandıklarından artırdıklarını veriyor, bunlar da Avrupa'dan Asya'ya kadar her yerde operasyon gerçekleştiriyordu… ABD Dünyanın en borçlu ülkesiydi ama durmadan yürüyordu! Faizleri yükselterek de çekiciliğini koruyordu! Silah ticaretinde ise rakipsiz bulunuyordu. İşte Amerika'ya yabancı tasarrufların akması için yabancıların da kontrollü şekilde büyümesi, üretmesi, ürettiğini satması ve para kazanması gerekiyordu! Çin büyüyordu büyümesine ama bunu sağlayan Amerika oluyordu! Ancak şimdi Çin'in ekonomik ve askeri olarak daha da büyümesi tehlikeli sayılıyordu. İşte bu nedenle Trumpgetiriliyordu. Küreselleşmenin yani insanlığı köleleştirmenin, yeni bir modelle devamı için başkan yapılıyordu.

Ya hu sahiden şu Trump’ın gelişi ile Bizde Erdoğan’ın yükselişi ne kadar da birbirine benziyordu!?

“Trump parayı, üretimi ve askerini kendi topraklarına çekerek büyük olmak istiyordu. Karşısındakiler ise dışarıda kalarak hegemonyalarını devamlı kılmaya çalışıyordu. İşte bu Trump’ın modelinde Türkiye çok büyük olurdu. Bu fırsatlara sahip Türkiye’den başka ülke yoktu!” diyerek Türkiye’nin tek şansının ve huzur kapısının Trump’ın Siyonist emellerine ve İslam ülkelerine yönelik vahşi işgallerine alet olmak ve Amerika’nın yanında yer almaktır! Mesajını ve nasihatini yapacak kadar vicdansız ve vatansız bir insanın, ya Yahudiliğini gizleyen çok sinsi bir münafık, veya para ve pazarlık karşılığı gavura kiralık bir adam olması lazımdı!..



























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi