Anasayfa » SN. ABDULLAH GÜL İLE MEHMET ŞİMŞEK AYNI TORNADAN ÇIKMADIR!

SN. ABDULLAH GÜL İLE MEHMET ŞİMŞEK AYNI TORNADAN ÇIKMADIR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 88 Görüntüleyen


SN. ABDULLAH GÜL İLE MEHMET ŞİMŞEK AYNI
TORNADAN ÇIKMADIR!



Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de Exeter Üniversitesi Mezunlarındandır!

 Mehmet Şimşek (d. 1 Ocak 1967,Gercüş,Batman), Kürt kökenli Maliye Bakanımızdır.Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat bölümünü bitiren Şimşek sonrasında yüksek lisansını Abdullah Gül gibi İngiltere'de University of Exeter'de tamamlamıştır. Daha sonra Türkiye’ye dönmüş, Ankara’da üç ay süre ile Etibank’ta çalışmıştır. Ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçiliği’nde yaklaşık dört yıl kıdemli ekonomist olarak hazırlanmıştır. 1997'de New York'a yollanmış ve uluslararası yatırım bankası UBS'in hisse senedi analiz kısmında araştırmacı olarak görev yapmıştır. 1998 yılında İstanbul'a dönerek Deutsche – Bender Menkul Değerler’de iki yıl çalışan Şimşek, dünyanın önde gelen yatırım bankalarından birisi olan Merrill Lynch’e atanmış ve İngiltere'ye taşınmıştır. Bu Mehmet Şimşek gibilerin okulu bitirir bitirmez, İngiltere University of Exeter’e, sonra ABD Büyükelçiliği’ne, ardından New York ve Londra’ya kabullerinde, acaba Kripto kökenlerinin, gizli sicil kütüklerinin, çifte kimliklerinin ve nesilden nesile aktarılıveren özel kültürlerinin de önemli payı var mıydı? Bunlar süper zekâ veya dahi kafa olmadıklarına göre bu hızlı yükseliş sırrı ne olaydı?

Bir arkadaşımız, önemli bir Bankanın Genel Müdür Yardımcısından aktarmıştı. “Bir Kudüs ziyaretimizde İsrailli yetkililer bizi kasıtlı olarak saatlerce havaalanında tutmuşlar ve doğru konuştuğumu test etmeleri için bana dedemin dedesinin ismini sormuşlardı. Bilmediğimi söyleyince onlar açıklamışlar, ben de şaşırmıştım. Sonradan öğrendim ki, bizdeki Nüfus Kütük Kayıtları tutulan MERNİS sistemini İsrailliler kurmuşlar ve bir nüshasını kendileri için kopyalamışlardı.” Tabi Ermeni, Yahudi ve Pakraduni kökenlilerin de tespitini yapıp kayıtlarını tutmuşlardı.

2000 yılı ortalarında başlayan Merrill Lynch döneminin ilk günlerinde Sayın Şimşek'in sorumluluk alanında Türkiye, Yunanistan, Mısır ve İsrail’i içeren Akdeniz bölgesi bulunmaktadır. 2001'in ortasından itibaren de sorumluluk alanına Rusya, Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti gibi gelişmekte olan Avrupa ülkeleri de katılmıştır. Sayın Şimşek 2005 yılı sonunda Merrill Lynch'in Avrupa, Orta doğu ve Afrika Bölgesi Ekonomik ve Stratejik Araştırmalar Bölümü Başkanlığı makamına çıkarılmıştır. Temmuz 2007 Seçimleri'ndeAKPGaziantep milletvekili,Haziran 2011 Seçimleri'ndeAKPBatman milletvekili,Haziran 2015 Seçimleri'ndeAKPGaziantep milletvekili olarak meclise girmesi sağlanmıştır.60. hükümette2007 yılından Nisan 2009'a kadar “Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı” görevini, 2009 Mayıs ayından günümüze kadar ise “Maliye Bakanlığı” görevini üstlenmiş durumdadır. Siyonist sermaye güdümlü “Emerging Markets” Dergisi tarafından 2013 yılında   “Yükselen Avrupa’da Yılın Maliye Bakanı” seçilen Sayın Şimşek, aynı yıl “Foreign Policy” Dergisi tarafından da dünyanın en etkili 500 kişisinden biri olarak gösterilen kahramandır.(!?) Kendisinin Türkiye Cumhuriyeti'nin yanı sıra İngiltere vatandaşlığı da bulunmaktadır.

Milli Çözüm’ün sadık elemanlarından bir kardeşimiz anlatmıştı:

 Üniversite yıllarında Mehmet Şimşek in yeğeni Abdulazim Şimşek ile Ankara İlim Yayma Yurdunda birlikte kalmıştık. Kendisi Kürt kökenli ve dindar görünümlü bir arkadaşımız olmasına rağmen aynı zamanda koyu ve şuurlu bir PKK sempatizanıydı. Zaten bu yüzden Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nden rahatlıkla burs sağlanmıştı. Ayrıca kökeninden ve fikirlerinden ötürü özel ilgi gördüklerini, hafta sonlarında kızlı erkekli evlerinde kalması için fırsat verildiğini, çalışma gruplarına davet edildiğini anlatmaktaydı. Aynı arkadaşım, “amcası Mehmet Şimşek'in, henüz İngiltere'de çalışmakta iken ve siyasetle ilgisi yokken 2 yıl sonra Türkiye'ye bakan olarak geleceğini bizlere de, aile çevresine de söylediğini” aktarmıştı. İşte görüyorsunuz ya, bizdeki demokrasi ve seçim nasıl bir aldatmaca ve dayatmacaydı. Çünkü bakanlarımız ve başbakanlarımız bile dış merkezlerde ve bildik mahfillerde yıllar öncesinden hazırlanmaktaydı. Zavallı halkımız da“bunları biz seçip iktidara taşıdık!” diye boşuna sevip avunmaktaydı. Oysa iktidar da ana muhalefet de aynı odaklarca ayarlanıp uyarlanmaktaydı

Abdullah Gül’ün Exeter Üniversitesi Macerası!

  İngiltere’deki Exeter Üniversitesi Abdullah Gül’ün ve Türkiye’nin siyasi hayatında önemli bir yer tutmaktadır! Türk siyasi hayatında muhafazakar referanslarla hareket eden bir çok politikacı ve bürokratın hayatında bu garip ve Siyonist güdümlü İngiliz üniversitesinin önemli payı bulunmaktadır.Önce bu üniversite hakkında biraz bilgi aktaralım. İngiliz Üniversiteleri arasında“Kürt Araştırmaları Enstitüsü” olan tek yükseköğretim kurumu burasıdır. Bünyesinde Arap ve İslami Araştırmalar Enstitüsüleri’ni de barındırmaktadır. Yani başta Türkiye’mizi, bölgemizi ve İslam ülkelerini karıştırma, gavur güdümüne alma ve yozlaştırılmış İslam’la kısırlaştırma hazırlıkları bu üniversitede yapılmaktadır.İngiliz istihbarat servislerinin yurt dışı görevlere gönderilecek ajanlarının önemli bir bölümü işte bu Exeter Üniversitesi’nde eğitim almaktadır. Ayrıca Arap ve İslam Dünyası ile Kürtler hakkında uzmanlaşması gereken İngiliz gizli servis elemanları da bu üniversitede eğitip donatılmaktadır.

Exeter Üniversitesi’nden mezun olan veya doktorasını burada yapanlar daha sonra özellikle İslam ülkelerinde önemli ekonomik ve siyasi kuruluşların başına veya stratejik devlet görevleri koltuklarına taşınmışlardır. Mesela İslam Kalkınma Bankası’nın bütün önemli yöneticileri Exeter Üniversitesi’nde yüksek lisans veya doktora yapmışlardı. Tabii buraya gönderilecek öğrencileri de kendi ülkelerindeki “Batıyla uyumlu İslami kuruluşlar” ve İslamcı bilinen şahıslar seçmiş olmaktaydı. Örneğin İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmıştı. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Exeter Üniversitesi’nin rahle-i tedrisinden geçenler arasındaydı. Nihayet E. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu üniversitede eğitim görmüş şanslı insanlardandı ve Durmuş Yılmaz’ın bu üniversitedeki sınıf arkadaşıydı!

 İngiliz tarihinde kullanılan işkence aletlerinden biri “Exeter Dükünun Kızı” olarak anılırdı. İstanbul E. AKP Milletvekili Nevzat Yalçıntaş seneler önce İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın kendisini Londra’ya ve Exeter Şatosuna davet buyurduklarını, burada “medyanındemokrasiyi tahrip etmesi” üzerine bir beyin fırtınasına katıldığını bir Meclis konuşmasında açıklamıştı. E. Dışişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Exeter Üniversitesi’nde iki yıl eğitim-öğretim görmesi anlamlıydı. Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da Abdullah Gül’ün bu üniversitedeki sınıf arkadaşıydı. Abdullah Gül, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş ve Prof. Sebahattin Zaim gibi hocalarının teşviki ve sağladıkları Milli Kültür Vakfı bursu ile 1976-1978 yıllarında Fehmi Koru ve Şükrü Karatepe ile birlikte İngiltere’ye yollanmıştı. Gül, burada ileride İslam ülkelerinde görev alacak olan doktora öğrencileri ile sıkı bir arkadaşlık kurmuşlardı. Dönüşte Sebahattin Zaim’in daveti ile Sakarya Üniversitesi’nde görev almaştı. Doktora tezi, “Türkiye ile İslam Ülkelerim Arasındaki Ekonomik İlişkilerin Gelişimi” başlığını taşımaktaydı, tez hocası ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tı! Ama tezinin içeriği; Batı ve Siyonist sermaye güdümlü sözde İslam ekonomisi ve İslam ülkeleri işbirliği konularını barındırmaktaydı. Abdullah Gül, 12 Eylül’den birkaç gün sonra evinden alınıp İstanbul’da Metris Askeri Cezaevine kapatılmış ve hayret hemen çıkarılmıştı. Çıktıktan bir süre sonra 48 İslam ülkesinin üye olduğu İslam Kalkınma Bankası’nda diğer Exeter mezunu arkadaşları ile birlikte ekonomi uzmanı olarak görev alışmıştı. İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da Exeter Üniversitesi’nde doktora sonrası çalışmalara yapmıştı. Harry Potter serisinin yazarı Joanne Rowling, Exeter Üniversitesi’nde, Fransızca ve klasik edebiyatlar okumuşlardı! Exeter Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ian Markham’ın “Said Nursî’nin başarısı: Hakikat ve Hoşgörü” başlıklı bir makalesi vardı! Yani bu Üniversite “dinler arası diyalog” un kurgulanmasında da önemli ve etkili bir odaktı. Markham, Exeter’de ilahiyat dalında öğretim görevlisi olarak çalışmaktaydı.

 Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Tutulmaz da Exeter Üniversitesi’nde kamu yönetimi yüksek lisansı yapmıştı. İçişleri Bakanlığı, birçok kaymakam adayını Milli Güvenlik Akademisi eğitiminden sonra Exeter Üniversitesi’ne yollamış ve burada dil eğitimi ve İngiliz Siyonistlerle gönül birlikteliği dersleri almasını sağlamıştı. Halen Türkiye’de, özellikle Güneydoğu ilçelerinde görev yapan birçok kaymakam ve vali yardımcısı Exeter’de doktora yapmıştı! Yüksek yargı organlarından da tetkik hakimleri Exeter Üniversitesinde yüksek lisans eğitimine gönderilip kafaları İngiliz hukuk ve adalet deterjanıyla yıkanmaktaydı. Üniversite’nin başında Tim Niblock bulunmaktaydı. Bizim açımızdan önemi Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren kişi olmasıydı Sonuç olarak her ne hikmetse bu üniversitenin öğrencileri kesinlikle gayet başarılı olmakta, ülkelerinde ve küresel Siyonist-kapitalist merkezlerde çok önemli mevkilere taşınmaktaydı.

İşte Sn. Abdullah Gül, Sn. Mehmet Şimşek, Sn. Dursun Yılmaz, Sn. Ekmeleddin İhasanoğlu, Sn. Fehmi Koru gibi partileri, fikirleri, yaşam biçimleri, ayrı ve farklı da görünse aynı mason ve Siyonist odaklı İngiliz Exeter Üniversitesi’nin ve aynı küresel sömürü şebekesinin dindar mensuplarıydı! Şimdi Sn. Gül’ün “Erdoğan karşıtı”, Sn. Şimşek’in “Erdoğan yandaşı” tavırlarına veya böyle tanıtılmalarına aldanmamalıydı. Üniversiteleri de hedef ve hevesleri de aynıydı. Sn. Abdullah Gül geçmişte Milli Görüşle ve Erbakan çizgisiyle hiçbir ilgisi ve gayreti bulunmadığı halde sonradan “yenilikçi hareketin” temellerini atmak ve Erbakan’ı devre dışı bırakmak üzere ve tabi Turgut ve Korkut Özallarla ve Nevzat Yalçıntaşlarla istişare ederek Refah Partisine katılımı sağlanmış ve şansı hızla açılmıştı. Yenilikçi döneklerin ayrılışa hazırlandığı süreçte Balgat’taki RP Genel Merkezi’nde E. Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç’a “Ya hu bu Ahmet Akgül bizden ne istiyor? İlgisiz ve gereksiz şeyleri gündeme getirip bizi zor duruma düşürüyor. Arkadaş, niye yakamızı bırakmıyor!?” diye sızlandığını bize aktaran ve bu konuşmalara şahit olan arkadaşlarımız da hala hayattadır. Evet Sn. Gül bu karanlık irtibatlarınız ve Milli Görüş’e yönelik tahribatlarınız için bu gerçekleri araştırıp yazmaktayız. Yoksa sizlerle şahsi hiçbir hesabımız ve husumetimiz bulunmamaktadır.

Maliye Bakanı Şimşek TÜSİAD ağzıyla uyarmıştı!

 Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, “Siyasi istikrarı sağlayıp reform yapamazsak bırakın 2023 hedeflerini, biz mevcut kazanımları bile koruyamayız. Baksanıza siyasi istikrar kalmadı, Avrupa Birliği olmadı…” diyerek TÜSİAD ve küresel sermaye ağzıyla konuşmuşlardı.“Reform yapılmazsa Türkiye yata kalka gider ama bununla bir yere varamayız. Türkiye'de siyasi belirsizlik uzun süre devam ederse mali disiplin de buna dayanamaz. Bu ortamda mali disiplini sürdürmek imkânsızdır. Anayasa hükmü çok açık, '17 Ekim'e kadar bütçeyi Meclis'e sunarsınız' diyor ama bu bütçenin de kadük kalacağı, Meclis'ten de geçmeyeceğini herkes biliyor. Bütçeyi şeklen yapacağız fakat bunu görüşecek bir Meclis yok. Yani bu sene Türkiye normal süreçte bütçesini yapamayacaktır. Yılın sonuna doğru artık kim sorumluysa bir geçici bütçe kanunu hazırlayacaktır. Hızlı bir şekilde Meclisten geçecek ve '2015 yılının bütçesinin belirli bir oranı ilk 6 ay, ilk 3 ay için uygulanır' diye bir bütçe kanunu yapılacaktır” diyen Mehmet Şimşek’in AKP Hükümetinin bir bakanı değil de Muhalefetin bir adamı gibi konuşması dikkatlerden kaçmamıştı.

Mehmet Şimşek ve Ali Babacan Siyonist Sermayenin Adamlarıydı!

 Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye’ye ilişkin ikinci değerlendirmesini 17 Eylül 2015 Cuma gecesi açıklamıştı. Fitch, uzun vadeli yabancı para cinsinden kredi notunu “BBB-” ve not görünümünü “durağan” olarak teyit ederek notu aynen bırakmıştı.  Haziran seçimlerine giderken tüketici güven endeksi 2009 kriz yılı seviyesine gerilemiş durumdaydı. Yılın ilk yarısındaki verileri dikkate aldığımızda cari açık yüzde 6’nın üzerine çıkmıştı. TL’de değer kaybı nedeniyle dolar bazlı kişi başına gelir 9 bin dolara inmiş bulunmaktaydı. Kurlardaki tırmanış milli gelirde ise yüzde 6.9’luk erimeye yol açmıştı. Enflasyon ise beklenenin aksine yaz aylarında istenen düzeye inmemiş, Eylül’de yeniden tırmanmıştı. TL’nin dolar karşısındaki değer kaybı yılbaşından bu yana yüzde 24’ü aşmıştı.  Haziran seçimleri öncesi ekonomideki zafiyet ve sıcak para çıkışına karşın Moody’s Nisan ayındaki değerlendirmesinde Türkiye’nin notunu kırmamıştı. Kararı değerlendiren ekonomistler “ şimdi değilse ne zaman?’’ şeklinde yorumlar yapmıştı. Moody’s belli ki ekonominin kaptan köşkünde yer alan ve uluslararası sermayeye yakın iki isim olan Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in yerlerini koruyacağı beklentisiyle seçim öncesi görünümü bozmaya yanaşmamıştı. Ancak, 7 Haziran seçimlerinden sonra oluşan siyasi belirsizliğe terör olaylarının da eklenmesiyle Türkiye’nin kırılganlığının arttığı açıktı. Geçici hükümette Ali Babacan’ın yer almaması sonucu bir devrin kapandığı gazetelerin ekonomi manşetlerine yansımıştı. Kabinedeki tek Bilderberg üyesi Babacan, G20 toplantılarının da düzenleyicisi konumunu böylece kaybetmiş sanılmıştı.

Oysa AKP Kongresi’nde de ne Ali Babacan ne de Mehmet Şimşek Merkez Karar ve Yönetim Kurulu’na (MKYK) seçilen listelerde yer almamıştı.  ABD Merkez Bankası FED’in yaklaşan faiz artırımı ve 1 Kasım seçimleri öncesi ekonomiyi Tayyip Erdoğan’ın yakın çevresindeki isimler Nihat Zeybekci, Binali Yıldırım, Berat Albayrak, Naci Ağbal, Nurettin Canikli ve Numan Kurtulmuş, AKP içinde ekonomik konularda danışılıp yön belirleyecek isimler olarak ön plana çıkmıştı. AKP MKYK’sı sonrası artık Babacan ve Şimşek’in üstünün çizildiğine kesin gözle bakılırken biden herkes şaşırmıştı. Perşembe gecesi FED faiz kararını açıklayacaktı, Cuma gecesi Fitch not kararını duyuracaktı ve milletvekili seçim listeleri de cuma günü YSK’ya sunulacaktı. Aynı günlerde Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı’nda TÜSİAD üyeleri ekonomik ve siyasi konulardaki rahatsızlıklarını ortaya koyan açıklamalar yapmıştı. Anketler ise AKP’nin oylarının 40’ın altına düştüğünü yansıtmaktaydı. İşte bu ortamda YSK’ya sunulan listelerde Babacan ve Şimşek’in yer alması sürpriz etkisi yaptı. Kulislerde Tayyip Erdoğan tarafından üstü çizildiği ifade edilen Babacan ve Şimşek ikilisinin AKP listesinde hem de ön sıralarda yer alması parti içi bir koalisyon şeklinde yorumlansa da aslında küresel sermaye odaklarının dayatması ağır basmıştı.

Fitch’in de not kararında yer alan bir ifade ise tüm bu gelişmelerin nedenlerine bir açıklık getiriyor: ‘’Dış kırılganlıklarda ya da mali disiplinde oluşabilecek beklenmedik bir bozulma ve siyasi belirsizliğin devam etmesi notu olumsuz etkileyebilir.” Türkiye’ye dayatılan mali disiplin ve makro ihtiyati tedbirler Babacan ve Şimşek’in eseri sayılırdı. Babacan ve Şimşek ikilisinin AKP’den yeniden aday yapılmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan İktisatçılar küresel sermayenin, neoliberal politikaların uygulayıcısı olan bu iki ismin yeniden aday yapılmasının AKP’nin 13 yıldır uyguladığı sıcak para politikalarının devam edeceğinin göstergesi saymışlardı. Para musluklarının kesildiği bir dönemde bu iki ismin yeniden vitrine çıkarılmasının fayda etmeyeceğini kaydeden uzmanlar, hukuk güvenliğinin olmadığı bir ülkeye yabancı yatırımın gelmeyeceğini vurgulamıştı. Oysa Türkiye’nin tasarruf açığını yabancı sermaye ile kapatması için, “doğrudan yatırım” yani fabrika tesis yatırımı çekmesi lazımdı. Babacan ve Şimşek, sıcak para bulunması için kısa vadede fayda sağlasa da doğrudan yatırım olmadan Türkiye ayağa kalkamazdı. Yani yeniden Milli ve yerli yatırıma, hızlı ve yaygın kalkınmaya acilen ihtiyaç vardı. Bunun da kesin şartı Erbakan politikalarına ve Adil Düzen programlarına dönüş yapmaktı. Bu da siyasi bir zihniyet değişimi kaçınılmaz kılmaktaydı. Çünkü özellikle AKP Hükümetleri eliyle Türkiye fiilen ekonomik işgal altına alınmıştı ve yarı sömürge ülkesine çevrilmiş durumdaydı.

Mehmet Şimşek NATO Bakanı mı?

Maliye Bakanlığının Kamulaştırma Rakamlarından Anlaşılmıştı: NATO Türkiye'de Genişleme Çabasındaydı! İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeryüzü hâkimiyetini kurmak için harekete geçen Siyonist ve emperyalist ülkeler sözde barışı sağlamak amacıyla askeri güç olan NATO’yu kurmuşlardı. İslam coğrafyasında kan ve gözyaşı dökmeye devam eden NATO, Türkiye’de de genişlemediği ortaya çıkmıştı. Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı rakamlara göre son 8 ayda NATO için Türkiye’de toplamda 24 milyon 258 bin TL’lik gayrimenkul ve kamulaştırma yapıldığı anlaşılmıştı.

Afganistan’ı harabe konumuna sokan, Irak’ın işgalinde rol alan, Libya’nın bölünmesinde pay sahibi olan, Bosna Hersek’te Müslümanların öldürülmesine göz yuman ve emperyalizmin askeri kanadı olarak tanınan NATO’nun, Türkiye’deki varlığını her geçen gün artması kafaları karıştırmaktaydı. Türkiye’de bilinen 28 askeri üssün dışında NATO, Türkiye’de sürekli genişlemesinin altında ne yatmaktaydı? ABD Savunma Bakanlığı Pentagon ile yakın ilişkileri bulunan Washington Enstitüsü’nün iki yıl önce yayınladığı bir raporda ülkemizdeki üsler bir haritayla resmedilmiş bulunmaktaydı. Raporda Türkiye’de NATO radarları, ABD üslerinin Türkiye toprakları üzerine konuşlandığı, buralarda füze üsleri, radar üsleri ve bomba üsleri olduğu işaretlenmiş durumdaydı.

Kanadalı Prof. Michel Chossudouski’nin: “ABD Türk Topraklarında Kürdistan Kurma Hazırlığındadır” İtirafı!

“Milli Türkiye’nin kendi çıkarı doğrultusunda attığı adımlar ABD’nin hesaplarını bozmaktadır.Bu konuda birkaç yıl önce yayınlanan tartışmalı Ortadoğu haritasını hatırlatmam lazımdır” diyen Prof. Chossudouski şunları aktarmıştı: Biliyorsunuz, “Yeni Ortadoğu haritası” adını vermişlerdi, ABD Savaş Akademisi’nin bir belgesiydi ve kamuoyundan saklanmıştı. Bir NATO toplantısı kullanılmıştı. Ve bu Türkiye ile ABD arasında gizli bir çatışmaya yol açmıştı. Çünkü harita Türkiye’nin bir bölümünün, bağımsız bir devlet olarak yeni bir Kürdistan’a ilhak ettirildiğini gösteriyordu. Bu haritaya yani -ABD’nin bakış açısına göre- ‘Bağımsız Kürdistan Devleti’Türkiye topraklarında kurulacak Irak ve Suriye Kürdistan'ı da buraya katılacaktı! Değerli M. Seyfettin Erol’un şu çok önemli tespit ve tahlilleri Milli Görüş döneği İslamcı kesimlerin hangi safta bulunduklarını anlamamızı da kolaylaştırmaktadır:

Rusya’dan Batıya: “Mesihçi Projenizden Vazgeçin!” çıkışı!

Rusya ile Batı dünyası arasındaki Suriye krizi her geçen gün daha da derinleşmeye başlamıştır. Kremlin’in Suriye’de ikinci bir askeri üs açma girişimi ve Esad güçlerinin yanında savaşan Rus askerleri görüntüleri, Rusya ve Batı’nın kozlarını açıkça paylaşma noktasına dayandığının kanıtıdır. Buna bir de PYD saflarında savaşan Amerikalı, İngiliz, Kanadalı, Alman ve İsrail askerlerini eklediğinizde, Suriye’de aslında kıyamet savaşının yaşandığı ve büyük kapışmanın yaklaştığı anlaşılacaktır. Bu arada İran askerlerini de unutmayalım. İddialara göre, binlerce İranlı asker Esad ve Hizbullah güçleriyle birlikte savaşmaktadır. Aralarında çok sayıda üst düzey rütbeli subay da bulunmaktadır.

Ukrayna’daki Rus askeri varlığı için “onlar orada tatil yapıyorlardı” diyen Moskova, şimdilerde Batıya: “siz nasıl IŞİD için Ortadoğu’da bulunuyorsanız, ben de pekala IŞİD’le mücadele için burada bulunabilirim” diye kafa tutmaktadır. Dolayısıyla, her iki farklı grubun ortak bir hedefi ortaya çıkmaktadır: IŞİD. Bu örgüt üzerinden her biri kendisi açısından bir meşruiyet zemini kazanmaktadır. Rusya, eski Sovyet alanından gelen binlerce “cihatçıya” karşı ön alıcı bir mücadele içinde bulunduğunu söyleyerek, “Avrasya Birliği” projesini gerçekleştirme yolunda “ikna adımları” atarken; ABD ise, BOP projesi için IŞİD’i Cebelitarık’tan Çin Seddi’ne kadar kullanacağı mesajını vermekten sakınmamaktadır. Bu kapsamda ABD/Batı, dünyanın birçok yerinde cephe açarken; Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerde İŞİD’in varlığını bir fırsata çevirmeye çalışmaktadır. Nitekim Rusya ve İran Soğuk Savaş sonrası dönemde hiç olmadığı kadar kendilerine bir etkinlik alanı oluşturmuş durumdadır. İşin komik tarafı ise, bunu yaparlarken tarafların Türkiye’yi her an baskı altına almaya çalışmaları ve ha bire ithamda bulunmalarıdır. Oysa sonuç ortada. Türkiye devamlı mevzi kaybederken ve savaşın maliyetlerini insaniyet namına üstlenirken, onlar stratejik hesaplar kovalamaktadır.

Her iki tarafın burada üzerinde durduğu bir diğer husus ise, sürecin Hz. Mesih boyutu olmaktadır. Rusya’nın bu bağlamda yaptığı son çıkış oldukça enteresandır. Rusya’nın önde gelen diplomatlarından biri olan ve AB Büyükelçiliği görevini yürüten Vladimir Chizhov Avrupalı meslektaşlarına şu çağrıda bulunmaktadır: “Bir Mesihçi politika olan demokrasi ihracı projenizden vazgeçin ve sorunları genişletmek yerine, onları Rusya ile birlikte çözmeye çalışın!” Rus diplomat, bu sözleriyle Avrupa ideolojisinin felsefi arka planına dikkatleri çekerek, yüzyıllardır değişmeyen Vatikan’ın Haçlı zihniyetine vurgu yapmaktadır. Chizhov bu uyarısıyla aynı zamanda kuruluş amacını ve varlığını Mesihçi misyon anlayışına bağlayan ABD’ye de bir gönderme yaparak, “Ortadoğu’ya demokrasi getiriyoruz bahanesiyle, aslında Büyük İsrail hedefine ve emperyalizmin işgaline hizmet ettiklerini”hatırlatmaktadır.Bu arada, bu sözleri sarf eden diplomatın dış politikasında kısmen de olsa Slavlık ve Ortodoksluk anlayışını bir arada tutan “Panslavizmi” uygulamaktan geri kalmayan ve her fırsatta “Üçüncü Roma” olduğunu iddia eden bir ülkenin memuru olduğunu da unutmamak lazımdır. Rusya’nın burada itirazı, kendisi ile pek özdeş olmayan demokrasi aracınadır.”

Yoksa her iki tarafın da maksadı, kendi emperyalist çıkarları ve hakimiyet alanlarıdır.  Bunlardan insani ve vicdani bir tavır beklemek boşunadır; ancak siyonizmin sömürü saltanatı olan azgın emperyalizme karşı, bu şartlarda Rusya ile irtibat ve ittifak yolları aramak doğaldır ve doğru olandır. Daha önce İsrail Başbakanı’nın Rusya ziyaretinde Putin’in Onun karşısındaki çok rahat ve adam yerine koymaz tavrına karşılık, Sn. Recep T. Erdoğan’ın 23-Eylül-2015 (Kurban Bayramı arefesi) Moskova Merkez Camii’nin açılışı münasebetiyle gerçekleştirdiği Rusya seyahatinde Sn. Putin’in Cumhurbaşkanımız karşısındaki saygılı ve dikkate alır oturuş tarzı[1] ve Camii açılışında sarf ettiği: “İslam, Rusya’nın ayrılmaz bir parçasıdır. İslam kanaat önderlerinin toplumsal barış ve kaynaşmanın oluşmasında çok önemli katkıları vardır” itiraf ve iltifatları tarihi fırsatlardır.

 



[1] Bak: İslamianaliz.com















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi